18 Ekim 2024 Cuma

Birgün "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -18 Ekim 2024 -

Cezasızlık: Algı mı? Gerçeklik mi?-İlhan Cihaner-

Toplumda tepki çektiği iddia edilen bazı suçların gündemde yoğun olarak tartışılması ile birlikte iktidar açmazda hissettiği zamanlarda hep yaptığını yaptı: Bir yargı paketi üzerinde çalışmaya başladığını duyurdu. Buldukları yöntem ise dahice (!): Cezaların alt sınırını artıracaklarmış. Tutukluluğu kolaylaştıracaklarmış. Medyaya ayar vereceklermiş. İnfaz hükümlerini hükümlü aleyhine zorlaştıracaklarmış. Bunu açıklarken de çokça başvurdukları bir iletişim “üç kâğıdını” kullanarak, cezasızlığın “algı” olduğunu vurguluyorlar. Öncelikle bundan önce çıkarılan bilmem kaç tane “yargı reformu paketinin” hiç birinin çözmeyi iddia ettiği sorunu çözmek bir yana daha derinleştirdiği gerçeğini göz önünde tutarsak cezasızlık pratiğinin daha da artacağını şimdiden söyleyebiliriz. Sadece Erdoğan’ın şu konuşması bile iktidarın çözüm perspektifinden ne kadar uzak olduğunun göstergesi sayılabilir:

“…Cezasızlık algısını ortadan kaldırmak, toplumun güvenlik ve adalet konusundaki kaygılarını süratle gidermek boynumuzun borcudur… Son dönemde ardı ardına gelen polis memurumuzun şehit edilmesinden ve genç kızlarımızın vahşice katledilmesine kadar bir dizi hadise milletimizin haklı bir tepkisine yol açmıştır… Emniyet teşkilatımız işçinde bir zafiyet varsa neşteri vurup gidereceğiz. Adalet sistemimizde yanlışlık varsa tıkanıklık varsa neşteri vurup onu da çözüme kovuşturacağız. Sosyal medyada suçu teşvik etmede gerekli müdahalede bulanacağız…2023’te yapılan bir düzenleme ile boşanmış eşe karşı işlene şiddetin cezası arttı. Bu düzenleme İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmemizden sonra yapılmıştır. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmemizin kadın hakları ve kadına yönelik şiddetle mücadelede en ufak bir menfi etkisi olmamıştır. Türkiye’de kadına yönelik şiddetin çelikten kalkanı söz konusu sözleşme değil, 6284 sayılı kanundur… Ülkemize çağ atlatan kadro yine biziz… Son dönemde medya organlarımız, özellikle reyting kaygısı ile basın ilkelerini umursamayan, son derece sorunlu bir yayın politikası izlemeye başladı.”

FOLKLORİK GÖSTERİ

Oysa İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının saldırgan erkeklik tarafından kadına karşı şiddetin artık serbest bırakıldığı şeklinde yorumlanacağını görmeyen gözler bile görüyordu. Nitekim Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun açıklamasına göre 2024 yılının başından Ekim ayına kadar 296 kadın cinayeti işlenirken, bu 10 aylık süreçte ise toplamda 184 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulundu. Ne çelikten kalkanmış ama! “Emniyet teşkilatımız içinde bir zafiyet varsa… Adalet sistemimizde yanlışlık varsa tıkanıklık varsa neşteri vurup onu da çözüme kovuşturacağız.” Cümleleri ise “cezasızlık pratiği” ve nedenleri ile ilk kez, o da “milletimizin haklı bir tepkisi” nedeniyle karşılaşmak zorunda kaldıkları izlenimini veriyor. Oysa cezasızlığın şahikalarından birisi olan Cemil Kırbayır cinayeti bizzat kendisine teslim edilmişti. Gene Cumartesi Anneleri’nin adalet talebi artık iktidar tarafından “anlayış gösterilen folklorik bir gösteri” gibi ele alınıyor.

İktidarın cezasızlık pratiğine dair derinlikli bir anlayışı ve çözüm perspektifi geliştirmesi mümkün değil. Çünkü geçmiş ve pratikleri daha çok cezasızlıktan faydalanma ve bunu yeniden üreterek var olmaya dayanmaktadır. Bu kavram daha çok failin devlet ya da devletçe desteklenen yapı ve kişilerin olduğu suçlarda “fiili veya yasal olarak, faillerinin var olan veya olması gereken yargı süreçlerine tabi tutulmaması veya uygun şekilde cezalandırılmaması ve mağdur edilenlerin onarım hakkına erişememesi” olarak tanımlanmıştır. Kuşkusuz değişen toplumsal dinamikler, suç türleri ile birlikte adi suçlar olarak adlandırılan alana da yansıması kaçınılmazdı. Şu anda bunun en vahşi halini yaşıyoruz.

Her biri üzerine çok şey azılabilecek tespitlerimle bitireyim:

Cezayı artırarak cezasızlığı ortadan kaldıramazsınız. Cezalar yeterince ağır, suç kategorileri geniş.

İnfazı ağırlaştırarak cezasızlığı bitiremezsiniz. Kökenine yani “suç” olgusuna inmeniz gerekir.

Tutukluluğu kolaylaştırarak ve hükümlülüğü artırarak cezasızlığı kaldıramazsınız. Ülkemiz nüfusa orantılandığı zaman en fazla tutuklu hükümlü barındıran ülkelerden. Bu konuda Avrupa’da birinciyiz. Türkiye’de 1 Temmuz 2024 itibarıyla toplam 342.526 hükümlü ve tutuklu bulunuyor. En yakın olan İngiltere’de bu rakam 2023 itibariyle 90 bin 964 kişi.

Yeni suç tipleri olan gençlik çetelerini ve uyuşturucu suçlarını farklı bir şekilde ele almak zorundasınız.

Ceza hukukunu siyasi iktidarın devamını sağlamak için bir aparat olarak kullanmaktan vaz geçmelisiniz.

Hukukun üstünlüğünün yerlerde süründüğü bir ülkede cezasızlığı kaldıramazsınız. (Uluslararası Demokrasi ve Seçim Yardımı Enstitüsü’nün 2023 yılı raporuna göre Türkiye Hukukun Üstünlüğü kategorisinde 173 ülke arasında 148. sırada. Avrupa’da ise Rusya’nın gerisinde. Türkiye raporda Avrupa’da “demokratik olmayan” dört ülkeden birisi olarak gösterildi.)

En önemlisi de cezaevlerini dolduran başta -hırsızlık ve uyuşturucu- olmak üzere suçlarla, kadın ve çocuklara yönelik suçlarla ve cezasızlık ile izlediğiniz ekonomik/kültürel politikalarla bağını kurmalısınız.

                                                              /././

Genç ve çocukların yüzde 40’ı yoksulluk riski altında -Özgür Gürbüz-

Türkiye’de sosyal dışlanma ve yoksulluk riski altındaki nüfusun oranı yüzde 30,7. Yaş gruplarına göre baktığımızda ise 0-17 yaş arasında bu oranın yüzde 40’ın üstüne çıktığını görüyoruz. Bu oran Türkiye’yi Avrupa ülkeleri ile yaptığımız bir kıyaslamada ilk sıraya yerleştiriyor.

TÜİK’in bu verileriyle aynı zamanda Avrupa verileri de açıklandı. Avrupa Birliği’nde sosyal dışlanma ve yoksulluk riski altındaki nüfusun oranı yüzde 21,4. Orada da her şey güllük gülistanlık değil ama AB’deki oran Türkiye’den 10 puan düşük.

Yoksulluk sadece 18 yaş altındaki grupta hissedilmiyor. Türkiye’de yaşayan 65 yaş üstündeki nüfusun yüzde 23,1’i de sosyal dışlanma ve yoksulluk riskiyle karşı karşıya. 2021’de bu oran yüzde 16’ydı; iki yıldır sürekli artıyor. Artık 65 yaş üstü her dört kişiden biri yoksullukla yüzleşiyor diyebiliriz. Kuşa dönen emekli maaşları ve hayat pahalılığı, aile içi dayanışmanın yüksek olmasına rağmen durumu kurtarmaya yetmiyor.

65 yaş üzerinde ise AB ortalamasının üç puan üzerindeyiz. Orada 65 yaş üstü nüfusun yüzde 20’si sosyal dışlanma ve yoksulluk riskiyle karşı karşıya, bizde yüzde 23’ü. Avrupa içinde bu oranın yüzde 40’ın üstünde olduğu Letonya ve Estonya gibi ülkelerin yanı sıra yüzde 8’le çıtayı yükselten Norveç de var.

Burada dikkatimi çeken başka bir veriyi de paylaşmak isterim. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, her iki yaş grubunun artan sorunlarına karşı harekete geçmişe benzemiyor. 2021 yılında Bakanlık’a bağlı huzurevi sayısı 165, kapasitesi de 17 bin 91 kişiymiş. 2024 Ağustos itibarıyla huzurevi sayısı 168 olmuş, üç yılda üç huzurevi eklenmiş. Ağustos 2024 itibarıyla Bakanlık’a bağlı huzurevlerinde kalan sayısı 14 bin 668. Aynı dönemde özel huzurevi sayısı yaklaşık 2 bin adet artmış. Ve özel huzurevlerinde kalanların sayısı da 13 bini geçmiş. Bakanlık 65 yaş üstünde yoksulluk riski artarken huzurevine yatırım yapmamış, bu konuyu da daha pahalıya hizmet veren özel sektöre devretmiş. Özetle, parası olan huzura kavuşur demiş. Aynı dönemde Bakanlık’a bağlı çocukevi sayısı ve kapasitesinin düştüğünü de belirtelim.

Alarm zilleri ise 18 yaş altındaki nüfusa baktığımızda çalmaya başlıyor. AB’de 18 yaş altı nüfusun yüzde 25’i yoksulluk riskiyle karşı karşıyayken bizde bu oran yüzde 40’ı geçiyor. Neredeyse her iki genç veya çocuktan biri zor durumda. Geleceğimiz dediğimiz 18 yaş altı nüfusun yarıya yakını yoksullukla boğuşuyor.

Bu durumun olası sonuçlarını Üsküdar Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Erdoğan’a sordum. Barış Erdoğan, “Genç nüfusta yüksek oranda yoksulluk riskinin olması geleceğe yönelik bir takım olumsuz verilerin ortaya çıkmasına neden olabilir. İçlerinden bazıları yasa dışı yollarla kısa zamanda zengin olmaya çalışırken bazıları da toplumdan kendilerini geriye çekip uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanımına yönelebilir. Geleceğe yönelik bir umutsuzluk ve ona bağlı olarak sosyal bağların zayıflaması, zaman içinde ülkeyi terk etme, beyin ve kol göçü gibi sonuçlara neden olabilir” yanıtını verdi. Erdoğan ayrıca, yoksulluk riski nedeniyle genç erkeklerin eğitim hayatını bırakarak çalışma hayatına geçtiklerini, kızların da ev işlerinde çalıştırıldıkları ya da erkenden evlendirilip aileye ‘yük olmaktan’ çıkarılmaya çalışıldığına da dikkat çekti. Türkiye’de yoksulluk nedeniyle okul dışında kalan çocuk sayısının son bir yılda yüzde 38 oranında arttığını çok yakın zamanda Pelin Ünker’in DW’deki haberinde de okumuştuk.

15 yaşındayken para kazanmaya çalışan, çocukluğunu yaşayamadan kendinden çok daha büyük insanlarla iş hayatında mücadele etmek zorunda kalan bu gençlerin suça, uyuşturucuya bulaşmadan, eğitim almadan hayatta başarılı olmalarının ne kadar zor olduğu ortada. Bu veriler gençlerin umutsuzluğunu, psikolojik bozukluklarını ve başka ülkelere gitme isteğini açıklamada yardımcı olabilir. 18 yıl her gün yoksullukla boğuştuğunuz bir ülkede ruh sağlığınızı koruyabilir, o ülkeye ‘memleketim’ diyebilir misiniz?

                                                             /././

Küçük üreticiliğin tasfiyesi ve şirketleşme: Adım adım çökertme -Prof. Dr. Bahadır AYDIN-
Küçük üreticilerin tasfiyesi ve tarımda şirketleşme artık devletin resmi politikası. Ekilebilir arazi büyüklüğü 2001’de 26,3 milyon hektardı, 2023’te 23,9 milyon hektara indi. 2,4 milyon hektar alan tarım dışına çıkartıldı.
Her ne kadar tarımda 1980 sonrası başlayıp 1990’larda artan oranda müdahalelerle küçük üreticilere yönelik bir tasfiye süreci başladıysa da tarımda kapitalizm/şirketleşme somut ifadeleri 1990 ve 2000’lerde devletin resmi politika metinlerinde de yer bulmuştur. VII. Beş Yıllık Kalkınma planı (1996-2000), destekleme politikalarının fiyat istikrarını bozduğunu vurgulayarak destekleme politikasındaki değişimin gerekliliğini ön plan çıkarmıştır (DPT, 1995: 57). VIII. Kalkınma Planı (2001-2005), tarım politikalarının belirlenmesinde uluslararası kurumların ön gördüğü yükümlülükler ve uluslararası kurumlara taahhüt edilen çerçeveden ele alınacağını vurgulamıştır (DPT, 2000:133). Bu ifadelerin somutlaşması 1999’da IMF ile imzalanan Stand-by Anlaşması ve Mayıs 2001’de Dünya Bankası ile hazırlanan Tarım Reformu Uygulama Projesi ile başlamıştır. Bunların ardından Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ve AB’ye üyelik sürecinde Ortak Tarım Politikasına uyum çabaları tarımdaki hedeflenen dönüşümün basamakları oldu. Daha net olarak tarımda kapitalist üretim ilişkilerin mekanizmaları ve şirketleşmenin temelleri bu anlaşmalarla atıldı. Bu düzenlemelerden sonra çıkartılan yasal düzenlemeler ile tarımda şirketleşmenin somut hedef olduğu daha da netleşleşti. Kaldı ki tarımdan sorumlu üst düzey yöneticiler çok rahat bir şekilde şirketleşmenin tarımda çıkar yol olduğunu ifade edebilmektedirler. Bu çerçevede çıkarılan kanunlar şunlar oldu:

TARIM KANUNU

Tarımda şirketleşmeyi hedefleyen adımlardan biri 2006’da yürürlüğe konulan 5488 sayılı Tarım Kanunu’dur. Kanunda tarımsal üretimde şirketlerin çıkarı ön planda. Kanun’un 13. maddesinde, destekleme ödemelerinde sözleşmeli üretimin temel olduğu, havza bazlı modele ve sermayenin isteğine uygun tarım ürünlerinde destekleme yapılacağı ima edilmektedir. Yani sözleşmeli üretim ve sermayenin çıkarları temel alınmaktadır. Yine Tarım Kanun’un 10.maddesi, çiftçilerin yüzyıllar boyunca kullandığı tarımsal girdileri fikri mülkiyet hakları kapsamına alarak şirketlerin piyasada daha etkin olmalarının önünü açmaktadır. Bunların yanında Kanun’un 21. maddesinde “tarımsal destekler için ayrılacak kaynağın Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın (GSYH) %1’inde az olamayacağı” belirtilmiş; fakat ödemeler GSYH’nin %1’ine hiçbir zaman eşit olmamıştır.

TOHUMCULUK KANUNU

2006’da çıkartılan 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu da tarımda şirketleşmenin ikinci ayağını oluşturmaktadır. Bu kanun, fikri mülkiyet hakları kapsamında düzenleme ile biyolojik çeşitliliği ve genetik kaynakları şirketlerin kontrolüne bırakmaktadır. Bu çerçevede Kanunun 5. Maddesi ile küçük üreticilerin kendi tohumlarını kullanması engellenmektedir. Desteklemenin sertifikalı tohum kullanımına bağlanması ile sertifikasyon işlemlerini yapan şirketler tarımsal üretimi kontrol hakkı kazanmıştır. Kanunun 7. Maddesi tescillenmiş tohumların yurt içi satışına onay vererek küçük üreticileri şirketlere bağımlı kılmıştır. Tohumculuk Kanunu ile kamu tohumculuğun her alanından çekilmiş ve bu alanı özel şirketlere terk etmiştir. Tohum alanı şirketlerin hegemonyasına açık hale getirilerek yerli ve yabancı şirketleri tohum ve tarımsal üretim alanında belirleyici konuma getirmiştir.

Tarımda şirketleşmenin hızlandırılmasının bir diğer mekanizması sözleşmeli üretim modelidir. Geçmişte şeker pancarı üretiminde kamu kesiminin dâhil olduğu bir model olan sözleşmeli üretim, günümüzde hiçbir yasal dayanağı olmayan tek taraflı, şirketlerin koşulları belirlediği bir modele dönüşmüştür. İlk düzenlemeler 1990’lı yıllarda olsa da modelde şirketlerin ön plana çıkartılması açısından 2008’de yürürlüğe konulan “Sözleşmeli Üretim ile İlgili Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” önemli. Şirketler, bu yönetmelik maddeleri ile üretimi doğrudan kontrol etmekte ve üreticiler üzerinde denetim kurmaktadır. Hükümet politika metinlerinde tarım-sanayi entegrasyonunda tarıma dayalı sanayinin hammadde ihtiyacının kesintisiz temin edilmesi için sözleşmeli üretim modelini ön plana çıkartarak tarımda şirketlerin belirleyici hale gelmesini sağlamıştır. (Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, 2016:148, 189). Hükümet desteklerin sözleşmeli üretim doğrultusunda yapılacağını belirterek küçük üreticileri, büyük şirketlerin istedikleri ürünleri üretmeye zorlamakta. Şirketler doğrudan toprak sahibi olmadan sözleşmeli üretim aracılığı ile üretim sürecini bütünüyle kontrol ederken üretimde doğacak riskleri küçük üreticilere devretmektedir. Sözleşmeli üretim, sermayenin küçük üreticiler üzerindeki denetiminin ve kapitalist üretim ilişkilerinin yeni bir biçimi olarak ön plana çıkmaktadır.

ARAZİLERİN KİRALANMASI

Tüm bu yasal düzenlemeler doğrultusunda tarımda kapitalist üretim ilişkilerinin yerleştirilmesi çerçevesinde şirketlere tanınan ayrıcalıklar ve avantajlara bir yenisi olarak “İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmelik” devreye sokuldu. 22 Ağustos’ta çıkartılan yönetmelikte iki yıl üst üste ekilmeyen arazilerin tarımsal üretime kazandırılması için kiraya verileceğine ilişkin düzenlemeler yer aldı.  Yönetmeliğin çıkartıldığı dönemde tarımsal üretimde genel görüntünün ne olduğunu ortaya koymak gerekiyor. Dünyada gıda fiyatları düşerken Türkiye’de halen ciddi gıda fiyatları artışının devam etmesi ülkemizde gıda krizi ya da tarımsal üretimde krizin halen devam ettiğini göstermektedir.

Bu yönetmeliğin konusu bu dönem mi gündemde, hayır. 7-8 yıldır üzerinde konuşulan bir uygulamanın hayata geçirilmesi söz konusu. Öyleyse bu ülkede söz konusu ekilmeyen arazilerin varlığı ya da tarımsal üretimden kopma bugünün değil uzun süredir tarımsal üretime karşı iktidarın hoyratça bakışının konusudur. 2006 yılında kendi çıkardıkları Tarım Kanunu’nun 21. maddesi tarımsal destekleme programları için bütçeden ayrılacak tutarın Gayri Safi Milli Hasıla’nın %1’inin altında olamaz hükmüne bile 18 yıldır uymamaktalar. 2020’li yıllara girildiğinde destek oranı %0,3’e kadar gerilemiştir.

2002’de 65 milyon olan nüfus 2023 sonunda 85 milyona çıkmış görünüyor. Bu nüfusa sayıları tartışılan yabancı uyruklu göç rakamları dahil değil. Onları da dahil ettiğinizde gıda ihtiyacı olan en azından 90 milyonun üzerinde bir nüfus ortaya çıkıyor. Diğer bir ifade ile nüfusumuz 22 yılda Yunanistan ve Bulgaristan’ın toplam nüfusundan fazla arttı. Nüfusta böyle bir artışa karşılık tarımsal faaliyetlerde kullanılan arazi ne olmuş diye baktığımızda sıkıntılı bir tablo ile karşılaşıyoruz.  Türkiye’nin 2001’de ekilebilir toplam arazi büyüklüğü 26,3 milyon hektardı. 2023 TÜİK verilerine göre ise 23,9 milyon hektar görünüyor. Yani bu dönemde yaklaşık 2,4 milyon hektar tarım alanı tarım dışına çıkartılmış. Kaybedilen bu kadar büyük tarım alanı yanında mevcut olan tarım alanlarından ekilmeyen alanların varlığı da dikkat çekici. Örneğin 2001’de 26,3 milyon hektar arazinin sadece 18 milyon hektarı ekilmiştir. TÜİK’e göre ekilen alan 16,7 milyon hektar görünmekte.  Yani 2001’den bu yana ekilen alanda da yaklaşık 1,3 milyon hektarın üzerinde düşüş mevcut. 2,4 milyon hektar tarım dışına çıkan ve ekilmeyen 1,3 milyon hektar arazi. İncelenen dönemde 3 milyon tarım işletmesinden 700 bininin tasfiye edilmiş olması da bunu açıklıyor. 2001 genel tarım sayımı sonuçlarına göre 3 milyon çiftçi mevcutken, küçük ölçekli tarım işletmeleri bu süreçte ciddi bir tasfiyeye uğramış ve sayı 2024 ÇKS verilerine göre 2,3 milyona düştü.

İşletme sayıları ve ölçeklerine göre dağılımları hakkında elimizdeki en güncel veri 2019’a ilişkin. DPT tarafından yapılan 2001 Genel Tarımı Sayımı sonrası TÜİK tarafından üzerinden 23 yıl geçmesine rağmen bir tarım sayımı yapılmamıştır. Tarımsal işletme yapılarına ilişkin arada bir istatistikler yayınlansa da bunlarda ölçeklere ve mülkiyet yapılarına ilişkin bilgiler yer almamaktadır. Bu nedenle kullanılan veriler ÇKS’den bilgi edinme yasası çerçevesinde alınan bilgiler çerçevesindedir. En son 2019 olsa da küçük üreticiliğin tasfiyesine dair önemli bilgiler ortaya koyuyor. 1991-2001 döneminde toplam işletme sayısı, %24 azalarak 3 bin 967’den 3 bin 22’ye düştü. Aynı dönemde kullanılan arazi büyüklüğü de %21 azalarak 234 bin 511 dekardan 184 bin 348 dekara düştü. 1991-2001 döneminde tasfiye olan işletmelerin %90’ı küçük üreticilere (100 dekar ve altında çalışan) ait. Toplam tasfiye olan 945 bin işletmenin 854 bini 100 dekar ve altında çalışan işletme. 2001-2019 döneminde ise toplam işletme sayısı %25 azalarak 3 bin 22’den 2 bin 265’e; kullanılan arazi büyüklüğü de %20 azalarak 184 bin 348 dekardan 148 bin 29 dekara inmiştir. Ama en önemli veri ise bu dönemde toplam tasfiye olan işletmelerin %85’inin 100 dekarın altında çalışan küçük üreticiler olmasıdır. Başka bir deyişle, bu dönemde 757 bin tasfiye olan işletmenin 644 bini küçük üreticilerdir. 1991-2019 döneminde işletme sayısındaki oransal düşüşün arazi büyüklüğündeki düşüşten fazla olması ortalama işletme ölçeğini 59 dekardan 65 dekara çıkmasını sağlamıştır6. Ortalama işletme ölçeğindeki bu artış da küçük ölçekli arazilerin tarım dışına itildiğini göstermektedir. Bir tarım sayımı yapılıp arazi tasarrufuna dair bilgi olmadığı için, sayısı düşen küçük ölçekli arazilerin büyük ölçekli üreticiler ya da büyük şirketler tarafından yutulup yutulmadığı konusunda değerlendirme yapmak zor.

                                                         *Dekar  Kaynak: DPT, 1991, 2001; ÇKS, 2019

Şimdi yönetmeliğin kapsamında olan ekilmeyen arazilere ilişkin birkaç soru ile başlayalım. Ekilmeyen arazilerin ekilmeme nedenlerine hiç bakıldı mı? Gıda enflasyonunun da nedeni olan üreticinin üretim için ihtiyaç duyduğu girdi fiyatlarındaki yüksek artışlar özellikle küçük üreticileri üretimden uzaklaştırdı. Bu arazilerde gerçek sahipleri yeterli gelir elde edemediği için üretimden koparken, yönetmelikte öncelik verileceği ifade edilen orada ikamet eden çiftçilerin kiracı olarak hangi saiklerle üretim yapması beklenmektedir. Yerelden istek olmazsa STK’lara ve meslek odalarına kiralanabileceği belirtiliyor. Aslında bir anlamda üreticinin arazisine el konuyor. Kiralayacak kuruluşların tarımsal üretim yapan şirketlerle hangi bağlarının olabileceği belirsiz. Tüm bu boşluğu ve belirsizliği ile “Tarım Kanunu”, “Tohumculuk Kanunu” ve Sözleşmeli Üretim Modelinden sonra ekilmeyen arazilerin kiralanması yönetmeliği ile şirketlere tarımda yeni bir alan açma operasyonu başlatılmıştır.

                                                         /././

‘Gıcık’ Moda Sahnesi’ne yine destek yok -Gözde Bedeloğlu-

Bu ay 11’inci yılını geride bırakan Moda Sahnesi, tiyatrodan konsere, söyleşiden film gösterimine kadar pek çok alanda faaliyet gösteren, İstanbul Anadolu yakasının en önemli kültür merkezlerinden biri. Hadi adını koyalım, biraz da ‘gıcık’ bir topluluk. Çiğnenen haklarını yüksek sesle talep etmekten ne çekiniyor, ne de vazgeçiyorlar. Tiyatronun binlerce yıllık ömrü boyunca bize söylediği de farklı bir şey değildir zira. İçinde bulunduğu adaletsizliğin, eşitsizliğin, sömürü düzeninin değişmezliğine inandırılmak istenen insanın gözündeki perde kalkmalı, kendi hikâyesini yazma gücünü, teslim ettiği egemenden geri alabilmelidir. Böylece insan, kendisi için çizilmiş sınırları aşabilir ve hayatını sımsıkı çevreleyen zincirleri, o zincirlerin sahiplerini ve sebeplerini fark edebilir. Bu anlamda sanatın, tiyatronun işi bize haklarımız çiğnenirken neden ve nasıl bu kadar rahat davrandığımızı sorgulatmak. Eh, nerden baksanız ‘gıcıklık’ bu!

KÂRI ŞİRKETE, FATURASI HALKA

2013 yılının Ekim ayında, dönemin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, elektrik dağıtımının özel sektöre devredilmesinin tamamlandığını ‘müjdeleyen’ isimdi. Şimşek, elektrikteki özelleştirmenin kamunun finansman yükünü azaltacağını, kayıp kaçaktan dolayı elektrik tüketicilerinin katlandığı maliyetin düşeceğini, bunların yanı sıra verimliliğin ve hizmet kalitesinin yükselmesi bakımından da özelleştirmenin büyük fayda sağlayacağını ifade etmişti. Öyle olmadı. Şirketler yüksek kâr elde etti, devlete olan borçları da halkın elektrik faturalarına yazıldı. Birgün muhabiri Mustafa Bildircin, cep yakan faturalar ile tartışılan elektrik dağıtım şirketlerinden sadece dört tanesinin 2022 yılki net kârının 16 milyar 444 milyon lira olduğunu yazmıştı.* Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) şirketlerin devletten ucuza aldığı elektriği tüketiciye fahiş kârla sattığı yönündeki iddiaları reddetse de cep yakan faturalar tepki çekmişti. Kârın şirketlere göre dağıtımında ise rekor Sabancı Holding’e aitti.

KARANLIKTA TEK BAŞINA

Halen Covid salgınının sebep olduğu maddi sıkıntılar devam ederken, Moda Sahnesi, Aralık 2021’de 7000 lira gelen elektrik faturasının Ocak ve Şubat 2022’de 20 bin liraya yükselmesi üzerine ‘Ödemiyoruz’ eylemi başlatmıştı. Sabancı’ya bağlı Enerjisa A.Ş, görevlileri tarafından iki kez elektrikleri kesilen Moda Sahnesi dört ay boyunca bu fahiş fiyat artışını protesto ederek oyunlarını karanlıkta oynadı. Konuya dair ciddi bir farkındalık ve görünürlük yaratmış olsalar da gerek yerel yönetim gerekse aynı sorunu yaşayan diğer tiyatro toplulukları tarafından yalnız bırakıldılar. Salonun havalandırma, ısıtma, soğutma gibi insan sağlığını riske atan sebepler de etkili oldu ve Moda Sahnesi eylemine son verdi. Tek başlarına bırakılmasalardı belki de bugün başka bir şey konuşuyor olurduk. Elektrik, önemli bir ihtiyaç ve kamusal bir hak ancak özelleştirmeyle sadece parası olanın ulaşabildiği bir metaya dönüştürüldü. Kurumlarda çalışan işçilerin de düşük ücret ve hak kayıplarına karşı mücadeleleri devam ediyor.

KAMU BÜTÇESİNDE AYRIMCILIK-SANSÜR

Elektrikte özelleştirmenin halka maliyetini görünür kılan ve Enerjisa’dan atılan işçilerle dayanışan ‘gıcık’ Moda Sahnesi, 2021-2022 sezonunda Kültür Bakanlığı tarafından özel tiyatrolara dağıtılan proje bazlı devlet desteğinden mahrum bırakılmıştı. Dostoyevski’nin ‘Yeraltından Notlar’ oyunu için yapılan başvurunun reddine gerekçe gösterilen 8. Maddeye göre Moda Sahnesi ‘sanatsal yeterliliğe’ sahip değildi. Moda Sahnesi konuyu mahkemeye taşıdı. Kültür Bakanlığı’nın kararı hukuka aykırı bulundu. 2024-2025 sezonu için bu kez Jean Genet’nin ‘Hizmetçiler’ adlı oyunu için başvuruda bulunan Moda Sahnesi, Kültür Bakanlığı tarafınan bir kez daha destekten mahrum bırakıldı. Gerekçe yine yönetmeliğin 8. Maddesine dayandırılıyor. Moda Sahnesi kararı bir kez daha mahkemeye taşıyacağını açıkladı. Ancak önceki mahkeme kararına rağmen Kültür Bakanlığı’nın bu keyfi tutumunu yineleyebiliyor olmasının bir sebebi de, hak gaspı tespitinin bir yaptırımı olmaması. Günün sonunda Moda Sahnesi’nin yoruma açık ve belirsiz kriterler öne sürülerek kamu bütçesinden yararlandırılmamış olduğu gerçeği değişmiyor.

TOPLUMU ÖKSÜRTEN ‘GICIK’

Peki, Moda Sahnesi neden eleştirdiği Kültür Bakanlığı’na destek başvurusunda bulunuyor? Çünkü o para hepimizin. Birilerinin keyfine göre değil, kamu yararına göre kullanılmalı. Gerek fahiş elektrik faturalarına karşı gösterdikleri ‘ödemiyoruz’ tavrıyla, gerek kamu bütçesinden ayrımcılık yapılarak yararlandırılmamasını mahkemeye taşıyan Moda Sahnesi’nin ısrarla görünür kılmaya çalıştığı şu; halka ait olan halk için, adil ve eşit şekilde kullanılmak zorundadır. Anayasa’nın 64. Maddesi devleti, sanatı ve sanatçıyı korumak ve desteklemekle yükümlü kılıyor. Moda Sahnesi’nin kamuoyuna açıkladığı talebi de itirazı da açık: “Tiyatroları yaşatması gereken T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, onları baskı altına alıp öldürmek üzere hareket etmesine itiraz ediyoruz. Kendi gibi olmayana, kendi gibi düşünmeyene, kendi gibi sanat algısına sahip olmayana yapılmış bu baskıyı ve sansürü kabul etmiyoruz ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı ifşa ediyoruz.” Yönetmen Kemal Aydoğan sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, 2025-2026 sezonu destek bütçesine bu kez Jean Genet’nin iktidar ilişkilerinin yarattığı ahlâksızlığı sorgulayan ve dünyayı, insanların fantezilerini gerçekleştirdikleri bir genelev olarak niteleyen Balkon oyunuyla başvurmayı düşündüklerini söyledi. Çünkü tiyatro, toplumu öksürten bir gıcıktır.

(*) https://www.birgun.net/haber/dagitim-sirketlerine-yuksek-voltajli-kar-441581

                                                                              /././

Altın madeni şirketi gözünü bu kez mendereslere dikti: DSİ’den doğa katliamına izin -Onur Durmuş-

Ordu'nun Korgan ilçesi sınırlarında bulunan ve Aybastı Perşembe Yaylası bölgesini olumsuz etkileyecek altın madeni işletmesinin maden arama sondajı faaliyetinde yürütmeyi durdurma kararı alınmasına rağmen maden firması Devlet Su İşleri’nden yayladaki suların kullanımı için izin aldı.

Ordu'nun Korgan ilçesi sınırlarında bulunan ve Aybastı Perşembe Yaylası bölgesini olumsuz etkileyecek altın madeni işletmesinin maden arama sondajı faaliyetinde yürütmeyi durdurma kararı alınmasına rağmen maden firması Devlet Su İşleri’nden yayladaki suların kullanımı için izin aldı. Oluşacak atık suların ihtivasının ne olabileceği tartışılmadan, bu mendereslerde dünyada sadece 2 yerde bulunan tatlı su midyelerinin varlığı bilinmesine rağmen DSİ’nin maden firmasının su kullanımına izin vermesi ise bölgede tedirginliği arttırdı.

Perşembe Yaylası Karadeniz Bölgesi’nin doğal yapısı ve turizm gelirleri açısından bölgenin en önemli yaylalarının başında geliyor.

Perşembe Yaylası için 2022’de özellikle turizmcilerin, merada hayvancılık yapan köylülerin ve doğa çevre derneklerinin itirazlarına rağmen 3415069 numaralı ruhsat sahası ıv.  Grup madencilik faaliyetiyle ihale edilmişti.

Bilindiği gibi ıv. Grup madencilik endüstriyel ürünler ve metalik madencilik grubu olarak tanımlanıyor. Ordu ilinin yüzde 76’sının ıv. Grup madencilik faaliyetleri için ruhsatlandırıldığı ise TEMA Vakfı’nın araştırmasında ortaya çıkmıştı.

           Devlet Su İşleri'nin maden şirketine su alması için onay verdiği mendereslerin kordinatları.

PERŞEMBE YAYLASI FATSA OLMASIN

Ordu’nun Fatsa ilçesinde hâlihazırda işletme faaliyeti yürüten Altıntepe Madencilik A.Ş.’nin altın madeninin Çevre Şehircilik Bakanlığı tarafından ÇED süreci uzatılmamıştı. Yerel derneklerin ağır metal kirliliğine dair açtığı davalarda mahkemeler maden firmasının ruhsat uzatım ve ÇED uzatım taleplerini reddetmişti.
Perşembe Yaylası’nda da Fatsa’daki doğa katliamının bir benzerinin yaşanmasını istemeyen yerel halk, siyasi partiler, doğa ve çevre örgütleri projeye şiddetle karşı çıktı. Verilen hukuki mücadelelerin ardından ise Ordu İdare Mahkemesi, arama faaliyetleri için yürütmeyi durdurma kararı verdi.

Davanın avukatı Haluk Türkmen, gerekçeyle ilgili “Sondaj ile arama çalışmalarının ÇED gerektirdiği, sondajın meralara ve mendereslere zararı olacağının idarece de kabul edildiği, tahsis kararı değişikliği yapılmadığı, Mera Kurul Kararı öncesi teknik ekibin eksik oluşturulduğu, kurumlardan izin alınmadığı mahkeme kararında belirtilmektedir” demişti.

DEVLET SU İŞLERİ MADEN FİRMASININ MENDERESLERDEN SU ALMASINA İZİN VERDİ

13 Ekim’de ise Perşembe Yaylası’nda ağırlık olarak yerel halkın yer aldığı çok yüksek katılımlı ‘Yaylama dokunma’ mitingi gerçekleştirildi. 

Maden firmasının ise tüm bu itirazlara ve yürütmeyi durdurma kararına rağmen hala girişimlerine devam ettiği ve hatta Devlet Su İşleri’nden bölgedeki mendereslerden ve onları besleyen kaynaklardan su almak için izin aldığı ortaya çıktı. 
“Su Kirliliği ve Kontrolü Yönetmeliği’ndeki Toprak Kirliliğinin Kontrolü ve Noktasal Kaynaklı Kirlenmiş Sahalara Dair Yönetmeliğine” dair hiç bir vurgu yapılmadan bu iznin DSİ tarafından verilmiş olması bölge için birçok risk oluşturuyor. 
Haftalık 5 m3 suyun mendereslerden alınması için maden şirketine DSİ tarafından izin verilirken alınacak suyun nerelerde ve nasıl kullanılacağı, oluşacak atık sularının ihtivasının ne olacağı ise bilinmiyor.

Öte yandan su alınması için maden şirketine izin verilen menderesler ve yataklarında dünyada sadece 2 yerde bulunan tatlı su midyeleri de bulunuyor.

                                                                 /././

                                                                      BİRGÜN - GÜNDEM

Aksaray'da yolcu otobüsü devrildi: 6 ölü, 25 yaralı

Aksaray'da yolcu otobüsü sürücüsünün kontrolünü kaybetmesi sonucu devrildi. İlk belirlemelere göre 6 kişi yaşamını yitirdi, 25 kişi ise yaralandı. Aksaray Valisi Mehmet Ali Kumbuzoğlu, kazaya ilişkin soruşturma başlatıldığını açıkladı.(https://www.birgun.net/haber/aksaray-da-yolcu-otobusu-devrildi-6-olu-25-yarali-568432)

                                                                 ***
ASM’den hastaneye aşı transferleri!-Sibel Bahçetepe-

ASM’lerde aile hekimlerine aşıları 'tedarikli kullanın' talimatları verilirken, Urfa'daki ASM'lerden tetanoz, Hepatit B aşıların hastanelere gönderildiği açığa çıktı. Aile hekimleri, Sağlık Bakanlığı’na seslenerek ‘‘Büyük bir rezalet ile karşı karşıyayız. Önce aşı dağıtmayı öğrenin, sonra karşımıza yönetmelikle çıkın’’ dedi.(https://www.birgun.net/haber/asmden-hastaneye-asi-transferleri-568340)

                                                                   ***

İktidarın ömrü ortak tutuma bağlı

Ülkeyi cehenneme çeviren rejim karşısında anayasa ya da Kürt sorunu, demokrasi mücadelesinin bir parçası olmadığı sürece iktidarın güç devşirmesinin aparatına dönüşür. Rejimin ömrünü muhalefet güçlerinin ortak tutum alıp alamayacağı belirleyecek.(https://www.birgun.net/haber/iktidarin-omru-ortak-tutuma-bagli-568429)

                                                                   ***
Güvenilmeyen 2. kurum Diyanet -Mustafa Bildircin-

Ülkede çokça tartışılan Diyanet, siyasi partilerin ardından en güvenilmeyen kurumlardan biri oldu. Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nün araştırmasına göre yüzde 18,8 ile Diyanet en çok güvenilmeyen ikinci kurum.

Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye’de on milyonlarca yurttaşı sefalete mahkum eden ekonomik krizden etkilenmeyen kurumların başında yer aldı. 2024 yılına 91,8 milyar TL’lik bütçe ile başlayan Diyanet, yılın dokuz ayında 74,5 milyar TL’lik harcamaya imza attı. Yurttaşa, “Aza tamah” öğüdü veren başkanlık, bünyesindeki lüks ve şatafatı ise gizleyemedi. Katılımcılara sorulan sorular arasında, “Türkiye’de en güvenmediğiniz iki kurumu belirtir misiniz?” sorusu da yer aldı. Yüzde 25,1’lik oran ile siyasi partiler en güvenilmez kurumlar arasında ilk sıraya yerleşti. Diyanet ise yüzde 18,8’lik oran ile en güvenilmez ikinci  kurum  oldu. Siyasi partiler ve Diyanet’in ardından, diğer bazı kurumların, “En güvenmediğiniz iki kurumdan biri” olarak işaretlenme oranı ise şöyle:Yargı kurumları: Yüzde 18,4, * Hükümet: Yüzde 14,3, * TÜİK: Yüzde 8,7, * Muhalefet: Yüzde 7,2, * Meclis: Yüzde 4,9, * RTÜK: Yüzde 2,1 (https://www.birgun.net/haber/guvenilmeyen-2-kurum-diyanet-568405)
                                                                    ***

Erdoğan'ın imzasıyla sunuldu: Diyanet'e ayrılan bütçe 6 bakanlığı geride bıraktı
2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla TBMM Başkanlığına sunuldu. Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi geçen sene olduğu gibi altı Bakanlığın bütçesini geride bırakarak 130 milyara yükseldi.(https://www.birgun.net/haber/erdogan-in-imzasiyla-sunuldu-diyanet-e-ayrilan-butce-6-bakanligi-geride-birakti-568381)

                                                                     ***
Foncu dernekle işbirliği yapacaklar -İsmail Arı-

AKP’li Sultanbeyli Belediyesi, belediyede görevli müdürlerin yöneticisi olduğu Mülteciler Derneği ile protokol imzalayacak. Protokolün içeriği açıklanmazken derneğin yurtdışından milyonlarca lira fon aldığı biliniyor.(https://www.birgun.net/haber/foncu-dernekle-isbirligi-yapacaklar-568398)

                                                                ***
Kooperatiflerin faiz gideri %859 arttı -Mustafa Bildircin-
Faiz giderleri, Tarım Kredi şirketlerinin de dengesini bozdu. Tarım Kredi Market’in de yer aldığı kooperatif iştiraki 7 şirketin Ocak-Haziran dönemi faiz gideri, 2023’ün aynı dönemine oranla %859’luk artışla 1,6 milyar TL’ye ulaştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatıyla mağaza sayısını artıran Tarım Kredi Pazarlama ve Marketçilik, kooperatif şirketleri arasında yüksek faiz gideri ile öne çıktı. Şirketin altı aylık faiz gideri, 1 milyar 225 milyon 148 bin TL olarak hesaplandı.TK Market’in ardından 332 milyon 766 bin TL’lik faiz gideri ile Tarım Kredi Hayvancılık Anonim Şirketi ikinci sırada yer aldı. TK Market ve TK Hayvancılık’ın yanı sıra kooperatif iştiraki diğer beş şirketin 2024’ün Ocak-Haziran dönemindeki faiz giderleri ise şöyle:Tarım Kredi İmece Plastik: 50 milyon 815 bin TL, * Tarım Kredi Tedarik: 24 milyon 34 bin TL,* Tarım Kredi Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk: 10 milyon 523 bin TL,* Tarım Kredi Teknoloji: 8 milyon 224 bin TL, * Tarım Kredi Lojistik: 6 milyon 612 bin TL

                                                            ***

20’den fazla akademisyeni kovdular -Berkay Sağol-

İstanbul Altınbaş Üniversitesi’nde 20’den fazla öğretim üyesi personel fazlalığı gerekçesiyle işten çıkarıldı. Öğretim üyeleri 24 Ekim Perşembe günü üniversitenin Gayrettepe Kampüsü önünde bir araya gelecek.(https://www.birgun.net/haber/20den-fazla-akademisyeni-kovdular-568399)

                                                                    ***
İmam hatipte 16 çocuğa cinsel istismarda yeni detay: Müdür yardımcısı daha önce 12 çocuğa istismarla suçlanmış -Onur Durmuş-

Aybastı Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde 16 öğrenciyi cinsel istismara maruz bıraktığı ortaya çıkan müdür yardımcısı K.Ç.'nin daha önce Ağrı'da görev yaptığı okulda da 12 öğrenciye cinsel istismardan suçlandığı ve bu soruşturmanın takipsizlikle sonuçlandığı ortaya çıktı.(https://www.birgun.net/haber/imam-hatipte-16-cocuga-cinsel-istismarda-yeni-detay-mudur-yardimcisi-daha-once-12-cocuga-istismarla-suclanmis-568442)

(BİRGÜN)

                                                         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder