26 Ekim 2024 Cumartesi

T24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM"-26 Ekim 2024-

10 soruda Ahmet Taner Kışlalı cinayeti: 25 yıldır cinayetlerin bir numaralı sorumlusu bulunamadı! -Gökçer Tahincioğlu-

Ölümünden kısa süre önce yazıları nedeniyle hedef gösterilen Kışlalı cinayetine ilişkin soru ve yanıtlar...

Siyasetçi, akademisyen, gazeteci Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın ölümünün üzerinden 25 yıl geçti. 1999’da, aracının sileceğine bırakılan bombalı paketin patlamasıyla hayatını kaybeden Kışlalı’yı öldürenlerin Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy gibi aydınları da siyasi suikastler sonucu öldüren Selam-Tevhid Ordusu üyeleri olduğu açıklandı. Bu örgütü kuran ve yönetenler hakkında açılan Umut Operasyonu davasının ana kısmı yıllar önce sonuçlandı ancak dosyanın bir numaralı sanığı konumundaki Oğuz Demir, bugüne kadar yakalanamadı.

Ölümünden kısa süre önce yazıları nedeniyle hedef gösterilen Kışlalı cinayetine ilişkin soru ve yanıtlar şöyle:

1. Ahmet Taner Kışlalı kimdir?

Ahmet Taner Kışlalı, 10 Temmuz 1939'da Tokat'ın Zile ilçesinde doğdu. İlkokulu annesinin görevli olduğu Kilis Kemaliye İlkokulu'nda bitiren Kışlalı, Kilis Ortaokulunun ardından eğitimine Kabataş Erkek Lisesi'nde devam etti. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde öğrenim gören Kışlalı, aynı yıllarda spor muhabirliğine başladığı Yeni Gün gazetesinde kısa sürede yazı işleri müdürü oldu.

Kışlalı, 1967'de Fransa bursuyla girdiği Paris Hukuk Fakültesinde doktorasını "Modern Türkiye'de Siyasi Güçler" teziyle tamamladı. Fransa'da tanıştığı Nicole (Nilgün) ile 28 Mayıs 1968'de evlenen Kışlalı'nın, bu evlilikten kızları Altınay ve Dolunay dünyaya geldi.

Kışlalı, 1968-1972 yıllarında Hacettepe Üniversitesi'nde "siyaset sosyolojisi" dersleri verdi. Ancak askerlik hizmeti sonrasında bu görevine dönmedi.

TRT Bilimsel Başarı Ödülü'ne 1971'de layık görülen, 1972'de doçent olan Kışlalı, 1971-1977 yıllarında Yankı dergisinde görev yaptı.

Bu dönemde CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit ile tanışan ve 1977'de CHP'den İzmir Milletvekili seçilen Kışlalı, 1978-1979 yıllarında Ecevit'in kurduğu 42. Hükümet'te Kültür Bakanlığı yaptı.

12 Eylül sonrasında üniversiteye dönen Kışlalı, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde "siyaset bilimi" dersleri verdi.

Kışlalı, 1988'de profesör oldu, 1991'de Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Atatürkçü Düşünce Derneği gibi derneklerin toplantılarına konuşmacı olarak katılan Kışlalı, 1993'te Fransız Ulusal Liyakat Nişanı'na layık görüldü.

Kışlalı, 9 Eylül 1995'teki trafik kazasında eşi Nilgün Kışlalı'yı kaybetti, kendisi ise ağır yaralandı.

Nilüfer Kışlalı ile 1997'de ikinci evliliğini yapan Kışlalı'nın bu evlilikten ise kızı Nilhan Nur dünyaya geldi.

Ahmet Taner Kışlalı, 21 Ekim 1999'da otomobiline yerleştirilen bombanın patlaması sonucu hayatını kaybettiğinde 60 yaşındaydı. Türkiye'yi yasa boğan saldırının ardından Ankara'daki cenaze töreninde Kışlalı'yı son yolculuğuna binlerce kişi uğurladı.

Vefatına kadar Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını yazmayı ve Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde ders vermeyi sürdüren Kışlalı, ölümünden sonra 1999 Sertel Demokrasi Ödülü'ne layık görüldü.

2. Kışlalı, neden hedef haline geldi?

12 Eylül öncesinde ve sonraki yıllarda da yazıları ve çalışmaları nedeniyle tehditler alan Kışlalı, ölümünden 5 ay önce Cumhuriyet gazetesinde kaleme aldığı yazıları nedeniyle hedef haline geldi. Bazı gazetelerde fotoğrafının üzerine çarpı işareti konuldu. 13 Mayıs 1999 tarihli yazısı için, “Halkı Köpeğe Benzetti”, “Zorba Kemalist Gemi Azıya Aldı” ifadeleri kullanıldı. Kışlalı, yazısında tarikat ve cemaatleri eleştirerek, bu yapılara sunulan ayrıcalıklara dikkati çekmişti.

3. Kışlalı, nasıl öldürüldü?

Kışlalı, öğrencilerine ithaf ettiği "Siyasal Çatışma ve Uzlaşma" adlı kitabında, "şiddetin psikolojisi" ve "terörizmin sosyolojisi"ne ilişkin analizlerde bulunmuştu. Kışlalı'nın kitaptaki tespitlerinden biri, "Silah ve şiddet karşısında toplumun boyun eğdiğini göstermek ne kadar yanlış ise terörü yaratan ortamın değişmesi için gerekli demokratik adımları atmaktan kaçınmak da o ölçüde hatalıdır" şeklindeydi. Kışlalı, tam da dikkat çektiği terörün hedefi oldu.

21 Ekim 1999’da saat 09.40’da Ankara’da evinin önünde uğradığı bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Kışlalı, o sabah her zaman olduğu gibi köşe yazısını erken saatlerde yazdı ve 09.30 sularında Cumhuriyet gazetesine faksladı. Hemen ardından da ders verdiği Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne gitmek için aracına gitti. Saatler 09.40’ı gösterirken otomobilinin kapısını açan Kışlalı, tam o sırada, bira kutusunu andıran bir kutunun, gazete kağıdına sarılı halde silecekleriyle kaputu arasına sıkıştırılmış olduğunu fark etti. Kışlalı, araçtan inerek paketi almak istedi ancak bombalı paket büyük bir gürültüyle patladı. Sol kolunu o an kaybeden Kışlalı, hastaneye kaldırıldı ancak kurtarılamadı. Cenazesi büyük bir katılımla Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi.

4. Cinayetten sonra ne yaşandı?

Kışlalı'nın eşi ilk ifadelerinde bombalı saldırıdan sonra hemen aracın yanına koştuğunu, eşinin sol kolunun kopmuş ve kan kaybından ölmek üzere olduğunu gördüğünü, avazı çıktığı kadar bağırdığını, yakında bir polis koruma noktası olmasına rağmen polislerin yanına hemen gelmediklerini anlattı. Saldırıdan sonra çok yönlü soruşturma başlatıldı ancak benzer faili meçhul kalan siyasi cinayetlerde olduğu gibi sonuç alınamadı.

5. Kimler suçlandı ve soruşturuldu?

Cinayetten kısa bir süre sonra terör örgütü İBDA-C'ye yönelik operasyon yapıldı. Gazete yazarlarına suikast hazırlığı yaptığı öne sürülen 20 kişinin yakalandığı açıklandı. İddiaya göre Kışlalı suikastı şüphelisi bu isimler, gazeteci Fatih Altaylı, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk gibi isimlere suikast hazırlığı suikast hazırlığı içindelerdi. Ancak bu soruşturmadan Kışlalı cinayeti açısından bir sonuç çıkmadı.

6. Umut Operasyonu nedir, Kışlalı cinayeti neden bu soruşturmaya dahil edildi?

Uğur Mumcu cinayetini aydınlattığı iddia edilen Umut Operasyonu, adını “Uğur Mumcu Uzun Takip” dosyasından aldı. Operasyon Ocak 2000’de Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu'nun Beykoz'daki villasına yapılan baskında bulunan hard disklerin incelenmesinden sonra başlatıldı. Buradaki bilgilerden İstanbul'da “Tevhit - Selam / Kudüs Ordusu” adlı örgütün İran bağlantısıyla eylemleri yaptığı şüphesi doğdu. Sadece Uğur Mumcu cinayeti değil, aynı örgütün Muammer Aksoy, Bahriye Üçok suikastleri gibi pek çok eyleme imza attığı söylendi.

Bu bilgilerin açığa çıkmasının ardından büyük bir operasyonla iki kişi yakalandı. Bu iki kişiye, Mumcu cinayeti başta olmak üzere Ankara’da işlenen benzer suçlarla ilgili tatbikat yaptırıldı. Her ikisi de cinayetleri kabul ediyor, ayrıntılarla basının önünde bilgi veriyordu. Ancak bu iki ismin, Yusuf Karakuş ve Abdülhamit Çelik’in asıl şüpheliler olmadığı kısa sürede ortaya çıktı. Her ikisi de işkence altında ifade verdiklerini söyledi. Birkaç gün içinde Karakuş ve Çelik’in bağlı olduğu aynı örgütün üst düzey isimlerine yönelik operasyon yapılması, işkence iddialarını güçlendirdi.

Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, konuyla yakından ilgileniyordu. Yapılan soruşturma temmuz ayında tamamlandı. İlk gözaltına alınan gruptakilerin verdikleri isimler doğrultusunda çalışmalar yürütüldü. Ferhan Özmen liderliğinde olduğu ileri sürülen yeni bir grup gözaltına alındı ve tutuklandı.  Ankara İl Jandarma Alay Komutanlığı ekipleri, 13 Mayıs 2000 tarihinde, Sincan'ın Çimşit köyünde, 39 el bombası, 2 el bombası fünyesi, 46.5 kilogram C-4 plastik patlayıcı, 46 TNT kalıbı, çok miktarda fişek ve 18 makineli tabanca buldu.

Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı suikastının faili olarak 14 Mayıs 2000`de Ankara'da gözaltına alınan Necdet Yüksel'in aynı gruptan olduğu açıklandı. Yüksel’in, 15 Mayıs 2000 tarihinde, Sincan'da yer göstermesi sonucu, çok sayıda değişik çapta tabanca, 3 Uzi marka tabanca, 8 lav silahı, 50 susturucu, kullanıma hazır bomba düzenekleri, 81 tam 8 yarım yeşil renkli C-4 patlayıcı, 25tam 6 yarım beyaz renkli C-4 patlayıcı ve çok sayıda mermi ele geçirildi.

11 Temmuz 2000'de Ankara 2 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde (Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve Kışlalı cinayetlerini de içeren) 18 olayın konu edildiği "Umut Davası"nda 15'i tutuklu, 17 sanığın yargılanmasına başlandı. İddianamede, Mumcu'nun aracına konan bombanın Ferhan Özmen tarafından yapıldığı ve araca Necdet Yüksel'in gözcülüğünde Oğuz Demir tarafından yerleştirildiği ifade edildi.


7. Dava nasıl sonuçlandı?

İlk yargılama sonunda sanıklardan Necdet Yüksel, Rüştü Aytufan ve Ferhan Özmen'e "Anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs etme" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Örgütün İran bağlantısını sağladığı iddia edilen Ali Akbulut, Selahattin Eş, Ahmet Cansız, Aydın Koral ve firari sanık Oğuz Demir hakkındaki dosya ayrıldı.

2002'de Yargıtay Necdet Yüksel'e ve Rüştü Aytufan'a verilen hapis cezaları onadı. Hakkındaki ilk karar bozulan Özmen’e 28 Temmuz 2005'te Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ağırlaştırılmış müebbet, Ekrem Baytap da 15 yıl hapis cezası aldı.

Yedi sanık (Abdulhamit Çelik, Hasan KılıçMehmet Ali TekinMehmet Şahin, Fatih Aydın, Muzaffer Dağdeviren ve Yusuf Karakuş) altı yıla kadar hapis cezasına çarptırıldı. Sanıklar hakkında ceza indirimi yapıldı. Firari sanık Oğuz Demir'in dosyası ayrıldı.

2006'da Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Özmen hakkındaki kararı onadı. Sanık Baytap'a verilen 15 yıl hapis cezası bozuldu. Diğer sanıkların ise cezalarında indirime yol açan Topluma Kazandırma Yasası'ndan yararlanamayacaklarına işaret edildi.

Mahkeme, 17 Aralık 2013’te, sanıklardan Mehmet Ali Tekin, Hasan Kılıç ve Ekrem Baytap’ı “silahlı suç örgütü kurma ve yönetme” eylemlerinden 12 yıl 6’şar aya; Abdulhamit Çelik, Fatih Aydın, Yusuf Karakuş, Mehmet Şahin ve Recep Aydın da “silahlı suç örgütü üyesi olmak” suçundan 6 yıl 3’er ay hapse mahkûm etti.

8. Kışlalı’nın faillerinin kim olduğu açıklandı?

Davanın bir numaralı sanığı Ferhan Özmen’in Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Ahmet Taner Kışlalı cinayetlerini işleyen kişi olduğu tespiti yapıldı. Bu karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 8 Kasım 2006 tarihli kararı ile onandı.

9. Dosya kapandı mı?

Kışlalı cinayeti yönünden evet. Ancak Umut Operasyonu davası hâlâ bir bölümü yönünden sürüyor.

Suikastlara katılmaktan değil örgüt üyeliğinden ceza alan ve operasyonun sonradan hayal kırıklığı yaratan ilk dalgasında tutuklanan sanıklar, 17 Temmuz 2014 ve 8 Ağustos 2014 tarihlerinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulundular. Başvurucular, gözaltında haklarının hatırlatılmadığını, azami gözaltı süresinin aşıldığını, haksız olarak tutuklandıkları ve gözaltına alındıkları gerekçesiyle kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini, ifadelerinin işkence altında alındığını, avukat huzurunda alınmayan ifadelerinin hükme esas alındığını, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini öne sürdüler. Yüksek mahkeme, başvurucuların avukat yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile yargılamanın 13 yıl 10 ay 25 gün sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verdi. Karakuş ve Şahin’e 10’ar bin, Kılıç’a 18 bin lira manevi tazminat ödenmesine hükmedildi. 2017’deki bu karar uyarınca, 3 sanık yönünden yeniden yargılama süreci başladı. Ardından örgüt üyeliğinden ceza alan diğer sanıkların da yeniden yargılanmasına başlandı. Sanıklar cezaevinde kaldıkları süre gözetilerek tahliye edildi. Gelinen noktada, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlar dışında davanın sanıklarından cezaevinde kalan yok.

Mehmet Şahin, Talip Özçelik ve Mehmet Kassap 1 Nisan 2005’te yürürlüğe giren yeni TCK’da haklarında daha düşük ceza öngörüldüğünden, cezaevinde geçirdikleri 5 yıl göz önüne alınarak tahliye edilmişti.

Sanıkları evinde barındırdığı iddiasıyla hakkında dava açılan Arif Tari, Şartla Salıverme Yasası'ndan yararlandırıldı. Süreç içinde, sadece üyelikten ceza alan diğer isimler de yeni TCK nedeniyle tahliye edildi. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde ikinci kez yargılanan ve hakkındaki ceza Yargıtay incelemesinden henüz geçmeyen sanıklardan Muzaffer Dağdeviren 22 Eylül 2005'te İstanbul Fatih'te girdiği bir silahlı çatışmada başından vurularak öldürüldü. Kalanlar ise AYM kararıyla tahliye oldu.

Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi, yıllar önce dosyası ayrılan Selahattin Eş, Ali Akbulut, Aydın Koral ve Ahmet Cansız hakkındaki yakalama kararını “savunmalarını” yapmaları amacıyla kaldırdı. Ahmet Cansız dışındaki üç sanık, 2020 yılı içinde Türkiye’ye geldi ve mahkemede savunma yaptı, iddiaları reddetti. 20 Ekim 2020’deki duruşmada mahkemeye çıkan Aydın Koral, “Oğuz Demir’i tanımıyorum. En ufak bir örgütsel faaliyetimiz olmadı. Ben dini ve ilmi araştırmalarda bulundum” dedi. Koral, mahkemenin mahkûmiyet kararı vermesi halinde ise hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulamasını kabul edeceğini de ifade etti.

Davada 8 Aralık 2020 tarihinde karar çıktı. Mahkeme, sanık savunmaları, tanık beyanları ve tüm dosya kapsamından yüklenen suçun sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle Selahattin Eş, Ali Akbulut ve Aydın Koral’ın beraatine karar verdi. Cansız’ın dosyası ayrıldı. Ayrı bir esas numarasında devam ediyor.

10. Davanın kritik ismi Oğuz Demir bulundu mu?

Hayır. Oğuz Demir, 28 yıldır kayıp. 1971 doğumlu olan Demir, “arananlar” listesinde ve 600 bin TL ödülle aranıyor. Hakkında İran’da olduğu iddiaları de dile getirilen Demir’in, Ankara’da yapılan operasyon sırasında kaçtığı ve sınır kapısından yasal yollarla geçtiği öne sürüldü. Demir’in hakkındaki davanın, zamanaşımından düşme ihtimali de tartışılıyor.

2022’de, Demir ile ilgili ilginç bir karar verildi. Oğuz Demir için Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, “kaçak” kararı aldığı açıklandı. Böylece Demir’e ulaşılamamasına rağmen davanın kapanmasının önüne geçilebileceği öne sürüldü. Aynı mahkeme; MİT ve emniyete, Oğuz Demir için ne yaptıklarını ve yeni bilgi olup olmadığını sordu. Mahkemenin aldığı karar yargılamanın sürmesini sağlayabiliyor. Ancak dosyasının zamanaşımına girmesini engellemesi mümkün görünmüyor. Bu nedenle Demir hakkındaki davanın 2030’a kadar karara bağlanması gerekiyor. “Kaçak” kararının da davanın hükme bağlanabilmesi için verildiği belirtiliyor. Bu durumda Demir, “hükümlü” olarak aranabilecek.

Gazeteci Adnan Gerger’in kaleme aldığı “Uğur Mumcu’yu kim öldürdü?” adlı kitapta, Oğuz Demir ile ilgili ilginç bilgiler veriliyor. Kitapta, Demir’in mühendis olduğu, patlayıcılar konusunda özel eğitim aldığı, operasyonlar devam ederken, Ankara Sincan’da yakalanacağı sırada, bulunduğu aracı polislerin üzerine sürerek kaçtığı ve daha sonra Türkiye’den ayrıldığı iddia ediliyor. Demir’in patlayıcıları temin eden ve eylemlerde kullanan isim olduğu, hüküm giyen Özmen ile İran bağlantılarını kuran isim olduğu da öne sürülüyor. Bu nedenle diğer sanıklardan farklı bilgilere sahip olabileceği üzerinde de duruluyor. 2007’de Avustralya’da izine rastlandığı bilgisi dosyaya girdi. Ancak İran’da olduğu sanılan Demir’in Avustralya ile ne gibi bir ilgisi olabileceği de aydınlatılamadı. Demir’in Türkiye’deki malvarlığı, İçişleri Bakanlığı kararıyla donduruldu. Demir’in “kaçak” olarak arandığı dava sürüyor.

                                                                /././

Resimdeki gözyaşları ve bir “sürecin” perde arkası -Gökçer Tahincioğlu-

Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TUSAŞ) saldırısında şehit olan makine mühendisi Zahide Güçlü Ekici

Acının fotoğrafına bakalım sıklıkla… Unutmamak gerçekten de bir sadakat borcu olsun… Bir çiçek nasıl olup da böyle acı verebilir insanlara?

Hayat, çok sevdiğin ve sevindirmek istediğin birini neşeyle şaşırtabildiğin anda yüzünde gördüklerinden ibaret.

O yüzden bir daldan koparılıp, utangaçlıkla uzatılan bir çiçeğin hikayesinin üzerinden öylece geçip gitmek kolay olmamalı.

Kapıya gönderilen bir çiçeğin.

Vazoya zarifçe yerleştirilen bir demetin.

Bir çiçeğin hikayesinin üzerinden öyle kolayca geçip gidilememeli…

* * *

Zahide Güçlü, TUSAŞ’ın nizamiyesine, eşinin gönderdiği çiçeği alabilmek için indiğinde kısa hayatının oracıkta, hiç uğruna biteceğini elbette bilmiyordu.

O gün evden çıkarken hayatlarını kaybedeceklerini bilmeyen diğerleri gibi.

Yaş ilerledikçe doğum günleri, özel günler aynı zamanda kaygı demektir biraz da…

Günler, aylar, yıllar daha hızlı geçiyordur artık, bir zamanlar asla gelmeyeceğini düşündüğün yaşların içindesindir, hayatın geride bıraktığının kısmının nasıl ve neden öyle geçtiğini karanlık bir iç çekişle düşünmeye başlarsın.

Ancak kanser hastası çocuğunun ve diğer çocukların annesi olmuş, birkaç çocuğun yüzünde çiçekler açtırmışsan dertlerin de başkadır elbette.

Boşa geçirilmemiş bir yaşam, değer üretmekten ibarettir ve değer dediğin bazen sadece bir çiçektir…

* * *

Zahide Güçlü’nün 14 yıllık eşi Yalçın Ekici, cenazede dışa vurmamaya çalışarak ancak başaramadan hayat arkadaşının göğsüne iğnelenmiş fotoğrafının üzerine göz yaşlarını akıtıyordu fotoğrafta içli içli.

Acının fotoğrafını çekebilir misin?

Bu ülkede zor değil…

* * *

Onlarca, yüzlerce, binlercesine tanıklık ettik böyle anların, binlerce kez “unutmayacağız” diye haykırıp… Binlerce kez günlük rutinin arasında aklımızdan öfkeyle geçirip…

Hayat böyledir, edepsizce geçmeye devam eder günler, edepsizce unutturur sana olanları, edepsizce aklına getirir ardından yeniden unutturmadan hemen önce.

* * *

2016’da da böyle olmuştu. Yine birilerinin büyük hesapları sürüp giderken ve o büyük hesapları yapanlar ölenleri, yaralananları, hayatlarını bir daha eskisi gibi sürdüremeyecek insanları zerre önemsemez ama kutlu ve büyük sözleri hoyratça havaya savururken, Ankara’nın dört yanında bombalar patlamaya başlamıştı.

Kokteyl terör, PKK, IŞİD, istihbarat örgütleri, canlı bomba, bombalı araç, zaman ayarlı patlayıcı…

Ankara’nın boşalan sokaklarının hüznüne bakıp, başkentin bomba değil bozkır soğuğunda, bir dolmuş durağında üşürken el ele tutuşmak, Kızılay’dan Cebeci’ye, Tunalı’nın bir başından diğer başına yürümek, Kuğulu’nun anlaşılamayan, küçücük kalmış büyük güzelliğine bakıp kalmak anlamına geldiği anlatmaya çalışmıştım bir yazıda…

Hatay’dan Avukat Hatice Can aramıştı.

Öğrenciliğini başkentte yaşamış, sokaklarını içine çekmiş, 40 yıllık insan hakları avukatı…

Eski fotoğrafları göstererek, “Ankara budur” demişti, Ankara oydu, o fotoğraflar ve o hafızaydı…

Hatice Can, sadece 7 yıl sonra, depremde, nasıl yapıldığı belirsiz, hesabı asla bütünüyle verilemeyecek bir binanın altında kalarak kaybetti yaşamını.

2016’da bombaların patladığı Ankara’da, onlarca insan evlerine gitmek isterken…

Acının fotoğrafını çekmek maalesef kolay bu ülkede…

* * *

Büyük hesaplar yapılıyor yine…

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan için “umut hakkı” çağrısında bulunmasından Cumhurbaşkanı’nın haberinin olmadığını anlatıyor “bazı kaynaklar.”

Bazıları ise tam aksini, tam bir yıldır yapılan bir plan doğrultusunda hareket edildiğini...

İçişleri Bakanı, TUSAŞ’a saldıranların PKK’lı olduğunu açıklıyor, örgütün üst yönetimi, “Eğer bizdense…” dediği açıklamasında, bir yandan süreci destekleyeceğini anlatıyor diğer yandan, ne kadar doğru bilinmez, eylemle ilgili pek de bir şey bilmediğini şaşırtıcı bir üslupla aktarıyor.

Kulislerde, “umut hakkı” konusunda iktidar bloğunun bir taslak çalışması yaptığı, Öcalan’la birlikte kaç hükümlünün daha bu haktan yararlanabileceğini hesapladığı, içlerinde IŞİD ve Gülen cemaati hükümlülerinin de bulunduğu kalabalığın da bu kapsama gireceğini gördükleri, çalışmanın olgunlaştırıldığı, üzerinde uzun konuşmalar yapılacağı konuşuluyor.

Diğer yandan DEM Parti’nin, daha geçen ay, bütün bunlar konuşulmadan, ağırlaştırılmış müebbet hükümlülerinin umut hakkından yararlandırılması, 25 yıl cezaevinde yatanlar için koşullu salıverme hükümlerinin uygulanması ve serbest bırakılmaları yönünde teklif verdiği anlaşılıyor.

* * *

Nedir umut hakkı?

Ömrünü cezaevinde tamamlaması öngörülen kişilerin durumlarının 25 yıl cezaevinde kalmalarından sonra yeniden değerlendirilmesi ve koşullar uygunsa serbest bırakılmaları.

Ankara’da AİHM’nin uygulanmasını istediği bu hakkın ciddi biçimde masaya yatırıldığı anlaşılıyor.

Ama bazı isimler için “öylece bırakmak olmaz” diyenler de var. Onların “ev hapsi”, “yarı açık cezaevi” önerileri de masada…

* * *

Bununla sınırlı değil…

Bahçeli’nin neden yaptığı anlaşılamayan, perde arkası ile ilgili “ideolojik kamplara” göre tahminlere konu olan açıklamasının ardındakileri net görmek şu anda mümkün değil.

İç siyaset, dış politika, güvenlik stratejisi kavramları havada uçuşuyor.

Ancak yol haritasıyla ilgili bilgi kırıntılarına erişmek mümkün…

Öcalan ve Kandil’in çağrıya en azından söylem düzeyinde olumlu yanıt vermelerinin ardından Ankara’da neler yapılabileceği konuşuluyor.

Bir yandan anayasa masası kurulduğunda yapılacaklar, diğer yandan sürecin “garantiler verilerek” yürütülmesi zorunluluğu…

Dünyada örneği olmayan bir müzakere modeli…

Masada umut hakkı ile hasta mahpusların bırakılması, kayyımlara son verileceği garantisi verilmesi, ana dilde eğitim, Suriye’deki statü de var.

Rafa kaldırılan Dolmabahçe mutabakatında yer alan hakikat komisyonu gibi komisyonların kurulmasına ise sıcak bakılmadığı konuşuluyor.

Ve sıradaki adımın Ankara’dan, iktidar bloğundan beklendiği…

* * *

Ama insanlar ölüyor.

Geçen hafta sonu yapılan bir etkinlikte, usta romancı Sezgin Kaymaz, Ankara’yı anlatırken, “ne kadar çok kişinin ismi verildi sokaklara, köprülere, bulvarlara, caddelere” diye yakındı.

Gelip geçerken okuduğumuz levhalar…

Hikayesini, hangi yemekleri sevdiklerini, kime âşık olduklarını, hangi takımı tuttuklarını, neye güldüklerini, neye ağladıklarını, kalplerinin kırık ya da neşeli taraflarını bilmediğimiz binlerce insanın ismi var başkentin sokaklarında…

“Unutmayacağız!”

Unutmayan birileri de vardır elbet, öyle hamasi ölüm-yaşam sloganları ile değil, içten gelen, dertli bir sızıyla…

İnsan, en sevdikleri ölene kadar ismiyle hayatta kalabiliyor sonuçta…

Ankara’da acının fotoğrafını çekmek zor değil…

Bu da bizim bütün bu büyük oyunları oynayanların pek de üzerinde durmadığı hayatlarla ilgili büyük çaresizliğimiz olsun.

Ama acının fotoğrafına bakalım sıklıkla…

Unutmamak gerçekten de bir sadakat borcu olsun…

Bir çiçek nasıl olup da böyle acı verebilir insanlara?

Düşünelim bu soruyu da, değil mi?

Sivas’ta kaybedilen bir başta acının nedeni Metin Altıok bitirsin:

“Koyup zarfın içine, üstünü acıyla pulladım…

Sana bir sevinçlik, menevişli kuş yolladım…”

                                                              /././

Gürsel Tekin’nin Rojin Kabaiş raporundan çarpıcı iddia: Ciğerlerinde su yoktu, midesi yemek doluydu…-Candan Yıldız-

Baba Nizamettin Kabaiş: Kızımın otopsisine katılan bir doktor “6 gün suda kalmışsa kalmıştır, 18 gün olsaydı bütün bedeni dağılırdı” dedi.

Devlet Bahçeli’nin başlattığı sürecin karmakarışıklığı içinde gölgede kalmasın, gündemden düşmesin.

Rojin Kabaiş, intihar mı etti yoksa öldürüldü mü?  

Van Yüzüncü Yıl Çocuk Gelişimi Bölümü birinci sınıf öğrencisi Rojin’in cansız bedeni kaybolduktan 18 gün sonra Van Gölü kıyısında bulundu.

Cenazenin bulunduğu yer Rojin’in cep telefonu, kulaklık, su şişesi ve kekinin bulunduğu yerden 24 kilometre uzaklıktaydı.

Baba Nizamettin Kabaiş’le konuştum. Ailenin soruları meşru ve soruşturmanın titizlikle yürütülüp yürütülmediğinin turnusol kâğıdı olacak içerikte.

- Yurt yönetimi Rojin’in gece gelmediğini neden aileye ve karakola geç haber verdi? Kaybolma olaylarında dakikaların bile önemli olduğunu düşünürsek soruşturmada yurt yönetiminin ihmali araştırılıyor mu?

- Rojin’in cenazesi cep telefonu, kulaklık, su şişesi ve kekin bulunduğu noktadan 24 kilometre uzaklıkta bulundu. 18 gün boyunca dalgıçlar, helikopterler aynı bölgede arama yaptı. Bir insan bedeninin o kadar sürüklenmesi mümkün mü, daha yakın bir mesafedeki kıyıya vurması daha olası değil mi?

- Rojin’in cansız bedeninin bulunduğu yöne sürüklenmesi mümkün mü? Zira aile suyun akıntı yönünün ters olduğunu söylüyor. Bedenin o yöne sürüklenmesinin izahı nedir?

- Rojin’in telefonunun bulunduğu yerden 30 metre uzaklıkta bir yükseltide ailenin gördüğü içki şişeleri delil olarak toplandı mı? Rojin’in babası Nizamettin Kabaiş “Keşke şişeleri toplasaydım. Çekirdek kabukları ve patates cipsi ambalajları yeni gibiydi. Çamura vs. bulanmamıştı” bilgisinden yola çıkarsak içki şişelerinin ertesi gün yerinde olmamasının nedeni ne? Polis mi delil olarak topladı yoksa başkaları mı aldı?

- Baba Kabaiş kızının telefonunun bulunduğu yerden 250 metre uzaklıkta bulunan göl kıyısında (Van Gölü) kızının başörtüsünün bulunduğunu söyledi. Babanın başörtüsünün kuru olduğunu ifadesinden yola çıkarsak soruşturmada bu bilgi nasıl açıklanıyor.

Diyarbakır Hazrolu olan Rojin Kabaiş’in ölümüyle bir kez daha gündeme gelen ihmallere, güvenlik zaaflarına, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin yönetim yapısına, ilişkilerine, alınan ihalelere ve kadrolaşmaya ilişkin dikkat çeken bilgilerin yer aldığı bir rapor hazırlandı.

Raporu hazırlayan isim Gürsel Tekin

Tekin’in hazırladığı rapora göre 32 bin öğrencinin öğrenim gördüğü Van Yüzüncü Yıl Üniversite kampüsünün kuzey sınırı ile Bardaklı Köyü arasındaki sınır, önlem ve güvenlik amacıyla kapatıldı ama sonrasında kapatılan bölüm Rektör Hamdullah Şevli’nin talimatıyla açıldı.

“Rojin’in kaybolduğu kampüs giriş çıkışını tekrar açtırmıştır. Bahsi geçen alanda herhangi bir güvenlik kulübesi veya görevli güvenlik personeli konulmamış, halihazırda açık ve ilgili bölgenin güvenlik kameraları çalışmamaktadır. Ayrıca bu telli sınırın açılmasını isteyen muhtar Tevfik Uçar kampüs içindeki birçok yapı işleri ihalesini almasıyla ve Rektör Hamdullah Şevli’yle olan sıkı dostluğuyla Van kamuoyunda dikkat çeken bir isim olarak bilinmektedir.”

Resimdeki derme çatma yapılmış geçiş yeri öğrenci yurtları – kampüs-kampüs sınırlarına komşu Bardakçı Köyü sınırlarında tel örgüler kaldırılarak Van YYÜ Rektörlüğü tarafından açılmıştır. Mevcut alan hala açık , kamera veya güvenlik görevlisi olmamakla birlikte ve herhangi bir güvenlik önlemi hala alınmamıştır

Rapora göre, ki yerel basına da yansıdı bu konu, on yıldır görev yapan üniversitenin güvenlik müdürünün yerine rektör yardımcısının makam şoförü, güvenlik müdürü olarak atandı!

“Rektör Yardımcısı Murat Kayrı’nın makam şoförü Dilaver S. ilgili birim başına getirilmiş ve konu Van basınında skandal olarak yer bulmuştu.”

Gürsel Tekin’in hazırladığı raporda Rojin’in otopsi işlemiyle ilgili de şu bilgiler yer aldı:

“Henüz resmi otopsi raporu bildirilmeyen Rojin Kabaiş’in darp ve cebir izi olmadığına dair bilgiler ilgiyi dağıtmak için sızdırıldı ve aileye henüz bilgi verilmedi .Van YYÜ Rektörü otopsi gecesi sabah 4.00 e kadar otopsiyi hastanede beklemiştir .Otopside her ne kadar darp olmadığı şeklinde ön bilgi olarak paylaşılmışsa da Rojin’in akciğerlerinde su olmadığı, midesinin yemek dolu olduğu, kanında anestezik madde olduğu konuşulmaktadır.”

Raporu dikkate aldığımızda şu soruyu soralım…

Eğer Rojin kaybolduğu gün intihar ettiyse 18 günün sonunda midesinin boş olması gerekmez miydi? Rektör raporda iddia edildiği gibi neden sabah 4.00’e kadar hastanede bekledi?

Rojin’in otopsisiyle ilgili boynunda kırık olduğu iddiası da var.

Baba Nizamettin Kabaiş’le konuştuğumda önemli bir bilgiyi de paylaştı. Kulağının her an telefonda olduğunu, günlerinin böyle geçtiğini belirten baba kızının otopsisine giren bir hekimin kendisine “Otopsi 6 saat sürdü. Abi kızınız suda kalmışsa 5 ya da 6 gün kalmıştır. Söylendiği gibi 18 gün suda kalsaydı bütün bedeni dağılırdı” dediğini aktardı.

Raporda Van YYÜ. Rektörü Hamdullah Şevli’nin yakınındaki isimlerin geldiği görevler de yer alıyor ama o da başka yazının konusu olsun.

Söz rektörden açılmışken, Prof. Hamdullah Şevli, özel üniversite olan İstanbul Ticaret Üniversitesi’nden Van YYÜ’ye 2019 yılında rektör olarak atandı. Üstelik iki kez… AKP Genel Merkez’de Fatma Betül Sayan’nın sosyal politikalar başkanı olduğu dönemde başkan yardımcısı kadrosunda görev yaptı. 2015 seçimlerinde AKP’nin Van adaylarından biriydi. 2018 seçimlerinde de yine Van’dan aday adayı oldu.                                                   /././

Gizli kamu borçları (IV): Gizli kamu borçlarının büyüklüğünü ölçmek mümkün mü?-Binhan Elif Yılmaz-

Bilginin simetrik değil asimetrik dağılımı ya da diğer adıyla asimetrik bilgi, borcun sürdürülebilirliği açısından büyük sorun yaratmaya devam ediyor. Bu bilinmezlik, düzensiz ve uzun süren bir temerrütten kaçınma konusunda önlerinde büyük bir engel.

Küresel kamu borç stoku küresel milli gelir ile neredeyse eşit. Bir de kamu borç istatistiklerine yansımayan küresel gizli kamu borçları var ki, hacminin 1 trilyon $’a ulaştığı tahmin ediliyor. Bu açıklanmayan ve gizli yükümlülükler, 100 trilyon $’a yaklaşan küresel kamu borcuyla karşılaştırıldığında büyük bir meblağ gibi görünmüyor olabilir. Ancak son yıllarda üç katına çıkan yıllık yeniden finansman ihtiyaçlarıyla zaten yüksek oranda borçlu olan düşük gelirli ülkeler için büyüyen bir tehdit olduğu açık.

Gizli kamu borçlarında Çin sorununu, bu yazı dizisinin ikisinde ele aldım. Ancak pek çok başka ülke örneği mevcut. Borç istatistiklerinde önemli sınırlamalar ve eksik raporlamaların varlığı giderek daha fazla kabul görüyor. Özellikle düşük gelirli gelişmekte olan ülkelerdeki kamu borcunu analiz etmek, birçok eksik parçası olan bir bulmacayı çözmeye benziyor.

IMF ve Dünya Bankasının 2021 yılında yayımladığı Düşük Gelirli Ülke Borç Sürdürülebilirliği Değerlendirmesine göre, düşük gelirli ülkelerin yüzde 44'ü dış borç riski altında ve bunların yüzde 12'si zaten temerrüt riski içinde[1].

Horn vd. (2024)[2], çalışmasında yer alan örneklemdeki ülkeler ve dönem itibariyle geriye dönük olarak borç istatistiklerine eklenen 1 trilyon $ tutarında gizli kamu borcunun var olduğunu ispatlıyor. Bu tutar, örneklemdeki tüm ülkelerin toplam kamu borçlarının yüzde 12’sini aşan bir büyüklük. Yazarlar, tüm bildirilmemiş borçlar ortaya çıkarılmadığından, bunun "gizli borç"un gerçek büyüklüğü için alt sınır olduğunu vurguluyor.

Dünya Bankası’nın Borç Şeffaflığı Raporu’[3]na göre farklı yayınlarda açıklanan kamu borcu verileri, ilgili otoritelerin kayıtlarına göre GSYİH'nin yüzde 30'una kadar tutarsızlık gösteriyor.

Aynı raporda ilginç bir ülke örneği de var: Mozambik'teki "Tuna Bond" davası. Mozambik, yetersiz borç şeffaflığının tehlikelerini vurgulayan önemli bir örnek. 2016 yılında daha önce bildirilmeyen ve büyüklüğü 1,15 milyar $ tutarında iki büyük kredi alınmış. Bu büyüklük aynı zamanda ülkenin GSYİH'sinin yaklaşık yüzde 9'una eşit. Mozambik’in bu gizli kamu borcunun ortaya çıkışı sonrasında ülkeye yapılan uluslararası yardım desteği kesilmiş, ekonomik kriz baş göstermiş ve hükümet kamu harcamalarında büyük kısıntılar yapmak zorunda kalmış. En büyük kaybedenler de yoksul Mozambikliler olmuş.

Şimdi de bazı düşük gelirli ülkelerin gizli borçlarının ne kadar ve nasıl açıklandığını anlatan Borç Raporlama Isı Haritası[4]na bakalım: (Harita yazının sonunda yer alıyor.)

Isı Haritasına göre, analize dahil edilen 76 düşük gelirli ülke arasında kamu borcu verilerinin açıklanmasında büyük değişkenlik var. Kamu borcu verileri, özellikle Sahra Altı Afrika ve küçük devletlerde sistematik olarak yayımlanmıyor veya güncellenmiyor. 2019 ve 2020 yıllarına ait değerlendirmeler, düşük gelirli ülkelerin yaklaşık yüzde 40'ının, “metodolojik olarak tanımlanan asgari veri açıklama ve bilgilendirme standartları”na ulaşmadığını gösteriyor. Ya hiç borç verisi yayınlamamışlar ya da borç verileri iki yıldan eski.

Standart borçlanma araçlarının tamamı (krediler ve menkul kıymetler) genellikle yer almıyor. Düzenli borç verileri yayımlayan 46 düşük gelirli ülkenin yüzde 60'ı kredileri, garantileri ve borçlanma senetlerini, yüzde 40'ı da bu araçlardan en az birini eksik olarak yayımlıyor. 15’ten fazla ülkede ödenmemiş teminatlı borçlar bulunuyor ve teminatlandırmanın ayrıntıları resmi istatistiklerde yer almıyor. Ayrıca ülkelerin yalnızca 18'i, yasal çerçevelerine ve borçlanma uygulamalarına göre beklenenlerle uyumlu olan borç istatistikleri yayımlamıyor. Çoğu durumda, istatistikler sadece merkezi yönetimin doğrudan borcuna odaklanırken, toplam kamu kesimi borçluluğuna ulaşmayı sağlayan yerel yönetim borçları ile kamu iktisadi teşebbüslerinin borçlarını ise açıklamıyor.

Isı Haritasına göre gizli kamu borçlarını açıklama seviyesindeki iyileşme oldukça yavaş. Bazı ülkeler son yıllarda gizli kamu borçlarını açıklama konusunda ilerleme kaydetse de diğer bazı ülkelerde gerileme ortaya çıkmış. 

Dolayısıyla yükümlülüklerin veya borçlanma şartlarının gerçek kapsamının, genellikle alacaklı ülkeler ya da uluslararası finans kuruluşlarının tam bilgisi dışında olduğu birçok borçlu ülke bulunmaktadır.

Bilginin simetrik değil asimetrik dağılımı ya da diğer adıyla asimetrik bilgi, borcun sürdürülebilirliği açısından büyük sorun yaratmaya devam ediyor. Bu bilinmezlik, düzensiz ve uzun süren bir temerrütten kaçınma konusunda önlerinde büyük bir engel.

Ekonomik gidişat iyi değilse gizli borçların maliyeti daha da büyük olur. Çünkü ne kadar gizli borç olduğu ve kamu borcunun gerçek boyutu, kriz dönemlerinde anlaşılır. Gizli kamu borçları, aynı zamanda gizli temerrüte dönüşme riski taşıyor.

2014'e kadar süren yüksek küresel emtia fiyatları ve göreceli refah döneminde birçok gelişmekte olan ülke, Paris Kulübü dışındaki alacaklılardan biri olan Çin başta olmak üzere diğer hükümetlerden yoğun bir şekilde borç aldılar. Bu borçların önemli bir kısmı büyük veri tabanlarına kaydedilmedi ve kredi derecelendirme kuruluşlarının radarından uzak kaldı. Kamuya ait veya garantili işletmelerin, raporlama standartlarından uzak dış borçlanmaları da arttı. Gizli borçlardaki patlama, kayıt dışı borcun yeniden yapılandırılmasına ve gizli temerrütlerde artışa yol açtı. Borçlanma şartları veya yeniden yapılandırma koşulları hakkında nispeten az şey bilinmekle beraber, kesin olan şey, tarihsel olarak belirsizliğin kriz çözümünü rayından çıkarması veya en azından geciktirmesidir[5].

Gizli kamu borçlarının potansiyel ekonomik etkilerini minimuma indirmek için, mevcut gerçek borç tutarının açıklanması, yeni borçlanmaların da şeffaf bir şekilde yapılması gerekir. Borç şeffaflığı ülkelere doğrudan fayda sağlamakla kalmaz, aynı zamanda uluslararası finansal sistemde ülkeler arasında doğru ve etkin dağılımı için de önemlidir.

Şeffaflık hayatın her alanında çok önemli. Bilgi eksikliğinin ve gizliliğin tüm yükünü toplum olarak yaşıyoruz. Sorunlar büyüyor ve giderek daha içinden çıkılamaz hale bürünüyor. O nedenle sadece kamu borçlarında gizliliği ortadan kaldırmakla sorun çözülmüyor, her kamu kurumunun aktardığı bilgiler asimetrik olmamalı. Çünkü güveni zedeleyen en önemli unsurlardan biri, bilgi asimetrisidir. Ayrıca acı bir biçimde tecrübe ediyoruz ki; 

DOĞRU, GERÇEK GÖSTERGE VE RAKAMLARLA YOLA ÇIKILMAZSA, ATILAN POLİTİKA ADIMLARI, ÇÖZÜM YERİNE KAOS YARATIR.

Gizli kamu borçlarıyla mücadelede ve ortaya çıkarılmasında borç şeffaflığının önemini bir sonraki yazımda ele alacağım. Görüşmek üzere.

[1] https://www.worldbank.org/en/topic/debt/brief/debt-transparency-report

[2] Horn, S., Mihalyi, D., Nickol, P. & Sosa-Padilla, C. (2024). Hidden Debt Revelations. NBER Working Paper No. 32947, Cambridge.

[3] World Bank Group (2021). Debt Transparency in Developing Economies. Washington DC, USA. https://www.worldbank.org/en/topic/debt/publication/report-debt-transparency-in-developing-economies

[4] Bkz. World Bank (2021). Debt Reporting Heat Map: 2021. https://www.worldbank.org/en/topic/debt/brief/debt-transparency-report

[5] Pazarbaşıoğlu, C. & Reinhart, C.M. (2022). Perspectives on Debt: Shining a Light on Debt. Finance & Development, March 2022, 12.

                                                               /././

                                                   T24 - GÜNDEM

SAHA EXPO 2024'te fuara katılan "BAE Systems" hakkındaki soruya Fidan'ın yanındaki kişiden cevap: Bana soracaksın, ben müsaade edeceğim.

fidan bae systems

SAHA EXPO 2024 Savunma, Havacılık ve Uzay Sanayii Fuarı'nda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'a İsrail ile ticaret yapan bir şirketin neden fuarda olduğunun sorulması üzerine Fidan'ın yanındaki kişilerden biri, "Bana geleceksin soracaksın, ben sana müsaade edeceğim" ifadelerini kullandı. Fuarda İslamcı yazar Adem Özköse de İsrail ordusuna silah tedarik ettiği için eleştirilen İngiltere merkezli savunma şirketi BAE Systems'in fuara katılımını protesto etmesi üzerine gözaltına alındı. 

Bakanlıkların da destek verdiği SAHA EXPO 2024 Savunma, Havacılık ve Uzay Sanayii Fuarı'na birçok ülkeden firma katıldı. Özköse, BAE Systems'in stadında, "Bu İsrail'in en büyük silah tedarikçilerinden biri. Gazze'de kardeşlerimiz öldürülürken buna izin vermeyelim" sözleri ile şirketi protesto etti.

"İzinsiz sorusunun" ardından Özköse, ağzı kapatılarak gözaltına alındı. Adem Özköse'nin kurucusu olduğu Muştu Gençlik isimli kuruluş, daha sonra Özköse ve bir kişinin serbest bırakıldığını sosyal medya hesaplarından duyurdu.

Özköse sosyal medya hesabından protestosuna dair şu şekilde paylaşım yaptı:

"İsrail'in en büyük silah tedarikçilerinden olan İngiliz şirketi BAE SYTEMS'i protestomuz sonrası gözaltına alınmamız nedeniyle arayan, mesaj atan, destek olan herkese çok teşekkür ediyorum. Serbest bırakıldık. Mücadeleye devam"

Fidan'a 'Müsaadesiz' soru polemiği

Bunun ardından bakanların da ziyaret ettiği fuarda bir kişi Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'a "BAE Systems'in bu fuarda ne işi var?" diye sordu.

Fidan soruyu yanıtsız bırakırken yanındakilerden birinin kameranın önüne geçerek, "Bana geleceksin soracaksın, ben sana müsaade edeceğim" ifadeleri dikkat çekti.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da bugün SAHA EXPO 2024 Savunma, Havacılık ve Uzay Sanayii Fuarı'na katılarak açıklama yapmıştı.

                                                                ***

Yavuz Bingöl, düğününde dedesinden kalma İstiklal madalyasını taktı.

Şarkıcı Yavuz BingölNilşah Ağaoğlu ile Balıkesir'in Ayvalık ilçesinde sade bir törenle evlendi. Bingöl'ün babası törende kendi babasından kalma İstiklal Madalyasını oğluna hediye etti.Bingöl, TUSAŞ saldırısı sonrası buruk olduklarını dile getirdi.(https://t24.com.tr/haber/yavuz-bingol-dugununde-dedesinden-kalma-istiklal-madalyasini-takti,1192265)
                                        ***

T24 muhabiri Asuman Aranca, "Sinan Ateş cinayeti bilirkişi raporu" haberiyle AB Araştırmacı Gazetecilik Ödülü aldı: Ödülü, göz göre göre öldürülen bebekler, çocuklar ve kadınlar adına alıyorum!
T24 muhabiri Asuman Aranca, "Sinan Ateş cinayeti dosyasındaki bilirkişi raporuna T24 ulaştı: Ateş’in adresini Ülkü Ocakları Başkanı istemiş!”  başlıklı haberiyle, AB Araştırmacı Gazetecilik Ödüllerinde birincilik ödülüne değer gördüldü. Aranca'nın haberi, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Ödülü ile Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin (ÇFD) 2022 Yılın Başarılı Gazetecileri Ödülleri'nde Rafet Genç Haber Ödülü'ne de layık görülmüştü. (https://t24.com.tr/haber/t-24-muhabiri-asuman-aranca-sinan-ates-cinayeti-bilirkisi-raporu-haberiyle-ab-arastirmaci-gazetecilik-odulu-ne-layik-goruldu-odulu-goz-gore-gore-oldurulen-bebekler-cocuklar-ve-kadinlar-adina-aliyorum,1192238)

                                                            ***

"Yenidoğan çetesi", solunum ilaçlarını Kuzey Irak'a satmış

En az 12 bebeğin ölümüne sebep olmakla suçlanan 'yenidoğan çetesi' hakkında yeni gelişmeler ortaya çıktı. Dinlemeye takılan konuşmalara göre çetenin, solunum sonunu yaşayan bebeklere verilmesi gereken ilaçları Kuzey Irak'a sattığı öğrenildi. Kanal D'nin aktardığına göre, yenidoğan çetesi solunum sorunu yaşayan bebeklerin ihtiyacı olan ilaçları kaçak yollarla Kuzey Irak'a sattı. Yeni ortaya çıkan telefon kayıtlara göre çete, baskın yapılmaya başlandığında bile yasadışı faaliyetlerine devam etti.(https://t24.com.tr/haber/yenidogan-cetesi-solunum-ilaclarini-kuzey-irak-a-satmis,1192252)

(T-24)


 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder