12 Kasım 2024 Salı

BİRGÜN "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -12 Kasım 2024-

Tarihi unutturamazsınız…-Fikri Sağlar-

“Ey bu meclisin aşağılık mensupları! Acele edin ve defolup gidin...

Oturumunuzu sonlandırmaya geldim. Meclisi yaptığınız her icraat ile kirletmenize ve şereften yoksun bırakmanıza artık kalıcı bir son vermeye geldim.

Siz ki fitneci, fesatçı, meclis üyeleri, siz ki iyi bir hükümet olmak dışındaki her şeysiniz! Kiralık sefil yaratıklar, zavallılar, ülkenizi en küçük şahsi çıkar adına satılığa çıkaranlar, birkaç kuruş için Tanrı'ya ihanet edenler, içinizde bir parça da olsun erdem kalmadı mı? Bir parça vicdan da mı yok?

Bir sahtekâr kadar bile dindar değilsiniz! Para sizin yeni Tanrınız olmuş!

Satılığa çıkarmadığınız bir değer de kalmadı… Ulusunuz adına iyi bir şey düşünemez misiniz? Sizi çıkarcı sürüsü…

Bulunduğunuz bu kutsal meclisi, o varlığınızla kirletiyorsunuz! Halkın size verdiği yetkiyi kötüye kullandınız.

Oysa siz, halkın umutsuz dertlerine çare olmalıydınız.

Kendiniz halka en büyük dert kaynağı oldunuz!

Ama ülkemiz beni bu meclisi temizlemeye çağırdı!

Ve bu gücü de bana Tanrı verdi. Vay halinize! Şimdi derhal defolun! Acele edin rüşvetin köleleri! Acele edin, gidin! Süslü saltanat eşyalarınızı alın ve defolup gidin!”

∗∗

Yukarıdaki meşhur nutuk, tarihte demokrasinin beşiği olarak bilinen İngiltere'de söylenmiştir... Sözleri sarf eden kişi, General Oliver CROMWELL’dir.

20 Nisan 1653 senesinde, yeniden Cumhuriyet’in kurulması için meclis çatısı altında kükreyerek mevcut parlamentonu kapatırken bu konuşmayı yapmıştır...

∗∗

Cromwell, ülkesinin çıkarlarını kollayan yurtsever bir general olarak bilinir...

Ve monarşiye karşı hep cumhuriyeti savunmuştur.

Devlet yönetiminde bulunacak kişilerin halk tarafından seçilmesini ister. İfade özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü gibi demokratik ilkelere önem veren, ciddi bir siyasidir… Ancak fundamentalist eğilimlerin kontrol edilemeyecek noktaya ulaşması durumunda da Meclis’i feshetmekten çekinmeyen biridir… Napolyon’a benzetilir, ancak Krallık teklif edildiğin de kabul etmeyen, ilkelerinden vazgeçmeyen bir devlet adamıdır.

∗∗

Size tarihi bir gerçeği aktardım... Yorum size ait!  Belki, zaman, teknoloji, isimler değişmiş olabilir ama o çağdaki demokrasi, hukuk, hak ve özgürlük ile yurtseverlik anlayışına bugün, hala ulaşılmış değil… Kendilerince uydurulmuş inanç etrafında yurttaşların zorlandığı bir yapıyla, koskoca ülke yönetiliyor… Atatürk Türkiye’sinin sahip olduğu laik demokratik sosyal hukuk devleti yerine, “ucube bir rejim” uygulanıyor… Yargı, yasama ve yürütme bir kişiye bağlı. O kişi anayasal hak ve özgürlükler yerine kendi meşrebine uygun gündemler belirliyor… Rüşvet, yolsuzluk, usulsüzlük ve hırsızlık almış başını gidiyor… Vatan toprağının altı da üstü de emperyalist yandaşlara pervasızca peşkeş çekiliyor. Milyonlarca ağaç kesiliyor, orman yangınlarında yok oluyor, kıyılar, nehirler ve de dereler ya beşli çetelere ya da emperyalist yandaşa rant için devrediliyor… Cemaat ve tarikatlar, sosyal yaşantıyı yönlendiriyor, konserleri bile iptal ettirerek festivallere “günah damgası” vuruyor… Eğitim, imamların eline bırakıldı… Bilimden uzaklaştırıldı... Okuduğunu anlamayan bir nesil yetiştirme telaşındalar…

Taliban’dan farkımız yok! Denildikçe, kadın ve küçük kızlar öldürülüyor.

Öyle ki 5 günde 6 kadın katlediliyor, hatta kafası kesilip surdan atılıyor, kimsenin umurunda değil… Düşüncesini söyleyen, sosyal medyada hırsızları teşhir eden tutuklanıyor, sorgulayan yurttaş yargı sopasıyla korkutuluyor… Açlık had safhada, tüm devlet kurumları çökmüş, can ve mal güvencesi yok olmuş,

Beyler, anayasaya rağmen yeniden sarayda oturmanın yolunu arıyor!

∗∗

Bahçeli geçen hafta ağzındaki baklayı çıkardı…

Erdoğan’ın yaşamı boyunca Cumhurbaşkanı olması için anayasa değişikliği yapılmasını istedi… Yani; Milletin sıkıntısını aşmak, yurttaşların refah ve barış içinde yaşamasını sağlamak, ülkeye dünyada itibarını yeniden kazandırmak için değil, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı ve AKP’nin iktidarını kalıcı olmasını  sağlamak için anayasa değişliği istiyor… Yeni anayasaya destek sağlamak adına “Kürtlere el uzatılırken,” diğer elle de kayyum kararnamelerine imza atıldı… Yani Kürt kökenli yurttaşlarımızın seçtikleri yok sayıldı! Yurttaşa saygı duymadıklarını bir kez daha gösterdiler…

∗∗

Tarih unutturulamıyor!

Bir gün biri çıkar, yapılanları yüzlerine vurur!

Önceki gün, Aziz Atatürk’ün ölüm seneyi devriyesiydi… Milyonlarca insan Anıtkabir’e koştu. Atayı özlem ve saygıyla andı... Hatta Erdoğan bile, “Atatürk 10 yıl daha yaşasaydı başka bir Türkiye olurdu” dedi… Oysa 22 yıldır işbaşında yani yetersiz oldukları kabul etmiş durumda… Biz bir Cromwell beklemiyoruz! Gerçek demokrasiye inanmış toplumsal muhalefetin, artık yeter demesini istiyoruz… Bir de bu duruma önderlik edecek bir siyasi parti bulabilsek!

                                                               /././

Enflasyon raporu ve asgari ücret -Hayri Kozanoğlu-

Geriye dönüp baktığımızda, beklentiler anketinde sade insanların enflasyon korkusu içerisinde bulunduğunu, yine de tahminlerinin TCMB’den daha isabetli sayılması gerektiğini görürüz. Düşük enflasyon beklemiyor diye, kendi başarısızlığının sorumluluğunun sade yurttaşlara yıkılmasının ise ne kadar vicdana sığdığını ayrıca sorgulamak gerekiyor.

2024 yılının 4’üncü ve son Enflasyon Raporu geçtiğimiz hafta açıklandı ve 2025 yılsonu enflasyonu yüzde 21’e çekildi. Ama isterseniz önce ekim ayı enflasyon verilerine bir göz atalım.

Ekim ayında tüketici fiyatları yüzde 2,88 arttı. Bilindiği gibi Merkez Bankası (TCMB) yılın son çeyreği için aylık yüzde 1,50’lik bir enflasyon beklentisi içerisindeydi. Böylelikle dezenflasyon programında işlerin yolunda gitmediği açık seçik görüldü. Yılın ilk 10 ayında gerçekleşen enflasyon ise yüzde 39,77’yi bulmuş oldu.

Tüketici enflasyonunu mallar ve hizmetler diye ayrıştırınca aralarında çok ciddi bir makas bulunması göze çarpıyor. Son 12 ayda mal enflasyonu yüzde 40.36 gerçekleşirken, hizmet enflasyonu yaklaşık 30 puan yukarıda yüzde 69,78 olmuş. Tam bir yıl önce ise yıllık fiyat artışları mallarda yüzde 51.53, hizmetlerde bunun 37 puan üstünde yüzde 88.65’miş. Buradan yüksek faizlerle sıkı para politikası izlenmesinin hizmet fiyatları üzerinde caydırıcı etki yapmadığı anlaşılıyor. Sıcak para girişlerine davetiye çıkaran yüksek getiriler, evet yabancı sermayeyi çekiyor, bu sayede TL reel anlamda değerleniyor. Ancak bunun ithal mallar üzerindeki terbiye edici etkisi, ticarete konu olmayan hizmetlerde görülmüyor.

Kaldı ki, Ekim’de mal enflasyonu yüzde 3.33 ile yüzde 1.95’lik hizmet enflasyonunun üzerinde seyretti. Taze meyve-sebze fiyatlarındaki artış tek bir ayda yüzde 19.20’yi buldu. Ekmekte ise yüzde 3.05’lik bir yükseliş gözlendi. TCMB meyve-sebze fiyatlarındaki sıçramayı tarladan seraya geçişe, giyim ve ayakkabı fiyatlarındaki yüzde 14.60’lık aylık enflasyonu yeni sezon başlangıcına bağlıyor. İyi de bunlar her yılın aynı döneminde gerçekleşen olgular. Her ay da bir şikayet konusu bulunuyor. Eylül’de okulların açılmasıyla eğitimdeki artışın üniversite harçlarına, ulaştırmanın servis ücretlerine, konaklamanın yurt ücretlerine bağlı olduğu söyleniyordu. Zaten her dönem zamlarda öne çıkan bazı gruplar bulunur. Ancak sorun bunların ağırlıklı ortalaması tüketici enflasyonunun bir türlü düşürülememesi.

ENFLASYON ANA EĞİLİMİ DÜŞÜYOR MU?

TCMB Aylık Fiyat Gelişmeleri Raporu’nda, “Kira aylık enflasyonu Ekim ayında sözleşme yenileme oranındaki düşüşün yanı sıra sözleşmelerde referans olarak kullanılan artış oranının da gerilemesiyle yavaşlama göstermiştir” yorumunu yapıyor. Halbuki kiralar ekim ayında yüzde 5,50 artmış. Yıllık enflasyon ise 112,59 düzeyinde. Bu tempoyla 2025’te nasıl yüzde 21 hedefine ulaşılacak kestirmek zor.

Söz konusu raporda dikkat çeken ifade, “Ekim ayında enflasyonun ana eğiliminin yavaşladığı değerlendirilmiştir” şeklinde. İnsanın aklına ister istemez “aylık enflasyonun yüzde 2,88 geldiği bir ayda ana eğilim nasıl yavaşlar?” sorusu geliyor. Bu sorunun cevabını Enflasyon Raporu’nun 48-52’nci sayfalarında yer alan Kutu 2.5’te buluyoruz. Aşırı kompleks modelleme yöntemleri kullanılarak sonunda enflasyon ama eğiliminin ikinci çeyrekte aylık yüzde 2,8, üçüncü çeyrekte yüzde 2,6 iken ekim ayında yüzde 2,3’e düştüğü söyleniyor. Ne var ki bu kadar uğraşmayla bulunan oranlar bile enflasyon hedeflerinin çok altında.

Ekonomi yönetimi sözcüleri enflasyonun başlıca nedenleri denince, “fiyatlama davranışlarını” ve “beklentileri” dile getiriyorlar. Sade yurttaş fiyatları belirleyemediğine göre, fiyatlama davranışlarını bozanlar firmalar. Zaten “fiyatlama davranışı” ifadesi de sermayenin aşırı kar hırsıyla fiyatları şişirmesinin kibarca ifadesi. Beklentiler denince de, halkın enflasyonun hızla düşeceğine inanmaması, satın alma-borçlanma davranışlarını yüksek fiyat artışları varsayımına dayanarak gerçekleştirmesi kastediliyor. En son ankette, hanehalkının önümüzdeki 12 ay için enflasyon beklentisi yüzde 67.2’ydi. Geriye dönüp baktığımızda, beklentiler anketinde sade insanların biraz abartılı enflasyon korkusu içerisinde bulunduğu, performanslar karşılaştırılınca yine de tahminlerinin TCMB’den daha isabetli sayılması gerektiği görülür. Düşük enflasyon beklemiyor diye, kendi başarısızlığının sorumluluğunu sade yurttaşlara yıkmak ne kadar vicdana sığar sorgulamak gerekiyor.

MIZRAK ÇUVALA SIĞMADI

Enflasyon Raporu’nda artık mızrağın çuvala sığmadığı, yüzde 14 olan 2025 yılı beklentisini korumanın hiçbir inandırıcılığı kalmadığı anlaşılınca ister istemez 7 puanlık artışa gidildi. Zaten Orta Vadeli Program’da daha 3. Enflasyon Raporu’nun üzerinden 1 ay geçmeden 2025 yılı sonu beklentisi yüzde 17.5’a çekilmişti. 2024 enflasyonu da yüzde 38’den yüzde 44’e revize edildi. Yüzde 44’ün tutması ancak yılın son 2 ayında yüzde 1.5 aylık enflasyonla mümkün ki, bu da pek gerçekçi görünmüyor.

2025’e ilişkin 7 puanlık artışın yüzde 1,9’unun gıda fiyatları; yüzde 0,5’inin TL cinsinden ithalat fiyatları; yüzde 0,2’sinin çıktı açığı yani ekonominin öngördükleri ölçüde soğumaması; yüzde 0,9’unun yönetilen-yönlendirilen fiyatlar; yüzde 3.5’inin başlangıç koşulları, enflasyonun ana eğilimi ve ataletinden kaynaklandığı söyleniyor.

Devamındaki açıklamada enflasyon ana eğiliminde bir düşüş sağlanana kadar sıkı para politikası duruşunun süreceği vurgulanıyor. “Bizden kısa sürede bir faiz indirimi beklemeyin” mesajı veriliyor. Anlaşıldığı kadarıyla sıcak paranın ancak yüksek faiz havucu sunulduğunda ülkede kalacağı düşünülüyor. Bu faizlerin orta vadede ekonomiyi durgunluğa sürüklemesi tehlikesinden söz edilmiyor.

Tüm sektörlerin enflasyon beklentilerindeki iyileşmenin kademeli bir şekilde devam ettiği yorumu ise tümden yanlış. Çünkü, örneğin hanehalkının Ekim ayı gelecek 12 aya ilişkin enflasyon beklentisi yüzde 67.2. TCMB’nin önümüzdeki on iki aya ilişkin beklentisi ise, yılın son iki ayında yüzde 3 enflasyon tahmini ile 2025 yüzde 21 öngörüsü birleştirilince yine yüzde 21 civarında. Aradaki fark 46.2 puan. Bu farkta bir azalma yok. Diyelim hanehalkı yüzde 75 beklerken, TCMB on iki ay için yüzde 30 öngörüyorsa aradaki açı 45 puan ile daha düşüktür. Diğer bir ifadeyle, beklentilerin iyileştiğini söylemek için, dezenflasyon sürecinde sizin enflasyon patikanızla aradaki farkın kapanması gerekir. Nominal düşüşler anlam ifade etmez.

∗∗

ENFLASYON RİSKLERİ NELER?

Raporun asıl kritik bölümü, enflasyon üzerindeki temel risklerin sayıldığı sayfa. Yine enflasyon beklentileri ve fiyatlama davranışları birinci sıraya konuyor. İmalı biçimde “siz yüksek enflasyon beklerseniz düşüş olmaz” deniyor. Suçlu değişmiyor. Fiyatlama davranışları ile de şirketlere “siz zam yapmayı sürdürürseniz işimiz zorlaşır” mesajı veriliyor. Halbuki pratik fiyatlar denetlenmeden zamların durmayacağını gösteriyor.

Hizmet enflasyonundaki katılığın sürmesi endişesi de dile getiriliyor. Yönetilen-yönlendirilen fiyatların hizmet enflasyonunu yukarı çektiği, kiranın risk unsuru olduğu vurgulanıyor. Kira artışları sınırını kaldıran ekonomi yönetimi. Elektrik, doğalgaz, köprü geçiş ücreti vb. tüm fiyatları belirleyen de aynı otorite. Demek ki riskin kaynağı da sizlersiniz.

Son olarak da farklı gelir grupları arasında tüketimin farklı hızlarda yavaşlaması konu ediliyor. Bu doğru. Ülkede gelir ve servet dağılımı öyle bozulmuş ki, üst gelir grubu tüketimini her durumda sürdürüyor. Düşük faiz döneminde emlak fiyatlarının yükselmesi, borsa portföyünün değer kazanması sayesinde, bazen borçlanma fırsatlarından yararlanarak harcamalarını artırabiliyor. Yüksek faiz döneminde de bu kez bu ortamdan TL tasarruflarıyla  nemalanıyor. Tüketim malları ithalatının hız kesmemesinin ardında da yine tuzu kuru kesimler var. Bu kesimler yeterince vergilendirilmeden, gelir adaletini düzeltme yönünde adımlar atılmadan bu enflasyon dinamiğinin ortadan kalkmayacağı görülüyor. Halbuki Enflasyon Raporu tam tersini, mali sıkılaştırmanın vergi gelirlerinin artışıyla değil harcamaların kısılmasıyla, yani toplumsal yoksullaşmayla sağlanmasını öneriyor.

∗∗

ASGARİ ÜCRET NASIL HESAPLANMALI?

Asgari ücret belirlenirken yurttaşın muhatap olduğu ortalama enflasyonun temel alınması gerekiyor. Ekim ayı itibarıyla ortalama enflasyon TUİK’e göre yüzde 62,02. Yılın da bu civarda kapanması beklenir. Yıl başında yüzde 50 civarında zam gören asgari ücretlinin buradan zaten bir 12 puan alacağı var. OVP’de 2025 yıl sonu enflasyonu yüzde 17,5 beklenirken, ortalama enflasyon yerine ikame edebileceğimiz deflatör artışı yüzde 33,9’du. Yüzde 21 yıl sonu beklenti revizyonu sonrası deflatörün de yüzde 40 civarına yükseldiğini varsayabiliriz. 12 puan telafi ve yüzde 40 enflasyonun birleşik etkisi yüzde 56.8’e gelir. Buradan asgari ücretlilerin refahı daha fazla düşmeden, yapılacak zammın yüzde 56.8’den başlaması gerektiği sonucu çıkar.

∗∗

BU TABLOYLA NE KADAR ÖVÜNSELER AZ!

Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü eylül ayı gıda enflasyonu raporunu açıkladı. Türkiye eylül ayında da zirveyi hiçbir ülkeye kaptırmadı.

Eylül ayında Türkiye’deki gıda enflasyonu TÜİK verilerine göre yüzde 43,7 olarak açıklanmıştı.

OECD ortalamasıysa yüzde 4,4 oldu.

Türkiye’den sonra ikinci sırada yer alan İsrail’de ise gıda enflasyonu sadece 7,8. İki ülke arasındaki fark tam 35,9 puan.

OECD ÜLKELERİNDE YILLIK GIDA ENFLASYONU (EYLÜL 2024)

G20'de yıllık enflasyon, eylül ayında yüzde 6,0’ya düştü.

• Arjantin

Manşet enflasyon, beşinci ay üst üste düşmesine rağmen yüzde 200’ü aşmaya devam etti.

Arjantin’deki Manşet yıllık enflasyon Güney Afrika, Endonezya ve Çin’de de düştü.

• Hindistan

Manşet enflasyon Hindistan’da üst üste ikinci ay artarak yüzde 4,2’ye ulaştı.

Brezilya’da da arttı ve Suudi Arabistan’da genel olarak sabit kaldı.

∗∗

OECD raporunda eylül ayı enflasyonuna ilişkin şu detaylar paylaşıldı:

“G7’de yıllık bazda manşet enflasyon, enerji fiyatlarındaki düşüşün etkisiyle eylül ayında %2,2’ye geriledi. Manşet enflasyon ABD’de genel olarak sabit kalırken diğer tüm G7 ülkelerinde düştü. En büyük düşüş, enerji fiyatlarının keskin bir şekilde düştüğü Fransa’da görüldü; çekirdek enflasyon ise hizmet fiyat enflasyonundaki yavaşlama nedeniyle yavaşladı. G7’de gıda enflasyonu, İtalya, Birleşik Krallık ve ABD’deki artışın etkisiyle Ekim 2022’den bu yana ilk kez arttı.

                                                        /././

Enflasyona değil, büyümeye endekslenmeli: Asgari ücrette enflasyon kapanı!-Aziz Çelik-

Hükümet ve sermaye çevreleri asgari ücret zammını resmi enflasyonun bile altında tutmak istiyor. Bu, bölüşümün daha da kötüleşmesi demek. Asgari ücreti enflasyon kapanından çıkarmak lazım. Bunun dışına çıkıldığında çok daha yüksek artışın mümkün olduğu görülecektir.

2025 yılı asgari ücretinin nasıl saptanması gerektiği üzerine tartışmalar yoğunlaşıyor. Hükümet, Merkez Bankası, işveren örgütleri ve uluslararası sermaye çevreleri asgari ücretin dezenflasyon hedefiyle uyumlu olarak ileriye doğru endekslenmesini savunuyor. Bir diğer ifadeyle asgari ücret artışının hedef enflasyon ile uyumlu olması gerektiğini savunuyorlar. Asgari ücret için yüzde 25-30 civarında bir artıştan söz ediliyor.

2024 yıl sonu enflasyon hedefi yüzde 44 olarak hedeflenmişken (üstelik bu oranın dahi tutmayacağı ortadayken) ve 2025 yılı için uygulanacak yeniden değerleme oranı yüzde 44 iken asgari, ücret artışında yüzde 25-30’ları telaffuz etmek abesle iştigaldir. Bunun anlamı asgari ücretin alım gücünün düşmesi enflasyonun faturasının işçiye kesilmesidir. Bu oranlar teklif dahi edilemez.

Asgari ücret tartışmasını yaparken iki hususu akıldan çıkarmamak lazım. Birincisi Türkiye’de asgari ücret ortalama ücrete yaklaşmıştır ve asgari ücretle çalışanların kapsamı ücretle çalışanların yarısına yakındır. İkincisi enflasyon oranları tartışmalıdır. Hem ölçülen enflasyon tartışmalıdır hem de hedef enflasyon tartışmalıdır. Nitekim son 14 ayda enflasyon hedefi 5 kez değiştirilerek yüzde 33’ten yüzde 44’e çıkarılmıştır. Öte yandan TÜİK enflasyon verileri şaibelidir. Bu nedenle enflasyon etrafında sürdürülecek asgari ücret tartışması asgari ücretin kapana kısılması anlamına gelecektir. Asgari ücreti enflasyon kapanından kurtarmak lazım.

NASIL SAPTANMALI

AKP Hükümeti enflasyonla mücadele adı altında asgari ücret artışını düşük tutmak istiyor. Diğer bir ifadeyle enflasyonun faturasını işçiye ödetmek istiyor. Buna karşı asgari ücretin en az gerçekleşen yıllık asgari ücret kadar olması gerektiği vurgulanıyor. Ben de bu görüşe katılıyorum. Yaşanan enflasyondan aşağısı müzakere bile edilemez.

Yaşanan enflasyondan düşük asgari ücret zammı asgari ücretin alım gücünün mutlak olarak düşmesi demektir. Mutlak yoksullaşma demektir. Ancak sadece enflasyon oranları etrafından bir asgari ücret artışı adil olmaz, dahası var olan gelir bölüşümünü bile korumaz. Resmi enflasyon verileri oldukça tartışmalı iken asgari ücret sadece enflasyon verilerine hapsedilemez.

Asgari ücret gelir bölüşümünün en önemli aracıdır. Türkiye’de asgari ücretin yaygın olması nedeniyle asgari ücret artışı doğrudan gelir bölüşümü etkilemektedir. Bu nedenle asgari ücret tartışmasını enflasyon kapanından kurtarmak ve gelir bölüşümü içinde ele almak lazım.

Asgari ücretin saptanmasından iki ölçütten hareket edilebilir: Geçim şartları, geçim maliyeti ve kişi başına gayri safi yurtiçi hasılaya orantılı bir asgari ücret artışı.

ASGARİ ÜCRET BÖLÜŞÜM MESELESİDİR

Ancak geçim şartları açısından üzerinde mutabık kalınan bir veri yok. Türk-İş ve DİSK açlık ve yoksulluk sınırlarını hesaplıyor. İPA İstanbul için yaşam maliyetini hesaplıyor. Bu veriler kamuoyunda büyük kabul görüyor ancak hükümet ve işveren çevreleri bu verilere itiraz ediyor. O halde pek itiraz edilmeyecek bir başka resmi veriye göre asgari ücreti saptamak mümkün mü?

Bence mümkün. Bu veri Kişi Başına Gayri Safi Yurtiçi Hasıladır (KB GSYH). KB GSYH hasıla bir ortalamadır. Ülkenin yıllık gayri safı yurt içi hasılasının (genel olarak milli gelirin) yıl ortası nüfusu bölünmesiyle elde edilen bir veridir. Elimizde 2023 yılına kadar gerçekleşen KB GSYH verileri var. 2024 gerçekleşme tahmini ve 2025 hedefi var. Dolayısıyla yıllık ve aylık ortalama BB GSYH verilerini biliyoruz. Bu veri ülkedeki ortalama kişi başına büyümeyi ortaya koyuyor. Kuşkusuzu fiili dağılım bundan oldukça farklı gelir eşitsizliğine bağlı olarak GSYH’den gelir dilimleri oldukça farklı paylar alıyor.

Gerek GSYH ve gerekse KB GSYH verileri enflasyon verilerine göre çok daha az tartışmalı veriler. Bilindiği gibi hükümetler enflasyon verilerinin düşük olmasını isterken Gayri Safi Yurt İçi Hasıla artışı verilerinin yüksek olmasını ister. Dolayısıyla büyüme verileri enflasyon verilerine göre daha gerçekçi veriler olarak kabul edilebilir.

Asgari ücret artışını enflasyona göre değil de KB GSYH artışına göre tartışmak için daha fazla neden var. KB GSYH artışı ülkenin büyümesini ortaya koyduğu için işçilerin de belirleyici paya sahip oldukları GSYH artışı oranından az olmamak üzere ücret artışı alması son derece doğaldır.

Kısaca asgari ücretin kişi başına gayri safi hasılanın belli bir oranında saptanması ve onun altına düşürülmemesi mümkün. Böylece asgari ücret hem enflasyona göre korunmuş hem de büyümeden pay alabilir. Bu yöntemin enflasyon endekslemesine göre çok daha adil olduğu tartışma götürmez.

ASGARİ ÜCRETTE CİDDİ GERİLEME

Elimizde asgari ücretin ulusal düzeyde saptanmaya başladığı 1974 yılında bu yana brüt ve net asgari ücretin kişi başına gayri safı yurt içi hasılaya göre yıllık oranları var. Bu veriler asgari ücret artışı ve milli gelir artışına göre farklılık gösteriyor. Peki hangi yılı baz alacağız? 1974 yılında brüt asgari ücret dönemin Kişi Başına GSYH’nin yüzde 81’i düzeyinde imiş. Bu oran son 50 yılın en yüksek oranıdır. Bu konuda ayrıntı veriler ve hesaplamalar için DİSK-AR asgari ücret raporlarına bakılabilir: https://arastirma.disk.org.tr/?page_id=2016

Bu kadar geriye gitmeye itiraz gelebilir. O halde AKP döneminde asgari ücretin KB GSYH’ye oranının en yüksek olduğu yıla bakalım. Bu yıl 2016’dır. 10 yıl önce 2016 yılında brüt asgari ücretin Kişi Başına GSYH’ye oranı yüzde 60 imiş! AKP dönemindeki bir oran olduğu için bu yılın baz alınmasına AKP hükümeti de itiraz edemez.

2016 yılında AKP döneminde ülkenin makro ekonomik dengeleri ve ülke ekonomisi KB GSYH’nin yüzde 60’ı oranında bir brüt asgari ücret düzeyini mümkün kılmış. 2016 yılında brüt asgari ücret yüzde 33 oranında artmış. Üstelik bu artış enflasyonda da bir artışa sebep olmamış. 2025 yılında yüzde 8,8 olan yıl sonu enflasyonu 2016 yılında yüzde 8,5’e gerilemiş. Bir diğer ifadeyle yıllık enflasyonun yüzde 8-9 bandında olduğu bir dönemde asgari ücret artışı yaklaşık yüzde 33 olmuş. Ve böylece asgari ücrette önemli bir reel artış gerçeklemiş. Bunun sonunda da 2015 yılında KB GSYH’nin yüzde 49’una karşılık gelen brüt asgari ücret 2016 yılın yüzde 60’ına yükselmiş.  Bu durum gelir bölüşümünde olumlu bir gelişmeye yol açmış ve işgücü ödemelerinin Gayri safi katma değer içindeki payı yüzde 36,3 civarına yükselmiştir. Ancak sonraki yıllarda asgari ücretin KB GSYH’ye oranı giderek düştüğü için emeğin payı da yüzde 26’lara kadar düşmüştür.

2016 yılını 100 kabul edersek asgari ücretin KB GSYH’ye oranı 2024 yılında 77’ye düşmüş durumda. Diğer bir ifadeyle asgari ücret artışları ciddi biçimde KB GSYH artışının, verimlilik artışının altında kalmış. Ülke büyümüş ama asgari ücretin payı küçülmüş. Böylece 2024 yılında 26 bin TL’ye yakın olması gereken brüt asgari ücret 20 bin liraya düşmüş. 2016’dan bu yana geçen 10 yıl boyunca asgari ücret KB GSYH’ye göre olması gereken düzeyin hep altında kalmış. En ciddi düşüşler 2022, 2023 ve 2024 yıllarında yaşanmış (Tablo).

Kaynak ve açıklama: TÜİK, SBB ve ÇSGB verileri. 2024 ve 2025 yılı GSYH verileri OVP tahminlerine dayalıdır. KB GSYH 12’ye bölünerek aylığa dönüştürülmüştür. Asgari ücrete iki kaz zam yapılan yıllarda ortalama asgari ücret esas alınmıştır. 2025 yılı hedef ve tahminlere dayalıdır. 2025 yılı brüt asgari ücreti 2016 yılı baz alınarak önerilmiştir.

HODRİ MEYDAN

Bugün tartışmamız gereken enflasyona endeksleme değil büyümeye endekslemedir. Asgari ücret 10 yıldır büyümeden pay almak bir yana büyümedeki payı düşüyor. Dün olan bugün neden mümkün olmasın? Çok uzağa gitmeye gerek yok. 2016 yılının bölüşüm ilişkilerini esas alarak o günkü asgari ücret milli gelir oranını koruyacak bir asgari ücret zammını konuşabiliriz. 2016’daki düzey olması gerek düzey olmayabilir ancak AKP dönemindeki en yüksek düzey 2016 yılında gerçekleşti. 2025 yılının asgari ücreti neden 2016 yılının asgari ücret düzeyinin altında olsun! O halde 10 yıl önce saptanan asgari ücret düzeyinde anlaşmak mümkün. Bunun anlamı brüt 20 bin TL olan brüt asgari ücretin yaklaşık yüzde 75-80 oranında artmasıdır. Bu artış asgari ücretin 2016 seviyesine gelmesi ve bölüşüm oranlarının da aynı kalması demek.

2025 yılının GSYH hedefi belli, yıl ortası nüfus belli. 2025 yılında 61,5 Trilyon GSYH bekleniyor. Kişi başına GSYH ise 715 bin civarında olacak. Aylık Kişi Başına GSYH ise 60 bin TL civarında olacak. 60 bin TL’nin yüzde 60’ı 35-36 bin TL brüt asgari ücrete karşılık geliyor. Bu bir lütuf değil. Asgari ücretin 10 yıl önceki düzeyinde olması demek.

Ölçütümüz basit KB GSYH’nin yüzde 60’ı. Bunu 2016 yılından hareket ederek buluyoruz. Mevcut iktisadi çerçeve içinde kalarak. Mevcut makro ekonomik verileri ve büyüklükleri kullanarak asgari ücreti saptamak mümkün.

“Kaynak yok”, “Para nereden bulunacak” ve “ekonomi bunu kaldırmaz” diyenlere yanıtım basit: 10 yıl önce yapılan bugün neden yapılamıyor?  Kişi Başına GSYH düzeyi belli. Bölüşümü biraz daha düzeltirseniz bu pekala mümkün. Şirketler pamuk elleri cebe atacaklar. 10 yıl boyunca emekten aldıklarının bir kısmını geri verecekler. Yok öyle yağma! Asgari ücret bir bölüşüm meselesidir.

Eğer asgari ücreti Kişi Başına GSYH’ye oranlamazsanız ve belli bir oranın altına inmesini önlemezseniz gelir bölüşümü daha da adaletsiz hale gelir. Nitekim son 10 yılda böyle oldu. Çok eskiye gitmiyorum 1970 yıllara değil sadece 10 yıl öncesine gidiyorum. Bana kalsa ben 1974’teki oran olsun derim ama 10 yıl öncesinde de anlaşmak mümkün!

Hodri meydan! 2016 düzeyindeki bir asgari ücreti konuşalım. Afaki değil gerçekçi, sloganla değil kaynakla, tartışmalı değil resmi verilerle! Tartışmalı enflasyon endekslemesini bir kenara bırakın, asgari ücreti büyümeye endeksleyelim!

                                                               /././

Saray’ın Hülagü’sü -Osman Öztürk-

Üç hafta önce İstanbul 27. Asliye Ceza Mahkemesi “görevi kötüye kullanma”  suçundan hakkımda beş ay hapis cezasına hükmetti. Yok, öyle hemen hapse girecek filan değilim. Hem daha istinaf aşaması var, hem de mahkeme Allah razı olsun “Hükmün Açıklanmasını Geri Bırakma”, HAGB verdi. Yani karar kesinleşir, sonraki beş yılda da kasıtlı olarak bir suç işlersem en yakın eyalet hapishanesini  boylayacağım. Ben yazıya böyle başlayınca “Memlekette İslamcı faşizm kol geziyor, milletvekilleri, belediye başkanları, gazeteciler yıllarca hapislerde yatırılıyor; sen hepi topu beş aycık ceza almışsın, üstelik HAGB uygulanmış, daha ne istiyorsun?” diye düşünebilirsiniz. Tabii ki haklısınız da İslamcı faşizmin  mağduru olduğum için değil muhatabı olduğum için yazıyorum.

∗∗

Barış İçin Akademisyenlerin, BAK’çıların Ocak 2016’da yayınladıkları “Bu suça ortak olmayacağız!” bildirisini hatırlarsınız. Akabinde davalar, gözaltılar, tutuklamalar gelmişti. Sonra, 15 Temmuz İslamcı darbe girişimi gerçekleşmiş, peşinden OHAL ilan edilmiş, darbe girişimini “Allah’ın lütfu” olarak gören iktidar BAK’çıları KHK’lar ile üniversiteden ihraç etmeye başlamıştı. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Nilay Etiler, Prof. Dr. Zelal Ekinci, Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Prof. Dr. Ümit Biçer ve Prof. Dr. Cengiz Erçin de ihraç edilenler arasındaydı. Kendilerini ihraç eden Rektör de tıp fakültesi mezunu olduğu için meslek ahlakına aykırı davranış şikayetiyle TTB’ye başvurdular. Aslında şikayeti Kocaeli Tabip Odası’nın incelemesi gerekiyordu ancak onlar mazeret bildirip incelemeden imtina edince TTB dosyayı İstanbul’a gönderdi. Biz de İstanbul Tabip Odası 2018-2020 Yönetim Kurulu olarak soruşturma açmaya karar verip dosyayı Onur Kuruluna sevk ettik. Bizim yaptığımız sadece bundan ibaretti. Çünkü tabip odalarında Yönetim Kurulu sadece soruşturma açılıp açılmayacağına karar verir. Şikayet edilen kişinin suçlu olup olmadığı ise Onur Kurulu’nun işidir.

∗∗

Rektör işte bu karar için hakkımızda savcılığa suç duyurusunda bulundu. Avukatı bir dilekçe döşenmiş ki, evlere şenlik. Öncelikle şikayet bize sipariş edilmiş. Biz de OHAL dönemi KHK’sıyla yapılan bir işleme soruşturma açarak “disiplin soruşturması kılıfı” ile kendisinin mesleki ve akademik kariyerine halel getirmeye  çalışmışız. Böylece beyefendiyi “ruhsal olarak manen ve meşgul ederek madden  mağdur” etmişiz. Bununla da yetinmemiş, nasıl yapmışsak ihraç edilen profesörlere “haksız menfaat” sağlamaya çalışmışız. Yetmemiş; soruşturma açmak suretiyle, hâşâ huzurdan, “hükümetin, devletin varlığı ve milli güvenliğin  korunması için aldığı önlemleri” sorgulamaya kalkışmışız. Ayrıca bu önlemlerin alınması için çaba gösteren kamu görevlilerinden “intikam almaya, onları  korkutmaya ve yıldırmaya” çalışmışız! İstanbul 27. Asliye Ceza Mahkemesi işte bu dilekçeyi ciddiye alıp yedimize de beşer ay ceza verdi.

Dava sürecinde ne kadar “Soruşturma açma yetkisi bize kanunla verilmiştir, biz görevimizi yaptık.” desek de dinletemedik. Neticede ne TTB, ne de başka bir meslek örgütünün tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir karar çıktı. Doğrudan  meslek örgütü faaliyeti nedeniyle ceza aldık. Peki neden böyle oldu, derseniz onu da anlatayım.

Hakkımızdaki şikayetçi Rektör Prof. Dr. Saadettin Hülagü idi. Kendisi AKP Başkanı Tayyip Erdoğan’ın özel doktoru ve aile dostu olur. Rektörlük görevi sona erince de önce Saray’a danışman, sonra AKP’den milletvekili oldu. Oğlu da  sınavsız olarak memur yapılıp AKP’li Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nde önce Müze, sonra Özel Kalem Müdürü atanmış, bir gün sonra da Saray’a Kamu Diplomasi Koordinasyon Kurulu’na tensip edilmişti. Şikayetçinin arkası bu kadar kuvvetli olunca savcı, hakim ne yapsın, avukatlar, biz ne yapalım!

∗∗

Yalnız, bak Hülagü Beyim, sana bir çift lafım var. Bir kere 15 Temmuz denilen kendi aranızdaki kavgada ne halt yerseniz yiyin, bizi o pisliklere bulaştırmayın. Hem inanmayacaksın ama dünyanın hiçbir kanunu, hiçbir KHK’sı hekimlik meslek ahlakının üzerinde olamaz. İkincisi, ikimiz de tıp fakültesini bitirirken “Meslektaşlarımı kardeşlerim bileceğim” diyerek Hipokrat yemini ettik. Ben değil beş ay, beş yıl da ceza alsam vicdanım rahat. Meslektaşlarımın arasında  onurumla yaşamaya devam edeceğim. Peki, ya sen? Bütün “suçları” bir bildiriye imza atmaktan ibaret olan akademisyenleri, suçsuz oldukları Anayasa Mahkemesi kararı ile de sabit olan beş meslektaşını üniversiteden atan sen? Beş ay ceza bana dert olmadı ama bu sana dert olsun. Saray’ın Hülagü’sü.

                                                              /././

Avrupa solunda neler yaşanıyor?-İbrahim Varlı-

Kapitalist-emperyalist krizin neden olduğu sarsıntıların Avrupa solu üzerindeki semptomları her ülkede farklı şekillerde kendisini gösteriyor. Syriza ve Die Linke bölündü, Halk Cephesi’nde ve İtalyan solunda ciddi ayrışmalar var. Avrupa solunda yaşanan tartışmalar yeni krizlere gebe.

Kapitalizmin derinleşen krizi, neo liberal saldırılar, emperyalist müdahaleler ve durmayan savaşlar… Paylaşım rekabetinin şiddetlendiği, güç mücadelesinin farklı tezahürlerle kendisini gösterdiği bugünkü jeo politik iklimde büyük bir alt üst oluş yaşarken kapitalist-emperyalist barbarlığın neden olduğu sarsıntıların Avrupa solu üzerindeki semptomları kendisini farklı şekillerde gösteriyor.

Avrupa solu büyük bir ayrışma ve tartışmaların merkezinde. Yunanistan’da, Almanya’da, İspanya’da, Fransa’da, İtalya’da ve daha pek çok ülkede sol-sosyalist güçler büyük bir dağınıklık içerisinde. Ayrışmalar, kopmalar, bölünmeler, tartışmaların sarstığı Avrupa solunda yeni yol arayışları oldukça sarsıntılı geçiyor.

YUNANİSTAN: SYRIZA’DA TÜRBÜLANS

Ana muhalefet partisi Radikal Sol Koalisyon - İlerici İttifak-Syriza büyük bir türbülansın içinde. 7-8 yıl önce büyük bir sükseyle iktidara gelen Syriza eline geçen fırsatı tepince irtifa kaybetmeye başladı. Son iki seçimdir ana muhalefet olarak sandıktan çıksa da Amerika’dan ithal Stefanos Kasselakis eylül ayında partinin merkez komitesi tarafından görevden alınınca yeni bir parti kurduğunu açıkladı. Adı henüz konmayan “yeni parti” içim Syriza’dan istifalar başladı, dün de 4 vekil birden ayrıldıklarını açıkladı. Kasselakis, geçen Cuma günü Atina'da Syriza’nın kongresinin yapıldığı salona dahi sokulmamıştı. Bunun üzerine parti kurma kararı alan Kasselakis, “Bugün bir hareket yaratılıyor, bir demokrasi ve özgür yurttaşlar hareketi.” Syriza’nın olağanüstü kongresi çerçevesinde parti liderliği için dört aday; Sokratis Famellos, Pavlos Polakis, Nikos Farantouris ve Apostolos Gletsos için 24 Kasım ve 1 Aralık’ta oylamalar yapılacak.

İTALYA: BİR BÖLEN OLARAK GÖÇMENLER

Avrupa’ya yönelik göç akınının merkez üslerinden olan İtalya’da da sol kriz içinde. Özellikle göçmen meselesi solda ciddi tartışmaların nednei. Aşırı sağcı Georgia Meloni yönetiminin göçmen politikası solda da kafa karışıklığına neden olmuş durumda. Komünist Yeniden Kuruluş Partisi, Halkın Gücü ve İtalyan Komünist Partisi koalisyonu Emilia Romagna seçimleri için aday ve programını sunsa da kriz daha derinlerde. Göç ülkesi İtalya’nın göçmenleri Arnavutluk’a göndermesi sosyalist solun büyük kesimi tarafından eleştiriliyor. Komünist Yeniden Kuruluş Partisi (Rifondazione) “Arnavutluk modeli” olarak ifade edilen mültecilerin yollanmasına şiddetle karşı.

FRANSA: HALK CEPHESİ’NDE DERİN AYRIŞMA

Temmuz ayında yapılan seçimin ikinci turunda aşırı sağa karşı son anda oluşturulan sol ittifak Yeni Halk Cephesi’nde işler yolunda gitmiyor. Parlamentoya birinci sırada girse de Macron tarafından hükümeti kurma yetkisi elinde gasp edilen Yeni Halk Cephesi etkin muhalefet stratejisini hayata geçirse de kendi içinde de ciddi tartışmalarla cebelleşiyor. Boyun Eğmeyen Fransa (LFI) Hareketi’nin ve Halk Cephesi’nin lideri Jean-Luc Mélenchon’a karşı itirazlar yükseliyor. Melenchon’a ittifakın yönelimleri konusunda eleştiriler yönelten François Ruffin ittifaktan ayrıldı. LFI milletvekili Ruffin, “Fransa'nın yarısı değil tamamı” diyerek siyasi yelpazenin genişletilmesini savunuyor. l'Humanité’deki yazılarda Ruffin ile Jean-Luc Mélenchon arasında solun stratejisine dair iki vizyonun çatıştığı kaydediliyor. İtitfaktan ihraçlar, istifalar, çekilmeler de sürüyor. Aynı zamanda 2027 cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik de kimin aday gösterileceğine dair tartışmalar şimdiden başladı. 2027 cumhurbaşkanlığı seçimi Yeni Halk Cephesi içinde zaten kırılgan olan anlayışı da da kırılgan hale getiriyor. LFI, Mélenchon'un tek adaylığı için baskı yapıyor. İttifakın diğer bileşenleri ise kendi gruplarının liderlerini aday gösterme niyetinde.

Raphaël Glucksmann'ın yanı sıra, Bernard Cazeneuve ve Carole Delga’nın liderlik arayışları da başlamış durumda. Bu isimler Jean-Luc Mélenchon ve arkadaşlarıyla yollarını ayırmak isteyenleri etrafında toplama arayışında.

ALMANYA: DIE LINKE’DE İRTİFA KAYBI

Avrupa solunun en büyük aktörlerinden birisi olan Alman Die Linke’de şubat ayında yaşanan büyük arışma sonrasında Sahra Wagenknecht kendi hareketini kurdu. BSW hareketi eyelet seçimlerinde Die Linke’den daha fazla oy alarak eyelet parlamentolarında üçüncü konuma geldi. Sachsen, Thüringen ve Brandenburg eyaletlerindeki koalisyon hükümeti çalışmalarında kilit konumda. Ancak gerek bu eyaletlerdeki hükümet görüşmelerine dair BSW hareketi içinde de anlaşmazlık söz konusu. Ezgi Güneytepe geçen hafta çıkan yazısında Die Linke ve BSW içindeki ayrışma noktalarını özetlemişti. BSW'nin eyalet yönetimi, “Erfurt uzlaşması”na onay vermedi, Wagenknecht de bu anlaşmayı sert bir dille eleştirdi. Eyelet seçimlerinde hüsranı yaşayan Die Linke, Almanya'da yapılması planlanan erken genel seçimlerde liste başı adayları olarak Jan van Aken ve Heidi Reichinnek’i gösterdi. Partinin hedefi yüzde 5 barajını aşmak.

Sol Parti Eş Genel Başkanlıklarına ise bir süre önce Ines Schwerdtner ve Jan van Aken getirilmişti. Van Aken, seçim kampanyasında sınıf mücadelesi yürüteceklerini belirterek, "Bu zamanlarda güçlü bir Sol Parti'ye, Almanya'da güçlü bir sola ihtiyacımız" var" diyerek izleyecekleri hata dair mesajlar verdi.

∗∗

TEMEL AYRIŞMA NOKTALARI

• Göçmenler: Göçmenler meselesi solun en büyük böleni konumunda. Savaşların, çatışmaların, krizlerin neden olduğu durmayan göç akınına karşı sol, kapsamlı-sistemli bir ortak tavır geliştirebilmiş değil. Ülkeden ülkeye “göç akınına yaklaşım farklılık arzediyor.

• Ukrayna savaşı: Göçmenler gibi bir diğer en önemli bölen de Ukrayna-Rusya savaşı. Ukrayna savaşına yaklaşım ve Rusya’ya karşı alınması gereken tavır konusunda solun her katmanı kendi içerisinde de farklılaşıyor. Avrupa solunun önemli bölümü Ukrayna’yı desteklerken bir bir kesimi ise bunun bir emperyalist kapışma olduğunu vurgulayarak NATO’cu politikaları reddediyor. Hükümetlerin savaş politikalarını teşhir ediyor. Alman Die Linke içindeki ayrışmaların önemli madde başlıklarından birisiydi Ukrayna savaşı.

• İsrail-Filistin savaşı: Avrupa solunun sınıfta kaldığı temel konuların başında geliyor İsrail. Özellikle Alman ve Fransız solunun bu konuda küme düştüğünü söylemek mümkün. Neredeyse solun tamamı İsrail’den yana tavır belirlerken Filistin meselesi Hamas’a indirgenerek siyonist yönetiminin insanlık dışı barbarlığına örgütü ve açık destek sunuluyor.

• Sınıf siyaseti: Sosyal demokratlaşmaya başlayan sol-sosyalist hareketlerin sınıf siyasetine yaklaşımları yıllardır süren tartışmalardan birisi. Sendikalarla kurulması gereken bağdan, toplumun dışına itilmeye çalışılan kesimlere kadar bir dizi konuda ayrışma söz konusu. Sınıf kılavuzunu kaybeden solun, egemen siyasete teslim olması Avrupa solunun en büyük handikaplarından. Sol-sosyalist partiler içindeki “sol” kanatların hamleleri dikkat çekse de genel yönelimi belirleyebilmiş değil.

                                                              /././

Başçavuşun eşeği muamelesi -Selçuk Candansayar-

Türkiye siyasetinde kimin neyi, neden yaptığı, yapıp edilenlerin bir plan dahilinde olup olmadığına dair kafalar karışık. Bahçeli’nin “Öcalan’a özgürlük” vaadi ile RTE’yi sıkıştırdığını mı yoksa RTE’nin onu sıkıştırarak bu açıklamayı yapmaya zorladığını mı, yoksa aslında ikisinin kafa kafaya verip bu ortak planı mı uyguladıkları analizlerinin bini bir para değerinde.

Bu ikiliye hamleleri yaptıranın “kadim devlet aklı” olduğunu iddia edenler bile var. Sanki sabit, değişmez, seçilmişlerin dokunamadığı bir devlet aklı olabilirmiş gibi! Sanki bağımsız yargı, bağımsız denetim, işleyen bir parlamento varmış gibi.

Kimileri, siyasi hayatında hiç yenilmediği yanılsamasına kapılarak, RTE’nin büyük bir planı olduğunu ve olup bitenlerin o plan doğrultusunda işlediğini iddia ediyorlar. Görece kaybettiği seçimlerde bile, sonrasında yaptığı hamlelerle daha da güçlendiğini düşünerek RTE’nin büyük bir siyaset ustası olduğunu varsayıyorlar.

Benzer bir yanılsama Devlet Bahçeli hakkında da var. Bahçeli’nin 2001 yılında kimse beklemezken erken seçim isteyerek iktidarı AKP’ye devrettiğini, o zamandan bu yana da siyasetin ana akışını yaptığı hamlelerle hep belirlediğini düşünüyorlar. Ona ismiyle müsemma bir güç vehmedenlerin sayısı az değil.

∗∗

Kürt siyasetinin legal ve illegal temsilcilerinin de bir planları olduğunu iddia edenler de çok. Kayyum darbelerini pazarlık hamleleri olarak gördüklerini ve “onlara” verilecek olana göre yeni Anayasa sürecinde destek ya da köstek olmayı planladıklarını varsayanlar var.

CHP’ye gelince işler daha da karışık. İlk seçimde iktidara gelineceğinden emin olan üç büyük baş koltuğa hangisinin oturacağı konusunda “tatlı bir rekabet” içindeler. Tatlı dememden kasıt yapıp ettiklerinin onlara tatlı gelmesi. Her hafta AKP ile aralarındaki farkın onların lehine açıldığını gösteren kamuoyu araştırmaları ile üçünü de en güçlü aday gösteren kamuoyu araştırmalarını yayınlamakla meşguller. Bir hamle yapıyorlar, sonra ölçtürüyorlar çıkan sonuca göre bir hamle daha yapıyorlar.

Bütün bu “planı olan liderlerin” etrafında birbiriyle etkileşim içinde sıralanan yancı halkaları var. En yakın halkada kaderlerini liderin kaderine bağlamış gibi görünenler var. Onlar sanki ölümüne liderci gibiler. Diğer halkalarda ise bir şekilde iktidarın eteğine tutunarak iş görmek isteyenler sıralanıyor.

Yeni zamanların “lider siyaseti” akımının bir yansıması bu durum. Lider etrafındaki halkaları besleyerek ve o halkalardan beslenerek davranmak zorundadır. Kaçınılmaz olarak da kibarca “fırsatçı ve yararcı” denilebilecek, “ilkesiz ve ahlaksız”  bir akıl kullanır. Bugünün dostu yarının düşmanı olabilir, hatta bunun tersi de doğrudur.

Bu hale ilginç bir örnek dışarıdan verilebilir. Trump birinci başkanlık döneminde Twitter’ı kapatmak istiyordu. Sonra E. Musk Twitter’ı satın alıp adını ve algoritmalarını değiştirdi ve X, Trump’ın ikinci kez seçilmesinde başat bir rol oynadı.

∗∗

Liderler ve çevrelerindeki halkalar arasındaki ilişkinin “sanki ölümüne bağlılık” gibi görünmesi de yanılsamadır. Hem lider çevresindekilere ölümüne güvenmez, hem de halkalar lideri her an “satabilirler”. Günümüz siyasetinin çete ya da mafya siyaseti olarak adlandırılması biraz da bu yapısal özelliği nedeniyledir.

Herkesin ilkesiz olduğu bir siyasal alanda ilkesizlik bir ilkeye dönüşür ve kimse tarafından yadırganmaz, ahlaksızlık olarak tanımlanmaz. Hani mafya filmlerinin meşhur repliği gibi işler siyaset. En yakın dostunu öldürürken söylenen, “kusura bakma, biliyorsun bu sadece iş” mazeretinden söz ediyorum.

Lider ve yancıları siyasetinin bizatihi yanılsaması ise liderlerin kendilerinin de bir planları olduğunu sanmalarıdır. Hamlelerinin bekledikleri sonucu vereceğini zannederek hamle ederler. Yanılsamalarının en büyük nedeni de aslında “akıllarının kıt ve kısıtlı” olmasıdır. Kısıtlıdan kastım uzun vadeli düşünememeleri ve attıkları adımın bekledikleri sonucu vereceklerini sanmalarıdır. Kıt olmasından kastım da beklediklerinden farklı bir sonuç çıktığında bu sonucu kendi kendilerine “istenmeyen etki, yan etki” gibi görmeleri ve ortaya çıkan yan etkinin de başka bir hamle ile giderilebileceğini sanmalarıdır. Bu halin bir kısır döngü olduğunu bile idrak edemezler.

Lider ve yancıları ya da çete siyaseti denilebilecek bu tarz siyasetin en büyük yanılgısı, toplumsal değişkenler ve toplumun gerçek hayat deneyiminin etkilerine, kısaca topluma ve ondan çıkan sese başçavuşun eşeği muamelesi yapılmasıdır. Önemsenmeyen, bir değeri olmayan gürültü yani.

İçinde bulunduğumuz zamanda toplumdan gelen gürültü başçavuşun eşeğinin gaz çıkarması değil, şimdilik sadece ufak çaplı gibi görünen bombalar patlıyor. Bu ufak çaplı görünen patlamaların sonuçlarının ne olacağını kesin olarak bilmek mümkün olmayabilir belki ama pek de iyi şekilde sonuçlanmayacağa benziyor, değil mi?

                                                                  /././

Yurdun dört yanı direniş alanı -Gözde Bedeloğlu-

BM İklim Değişikliği Zirvesi (COP29) yarın Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de başlıyor. Pek çok kez bir araya gelinmiş olmasına rağmen iklim krizinin çözümüne yönelik kayda değer bir ilerlemenin sağlanamadığı bu toplantılara güven oldukça azalmışa benziyor. “Ne kadar üretim o kadar tüketim” şiarıyla yaşayan kapitalizmin ‘büyük’ liderleri de bu yıl toplantıda olmayacaklarını bildirdi. Avrupa Komisyonu Başkanı Von Der Leyen, Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Almanya Başbakanı Scholz, ABD Başkanı Biden, Rusya Devlet Başkanı Putin, Kanada Başbakanı Trudeau, Hindistan Başbakanı Modi, Çin Devlet Başkanı Jinping, Avustralya Başbakanı Albanese…

İklimin krize girmesinde büyük pay sahibi olan bu büyük devletlerin sahada top çevirmekten başka iş yapmadığını düşünen Papua Yeni Gine Başbakanı James Marape, protesto amacıyla ülkesinin COP29’a katılmayacağını açıklamıştı. Euronews’ün haberine göre, okyanuslarla çevrili ve gezegendeki en geniş üçüncü yağmur ormanlarına sahip Papua Yeni Gine iklim değişikliğinin etkilerine karşı son derce savunmasız. Dışişleri Bakanı Tckatchenko, iklim zirvesindeki üst düzey görüşmeleri “tamamen zaman kaybı” olarak gördüklerini ve “artık boş vaatlere ve eylemsizliğe tahammül etmeyeceklerini” söyledi. Zirveye ev sahipliği yapan Azerbaycan’a ait SOCAR şirketi önümüzdeki yıl daha fazla fosil yakıt çıkarmayı hedefliyor.

BirGün’den Tuğçe Çelik’e konuşan akademisyen Dr. Burak Kesgin, iklim krizi gündeme gelir gelmez, başta fosil yakıt endüstrisi olmak üzere bu yakıtların kullanımının kısıtlanması ya da bu yakıtların kullanılmasından vazgeçilmesi yüzünden zarara uğrayacak çıkar çevrelerinin sistematik bir direnişe geçtiğini; iklim değişikliği inkarcılığının bu çevreler tarafından yaratılan ve fonlanan bir karşı hareket olarak siyasileri ve kamuoyunu iknaya çalıştığının altını çizdi ve kapalı kapılar ardında lobicilik faaliyetlerine durmaksızın devam edildiğini söyledi. BBC’nin zirve öncesi ulaştığı bir belge Kesgin’in sözlerini kanıtlar nitelikte. Azerbaycan’ın COP29 ekibinin başkanı Elnur Soltanov, potansiyel bir yatırımcı gibi davranan biriyle, devlet petrol ve gaz şirketi SOCAR’da yatırım fırsatları hakkında konuşurken görüntülendi. Soltanov video kaydında, “geliştirilmesi gereken çok sayıda gaz sahamız var” diyor. 1965 yılında Türkiye Petrolleri tarafından kurulan petrokimya şirketi PETKİM’in %51 oranındaki kamu hissesi, 2008 yılında AKP tarafından Azeri SOCAR’a satılmıştı.

                                                          ***

BirGün muhabiri Tuğçe Çelik’in haberinde öne çıkan diğer bir konu Lancet Sağlık ve İklim Değişikliği Geri Sayım 2024 raporunda yer alan güncel bilgiler. Sağlık ve iklim değişikliği arasındaki bağlantıyı ortaya koyan raporda 2023’ün kalıcı kuraklıklar, ölümcül sıcak hava dalgaları, mega orman yangınları, fırtınalar ve seller ile dünya çapında insanların sağlığı, yaşamları ile geçim kaynakları üzerinde yıkıcı etkileri olan ve kayıtlara geçen en sıcak yıl olduğu yer aldı. Raporda ayrıca 2016 ile 2022 yılları arasında küresel ağaç örtüsünün yüzde 5’ine denk gelen yaklaşık 182 milyon hektar ormanın yok edildiği belirtildi. İklim krizi ile mücadelede fosil yakıt kullanımının azaltılmasının önemi kadar orman varlıklarının korunması da birincil öncelikte. Türkiye, bu konudaki sabıkalı ülkelerden biri. AKP, yurdun dört yanında işletme izni verdiği maden şirketlerinin ağaç katliamı yapmasına göz yumuyor, karşı çıkan halkı da cezalandırıyor. Muğla’daki Akbelen ormanında maden çalışması başlatan YK Enerji ve LİMAK Holding’in 780 dönümlük alanda yaptığı ağaç katliamını protesto etmek için eyleme başlayan İkizköylüler hem kolluk tarafından darp edilmiş hem de haklarında dava açılmıştı. İlk duruşma 12 Kasım Salı günü görülecek.

                                                      ***

AKP’nin bir diğer gözde şirketi Cengiz Holding’in, ülkenin önemli doğal varlıklarından Kazdağları’ndaki maden projesi de tepkilere rağmen sürüyor. İktidarın desteğiyle maden sahasını devamlı genişleten Cengiz Holding’in Çanakkale Hacıbekirli köyündeki altın ve bakır madeni projesi için 1 milyon ağaç yok edilecek. İşaretlenen ağaçların kesimine başlandı. Yöre halkı ormanlarla beraber zarar görecek olan temiz su ve tarım alanlarının korunması için destek çağrısı yaptı. 600 hektardan 6 bin hektara çıkarılan proje alanı için hazırlanan ÇED raporuna göre Cengiz Holding 19 yıl boyunca bakır ve altın çıkarma yetkisine sahip. AKP, bu talancı şirketlere izin ve yetkiyi bizzat kendisi veriyor. Küresel, yerel fark etmeksizin iklim krizi ve çevre tahribatının olası sonuçlarıyla ilgilenmeyen AKP sayesinde Türkiye bugün, işçisiyle köylüsüyle, yaşam hakkının savunulduğu dev bir direniş alanına dönüşmüş durumda.

                                                               /././

MADO’nun yandaş sahipleri korundu!-İsmail Arı-

Manolya Sitesi, depremde 35 kişiye mezar oldu. Ancak bir sanık bile cezaevinde değil. 22,5 yıla kadar hapsi istenen MADO’nun sahipleri de gözaltına alınmadıkları gibi adli kontrol kararıyla imza bile atmıyorlar.

Deprem felaketinin üzerinden 22 ay geçse de açılan davalarda adalet sağlanmıyor. Bunun örneklerinden birine 35 kişiye mezar olan Manolya Sitesi davasında imza atıldı. 6 Şubat 2023’teki depremde, Maraş’ın Onikişubat İlçesindeki 2 bloklu Manolya Sitesi’nde 35 kişi hayatını kaybetti, çok sayıda yurttaş yaralandı. Ardından Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığı Deprem Suçları Soruşturma Bürosu tarafından iddianame hazırlandı. Açılan davada, 2 blokun yıkımından altı sanık sorumlu tutuldu ve yargılama başladı. Bilirkişi raporunda, kalitesiz beton ve demir kullanıldığı, A Blokun altında bulunan Tarhanacı Kafe’nin bağımsız duvarları kaldırıp ilave kat eklentisi yaptığı, B Blokun altındaki Haşiroğlu Tarhana isimli dükkanın ilave asma kat yaptırdığı ve bunların da binanın yıkımda etkili olduğu vurgulandı.(

Bu nasıl hesap?

TÜİK’in işsizlik verileri AKP’nin hesap anlayışını da ortaya koydu. Eylül 2022’de %10,1 olan dar tanımlı işsizlik oranı %8,6’ya gerilerken gerçek işsizliği gösteren atıl işgücü oranı ise %20,5’ten %25’6’ya yükseldi.(https://www.birgun.net/haber/bu-nasil-hesap-575071)

                                                                     ***
Cumhur’un belediyeleri usulsüzlük yuvası -Mustafa Bildircin-
Mali denetimler, 23 yıl boyunca AKP ve MHP tarafından yönetilen, seçimde ise el değiştiren Ankara’daki ilçe belediyelerinin usulsüzlük yuvası haline geldiğini gösterdi. Mamak, Keçiören ve Etimesgut belediyelerinin denetim raporlarının sayfaları, birçok usulsüzlükle doldu.(https://www.birgun.net/haber/cumhurun-belediyeleri-usulsuzluk-yuvasi-575084)
                                                              ***
(Birgün)



 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder