T24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -28 Aralık 2024-

Yüksek enflasyonda madem faizi indirebiliyorsunuz, neden asgari ücreti baskılıyorsunuz?-Mustafa Durmuş-

Sanayicisinden, inşaatçısına, büyük tüccarından bankacısına kadar sermaye sınıfının kârlarını daha da artırarak onları mutlu ederken, asgari ücreti açlık ücretine dönüştürerek işçi sınıfını, emekçileri perişan ettiğinizin farkında değil misiniz?

Malum, perşembe günü TCMB’nin faiz konusunda ne yapacağı merak ediliyordu.

TCMB yayınladığı duyuru ile politika faizini 2,5 puan indirerek yüzde 47,5’e düşürdü. Böylece Cumhurbaşkanının “yıl sonundan itibaren faizlerin indirilebileceğine ilişkin” öngörüsü de gerçekleşmiş oldu.

Duyuruda bu faiz indiriminin gerekçesi özetle,” toplam talep ve enflasyondaki iyileşme” olarak şöyle ifade ediliyor:

“Enflasyonun ana eğilimi kasım ayında yataya yakın seyretmiştir. Öncü veriler aralık ayında ana eğilimde düşüşe işaret etmektedir.  Son çeyreğe ilişkin göstergeler yurt içi talebin yavaşlamayı sürdürerek enflasyondaki düşüşü destekleyici seviyelerde bulunduğunu göstermektedir. Temel mal enflasyonu düşük seyretmeye devam ederken, hizmet enflasyonundaki iyileşme belirginleşmektedir. İşlenmemiş gıda enflasyonu önceki iki aydaki yüksek seyrin ardından aralık ayında ılımlı görünmektedir… Para politikasındaki kararlı duruş; yurt içi talepte dengelenme, Türk lirasında reel değerlenme ve enflasyon beklentilerinde düzelme vasıtası ile aylık enflasyonun ana eğilimini düşürmekte ve dezenflasyon sürecini güçlendirmektedir. Maliye politikasının artan eşgüdümü de bu sürece önemli katkı sağlayacaktır”.

Nitekim birçok ana akım iktisatçı ve TOBB gibi sermaye örgütü faiz indirimini yerinde bulurken, basın açıklamasında yer alan toplam talep ve enflasyondaki düşüş eğilimine vurgu yaptılar.

Para-maliye-gelir politikası üçlüsü

Biraz iktisat kitaplarına dönüş yapalım. Kitaplar piyasa ekonomilerinde iktidarların enflasyonu düşürme konusunda kullanabileceği para, maliye ve gelir politikası gibi üç önemli politika aracı olduğunu yazarlar. Ayrıca bu kitaplarda bu üç aracın birbiriyle uyumlu kullanılması gerektiği de ileri sürülür.

Örnek olarak, eğer enflasyonla mücadele söz konusuysa ve enflasyonun nedeni olarak da toplam talebin toplam arzdan çok yüksek olma hali gösteriliyorsa (ki Türkiye’de ağırlıklı resmi görüş bu yönde), bu üç politika aracının da sıkı olması gerekir. Yani sıkı para, sıkı maliye ve sıkı gelir politikası üçlüsünün uyumlu olması, biri “beyaz” derken diğerlerinin “siyah” dememesi gerekir.

İktidar bu kurala ne kadar uyuyor?

Maliye politikası bir süredir sıkılaştırılıyor. 2025 yılında çok daha sıkı bir maliye politikası uygulanacağı Orta Vadeli Program ile daha önce açıklanmıştı.

Örnek olarak, mevcut yüzde17,4’lük toplam vergi yükünün (vergi/GSYH) seneye yaklaşık 1 puan yükseltilerek yüzde18,3’ün üzerine çıkarılması maliye politikasında sıkılaşmayı gösteriyor. Yani seneye daha fazla vergi salınacak.

Siyasal iktidar genelde sermayeden vergi almayı tercih etmediği için bu vergileri ağırlıklı olarak emekçilerden, halktan toplayacak. Son zamanlarda gerek elektrik ve doğal gaz fiyatlarına, gerekse de benzin, motorin, LPG ve alkollü içkiden alınan vergilere yapılan zamlar bunun bir kanıtı. Bu yüzden de bir maliye politikası aracı olarak 2025 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi gelecekte halktan yana değil, halka daha fazla kemer sıktıran bir bütçe olarak anılacaktır.

Harcamalar tarafında da özellikle de personele dönük harcamalarda ve halka dönük sosyal harcamalarda ve yatırım harcamalarında ciddi bir kesinti yani kemer sıkmaya gidileceği Bütçede açıklandı.

Kısaca, Bütçe önümüzdeki yıl kamu emekçilerinin ücret ve maaşlarına bu kesimleri rahatlatacak bir zam yapılmasının mümkün olmayacağını ifade ediyor. Zira personel harcamaları 2023’ten 2024’e yaklaşık yüzde102 oranında artırılmışken, 2025’te bu artışın sadece yüzde 30 olması hedefleniyor. Hali hazırda 11 aylık sermaye transferlerinin sadece yüzde 10 oranında gerçekleşmesi ise (eğer aralık ayında bu açık kapatılmazsa), izlenen maliye politikasının yeni yatırımların yapılmasını amaçlamadığını gösteriyor.

Yüzde 44 yeniden değerleme oranı

İlave olarak, yüzde 43,93 olarak belirlenen yeniden değerleme oranını düşürme yetkisi varken Cumhurbaşkanı bu yetkisini kullanmadı.

Böylece devlet, gelir vergisi dilimleri, motorlu taşıtlar vergisi tutarları, çevre temizlik vergisi tutarları, usulsüzlük, özel usulsüzlük cezaları gibi çeşitli had ve miktarlar, maktu damga vergileri ve damga vergisine ilişkin üst sınır, yurt dışı çıkış harcı, pasaport harçları ve trafik cezaları da dahil olmak üzere, alacakları konusunda hedeflenen enflasyon oranının (yüzde 21) en az iki katı bir oran uygulayacak.

Son üç yılın en düşük asgari ücret zammı

Gelirler politikası alanında son yılların en düşük asgari ücret zammının yapılması (yüzde 30) iktidarın sıkı gelir politikası uygulamaya kararlı olduğunu gösteriyor.

Çünkü 2023 yılında asgari ücrete yüzde 34’ü; 2024 Ocak ayında yüzde 49’u aşan oranda zam yapılmıştı. Bu yıl bunun yüzde 30’a düşürülmesi enflasyonla mücadelenin faturasının asıl olarak toplumun en yoksullarına, en korumasızlarına, en örgütsüzlerine ödettirileceğinin bir kanıtı.

Son olarak, para politikası kapsamında politika faizinin düşürülmesi ve bu düşüşün muhtemelen sürecek olması bundan böyle sıkı para politikasından adım adım vaz geçileceği yani bu politikanın gevşetileceği anlamına geliyor.

Bu, artık “bir erken seçim hamlesi midir yoksa sermayenin özellikle de durgunluk ve ağır borç yükü içindeki kesimlerinin rahatlatılarak gazlarının alınma operasyonu mudur”, ilerde anlaşılacak.

2 sıkı 1 gevşek

O halde biz emekçiler adına şu soruları soralım iktidara:

Eğer politika faizini “enflasyonda durum iyiye gidiyor” diye düşürdüyseniz, aynı gerekçeyle asgari ücretliye daha fazla zam yapabilirdiniz, neden yapmadınız?

Toplam talebi düşürmek için asgari ücret zammını daha yüksek tutamadığınızı söylüyorsunuz. Peki faiz indirimleri toplam talebi (para kullanma ve kredi maliyetlerinin düşmesinden dolayı) artırmayacak mı?

Neden patronlar söz konusu olduğunda vidayı gevşetiyor, işçiler söz konusu olduğunda vidayı daha da sıkıyorsunuz?

Sanayicisinden, inşaatçısına, büyük tüccarından bankacısına kadar sermaye sınıfının kârlarını daha da artırarak onları mutlu ederken, asgari ücreti açlık ücretine dönüştürerek işçi sınıfını, emekçileri perişan ettiğinizin farkında değil misiniz?

                                                                 /././

İçişleri Bakanlığı müfettişleri, İBB’yi nasıl denetliyor, hangi konu başlıklarına mercek tutuyor?-Tolga Şardan-

İçişleri Bakanlığı Mülkiye Teftiş Kurulu, İETT için 111 sayfalık, İSKİ’ye yönelik ise; 150 sayfalık denetim rehberi hazırladı. Uzun sözün kısası; İBB, iğneden ipliğe denetleniyor.

İçişleri Bakanlığı, geçtiğimiz günlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde (İBB) detaylı denetim başlattı, bilindiği üzere.

Siyasette tartışmalara neden olan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önceki gün TBMM’de AKP Grup Toplantısı’nda dile getirdiği İBB ve Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin konser ve festival harcamalarının incelendiği özel teftiş, devam eden genel denetimin dışında. 

Aslında bu doğrudan İBB’ye yönelik bir denetim değil. Bakanlık, 2024 yılı kış teftişi programı çerçevesinde, İstanbul Valiliği ve bağlı birimlerini Mülkiye teftişine tabi tuttu.

Kalabalık müfettiş grubu İstanbul’un tüm ilçelerini mercek altına aldı. Bu denetim, iki başlı inceleme sürecini beraberinde getirdi. Bir ayakta valilik ve 39 ilçeyi yöneten kaymakamlıklara bağlı kamu kurumları var.

Diğer ayakta ise, çoğunluğu muhalefetin elindeki yerel yönetimler yani İBB ve tüm ilçe belediyeleri yer alıyor.

Bu çerçevede valilik çatısı altındaki teftiş programı uygulanınca, İBB’de de görev alan Mülkiye Teftiş Kurulu’na bağlı müfettişler son derece detaylı denetim yürütüyor.

Peki bu teftiş/denetim nasıl gerçekleşiyor? Müfettişler, hangi konuları mercek altına alıyor?

İBB başta olmak üzere, ülke genelindeki büyükşehir belediyelerinin denetimi için İçişleri Bakanlığı’nca özel denetim rehberi hazırlandı, geçen şubatta.

Her yıl güncellenen ve 2024 yılındaki İçişleri Bakanlığı’nın yerel yönetimlere yönelik yaz ve kış teftişleri hakkındaki rehber, 260 sayfadan oluştu.

Elbette, teftiş rehberini buraya birebir sığdırmak mümkün değil. Okura fikir vermesi açısından önemli bölümlerinin aktarılması daha doğru, kanımca.

Rehberin asıl iskeletini, yerel yönetimlerin faaliyetlerini düzenleyen 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu oluşturuyor. Ayrıca 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun hükümlerini kapsayan faaliyetler, rehber eşliğinde müfettişlerce tek tek inceleniyor.

İmamoğlu’nun görev ve yetkileri incelenecek

Belediyenin incelemeye alınan birimlerine geçmeden önce; bizzat İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun da görev ve yetkileri nedeniyle incelemeye alındığını belirteyim. Müfettişler, teftiş rehberi içeriğinde yer alan ve İBB Başkanı’nın yasalar ile diğer mevzuattan gelen belli başlı şu görevlerini / yetkilerini inceleyecek:

* Belediye teşkilatının en üst amiri olarak belediye teşkilâtını sevk ve idare etmek, beldenin ve belediyenin hak ve menfaatlerini korumak.

* Belediyeyi stratejik plana uygun olarak yönetmek, belediye idaresinin kurumsal stratejilerini oluşturmak, bu stratejilere uygun olarak bütçeyi hazırlamak ve uygulamak, belediye faaliyetlerinin ve personelinin performans ölçütlerini belirlemek, izlemek ve değerlendirmek, bunlarla ilgili raporları belediye meclisine sunmak.

* Büyükşehir belediye meclisi ve encümenine başkanlık etmek, bu organların kararlarını uygulamak.

* Yasayla büyükşehir belediyesine verilen görev ve hizmetlerin etkin ve verimli bir şekilde uygulanabilmesi için gerekli önlemleri almak.

* Büyükşehir belediyesinin ve bağlı kuruluşları ile işletmelerinin etkin ve verimli yönetilmesini sağlamak, büyükşehir belediyesi ve bağlı kuruluşları ile işletmelerinin bütçe tasarılarını, bütçe üzerindeki değişiklik önerilerini ve bütçe kesin hesap cetvellerini hazırlamak.

* Büyükşehir belediyesinin hak ve menfaatlerini izlemek, alacak ve gelirlerinin tahsilini sağlamak.

* Yetkili organların kararını almak şartıyla, büyükşehir belediyesi adına sözleşme yapmak, karşılıksız bağışları kabul etmek ve gerekli tasarruflarda bulunmak.

* Mahkemelerde davacı veya davalı sıfatıyla ve resmî mercilerde büyükşehir belediyesini temsil etmek, belediye ve bağlı kuruluş avukatlarına veya özel avukatlara temsil ettirmek.

* Belediye personelini atamak, belediye ve bağlı kuruluşlarını denetlemek.

* Gerektiğinde bizzat nikâh kıyıp kıymak.

* Diğer kanunların belediye başkanlarına verdiği görev ve yetkilerden büyükşehir belediyesi görevlerine ilişkin olan hizmetleri yerine getirmek ve yetkileri kullanmak.

* Bütçede yoksul ve muhtaçlar için ayrılan ödeneği kullanmak, engellilerle ilgili faaliyetlere destek olmak üzere engelli merkezleri oluşturulması.

* Kamu kaynağında önemli ölçüde tasarruf sağlanmasında, kamu zararının oluşmasının önlenmesinde, gelirlerin artırılmasında ve sunulan hizmetlerin etkinlik ve kalitesinin yükseltilmesinde etkiye sahip olan ödül sisteminin personele uygulanması.

Hangi birimler var?

Müfettişlerin inceleyip rapor hazırlayacakları İBB birimlerinin bazıları şöyle:

İnsan Kaynakları ve Eğitim Dairesi, Zabıta Dairesi, İtfaiye Dairesi, Teftiş Kurulu Başkanlığı, Mali Hizmetler Dairesi, Destek Hizmetleri Dairesi, Çevre Koruma Ve Kontrol Dairesi, Fen İşleri Dairesi, Bilgi İşlem Dairesi, İmar ve Şehircilik Dairesi, Afet İşleri Dairesi, İklim Değişikliği ve Sıfır Atık Dairesi, İşletme ve İştirakler Dairesi, Kırsal Hizmetler ve Mezarlıklar Dairesi, Kent Estetiği Daire, Sağlık İşleri Dairesi, Yazı İşleri ve Kararlar Dairesi, Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Dairesi, Dış İlişkiler Dairesi, Ulaşım Dairesi, Emlak ve İstimlak Dairesi, Makine İkmal Bakım ve Onarım Dairesi, Özel Projeler ve Dönüşüm Dairesi, Yapı Kontrol Dairesi, Kültür ve Sosyal İşler Dairesi, Sosyal Hizmetler Dairesi, Kültür ve Tabiat Varlıkları Dairesi, Muhtarlık İşleri Dairesi, Hukuk Müşavirliği.

Taşınır ve taşınmaz mal işlemleri

İçişleri Bakanlığı müfettişleri, incelemeleri sırasında İBB’nin taşınır ve taşınmaz mal işlemlerini de inceleyecek.

Özellikle halen yürürlükteki Taşınır Mal Yönetmeliği çerçevesinde İBB’nin envanterinde bulunan taşınır tüm malların ve eşyaların, kayıtlarının tutulmadığına bakılacak.

Bu başlık altında; harcama yetkililerinin taşınırların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak edinilmesinden, kullanılmasından, kontrolünden, kayıtlarının yönetmelikte yer alan esas ve usullere göre saydam ve erişilebilir şekilde tutulup tutulmadığı tespit edilecek.

Ayrıca, belediye personelinin, kendilerine teslim edilen devlet malını korumak ve her an hizmete hazır halde bulundurmak için gerekli tedbirleri alıp almadıkları; kasıt, kusur, ihmal veya tedbirsizlik belediyenin zarara uğrayıp uğramadığı ve zararın personelden tespit edilip edilmediği, müfettişlerce araştırılan diğer konu başlığı.

Ve ihaleler…

Bilindiği üzere, yerel yönetimlerle ilgili kamuoyuna yansıyan en önemli konu başlıkları arasında Devlet İhale Yasası ve Kamu İhale Yasası çerçevesinde gerçekleştirilen ihaleler geliyor.

Söz konusu iki ihale yasası kapsamında alım, satım ve kiralama işlemleri sırasında yerel yönetimlerin başı epeyce ağrıyor.

Gerek muhalefet gerekse iktidardaki belediye yönetimleri ihaleler hakkında sürekli kamuoyunda tartışılıyor.

İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin İBB’de detaylı incelemeye aldığı iki farklı yöntemdeki ihaleler için bakanlık yönetimi tam 210 sayfadan oluşan özel teftiş rehberi hazırladı.

Müfettişler incelemelerinde, Devlet İhale Yasası’ndan daha çok Kamu İhale Yasası’na yoğunlaşıyor.

İBB’nin gerçekleştirdiği Kamu İhale Yasası kapsamındaki ihalelerde, müfettişlerin mercek altına aldığı konu başlıkları ise şöyle:

İhalelerde uyulması zorunlu hususlar, yaklaşık maliyet, ihale dokümanının hazırlanması ve şartnameler, ihale onayı, ihale komisyonu ve ihale işlem dosyası, ilanla ilgili iş ve işlemler, ihaleye katılım kuralları, ihale usulleri, doğrudan temin, tasarım yarışmaları, tekliflerin ve başvuruların sunulması, tekliflerin değerlendirilmesi, danışmanlık hizmet ihaleleri ile ilgili özel hükümler, ihalelere yönelik başvurular ve inceleme, yasaklar ve ceza sorumluluğu, bildirim ve tebligat esasları, 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu’na göre yapılan iş ve işlemler, muayene ve kabul işlemleri, yapım işlerine ilişkin muayene ve kabul işlemleri, hizmet alımı ve danışmanlık hizmet alımına ilişkin muayene ve kabul işlemleri, mal alımlarına ilişkin muayene ve kabul işlemleri.

İSKİ ve İETT incelemesi

Mülkiye müfettişlerinin çalışmaları bu kadarla sınırlı değil elbette. Tıpkı İBB’nin genel iş ve işlemleri kadar iki önemli belediye kurumunun tüm kayıtları incelenecek.

İETT ve İSKİ’nin denetlemesi için tıpkı diğer birimler ve ihalelerin incelenmesinde kullanıldığı gibi iki ayrı teftiş rehberi hazırlandı.

İçişleri Bakanlığı Mülkiye Teftiş Kurulu, İETT için 111 sayfalık, İSKİ’ye yönelik ise; 150 sayfalık denetim rehberi hazırladı.

Uzun sözün kısası; İBB, iğneden ipliğe denetleniyor.

Sonuç raporlarının önemi

Müfettişler yaklaşık üç hafta daha İBB’de çalışacaklar ve şubat başı itibarıyla raporlarını bakanlığa teslim etmeye başlayacaklar.

Soru işareti bulunan konularda gerekirse bilirkişiler aracılığıyla hazırlanan raporlar dikkate alınacak.

Sorunlu konular için muhataplarına adli veya idari yargı yolunu açacak raporlar kaleme alınacak. Bu raporlar İçişleri Bakanlığı ile İstanbul Adliyesi’ne gönderilecek.

İç siyasette gelinen son noktada; gelecek yıl erken seçim yapılması yönünde siyasi değerlendirmeler var. Takvim ve ortamın oluşmasıyla beraber TBMM’nin erken seçim kararı alma olasılığı, İBB’deki teftiş ile sonuçlarını daha önemli hale getirdi, kuşkusuz. 

Hele ki, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun siyasetteki rolünü düşündüğümüzde…

                                                              /././

KKTC'de 5 kişinin toplu tecavüzüne uğradı; "ifadeni değiştir kafana sıkarız" diye tehditler alıyor

21 yaşındaki İrem'e tecavüz edenler o anları cep telefonlarına kaydetmiş.  KKTC’de nisan ayında 5 kişinin toplu tecavüzüne uğrayan 21 yaşındaki İrem G. tutuklu yargılanan sanık yakınlarından tehditler aldığını belirterek sosyal medyadan "Ne olur, yardım edin, ölmek istemiyorum" çağrısında bulundu.(https://t24.com.tr/haber/kktc-de-5-kisinin-toplu-tecavuzune-ugradi-ifadeni-degistir-kafana-sikariz-diye-tehditler-aliyor,1205958)

                                                          ***

Çam ağaçları ve yılbaşı bilmeyen mahpus çocuklar -Gökçer Tahincioğlu-

Eğitimevlerinin yapısı çocuklara daha uygun ama eğitimevine gidebilmek, davanın sonlanması, cezanın kesinleşmesi ile mümkün. Davalar öylesine uzuyor ki çocuklar 18 yaşını aşıyor ve eğitimevi görmeden, cezaevinde büyümüş oluyor. Koşullar ağır. Son 10 yılda cezaevlerinde 11 çocuk intihara sürüklenmiş…

Yaşı 40’ı aşmış olan ve dünyaya biraz olsun makul bakabilen insanlar için Türkiye’deki tartışmalar çoktan can sıkıcı bir ezbere dönüşmüştür.

Işıltılı, renkli çam ağaçları misal.

Her inanç sisteminin kendine ait güzellikleri var…

Noel tatilinin ne zaman olduğunu normalde bilmeyen ve hatta umursamayan ancak Noel’i kutlayan komşularına saygı gösteren, onlarla kutlamaya gayret eden bir mahallede, bir kentte büyüyen insanlar için tartışmalar daha da can sıkıcı…

Zira bir başka inancın adetlerine saygı göstermenin, onlarla kutlamanın, bazen onlar için kutlamanın, bu ülkenin farklı inançlara mensup, zaten ötelenmiş insanları için çaba göstermenin güzelliği yerine, bitmeyen bir döngüde devam eden tartışmalara teslim olmanın iyi bir tarafı yok…

Çam ağacı süslemek de her zaman bununla ilgili değil zaten. Can sıkıcı ezber bundan değil…

Zira henüz çocukken, nadir de olsa bulunarak süslenen küçük plastik çam ağaçlarına öfkeyle, “Bunlar Hıristiyan adetleri, bu ülkeyi haçlı yapamayacaksınız” diye bağıran adamlarla tanışıp, 30-40 yıl sonra aynı ses tonunu, aynı cümleyi görmek, iki adım yol gidilemediği gibi, gidilecek yolların da giderek zemini bozuk bir yokuşa dönüştüğünü anlamayı sağlıyor.

* * *

Yıllar içinde çam ağaçlarını süsleyenlerin sayısı arttı.

Süslü çam ağaçları güzel göründüğünden, yeni bir yıla girme duygusunun insana iyi gelmesinden.

Bağıranların sayısı da arttı.

Türkiye, “Haçlı” ülkesi olmadı bu geçen yıllarda. Birileri çaba gösterdiği, bağırdığı için değil, zaten böyle olamayacağı için, ağaçların böyle bir kudreti bulunmadığı için, insanların kendilerine ait inançları, o inancı yaşama biçimleri olduğu için…

* * *

Mesele bu da değil… Zaten mesele olmaması gerekir.

Ama bunu tartıştırmak daha kolay ve zahmetsiz…

Zira gerçeği ıskalamak konusunda, yüzleşmekten kaçmak konusunda mahir bir memleket burası.

Memleketin bir yerinde bir çam ağacının süslenmesi konusunda hassasiyet gösteren “vatanperver” insanların bu ülkenin çocukları için de iki söz söylemesi beklenir misal…

İnsan hakları savunucusu, edebiyatçı Sevinç Koçak’ın özenle hazırladığı çalışmaya bakarken, cezaevlerindeki çocuklar yeni bir yılı nasıl kutlar diye geçiyor insanın aklından. Bütün bunları anımsamak bundan…

TÜİK ve Ceza İnfaz Kurumu istatistiklerine göre hazırlanan bir çalışma bu.

Rakamlar ürkütücü.

Cezaevlerindeki çocuk sayıları…

Bu yılın Nisan ayında 2 bin 912, Mayıs ayında 2 bin 983, Haziran ayında 3135, Temmuz ayında 3214, Ağustos ayında 3252, Eylül ayında 3432, Ekim ayında 3532, Kasım ayında 3690 ve Aralık ayında 3835 çocuğun tutuklu ya da hükümlü statüsü ile cezaevlerinde bulunduğunu gösteriyor. Her ay yükselen rakamlar. 12-18 yaş arası çocuklar bunlar.

* * *

2023 verileri aslında bu noktaya gelineceğini de gösteriyordu çalışmaya göre.

2023’te 178 bin 834 çocuk kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiasıyla, 11 bin 179 çocuk kabahat işlediği iddiasıyla, 4 bin 228 çocuk bu nedenlerin dışında kalan diğer nedenlerden dolayı güvenlik birimlerine geldi veya getirildi.

* * *

2024’te, nisan ile aralık ayları arasında çocuklara verilen hapis cezalarında bine yakın artış görünüyor. Çocukların güvenlik birimlerine getirilme nedenlerine bakalım:

- Yüzde 39,8’i yaralama,

- Yüzde 20,8’i hırsızlık,

- Yüzde 7,7’si pasaport kanununa muhalefet,

- Yüzde 4,9’u uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak, satmak veya satın almak,

- Yüzde 4’ü tehdit,

- Yüzde 22,7’si diğer suçlar.

2024 Aralık ayı itibarıyla 2 bin 743 tutuklu, bin 92 hükümlü olmak üzere özgürlüğünden yoksun bırakılan toplam 3 bin 835 çocuk mevcut ve Koçak’ın çalışmasına göre bu son 10 yılın en yüksek oranı.

* * *

Türkiye’de tutuklu çocuklar toplam 8 ceza infaz kurumunda tutuluyor. Hükümlü çocuklar ise 4 ayrı çocuk eğitimevinde.

Tutuklu kız çocukları kadın hapishanelerinin çocuklara ayrılan koğuşlarında kalıyor. Hükümlü kız çocukları ise eğitimevlerinden yalnızca Urla Eğitimevi’nde kalabiliyor.

Çocuklar da yetişkinler gibi ayda 3 kapalı, bir açık görüş hakkına sahip. Ancak uzak hapishaneler, yoksulluk, aileleriyle görüşmelerine engel.

Eğitimevlerinin yapısı çocuklara daha uygun ama eğitimevine gidebilmek, davanın sonlanması, cezanın kesinleşmesi ile mümkün. Davalar öylesine uzuyor ki çocuklar 18 yaşını aşıyor ve eğitimevi görmeden, cezaevinde büyümüş oluyor.

Yoksulluktan suç örgütlerinin ağına düşerek, ezilerek, başkalarının işlerini görerek… Eğitimevine giden çocuk sayısı tutuklananların sadece 10’da 1’i kadar.

* * *

Koşullar ağır. Son 10 yılda cezaevlerinde 11 çocuk intihara sürüklenmiş…

Bu intiharlarla ilgili dosyalar asla bir sonuca varmamış.

Neden bu noktaya gelindi, gerçekten intihar mı ettiler, bilinmiyor.

0-6 yaş arası 759 çocuk da anneleriyle birlikte cezaevlerinde. Çocuk 6 yaşına geldikten sonra anneden alınıyor, eğer dışarıda bakabilecek bir aile üyesi yoksa sosyal hizmetlere veriliyor.

Peki ne yapmalı?

Şöyle diyor Sevinç Koçak:

“Öncelikle Türkiye’nin imzacı olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına dair Sözleşme ve iç hukuktaki 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu uygulanarak çocuk tutukluluğuna derhal son verilmeli. Bir çocuğun tutuklanmasına yalnızca adli kontrol tedbirinden sonuç alınamaması, sonuç alınamayacağının anlaşılması veya bu tedbirlere uyulmaması durumunda karar verilebilir. Ama uygulama bunun çok uzağında. Cezaevlerinin çocuklara uygun olmaması, tutuklamanın önleyici bir tedbir olarak değil ceza olarak kullanılması, tutukluluk süresinin çocuğa zarar verecek ve adil olmayacak uzunlukta olması, çocukları çıktıktan sonra suç mekanizmalarının içine sürüklüyor. Çocuklarla ilgili bütün süreçlerde kurumların değil, çocukların yüksek yararı gözetilmeli. Çocuklar için hak temelli, uzmanlar ve çocuk katılımıyla hazırlanacak bütüncül bir çocuk politikası oluşturulmalı. Çocuk cezaevleri kapatılmalı. Çocuklar için hapishane dışında onarıcı, geliştirici, gelişimsel özelliklerine uygun fiziksel koşullar oluşturulmalı.”

* * *

Suç örgütlerinin, aldıkları cezalar düşük olduğu için yaralamadan hırsızlığa birçok suç türünde artık çocukları kullandıkları biliniyor.

Döngü devam ediyor.

Çocuklar, cezaevlerinde suça daha da yakınlaşıyor ve çıktıklarında başka yol bulamadıkları için yeniden suç örgütünün parçası haline geliyor.

Bir çam ağacının süslenmesi kadar önemli sayılmıyor elbette.

Cezaevlerinde de yapraksız, dalsız, gösterişsiz küçük plastik çam ağaçları süslenebilir mi yeni bir yıla girerken?

Paraları yoktur buna…

Hevesleri de…

Küçük bir azınlık dışında kimin neye hevesi var ve ne kadar kaldı ki zaten…

Unutalım çocukları!

Unutanlar belli… Slogan atmak daha kolay, güzel ve garantili.

Sırtını sisteme dayayıp, geride kalanları görmemenin konforu da öyle…

Belli ki en çok güçlenen yine çeteler, mafya, ihale avcıları olacak 2025’te de…

Onlar her yılın böyle geçeceğini düşünsün istedikleri kadar, şimdilik haklılar…

Ama çocukları ve o çocukların dönüştürülmek istendikleri yetişkini unutmasın geride kalanlar…

                                                                  /././

Almanak 2024: Ekonomik ve mali göstergeler -Binhan Elif Yılmaz-

Ekonomideki daralmaya rağmen, enflasyon beklentileri hane halkı ve reel sektör açısından yüksek seyrediyor. Dış ticaret açığı ise ithalattaki ve teknolojik yatırımlardaki ivme kaybı çerçevesinde daralabiliyor. Diğer yandan ülkemiz enerjisini yoğun bir şekilde yabancı sermaye ilgisine harcıyor.

2024’ü geride bırakmaya sayılı günler kaldı. Bu yazımda tüm yıl büyüme, enflasyon, dış ticaret, cari açık ve finansmanı ile bütçe, borçlanma verilerinin bize ne anlattığını, ekonomide neler yaşandığını değerlendireceğim. Bir sonraki yazım ise ücretler, istihdam, gelir dağılımı, yoksulluk ekseninde 2024’ün sosyal göstergeleri üzerine olacak.

Önce enflasyon ve büyüme verisi ile başlayalım. 2023 yılına kıyasla enflasyon ve büyüme verilerindeki gelişme beklendiği gibi oldu. Çünkü hep duymaya alıştığımız “ekonomik büyümeden taviz vermeden enflasyonun düşürüleceğine” ilişkin siyasi söylemler giderek azaldı. Sonunda Türkiye ekonomisi II. ve III. çeyrekte yüzde 0,2 küçüldü ve teknik resesyona girdi.

III. çeyrekte inşaat sektörü ön plana çıkarak ekonomik aktiviteyi sürükleyici sektör oldu. Sanayi sektörü yüzde -2,2 küçülürken, finans-sigorta faaliyetleri bir önceki çeyreğe göre toparlandı. Tüketim yavaşlasa da bir önceki çeyreğe göre daha canlıydı. Hane halkı tüketimi son büyüme verisine 2,2 puan katkı yapmış oldu. Devletin nihai tüketim harcamaları üçüncü çeyrekte eksi bölgedeydi, tüketerek büyümeye kamu sektörü bu kez katkı sağlamadı.

Üretimde sanayinin yerine işaret eden sanayi üretimi endeksi 2024 haziran ayında negatif bölgeye girdi ve orada kaldı. Ekim ayı sanayi üretim endeksi yüzde -3,1 olarak gerçekleşti. Yıllık bazda endeksteki değişim ise yüksek teknolojide yüzde -13,1, orta-yüksek teknolojide yüzde -6, imalatta yüzde -3,3, ara malında yüzde -2,7 ve sermaye malında ise yüzde -9,3 olarak gerçekleşti. Üretimin, katma değerin düştüğünü gösteren bu veriler, son çeyrek büyüme verisi açısından karamsarlık yaratıyor.

Enflasyon, mayıs ayında yüzde 75’e kadar yükseldi. Ardından temmuz ve ağustos aylarında baz etkisiyle yüzde 51,97’e kadar geldi. TCMB sıkı duruşunu korusa da aylık bazda fiyat artışları yüzde 2’in altına gerilemediğinden kasım ayında yıllık enflasyon yüzde 47,09’da kaldı. TCMB yüzde 38’lik yıl sonu enflasyon tahminine yaklaşamadı ama kasım ayında yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 44’e yükseltti.

TCMB mart ayında yüzde 50 seviyesine yükselttiği ve orada sabit bıraktığı politika faizini, dünkü PPK’da 250 bps indirim ile 47,5 düzeyine getirdi. Bu indirimin, daralan ekonomi için kredi olanağı yaratması ve finans kapitalin canlanması olarak okunması mümkünken, enflasyonla mücadeleye de mola verdirtebilir.

Bu yılın enflasyonunda her ayın ayrı bir fenomeni vardı. Ocak ayında sağlık, martta eğitim, nisanda alkollü içecekler ve tütün, eylülde yine eğitim, ekimde giyim ve ayakkabı ve en son kasım ayında gıdada aylık artışlar çok yüksekti.  

Özellikle son üç aylık fenomenler geçidi oldukça belirgindi. Ekim ayında zam rekortmeni yüzde 14,3 ile giyim ve ayakkabı grubu olurken kasım ayında negatif bölgeye geçti. Eylül ayı enflasyonuna da aylık yüzde 14,2’lik fiyat artışı ile damga vuran eğitim enflasyonu beklendiği gibi sönümlense de ailelerin bütçelerinde çok büyük izler bırakmaya devam ediyor. Kasım ayında gıda enflasyonu belirginleşti ve gıda, kira alanlarındaki enflasyonun sıkı para politikasının çözeceği bir sorun olmadığı kabul edildi. Para politikasının sıkı duruşuna rağmen enflasyonla mücadelede süreç uzadıkça fiyatlamalar gerçeği yansıtmaktan uzaklaştı, değer yargıları yıprandı, kısa vadeli karar alanlar çoğaldı, bulaşıcılık etkisi büyük oldu.

Çekirdek enflasyon direnç gösterirken, hizmet enflasyonu kısmen iyileşme gösterdi. Ancak gelişmeler enflasyon beklentilerini düşürmeye yetmiyor. On iki ay sonrası, yani 2025 sonundaki enflasyon için hane halkı enflasyon beklentisi yüzde 63,1, reel sektörünki yüzde 47,6 ve piyasanınki de yüzde 27,1 düzeyinde.

TCMB politika faizini arttırırken TL’nin reel olarak değerlenme sürecine girmesi, kontrollü kur sistemi ile $/TL’nin enflasyon kadar artmaması, CDS primini düşürerek yabancının ilgisini Türkiye’ye çekmeye başladı. Ancak ekim ayı ödemeler dengesi verisine göre doğrudan yatırımlardan kaynaklanan net çıkışlar 204 milyon dolara ulaşırken, portföy yatırımlarında yurt dışı yerleşiklerin hisse senedi piyasasında 642 milyon dolar net satışı gerçekleşti. Öte yandan ekim ayında DİBS piyasasında yurt dışı yerleşikler 978 milyon dolar net alış yaptı.

Rasyonel politikalara dönüşün, KKM’nin çözülme sürecinde ve dolarizasyonu frenlemede etkisi ortaya çıktı. Ancak KKM hacmi hala 1 trilyon TL’nin üzerinde. 2023 sonunda KKM dahil toplam mevduat içinde yabancı paranın payı yüzde 60’ı aşarken, son dönemde yüzde 40’lar civarına geriledi.

Haziran ayından bu yana cari fazla elde ediyoruz, yıllık bazda cari açıkta gerileme kaydedildi. 2023 yılı Ocak- Ekim döneminde 36 milyar dolar olan cari açık, 2024 yılının Ocak-Ekim döneminde 3,3 milyar dolara geriledi. 2022’de cari açığın neredeyse yarısı net hata ve noksan ile finanse edilmişti, bu da kısmen tersine dönmüş durumda. 

2024 Ocak-Ekim döneminde dış ticaret açığı, ihracat ve ithalat rakamları, geçen yılın aynı dönemine göre farklılaştı. 2021 son çeyrekten itibaren rekabetçi kur yaratılarak beklenen ihracat mucizesi ortaya çıkmadı, 2023’teki kontrollü kur sisteminin ihracat üzerinde etkisi olumlu olmadı. Üretim ve ihracat genel olarak ithalata dayalı olduğundan ekonominin yavaşladığı dönemde ithalat da geriliyor. Ocak-Ekim döneminde ihracat yüzde 3,1 oranında artarken ithalattaki gerileme yüzde 7,2 oldu. Öte yandan ihracatın ithalatı karşılama oranı geçen yılki yüzde 69,7’den bu yıl yüzde 76’ın üzerine çıktı.

Kamu maliyesindeki görünüm ise 2024’te pek parlak değildi. Önceki yıllarda olduğu gibi bütçe açığı, kamuda tasarruf ve vergi sisteminde dolaylı vergilerin hakimiyeti bu yıl da bolca konuşuldu, yazıldı. 2024 yılında dolaylı vergilerin vergi gelirleri içindeki payı yüzde 66’ya yakın gerçekleşti.

Bütçe açığı ilk onbir ayda 1,277 milyar TL’ye ulaştı. Ancak 2024 yılı için öngörülen bütçe açığı 2,652 milyar TL idi. Dolayısıyla hükümetin yılın kalan son ayında 1,375 milyar TL daha bütçe gideri gerçekleştirme alanı var. Büyük olasılıkla geçen yıl olduğu gibi yılın son ayında kamu kurumlarına deprem ödeneği cari transferler ve sermaye transferleri olarak gerçekleştirilecek.   

Mali disiplin açısından önemli bir gösterge olan faiz dışı fazlanın elde edilmesi ise bütçedeki artan borç faiz yükü nedeniyle zor. Değişken faizli DİBS’ler yüksek faiz ortamında risk oluşturuyor.

Hazine’nin iç ve dış borç stokundaki artış 2024 yılında da devam etti. Brüt dış borç stokunun ana bileşeni 2024 yılında da özel sektör olmaya devam etti. Hazinenin iç borç stoku da 2024 yılında artışını sürdürdü. İç borçlanmadaki görünüme göre döviz riski azaltılmaya çalışılsa da döviz cinsi tahviller üzerinden devam ediyor. Vadesi 12 ay içerisinde dolacak borcun stoktaki payı yüzde ise geçen yıla göre geriledi.

Peki elde ne var? OVP’ye göre 2024 büyüme tahmini yüzde 4, enflasyon tahmini ise yüzde 41,5’tu.

Büyüme tahminlerinin yıl içinde hem yurt içindeki verilerde hem de uluslararası kuruluşlarca hazırlanan raporlarda düşürüldüğünü gördük. Piyasa katılımcıları anketine göre ocak ayında yüzde 3,4 olan 2024 büyüme tahmini, aralık ayında yüzde 3,1’e geriledi. Türkiye'nin 2024 büyüme tahminini yüzde 3,6 olarak açıklayan IMF ise geçtiğimiz ay bu tahminini yüzde 3’e indirdi. Bu büyüme oranı, tahminin küresel büyüme oranının 0,1-0,2 puan gerisinde

Enflasyon tahminleri de değişti. TCMB sıklıkla yukarı doğru revize etti. 2024 yılının II. ve IV. Enflasyon Raporlarında yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 36’dan yüzde 44’e kadar yükseltti. Gerekçe de genel olarak enflasyonun ana eğilimi ve beklentilerdeki iyileşmenin öngörülenden sınırlı olmasıydı.

Üretici ve tüketicilerin genel ekonomik duruma ilişkin değerlendirme, beklenti ve eğilimlerini gösteren Ekonomik Güven Endeksi ise 2024 yılının başında 99,4’tü, ancak yılı 97,1 seviyesinde tamamlamak üzere. Bir bileşik endeks olan bu endeks; hizmet, perakende, reel kesim ve inşaat sektörü güven endekslerini kapsar. Son verilere göre reel kesim güven endeksi görece iyileşirken, ekonomik güven endeksindeki düşüşün nedeni inşaat, perakende ticaret ve hizmet sektörü güven endeksinin gerilemesi.

Ekonomideki daralmaya rağmen, enflasyon beklentileri hane halkı ve reel sektör açısından yüksek seyrediyor. Dış ticaret açığı ise ithalattaki ve teknolojik yatırımlardaki ivme kaybı çerçevesinde daralabiliyor. Diğer yandan ülkemiz enerjisini yoğun bir şekilde yabancı sermaye ilgisine harcıyor. Görüldüğü gibi bir yıl daha geride kaldı, ancak katma değerli üretim modeline ve reformlara geçiş için hazırlık sürecinin zaman kaybetmeden başlaması gerekiyordu.

                                                               /././

Asgari ücret Resmi Gazete'de yayımlandı; iyi de 4 liranın sırrı ne?-Murat Batı-

Komisyonda pazarlığı yapılan tutar günlük asgari ücret tutarıdır.

24 Aralık Salı günü akşam saatlerinde Asgari Ücret Tespit Komisyonu apar topar toplanma kararı aldı, ardından Bakan Vedat Işıkhan kameralar karşısına geçti ve asgari ücretin 1 Ocak 2025’ten itibaren yüzde 30 artış yapıldığını ve net 22.104 TL olacağını söyledi.

Asgari ücretin net 22.104 TL olduğunu söyledikten sonra bazı haber kanallarında 4 TL ile alakalı tartışmalar yapıldı ve çeşitli fikirler üretildi.

Peki neydi bu 4 TL’nin sırrı? Neden düz 22 bin 100 TL olmadı da 22.104 TL oldu?

Bunun cevabı aslında Asgari Ücret Yönetmeliğinde yazmaktadır. Asgari Ücret Yönetmeliği’nin 4/d maddesine göre asgari ücret, “İşçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücreti” şeklinde tanımlanmıştır.

Madde hükmüne göre asgari ücret aylık ya da yıllık değil günlük ödenen bir bedeldir. Oysa Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından açıklanan tutar günlük değil, 30 günlük tutardır. Yapılan hesaplamalara bakıldığında her ay 30 gün olarak dikkate alınıp hesaplama yapılmaktadır. Çünkü 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 88’inci maddesi ile Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği’nin 100. maddesi uyarınca her ay 30 gün olarak dikkate alınmaktadır. 31 gün olan Ocak ayı da 30 gün olarak hesaplamaya dahil edilmekte, 28 gün olan Şubat ayı da.

Yani Asgari Ücret Tespit Komisyonu, kararını basın yoluyla 30 günlük (aylık) açıklarken aynı anda Resmi Gazete’de günlük açıklamaktadır.

Örneğin; 2025 yılına ilişkin asgari ücret tutarıyla alakalı Asgari Ücret Tespit Komisyonu Kararı 27 Aralık 2024 tarih ve 32765 sayılı Resmi Gazete’de sabaha karşı yayımlandı

Resmi Gazete’de yayımlanan Asgari Ücret Tespit Komisyonu Kararı’nda "İşçinin bir günlük normal çalışma karşılığı asgari ücretinin; 01/01/2025-31/12/2025 tarihleri arasında (866,85) sekiz yüz altmış altı lira seksen beş kuruş olarak tespitine, oybirliğiyle,” ve Karar Gerekçesinin son kısmında “Alınan karar uyarınca; işçinin günlük asgari ücreti; 01/01/2025-31/12/2025 tarihleri arasında (866,85) sekiz yüz altmış altı lira seksen beş kuruş olarak belirlenmiştir.” şeklinde cümleler bulunmaktadır. Resmi Gazete’de yayımlanan Asgari Ücret Tespit Komisyonu Kararı’nda asgari ücret aylık şu kadar diye bir ifade bulunmamaktadır. Hatta net asgari ücret de bulunmamaktadır. Oysa televizyonlarda, basın karşısında hep 'net aylık!' açıklandı.

Daha da önemlisi Asgari Ücret Komisyonu görüşmelerinde aylık ya da 30 günlük üzerinden pazarlıklar da yapılmamaktadır. Bu pazarlıklar günlük bedel üzerinden yapılmaktadır. Ancak komisyon günlük tutarı 30 (gün) ile çarpıp kamuoyuyla paylaşmaktadır.

İşte Komisyonun açıkladığı net tutarı yani 22.104 TL’yi 30 (gün) sayısına böldüğümüzde 736,8 TL olan günlük net asgari ücrete ulaşırız. Brüt asgari ücretten yüzde 14 SGK işçi payı ve yüzde 1 de işçi işsizlik fonu kesintisi yapıldıktan sonra günlük net asgari ücrete ulaşırız. İşlemi tersten yaptığımızda da -Resmi Gazete’de Asgari Ücret Tespit Komisyonu Kararı da günlük brüt asgari ücret şeklinde yayınlanacağından- günlük brüt asgari ücret olan 866,85 TL’ye ulaşmış olacağız.

İşte Komisyonda pazarlığı yapılan tutar günlük asgari ücret tutarıdır. Basın yoluyla herkese ilan edilme aşamasında ise bu tutarlar 30 (gün) ile çarpılıp basına öyle servis edilmektedir. Sonuçta günlük net asgari ücret olan 736,8 TL’yi 30 (gün) ile çarptığımızda 22 bin 104 TL’ye ulaşmış olacağız.

İşte 4 TL’nin sırrı, Komisyonda pazarlıkların günlük asgari ücret üzerinden yapılması ancak kamuoyu bilgilendirilmesinin ise aylık (30 günlük) asgari ücret şeklinde yapılmasından başka bir şey değildir.
                                                            /././

ABD'de bir kişi daha metroda uyurken diri diri yakıldı

ABD'nin New York şehrinde metroda uyuyan bir kadının geçen hafta yakılarak öldürülmesinin ardından şimdi de Penn İstasyonu'nda bir kişi, kasten ateşe verildi. ABD'nin New York eyaletindeki Penn İstasyonu'nda, 56 yaşındaki bir adam kasıtlı olarak ateşe verildi. Olay, 27 Aralık Cuma akşamı Manhattan'da meydana geldi. Olayda ateşe verilen kişinin vücudunda ciddi yanık izleri oluştuğu kaydedildi.(https://t24.com.tr/haber/abd-de-bir-kisi-daha-metroda-uyurken-diri-diri-yakildi,1205955)

                                    ***

Suriye’de durumdan vazife çıkarmak -Hasan Göğüş-

Ege ve Doğu Akdeniz’deki mevcut sorunlar çok karmaşık ve çetrefilli bir mahiyet arz eder. Suriye ile deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması, sıradan bir ulaştırma anlaşması değildir. Böyle bir anlaşmanın hazırlanması, müzakereleri, sonuçlandırılması siyasi iradenin yanı sıra teknik bilgi ve uzmanlık gerektirir. Bu birikim de devlet içerisinde bir başka yerde değil, Türkiye’nin dış ilişkilerini yürütmekle görevli Dışişleri’nde mevcuttur.

MİT Başkanı İbrahim Kalın’dan sonra vakit geçirmeksizin Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da geçtiğimiz hafta sonunda Suriye’yi ziyaret ederek yeni yönetimin lideri Golanlı Ahmet Şara ile bir araya geldi. Böylelikle Hakan Fidan HTŞ’nin terör örgütleri listesinden çıkarılmasını beklemeden Suriye’ye giden ilk Dışişleri Bakanı oldu. Görüşmeye girmezden önce Fidan ve takım elbise giymiş, sakalını budamış, kravatlı Şara birbirlerine öyle bir sarılıp kucaklaştılar ki hiç de ilk kez karşılaşıyormuş gibi bir halleri yoktu. Sanki uzun bir süre ayrı  kalmış kırk yıllık iki ahbap gibiydiler.

Şimdi sıra Süleyman Şah Türbesi’nin Suriye toprakları içerisindeki eski yerine nakledilmesinde. Sonrasında da en kısa bir süre içerisinde Cumhurbaşkanı Erdoğan da Şam’daki Emevi camiinde Cuma namazını eda edecektir. Belki yarın, belki yarından da yakın…

Orta Asya Türk cumhuriyetlerinden sonra ver coşkuyu Suriye’ye

8 Aralık’tan bu yana Suriye’de yaşananlar, bana Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin 1991 yılında bağımsızlıklarını kazandıktan sonra Türkiye’nin bu ülkelerin yeniden yapılandırılması, uluslararası camiada kalıcı olmaları ve ekonomik kalkınmaları için yaptıklarını hatırlattı. Dışişleri’nde Bağımsız Devletler Topluluğu Daire Başkanı olarak görev yaptığım o dönemde, Azerbaycan’ın ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin bayraklarını Türkiye’de diktirip, pasaportlarını, paralarını Türkiye’de bastırmıştık. Subaylarını Harp okullarında eğittik. Her bir cumhuriyetten 10 bin öğrenciye burs vermek gibi çok iddialı vaatlerde bulunduk. Şimdilerde de aynı coşkuyu Suriye için yaşıyoruz. Tüm Türkiye seferber olmuş yardıma hazırlanıyor. Fidan’dan sonra diğer bakanların da önümüzdeki günlerde Suriye’yi ziyaret etmeleri bekleniyor. Başta Kızılay, AFAD, TİKA olmak üzere STK’larımızın çoğu Suriye’de çalışmaya başladılar bile. Halep, çantasını kapan Türk iş adamlarıyla dolup taşıyor. İş adamı kisvesi adı altında ilk günlerde Orta Asya’yı dolduran fırsatçıların, yerine getirmekte zorlandıkları boş vaadler sonradan başımızı çok ağrıtmıştı. Umarım aynı hatalar Suriye’de tekrarlanmaz.

Yeniden yeni Osmanlıcılık mı?

Suriye’deki gelişmeler hafızalarda “Dış politikada yeniden Osmanlıcılık mı?” sorusunu akla getiriyor. “Gönül ve kültür coğrafyamız”, “360 derece dış politika”, her kıtada ayak izleri bırakmak”, “Türkiye, Türkiye’den büyüktür”, “Şam’a göz dikenlere Kudüs’te, Osmanlı şamarını hatırlatmak” gibi söylemler eminim İsrail’den çok Memaliki Osmaniye’deki diğer ülkeleri daha fazla korkutuyordur.

Bir çoğumuzda, Osmanlı yönetimi altında yaşamış ulusların o günlere özlemle baktıkları ve Türklere bayıldıklarına dair yanlış bir izlenim var. Hafta başında deneyimli gazeteci Mehmet Y. Yılmaz bu sitedeki, “Müstemleke valisi mi büyükelçi mi?” başlıklı yazısında Şam Büyükelçiliği geçici Maslahatgüzarı’nın “Suriye ile Osmanlı dönemindekine benzer bir ilişkiye sahip olacağımızı” söylerken ne büyük bir hata yaptığını dile getirerek doğru bir gözlemde bulunmuş.

Balkanlardaki Osmanlı algısı da Orta Doğu’dakinden çok farklı değil. Bulgarlar, milli günlerini kutlarken birkaç yıl öncesine kadar, “Osmanlı boyunduruğundan kurtulmanın yıldönümü” diye davetiye dağıtırlardı. Makedonlar, Üsküp’te adım başı bir milli kahramanlarının heykellerini; şehrin en yüksek tepesine de her yerden görünebilecek şekilde dev gibi bir haç diktiler. Yunanlılar, Selanik’te 320 camiden hiçbirini ayakta bırakmamışlar. Sırplar Avrupalılara “Osmanlıyı Belgrad’da biz durdurduk” diye caka satarlar. Hasan Mutlucan’ın kahramanlık türkülerine konu olan Estergon Kalesi’nin 150 yıl Osmanlı hükümranlığında kalmış olduğuna bin şahit ister.

Adamların unutmak istedikleri tarihlerinin bir dönemlerini biz de gözlerine sokarak ilişkilerimizi geliştireceğimizi zannediyoruz.

Türkiye ile Suriye arasında münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalanması mümkün mü?

Bir de fırsattan istifade görevden vazife çıkararak eski defterleri açmak isteyenler var. Henüz topraklarının tamamı üzerinde egemenliğini tesis edememiş, Birleşmiş Milletler tarafından meşru Suriye hükümeti olarak tanınmamış Suriye’nin yeni yönetimi ile alelacele “Münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalamalıyız” diye ortaya atılanlar oldu. Yayınladıkları harita göze hoş görünse de ne Türkiye’nin bugüne kadar izlediği resmi pozisyonuna ne de uluslararası hukuka uygun. Türkiye’nin 18 Mart 2020 tarihinde Birleşmiş Milletler’e ilettiği ve Suriye ile deniz yan sınırını da içeren haritayı yok sayıyor. Kıbrıs Adası ve KKTC’yi haritadan silerek, Türkiye’yi Lübnan, İsrail ve Filistin ile denizden sınırdaş yapıyor. Türkiye’nin taraf olmadığı 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 121. maddesi adaların da ana karalar gibi deniz yetki alanlarına (karasuları, bitişik bölge, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge) hakkı olduğunu hükme bağlamakta. Ancak deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında mahkemeler hakkaniyet ilkesine göre, adalara sınırlı yetki verebiliyor. Mahkemeler bunu yaparken adaların ana karalarından uzaklıkları veya kıyı cephelerinin uzunlukları gibi faktörleri dikkate alır. Bu faktörler Türk tezlerinin de ana dayanağı. Nitekim Meis Adası uluslararası yargıya taşınacak olsa, çok muhtemelen Türkiye’nin görüşleri doğrultusunda bir karar çıkacaktır. Bununla birlikte, Kıbrıs Adasına Meis muamelesi yapılmasının savunulur bir tarafı yok. Bugüne kadar Malta’nın İngiltere’nin Japonya’nın deniz yetki alanlarını yok sayan bir ülke olmadı. Şimdi Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin açık hükmüne rağmen Kıbrıs gibi üzerinde iki devlet barındıran büyük bir adanın deniz yetki alanı yoktur diye ortaya çıkmak, Kıbrıs Adası yok gibi hareket etmek her şeyden önce KKTC’nin haklarını göz ardı etmek anlamına gelir. Bu tür maksimalist taleplerde bulunmak Türkiye’nin uluslararası hukuka dayanan haklı tezlerine faydadan çok zarar verir. Rum/Yunan ikilisinin de ülkemizi uluslararası hukuka saygı göstermeyen korsan devlet olarak tanımlamaya çalışan propagandasına hizmet eder, ekmeklerine yağ sürer. Daha da önemlisi terörle mücadele, mültecilerin dönüşü, ülkenin yeniden imarı gibi Suriye’deki önceliklerimizin hayata geçirilmesinde uluslararası toplumu yanımıza çekme gayretlerimizi de olumsuz etkileyecektir.

Ege ve Doğu Akdeniz’deki mevcut sorunlar çok karmaşık ve çetrefilli bir mahiyet arz eder. Suriye ile deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması, sıradan bir ulaştırma anlaşması değildir. Böyle bir anlaşmanın hazırlanması, müzakereleri, sonuçlandırılması siyasi iradenin yanı sıra teknik bilgi ve uzmanlık gerektirir. Bu birikim de devlet içerisinde bir başka yerde değil, Türkiye’nin dış ilişkilerini yürütmekle görevli Dışişleri’nde mevcuttur.

                                                              /././

Burası Türkiye, burada Türkler yaşar ve böyle yaşar!-Tuğçe Tatari-

Aman sen de biraz umut dolu bir yazı yazsaydın, yeni yıla neşeyle hazırlansaydın, diyecek olanlara yaşadıkları ülkeye bakmalarını tavsiye ediyorum…

Geçinmenin imkânsızlığından bahsediyoruz son birkaç gündür. Asgari ücret meselesi malum. Biz İstanbul’da yaşayanlar için vahametin tablosu çok daha ağır.

Ancak geçinememek, barınamamak, karnını doyuramamak meselesi öyle bir hâl aldı ki kötünün en kötüsü olmak, zorun en zorunu yaşamak da önemini yitirdi. Ülkenin tamamına yakını nefes almakta zorluk çekiyor.

Orta sınıf kalmadı” tespiti bile çoktan eskidiği gibi artık fakirliğe sınıfsal olarak yeni segmentler eklendi.

Türkiye’de dibin de dibi var özetle!

Emeğin ve insan yaşamının bu kadar değersiz olduğu bir ülkede şuursuzun biri çıkıp “Fakir tipi hayat en sağlıklı hayattır” dese ne olur, normalde bir daha insan içine çıkacak kadar yok olur, olmalıdır da! Ama burası Türkiye, adeta şaklabanlara, düşüklere, yolsuzlara kazandırma merkezi!

Çocukların beslenememekten normal yaş gelişimlerini gösteremediği, okulda verimli olamadıkları, ciddi sağlık sorunları ile küçücük yaşta baş etmek zorunda kaldıkları bir gerçeklikte yaşıyoruz.

Fabrikalarda güvenliksiz çalıştırılan işçilerin ölüm haberlerinin acısıyla uyanıyor, oradan çıkan hayat hikâyelerinden yüzümüze vuran ‘yokluk’ derecesinin utancı altında ezilerek yaşamaya çalışıyoruz oysa.

Eğitimde, gıdada, barınmada, iş bulmada dibi gördükçe insanın içinden çıkan ‘yeni insan’a da denk gelmeden yaşamaya bakıyoruz!

İnsanın yapısı elbette gün geçtikçe değişiyor.

Her köşe başında bir pislik, bir kötülük…

Her köşe başında illegal işler, kaçakçılık, sahtecilik, dolandırıcılık, diz boyu suç…

Parlak gençler fırsatını bulduğu an beyin göçüne yönelmesin de kim yönelsin Allah aşkınıza?

Kapkaranlık bir ülke…

Diğer yandan da sanki ülkenin böyle derin ve gerçek sorunları yokmuşçasına gazeteci avı yapılıyor. Korkutma ve karanlığın verdiği isyan etme güdüsünü bastırma taktikleri uygulanıyor.

Oysa korkunun da bir ötesindeyiz artık ülkece.

Yaşamaya, nefes alamaya zorlandığımız, vazgeçecek şeylerin sayısının hızla azaldığı bir düzlemde hayatta kalmaya çalışıyoruz sadece.

Günü kazasız belasız geçirmeye çabalıyoruz.

Tüm bunların ise tek bir sebebi var; 22 yıllık iktidar.

Bu iktidar değişmeden, Türkiye hem ekonomik hem sosyal politikalarla yeni bir yönetim anlayışına geçmeden tek bir iyileşme, umut ışığı mümkün görünmüyor.

Erken seçim kimsenin işine gelmiyor, onu anlayabiliyoruz. Siyasi partilerin hiçbiri iki seneden önce seçim istemiyor. Peki ya vatandaş, vatandaş ne istiyor, istediğini söyleyebiliyor mu ki bilelim?

Sokak röportajlarında konuşmanın bile suç kılındığı bir ortamda kimin hangi düşüncesini ne ölçüde duyabiliyoruz?

Bu ortamda yapılan anketler bile ne kadar sağlıklı sonuç verebilir?

Özetle…

Yeni bir yıla kapkaranlık bir gelecek ve değişen rejimin artık iyice belirginleşen tüm gerçekliğiyle merhaba demeye hazırlanıyoruz.

Aman sen de biraz umut dolu bir yazı yazsaydın, yeni yıla neşeyle hazırlansaydın, diyecek olanlara yaşadıkları ülkeye bakmalarını tavsiye ediyorum.

Ve artık değişim bekliyorsak, bunu dillendirmekten geri durmasak iyi olur diyorum.

Zira, artakalıp da karanlıktan süzen hüzme, gün geçtikçe gözle görünemeyecek kadar azalıyor.

Diyeceksiniz ki, bizi bugünlere getiren kayıtsızlık, daha da koyulaşan yarınlara da götürür!

Siz de haklısınız! Hayattayken notlarını yazdığı mesleki otobiyografisi “Gazeteci Olan Adamın Hikâyesi” adıyla geçen ay yayımlanan Metin Toker, ne demişti:

Burası Türkiye, burada Türkler yaşar ve böyle yaşar!

                                                                  /././

(T-24)



            

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

soL "KÜLTÜR" -29 Aralık 2024-

  Sabahattin Ali: Yol ve Ötesi -Fatma Cansu- Eşitsizliğin çığ gibi büyüdüğü, bir avuç sömürücünün milyonlarca işçinin sırtından zenginleştiğ...