T-24 "Köşebaşı + Gündem" -29 Ocak 2025-

Mülteciler, dış ticaret ve gümrük vergisi üçgeni -Ercan Uygur-

Suriye’de hangi gelişmeler olacağı önemli ölçüde Trump’ın ABD’sine bağlıdır. Türkiye, Suriyeli mülteciler gelirken onlara "misafir" dedi, Suriye yönetiminin birkaç ay içinde çökeceğini varsaydı, halka yanlış bilgiler verdi. Şimdi de yanlış beklentiler ve yönlendirmeler yapmaması gerekir, “yanıldık, aldatıldık” dememek için...

mülteci göçmen

ABD’nin yeni başkanı Trump icraatlarına başladı. İlk icraatlarından birisi belgeleri eksik ve kaçak mültecileri sınır dışı etmek oldu. Bu konuda Trump’ın Kolombiya başkanı Petro’ya “mültecilerinizi geri alın, yoksa ticareti vergi ve kısıtlarla engellerim” tavrı, sonrası için önemli bilgiler veriyor.

Bu tedirgin edici tartışma bu yazının ilk bölümünü oluşturuyor. İkinci bölümde bu kez Türkiye’nin Suriye yönetimi ile olan mülteci-dış ticaret-gümrük vergisi ilişkisi var. Bu ilişkide Türkiye aslında ABD’nin durumunda. Ama benzer tavrı göstermiyor, tepkiler tümüyle farklı ve şaşırtıcı.

ABD ve Kolombiya’nın mülteci, ticaret ve gümrük vergisi tartışması

Donald Trump idaresi geçen hafta belgeleri eksik ve kaçak mültecileri geldikleri Latin Amerika ülkelerine geri göndermeye başladı. Bu ülkeler arasında örneğin Brezilya, Guatemala, Honduras, Meksika vardı.

ABD, Kolombiyalı mültecileri de bu ülkeye geri göndermek üzere hazırlık yaptı; iki askeri nakliye uçağı Kolombiya’ya yola çıktı. Ancak Kolombiya başkanı Gustavo Petro bu askeri uçaklara iniş izni vermedi. ABD Dışişleri Bakanlığı’na göre önce izin verdi, sonra bu izni geri çekti.

Kolombiya yönetimi ise askeri uçaklara izin verilmediğini, iznin sivil uçaklar için verildiğini açıkladı.

Petro’ya göre mültecileri askeri uçaklarla kötü koşullarda taşımak onlar için onur kırıcı ve aşağılayıcı idi. Onları sivil uçaklarla taşımak uygun olurdu. Gerekirse Başkan Petro’ya ve devlete tahsis edilmiş uçaklar da kullanılabilirdi.

Kolombiyalı mültecileri taşıyan ABD’nin askeri uçaklarına Başkan Petro izin vermedi ve bu uçaklar ABD’ye geri dönmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Trump şu açıklamayı yaptı:

(i). Kolombiya’dan yapılan tüm ithalata hemen yüzde 25 gümrük vergisi konmuştur. Yetmedi.

(ii). ABD, gümrük vergilerini bir hafta sonra da yüzde 50’ye çıkarıyordu.

(iii). ABD ve Kolombiya arasındaki parasal ve finansal işlemler durduruluyordu.

(iv). Trump, Dışişleri Bakanlığı’na talimat verdi; Kolombiya Başkanı'na, tüm hükümet üyelerine ve ailelerine vize sınırlaması getirildi.

(v). Kolombiyalılara yapılan tüm vize işlemleri de durduruldu.

Halbuki, ABD ile Kolombiya arasında serbest ticaret anlaşması vardı. Ayrıca, iki ülke arasındaki ticarette ABD fazla veriyordu. Ama Trump’a göre Kolombiya yönetimi “kendi suçlularını ve canilerini” geri almamakla ABD’nin ulusal güvenliğini tehlikeye atıyordu. 

Petro’nun ABD askeri uçaklarına izin vermek istemeyişinin önemli bir nedeni, iki gün önce Brezilya’ya götürülen Brezilyalı mültecilerin el ve ayaklarına kelepçe vurulması idi. Ayrıca bu mülteciler kendilerine yol boyunca su verilmediğini, tuvalet için bile izin verilmediğini ağlayarak anlattılar.

Bunun üzerine Petro, ABD’den yapılan ithalata, karşılıklılık ilkesi uyarınca, yüzde 25 gümrük vergisi getirildiğini açıkladı. Ayrıca, Trump’ın kendisini devirmeye çalıştığını, köle tacirleri ile el sıkışmayacağını açıkladı. Trump bunlara karşılık olarak “o zaten bir sosyalist” ve “halk desteği düşüyor” dedi.  

Ancak, aradan 24 saat geçmeden, pazar akşamı, ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada Kolombiya’nın askeri uçakların mülteci taşımasına izin verdiği ve tüm koşulları kabul ettiği bildirildi. Kolombiya’dan yapılan açıklamada da ABD ile mülteci geri dönüşleri konusunda sorunların giderildiğini bildiren bir açıklama geldi. 

ABD’den, beyaz saraydan yapılan son açıklamada “bugünün olayları, ABD’nin yeniden saygı kazandığını açıkça göstermektedir” diyordu. Açıklama ayrıca, Kolombiya için gümrük vergilerinin ve ticaret kısıtlarının yedekte beklediğini belirtti. Vizelerle ilgili sınırlamalar ise mülteciler Kolombiya’ya varıncaya kadar kaldırılmayacaktı.

Yeni dünya düzeni bu olsa gerekir. İki ülke arasındaki mal ve hizmet ticaretini hangi unsurlar belirler? İktisatçılar, öncelikle dış talebin ve göreli fiyatların etkili olduğunu söyler. Yeni dünyada başka unsurlar öne çıkıyor olabilir.

Nitekim ABD’nin giden başkanı Biden, giderayak, şu açıklamayı yaptı:

(i). Yapay zekâ (AI) yongaları ve yarı iletkenlerinin ABD’den ihracatı tercihli ülkelere sınırlama olmadan yapılacak. Güney Kore, Hollanda, İngiltere, İtalya, Japonya gibi 18 ülke bu listede yer alıyor.

(ii). Çin, Rusya, Kuzey Kore gibi bazı ülkelere ambargo uygulanacak, ihracat olmayacak.

(iii). Türkiye gibi başka bazılarına ise sınırlı miktarda ihracat yapılacak.

Türkiye ve Suriye’nin mülteci, ticaret ve gümrük vergisi ilişkisi

Resmi verilere göre Türkiye’de yaklaşık 3 milyon Suriyeli mülteci var. Aslında doğru ifade şu; geçici koruma altında yaklaşık 3 milyon Suriyeli var. Ancak, kayıtlarda olmayan, kaçak önemli miktarda Suriyeli (ve Afgan) de var.

Bazı ülkelerdeki göstergelere bakarsak, kayıt dışı Suriyeli mülteci sayısı, kayıtlı olanların yaklaşık iki katıdır. Örneğin, Ürdün’de 2021’de kayıtlı Suriyeli mülteci ayısı 670 bin. Yapılan nüfus sayımına göre ise Suriyeli mülteci sayısı 1,30 milyon. Yani yaklaşık kayıtlı mülteci kadar kayıt dışı mülteci de bulunuyor. Karasapan (27 Ocak 2022).

Bir başka örnek Lübnan. 2024 yılındaki son İsrail bombalamasından önce, 20212 yılında bu ülkede kayıtlı Suriyeli mülteci sayısı 844 bin.  Yine yapılan sayıma göre, Suriyeli mülteci sayısı 1,50 milyon. Kayıtlı mültecinin yaklaşık yüzde sekseni kadar kayıt dışı mülteci var. Karasapan (27 Ocak 2022).

Bu verilerden hareketle Türkiye’deki toplam Suriyeli mülteci sayısının yaklaşık 6 milyon olduğunu söyleyebiliriz. TÜİK verilerine göre, Türkiye’nin Suriye’ye ihracatı bu ülkede iç savaş başlamadan önce 2010’da 1,85 milyar dolar, iç savaş başladığında 2011’de 1,61 milyar dolar. 2024’te ihracatın yaklaşık 265 milyon dolar olduğu tahmin ediliyor. Değerler oldukça düşüktür. 

Diğer yandan birçok kaynağa göre Türkiye Aralık 2024’te iktidarı ele geçiren HTŞ’ye ve ayrıca Suriye Milli Ordusuna (SMO) mali ve her türlü yardım yapıyor. Wall Street Journal (8 Aralık 2024). ABD, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin de HTŞ’ye mali yardım yaptıkları biliniyor.

Öyleyse, haklı olarak, Türkiye’nin Suriye’ye ihracatının artması beklendi, bu beklenti ile hesaplar yapıldı. Ayrıca, Suriyeli mültecilerin önemli bölümünün Suriye’ye döneceği resmi beklentisi yaratıldı. Ancak her iki beklentinin de, en azından şimdiye kadar, gerçekleşmediği, resmi hesapların yanlış yapıldığı anlaşılıyor.

Birincisi, Suriye’deki yeni yönetim, Suriye’nin Türkiye’den yaptığı gümrük vergilerini yüzde 500’e kadar yükseltti. Buna karşılık özellikle Körfez ülkelerinden yapılan ithalat vergilerinin düştüğü görüldü. Böylece, eski vergilere göre Türk ihracatçıların imzalamış olduğu anlaşmalar bile yerine getirilmedi, Suriyeli ithalatçılar ithalatı durdurdu.

Yani, Türkiye’nin Suriye’deki yeni yönetimi desteklemiş olması, milyonlarca Suriyeli mültecinin Türkiye’de olması iki ülkenin dış ticaretine bir katkı yapmadı. Gümrük vergileri konusunda görüşmeler olduğu ve bu vergilerin değişeceği söylenmiş olsa da, şimdiye kadar bir değişiklik gözlenmedi.   

İkincisi, Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin Suriye’ye geri dönmesi de şimdiye kadar sınırlı oldu. BM Mülteciler Yüksek Komiserliğinin (UNHCR) yaptığı bir anket çalışmasına göre, Suriye’ye geri dönmeyi düşünenlerin oranı oldukça düşüktür.

Ocak 2025’te Irak, Lübnan, Mısır, Ürdün’de yaşayan Suriyeli mültecilere uygulanan bir ankete göre; güvenlik ve siyasi istikrar sağlanırsa Suriye’ye gelecek 12 ay içinde dönmeyi düşünenlerin oranı yüzde 27’dir. Oran yükselmiş olsa da düşük sayılmalıdır. UNHCR (27 Ocak 2025).

Bu anket sonucundan hareketle, Suriyeli mültecilerin büyük bölümünün Türkiye’de kalmayı tercih edeceği açıktır.

Şöyle bitireyim; Suriye’de hangi gelişmelerin olacağı önemli ölçüde Trump’ın ABD’sine bağlıdır. ABD, Suudi Arabistan’ı da önemli ölçüde yönlendiriyor. Bu hafta sonu Suudi Arabistan’dan neler alıp vereceğini anlayacağız.

Türkiye, Suriyeli mülteciler gelirken onlara misafir dedi, Suriye yönetiminin birkaç ay içinde çökeceğini varsaydı, halka yanlış bilgiler verdi. Şimdi de yanlış beklentiler ve yönlendirmeler yapmaması gerekir. Bir kez daha “yanıldık, aldatıldık” dememek için.


Kaynaklar:

UNHCR (27 Ocak 2025) UNHCR’s Grandi calls for global action to support Syrians returning home.

https://www.unhcr.org/news/press-releases/unhcr-s-grandi-calls-global-action-support-syrians-returning-home

Wall Street Journal (8 Aralık 2024) Who Are the Syrian Rebels and Their Backers?

https://www.wsj.com/livecoverage/syria-civil-war-damascus/card/who-are-the-rebels-and-their-backers--ESKuupqev8BdKqWxnveX

                                                                   /././

Türkiye’de ifade özgürlüğü -Rıza Türmen-

Demokrasiyle yönetilen ülkelerde siyasal iktidarlar, ifade özgürlüğünü, bunlar şok edici, incitici, eleştirel ifadeler olsa bile korur. Kendi kendini sınırlar. Demokrasiyle yönetilmeyen ülkelerde ise ifade özgürlüğü yasaklanır, baskılanır. Bu ülkelerde iktidarı asıl korkutan gerçeğin ortaya çıkmasıdır.

Türkiye’yi yöneten otoriter rejimin baskıları 31 Mart seçiminden sonra yeni ve daha ileri bir aşamaya girdi. Seçimden bu yana AKP’nin seçim kaybettiği 9 belediyeye kayyım atandı. Gerçi AKP iktidarı bakımından bu yeni bir uygulama değil. Son 10 yılda Türkiye’de 147 belediyeye kayyım atanmış durumda. Böyle bir uygulama dünyanın başka hiçbir ülkesinde görülmemiş. Türkiye, Guiness rekorlar kitabına bu nedenle girebilir.

Ama 31 Mart sonrası otoriterlik bununla kalmadı. CHP’nin kazandığı Esenyurt ve Beşiktaş Belediye Başkanları’nı görevden aldıktan sonra sıra CHP Gençlik Kolları Başkanı Cem Aydın’a geldi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nı eleştiren tweetinden dolayı soruşturma açıldı. Adli kontrol koşuluyla serbest bırakıldı.

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Cem Aydın’la ilgili soruşturmayı eleştirdi. Sen misin eleştiren? Eleştiri yaptığı konuşmanın üstünden iki saat geçmemişti ki İmamoğlu hakkında eleştirdiği için soruşturma açıldı. Kim demiş Türkiye’de adalet ağır işliyor diye?

En büyük balık ise 19 Ocak’ta geldi. Zafer Partisi Başkanı Ümit Özdağ, Antalya’da yaptığı bir konuşma nedeniyle önce gözaltına alındı, sonra tutuklandı. Önce Cumhurbaşkanı’na hakaretten göz altına alındı. Sonradan suçun niteliği değişti. Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçundan (TCK md.216) tutuklandı. Halkın belirli bir kesiminin görüşlerini temsil eden bir siyasal partinin başkanının tutuklanması siyasal sonuçlar doğurabilecek nitelikte bir davranış. Hele tutuklama nedenlerinin hukuka uygunluğu kuşkuluysa bu büsbütün böyle.

Ümit Özdağ’ın Antalya’da yaptığı konuşma AKP Başkanı da olan Cumhurbaşkanı’nı eleştiri niteliğinde. Sn. Özdağ konuşmasında Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’ye zarar verdiğini, milyonlarca sığınmacıyı Anadolu’ya sokarak Türk milletinin kültürünü tahrip ettiğini, Erdoğan döneminde ateist ve deist olmanın arttığını ileri sürüyor.

Sn. Özdağ’ın bu sözlerinde suç unsuru nerede? Anayasa’nın 24. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesinde düzenlenen inanç özgürlüğü herkese istediğine inanma ya da inanmama özgürlüğünü tanır. İnanma ya da inanmama bireylerin iç dünyalarına ait bir konudur. Sn. Özdağ’ın bu temel hak ve özgürlüğü siyasallaştırması doğru değildir. Ama bundan halkı tahrik ettiği sonucu çıkmaz.

AİHM’e göre tutuklamanın, Sözleşme’nin “makul kuşku” kriterine uygun olması, halkı kin ve düşmanlığa tahrikin gerçekleşmesi için uygulamaya dönüşmesi gerekiyor. (Demirtaş kararı paragraf 317). Zaten TCK md. 216 da açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkmasından söz ediyor. Sn. Özdağ’ın Antalya konuşmasının böyle bir sonuç doğurduğu söylenemez. Konuşmadan sonra halk sokaklara dökülüp başka bir kesime mi saldırdı? Kayseri olaylarında ise, Suriyeli sığınmacıların bir kızı rahatsız ettiği söylentisinin çıkması üzerine Suriyelilerin dükkanlarının taşlanması konusunda Sn. Özdağ’ın tweetleri olayı başlatan değil, olaylar çıktıktan sonra yatıştırmaya yönelik tweetler. O nedenle “halkı tahrik” suçu gerçekleşmemiştir.

Bütün bunlar bir yana, bir siyasetçiyi, hele bir siyasal parti başkanını söylediği sözlerden dolayı tutuklamak, açık bir biçimde şiddete teşvik olmadığı sürece orantılılık ölçütüne uygun değil. Tutuklamanın siyasal nedenlerden kaynaklandığı, yasanın sınırlarının zorlanmasından da anlaşılıyor.

Sn. Özdağ’ın tutukluluğuna ilişkin şikâyet, AYM’den bir sonuç alınamaması üzerine AİHM’e gelirse, tutuklamanın hukuka uygun olmadığı (Sözleşme’nin 5/1 maddesi), Sn. Özdağ’ın ifade özgürlüğünün ihlal edildiği (md.10), tutuklamanın siyasal nedenlerden kaynaklandığı (18. Madde ile 5/1 madde birlikte) yolunda bir karar çıkması beklenmeli.

Bütün bu hukuksal tartışma, hukuk devletinin geçerli olduğu, devletin insan haklarına saygı gösterdiği bir ülke için geçerli. Yargının bağımsız olmadığı, AİHM ya da AYM kararlarının uygulanmadığı, iktidarın insanların temel hak ve özgürlüklerini pervasızca ihlal ettiği bir ülkede yukarda belirtilen hukuki görüşler hiçbir anlam taşımamakta.

Baskı ve hukuksuzluk öylesine yaygınlaştı ki, bir hukuksuzlukla ilgili yazı bitmeden başka bir hukuksuzluk çıkıyor. Bu kere de şöyle oldu: Ümit Özdağ’ın tutuklanmasıyla ilgili yazıyı bitirmeden Ayşe Barım gözaltına alındı. Gezi olaylarına karışıp hükümeti devirmeye çalıştığı için. Osman Kavala ile başlayan Gezi’nin kriminalize edilmesinin sonuçları hâlâ sürüyor. Aradan 12 yıl geçmiş, hükümeti devirmek gibi ağır bir suç söz konusuysa “12 yıl neredeydiniz?” diye sormazlar mı? Gezi’ye milyonlarca kişi katıldı. Bunların içinden susturmak istediklerinizi, başka bir suç bulamayınca “Gezi’ye katıldın, hükümeti devirmeye teşebbüs ettin” suçlamasıyla tutuklamak, sonra da yaşam boyu müebbet hapse mahkum etmek, yargının bağımsız olmadığı bir ülkede çok kolay. Ayşe Barım’a atılan suçlar ve kanıt olarak gösterilen olaylar Kavala iddianamesinde yer alanlardan farklı değil. Kanıt olarak gösterilen bu olaylar AİHM tarafından incelendi ve AİHM bunların tutuklama için gereken makul kuşku   bakımından yeterli olmadığına sonucuna vardı.

İfade özgürlüğü demokrasinin ve tüm diğer özgürlüklerin temeli. Eleştiri, protesto bu özgürlüğün ayrılmaz bir parçası. Gerçeğin ortaya çıkması da ancak ifade özgürlüğünün var olduğu demokratik rejimlerde olanaklı. İfade özgürlüğünün bulunmadığı rejimlerde halka sunulan iktidarın kendi gerçeği. İfade özgürlüğünü ve eleştiri hakkını ortadan kaldırdığınız zaman geriye sorgusuz sualsiz itaat edilen despotik bir rejim kalır. Topluma korku egemen olur. Korku bir toplumu denetlemenin en etkili yoludur. Bu tür rejimlerde iktidar halka ekonomik refah ve iç ve dış düşmanlara karşı güvenlik vaat eder. Bu hedeflere demokratik yollardan ulaşılıp ulaşılamaması ise önemli değildir. Korku bir yandan, ekonomi ve güvenlik kaygıları öbür yandan, toplumu depolitize eder. İnsanlar, liderin iradesine boyun eğmeye kabul ederler. Halkın rızası böyle alınır.

İfade özgürlüğünün bulunmadığı toplumlarda, insanların düşünmeleri, eleştirmeleri kabul edilemez. Lider herkes için düşünür. Neyin doğru olduğuna o karar verir. Lider kendini halkın vücut bulmuş hali olarak görür. Halka, lider olmazsa ülkenin parçalanacağı, düşmanlar tarafından yok edileceği pompalanır.

Türkiye giderek böyle bir ülkeye dönüşmekte. Lidere karşı en ufak eleştiriye tahammül edilemiyor. Lideri hedef almayan eleştiri ise halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu oluyor. Düşünün ki, Sn. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasından sonraki 2015-2019 yılları arasında Cumhurbaşkanına hakaret suçu sayısı Sn. Erdoğan’ın başbakanlık dönemine kıyasla 16 kat artmış, soruşturma sayısı 142 bin 623, dava sayısı 29 bin 488’e ulaşmış.

Türkiye fiili bir istisna hali, olağanüstü hâl rejimi yaşamakta. Bu geçici değil, sürekli. Carl Schmitt’in de belirttiği gibi, istisna halinde hukuk liderin iki dudağı arasındadır. Hukuk askıya alınmıştır. Lider hukuka hâkim olabilmek için hukukun dışında durur. İktidarın hukuku muhalefete dayatılır. Ancak iktidarın kendisi hukuktan muaftır.

Böyle bir istisna hali rejiminde yaşadığımızı ve bu rejimde hukukun, hukuk dışı bir rol oynadığını bilirsek, Ümit Özdağ’ın, Ayşe Barım’ın ya da Gezicilerin başına gelenleri daha iyi anlayabiliriz.

İfade özgürlüğü demokrasinin barometresidir.

Demokrasiyle yönetilen ülkelerde siyasal iktidarlar, ifade özgürlüğünü, bunlar şok edici, incitici, eleştirel ifadeler olsa bile korur. Kendi kendini sınırlar. Demokrasiyle yönetilmeyen ülkelerde ise ifade özgürlüğü yasaklanır, baskılanır. Bu ülkelerde iktidarı asıl korkutan gerçeğin ortaya çıkmasıdır. İfade üzerindeki baskıların nedeni bunu önlemektir.

O nedenle otoriter bir yönetime karşı yürütülen bir demokrasi mücadelesinin en önemli unsuru, gerçeği söylemek cesaretine sahip olan insanların bulunması ve gerçeğin örgütlü bir biçimde yüksek sesle halka duyurulmasıdır.

                                                               /././

Ayşe Barım’ın avukatı Bektaşoğlu: Suçlamanın ismi büyük ama delil yok!-Candan Yıldız-

“Suçlamaların altı doldurulamıyor. Dosyada gizlilik olduğu için tam olarak nelerin olduğunu bilmiyoruz. Gezi dosyasında yer alan bir tapeden söz ediliyor. O tape de Ayşe Barım’ın lehine aslında…”

Ayşe Barım… Ünlüler dünyasının tam merkezinde bir isim.

Hacmi 500 milyon dolarla 1 milyar dolar arasında telaffuz edilen dizi ihracat pazarını elinde tutan yapım firmalarına oyuncu sağlayan menajerlerden biri.

Barım, ne olduysa oldu ve dizi pazarında ‘tekelleşme’ iddialarıyla gündeme geldi. 23 yıl önce kurduğu ID İletişim’in sahibi Ayşe Barım hakkında "haksız rekabet", "şantaj", "iş ve çalışma hürriyetinin ihlali" ve "Vergi Usul Kanunu’na muhalefet" iddialarıyla soruşturma açıldı. Bu soruşturma sürerken Ayşe Barım, 12 yıl önceki Gezi eylemleri gerekçesiyle gözaltına alındı. Barım, dört gün süren gözaltının sonunda "Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engellemeye teşebbüse yardım etme" iddiasıyla pazartesi akşamı tutuklandı.

Süreci hatırlayalım… İktidara yakın gazetecilerden Fuat Uğur, Eylül 2024’te şöyle bir yazı yazdı:

"Özellikle bu sektörü elinde tutan ve öne çıkan birkaç isim var. Aralarındaki en güçlüsü ise oyuncu kılığındaki yeteneksiz ve çapsız kızları adeta MAMA gibi pazarlayan o iş kadını. Misal bu kızlardan birinin neredeyse sıfır izlenen bir dizisinin üçüncü sezonunu dijital platformlara yaptırtacak denli güçlü. Kızlardan birini bir eşcinsel şarkıcıyla sevgili gibi lanse edip şarkıcının iş adamı sevgilisinden (Görüntüyü kurtarmak için) 5 milyon dolar tırtıklayan da o."

Bu tuhaf iddialar eşliğinde sözü edilen iş kadını Ayşe Barım’dı…

Sözü edilen oyuncu Serenay Sarıkaya’ydı. Bir kadın oyuncu hedefe konmuş, Ayşe Barım da, diğer iddiaların yanı sıra ‘Mama’ nitelemesiyle ağır hakarete uğramıştı.

Barım bu süreçle ilgili hâkimlik ifadesinde şöyle dedi:

“Benim ismim geçmediği için ben de bir suç duyurusunda bulunamadım. 7 Ocak tarihinde bir anda yazıların sadece o paragrafı alınarak çeşitli Twitter hesaplarından sadece orası paylaşıldı. Bu Ayşe Barım’dır denilerek beni ‘mama’ ilan ettiler. Çok yoğun bir karalama ve iftira kampanyası ile karşı karşıyayım… Bunları asla kabul etmiyorum. Bu kadar emeğin sonunda başarı hikâyesi olan hikâyemin bu şekilde bir utanç hikâyesine döndürülmesinden dolayı mağdur durumdayım. Bu süre boyunca çalışamadım. Zaten kalp sorunum var. Ameliyat olmuştum. Çok ciddi psikolojik şiddet içerisindeyim. Hayatımda nereye gittiğimi bile anlayamıyorum. Atılı suçlamaları kabul etmiyorum, suçsuzum.”

Oyuncu Serenay Sarıkaya da iki hafta önce tanık sıfatıyla verdiği ifadesinde “Dişimle tırnağımla bugünlere gelmişim, bir itibarsızlaştırma çabası var. Çok açık ve net bir şekilde gerçek ortada” demişti.

Bir kadın oyuncunun ilişkileri doğru/yanlış söz konusu edilerek suç gibi yansıtılması, açıklama yapmak zorunda bırakılması hiç kimsenin özel hayatının güvencede olmadığının bir kanıtı ve bu da yeni bir aşama…

Ünlülerin hayatlarının ‘magazin’ bağlamından çıkarılarak ‘ahlak’ yargılamasının konusu yapılması ‘big brother watching’den farklı değil.

Ayşe Barım’ın neden hedef alındığıyla ilgili farklı iddialar da gündeme geldi. TRT’nin dijital platformu Tabii’nin bir projesine oyuncu vermediği / vermek istemediği öne sürüldü. Neden ne olursa olsun, sektöre ilişkin ‘etik-denetleme’ konularının ceza hukukunun konusu yapılması güvenlikçi siyasetin kültürel alana müdahalesinin yeni bir biçimi…

Ayşe Barım’ın avukatı Okan Kadir Bektaşoğlu ile konuştum.

Bektaşoğlu, müvekkili Barım’ın önce Bakırköy Kadın Cezaevi’ne götürüleceğini söylediklerini, ancak orada olmadığını öğrendiğini ifade etti. “Silivri Kapalı Kadın Cezaevi’ne götürülmüş olabilir. Netleştiremedik henüz” dedi.

Bektaşoğlu şu bilgileri verdi:

Suçlamanın ismi büyük ama delil yok. Altı doldurulamıyor. Dosyada gizlilik olduğu için tam olarak nelerin olduğunu bilmiyoruz. Gezi dosyasında yer alan bir tapeden söz ediliyor. O tape de Ayşe Barım’ın lehine aslında. Biriyle konuşuyor. Orada ‘Gelin buraya, kariyerinize zarar verecek. Yapmayın’ diyor. Kaldı ki sözü edilen sanatçıların Gezi döneminde menajeri değil Ayşe Barım.

Barım ifadesinde menajerliğini yaptığı sanatçıların 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Demokrasi Mitingleri’ne katılımını sağladığını da söylemiş.

Kenan İmirzalıoğluKıvanç TatlıtuğZafer AlgözYılmaz ErdoğanKenan DoğuluYavuz BingölÖzcan DenizDemet AkbağHalit ErgençBergüzar Korel o dönemde Demokrasi Mitingleri’ne katılan isimlerden…

Hiç kimsenin dokunulmazlığı yok, herkes tutuklanabilir” mesajının verildiği açık. Ama neden 12 yıl sonra…

Bunlarla eş zamanlı olarak muhalefetin basın toplantıları soruşturma konusu oluyor, muhalefetin iddialarını araştıran gazetecilere soruşturmalar açılıyor. İfade özgürlüğü zapturapt altına alınıyor. Nefes almak daha da zorlaşıyor.

Bu gidişle Adalet Bakanlığı’nın yapımı süren cezaevlerini hızla bitirmesi gerekecek!

                                                           /././

7 soruda Nvidia hisselerini çökerten DeepSeek hakkında her şey -Eray Özer-

Teknoloji dünyasında bomba etkisi yaratan ve kimilerine Çin’in Amerikan teknoloji endüstrisini çökertme girişimi olduğunu düşündürten yapay zekâ modeli DeepSeek'in ne olduğunu birlikte inceleyelim.

Çin’in yeni yapay zekâ modeli DeepSeek R1 teknoloji dünyasına bomba gibi düştü. Çip üreticisi Nvidia’nın hisseleri 600 milyar dolar değer kaybetti. Silikon Vadisi’nde DeepSeek’i “Yapay Zekânın Sputnik Anı” veya “Çin’in Amerikan teknoloji endüstrisini çökertme girişimi” olarak tanımlayanlar oldu. DeepSeek’in sansürcülüğü konuşulmaya başlandı. Peki, nedir bu DeepSeek?

1. DeepSeek nedir?

DeepSeek, elde ettiği başarıyla dünyanın en büyük çip üreticisi Nvidia’nın hisselerini çökerten Çinli yapay zekâ şirketinin ismi. Bir nevi Çin’in OpenAI’ı diyebiliriz. Şirketin başkanı Liang Wenfeng’e de “Çin’in Sam Altman’ı” diyorlar. DeepSeek henüz 1,5 yıllık bir şirket. 2023’ün mayıs ayında kuruldu ve geçen hafta yayınladıkları son büyük dil modeli (LLM) R1’e gelene kadar birkaç model yayınladılar fakat hiçbiri bu denli dikkati çekmedi. R1 modeli ise bütün teknoloji dünyasını elde ettiği başarıyla şoke etti. Zira hem çok ama çok daha ucuza mâl olmuştu hem de OpenAI kadar zekiydi.

2. Nvidia hisseleri neden çöktü?

DeepSeek’in yayınladığı son model, R1, yapay zekâ dünyasına tabiri caizse “bomba gibi” düştü. Zira ABD’nin Çin’e uyguladığı ambargo nedeniyle DeepSeek şirketinin son model Nvidia ve AMD çiplerine erişimi yoktu. Buna rağmen geliştirdikleri model tüm performans testlerinde ChatGPT’ye (modelin adı OpenAI o1) rakip olacak sonuçlar elde etti. Silikon Vadisi’nin önemli yatırımcılarından Marc Andreessen durumu “Yapay Zekânın Sputnik anı” olarak tarif etti. Yani Amerikalılar, bu kadar düşük bir teknolojiyle bu kadar başarılı bir uygulamayı en son Ruslar onlardan önce Sputnik’i uzaya fırlatmayı başardıklarında görmüşlerdi. Aşağıda DeepSeek-OpenAI karşılaştırma sonuçlarını görebilirsiniz.

Foto: DeepSeek1

3. Nvidia’nın zararı ne kadar?

Yaklaşık 600 milyar dolar! “Bu işler 30-40 bin dolarlık çipler olmadan da oluyormuş” algısı nedeniyle şirketin hisseleri yüzde 17 değer kaybetti. Bir diğer çip üreticisi AMD de yüzde 6 değer kaybetti. Düşüş sürecek mi, göreceğiz. Şöyle düşünün: Elon Musk en son bu çok pahalı çiplerden 100 bin tanesini birbirine bağlamıştı. Yeni açıklanan Stargate Projesi’nde 600 milyar doların büyük bir kısmı yine bu çiplere harcanacaktı. Şimdi tüm hesaplar değişti.

4. DeepSeek bunu nasıl başardı?

Şimdi önce başarıyı tam olarak tarif etmekte fayda var: Elimizde R1 isminde bir YZ modeli var ve Çinliler bunun sadece 5,6 milyon dolara mâl olduğunu söylüyor. Şu anda kadar YZ hakkında bildiklerimizle böyle bir bütçeyle bu başarıya ulaşmak imkansızdı! ABD’de bu rakamın bilerek “abartılı” derecede düşük gösterildiğini ileri sürenler var ve bu iddialarında haklı olmaları ihtimal dahilinde. Lakin uzmanlar bunun 10 katı daha maliyetli olması durumunda bile R1’in adeta “bedavaya” mâl edilmiş bir YZ modeli olarak görülebileceğini söylüyor. Çünkü ortada milyar dolarları bol keseden saçan üç oyuncu var: OpenAI, Google ve Meta. Sadece Meta bu yıl yapay zekâya 60 milyar dolar kaynak ayırdı. Düşünün!

5. DeepSeek sansürcü mü?

Tabii ki öyle. Öyledir yani. Çin’den çıkan hemen hemen her ürün gibi. Çin menşeli herhangi bir ürünün Tiananmen Meydanı katliamını size açık açık anlatmasını bekliyorsanız biraz naif olduğunuzu kabul etmelisiniz. Lakin şu aşamada DeepSeek’in sansürüne takılmak işin biraz popülist kısmı. Zira biz yine işimizi ChatGPT’yle sürdürürüz sürdürmesine ama çarpıcı olan şey Çin’in OpenAI kadar başarılı bir YZ modelini açık kaynak olarak piyasaya sürmüş olması. Yani herkes R1 modelini alıp geliştirebilecek. ABD’de Silikon Vadisi’nin dahi çocuklarının bu yüzden paçaları tutuşmuş durumda, hatta bunlardan biri DeepSeek’in “Çin hükümetinin Amerikan teknoloji endüstrisini yok etmek için hazırladığı detaylı bir komplo” olduğunu öne sürecek kadar ileri götürdü işi.

6. DeepSeek’i farklı kılan ne?

Bu aslında çok teknik bir soru ve yer yer benim boyumu da aşıyor ama en basit haliyle söylersek DeepSeek R1 modeli, “pekiştirmeli öğrenme / reinforcement learning” konusunda rakiplerinden daha başarılı. YZ modellerinin bu öğrenme biçimini daha önce AlphaGO gibi satranç ve go oyunlarında çok başarı sağlayan uygulamalarda görmüştük. Burada da bunun daha iyi bir versiyonuna ulaşıldığını söylüyor uzmanlar. DeepSeek mühendisleri işlemci gücüne yüklenmek yerine “daha ince bir mühendislikle” bu başarının sağlandığını söylüyor. Bu açıdan “oyunu değiştiren” bir başarıyla karşı karşıyayız: Zira şimdiye kadar “ne kadar işlemci o kadar zekâ” diyorduk. Şimdi artık milyar dolarlar olmadan da zekânın artabileceğini görmüş olduk.

7. ABD-Çin yarışı nelere mâl olabilir?

Yapay zekâ tehlikeli ellerde bir silaha dönüşebilir. Bunu hep söylüyoruz. Daha geçen hafta Davos Zirvesi’nde güvenlik konusu bir kez daha gündeme geldi. Burada iki tavır var: Bir grup bu teknolojilerin açık kaynak olmasını tehlikeli buluyor. Yani kötü insanların elinde bu teknolojinin çok büyük bir silah olabileceğini düşünüyor. Diğer grup ise açık kaynağa karşı çıkanları bu alanda tekelleşme istemekle suçluyor. Yani diyorlar ki, “siz bu işten milyar dolarlar kazanabilmek için açık kaynağa karşı çıkıyorsunuz.” İki tarafın da haklı ve haksız olduğu yanlar var. Lakin R1 gibi bir modelin açık kaynak olarak sunulması gösteriyor ki, ABD-Çin rekabeti kızıştıkça belki de gerçekten tehlikeli olabilecek teknolojiler ortalığa saçılmaya devam edecek. Göreceğiz.

                                                                /././

Şap hastalığı nedeniyle Çorum'dan sonra Yozgat'ta da canlı hayvan pazarları kapatıldı

"Tarımda ithal getirdiler, getirdiler şu an 8 bin liraya sattığımız buğday 11 bin lira oldu, yarın hayvancılıkta da bu olacak"

Çorum Tarım ve Orman İl Müdürlüğü tarafından yapılan açıklamada, son dönemde Çorum ve çevre illerinde şap hastalığının görülmesi nedeniyle çeşitli tedbirlerin alındığı duyuruldu. Açıklamada, şöyle denildi: “Şap hastalığının yayılmasını önlemek ve mihrakların kısa sürede kontrol altına alınmasını sağlamak amacıyla, gerekli kararlar alınmıştır. Bu çerçevede, Çorum il merkezi ve tüm ilçelerde bulunan hayvan pazarlarının ikinci bir emre kadar tedbiren kapatılmasına karar verilmiştir. Şap hastalığı; özellikle çift tırnaklı hayvanlar arasında hızla yayılan ve hayvancılık sektörü üzerinde ciddi ekonomik kayıplara yol açabilen bir hastalık olup, alınan bu tedbirler, hem hayvan sağlığının korunması hem de ekonomik zararların önlenmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Vatandaşların şap hastalığı ile ilgili mücadelede alınan kararlara hassasiyetle uymaları, hayvan hareketlerinde dikkatli olmaları ve olası şüpheli durumları en kısa sürede il müdürlüğümüze veya ilçe müdürlüklerimize bildirmeleri gerekmektedir. Çorum İl Tarım ve Orman Müdürlüğü olarak; üreticilere ve hayvan yetiştiricilerine duyarlılıkları için teşekkür ediyoruz.  Alınan tedbirler geçici olup, hastalığın yayılımının önlenmesiyle birlikte hayvan pazarları yeniden hizmete açılacaktır.”(https://t24.com.tr/haber/sap-hastaligi-nedeniyle-corum-dan-sonra-yozgat-ta-da-canli-hayvan-pazarlari-kapatildi,1214108)

                                                        ***

Yaşama Tutunan Patiler Derneği soruşturması: "Hayvanseverlerden toplanan 18 milyon lirayı sahte faturayla şahsi hesaplarına aktardılar" iddiası

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nca "Yaşama Tutunan Patiler Derneği" hakkında "hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma" suçundan başlatılan soruşturmada, dernek yöneticilerinin usulsüz işlemlerle kamuyu 18 milyon 627 bin 848 lira zarara uğrattığı, sahte faturalar ve hukuka aykırı huzur hakkı ödemeleri aldıkları iddia edildi. Dernek Başkanı Buket Özgünlü'nün de aralarında olduğu 14 şüpheli hakkında "suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama" ve "hizmet nedeniyle görevini kötüye kullanma" suçlamalarıyla başlatılan soruşturma sürüyor. "Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama" suçunun uzlaşmaya tabi olması nedeniyle savcılık dosyayı ayırdı.(https://t24.com.tr/haber/yasama-tutunan-patiler-dernegi-sorusturmasi-hayvanseverlerden-toplanan-18-milyon-lirayi-sahte-faturayla-sahsi-hesaplarina-aktardilar-iddiasi,1214111)

                                                              ***

(T-24)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

SÖZCÜ "Gündem" -31 Ocak 2025-

İstanbul'da karbonmonoksit patlaması başladı İstanbul ve çevresindeki illerde beklenen karbonmonoksit patlaması resmen başladı. Uzmanlar...