soL "Köşebaşı + Gündem" -12 Mart 2025-

İsrail’e uşaklık ve İsmail Kılıçarslan -Ali Ufuk Arıkan-

"Hayatlarını emperyalizme hizmete adamış, bölgede İsrail'in dikenli tel ve savaş uçaklarının yakıt ihtiyaçlarını karşılamayı doğal görev bilmiş bir akıl var karşımızda."

Suriye’de iktidarın değiştiği o günlere dönelim, üç ay öncesine…

İktidar doğrudan emperyalizm güdümlü HTŞ’ye geçtiği sırada İsrail tüm kritik askeri noktaları canı istediği gibi bombalıyor, yıllardır bir direnç konusu olan işgal bölgesini yine keyfine göre genişletiyordu.

HTŞ denen aparat İsrail’in bu saldırılarına karşı değil kurşun, taş bile atamadıysa kendisini iktidara taşıyanlara kölece duydukları saygıdandı bu.

O nedenle iktidara gelir gelmez yıllardır Filistin direniş hareketlerinin ana yataklarından biri olan Suriye’den Filistinli direnişçi gruplarını kovmaya kalktılar.

Bazıları şaşırdı, ortada bir tuhaflık yok muydu?

Neden İsrail’e karşı boynu kıldan inceydi bu cihatçı çetenin, neden ilk hedeflerinden biri Filistinli direnişçiler olmuştu?

Bazılarının kafası karışmış, hatta biraz şaşırmıştı.

Nevşin Mengü atlayıp gidip yerinde görmüş, “Bunlar Taliban gibi değilmiş, ciddi bir anlayış farkı var” demiş, Kübra Par “Kadınlara ‘Endişeli misiniz’ diye soruyorum. Aldığım yanıt ‘Hayır, korkmuyoruz’ oluyor. Zorla çarpıtayım mı?” serzenişinde bulunmuştu.

Peki, şimdi neden Alevilerin insanlık dışı şekilde, barbarca katledildiği görüntülere şahitlik ediyoruz?

Suriye’de yaşananlar ne anlama geliyor, HTŞ denen cihatçı çete özüne döndü, gerçek yüzünü mü gösteriyordu?

Ortada ne bir tuhaflık ne şaşılacak bir şey var… En baştan beri her şey tam da İsrail’in, emperyalistlerin istediği gibi gidiyor.

Suriye'de İsrail, İngiltere ve ABD operasyonuyla iktidara taşınan El Kaide artığı HTŞ, tam da bugünler için hazır edildi.

Yıllarca İsrail'e karşı bölgedeki en büyük direnç unsurlarından biri olan ve İsrail'i tanımayan Suriye'den, cihatçı iktidarında ülkesinin topraklarını İsrail'in işgal etmesine ses bile çıkaramayan, Alevilerin gözlerini oyacak kadar barbar olup, Şam'ın dibine kadar gelen İsrail askerlerine tek kurşun atamayacak kadar köle ruhlu bir cihatçı organizasyonundan söz ediyoruz.

Şimdi bu barbar cihatçı çete yine emperyalizme hizmetin bir parçası olarak bölgede en iyi bildikleri şeyi yapıyor, Alevileri, sivilleri katlediyor.

Bu katliamın ardından geçen günlere bakın, HTŞ dolayımıyla emperyalistler Suriye'yi istedikleri gibi biçimlendiriyor, parçalıyor, üstüne de İsrail denilen soykırımcı barbarların sıfıra inen meşruiyetini artırmayı deniyor.

Tablo bu kadar açık seçik ortadayken Yeni Şafak adlı gazetenin İsmail Kılıçarslan adlı yazarı çıkıp diyor ki, “Nusayriler dini inançları bakımından değil, emperyalizme yaptıkları köpekliğin bir sonucu olarak, hâlâ Suriye’de sivil insan öldürecek kadar alçak oldukları için gebertiliyorlar.”

Büyük tepki çeken bu sözlerine "Nusayri teröristler" eki yaparak özür dileyen Kılıçarslan, Alevilere nefret kusma limitinin henüz dolmadığını gösterip bir de "Türkiye'deki Nusayriler rahat olsun" demiş, sağolsun…

Hayatlarını emperyalizme hizmete adamış, bölgede İsrail'in dikenli tel ve savaş uçaklarının yakıt ihtiyaçlarını karşılamayı doğal görev bilmiş bir akıl var karşımızda.

Yıllardır başta İsrail ve ABD olmak üzere siyonist, emperyalist çetelerin Suriye'yi hedef alırken dile getirdiği her türlü yalanı utanmadan söylemeye devam eden, bölgede gün gün İsrail ve ABD planlarını güçlendiren cihatçı çetelerin kendi Yeni Osmanlıcı hayallerini güçlendirdiğini sanan bir alıklıkla karşı karşıyayız aynı zamanda.

Alıklıksa da değilse de sonuç aynı yere çıkıyor: Emperyalizme koşulsuz uşaklık.

Kılıçarslan gibiler için 6. Filodan bu yana secde edilen yer değişmedi, değişmeyecek.

Bitirirken Kılıçarslan’a bir tavsiye, bir de hatırlama...

İnsanlığa, Alevilere nefret kusan yazısını çerçeveletip duvarına assın, bakıp bakıp emperyalizme, siyonizme uşaklıkta nasıl bir eşik atladığını görüp görüp gururlansın.

Hatırlatma ise… Emperyalist haydutlar çetesi er ya da geç Filistin’de, Suriye’de ve ülkemizde mutlaka yenilecek. O zaman İsmail gibiler ne yapacak, onu da gururlandığı çerçeveye dikkatli şekilde bakarak düşüsün.

                                                        /././

'Siyasal Alevilik'ten 'ömrü vefa edene kadar'a uzanan yollar -Fatih Yaşlı-

"Türkiye, seçimlerin yapıldığı ama formaliteden ibaret hale geldiği, sandıktan hep iktidarın çıktığı, Azerbaycan misali bir ülkeye dönüştürülmek isteniyor. Erdoğan’ın ölene kadar o koltukta oturması için her yolun denenmesi gerekiyor."

Türkiye 2025 yılına bütünüyle zırva olmakla birlikte siyaset ve toplum üzerinde etkili olacağı anlaşılan bir kavramla girmişti: “Siyasal Alevilik” kavramıyla. Kavramın ortaya çıkışı ise elbette ki tesadüf değildi; Suriye’de Esad düşmüş, HTŞ’nin yani El Kaide’nin öncülüğündeki cihatçı çeteler yönetimi ele geçirmişti. 

Cihatçılık ve onun ideolojisi olan Selefilik için tarihsel olarak diğer dinler değil, Alevilik ve Şiilik hep baş düşman oldu, bunlar sapkınlık olarak görüldü ve hedef tahtasına yerleştirildi, cihatçılık başından itibaren mezhepçi bir ideoloji olarak şekillendi.

Yeni-Osmanlıcı dış politika doğrultusunda Esad’ın devrilmesi öncelikli başlık haline geldikten sonra Türkiye Suriye’de hem cihatçılara yatırım yaptı hem de buna uygun bir şekilde mezhepçi bir söylem kullandı. Gerçekliğe aykırı bir şekilde, Suriye’deki rejimin Nusayrilere/Arap Alevilerine ait olduğu ve Sünnileri ezdiği, onlara yönelik sistematik baskı politikaları izlediği öne sürüldü.

Esad’ın devrilmesinin ardından ise söylem “Suriye tekrar esas sahiplerine kavuştu” üzerine kuruldu ve buradan da “siyasal Alevilik” kavramına ulaşıldı. Cihatçıların Suriye’yi işgalinin Türkiye’ye başlıca yansıması siyasal İslamcıların gemi azıya alıp Türkiye Alevilerini bu kavram üzerinden tehdit etmeye başlaması ve “ayağınızı denk alın” demesi oldu.

Ancak “siyasal Alevilik”, Aleviliğin başına eklediği “siyasal” sıfatıyla Alevileri de aşacak bir şekilde bütün muhalif kesimlere yönelik bir adlandırma, seslenme ve parmak sallama aracıydı. Hedefte sadece Aleviler değil, siyasal İslamcı projeye angaje olmayan bütün toplum kesimleri vardı. 

Nasıl ki siyasal Alevi kavramının ortaya atılışının zamanlaması tesadüf değilse, kavramın ortaya atılmasının hemen ardından yargı sopasının siyaseti dizayn etmek ve siyasal alanı daraltmak için kullanılmaya başlanması da bir tesadüf değildi. Suriye’de kazanılan “zafer”in içeriye yansıması, muhaliflere yönelik yargı merkezli ve süreklileşmiş bir operasyon dönemine girişimiz oldu. Kayyım atamaları, operasyonlar, İmamoğlu’nu tasfiye girişimleri vs. hepsi bu konjonktürün ürünü olarak karşımıza çıktı. 

Peki aynı günlerde Bahçeli eliyle ve Öcalan üzerinden yeni bir sürecin başlatılması bir tesadüf müydü? Elbette ki hayır! Halep kalesine asılan bayrakla yükseltilen “fetih” söylemi, siyasal Alevilik kavramının icadıyla birlikte başlayan yargı merkezli operasyonlar ve adı “terörsüz Türkiye” olarak konulan yeni süreç birbirinden ayrıştırılabilir değildi ve hepsi tek bir hedefe ulaşmak için kullanılan enstrümanlardı. 

Şimdilerde yaşadıklarımız tüm bu olan bitenlerin birbiriyle bağlantısını ve ulaşılmak istenilen yerin de neresi olduğunu çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Suriye’de HTŞ’nin ve cihatçıların başlattığı Alevi katliamına bakalım öncelikle. 

İktidarın iki kanadı da yaşananlarla ilgili yaptıkları değerlendirmelerde açık bir şekilde cihatçıların arkasında durdular, HTŞ’ye yönelik bir provokasyondan bahsettiler ve CHP’yi mezhepçilik yapmakla, Suriye’deki gerilimi buraya taşımaya çalışmakla suçladılar. Suriye’deki katliamları geçtim, Türkiye’deki Alevi yurttaşların yaşadığı tedirginliği azaltmaya yönelik dahi en ufak bir açıklama yapılmadı, tek bir adım atılmadı. Bilakis yandaş medya üzerinden içerideki bütün muhalif kesimlere bir kez daha “ayağınızı denk alın” mesajı verildi. 

Peki ya yargı merkezli operasyonlar? Onlar da tüm hızıyla devam ediyor elbette. En son hamle İmamoğlu’nun en yakınındakilere yönelik mal varlıklarının dondurulması kararıydı ve böylece çember biraz daha daralmış oldu. 23 Mart’ta CHP’de yapılacak cumhurbaşkanlığı ön seçimi öncesi nihai hedefi İmamoğlu olan bu operasyonların nereye varacağını hep beraber göreceğiz. 

Ve üçüncüsü yeni süreç… Öcalan’ın son mektubuyla yeni bir aşamaya gelindi ve PKK’nin kendini feshetme süreci de başlamış oldu; bu süreç koşulsuz, şartsız mı ilerleyecek yoksa PKK somut birtakım adımlar mı görmek isteyecek onu önümüzdeki günlerde anlayacağız. Ancak sürecin somut çıktısı CHP-DEM Parti ittifakının altının oyulması, DEM Parti’nin tarafsız bir pozisyona yerleşmesi ve belki de yeni bir anayasanın asli ortağı haline gelmesi oldu. 

Buna bir de en sıcak gelişmeyi, yani YPG’nin HTŞ’yle yaptığı anlaşmayı ekleyelim. En az bin Alevi’nin katledilmesinin üzerinden daha 24 saat bile geçmemişken, bu iki örgüt ABD güdümlü bir barışa ve anlaşmaya imza attılar. Mazlum Abdi önce CENTCOM komutanı ile bir araya geldi, sonra bir Apache helikopterine binip Şam’a gitti ve orada El Kaide artığı Colani’yle poz verip, 8 maddelik bir anlaşmaya imza attı. 

Tüm bunların içerisine yerleştirileceği bağlama “ömrü vefa edene kadar konsepti” adını verebiliriz sanıyorum. Türkiye’de rejim daha önce kullandığım bir kavramla söyleyecek olursam bir “seçimsizleştirme” aşamasına geçmiş durumda. Yani Türkiye, seçimlerin yapıldığı ama formaliteden ibaret hale geldiği, sandıktan hep iktidarın çıktığı, Azerbaycan misali bir ülkeye dönüştürülmek isteniyor. O iktidarın merkezinde ise Erdoğan bulunuyor; o olmadan inşa edilen rejimin yoluna devam etme şansı son derece zayıf. Dolayısıyla Erdoğan’ın ölene kadar o koltukta oturması için her yolun denenmesi gerekiyor. 

Erdoğan bir yandan “Suriye fatihi” rolünü oynamaya devam edecek, HTŞ rejimiyle her türlü ilişki kurulacak, emperyal fanteziler tatmin edilecek ama buna bir de “terörü bitiren lider” unvanı eklenecek. Tüm bunları yaparken ise Kürtlerin ağzına bir parmak bal çalarak günü geldiğinde Kürt siyasetini bir kez daha aday olmasının yolunu açacak olan erken seçime Meclis’te evet dedirtmeye ya da yeni anayasanın ortağı yapmaya çalışacak. 

Ama bunlar tek başına “ömrü vefa edene kadar başkanlık” için yeterli olmayabilir; bunun için de seçimsizleştirme sürecine uygun bir şekilde Erdoğan’ın karşısındaki en büyük rakip olan İmamoğlu’nun devre dışı bırakılması ve tasfiye edilmesi de gerekecek. 

Bunun için yapılacak şeyin ne olduğunu bilmiyoruz henüz; diplomasının geçersiz ilan edilip seçime katılmasının engellenmesi mi, siyasi yasak ve cezaevi mi, henüz belli değil. Belki de ve daha düşük ihtimalle olmakla birlikte çok sayıda dava üzerinden itibarsızlaştırılarak son derece yıpranmış ve ortak aday olmaktan çıkarılmış bir şekilde aday olmasına izin verilecek… 

Geçtiğimiz haftaki yazıda “barışın kaybedeni olmaz” mı diye sormuş ve olabileceğini söylemiştik. Şu an iktidar eliyle dayatılan ve Amerikan-İsrail güdümlü bir karakter taşıyan “barış” süreci, bir “yeni-Osmanlı barışı”dır. 

Yani birincisi bu barış asimetrik bir nitelik taşımaktadır, masaya denk güçler oturmamaktadır, bir taraf diğerine kendi barışını dayatmaktadır; kayyımlar, operasyonlar, rakipleri tasfiye, karşı ittifakları dağıtma girişimleri bunun bir parçasıdır. İkincisi, karşımızda modern karakterli bir barış yoktur; demokrasi, özgürlükler, insan hakları, eşit yurttaşlık vb.ne değil “İslam kardeşliği”ne yaslanan ve hatta mezhepçiliğe göz kırpan bir yaklaşım söz konusudur. Üçüncüsü, Türkiye’nin ilerici kesimleri yeni ittifakın neticesi olabilecek yeni ve gerici “toplum sözleşmesi”nin ve yeni anayasanın fiilen dışında bırakılacaklardır.  Dördüncüsü, Suriye’deki gelişmelerle birlikte kuvvetle muhtemel bu yeni ittifak İran düşmanı bir çizginin bölgesel temsilciliği rolünü üstlenmek isteyecektir. Ve beşincisi ve elbette ki en önemlisi, saray merkezli rejim buradan yitirmeye yüz tutan hegemonyasını yeniden tesis ederek çıkmayı, rakiplerini tasfiyeyi sorunsuz bir şekilde halletmeyi ve Erdoğan’ı ömrü vefa edene kadar o koltukta oturtmayı hedeflemektedir.

Velhasıl silahların susması, akan kanın durması, şiddetin sona ermesi, bunların hiçbirine itiraz edilemez ama siyaset üstü, dokunulamaz, eleştirilemez bir barışın ve apolitik bir barış güzellemesinin de Türkiye halkına herhangi bir faydası yoktur.

Bu memlekete dair esastan bir derdi olan solun “barışı demokratikleştirmek”, “barışın altını doldurmak” vs. gibi beyhude işlerle uğraşmak yerine kendi bağımsız hattını inşa ederek Türk ve Kürt emekçilerin ülkenin asli sahipleri ve eşit yurttaşlar olarak bir arada yaşayacağı bir Türkiye için mücadele etmesi hepimiz için en hayırlısı olacaktır.

                                                       /././

Berkin Elvan’sız 11 yıl: 'Elbet bir gün rahat uyuyabilmeni sağlayacağız'

Berkin Elvan, katledilişinin 11. yılında mezarı başında anıldı. Elvan'ın ailesi “Berkin için adalet, herkes için adalet” dedi.

Gezi Direnişi sırasında 16 Haziran 2013’te polisin attığı gaz fişeğinin başına isabet etmesi sonucu 269 gün komada kalan Berkin Elvan, 11 Mart 2014’te hayatını kaybetti. Berkin Elvan katledilişinin 11. yılında Feriköy Mezarlığı’nda anıldı.

Anma törenine başlarken Gezi Direnişinde yaşamını yitirenler için saygı duruşunda bulunuldu.

Elvan ailesi adına konuşan Berkin'in ablası Gamze Elvan, tüm çocuklar için adalet istediklerini vurgulayarak “Biz adalete açız. Biz bir çocuğun 6 yaşında evlendirilmesine göz yumanlara karşı adalet arıyoruz. Çocuklarımızı tarikatların, çocuk istismarcıların ellerine bırakanlara karşı adalet arıyoruz. Çocuklarımızı enkazda aramayan bu iktidara karşı adalet arıyoruz. Devlet eliyle öldürülen tüm çocuklar için adalet arıyoruz” dedi.

Elvan ailesi, katillerin hiçbir ceza almadığına vurgu yaparak, “Bu ülkenin birer yurttaşı olarak, bizim de hakkımızı teslim etmesi için bu ülkenin mahkemelerine güvendik. Ama oğlumuzun katili tek bir gün bile hapse girmemişken avukatlarımız Oya Aslan ve Can Atalay halen cezaevinde tutuluyor. Berkin’imizin katillerine hak ettikleri cezayı vermeyenler, avukatımız Can Atalay’ı ve dostumuz Mücellâ Yapıcı başta olmak üzere mücadele arkadaşlarımızı hapse attı” ifadelerini kullandı.

Kendilerine yönelik tehditleri şikayet ettiklerini ancak bir kişinin bile ifadesinin alınmadığına dikkat çeken aile, “Devlet bizim değil, bizi katledenlerin ve acımızla dalga geçenlerin devleti olduğunu bir kez daha gösterdi” dedi.

'Yaşatılan zulmü unutmayacağız'

İktidara ve yargı makamlarına seslenen aile, çağrılarını şöyle sonlandırdı:

“Siz katilleri korumaya çalışsanız da biz; Berkin için, katledilen bütün çocuklar için, yangınlarda yaşamını yitiren ve hâlâ korunamayan çocuklar için, tarikatların ellerine bırakılan çocuklar için adalet istemekten asla vazgeçmeyeceğiz. Süregelen saldırılar ve bunlara karşı koymak için hiçbir çaba sarfetmeyen yargı makamları sadece öfkemizi bileyliyor.

Önümüzdeki yıl 12. kez bu mezarın başında adaleti bulmuş olmayı diliyoruz. Çünkü bir çocuğun katilinin hesap vermesi, geride kalan tüm çocuklarımızın geleceğinin teminatı olacak.

Oğlumuz, canımız, yavrumuz, Berkin’imiz, kaç yıl geçerse geçsin; sana yaşatılan zulmü unutmayacağız, seni bizden koparanları asla affetmeyeceğiz.

Elbet bir gün yattığın yerde rahat uyuyabilmeni sağlayacağız.”

'Sözümüzdür, hesap soracağız!'

Anma töreninde yer alan Türkiye Komünist Partisi İstanbul İl Örgütü, paylaştığı mesajda "Berkin Elvan’ı katledenlerden hesap soracağız!" dedi.

Sosyal medyadan paylaşılan mesajda şu ifadelere yer verildi:

"Berkin, Haziran Direnişi’nde zorbalığa, karanlığa karşı mücadele eden ilerici aydınlanmacı milyonlarca yurttaşımızdan biriydi. Sözümüzdür, Berkin Elvan’ı katledenlerden de memleketimizi karanlığa mahkum etmek isteyenlerden de hesap soracağız!"

Katil dışarıda, dosyası yüksek yargıda

14 yaşındaki Berkin Elvan, Gezi Direnişi sırasında 16 Haziran 2013’te polisin attığı gaz bombasıyla başından yaralanmış, aylarca komada kaldıktan sonra 11 Mart 2014’te yaşamını yitirmişti. Elvan’ın yaşamını yitirmesine neden olduğuna hükmedilen polis memuru Fatih Dalgalı 16 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Ancak Dalgalı tutuklanmadı, hakkında yurtdışı çıkış yasağı adli kontrol tedbiri uygulandı. Sanık Dalgalı, cezası Yargıtay tarafından onanırsa cezaevine girecek.

                                                         *** 

‘Buenos Aires Motorlu Testere Katliamı’-Nevzat Evrim Önal-

Kapitalizmin emperyalist çürüme çağında yaşıyoruz. İnsanlık bu karanlıktan ya sosyalist devrimlerle kurtulacak ya da Milei gibi motorlu testereli manyaklar tarafından kovalanıp katledilecek.

Arjantin’de liberal Milei iktidarı bir yılını geride bıraktı ve pek çok kaynakta bir “ekonomik mucize” yaşandığından, liberal ekonomi ekolünün önerilerinin bir kez daha doğrulandığından bahsediliyor.

Bunu inceleyeceğiz, ama önce, bilimde mucizelere yer olmadığına göre, “ekonomik mucize” ne demek onu deşifre edelim:

İçinde yaşadığımız kapitalist toplum, bir “çatışan çıkarlar” toplumudur. Bir yanda sermayedar sınıf ile işçi sınıfı karşı karşıyadır; işçiler daha iyi geçim koşulları (yani daha fazla mal ve hizmetten faydalanabilme) derdindeyken sermayedar sınıf daha yüksek kâr oranları peşindedir ve bu da sermayedarlar için en temel maliyet kalemi olan ücretlerin olabildiğince düşük seyretmesini gerektirir. Diğer yanda ise sermayenin ekonomik çıkarları homojen değildir ve farklı sermaye öbekleri farklı devlet politikaları talep eder. Örneğin maliyetleri ulusal para birimi, kazançları döviz cinsinden olan ihracata yönelik sanayi ülkenin ulusal para biriminin döviz karşısında sürekli değer kaybetmesini isterken, sermayesini faiz yoluyla biriktiren finans kesimi yüksek reel faiz ortamı talep eder.

“Ekonomik mucize”ler, bir ülkede sermayenin en azından büyük bölümü arasında bir çıkar uzlaşması yakalandığı; buna ek olarak işçi sınıfının da ya politik yollarla bu uzlaşmanın kuyruğuna takılmaya ikna edildiği ya da şiddetle ezilip bir süreliğine aktif mücadele edemez hale getirildiği dönemlerde gerçekleşir. Bu dönemler tipik olarak ekonomik çöküşlerin ardından gelir ve sermaye mutabakatı da yeni kaynakların sermayenin kullanımına açılması ile oluşturulur. Bu kaynakların her zaman doğrudan doğruya daha düşük ücretler yoluyla fiili emek sömürüsünden çıkartılması ise şart değildir. Örneğin 2001 krizinin ardından 2002-2008 döneminde Türkiye’de ortalama reel ücrette büyük bir gerileme yaşanmazken1, hem özelleştirmeler hem de olağanüstü bir dış borçlanma furyasıyla sermayeye büyük yeni olanaklar oluşturuldu ve hem bu olanakları yaratarak sermaye uzlaşısını kuran hem de İslamcı ideoloji sayesinde işçi sınıfının önemli bir bölümünü bu uzlaşının kuyruğuna takan AKP iktidarı yerleşik hale geldi.

Bu notu düşelim ve devam edelim…

***

Javier Milei de Arjantin’in başına bir çöküş döneminin ardından geçti. Arjantin ekonomisi on yılı aşkın süredir krizdeydi2 ve Milei’nin başkan seçildiği Aralık 2023 seçimleri öncesinde enflasyon yüzde 200’ü aşmıştı. Ayrıca, 2001-2002 krizinden beri bir yandan sayısız emek karşıtı politik girişimle mücadele eden, diğer yandan da hiç istikrar kazanamayan ekonomik koşullarla boğuşan Arjantin halkı yorgun düşmüş; ayrıca geleneksel politik elitin yolsuzluklarından da bıkmıştı. Elinde motorlu testereyle gezip “devleti bununla budayacam” diye böbürlenen; “doları ulusal para birimi yapacam”, “merkez bankasının dibine bomba koyup patlatacam” ve benzeri vaatler üfüren ergen rock yıldızı kılıklı Milei, seçimi bu ortamda kazandı.

Liberalizmin böyle Hayekçi bir uç yorumu pek tabii ki, sermayedar sınıfın farklı kesimleri böyle bir çerçevede uzlaşamayacağı için, pratikte uygulanabilir değildi. Zaten Arjantin halkı da yorgundu, çıldırmamıştı. Milei başkanlığı aldı, ama parlamento çoğunluğu şöyle dursun, partisi seçimlerden birinci parti dahi çıkmadı. Dolayısıyla parlamentoda karmaşık bir koalisyon kuruldu ve sermaye uzlaşısı bu müzakere zemininde sağlandı. Milei’nin merkez bankasına ve para birimine dair “fantastik” önerileri rafa kalktı, “devleti küçültme” hedefi ise derhal hayata geçirildi.

“Küçülme”den kasıt şu: Yaklaşık 40 bin devlet memuru işten atıldı ya da zorla emekli edildi, memur, kamu işçisi ve emeklilerin ücretleri enflasyon karşısında eritildi, sosyal harcamalar kesildi, enerji ve ulaşıma verilen devlet destekleri kaldırıldı. Bunun sonucunda Arjantin’de işsizlik yüzde 5,7’den 6,9’a, yoksulluk yüzde 42,5’ten yüzde 52,9’a yükseldi. Tüm ücretli kesimler reel ücret kayıpları yaşadı ama bilhassa emekliler korkunç bir yoksullaşmayla karşı karşıya kaldı, zira kamudaki tasarrufun tek başına yüzde 20,6’sı emekli maaşlarındaki reel düşüşle sağlandı.3

Yani sermaye uzlaşısı emekçi sınıfın sırtına binerek kuruldu, devletten sosyal olan kesilip atıldı. Liberallerin “mucizesi” budur; yaşanan Buenos Aires Motorlu Testere Katliamı’dır.

Liberaller “ama enflasyon düştü, gerisi zamanla düzelir” diyor. “Düştü” denen enflasyon önce devletin çeşitli mallar üzerindeki fiyat kontrolleri kaldırıldığı için yüzde 300’e dayandı, şimdi ise yüzde 85 civarında.4 Düşmeye devam edip etmeyeceğini göreceğiz, ama muhtemelen bu yoksullaştırma politikaları sürdükçe, enflasyon da düşecektir. Halkı yoksullaştırırsanız, daha az mal ve hizmet talep edebileceği için enflasyon düşer.

Dahası, Milei Arjantin’de halen hayli hacimli olan kamu sektörünü özelleştirmeye başlıyor. İlk adım olarak Ocak ayında ulusal çelik şirketi IMPSA, ABD merkezli Industrial Acquisition Fund’a (Sınai Satınalma Fonu) satıldı.5 Devamı gelecektir.

Bu bahsi kapatmadan önce iki not düşmek istiyorum.

Birincisi, Arjantin’de “faizi yükselt enflasyonu düşür” modeli uygulanmadı. Aksine Milei döneminde Merkez Bankası gösterge faizi hayli hızlı biçimde düşürüldü ve enflasyon buna rağmen düştü.6 Enflasyonun ancak yüksek reel faiz yoluyla düşürülebileceğini iddia eden, her vakaya aynı reçeteyi yazan “ortodoks”lar otursun düşünsün. 

İkincisi, liberaller kusura bakmasın ama ikide birde papağan gibi tekrarladıkları “Arjantin’de liberalizmin en ileri uygulaması test ediliyor” iddiasının altı boş. Arjantin’de atılmış ya da atılması gerçekçi biçimde gündeme alınmış liberalleşme adımlarının hepsi Türkiye’de çoktan atıldı ve Türkiye, Arjantin’den çok daha liberal bir ekonomik ortama sahip. Örneğin Türkiye’de neredeyse hiçbir sermaye kontrolü yok, Türk Lirası ile döviz arasında hareket etmek serbest. Arjantin’de günde 200 dolardan fazla dolar alamıyorsunuz. Arjantin’de hâlâ satılmayı bekleyen bir sürü kamu iktisadi teşekkülü var, Türkiye’de ise Tüpraş’tan Erdemir’e, Tekel’den Petkim’e ne varsa özelleştirildi. Kendi doğum gününü milat zanneden genç “liberteryen”ler hatırlamaz ama AKP’nin ilk maliye bakanı Kemal Unakıtan (ki kendisi en az Milei kadar liberaldi) “satıyoruz satıyoruz bitmiyor” dediğinde, yıl 2007’ydi.7

Sonra satmaya devam ettiler ve doğal olarak bir noktada bitti; artık otoyol köprülerini, hatta nükleer santralleri bile kazanç garantisi vererek özel şirketlere yaptırmak gibi yöntemler uyguluyorlar.

Tabii devletin ekonomik araçları budandıkça, ideoloji ve zorbalık araçlarını güçlendirmek lazım ki işçi sınıfı, hele ki Arjantin gibi mücadele geleneği güçlü işçi sınıfı hizada tutulabilsin. Bu yüzden Milei hem polis devletinden yana, protesto eylemlerinde kullanılan kaynakların protestolara katılan kişi ve kurumlara fatura edilmesini öneren bir faşist8; hem de kadınların Arjantin’de ancak birkaç yıl önce kazanabildikleri kürtaj hakkını kamusal sağlık sistemini gerekli ilaç ve ekipmanlardan yoksun bırakarak engelleyen bir yobaz.9
Tanıdık geliyor, değil mi?

Dolayısıyla, eğer tutarlı olacaklarsa, Milei’yi beğenen liberallerin Türkiye’deki baskıcı ve yobaz AKP iktidarıyla da pek bir sorunu olmaması gerekir.

Liberallerle husumetimiz bu kadar, gelelim bu yaşananların gösterdiği asıl meseleye...

***

Bu yaşananlardan işçi sınıfı adına çıkartılacak önemli bir ders var.

Sermaye egemenliği tarafından 1970’lerin ortalarından itibaren başlatılan neoliberal saldırının sosyalizmi yıkmak dışında iki temel hedefi vardı: (1) İşçi sınıfının kazanılmış haklarının elinden alınması ve (2) Devletin sosyal yönünün törpülenmesi ve meta üreten kamu yatırımlarının sermayeye devredilmesi. 

Bu, sermayenin dünya çapında uyguladığı programdı ve neredeyse tamamen başarılı oldu. Bu dönem boyunca emek yanlısı mücadele de sermaye karşıtlığından, yani devrim mücadelesinden giderek uzaklaştı ve “eldeki kazanımları koruma” ufkuna sıkıştı.

Sürekli savunmada olan mutlaka kaybeder ve kaybetti. Ama bu sıkışma altı çizilmesi gereken önemli bir başka çelişkiyle maluldü. 1946-1973 arasındaki Keynesçi dönemin kazanımları sermayedar sınıfın işçileri Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkeleri örnek alarak devleti ele geçirme ve kendi sosyalist iktidarlarını kurma fikrinden uzaklaştırmak için verdiği ödünlerdi. Bu ödünler kapitalist bir çerçevede, yani sermayedar sınıfın egemenliği varsayılarak ve devlet işçi sınıfı ile sermayedar sınıf arasında bir uzlaşma zemini olarak kurgulanarak verilmişti. Sermayedar sınıfın bu uzlaşmayı bozmasıyla birlikte, kuşkusuz özelleştirmeler ya da emekli yaşının yükseltilmesi gibi saldırılar önemli bir mücadele başlığına dönüştü, ama bu mücadelelerin hiçbiri kapitalizmi ortadan kaldırma hedefiyle buluşmadan yol alamazdı zira korunmaya çalışılan kazanımların kurumsal taşıyıcısı ortadan kalkmıştı.

Arjantin bu konuda hayli geriden gelen bir ülke. Dediğim gibi, Milei’nin motorlu testereyle yapmaya çalıştığı dönüşümü Türkiye çoktan tamamladı. Ama Arjantin’de Peronizmin son yirmi yıldaki çürüme ve iflası, özel mülkiyetin kendisini ortadan kaldırma hedefiyle hareket etmeden hiçbir kamusal zenginliğin savunulamayacağını bir kez daha gösterdi. Ve bu süreçte kendi bağımsız devrimci mücadelesini veremeyen, bunun yerine Peronist sosyal demokrat muhalefete eklemlenen Arjantin solu, Arjantin halkının kitlesel mücadele geleneğine rağmen hiçbir siyasi varlık gösteremedi.
Kapitalizmin emperyalist çürüme çağında yaşıyoruz. İnsanlık bu karanlıktan ya sosyalist devrimlerle kurtulacak ya da Milei gibi motorlu testereli manyaklar tarafından kovalanıp katledilecek.

-----  
 1Ahmet Yılmaz ve Togan Karataş, “Türkiye Ekonomisinde Ücret ve Maaşlar: 1970–2021”, Çalışma ve Toplum 76, 2023.  

2Arjantin ekonomisi bilhassa 2008-2009 dünya krizinden sonra hiç dikiş tutmadı. Literatürde “testere ağzı” denen bir seyir izledi ve bir yıl büyüyüp bir yıl küçüldü. https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.MKTP.KD.ZG?end=2023&locations=AR&start=2001. Buna ek olarak 2001-2002 krizinden itibaren asıl büyük tahribat ülkenin imalat sanayiinin çürümesi oldu: https://data.worldbank.org/indicator/NV.IND.MANF.ZS?end=2023&locations=AR&start=2002.  

3Bu konuda olguları seren iyi bir makale kaleme alındı: Cem Oyvat, Sabri Öncü ve Joel Rabinovich, “Arjantin’de Milei’nin Şok Terapisi: Mitler ve Gerçekler”, https://www.ayrim.org/guncel/arjantinde-mileinin-sok-terapisi-mitler-ve-gercekler/#_edn1. Son günlerde çekilen liberal videolar da genelde buradaki hesaplamalardan yararlanıyor. 

4https://tradingeconomics.com/argentina/inflation-cpi

5https://www.reuters.com/world/americas/argentina-privatizes-state-metal-firm-milei-era-first-2025-01-08/

6https://tradingeconomics.com/argentina/interest-rate

7https://www.hurriyet.com.tr/gundem/satiyoruz-satiyoruz-bitmiyor-ne-komunist-bir-ulkeymisiz-6911377

8https://www.theguardian.com/world/2023/dec/17/argentina-president-javier-milei-security-guidelines-protests-currency-devaluation

9https://edition.cnn.com/2024/10/29/americas/argentina-abortion-access-javier-milei-intl-latam/index.html

                                                        /././

ÇYDD Sedat Peker’in katkı sunduğu bağışı reddetti: İzzet Çapa ve Uğur Dündar, Peker’i savundu

Ülkücü mafya Sedat Peker, geliri ÇYDD'ye bağışlanan İzzet Çapa'nın kitabından 5 bin adet satın alınca dernek bağışı geri çevirdi. Çapa sinirlendi, Uğur Dündar Peker'i alkışlamaya koştu.

Magazin yazarı ve işletmeci İzzet Çapa yazdığı kitabın gelirini Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'ne (ÇYDD) bağışladığını ilan ettikten sonra organize suç örgütü kurduğu gerekçesiyle hakkında yakalama kararı bulunan ülkücü mafya Sedat Peker’in de kitabını toplu olarak satın aldığını ve bağışa katkıda bulunduğunu duyurdu.

Bunun üzerine ÇYDD, “Derneğimiz hesabına böyle bir bağış geçmedi” diyerek haberi yalanladı.

Çapa, sosyal medya hesabından ÇYDD'nin bağışlarını kabul etmediğini duyurdu  ve kitap gelirini LÖSEV'e bağışladığını dekontu ile paylaştı. ÇYDD ise Peker’in “derneğin temsil ettiği değerlerle örtüşmemesi” gerekçesiyle bağışın reddedildiğini açıkladı.

İzzet Çapa ve Uğur Dündar Sedat Peker’i övmelere doyamadı

İzzet Çapa söz konusu paylaşımında şu ifadeleri kullandı:

"Bazen insanları anlamakta hakikaten güçlük çekiyorum… Biliyorsunuz, yeni kitabım, ‘Bu Kitabı Tersten Okuyun’un tüm gelirini Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne ve kız çocuklarının eğitimine bağışladığımı açıklamıştım… Karınca kararınca bir yardımım olsun istemiştim… Sonra, bu konulardaki hassasiyetini bildiğiniz sayın Sedat Peker aradı ve benim minik çabama, 5 bin kitap sipariş vererek katkı yaptı… Malum o da iki kız babası… Belli ki gönlünden kopmuş… 

Buraya kadar her şey güzel, her şey gayet normal…Ve fakat sonra Çağdaş Yaşamı Derneği, hiç anlamadığım bir şekilde bu bağışı kabul etmeyeceğini bildirdi .Neymiş, mesele haber olduğu için kabul edemezlermiş…Siz onu benim külahıma anlatın… Ne diyeyim, kendi tercihleri…Peki biz döner miyiz yolumuzdan; dönmeyiz elbette…Tüm yazar gelirini Lösev’e bağışladım ben de…Vesselam…"

Çapa’nın açıklamasını destekleyen isimlerden biri Uğur Dündar oldu. Dündar, Peker’i alkışladı ve ÇYDD’nin kararının yanlış olduğunu öne sürerek şunları söyledi:

“ÇYDD'nin kararı çok yanlış. Hem sizin hem de Sedat Peker'in davranışınız alkışa değer. Kitabı henüz okuyamadım. Ama Fatih Altaylı ile söyleşinizi büyük keyifle izledim. Tebrikler.”

ÇYDD neden bağışı kabul etmedi?

Dernek tarafından yapılan detaylı açıklamada gerekçe açıklandı. Özetle ülkücü mafya Sedat Peker’in derneğin temsil ettiği değerlerle örtüşmemesi nedeniyle bağışın kabul edilmediği belirtildi.

Açıklamanın tamamı şöyle:

“Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, kurulduğu günden bugüne 36 yıldır, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı kalarak, çağdaş eğitim yoluyla çağdaş insan ve toplum hedefine ulaşmayı amaçlamaktadır.

ÇYDD olarak, derneğimize gelen bağış önerilerini kabul ederken evrensel hukuk ilkelerine, insan haklarına ve derneğimizin temel değerlerine uygunluğu gözetmekteyiz. Bu doğrultuda, bağışçıların geçmiş faaliyetleri ve kamuoyundaki etkileri de dikkate alınmaktadır.

Derneğimize, kitap telif gelirlerinin bağışlanmak istenmesi durumunda kitap, yayın kurulumuzca incelenmekte ve uygun görülürse bağışçı ile bu konuda sözleşme yapılmaktadır.

Bu doğrultuda iş insanı ve yazar İzzet Çapa’nın kitabının telif gelirini derneğimize bağışlamak istediği kitabın yayınevi tarafından tarafımıza sözlü olarak bildirilmiştir.  Sayın Çapa’nın ve bağlı olduğu yayınevinin sözlü talebi doğrultusunda yayınevi temsilcisi ve İzzet Çapa’ya, Genel Başkanımız Prof. Dr. Ayşe Yüksel ile görüşmeleri için 10 Mart pazartesi günü saat 14.00’a randevu verilmiştir.

Süreç olumlu biçimde ilerlerken, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde, sayın Çapa tarafından sosyal medya aracılığıyla, kitaptan toplu şekilde satın alımların olduğu ve satın alan kişinin adı verilerek elde edilen gelirin derneğimize bağışlanacağı ifade edilmiştir. Bu paylaşımdan sonra kitabı toplu olarak aldığı iddia edilen kişi ile derneğimizin temsil ettiği değerlerin örtüşmeyeceği ve bu bağışı kabul edemeyeceğimizi yayınevine net bir şekilde ifade etmemiz üzerine İzzet Çapa paylaşımını kaldırmıştır ancak bu paylaşım, sanki derneğimize bu bağış yapılmış ve derneğimiz bu bağışı almış şekilde sosyal medyada haber yapılmaya devam edilmiş, yazılı basında da haber olduğu görülmüştür. Yaşanan gelişmeler sonucunda derneğimizce verilen randevu da karşılıklı konuşarak iptal edilmiştir. Tüm bu gelişmeler yaşanırken ortada bir bağış sözleşmesi ve alınan bir bağış bulunmamaktadır.

Bu süreçte yayın evine yazar ile bir bağış sözleşmesi yapılamayacağı derneğimizce bildirilmiş ve bu konuda kısa bir açıklama yapılmıştır. Konunun detaylarını şeffaf şekilde kamuoyu ile paylaşmak istedik."

Bir Sedat Peker portresi ve bir soru: Neden 'kadro dışı' kaldı?

(https://haber.sol.org.tr/haber/bir-sedat-peker-portresi-ve-bir-soru-neden-kadro-disi-kaldi-304672)-11/05/2021-

                                                                           ***

Ebrar Sitesi iddianamesi: 9 kamu görevlisi yargılanacak, Çamlıca Camii mimarlarından Güner de listede -İrem Yıldırım-

Ebrar Sitesi K Blok davasında 2 yılın ardından iddianame hazırlandı. İstanbul Eski Çevre ve Şehircilik Müdürü Hacı Mehmet Güner'in de aralarında olduğu 9 kamu görevlisi "bilinçli taksirle ölüme sebebiyet verme suçu"ndan yargılanacak. Davanın avukatı iddianamenin eksik olduğu görüşünde.

ahramanmaş'ta 8 katlı 22 bloktan oluşan Ebrar Sitesi'nin, 6 Şubat 2023 tarihli depremlerde yıkılması sonucu yaklaşık 1400 kişi hayatını kaybetti.

Ebrar Sitesi’nde 76 yurttaşın hayatını kaybettiği, 13 yurttaşın da yaralandığı K Blok'a dair zemin etüdü bulunmamasına karşın yapı ruhsatı veren ve yapı ruhsatını onaylayan yetkililer arasında dönemin Kahramanmaraş Belediyesi İmar İşleri Müdür Yardımcısı Hacı Mehmet Güner'in de bulunduğu ortaya çıkmıştı. Hacı Mehmet Güner İstanbul Eski Çevre ve Şehircilik Müdürü ve Çamlıca Camii mimarlarından biri olarak biliniyor. Güner, 19 Temmuz 2024’te “Devlet büyüklerimizin tensipleriyle 2018 yılında başladığım İstanbul İl Müdürlüğü görevini bugün itibarıyla devretmiş bulunuyorum” sözleriyle görevi bıraktığını duyurmuştu.

Güner’in Kahramanmaraş’tan Çamlıca’ya uzanan yolu

Hürriyet’in 4 Temmuz 2012 tarihli haberine göre, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Güner’in Kahramanmaraş’ta yaptığı Abdülhamit Han Cami’sini çok beğenmesi üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müşavirliği’ne atanmasında rol alıyor. Haberin ilgili bölümü şöyle:

“Mimar Güner’in Çamlıca Camii’nin mimarı olmasına uzanan süreç geçtiğimiz mayıs ayında Erdoğan’ın Kahramanmaraş ziyaretiyle başladı. Maraş’ta gezdiği Abdülhamit Han Camii’ni çok beğenerek mimarının kim olduğunu öğrenen Erdoğan caminin mimarını da bulmuş oldu. Erdoğan’ın talimatıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müşavirliği’ne atanarak İstanbul’un yolunu tutan Güner, yaklaşık 20 gündür 3 kişilik ekibiyle birlikte cami projesini çiziyor.”

‘Bilinçli taksirle ölüme sebebiyet verme suçu’ndan yargılanacaklar

Kamu görevlileriyle ilgili soruşturma izni verilse de uzun süredir bir gelişme olmayan davada, iddianame depremden 2 yıl sonra hazırlandı. soL’un ulaştığı iddianameye göre, İstanbul Eski Çevre ve Şehircilik Müdürü ve Çamlıca Camii mimarı Hacı Mehmet Güner ve 9 kamu görevlisi sanık olarak yargılanacak.

Güner dahil 9 kamu görevlisi hakkında Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından "bilinçli taksirle ölüme sebebiyet verme suçu"ndan iddianame düzenlendi.

Kabul edilen iddianamenin, Kahramanmaraş 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılamanın müteahhitlerin yargılamasıyla birleştirilmesine karar verildi. Kamu görevlilerinin de yargılanmasına başlanacak duruşma 26 Mart'ta Kahramanmaraş 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlayacak.

Davada sanık olarak kabul edilen Kahramanmaraş Belediyesi proje ve yapı kontrol birimlerinde o dönem görev yapmakta olan kamu görevlilerinin isimleri ve görevleri şöyle:

  • İmar İşleri Müdür Yardımcısı Hacı Mehmet Güner: Yeni yapı ruhsatını düzenleyen, statik projeyi kontrol eden,

  • İmar İşleri Müdürü Harita Mühendisi Fahri Yiğitoğlu: Yeni yapı ruhsatını düzenleyen, statik projeyi kontrol eden,

  • Mimar Mehmet Dişçeken: Yeni yapı ruhsatını düzenleyen,

  • Makine Mühendisi Çetin Hurşitoğlu: Yapı kullanma izin belgesi düzenleyen,

  • İmar İşleri Müdür Yardımcısı Osman Yaşar Dağıstanlı: Yapı kullanma izin belgesi düzenleyen,

  • İnşaat Mühendisi Melike Özdemir: Yapı kullanma izin belgesi düzenleyen,

  • İmar İşleri Müdürü Zeynel Abidin Şerefoğlu: Yapı kullanma izin belgesi düzenleyen,

  • Makine Mühendisi Hülya Çelik: Mekanik projeyi inceleyen,

  • İnşaat Mühendisi Fatih Diş: Tadilat ruhsatını düzenleyen.

'Meslekten men' cezası da var

Bu isimlerin görevlerinde ihmal göstererek mevzuat hükümlerine aykırı olan yapı projelerine ve yapıya uygunluk kararları verdikleri, bu sebeple şüphelilerin tahkikat konusu binanın yıkılmasında ihmal ve kusurlarının bulunduğu gerekçesiyle hem "bilinçli taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma suçu" yönünden hem de ilgili mesleğin icrasından yasaklanmaları talebiyle yargılanacaklar.

Avukat Doğan: İddianame eksik, belediye yönetimi dahil edilmedi

soL’a konuşan davanın avukatı Mert Doğan, “Düzenlenen iddianame bizce iki senenin sonunda düzenlenmesine karşın ciddi eksiklikler barındırıyor” eleştirisinde bulundu. Doğan, yıkımın gerçekleştiği alanları imara açanların ve imar döneminde belediye yönetiminde olanların yargılamaya dahil edilmemesine tepki gösterdi ve “Bizim Başsavcılığa verdiğimiz suç duyurusunda dönemin belediye yönetiminde görev alan kişiler de mevcuttu ancak bu kişilerle ilgili hiç araştırma ve inceleme yapılmaksızın sadece Kahramanmaraş Belediyesi’nin imar bölümünde görev almış memurlar hakkında iddianame düzenlenmiş” ifadelerini kullandı.

Savcılığın sanıklara yönelttiği suç isnadının da eksik olduğunu vurgulayan Doğan, “Savcılık iddianamesinde 'bilinçli taksirden birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçu"ndan ceza istemiş ancak ortada zemin etüt raporu alınmaksızın yapı kullanma izin belgesi düzenleyen görevliler var. Bunların 'görevi kötüye kullanma' ve içeriği itibariyle 'resmi belgede sahtecilik' fiillerini de işlediklerini düşünüyoruz. Bu nedenle suç isnadında bulunurken saydığımız suçların da değerlendirmeye alınması gerekmekteydi ancak savcılık sadece TCK Madde 85/2'de düzenlenen 'taksirle öldürme suçu'ndan iddianame düzenledi. Bu hususlarla ilgili depremzede yurttaşlarımız adına yasal yollara başvuracağız” dedi.

Duruşma tarihinin 26 Mart 2025 olduğunu hatırlatan Doğan, depremzedeler ve yakınlarını kaybeden yurttaşlarla birlikte orada olacaklarını hatırlattı.

Ebrar Sitesi'nin yapı ruhsatını onaylayan isim şimdi İstanbul Çevre ve Şehircilik İl Müdürü!
(
https://haber.sol.org.tr/haber/ebrar-sitesinin-yapi-ruhsatini-onaylayan-isim-simdi-istanbul-cevre-ve-sehircilik-il-muduru)-25/12/2023-

                                                             ***

2024 yılı dünya ekonomisi ve 2025 yılına dair perspektifler: Küba'ya etkileri (I)

Açıklanan karmaşık uluslararası ekonomik senaryo, Küba da dahil olmak üzere tüm ülkeler üzerinde kesişen bir etkiye sahip.

1995-2009 yılları arasında Küba Ekonomi ve Planlama Bakanı olarak görev yapan José Luis Rodríguez, Dünya Ekonomisi Araştırma Merkezi Danışmanı olarak çalışmalarına devam eden önemli bir iktisatçıdır. Ayrıca çeşitli akademik dergi ve gazetelerde iktisat yazıları kaleme almaktadır. 9 Ocak 2025’de Cubadebate’de iki bölüm halinde yayınlanan yazısının ilk kısmını paylaşıyoruz. 
-----

Uzman olsun olmasın birçok kişi, belirsizliğin ve güvensizliğin küresel çapta arttığı 2024 yılının korkunç bir yıl olarak tanımlanabileceğini söylüyor. Haksız da değiller.

Geçtiğimiz yılın bu bağlamda hangi boyutuyla ele alınırsa alınsın olumlu sinyaller vermediği görülüyor.  

Öncelikle, 2024 yılında dünya, çevre tahribatının devam ettiğine ve uluslararası toplantılarda bu felaketin etkilerini hafifletecek önlemler alma girişimlerinin art arda başarısız olduğuna tanık olmuştur. Elimizdeki kayıtlı verilere dayanarak 2024 yılının tarihin en sıcak yılı olduğunu ve küresel ısınmanın doğal felaketlerin artmasında ve ani sıcaklık değişimlerinde gittikçe daha fazla etkili olduğunu biliyor olmamız bu olumsuz etkilerin neler olduğunu göstermesi açsısından yeterli olacaktır. Fakat bu gerçekliğin asıl yaratıcıları mevcut durumu değiştirmek ya da en azından etkilerini hafifletmek için üzerlerine düşeni yapacak gibi görünmüyorlar.

İkinci olarak, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere gelişmiş kapitalist dünyanın göreceli ekonomik hegemonyasını kaybetmesi gözle görülür hale geldi. Dünyanın önde gelen bu devleti hâlâ muazzam bir güce sahip olsa da, ekonomik hakimiyetine yıllardır Çin tarafından giderek daha fazla meydan okunmaktadır. Ancak bu ekonomik savaş, Asya devinin uluslararası ekonomik rekabetteki yükselişini frenlemede etkisiz kalmaktadır.

Bu hegemonya kaybı, BRICS+'nın önemi giderek artan ekonomik bir rakip haline gelmesiyle birlikte küresel ekonomideki çok taraflılığın yükselişi ile kendisini göstermektedir.

Üçüncü olarak, kaybedilen mutlak hegemonyayı koruma mücadelesi sadece piyasalarda verilmemektedir. Çünkü bugün kaybedilen alanı silah zoruyla yeniden kazanmayı amaçlayan gerçek savaşın ekonomik savaşla birleştirildiği savaşlar yürütülüyor. 1 Hibrid savaşlar olarak adlandırılan bu savaşların en iyi örneği Rusya ve Ukrayna arasındaki – ya da daha doğrusu Ukrayna topraklarında yürütülen NATO ve Rusya arasındaki – savaştır. Bu savaşlar öncelikle askeri harcamaların rekor seviyelere ulaşmasına -2023 yılında küresel askeri harcamalar 2 trilyon 243 milyar dolara kadar ulaşmıştır – neden olurken mevcut ve gelecekteki savaşlar için taraf olan güç dengelerinde değişimin yaşanması gibi tehlikeli sonuçlar doğurmadan gerçekleşmiyor. Böylece, ABD (916 milyar dolar), Çin (296 milyar dolar), Rusya (109 milyar dolar), Hindistan (83,6 milyar dolar) ve sekizinci sıradaki Ukrayna (64,8 milyar dolar) en yüksek askeri harcamaları yapan ülkeler oldular.2 2025 yılına kadar ABD’nin askeri harcamalarının 895 milyar dolar, Rusya’nın ise 140 milyar dolara ulaşacağı öngörülüyor.3

Küresel ekonominin 2024 yılındaki gelişimine ait somut sonuçlar gelecek sene muhtemelen artacak olan belirsizlik ve gerilimlerin etkilerini ortaya koymaktadır.

İlk olarak Dünya Bankası tahminlerine göre4 2024 ve 2025 yılları için küresel büyüme oranlarının yüzde 2,6 seviyesinde olduğuna işaret etmek gerekir ki bu rakam IMF’nin iyimser öngörüsünün altındadır. Eğer 2024 yılını kapatırken son yaşanan jeopolitik olaylar, bilhassa İsrail’in Ortadoğu’daki gerilimde takındığı saldırgan tavır ve Suriye hükümetinin düşüşü dikkate alınırsa, Dünya Bankasının bu öngörüsü özellikle anlamlı olabilir. Buna şiddetlenen Ukrayna savaşı ve Başkan Donald Trump’ın dış politikaya dair saldırgan söylemleri eklenebilir.

Ancak, IMF’nin hesaplamalarını baz alsak bile, 2024'teki zayıf küresel büyümenin5 temelde ‘yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ekonomiler’ olarak adlandırılan ülkelere dayandığı, daha gelişmiş kapitalist ülkelerin -ABD hariç- GSYİH büyüme oranlarının oldukça düşük olduğu, hatta Avrupa'nın ana ekonomisi olan Almanya'nın bile 2023 yılında gerilediği ve 2024 yılında büyümediği görülmektedir. Bu durum özellikle Batı'nın Rusya'ya karşı uyguladığı yaptırımlarla ilişkilidir. Ukrayna'daki savaş nedeniyle Avrupa pazarı Rus yakıtına kapatılmış ve bunun yerine ithal edilen gazın maliyeti Rus gazının maliyetine göre ciddi bir şekilde artmıştır. Tüm bunlar, büyük ölçüde NATO'nun Ukrayna'da Rusya'ya karşı yürüttüğü savaşın sonuçları nedeniyle derin bir ekonomik darboğaza giren Avrupa Birliği'nin ABD politikalarına ne kadar boyun eğdiğini de göstermiştir.6

ABD’ye gelirsek, bazı ekonomistler ABD reel ekonomisinin özellikle sanayi sektöründe sahip olduğu rekabet gücünde ciddi bir kayıpla karşı karşıya olduğunu, ülke ekonomisinin büyük oranda borsa spekülasyonlarına dayanması nedeniyle büyüme verilerinin de abartılı olduğunu düşünmektedir.7

2024 yılı küresel ekonomi sonuçlarına bakıldığında, yıllardır yüksek oranlarda büyüyen Çin ve Hindistan başta olmak üzere Asya ekonomileri öne çıkmaktadır. Buna karşın, gelişmekte olan ülkelerin 2023 yılında 8 milyar 800 milyon dolara ulaşan yüksek borçluluk oranları ve 406 milyar dolarlık borçlanmaları krizin etkilerini göstermektedir. Bu ödemeler, kalkınma temel kalemlerinin yanı sıra eğitim ve sağlık harcamalarında azalmaya yol açan kemer sıkma politikaları ile karşılanmaktadır.

Öte yandan, bölgeler arasında hâlâ birçok farklılık olmasına ve lojistik tedarik zincirleri ile küresel değer zincirlerinde hâlâ güçlü gerilimler ve kırılmalar olmasına rağmen 2024 yılında küresel olarak yakıt fiyatlarında yaklaşık yüzde 6 ve gıda fiyatlarında yüzde 9'luk bir düşüş kaydedilmiştir. 2025 yılında ise yakıt fiyatlarında yüzde 6, gıda fiyatlarında ise yüzde 4'lük ek bir düşüş daha öngörülmektedir.8

Kısacası, hem Dünya Bankası hem de IMF küresel ekonomi ve genel olarak kalkınma süreçlerinin olumlu sonuçlarını vurgulama çabalarını ikiye katlamış olsa da, mevcut veriler bu olumlu perspektifleri yalanlamaktadır. Nitekim Dünya Bankası da mevcut gelişmelerin yetersizliğine dikkat çekerek şunları ifade etmiştir: “Bu çerçevede, kararlı küresel eylemlere ve ulusal politika çabalarına ihtiyaç duyulmaktadır. Küresel düzeyde öncelikler arasında ticaretin korunması, yeşil ve dijital geçişlerin desteklenmesi, borçların hafifletilmesi ve gıda güvenliğinin iyileştirilmesi yer almaktadır."9

IMF ise rapor ettiği büyüme oranının “...son birkaç on yılın en zayıf büyüme oranı olduğunu ve baskın olanın aşağı yönlü risklerin artışı” olduğunu belirtmektedir.10

Buna ek olarak, Birleşmiş Milletler’in yakın zamanda yayınlanan çeşitli raporları ile de ortaya konan -ülkelerin yüzde 40'ının borçluluk düzeyleri nedeniyle kırılgan bir durumda olduğu; 1,1 milyar insanın çok boyutlu yoksulluk içinde yaşadığı ve 712 milyon insanın aşırı yoksulluk içinde olduğu; 864 milyon insanın ciddi gıda güvensizliği ile karşı karşıya olduğu ve 733 milyon insanın 2023 yılında açlık çektiği- çok sayıda sosyal etkiden bahsetmeden geçemeyiz. Dünya genelinde eşitsizlik seviyeleri artmakta ve sadece Latin Amerika ve Karayipler’de -eşitsizliğin en yüksek olduğu bölge- nüfusun en yoksul yüzde 50'si gelirin yüzde 10'unu alırken, en zengin yüzde 10'luk kesim gelirin yüzde 55'ini almaktadır.

**

Yukarıda belirtilen tüm hususlar, 2025 yılına ilişkin beklentilerin, 2024’teki aynı belirsizlikler ve riskler altında şekillenmeye devam ettiğini göstermektedir. Dolayısıyla, 2025 yılında GSYİH büyüme oranları aynı seviyelerde kalsa bile, küresel ekonominin karşı karşıya kalacağı zorluklar daha da büyük olabilir.

Çeşitli analistlere göre 2025’de karşılaşılacak başlıca zorluklar arasında aşağıdakiler öne çıkmaktadır.11

  1. 2008'deki büyük mali krizin üstesinden gelinememiş ve etkileri 2024'te tekrar hissedilmiştir; bu durum 2025'te de aşılabilecek gibi görünmemektedir. 
  2. Devam eden en önemli çatışmalar: NATO ve Rusya arasındaki savaşın kısa vadede müzakere edilmiş bir çözüme ulaşması beklenmediğinden, dünya ekonomisi üzerindeki zararlı etkileri devam edecek ve hatta çatışmanın tırmanması halinde 2025 yılında daha da kötüleşebilecektir; Benzer şekilde, İsrail'in Filistin'e karşı başlattığı ve Orta Doğu'ya yayılan savaş, özellikle dünya petrol ekonomisi üzerindeki etkileriyle birlikte, daha geniş kapsamlı ve yoğun bir çatışmaya yol açabilir. Son olarak, ABD'nin Çin ile rekabeti çerçevesinde Tayvan'a yönelik müdahaleleri potansiyel olarak tehlikeli odağı olmaya devam etmektedir. 
  3. Donald Trump tarafından açıklanan ekonomi politikalar -şu ana kadar formüle edildiği şekilde uygulandığı takdirde- 2025 yılında küresel ekonomi üzerinde güçlü bir etkiye sahip olacaktır. Bu politikalar, uluslararası rekabeti ve bunun ABD ekonomisi üzerindeki etkilerini engellemek amacıyla gümrük tarifelerinin yükseltilmesini içeriyor ki bu da ABD'nin stratejik müttefikleri ve Kuzey Amerika başta olmak üzere dünya ekonomisi için çok olumsuz etkileri olacak büyük bir ticaret savaşına yol açabilir. Ayrıca göçün engellenmesi, uluslararası işbirliği ve ekonomik entegrasyon anlaşmalarının gözden geçirilmesi ve sorgulanması, ABD'nin kendi içinde uygulayacağı kısıtlayıcı ve ayrımcı mali politikalar ve iklim değişikliği ile mücadeleye ilişkin olumsuz politikalar küresel düzeyde olumsuz etkiler yaratabilir.12 ABD muhtemelen dünyada bu politikadan etkilenecek ilk ülke olacaktır ve bu da ABD ekonomisi ve dünya ekonomisi üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olacaktır.
  4. Çin'in kalkınması 2025 yılında iç tüketime daha fazla ağırlık vererek ve teknolojide inovasyonun yoğunluğunu artırarak ilerlemeye devam edecektir. Asya devinin rekabet gücü, teknolojik gelişme ve Çin'in BRICS+ ve İpek Yolu'na, özellikle Güneydoğu Asya, Afrika ve Latin Amerika'da kilit bir unsur olarak katılımı yoluyla pekiştirilmeye devam edecektir. ABD ile devam etmekte olan ekonomik savaş ve bunun etkileri büyük ölçüde ABD hükümetinin 2025 yılında özellikle gümrük tarifesi politikası konusundaki tutumuna ve Çin hükümetinin bu saldırılara vereceği yanıta bağlı olacaktır.
  5. Enflasyon oranları 2024 yılında ılımlı bir seyir izlemiş, ancak bu aşama için başlangıçta öngörülen yüzde 2'lik hedefe ulaşmak bir yana, Covid-19 öncesi seviyelere bile ulaşamamıştır. Enflasyonla mücadele için yükseltilen faiz oranları, gelişmekte olan ülkelerde devam eden dış borç krizini derinleştirebilir ve fiyatlar üzerinde olumsuz bir etkiler yaratabilir.
  6. İleri dijitalleşme ve yapay zekanın (YZ) gelişimi 2025 yılında da hızlanmaya devam edecektir. Ancak YZ ve robot teknolojilerinin iş gücü piyasasında yaratacağı dönüşümler, işsizlik oranlarının artmasına ve çalışanların yaşam standartlarının daha da kötüleşmesine neden olabilir. Bu durum toplumsal ve siyasi gerilimleri tetikleyebilir. 
  7. Son olarak, demografik olgular 2025 yılında ekonomi üzerinde güçlü bir etkiye sahip olmaya devam edecektir. Gelişmiş ülkelerde genç nüfusun azalması ve yaşlanan toplum yapısı nedeniyle -şimdiye kadar- göçmen iş gücünün kullanılması -en azından bugün mevcut olan- YZ ve robotiklerin göçmen emeğinin yerini kitlesel ve ekonomik olarak almasıyla sürdürülebilmesi henüz mümkün görünmemektedir.

Yukarıda açıklanan karmaşık uluslararası ekonomik senaryo, Küba da dahil olmak üzere tüm ülkeler üzerinde kesişen bir etkiye sahiptir.

Kaynak Dizini
Ahora Mundo (2024) “2025 yılı dünya ekonomisi: belirsizlikler yılı” 28 Aralık 2024 www.ahoramundo.com.doc
Cobarrubia, Faustino (2024) “ABD Ekonomisi: Seçim Özlemleri ve Nesnel Gerçeklik Arasında” “2024 Yılının İlk Yarısında Dünya Ekonomisindeki Gelişmelerin Özeti” Ağustos 2024 www.ciem.cu
Deutsche Welle (2024) “2025 Yılında Dünya Ekonomisi için En Önemli 5 Zorluk” 27 Aralık 2024 www.dw.com.doc
The New York Journal (2024) “The Economist, önümüzdeki yıl için öngörülerle The World Ahead 2025'i başlattı” 22 Kasım 2024 www.eldiariony.com
EURONEWS (2024) “Putin rekor askeri harcamayı onayladı: Rusya'nın Ukrayna'da kazanmak için daha fazla paraya ihtiyacı var” 1 Aralık 2024 www.es.euronews.com.doc
IMF (2024) “Dünya Ekonomik Görünümü” Ekim 2024 www.imf.org
LISA (2024) “2025'in 7 ana trendinin ileriye dönük analizi” 23 Aralık 2024 www.lisanews.org
Roberts, Michael (2024) “Tahmin 2025: Kükreyen mi yoksa durgun ekonomi mi?” 31 Aralık 2024 www.thenextrecession.worldpress.com
SIPRI (2024) “Dünya Askeri Harcamaları 2023” Nisan 20 2024 www.sipri.org
SPUTNIK (2024) “ABD Askeri Bütçesi 2025” 29 Aralık 2024 www.noticiaslatam.lat
Dünya Bankası (2024) “Global Economic Prospects” Haziran 2024 www.openknowledge.worldbank.org
Dünya Bankası (2024a) “Emtia Piyasaları Görünümü” Ekim 2024 www.openknowledge.worldbank.org

                                                                             ***

Yazar: José Luis Rodríguez
Yayınlandığı yer: Cubadebate
Yayın tarihi: 9 Ocak 2025
Çeviri: Didem Kul

1Tahminler farklılık gösterse de, şu ana kadar Rusya ile bağlantılı gerçek ve tüzel kişilere karşı 18.400'den fazla yaptırım uygulandığı tahmin edilmektedir. Bununla birlikte, yaptırım uygulayanlar ekonomilerinde önemli kayıplarla karşı karşıya kaldılar ve diğer yandan Rusya, Batılı analistler uzun vadede bunlara dayanamayacağına işaret etse de, uygulanan yaptırımların büyük bir kısmının etkisini azaltabildi. Ancak ne olacağını hep birlikte göreceğiz.

2Bkz: SIPRI (2024) Ukrayna'nın askeri harcamaları büyük ölçüde Batı yardımlarıyla karşılanmaktadır.

3Bkz: SPUTNIK (2024) ve EURONEWS (2024).

4Bkz: Dünya Bankası (2024).

5Bkz Roberts (2024) ve IMF (2024).

6Avrupa ülkelerinin Ukrayna'ya verdiği desteğin doğrudan maliyetinin şu anda 130 milyar avroyu aştığı tahmin edilebilir.

7Belirtmekte fayda var; Trump'a göre bu sorun şu anda ABD'den daha rekabetçi olan herkese karşı güçlü bir korumacılıkla çözülebilir ki bu, sübjektivizmle malul, oldukça tartışmalı bir tezdir. Bkz Roberts (2024) ve Cobarrubia (2024).

8Bkz: Dünya Bankası (2024 ve 2024a). 

9Bkz: Dünya Bankası (2024).

10Bkz IMF (2024).

11Bkz Now World (2024), Deutsche Welle (2024), The Daily New York (2024), Roberts (2024) ve LISA (2024).

12Son sözü pratik söyleyecektir, ancak birçok yazar Trump'ın önerdiği politikanın şimdiye kadar açıklandığı gibi etkili bir şekilde uygulanmasının pek mümkün olmadığını düşünmektedir.

-----

"Küba Gerçeği", 2023 Şubat ayında Türkiye Komünist Partisi'nin (TKP) girişimiyle başlatılan bir yayın. Küba'da siyaset, ekonomi, yaşam, kültür gibi konularda Kübalı yazarların ürettiği makalelerin çevirilerini yayımlayan Küba Gerçeği'nde çıkan makaleler, artık soL'da paylaşılacak.

-----

Havana-Washington: 'Normalleşme' adımlarının onuncu yılında kimi notlar-07/03/2025-


(
https://haber.sol.org.tr/haber/havana-washington-normallesme-adimlarinin-onuncu-yilinda-kimi-notlar-396597)
                                                               /././
(soL)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

soL "Köşebaşı + Gündem" -12 Mart 2025-

İsrail’e uşaklık ve İsmail Kılıçarslan -Ali Ufuk Arıkan- "Hayatlarını emperyalizme hizmete adamış, bölgede İsrail'in dikenli tel ve...