GÜNDEM -30 Nisan 2025-

İBB'ye ikinci dalga operasyon | Dilek İmamoğlu'nun abisi dahil 18 kişi tutuklandı, İSKİ Genel Müdürü Şafak Başa ve Gözdem Ongun'a ev hapsi, 26 kişi adli kontrolle serbest -T24-

Savcılığın, Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliğine gönderdiği sevk yazısında, "Ekrem İmamoğlu liderliğinde teşkil edilen çıkar amaçlı suç örgütü" ifadesi kullanıldı.(https://t24.com.tr/haber/ibb-ye-yonelik-ikinci-dalga-operosyonda-gozaltindaki-52-kisi-adliyeye-sevk-edildi-,1235772)

                                                                  ***

İmamoğlu'nun gittiği otelin müdürü ile güvenlik müdürüne gözaltı kararı-T24-

Tutuklu İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun gittiği "Le Meridien Hotel"in kamera görüntülerinin kapatıldığı tarihte otel müdürü olan Sinan Udil ve Güvenlik Müdürü Osman Gündüz Bora Uğurlu hakkında "Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme" iddiasıyla gözaltı kararı verildi. Uğurlu, soruşturma kapsamında gözaltına alındı. (https://t24.com.tr/haber/imamoglu-nun-gittigi-otelin-muduru-ile-guvenlik-mudurune-gozalti-karari-,1235953)
                              
                                                                  ***

İSKİ Genel Müdürü'nü şikayet eden Özcelep'in 'İSKİ baskın'ı: 'Kan akacak, Trabzon’da elli kişiyi zor tutuyorum'-soL-

İBB'yi hedef alan yeni operasyonda gözaltına alınan İSKİ Genel Müdürü Şafak Başa’yı rüşvet istemekle itham eden maden şirketi yetkilisi İdris Özcelep’in, İSKİ binasına zorla girmeye çalıştığını gösteren görüntüler ortaya çıktı.

Gözaltına alınan İSKİ Genel Müdürü Şafak Başa’yı rüşvet istemekle itham edenTanpa Madencilik şirketi yetkilisi İdris Özcelep’in, genel müdürlük binasına zorla girmeye çalıştığını gösteren görüntüler çıktı. Özcelep’in, tehditleri tutanak altına alındı. Tutanağa göre Özcelep, “Başkanın ev adresini biliyorum. Artık ne olacaksa olsun. Kan akacak, ben ben Trabzon’da 50 kişiyi zor tutuyorum” dedi.

İBB Başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu operasyonunun ikinci dalgasına ‘rüşvet’ iddiaları ile gözaltına alınan İSKİ Genel Müdürü Başa ile Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanı Adem Şanlısoy hakkındaki iddialar, Tanpa Madencilik’in yetkilisi Muhittin Erusta ile İdris Özcelep’in ifadelerine dayandırılıyor. Şirket yetkilileri hafriyat döküm alanı izni için kendilerinden rüşvet istendiğini ileri sürüyorlar.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik ikinci dalga operasyon kapsamında gözaltına alınan İSKİ Genel Müdürü Şafak Başa Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'nde verdiği ifadede şunları söylemişti:

“İdris denen şahıs çok sık kuruma gelerek taciz ettiği için güvenlik işleri müdürlüğümüzce 28/05/2024 günü tutanak tutmuştur. Bu olayla ilgili koruma talebinde bulundum. Bununla ilgili evraklarım valilik kanalıyla emniyet kaynaklarında vardır. Çağrı üzerine tarafıma koruma tahsisi yapıldı. Sayın başkanımız gözaltına alındıktan sonra İdris isimli şahsın İSKİ'ye gelerek benimle konuşmak istediğini söylediler. Ben de konuyu bildiğim için kendisiyle görüşmek istemedim. Çalışma arkadaşlarıma 'Benim ruhsat işimi halletmezseniz Şafak Beyi ve arkadaşlarını savcılığa şikayet edeceğim' diyerek tehdit etmiştir. Bu olaydan sonra medyadan şahsımla ilgili iddialarını öğrendim.”

‘Ne olursa olsun kan akacak’ tehdidi

Halk TV’de yazan Bahadır Özgür’ün haberine göre, Başa’nın ifadesini teyit eden görüntüler ve yazışmalar ortaya çıktı.

İSKİ tarafından tutulan ve poliste yer alan tutanağa göre Özcelep, 29 Mayıs 2024 günü Laboratuvar Binası Giriş Kapısı’na geldi. Daha önceki tehditleri nedeniyle "yasaklı ziyaretçi" statüsünde olan Özcelep içeri alınmadı.

Bunun üzerine “Beni buradan ya polis ya savcı alacak” dedi. O esnada orada bulunan Avrupa Koruma Güvenlik Koordinasyon Şefi Süleyman Kara, “Tabi yasal hakkınız. Şikayetçi olabilirsiniz” cevabını verdi. 

Ardından 112 polis ekibi arandı. Kolluk kuvvetleri ile Özcelep arasında geçen konuşma da tutanağa aynen yansıdı. Özcelep, evrak eksikliği ve yasal yükümlülüklerin yerine getirilmediği gerekçesiyle kendisine izin verilmediğini, bu sebeple kızgın olduğunu polislere aktardığı ifade edildi. 

Ayrıca polis ekiplerinin önünde sarf ettiği sözler de tutanakta şu şekilde yer aldı:

“Başkanın ev adresini biliyorum. Ailevi durumunu ve yakınlarının nerede çalıştığını biliyorum. Artık ne olacaksa olsun. Kan akacak yeter artık, ben Trabzon’da elli kişiyi zor tutuyorum.”

Bunun üzerine polisler üst araması ve alkol testi yaptı. Özcelep’in az miktarda alkollü olduğu da tespit edildi.

Süregelen tehditlere ve İSKİ binasında yaşanan olaya dair bütün kayıtlar, delilleri ve görüntüleri ile beraber Emniyet birimlerine ve bizzat İSKİ Genel Müdürü Şafak Başa imzası ile İstanbul Valiliği’ne de resmi yazışmalarla iletildi.

                                                         ***

Yardımcısı, 'etkin pişmanlıktan' faydalanarak tahliye olan Kültür AŞ Müdürü Murat Abbas’ı yalanladı -Engin Deniz İpek/Cumhuriyet-
İBB’ye yönelik 2.dalga operasyonlarda gözaltına alınan İBB Kültür A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı Erdinç Çolak, ilk operasyonlarda tutuklanan ancak daha sonra ‘etkin pişmanlıktan’ faydalanarak tahliye edilen Kültür AŞ Genel Müdürü Murat Abbas’ın ifadelerini yalanladı.
Yardımcısı, 'etkin pişmanlıktan' faydalanarak tahliye olan Kültür AŞ Müdürü Murat Abbas’ı yalanladı

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yürütülen ‘yolsuzluk’ soruşturmasında yeni gelişmeler ortaya çıktı. Cumartesi günü düzenlenen 2. dalga operasyonlarda gözaltına alınan İBB Kültür A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı Erdinç Çolak’a emniyetteki ifadesinde, ‘etkin pişmanlık’ kapsamında ifade verdikten sonra 18 Nisan'da ev hapsiyle tahliye edilen Kültür A.Ş Genel Müdürü Murat Abbas'ın ifadelerinin bir kısmı da soruldu. Abbas, ev hapsine alınmadan bir gün önce (17 Nisan) verdiği ifadesinde, Genel Müdürü olduğu Kültür AŞ bünyesinde kurulan ve 29 Şubat 2024’te açılışı yapılan Dijital Deneyim Müzesi’nin kurulma sürecinde yer almadığını ve söz konusu projeyle ilgili toplantılara katılmadığını öne sürerken bu merkezin kurulmasının kendisine ‘uygun ve gerçekçi gelmediğini’ belirtti. Abbas, projeye ilişkin hizmet alımı ve ihalelerde de kendisinin değil Erdinç Çolak’ın görevli olduğunu söyledi. Abbas ifadesinde ayrıca, müzenin kurulma amacının seçimlere fon yaratmak veya kişilere haksız kazanç sağlamak olduğunu ‘net bir şekilde fark ettiğini’ öne sürerken İBB Teftiş Kurulu Başkanlığı’na Dijital Deneyim Müzesi’nin denetlenmesi ve neler olup bittiğinin belirlenmesi yönünde araştırma yapılmasını istediğine dair resmi bir dilekçe verdiğini belirtti.(ÇOLAK’TAN ABBAS’A YALANLAMA) Kültür AŞ Genel Müdür Yardımcısı Erdinç Çolak ise emniyetteki ifadesinde Abbas’ın iddialarını kesin bir dille reddetti. Projenin Abbas’ın bilgisi dahilinde olduğunu belirten Çolak, söz konusu toplantılara hiç katılmadığını ve bu projenin Şubat 2024’ün sonuna yetişmesinin önemli olduğunu bizzat Abbas’ın kendisine söylediğini aktardı. Müze projesinin, Genel Müdür Abbas’ın onayı olmadan gerçekleşemeyeceğinin altını çizen Çolak, Abbas’ın yetkileri kapsamında projeyi iptal ettirme yetkisinin olduğunu ancak bu yetkisini kullanmadığını ve projenin devam etmesini istediğini söyledi. Hizmet alımı ve ihalelerdeki bütün imzaların Abbas’ın onayından geçtiğini aktaran Çolak, kendisinin Kültür AŞ’deki Genel Müdür Yardımcısı pozisyonuna bütün alımlar geldikten sonra atandığını ve bu süreçte projenin teknik şartnamesiyle birlikte genel şemasının çoktan hazırlanmış olduğunu söyledi. Abbas’ın ihale ve satın alım sürecinde etkin olduğunu belirttiği Çolak, verdiği ifadede de projeye ihale aşamasında dahil olduğunu ancak bu kapsamdaki tek yetkisinin pozisyonu gereği imza atmak olduğunu aktardı.("DİLEKÇEYİ PROJE DENETİMİ İÇİN DEĞİL FİRMA İLE FESİH SÖZLEŞMESİNİN İNCELENMESİ İÇİN VERDİ") Çolak, Abbas’ın İBB Teftiş Kurulu Başkanlığı'na verdiği dilekçede denetlenmesini talep ettiği konunun ise projenin teknik donanımını üstlenen TUCE firmasıyla fesih sürecinin incelenmesi olduğunu söyledi. Abbas’ın ifadesinde belirttiği ödeme ve rakamların bilgisi dahilinde olmadığını belirten Çolak, dilekçenin İBB Teftiş Kurulu Başkanlığı’ndan talep edilerek incelebileceğini söyledi.(ABBAS’TAN PROJEYE ÖVGÜLER)  Öte yandan Abbas’ın 29 Şubat 2024 tarihinde düzenlenen müze açılışında yaptığı konuşma tekrar gündeme geldi. Açılış etkinliğinde İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile birlikte bir konuşma yapan Abbas, açılışta müze için şu ifadeleri kullanmıştı: “Dijital Deneyim Müzesi ile kültür sanatta geleceğe köprü olma yolculuğumuz devam ediyor. Müzenin güncellenebilir bir teknolojik altyapıya sahip olması, yerli ve yabancı yeni medya sanatçıları ve dünyanın önde gelen sanat kurumları ile yapılacak işbirliklerinde büyük avantaj sağlayacak. İnanıyorum ki müzemiz, çok kısa içerisinde öncü dijital sanat müzelerinden biri olacak.”

                                                  ***

'Etkin pişmanlık'la tahliye olan Kültür AŞ Müdürü Murat Abbas’ın ifadesi: “Sadece imza attım”-T24-

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik soruşturmanın ilk dalgasında gözaltına alınıp etkin pişmanlıktan yararlanarak tahliye edilen Kültür AŞ Genel Müdürü Murat Abbas, 17 Nisan 2025’te verdiği ifadede, yapılan işlerin birçoğundan haberinin olmadığını, kendisinin sadece imza attığını ancak o aşamaya kadar yapılan işlemlerle hiçbir alakasının olmadığını öne sürdü. Dijital Deneyim Merkezi Müzesi isimli proje için “Benim hiç aklıma yatmadı” diyen Abbas, “Benim hiçbir şekilde adı geçen diğer şüphelilerle suça ilişkin eylem ve fikir birliğim olmamıştır” dedi.(https://t24.com.tr/haber/etkin-pismanlik-la-tahliye-olan-kultur-as-muduru-murat-abbas-in-ifadesi-sadece-imza-attim,1235968)

                                                               ***

BİRGÜN "Köşebaşı + Gündem" -29 Nisan 2025-

 İnfaz ve genel af -Ömer Faruk Eminağaoğlu/Hukukçu-

Türk Ceza Yasası (TCY), Ceza Yargılaması Yasası (CYY) ve Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı (CİY) Hakkındaki Yasa'nın her üçü de 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe girdi. 345 maddelik TCY'de 39 kez değişikliğe gidildi. Bazı maddelerde birkaç kez olmak üzere toplam 184 madde değişikliği yapıldı. 335 maddelik CYY'de 49 kez değişikliğe gidildi. Bazı maddeler birkaç kez olmak üzere 289 madde değişikliği yapıldı. 124 maddelik CİY'de 42 kez değişikliğe gidildi. Bazı maddeler birkaç kez olmak üzere 133 madde değişikliği yapıldı. 

Cezaevleri de dolu denilerek Ceza İnfaz Yasası'nda değişikliğe gidileceği söyleniyor. İnfaz rejimi, ceza adaleti ile ilgili en önemli konulardan.

AKP, infaz sistemindeki sorunları giderdiğini söyleyerek, bu arada kendilerinin çok özel gördükleri kişilerin yararlanmasını da sağlayarak, bazen de arka planı bilinmedik biçimde düzenlemeler yapma yoluna gidiyor. Bunu da TBMM'deki çoğunluğu gereği tek başına gerçekleştirebildiği için, diğer partilere söz hakkı tanımadan, sürekli infaz rejimi ile oynayarak, adeta bir lütuf gibi, sadece kendisine siyasal yarar sağlamak amacıyla yapıyor.

İnfaz rejimi bir partinin canı istediğinde el atacağı bir düzenleme değil ve olmamalı. Ancak infaz yasasını diğer yasalar gibi AKP kendi TBMM çoğunluğu ile değiştirebildiği için diğer partilerin görüşünü almadan ve önemsemeden her seferinde bu yola gidiyor.

İnfaz rejimi konusundaki düzenlemeler artık o hale gelmiş durumdaki, bu mevzuatı uygulayan yargıç ve savcıların bile büyük bir bölümü mevzuatın yarattığı belirsizlik nedeniyle işin içinden çıkamıyor. Bunun son bir örneği olarak Selçuk Kozağaçlı olayında yaşananlar tam bir ibretlik. İnfaz rejimi kevgire dönmüş durumda.

AKP'nin infaz düzenlemeleri ile salıverilen kişiler yönünden cezalardan kaynaklanan "hak kısıtlılıkları" sürdüğü için, bu kişiler genel olarak yine çalışma yaşamında, toplumsal yaşamda, siyasal yaşamda hak sahibi olamayıp dışlanıyor. AKP yaptığı düzenlemelerle sadece günü kurtarmış oluyor. Bu konumdaki kişilerin haklarına her yönüyle kavuşmasını istemediği için de infaz rejimi ile oynamaktan hiçbir zaman vaz geçmiyor.

Hukuki gereklilik gözüyle bakılacak olursa örneğin umut hakkı, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin Türkiye hakkında da verdiği kararlar gereğince, infaz yasalarında düzenleme yapılarak mutlaka kabul edilmesi gereken bir insan hakkı. Bakıyoruz, yapılacağı söylenen düzenleme kapsamında bu hakkın olmadığını, AKP'nin yine kendi başına buyruk hareket ettiğini görüyoruz.

AKP döneminde AKP'nin desteğine mazhar olup da mahküm olan, toplumsal bellekte adı bilinen hatırlanan neredeyse kimse yok. Yargı sistemi bu halde. Olanlar var ise Cumhurbaşkanı onların da bir yolunu bulup genellikle ilk fırsatta zaten cezalarını kaldırıyor. Adalet sisteminin mevcut durumu itibarıyla cezalar ya muhaliflere ya da AKP'nin müdahil olmasını gerektirmeyecek kişilere yönelik olarak verilir halde. AKP, her konuya sadece kendi siyasal yararları yönünden bakıyor. TBMM’de genel affı çıkaracak nitelikli yeter sayısı bulunmadığı için ne genel af konusunu gündemine alıyor ne de böyle bir konuya öncülük yapıyor.

Yargının ve yasaların araçsallaşması, yargı bağımsızlığının dibe vurması, OHAL KHK'larının içerik ve sonuçları, bu ortamda yargı kararlarının verilmesi, infaz rejiminin hukukilikten uzaklaşılıp kevgire çevrilmesi gibi nedenler karşısında, artık AKP başına buyruk hareket etmemeli, siyasal çıkarları yönünden konuya yaklaşmamalı, nitelikli yetersayı gerektirdiği için tüm partiler oturup genel affın gerekliliği, içerik ve koşullarını tartışmalı ve ancak bunun sonrası dönem için yeni bir infaz rejimi ve bunu düzenleyecek bir yasa konusunda da anlaşmalı. İnfaz rejimi de artık kevgire çevrilmemeli. Ceza adaletinin temeli olduğu da unutulmamalı.

                                                         /././

İsrail, Filistin, Kıbrıs, PKK hatta komünizm tehdidi yoksa: AKP ve MHP blokunun siyaseti artık tükendi -Yaşar Aydın-

AKP ve MHP ittifakının ideolojik kökleri kurudu. Milliyetçilik, komünizm karşıtlığı üzerine kurulu MHP ideolojisi, anlamını yitirirken; AKP’nin İslamcı siyaseti de İsrail, Filistin ve İslam Birliği argümanlarının çözülmesiyle işlevsiz hale geldi. İktidarda kalan bu yapılar, ideolojik-politik çimentolarını kaybetmiş, sadece devlet aygıtı üzerinden ayakta durabilen yapılara dönüştü. Raf ömrü dolmuş siyasi hareketlerin iktidarından kurtulmak ilk önceliğimiz olmak durumunda.

AKP ve MHP ittifakının raf ömrü çoktan dolmuş bir yapı olduğunun çokça yazdık. Bu sadece ülke içinde rıza üretememesi, yönetme becerisini kaybetmesi üzerine yapılmış bir değerlendirme değil. Her şeyden önce bu durum AKP ve MHP’yi toplumsallaştıran hatta (emperyalistlerin desteğiyle olsa da) iktidara taşıyan ideolojik köklerinin kurumasıyla ilgili.

Varlıklarını İslam Birliği ve Turancılık üzerine inşa etmiş iki gelenek, bugün geldikleri pozisyon itibarıyla siyaseten destek ünitesine bağlı olarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Toplumsal tabanlarını oluştururken kurdukları tüm argümanları ya yok olmuş ya da onlardan vazgeçmiş iki siyasal akım durumundalar. AKP ve MHP suyun üzerinde yüzen adacıklara dönüşmüş durumda. İktidardan düşmeleri halinde bir arada kalmaları imkânsız olan topluluklara olarak yaşamını sürdürüyorlar. İki parti için de şu söylenebilir: Partiyi ve üyelerini birbirlerine bağlayan ideolojik-politik çimento vasfını yitirdi, çözüldü.

MHP MİLLİYETÇİLİĞİ

Alparslan Türkeş tarafından kurulduğu günden bu yana MHP’yi var eden bir iki başlık var. Öncelikleri hiç kuşku yok ki komünizmle mücadelede oldu. 1960’ların sonlarında komando kamplarıyla başlayan süreç 1980 darbesine kadar sol ve yükselen ilerici muhalefete karşı konumlanmayla sürdü. Türkiye’nin iç savaşı andıracak görüntülere, katliamlara sahne almasında rol oynadı. Maraş, Çorum katliamlarının yanı sıra aydın cinayetlerinde rol oynadı. Partinin ve tabanın neredeyse tek motivasyonu yükselen ilerici muhalefeti bastırmak oldu.

MHP’nin varlığını anlamlandıran diğer bir başlık da Kıbrıs sorunu olmuştur. Lefkoşa doğumlu Türkeş’in partisinin her bildirisinde ana başlıklardan biriydi. Türkeş, daha MHP’yi kurmadan Meclis’te yaptığı her konuşmada bu sorunu gündeme getirmesiyle bilinir. Yine 1973/74 yıllarının milliyetçi damarın kabarmasında Kıbrıs önemli rol oynar.

1980 darbesi sonrasında MHP’nin ve milliyetçiliğin harcı PKK’ya karşı duruş olur. Nerdeyse tüm siyasetini bunun üzerine kurduklarını söylemek mümkün. Seçimlerde aldıkları oy bile bu durumu gösteriyor.

Nitekim 1999 Şubat’ında Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesinden iki ay sonra yapılan genel seçimlerde yüzde 18 oyla tarihinin en yüksek oranına çıkması tesadüf değil. Türkiye’nin bölünme paranoyası üzerinden siyasetini ve toplumsal desteğini büyüttü.

Bahçeli, Erdoğan ile 2007 yılında yaşadığı Öcalan tartışmasında, bir seçim mitinginde kürsüden ip fırlatarak, "Alın şu ipi asın" çağrısı yapmıştı.

Tabi tüm bunları Turancılık şemsiyesinin altında yapmaya çalıştığını unutmamak lazım. Bugünlerde Güney Kıbrıs yönetimini adanın tek temsilcisi olarak kabul eden Türki Cumhuriyetleri bu hayalin en büyük destekçisiydi.

Hiç kuşku yok ki tarikat dışı İslamcılığın en önemli figürü Necmettin Erbakan olmuştur. Her ne kadar yolları ayrılsa da Erbakan’ın bayrağını Erdoğan’ın devraldığını söylemek yanlış olmayacaktır.

İSLAMCILIĞIN DEĞİŞİMİ

Erbakan’ın temelini attığı Milli Görüş siyasetini belirleyen birkaç önemli başlıktan biri İslam Birliğiyse diğeri de İsrail’le mücadele olmuştur. Erbakan, kendisi dışında tüm iktidarları İsrail’le işbirliği yapmakla suçlar. Erbakan’ın lideri olduğu MSP’nin 1980 darbesinin hemen öncesinde gerçekleşen 6 Eylül’de Konya’da gerçekleştirdiği Kudüs'ü Kurtarma Mitinginin ana sloganı, "Ya tam susturacağız ya kan kusturacağız" olması İslamcı gelenek açısından İsrail karşıtlığının ne anlama geldiği konusunda yeterli bir fikir verecektir. Yine daha sonra Erdoğan tarafından temsil edilen İslamcı geleneğin Kıbrıs meselesine bakışı da siyaseten konumlanışlarını göstermesi açısından önemli. Ecevit-Erbakan koalisyon döneminde gerçekleşen Kıbrıs Harekâtı uzun yıllar yapının en önemli argümanlarından biri oldu.

Siyasal İslamcı geleneğin temsilcilerinden Milli Selamet partisi 12 Eylül Darbesi öncesinde Konya’da Filistin mitingi düzenlemiş, cihad çağrılarında bulunmuştu.

40 YIL EKMEĞİNİ YEDİLER

Hiçbir ayrıma gitmeden söylenebilir ki Türkiye’de sağ tam 40 yıldır Kürt sorunun ve onun yarattığı iklimin ekmeğini yedi. Milliyetçilikle birlikte güvenlikçi politikaların devreye sokulmasında hep bir gerekçe oldu. Seçim zamanların en önemli propagandası haline getirildi. Çözdük, çözeceğiz yalanıyla bazen umut vererek, bazen de başlarını ezeceğiz diyerek oy topladılar. 1980 darbesi ve ardından gelen sağ iktidarlar büyük oranda varlıklarını bu sorun etrafında kurdukları siyasete borçlu.

AKP ve MHP’nin 7 Haziran 2015 tarihinden bu yana devam eden ittifaklarının en önemli parçalarından birinin de bu olduğunu hafızada tutmakta fayda var.

Erdoğan, 14 Mayıs cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde meydanlarda Kılıçdaroğlu için “Kandil'dekilerle video çekimleri var” diyerek montaj videolar göstermişti.

50 YILIN ARDINDAN ANLATACAK NE KALDI?

Türkiye siyasetinde 50 yılı aşkın bir dönemdir var olan iki akım açısından yolun sonuna gelindi. Ya değişecekler ya da yok olacaklar. Ama değişme çabası bile hem kendi içlerinde hem ülke içinde kriz nedeni durumuna. Ayrıca değim o kadar da kolay değil çünkü tüm ana kolanları çürümüş vaziyetteler.

Onlar açısından durum değişim değil tam anlamıyla çökme:

İslam Birliği: Çoktan unutulan bir hayal. BOB Eş Başkanlığı rüyası Körfez ülkelerine emlak satmaya dönüştü. Suriye’de bir kovulmadığı kaldı. İran’a sırt çevirmezse o bile mümkün hale gelecek.

İsrail-Filistin: Dava sadece sözde kaldı. Yandaş basın İsrail ve ABD’ye bırakılacak Gazze’den geleceklere yer bakmaya başladı bile. İsrail ile ticaretin el altından devamı, yapılan çatışmasızlık antlaşması sürecin ne tarafa gittiğini gösteriyor.

Kıbrıs: Mavi Vatan falan derken Kıbrıs siyaseti de başka bir noktaya geldi. Hamasetin perdesi kalkınca ABD ve İsrail’in istediği bir çözüm ortaya çıktı. Türkiye’nin çok güvendiği Fidan’ın “aile” dediği ülkelerden gelen tavır tüm bunların üzerine dikelen tüy oldu.

Kürt sorunu: Öcalan’ın çağrısıyla birlikte başlayan süreç artık başta MHP olmak üzere konu sağ partilerin üzerinden oy devşireceği siyaset belirleyeceği noktanın çok uzağında. Meseleye yaklaşım, çözülme biçimi, Öcalan’la kurulan ilişki gerçekle kurmaca arsında gidip gelirken artık burada da bir dönemin kapandığının işareti oldu.

Yerli ve Milli: Bağımsız dış politika, Türkiye’nin çıkarları konusunda taviz vermeme, lider ülke gibi meselelerde kapandı gitti. Yerli ve milli kavramı Trump’ın ABD başkanı olmasıyla birlikte izlenen çizgiyle artık mizah konusu durumuna geldi.

BİTEN BİR SİYASET ÜLKEYİ YÖNETİRSE

Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu krizin ana nedenlerinden biri ülkeyi yönetenlerin hedefsiz, politikasız ve toplumsal destekten yoksun kalmaları. Bir dönem kapandı. Yaşanan kriz yerine neyin geleceğinin krizidir. İktidar sahipleri kendi içlerinden bir alternatif yaratmadan koltuklarını bırakmak istemiyorlar. Ama ne fikren siyasal bir değişime uygunlar ne bunu yapacakları kadroları var. Ülkeyi ateşe atma pahasına kendi iktidarlarını dayatmaya devam ediyorlar.

Ekonomi, dış, iç hatta kültür politikaları iflas etmiş, bu konularda yurttaştan asla destek alamayan bir yapı ele geçirdiği devlet aygıtı üzerinden kendini dayatıyor.

İçinde yaşadığımız krizin sadece ekonomik olmadığı bilinmelidir. Yaşanılan şey bir dönemin sonuna işaret ediyor. Köklü bir değişim olmadan Türkiye içine sürüklendiği durumdan çıkamaz hale geldi.

Bu yüzdendir ki ara formül, geçiş dönemi kavramların hayat bulma ihtimali yok. O evre çoktan aşıldı. Raf ömrü dolmuş siyasi hareketlerin iktidarından kurtulmak ilk öncelik olmak durumunda. Bu mücadele geleceğin ipuçlarını da verecektir.

∗∗∗

EMPERYALİZM NE İSTERSE…

Bir şeyi de akılda tutmakta fayda var. Türkiye’nin son 50-60 yılında sağcılığın her renginin emperyalist bloğa paralel siyaset izlemesi tesadüf değil. Komünizm karşıtlığı, Yeşil Kuşak, neo-liberal sistem, BOP hangi konu başlığı olursa olsun ABD ve emperyalist blok yönünü ne tarafa çevirse Türkiye’nin sağcıları orada hazır bulundu. Yerli ve Mili olanların Emperyalist politikalarını bu kadar yakında takip etmeleri, uyum içinde olmaları ve bu sayede de iktidarda kalmaları ne acayip bir tesadüf değil mi?

                                                               /././

Rejimin pembe rüyasını halkın öfkesi bölecek

İktidar ve bir grup azınlık kendini ülkenin sahibi ilan ederken halk desteği eriyen rejim için yolun sonu göründü. Sokakları ve meydanları dolduran milyonlar, pembe rüyalar gören iktidarı uyandıracak.

Hemen hiçbir konuda halkın desteğini alamayan Saray yönetimi ülkeyi aile devletine dönüştürme rüyası görüyor. 31 Mart yerel seçimlerinden bu yana kamuoyu yoklamalarında oy oranı düşen, kritik konularda kitlesel desteğini kaybeden rejim rantçı, yandaş, gerici bir grup azınlıkla iktidarını sürdürmeye çalışıyor.

En küçük bir işe alımda bile liyakat mumla aranır hale gelirken İBB soruşturmalarında şikayetçi sıfatıyla ifade verenlerin kovaladığı rant gözler önüne seriliyor. Ezici çoğunluk sokaklarda, kampüslerde, meydanlarda hukuksuzluklara karşı isyan ederken iktidardan nemalanan azınlık kesimler kendini ülkenin sahibi gibi görüyor.

ÜLKE YÖNETİLEMİYOR

Hemen hemen tüm kamuoyu yoklamaları iktidara desteğin eridiğini gösteriyor. 19 Mart operasyonlarının hukuki gerekçelerle yapıldığını düşünenlerin oranı yüzde 25 bandına sıkıştı. Toplumun ezici çoğunluğu Saray’ın ülkeyi yönetemediğini düşünüyor. AKP’ye verilen destek de günden güne azalıyor.

YOKSULLUK DERİNLEŞİYOR

Ekonomi ülkenin en önemli sorunu olarak görülürken milyonlar yoksulluk ve geçim sıkıntısıyla boğuşuyor. Tüm araştırmalarda ülkenin en önemli sorunu ekonomik kriz, işsizlik, geçim sıkıntısı olarak görülüyor.

DIŞ DESTEĞE GÜVENİYOR

İçeride desteğini yitiren Erdoğan, küresel güçlerin desteğiyle koltuğunun ömrünü uzatmaya çalışıyor. ABD Başkanı Trump’ın öve öve bitiremediği Erdoğan’ın Filistin, Kıbrıs, Doğu Akdeniz konularında ağzını bıçak açmıyor.

BOŞUNA HEVESLENME

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden adaylığı tartışması sürerken Ankara kulislerinde Bilal Erdoğan’ın da ismi geçmeye başladı. Rusya’nın St. Petersburg kentindeki 7. Etnospor Forumu’na katılan Bilal Erdoğan, söz konusu iddialara yanıt verdi. Rus haber ajansı TASS’a konuşan Bilal Erdoğan, ‘Cumhurbaşkanı olmak istiyor musunuz?’ sorusuna "Siyasi bir hedefim yok. Bu soru bana sıkça soruluyor ancak ben sivil toplumda, gençleri güçlü hissettikleri konularda çalışmaya teşvik eden bir lider olarak kalmak istiyorum" yanıtını verdi.

TORPİLSİZ İŞLERİ YOK

Maraşlı muhtar Orman Müdürlüğü’nün mülakatına giren yeğeni için torpil istedi. O isteği kırmayan AKP’li vekil, kabul ettiğini sosyal medyadan paylaştı. Eski Tarım ve Orman Bakanı AKP Maraş milletvekili Vahit Kirişçi, sosyal medyasından yaptığı hikaye paylaşımı ile gündem oldu. Muhtardan gelen istek mesajını yanlışlıkla paylaşan Kirişçi, isteği geri çevirmedi. Orman Müdürlüğü’nde operatör olmak için mülakata giren yeğeni için torpil isteyen Sinan Killit, “Avni Gök vatandaşımıza yardımcı olursanız muhtarlık ve mahallem adına çok teşekkür ederim” dedi.

RUSYA TİPİ REJİM ARZUSU

TRT Haber Bayburt muhabiri Murat Söylemez, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın CHP lideri Özgür Özel’i hedef alarak yaptığı paylaşımına yaptığı yorumda, "Hakan başkan, Rusya’da Putin’e muhalif kim varsa kazara veya eceliyle öte tarafı boyladı. Putin hepsine baş sağlığı da diledi. Reise diktatör diyenler ülkemizde cirit atıyor. Bilmem anlatabildim mi?" diyerek yanıt verdi.  TRT tarafından yapılan kamuoyu açıklamasında ise şu ifadeler kullanıldı; “Muhalifleri hedef alan muhabir” iddiası ile basına yansıyan haberlerde adı geçen kişi geçmişte yalnızca yerel haber akışında sınırlı düzeyde içerik sağlamış; kurumumuzun personel yapısında da hiçbir zaman yer almamıştır. Söz konusu paylaşım, kişinin tamamen kendi görüşünü yansıtmakta olup TRT ile herhangi bir kurumsal bağ, onay ya da temsil ilişkisi bulunmamaktadır.

OLUMSUZ HABER YASAK

Gazeteci Metin Cihan, TGRT Haber WhatsApp yazışmalarını sosyal medya hesabından paylaşarak, haber kanalları üzerindeki baskı ve sansür iddialarını gündeme taşıdı. Cihan’ın paylaşımına göre, İhlas Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mücahid Ören’in eşi ve Medya Grubu Başkanı Aslıhan Yeltekin Ören, TGRT Haber’de yayımlanan içeriklere müdahale etti. Paylaşımlara göre, çocuk işçiliğin artışına dair hazırlanan bir haberde kullanılan karakter jeneratörüne (KJ) Aslıhan Ören’in tepki gösterdiği ve çalışanlara "olumsuz şeyler yazılmayacak" talimatı verdiği iddia edildi. Cihan ayrıca, yazışmalarda Aslıhan Yeltekin Ören’in çalışanlara "Başka patron mu var bilmediğim?" diye sorduğunu da öne sürdü. İddialara ilişkin TGRT Haber ya da İhlas Holding tarafından herhangi bir açıklama yapılmadı.

AĞZINDAN KAÇIRDI

AKP iktidarının muhalefete yönelik gözaltı ve tutuklamaları önceden canlı yayınlarda bildiren Cem Küçük’ten itiraf gibi açıklama geldi. TGRT Haber canlı yayınında konuşan Cem Küçük, "Savcının gönderdiği yazılarda var bu" dedi. Küçük hemen sonra ‘sızdığı’ diyerek kendisini düzeltmeye çalıştı. O anlar sosyal medyanın gündemine düştü. Cem Küçük daha önce yaptığı bir açıklamada İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’in kendisinin arkadaşı olduğunu söylemişti.

                                                                ***

soL "Köşebaşı + Gündem" -29 Nisan 2025-

TİP'li belediye başkanından AKP'li Bakan Kurum'a 'teşekkür' ziyareti: İpek kravat ve şal hediyesi

TİP'li Samandağ Belediye Başkanı Emrah Karaçay, teşekkür etmek için gittiği AKP'li Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum'un makamına dahi alınmadı. Karaçay, ayaküstü gerçekleşen görüşmede Kurum'a ipek kravat ve şal hediye etti.

Hatay’ın Samandağ ilçesine bağlı Mağaracık Mahallesi'nde TOKİ için bahçe ve tarım arazilerinin kamulaştırılmasına karşı bölge halkının tepkisi ve mücadelesi devam ediyor.

Türkiye İşçi Partili (TİP) Samandağ Belediye Başkanı Emrah Karaçay ise tepkiler sürerken, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’a belediye hizmet binası için teşekkür edip, hediye verdi. 

'Sayenizde daha iyi olacak, teşekkür etmek için geldim'

Bakanlık binasında gerçekleşen ziyarette, Karaçay ve Kurum arasında geçen diyalog kameralara yansıdı. 

Tepkilere neden olan görüntülerde Kurum'un, "İyi mi her şey?" sorunu yönelttiği TİP'li Karaçay'ın "Sayenizde daha güzel olacak, daha iyi olacak" yanıtını verdiği görüldü.

Kurum, "İyi kötü seni biliyoruz, sen de bizi biliyorsun. Orada beraber yürütmek lazım" ifadelerini kullanınca Karaçay, "Çok iyi yürütüyoruz Sayın Bakanım. Teşekkür etmek için sırf geldim" dedi.

İpek kravat ve şal hediye etti

Kamuoyuna yanısıyan videolarda Karaçay'ın Kurum'a" Bir hediyem vardı" dediği de duyuldu. 

Samandağ Belediye Başkanı'nın Murat Kurum'a ipek kravat ve şal hediye ettiği öğrenilirken, AKP'li Kurum'a verilen hediyeler tartışmalara neden oldu.

Görüşmeye dair TELE 1'e konuşan Karaçay'ın danışmanı Sergen Doğru da Kurum'a verilen hediyeleri doğruladı.

'Zaten Murat Kurum bizi makamına da almadı'

Öte yandan Karaçay'ın danışmanı Doğru, "Bitirilmemiş belediye binamızın protokolü için oraya gitmiştik" dedi ve kamulaştırma ya da TOKİ'lerle ilgili herhangi bir konunun konuşulmadığını iddia etti.

Doğru "Zaten Murat Kurum bizi makamına da almadı. Ayaküstü başkanımız hediyesini takdim etti ve bitti. Zaten o videoda o belediye binası için teşekkür ediyor aslında başkan" ifadelerini kullandı.

Gazeteci Mustafa Dilek de sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, Karaçay ile telefonda görüştüğünü belirterek "Kendisi Ankara'ya Samandağ Belediyesi hizmet binası sözleşmesi imzalamak üzere gittiğini ve Murat Kurum'la ayaküstü bir sohbet gerçekleştirerek binanın yapım sürecini konuştuklarını ve ona istinaden teşekkür ettiğini söyledi" dedi. 

En büyük yıkım Hatay'da Kurum'un bakanlığı döneminde olmuştu

Merkez üssü Kahramanmaraş olan 6 Şubat tarihli depremlerden 11 il etkilenmiş, ölü sayısı 50 bini, yaralı sayısı ise 100 bini aşmıştı. Depremden en çok etkilenen illerin başında gelen Hatay'da ise 23 bini aşkın yurttaş hayatını kaybetmişti.

Türkiye'nin yaşadığı en yıkıcı deprem sırasında imar faaliyetlerinden sorumlu olan en yetkili isim Murat Kurum'du. Deprem bilimcilerin uyarılarına rağmen 6 Şubat depremlerinden etkileneceği bilinen illere yönelik Kurum döneminde yapı stokunu iyileştirmeyi hedefleyen herhangi bir çalışma yapılmamıştı.

Öte yandan depremde yaşamını yitiren ve yaralanan yurttaşlara ilişkin Kurum ve diğer kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunulmuş, ancak Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı  “soruşturma yapılmasına yer olmadığına” karar vermişti.

                                                     ***

TİP'li Samandağ Belediye Başkanı Karaçay 'biçim için' özür diledi, hediyelere değinmedi

AKP'li Çevre ve Şehircilik Bakanı Kurum'u ziyaret eden TİP'li Samandağ Belediye Başkanı Emrah Karaçay, görüşmenin "biçiminden" dolayı özür diledi. Karaçay'ın yaptığı açıklamada, Kurum'a hediye ettiği ipek kravat ve şala değinmemesi ise dikkat çekti.

Hatay’ın Samandağ ilçesine bağlı Mağaracık Mahallesi'nde TOKİ için bahçe ve tarım arazilerinin kamulaştırılmasına karşı bölge halkının mücadelesi devam ederken, Türkiye İşçi Partili (TİP) Samandağ Belediye Başkanı Emrah Karaçay ise Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’la bir araya gelmişti.

Belediye hizmet binası için Kurum'a teşekkür eden ve hediye veren Karaçay, tepkilerin ardından yayımladığı açıklamayla özür diledi.

Görüntüler tepkilere neden oldu

Bakanlık binasında gerçekleşen ziyarette, Karaçay ve Kurum arasında geçen diyalog kameralara yansımış ve tepkilere neden olan görüntülerde Kurum'un, "İyi mi her şey?" sorunu yönelttiği Karaçay'ın "Sayenizde daha güzel olacak, daha iyi olacak" yanıtını verdiği görülmüştü. Kurum, "İyi kötü seni biliyoruz, sen de bizi biliyorsun. Orada beraber yürütmek lazım" ifadelerini kullanınca Karaçay ise "Çok iyi yürütüyoruz Sayın Bakanım. Teşekkür etmek için sırf geldim" demişti.

Samandağ Belediye Başkanı'nın Murat Kurum'a ipek kravat ve şal hediye ettiği öğrenilirken, AKP'li Kurum'a verilen hediyeler tartışmalara neden olmuştu. Görüşmeye dair TELE 1'e konuşan Karaçay'ın danışmanı Sergen Doğru da Kurum'a verilen hediyeleri doğrulamıştı.

Samandağ Belediye binasının protokolü için Bakanlığa gidildiğini açıklayan Doğru, "Zaten Murat Kurum bizi makamına da almadı. Ayaküstü başkanımız hediyesini takdim etti ve bitti. Zaten o videoda o belediye binası için teşekkür ediyor aslında başkan" ifadelerini kullanmıştı.

Özür diledi, hediyelere değinmedi

Tepkilerin ardından TİP'li Beldiye Başkanı Karaçay'dan açıklama geldi.

Karaçay, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nda bulunduğu sırada çekilen görüntülerin yalnızca 10 saniyelik bir parçasının kamuoyuna yansıması nedeniyle yanlış anlaşılmalara neden olabileceğini ifade etti ve "Bakan Kurum'la da bu ziyaret esnasında ayak üstü görüştük ve belediye binamızın yapımı konusundaki takibi için kendisine teşekkür ettim" dedi.

Kurum'la toplantı yapmadığını ve Mağaracık gündemine dair konuşmadığını aktaran Karaçay, sosyal medya üzerinden yayınladığı açıklamada, "Tamamlama protokolünü imzalamış olmaktan mutluluk duyduğumuz, yıllardır sürüncemede bırakılan belediye hizmet binamıza ilişkin edilen bu teşekkürün Mağaracıklı hemşerilerimin haklı mücadeleleriyle ilişkilendirilmesi beni derinden üzmüştür" ifadelerini kullandı.

Karaçay, açıklamasına şöyle devam etti:

"Basına sadece son bir kaç saniyesi yansıyan görüşmenin biçiminin birçok dostumuz gibi Samandağlı hemşehrilerimizi de rahatsız ettiğini fark etmiş bulunuyorum. Samandağ halkının, Türkiye İşçi Partili yoldaşlarımın ve tüm Türkiye'den dostlarımızın iradesine gölge düşürmek niyetim asla olmamakla beraber kameralara yansıyan kısıtlı görüntülerdeki rahatsız edici biçim için özürlerimi iletiyorum.

Bir yıldır bir belediye binamız bile olmadan yıkık bir kenti ayağa kaldırmaya ve ona hizmet vermeye çalışan Samandağ Belediyesi emekçilerinin ve gönüllülerinin insanüstü emeği ve özverisi yerine bu tür konularla gündeme gelmekten dolayı duyduğum üzüntünün tarifi bulunmuyor. Benim ve belediyemizde yer alan tüm arkadaşlarımın bütün çabası bu ülke emekçisinin yarattığı kamu kaynaklarını Samandağ'ın acil ihtiyaçlarının karşılanabilmesi ve halk yararına kullanılabilmesi içindir. Bu çabamızdan ve kararlılığımızdan asla taviz vermedik, bundan sonra da vermeyeceğiz. Halkçı ve kamucu siyaset anlayışımızda en baştan beri aynı noktada ve aynı inançta olduğumuzun bilinmesini ister, tüm dostlarımızın Samandağ'a verdiği desteği devam ettirmesini rica ederim."

Öte yandan Karaçay'ın yaptığı açıklamada, Kurum'a hediye ettiği ipek kravat ve şala değinmemesi dikkat çekti.

                                                       ***

'Ankara alarmda' mı? Kuzey Kıbrıs hükümeti Beştepe'ye geliyor.

"Şantaj kasetleri" iddiaları ve protestoların ortasında Kuzey Kıbrıs Başbakanı Üstel hükümet ortaklarıyla birlikte Ankara’ya geliyor. Bugün Kıbrıs Genel Yayın Yönetmeni "Mesele büyük: Kurulan çark çöktü" iddiasında bulundu.

Kuzey Kıbrıs’ta koalisyon hükümeti 28/04 akşamı Ankara’ya geliyor.

Ziyaretin, üç yıl önce öldürülen kumarhane patronu Halil Falyalı’nın kara para trafiğini yöneten Cemil Önal’ın Ankara’yı işaret eden iddiaları gündemdeki yerini korurken ve Kuzey Kıbrıs’ta lise ve ortaokullarda başörtüsü kararının ardından hükümete tepkiler devam ederken gerçekleşmesi dikkat çekiyor.

Kuzey Kıbrıs Başbakanı, Ulusal Birlik Partisi (UBP) Genel Başkanı Ünal Üstel, koalisyon hükümetinin diğer ortaklarıyla birlikte Ankara’yı ziyaret edecek.

Üstel’in Ankara’da Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ile baş başa ve heyetler arası görüşmelere katılacağı belirtildi. 

Üstel’e, ziyareti sırasında hükümet ortakları Demokrat Parti (DP) Genel Başkanı, Başbakan Yardımcısı, Turizm, Kültür, Gençlik ve Çevre Bakanı Fikri Ataoğlu ile Yeniden Doğuş Partisi (YDP) Genel Başkanı, Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı Erhan Arıklı da eşlik edecek.

'İktisadi ve mali işbirliği anlaşması görüşülecek' iddiası

Ankara ziyareti öncesinde açıklama yapan Üstel “Hükümetimizi kurduğumuz günden bu yana, Türkiye Cumhuriyeti hükümetiyle karşılıklı sevgiye, saygıya, güvene ve iş birliğine dayalı ilişkilerimizi en üst düzeyde yürütüyoruz” dedi ve gündemlerinde “2025 İktisadi ve Mali İş Birliği Anlaşması”nın olduğunu söyledi. 

Üstel “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz ile gerçekleştireceğimiz görüşmede, hem mevcut iktisadi ve mali iş birliği anlaşmasını gözden geçirecek hem de geleceğe yönelik yeni ve büyük projelerin planlamasını yapacağız. Son derece verimli ve yoğun bir ziyaret olacağına inanıyorum. İnanıyorum ki bu görüşmelerin ardından, Kıbrıs Türk halkının yaşamına doğrudan dokunacak pek çok yeni projenin ilk adımlarını atmış olacağız” diye konuştu.

Falyalı iddialarını yazan gazeteciden 'Ankara alarmda' yorumu 

“Halil Falyalı Yaşıyor” başlığıyla yayımlanan yazı dizisinde Falyalı’nın kara para trafiğini yöneten Cemil Önal’ın Beştepe’ye uzanan rüşvet iddialarını, Falyalı’nın elindeki “şantaj kasetleri”nin peşine MİT’in ve Hakan Fidan’ın düştüğüne yönelik açıklamalarını haberleştiren Bugün Kıbrıs Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ayşemden Akın ise ziyareti “Ankara alarmda” diye yorumladı.

Akın sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda Üstel’in başında olduğu koalisyon hükümetinin “alelacele Ankara’ya çağrıldığını” belirterek yakında hükümetle ilgili yeni belgeler yayınlayacaklarını dile getirdi. 

Telefonlarının da dinlendiğini belirten Ayşemden Akın ayrıca “Mesele basit bir rant kavgası değil, mesele büyük: Kurulan çark çöktü. Deşifre oldu. Geri dönüşü yok!” diye yazdı.

Bugün Kıbrıs Genel Yayın Yönetmeni Akın’ın paylaşımı şöyle:

ANKARA ALARMDA"

Telefonlarımın birilerince dinlendiği artık gün gibi ortada. Dinleyenler gerçekten “iyi adamlarsa” ve yaşanan rezillikleri not ediyorsa sorun yok. Ama dinleyip bir şeyleri örtmeye, engellemeye çalışıyorlarsa, işte o çok büyük bir problem!

AKP’nin yönettiği, Ünal Üstel’in başında olduğu UBP-DP-YDP hükümeti alelacele Ankara’ya çağrıldı. Zaten bu hükümet bitmişti. Yakında yayınlayacağımız belgelerle, “bizimkilerin” bu bataklığa nasıl battığını da göreceksiniz.

Şu an yaşanan her gelişmeyi bu gözle okuyun, odağınızı kaybetmeyin!

Başbakan Yardımcısı ve DP Genel Başkanı Fikri Ataoğlu’nun “sofra şaşırtmalarına” da aldanmayın. Mesele basit bir rant kavgası değil, mesele büyük: Kurulan çark çöktü. Deşifre oldu. Geri dönüşü yok!
#HalilFalyalıYaşıyor

Erhürman'dan tepki: 'Burada bir hükümet var mı'

Kuzey Kıbrıs’ta ana muhalefetteki Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Başkanı Tufan Erhürman ise Başbakan Yardımcısı Fikri Ataoğlu'nun “Ankara ziyaretimiz, hükümet ortakları olarak kendi aramızda daha güçlü bir istişare yapabilmemiz için bir imkan olacak" açıklamasına tepki gösterdi.

Erhürman, "Bu kadar sorunun içinde gayriciddi açıklamalarla uğraşmayalım diyoruz ama bu, burada bir 'hükümet' var mı sorusuna ilişkin yanıtın dışa vurumu adeta!" ifadelerini kullandı.

Erhürman, "Oldu olacak haftada bir, bir Ankara yapıverin o zaman" dedi.

'Turbun büyüğü Kıbrıs’ta' tartışması

Halil Falyalı’nın Kuzey Kıbrıs merkezli uluslararası sanal bahis ağından elde edilen kara para trafiğini yöneten "finans müdürü" Cemil Önal’ın iddiaları hem Kuzey Kıbrıs basınında hem de Türkiye’de yankılanmıştı.

Hollanda’da 16 ay tutuklu kaldıktan sonra serbest kalan ve Türkiye’nin iadesini istediği Cemil Önal aynı zamanda Halil Falyalı cinayetini planlayanlardan birisi olduğu iddiasıyla da suçlanıyor.

Önal Türkiye’ye iade edilirse hayatının tehlikeye gireceğini, tüm rüşvet ağını bildiği için hedef alındığını ileri sürdüğü açıklamalarında, kara para trafiğinin Falyalı’nın ölümünden sonra da devam ettiğini, AKP’li siyasetçilere, devlet görevlilerine ve yargı mensuplarına rüşvet verildiğini, hatta kendisine ilişkin Türkiye’deki suçlamaların da “daha fazla rüşvet” için yöneltildiğini iddia etmişti. Önal, Falyalı’nın elinde şantaj için tuttuğu kasetlerin peşine Falyalı’nın ölümünün ardından 2024 yılında Hakan Fidan ile MİT’in düştüğünü ileri sürmüştü.

Kuzey Kıbrıs basınında manşetlerde yer alan Önal’ın bu iddiaları Türkiye’de de yankılanmış, CHP Genel Başkanı Özgür Özel “Turbun büyüğü Kıbrıs’ta” ifadesini kullanmıştı. Ancak TBMM’de iddiaların araştırılması için verilen önerge reddedilmişti. Fahrettin Altun’un başında olduğu İletişim Başkanlığı iddialar için “asılsız”, Dışişleri Bakanlığı da “gerçek dışı” ifadelerini kullanmıştı.

Kuzey Kıbrıs'taki laiklik eylemleri Erdoğan'ın hedefinde: 'Bunları sıkılamazsan hadlerini bilmiyorlar'

Öte yandan Kuzey Kıbrıs hükümetinin geçtiğimiz haftalarda lise ve ortaokullarda başörtüsünü serbest bırakma kararı almasının ardından eğitim sendikaları başta olmak üzere birçok kitle örgütü ve siyasi parti tarafından protesto gösterileri düzenlenmişti. AKP-MHP hükümetinin Kuzey Kıbrıs siyasetine etkisine de tepki gösterilen eylemlerde “Kıbrıs laiktir, laik kalacak”, “Geçit yok” sloganları atılmıştı.

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ise 21 Nisan’da yapılan AKP MKYK toplantısında Kuzey Kıbrıs'la ilgili “Bunları sıkılamazsan hadlerini bilmiyorlar” ifadesini kullandığı iddia edilmişti.

İddiayı gündeme getiren Türkiye gazetesi olmuştu. Gazetenin haberinde 21 Nisan’da yapılan AKP MKYK toplantısında Kuzey Kıbrıs’ta liselerde başörtüsüne serbestlik getiren kararın ardından yaşanan tartışmaların gündeme geldiği belirtilmiş ve şu ifadelere yer verilmişti: “Edinilen bilgiye göre; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yaşanan gelişmelere tepki göstererek, 'Bu, hadsizliktir. Önümüzdeki günlerde KKTC’ye bir ziyaret yapacağız. Gerekli mesajları orada vereceğiz. Bunları sıkılamazsan hadlerini bilmiyorlar' dedi."

                                                        ***

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -29 Nisan 2025-

Prof. Dr. Naci Görür'ün bu görüntülerine tepki yağdı: Japon deprem uzmanının konut projesi için "Burada afet olmaz" dedi

İstanbul için sık sık büyük deprem uyarılarıyla gündeme gelen Prof. Dr. Naci Görür'ün, bir inşaat firmasının konut projesini ziyaretinden görüntüleri ortaya çıktı. Görür, "Böyle iyi yapılmış projelerde afet boyutunda bir şey olmaz" ifadeleriyle reklam yaptığı gerekçesiyle sosyal medyada eleştiri aldı. İnşaat firmasının, İstanbul'da yıkıcı deprem beklediği yönündeki açıklamalarıyla gündeme gelen Japon deprem uzmanı Yoshinori Moriwaki'ye ait olduğu öğrenildi.

6 Şubat 2023'te meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından Prof. Dr. Naci Görür, konuyla ilgili açıklamaları en çok merak edilen ve yakından takip edilen isimlerden biri haline geldi. 23 Nisan'da İstanbul'da meydana gelen 6,2 büyüklüğündeki depremden sonra da vatandaşlar, Görür ve diğer deprem uzmanlarının açıklamalarını merak ve endişeyle takip etmeye başladı. Bazı uzmanlar, depremin bölgede olabilecek en büyük sarsıntı olduğunu savunurken, bazıları ise asıl beklenen büyük depremin hâlâ yaklaşmakta olduğunu ve 6,2'lik sarsıntının süreci hızlandırdığını ileri sürdü. Prof. Dr. Naci Görür de 'büyük İstanbul depreminin' yaklaştığı görüşünü savunan isimler arasındaydı.

Prof. Dr. Görür, bu kez bir inşaat firmasını ziyaretinden paylaşılan görüntülerle gündeme geldi. 'Japon Konutları' adlı projeyi ziyaret eden Görür, "Böyle iyi yapılmış projelerde afet boyutunda bir şey olmaz" ifadelerini kullandı. Ziyaret sırasında çekilen video, inşaat firmasının sosyal medya hesabından yayınlanırken, Görür, reklam yaptığı gerekçesiyle yoğun eleştiri aldı. Sosyal medyada konuya dair çok sayıda paylaşım yapıldı.

"Dudak uçuklatan metrekare fiyatı"

Görür'e tepki gösteren isimlerden biri de gazeteci Sevilay Yılman oldu. Yılman, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, "İstanbul'da çok büyük deprem bekliyor iddiasını sürdüren Prof. Dr. Naci Görür, depreme dayanıklılığıyla övünen Sancaktepe Japon Konutları'nı pazarlamak için reklam filminde rol almış. Tesadüfe bakın ki inşaatı yapan firma da Görür'le aynı tezi savunan Japon Yoshinori Moriwaki'ye ait. Konutların metrekare fiyatları ise dudak uçuklatıyor. Ne güzel dünya değil mi?" ifadelerini kullandı.

(https://www.instagram.com/soylemezsemolmazofficial/reel/DI_WBiIiFU9/)

(https://www.youtube.com/watch?v=ESPdCefi3sQ)

(https://www.habervakti.com/buyur-buradan-yak-deprem-uzmanlari-konut-pazarlamasinda#)

                                                            ***

Cesedi yakılmış halde bulunan Afgan işçi Nourtani davasında karara itiraz: Avukatı savunma yapamadı, beyanlar yanlış ve eksik kayda geçirildi!-Candan Yıldız-

Keşif yapılmadı, kaçak ocakların araştırılması talebi reddedildi, başka kaçak ocak ölümünün "trafik kazası diye örtbas edildiği" iddiası araştırılmadı.

 Vezir Mohammad Nourtani

Başından itibaren takip etmeye çalıştığım bir dosya Afgan işçi Vezir Muhammed Nourtani’nin ölümü…

Nourtani, Zonguldak’ta ‘çakal ini’ olarak nitelendirilen kaçak bir kömür ocağında önce yaralandı, hastaneye görütülmedi, yakıldı. Sol böbreğinin olmadığı da adli tıp raporlarında ortaya çıktı.

Canlıyken mi yakıldı, öldükten sonra mı yakıldı sorusu netleşmeden mahkemeden karar çıktı.

Bu öyle bir dava ki hak arayışından birinci derece sorumlu olan yargının hali pür melalini açık etti.

Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesi altı sanığın yargılandığı davayla ilgili kararını 11 Nisan’da verdi.

Kaçak kömür ocağının ortaklarından eski MHP Gelik Belde Başkanı Hakan Körnöş ve Enver Gideroğlu ‘taksirle öldürme’ suçundan 5 yıl 8 ay, Körnöş’ün kuzeni Ahmet Aydın delil karartma suçundan 4 yıl 6 ay ceza aldı. Ocak çalışanları Sercan Kayabaş ve Eray Demirö aynı suçtan 2’şer yıl, ocak çalışanı Ahmet Çayırlı’nın ‘delil karartma’ suçundan aldığı ceza ise 1 yıl 8 aya düşürüldü.

Mahkeme gerekçeli kararını açıkladıktan sonra Nourtani için adalet arayan avukat Kerim Bahadır Şeker, karara itiraz dilekçesini sundu.

Dilekçeden öğreniyoruz yargısal sürecin garabetini…

Avukat Şeker, karar duruşmasının olduğu gün salonda beyanlardan bulunurken "Zonguldak'ta şu an hava 2 derece, dışarısı soğuk ve kar yağıyor..." dedi ve sanık Enger Gideroğlu’nun avukatı Asena Yaşar araya girerek “Bu avukat buraya şov yapmaya gelmiş, bizimle dalga geçiyor, aklımızla alay ediyor” müdahalesinde bulunur.

Bunun üzerine Şeker “sıra sana da gelecek” cevabını verir ve mahkemece duruşma düzenini bozucu olarak değerlendirir ve Şeker’e ihtarda bulunur. Bunun üzerine Şeker “Sadece benim dediğimi mi yazıyorsunuz?” diyerek sanık avukatının beyanlarının neden kayda geçirilmediğini sorar.  Mahkeme başkanı salondan çıkarılmasını ister ve Şeker çıkarılır.

Bir kez daha hatırlatayım, karar duruşmasında!

Oysa Şeker’in sözü kesilmeyip duruşmada beyanlarına devam edebilseydi şunu söyleyecekti:

"Müvekkilimin çocukları engelli, birisinin dizden aşağısı yok, birisinin kulakları tamamen duymuyor, eve tek bakmakla yükümlü müteveffa Vezir Mohammed Nourtani ise mahkemede yargılanan sanıklarca fikir ve eylem birliği içerisinde diri diri yakılarak öldürülmüştür."

Beyanların eksiksiz olarak kayda geçirilmesini talep etmek savunmanın görevidir. Çünkü sonraki aşamalarda beyanlara, kayıtlara bakarak karar verecek üst mahkemeler.

Eksik ve yanlış beyan kaydı bununla sınırlı kalmaz. Avukat Şeker duruşma salonundan çıkarılınca Afgan işçinin eşi (Qamer Gul Meliki’nin) tepki gösterir “Bu salonda hukuk, adalet yok” diyerek duruşma salonunu terk etmek ister. Mahkeme ise bu sözleri tutanağa “salondan çıkmak istiyorum” şeklinde kayıtlara geçirir!

Şeker’in karara itiraz nedenlerinden biri “tek taraflı bir savunma ile karar verilmesi ve silahların eşitliği ilkesinin zedelenmesi.”

Dilekçeden devam edelim…

Afgan işçinin ölümünün aydınlatılması için hangi taleplerin reddedildiğini de hatırlıyoruz.  Örneğin keşif talebi…

Avukat Şeker diyor ki “Oysa o keşif yapılsaydı sanıkların maden ocağından cesedi taşıdıkları nokta ile yakma işlemini yaptıkları nokta arasındaki mesafenin, aracın kat ettiği sürenin, normal şartlarda ambulans çağrılsaydı ne kadar zamanda gelinebileceği ortaya konulabilirdi.”

O zaman iş kazası mı, planlı bir cinayet mi şüphesine net yanıtlar üretilmiş olurdu.

İş cinayetlerinin sürekli yaşandığı kaçak kömür ocaklarından yola çıkılarak Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ve Enerji Bakanlığı’na yazı yazılarak ocakla ilgili ihmallerin araştırılması da talep edilir. Mahkeme bu talebi de reddeder.

Oysa bu kaçak ocak defalarca kapatılmış yine de işletilmeye devam etmiş.

Bir diğer çarpıcı konu ise sanık müdafilerinin bir duruşmada “Zonguldak’ta bu tarz olaylar normaldir”diyerek bir başka kaçak ocak ölümünün trafik kazası diye örtbas edildiğini açıkça belirtmesi. Buna rağmen mahkemenin bu iddianın peşine düşmemesi!

Çelişkili adli tıp raporlarının kararda dikkate alınmaması, Afgan işçinin yakınları olan iki tanığın ifadesinin Türkiye’de olmadığı gerekçesiyle  alınmaması, müşteki tarafın ifadelerinin istinabe yoluyla alınması talebinin de reddedilmesi, Nourtani’nin sol böbreğinin olmamasının nedeninin açığa çıkarılmaması…

Şeker’in Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararına itirazının gerekçeleri böyle. Bu nedenle istinaf dilekçesinde dosyanın yeniden görülmesini istendi. Reddi hakim talebinde de bulunuldu. Avukat Şeker Hakim ve Savcılar Kurulu’na mahkeme heyetini de şikayet etti.

Bakalım Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi’nin ilgili ceza dairesi ne karar verecek?

TIKLAYIN:  Yakılan Afgan işçiyle ilgili bilimsel değerlendirmeyi okuyun ve sorun: Bu dosyadan adalet çıkar mı?

TIKLAYIN:  Vahşet davası başladı: Afgan işçi yaralanınca tedavi edilmek yerine yakılarak öldürüldü, cesette sol böbrek bulunamadı!

TIKLAYIN: Afgan işçi Nourtani yaralandığında hastaneye götürülmedi, aracın bagajına konuldu, yakıldı; davası topluma emanet

                                                                    /././

İBB soruşturması dosyasına giren “jammer” kullanımı nasıl uygulanıyor?-Tolga Şardan-

İBB’deki kaynaklar, İmamoğlu’nun jammer kullanma gerekçesinin, bir terör eylemine hedef olmaktan daha çok, kendisinin ve yakın çevresinin iletişim güvenliğini sağlamak amaçlı olduğuna dikkati çekti. Emniyet’in açıklaması, biraz da İmamoğlu’na yönelik “yasa dışı takip ve izleme yapıldığı” iddialarına karşı “cambaza bak” mantığıyla yapılmış gibi duruyor.

jammer

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanlığı’na bağlı İSKİ’ye yönelik operasyon dosyasına giren “jammer” konusu, soruşturmanın önüne geçti neredeyse.

İBB’nin tutuklu Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’daki bir otelde gerçekleştirdiği görüşme sırasında elektronik sinyal kesici cihaz (jammer) kullanılması ve kameraların polis korumalarca kapatılması iktidar ile muhalefet arasında polemik yarattı kuşkusuz.

Jammer adı verilen elektronik cihaz; kullanılan mesafe ve alana göre değişebilen elektronik frekans aralığındaki sinyallerin kesilmesini sağlıyor. Böylece, ses ve görüntü aktarımının önüne geçiyor.

Peki jammer nasıl kullanılıyor? Hangi koşullarda jammer sahibi olunabiliyor?

Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere çoğunlukla güvenlik konularıyla bağlantılı siyasetçi ve kamu yöneticileri, iki amaçla elektronik sinyal kesici cihazı yani jammer’ı kullanıyor:

1-Yasa dışı telefon ve ortam dinlemelerinin engellenmesi.

2- Terör örgütlerinin uzaktan kumandalı patlayıcı madde kullanarak gerçekleştireceği saldırı eylemlerini önlemek.

Teknolojinin nimetinden faydalanma!

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte nefes aldığımız bu coğrafyada yakın dönemlerin en büyük sorunlarından biri, yasa dışı telefon ve ortam dinlenmesi faaliyetleri oldu.

Çok detaya girmek istemiyorum, ancak 2000’lerin başında iletişimin sabit telefon hatlarından mobil sistemlere hem de hızlı bir geçiş yapmasıyla birlikte, yasa dışı telefon takibi ve dinlemesi hayatımıza girdi.

Söz konusu zaman diliminde, aynı zamanda AKP’nin iktidara gelişine paralel biçimde Fetullah Gülen ekibinin, gerek devlet gerekse halka dönük en seri ve etkin biçimde kullandığı teknik takip yönteminin başında geldi sayısal veri takipleri.

Sonuçta, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve kimi bakanlar ile güvenlik bürokrasisinde etkin konumdaki üst düzey bürokratların programlarında yukarıda aktardığım iki gerekçe ile jammer kullanılıyor.

Yeri gelmişken, her ne kadar İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya jammer kullanmadığını açıklasa da Ankara ve İstanbul içinde kullanmadığı biliniyor. Ancak yakın zamana kadar terör eylemlerinin yoğun olduğu bölgelere gittiğinde Yerlikaya’nın konvoyunda jammer bulunduğunu belirteyim. Hatta kimi kentlerin valileri ve üst düzey askeri yetkilileri, polis yöneticileri, terör eylemlerine karşı elektronik sinyal kesici cihazı kullanmakta. Ayrıca, Yerlikaya’nın selefinin de aynı cihazı kullandığı biliniyor.

Yine geçmişten bir örnek vereyim; ortam dinlemesi yapılmasına. Dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın odasında yapılan araştırmada ortam dinlemesi yapıldığı ortaya çıkarılmıştı. Ülkenin İçişleri Bakanı’nın makam odasına yönelik ortam dinlemesi yapıldığıysa varın gerisini siz düşünün!

Sağır odadan jammer’e geçiş

O günlerden bugünlere gelindiğinde ülkedeki atmosfer rahatlamak yerine bilakis daha da ağırlaştı, yoğunlaştı.

Bu yaşam şartları altında önemli konumdaki kişiler ve kurumlar, devletin sağladığı güvenlik koşullarının yanında ayrıca kendi güvenlik önlemlerini de oluşturmak zorunda kalıyorlar.

Tabii burada İBB Başkanı İmamoğlu’nun jammer kullandığı sıradaki faaliyetinde suç unsuru var mı, yok mu? Henüz belli değil, adli soruşturma sonucunda anlaşılacak.

Bu kapsamda şöyle bir tablo var; İmamoğlu hakkındaki koruma kararı, olası bir suikast ya da eyleme karşı alınacak güvenlik önlemleri çerçevesinde verilmiş bir resmi karar.

Dolayısıyla, bu güvenlik önlemlerinin alınması için görevlendirilen polisler, korudukları kişinin yani İmamoğlu’nun korumasında kendi bilgi ve birikimlerinin yanında farklı teknik olanakları da kullanır. Koruma kararlarında bu durum, jammer, kimyasal gaz, dürbün gibi isimlendirilmez.

Her ne kadar Emniyet Genel Müdürlüğü, atıf yaptığı 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu’nun 2. maddesinin 3. fıkrasında ki hükme dayandırsa da, yasanın bütününde açıklamada belirtilen kurumların dışındaki kurum ve kuruluşlara doğrudan bir yasak getirmiyor.

Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açıklamasında “belediye başkanları ve belediyelerin jammer kullanacak kurumlardan olmadığı” belirtilse de, yasa hükmünde suç teşkiline yönelik bir ifade ya da tanım yok!

Aslolan, kişinin hakkında koruma kararının bulunmasıdır. Can güvenliğinin ne şekilde sağlandığı, hangi teknik cihazların kullanıldığı yönünde bir hükme yer verilmiş değil.

Kaldı ki, EGM’in atıf yaptığı yasa hükmünde yer aldığı şekliyle frekans planlama, tahsis ve tescili kapsayan 36. madde ile kodlu ve kriptolu haberleşmeyi düzenleyen 39. madde içeriğinde hükümde belirtilen kamu kurumları dışında kalanlara yönelik suç unsuru barındırmıyor.

Hatta daha ötesinde, hükümlerde kamu kurumlarının dışında kalanları taleplerine göre düzenleme yetkisi Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’na verilmiş durumda.

Ancak, İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı olarak devletin verdiği koruma kararı çerçevesindeki hizmete bağlı kalmayıp, elindeki olanaklar çerçevesinde kendi güvenliğini de almış görünüyor.

Görüştüğüm İBB’deki kaynaklar, İmamoğlu’nun jammer kullanma gerekçesini, terör saldırısına hedef olma olasılığı sebebiyle alınacak güvenlik önlemleri içinde her türlü olanağı kullanmak olarak açıkladı.

Zaten, korunan kişiye yönelik risklerin bertaraf edilmesi, koruma görevinin esasını oluşturur. Önemli olan korunan kişinin can güvenliğinin en üst dereceden sağlanmasıysa, ortaya çıkan tabloyu da tartışmak ikinci planda kalır, kuşkusuz.

Elbette, suç unsuru olmayan bir durumda İmamoğlu’nun jammer kullanması, savcılıkça nasıl değerlendirilecek yakında ortaya çıkacak.

Hatırlıyorum, AKP iktidara geldikten hemen sonra Ankara’da şube açan İstanbullu ünlü bir pastane firması, AKP’lilerin yoğun yaşadığı Çukurambar’daki işletmesinde “sağır oda” uygulaması başlatmıştı.

Özellikle Fetullah Gülen cemaatinin yanı sıra kendilerini hedef aldıklarını inandıkları kamu kurumlarının takibinden kurtulmak için söz konusu işletmenin sağır odalarında buluşmaları tercih etti AKP’liler uzunca bir süre.

Yine edindiğim bilgiye göre, şimdilerde pek tercih edilmez olmuş, kurşun plakalardan duvarları olan sağır odalar!

Şimdi ise, İmamoğlu, jammer kullanarak kendi sağır odasını yaratmış, mobil jammerlarla.

Jammer’ı kullanma süreci

Peki, jammer’ı her isteyen kullanabiliyor mu?

Yanıt: Hayır.

Şöyle ki, kamunun dışında özel firmalar veya kişiler jammer kullanmak istediğinde Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’ndan izin almak zorunda. İzin almak için de güvenlik konusunda devletin ilgili kurumlarını ikna etmek durumunda.

Özel firma ya da kişilerin jammer kullanabilmesi için uygulayacakları yöntem genellikle özel güvenlik hizmeti veren şirketler.

Tabii özel güvenlik hizmeti veren firmaların da yine talepte bulunan firma ya da kişilere yönelik jammer kullanabilmesi için Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’na bildirimde bulunulması gerekiyor.

Kaldı ki, elektronik sinyal kesici cihazın kullanılması özel hukuk sisteminde sıkıntılı. Zira, çevrede yaşayan birey / bireylerin iletişimin etkilenmesi, sürecin kullanan ve etkilenenler açısından mahkemelik olmasının önünü açabilir.

Yanı sıra, her yerde çok kolay temin edilemeyen cihazların ithalinde de Ticaret Bakanlığı’na bildirimde bulunulması koşulu var.

Jammer’ı kullanma yetki belgesi

Ayrıca, özel güvenlik firmaları üzerinden koruma hizmeti alan kişi ya da firmaların talepleri, illerde valiliğin koordinesinde faaliyet yürüten özel güvenlik koruma komisyonunda değerlendiriliyor.

Örneğin, bir kişi ya da firma, anlaşma yaptığı bir özel güvenlik firmasından beş kişilik yakın koruma ekibi talep etti. Bu talep, komisyonda değerlendiriliyor. Komisyon, korunacak kişinin risk analizine göre sayıyı azaltabiliyor. Burada kişinin, hakkındaki risk konusunda ikna edici gerekçeleri ortaya koyması şart.

Aynı süreçte, koruma hizmeti almak isteyenler, talep başvurularında hangi teknik cihaz ya da ekipman bulundurmak istediklerini valiliklere bildiriyor. Bu bildirime jammer cihazı dahil değil. Kelepçe, CCTV, x-ray, kask, dürbün, kimyasal gaz (biber gazı), kapı ve el dedektörü, kalkan, plastik jop yer alıyor.

Valilikler, talep sahiplerinin isteğine birebir onay vermek zorunda değil. Yine risk analizine göre hangi teknik cihaz ve ekipmanların kullanılacağına söz konusu komisyon karar veriyor.

Emniyet Genel Müdürlüğü’nce verilen “Güvenlik Cihazları Kullanma Eğitici Yetiştirme” kurs sertifikası sahibi olanlar jammer ve benzeri teknik cihazları kullanmaya yetkili.

                                                     ***

Büyüteç’i kaleme aldığım dün öğle saatlerinde Emniyet Genel Müdürlüğü, (EGM) jammer kullanımıyla ilgili resmi açıklama yaptı.

Emniyet Genel Müdürlüğü, açıklamasında belediye başkanlarının jammer kullanmaya yetkisi olmadığına dikkati olmadığına ve adını vermeden İmamoğlu’nun suç işlediğini vurguladı.

Az önce okuduğunuz bölümlerde tabloyu aktardım. EGM’nin bu açıklaması, biraz da İmamoğlu’na yönelik “yasa dışı takip ve izleme yapıldığı” iddialarına karşı “cambaza bak” mantığıyla yapılmış gibi duruyor.

Emniyet yönetimi deyim yerindeyse zevahiri kurtarmanın peşinde.

EGM’nin bu açıklaması yeni bir tartışmayı başlatacak. İmamoğlu cephesinden bakalım ne açıklama gelecek?

                                                             /././

Maliye, 2024’te 160 kişiye 22 milyon lira ihbar tazminatı ödemiş…-Murat Batı-

İhbar müessesesi, toplumda ve basında ihbar et, para ödülü al şeklinde önemli bir algı yaratmıştı.

Geçen yıl bu zamanlar hatırlarsanız Mehmet Şimşek, vergi kayıp/kaçağıyla mücadele etmek için yurttaşları ihbar etmeye çağırmış ve ihbar müessesesini  sosyal medya ve WhatsApp hatlarını kullanarak yapılmasını  istemişti.

Buna göre yurttaşlar düşük KDV oranı uygulanmasını, IBAN’a para istenmesini, kira gelirinin beyan edilmemesini, fiş/fatura verilmemesi gibi durumları ya sosyal medya hesaplarından ya da WhatsApp telefon hattından ihbar edip, bu işten belki de para kazanmayı hedeflemişti. Hatta bu ihbar müessesesi, toplumda ve basında ihbar et, para ödülü al şeklinde önemli bir algı yaratmıştı. Bana ihbar edersem ne kadar ödül alacağım şeklinde yüzlerce soru sorulmuştu.

Peki bu kadar yükselen ses sonucunda amaç hasıl oldu mu? Bakalım isterseniz.

Gelir İdaresi Başkanlığı 2024 yılı Faaliyet Raporunu 7 Nisan Pazartesi günü kendi internet sayfasında yayımlandı. Bu raporun 144’üncü sayfasında İhbar Dilekçeleri  başlığı altında “1905 sayılı Kanun uyarınca 2024 yılında ihbarda bulunan 160 kişiye ödenmek üzere toplam 22.398.978 TL ihbar ikramiyesi  ödeneği ilgili vergi dairesi müdürlüklerine gönderilmiştir” cümlesi bulunmaktadır.

Yani Gelir İdaresi Başkanlığı 2024 yılında 160 kişiye sadece 22 milyon 398 bin 978 lira ödeme yapmış. 22 milyon lira sosyal medya ve basında iştahı kabaran ihbara hazır binlerce kişiye yetecek bir tutar değil elbette. Zaten önceki yıllara da bakarsak Gelir İdaresi, çok fazla ödeme yapmamış.

Gelir İdaresi Başkanlığı’nın faaliyet raporlarından son 11 yılın ödenen ihbar ikramiyesi tutarlarını çıkardım. Aşağıdaki tabloda da görüldüğü üzere 1905 sayılı Kanun uyarınca 2024 yılında ihbarda bulunan 160 kişiye 22 milyon 398 bin 978 lira, 2023 yılında ise 176 kişiye 14 milyon 832 bin 566 lira ihbar ikramiyesi ödenmiştir.  

Son 11 yılda ise toplamda 3 bin 219 kişiye 120 milyon 599 bin 117 lira yani ihbar ikramiyesi ödenmiştir2024 yılında kişi başına yaklaşık 140 bin lira ödenmiş.

Ödül almak için ne yapmalıyım?

İhbar neticesinde ben de ödül alabilir miyim diyen varsa içinizde, aşağıdaki koşulları sağlaması gerekmektedir. Ancak evvela ödülün dayanağı olan kanunun adına bir bakalım isterseniz; 26.12.1931 tarih ve 1905 Sayılı Menkul ve Gayrimenkul Emval İle Bunların İntifa Hakları ve Daimi Vergilerin Mektumatı Muhbirlerine Verilecek İkramiye Hakkında Kanun uyarınca uygulanmaktadır.

Ödülün ödenebilmesi için gereken şartlar nelerdir?

Öncelikle şunu belirtmek gerekmektedir ki o da ihbarı yapana muhbir denilmekte ve tüm resmi kayıtlara ihbarı yapanın adının önüne muhbir yazılmaktadır.

1905 sayılı Kanun uyarınca ikramiyenin yani ödülün verilebilmesi için bazı şartların oluşması gerekmektedir. Bunlar aşağıda sırasıyla izah edilmiştir.

1-Muhbir kimliğini gizlememelidir. Yani ihbar eden kişi, adını soyadını, adresini ve diğer tüm kimlik bilgilerini açıkça belirtmelidir.

2-İhbar, dilekçeyle yapılmalıdır. 3071 Sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun m.4 uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi veya yetkili makamlara verilen ya da gönderilen dilekçelerde, dilekçe sahibinin adı soyadı ve imzası ile ikametgâh adresinin bulunması gerekmektedir. Yani, yukarıda sayılan ibareleri barındırmayan yazıların dilekçe niteliğini haiz olması ve dolayısıyla ihbar niteliğini taşımaması gerekir. Hatta aynı Kanun m.6 belli bir konuyu ihtiva etmeyen, yargı mercilerinin görevine giren konularla ilgili olan ve dilekçe sahibinin adı, soyadı, imza ve ikametgahına ilişkin şartlardan herhangi birini taşımayan dilekçelerin incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu nedenle sosyal medya hesaplarından ya da WhatsApp’tan gönderilen ihbarların ne ölçüde ihbar dilekçesine konu olduğu hususunda bir bilgim yok maalesef. Ama sanıyorum ki bu yolla yapılan ihbarlara ödül verilmedi. Ya da ödendi ise Bakanlık bir açıklama yapar biz de öğrenmiş oluruz.

3-Dilekçede ihbar ikramiyesi de talep edilmelidir.

4-Muhbir, ihbarından vazgeçmemelidir.

5-Her vergi, ihbar ikramiyesine konu değildir. İhbar ikramiyesine konu vergiler devamlı vergilerdirÖrneğin gelir, kurumlar, katma değer, damga, gider ve veraset ve intikal vergisi gibi devamlılık arz eden vergiler ihbar ikramiyesinin konusuna girer. O yüzden özellikle bir defaya mahsus çıkarılan vergiler ihbar ikramiyesinin konusuna girmez. Buna göre geçici vergi, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu kapsamındaki gelirler, gümrük vergisi, Gümrük İdareleri tarafından alınan vergi ve resimler gibi alacaklar üzerinden ikramiye ödenmez.

6-İhbar edilen hususla, tespit edilen vergi kaçağı arasında bir illiyet bağı olmalıdır. Muhbir, bir kişi hakkında vergi kaçakçılığı yaptığına ilişkin bir ihbarda bulunup onu delillerle desteklemediği sürece bu ihbar için kendisine herhangi bir ödeme yapılmaz. Örneğin muhbir, bir dilekçeyle vergi idaresine başvurup şu şirket vergi kaçırıyor dedikten sonra bunu nasıl, hangi yollarla ve belge gibi somut bir delil sunmadığı sürece olası bir inceleme sonucunda o ihbarı doğru çıksa dahi o kişiye ikramiye verilmez. O nedenle verilecek ikramiye ihbar edilen ve delillerle desteklenen ihbarla sınırlıdır. Örneğin sadece satış fişi vermedi diye bir ihbar sonucunda o şirketin esasında sahte belge de düzenlediği tespit edilir ve şirkete yüklü bir ceza kesilmesi durumunda muhbirin şikayetiyle bu yeni durumun bir ilgisi olmaması nedeniyle ikramiye ödenmeyecektir.

Özetle, ihbar üzerine yapılan inceleme ve/veya vergi idaresinin tarhiyat işlemleri sonucunda bulunan vergi kayıp ve kaçağıyla ihbar dilekçesinde iddia edilen hususlar arasında bir illiyet bağı bulunmalı ve dolayısıyla da yapılan tarh ve kesilen cezalar muhbirin dilekçesiyle birlikte verdiği somut delillere dayalı olarak tespit edilmiş olmalıdır. Aksi durumda ikramiye verilemez.

7-Geriye yönelik 5 yıllık süre içindeki işlemler ihbar edilebilir. İkramiye alınabilmesi için geriye doğru 5 yıl içinde oluşmuş vergi kayıp kaçağına neden olmuş işlemler ihbar edilebilir. Örneğin bugün itibariyle 2016 yılındaki bir işlemin ihbar edilmesi sonucunda bulunacak kayıp ve kaçağın tahakkuk/tahsil zamanaşımına uğramış olma ihtimali nedeniyle ikramiyeye konu olması pek mümkün olmayacaktır.

8-İhbar edilenle alakalı daha önce bir vergi incelemesine başlanılmamış olmalıdır. İhbar edilen konuyla alakalı vergi idaresi daha önce bir vergi incelemesine başlamışsa o zaman ihbarınız boşa düşecek ve ikramiye alamayacaksınız. 

Aynı şeyi birden fazla kişi ihbar etmişse hepsine mi ikramiye verilecek?

Aynı şeyi/konuyu birden fazla kişi ihbar etmişse ilk ihbar edene ikramiye ödenir. Yani aynı konuda birden fazla ihbar yapılmışsa bu ihbarların tarihlerine bakılır ve ilk ihbarı yapana ikramiye ödenir. Diğer muhbir maalesef bu ikramiyeden mahrum kalacaktır. İlk muhbir olduğunuz nasıl tespit edilecek sorusuna ise cevap olarak resmi kayıtlara geçiş tarihi olacaktır. Hatta aynı gün aynı konuda birden fazla ihbar varsa saat önceliğine bakılacaktır.

İkramiye tutarı ne kadar olacak?

İkramiye tutarı, ihbar edilen konuyla alakalı yapılan inceleme vs’den sonra tespit edilen ve mükellefe bildirilme (tahakkuk) şartıyla öncesinde hesaplanan yüzde 10’un 1/3’ü, sonra bu tutar mükelleften tahsil edildikten sonra da kalan 2/3’ü ödenir. Örneğin yapılan ihbar sonucunda şirkete 100 bin TL vergi ve cezası tebliğ edilirse 100 bin liranın yüzde 10’u olan 10 bin lira ihbar ikramiyesi olarak ödenir. Ancak bu yüzde 10 mükellefe tebliğ edilip kesinleştikten sonra (kesinleşme idari ve yargı yollarının tüketilmesidir) 1/3’ü; kalan tutar ise mükelleften tahsil edildikten sonra ödenir. 

Cezalar da ikramiyeye dahil mi?

Basında cezaların yüzde 10’u ihbar edene ödenecek gibi haberlere rastladım. Ancak bu haberler kısmen doğru kısmen yanlıştır. Şöyle ki, ihbar ikramiyesi sadece devamlılık arz eden vergiler ile bu vergilerin kaybı nedeniyle kesilen vergi ziyaı cezaları üzerinden ödenecek. Onun dışında usulsüzlük cezaları, özel usulsüzlük cezaları, gecikme faizi, gecikme zammı üzerinden ödeme olmayacaktır.

Örneğin bir ihbar sonucunda kişiye 10 lira KDV, 10 lira KDV’den dolayı vergi ziyaı cezası ve 5 lira özel usulsüzlük ile 3 lira gecikme faizi kesilmişse bu kişinin şu an 28 lira itibariyle borcu olacak ama ihbar ikramiyesi sadece verginin aslı (10 lira) ve vergi ziyaı cezası (10 lira) toplamı üzerinden (20 lira) yüzde 10 olarak yani 2 TL olarak ödenecektir. O nedenle örneğin fiş/fatura düzenlenmedi diye yapılan ihbarlar neticesinde özel usulsüzlük cezası kesilecek ve bu cezalar ihbar ikramiyesinin dışında olacaktır.  

İhbar sonucunda vergi çıkmazsa ne olacak?

İhbar sonucunda herhangi bir vergi çıkmazsa o zaman ihbar ikramiyesi ödenmeyecektir.

                                                               /././

Ukrayna’da barış için geri sayım-Akdoğan Özkan-

Trump’ın Ukrayna Savaşı’nı sona erdirecek barış planı son şeklini aldı. İş silahların susması yolunda son engelin aşılmasına kaldı ama bu kez şartlar Kiev yönetimine 2022 İstanbul müzakerelerini aratır nitelikte.

ukrayna bbc

ABD Başkanı Donald Trump'ın Rusya -Ukrayna savaşını sona erdirecek barış planının netlik kazanması ve E3 ülkeleri olarak adlandırılan İngiltere, Fransa ve Almanya’nın 17 Nisan’da Paris’te, ardından da 23 Nisan’da Londra’da yaptıkları görüşmeler sonrasında bu planı desteklediklerini bildirmesi ile Ukrayna’da barış için geri sayım başladı.

Geri sayımın önemli dönemeçlerinden biri ise Rusya lideri Vladimir Putin’in Trump’ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff’un Moskova’ya 25 Nisan’da yaptığı dördüncü ziyaretin ardından Ukrayna ile koşulsuz görüşmelere hazır olduğunu yinelemesiyle geçildi. Rusya ve Ukrayna temsilcileri arasında doğrudan müzakerelerin yeniden başlatılacağı da duyurulursa, geri sayımın en kritik merhalesi geçilmiş olacak. Bu merhalenin önünde an itibarıyla görünen en büyük engel Ukrayna lideri Vladimir Zelenski gibi görünüyor. Putin görevde olduğu sürece Rusya ile tüm görüşmeleri açıkça yasaklayan Ekim 2022 tarihli kararnamesini kaldırmamış olan ve “önce koşulsuz ateşkes olsun ve Ruslar çekilsin, sonra görüşülür,” noktasında ısrarcı olan Zelenski, ABD ile mutabık kalınan nadir toprak elementleri anlaşmasına ilişkin nihai belgeleri de henüz imzalamamış durumda. Zelenski ile Vatikan’da baş başa görüşme yapan Trump’ın “En az üç hafta gecikti. Umarım bu anlaşma hemen imzalanır,” ifadelerini kullanmasına sebep olan Ukrayna liderinin direngen tavrının nasıl aşılacağı belirsiz.

Trump’ın barış planı

An itibarıyla en belirgin husus, Reuters’in detaylarını açıkladığı Trump’ın barış planı. Plana göre,

Ukrayna liderliğinin önüne ABD yönetimi tarafından konulan barış şartlarına bakınca, insanın aklına gelen ilk ifade, “yazık!” oluyor.

Yazık!..

Yazık oluyor gerçekten Ukrayna’ya…

Üç yılda şartlar daha ağırlaştı

Oysa Ukrayna heyeti bundan 3 yıl önce, savaşın ilk aylarında Rus heyeti ile İstanbul’da oturduğu müzakere masasında mutabık kaldıkları hususları Zelenski’ye imzalatabilselerdi, hem bu kadar toprak kaybetmiş olmayacaklar, hem de bu kadar büyük kayıplar vermemiş olacaklardı.

Ukrayna geçen zaman zarfında cephede yüzbinlerce insanını kaybetti. En az 3 yıl boş yere öldü gencecik insanlar. Ekonomisi çok büyük yara alan ve yüz milyarlarca dolar borçlanan ülkenin birçok yerinde vasıflı insan sorunu çekiliyor.

Aradan geçen onca zamandan sonra, bugün Ukrayna liderliğinin önüne uzatılan barış şartları üç yıl öncekiyle kıyas edilmeyecek kadar ağır. Üç yıl önce NATO’ya üye olma arzusu gütmeyen tarafsız bir ülke olmayı kabul etmesi ve “Nazizm ve neo-Nazizmin her türlü yüceltilmesi ve propagandasının” yasaklanmasını (cezai sorumlulukla birlikte) karar altına alacağını taahhüt etmesi Rusların silahları susturması yolunda büyük ölçüde yeterli olacaktı.  

İki ülke heyetleri arasında İstanbul’da yapılan barış görüşmelerine katılan Kiev heyetindeki baş müzakereci, Davyd Arakhamia, İstanbul’da neler görüşüldüğünü, hangi metin üzerinde mutabık kalındığını görüşmelerden 1,5 yıl sonra açıklamıştı. Arakhamia, 2023 yılı Kasım ayında Ukrayna ulusal tv kanallarından 1+1 TV’ye verdiği röportajdaRusya’nın hedefinin Ukrayna’nın tarafsızlığını sağlamak olduğunu, Ukrayna’yı işgal etmek niyetinde olmadığını açıklamıştı. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’nin partisi olan Ukrayna Halkın Hizmetkarı Partisinin de sözcüsü Arakhamia şöyle konuşmuştu:

“Rusya'nın amacı tarafsız kalmamız için üzerimizde baskı kurmaktı. Onlar için asıl mesele şuydu: Finlandiya’nın bir zamanlar tuttuğu yola benzer şekilde tarafsızlığı kabul edersek ve NATO’ya katılmayacağımıza dair taahhütte bulunursak savaşı bitirmeye hazırdılar. Asıl önemli mesele buydu onlar için.”

2022 yılı Mart ayında İstanbul’da yürütülen barış görüşmelerine Ukrayna adına katılanlardan biri de 45 yıllık diplomasi kariyerine sahip olan Oleksandar Çalyi idi. Ukrayna Dışişleri Bakan Yardımcılığı, Avrupa Entegrasyonu Devlet Sekreterliği’nin yanı sıra Ukrayna Cumhurbaşkanı’nın Dış Politika Danışmanlığını da yapan Çalyi, Putin’in 2022’de bir anlaşmaya ulaşılması için “her şeyi denediğini” bizzat itiraf etmişti. Halen Cenevre Güvenlik Politikaları Merkezi Orta Üyesi olarak görev yapan Oleksandar Çalyi kısaca, “düşman” elinden geleni yaptı, biz fırsatı teptik, demişti.

New York Times da yazdı daha sonra, Rusya, 2022’de Kırım’ın Rus toprağı olarak tanınması talebinden vazgeçmeye bile hazırdı. Kırım’ın statüsü 10-15 yıl içinde belirlenecekti. Ukrayna’nın sadece yarımadayı güç kullanarak geri almaya çalışmayacağına dair söz vermesi gerekiyordu. Bunun dışında, bir barış anlaşmasına son şeklini vermek üzere, Volodimir Zelenski ile Vladimir Putin’in Ukrayna topraklarının ne kadarının Rusya’nın kontrolü altında kalacağı konusunda anlaşmaya varmak üzere bir araya gelerek konuşacaklardı. Ukrayna için önemli olan kendisine güvenlik garantilerinin sağlanabilmesiydi. Bazı ülkelerin garantör olarak devreye girmesi ile bu sorun aşılabilecekti. Nitekim hatırlayanlar olacaktır, Arakhamia, daha İstanbul müzakereleri sürerken 2022 yılı 29 Mart’ında yaptığı bir açıklamadahem Rusya'nın hem de garantör ülkelerin kabul edebileceği maddelerde uzlaşıya ulaştıklarını kaydederek, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 8 ülkeyi garantör ülke olarak görmek istediklerini söylemişti.

Özetle, Mart 2022 sonunda İstanbul'daki görüşmelerde heyetlerin büyük ölçüde üzerinde anlaştıkları anlaşma taslağı, özünde Ukrayna'yı NATO hedeflerinden vazgeçmeye, kalıcı tarafsızlığı ve nükleersiz statüyü kabul etmesine dönük bir taslaktı ve bu şekilde BM Güvenlik Konseyi ülkelerinden güvenlik garantileri alması sağlanacaktı. Heyetler anlaşmıştı ve 2022 yılı Nisan ayı başlarında, Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin ile savaşı sona erdirmek üzere bir görüşme yapmaya hazırdı artık.

Boris Johnson bozuyor

Ancak herkesin, “garantiler de veriliyor, barış için heyetler mutabakata varıyor, “diye değerlendirme yaptığı bir sırada bir anda başka şeyler oldu. Şeytanın imdadına İngiltere Başbakanı Boris Johnson yetişti Boris Johnson önceden planlanmamış bir ziyaret çerçevesinde 9 Nisan’da Kiev’e gitmiş ve Zelenski’ye Moskova ile herhangi bir anlaşma imzalamaması telkininde bulunmuş ve savaşmaya devam etmelerini istemişti. Kyiv MediaHub yayın grubunun bir parçası olan Ukrainska Pravda’nın Zelenski’ye yakın kaynaklara dayandırdığı 5 Mayıs 2022 tarihli haberine bakılırsa, Britanya Başbakanı, Kiev yönetimine İngiliz hükümetinin iki temel mesajını iletmişti. Ukrayinska Pravda gazetesinde Roman Romaniuk imzasıyla yer alan habere göre, mesajlardan ilki, “Putin’in savaş suçlusu olduğu, yakalanması gerektiği ve onunla müzakere edilmemesi gerekliliğiydi.” İkincisi ise, “eğer Ukrayna Putin ile anlaşma imzalamaya niyetliyse, bu düşüncesinden vazgeçmeliydi!” şeklinde olmuştu.

Boris Johnson’ın barış imkanını dinamitleyen bu tavrı acaba Zelenski’yi barış düşüncesinden vaz geçirip savaşı sürdürmeye ikna edecek miydi? İngiltere Başbakanı’nın Kiev’den ayrılışından 3 gün sonra, Putin Ukrayna ile yürütülen “görüşmelerin çıkmaza girdiği” yönünde açıklama yapınca, mesele anlaşıldı. Britanya liderinin mesajları yerini bulmuş ve Zelenski barışın önünü tıkama konusunda ikna olmuştu.

Bu arada Putin’in açıklamasından üç gün sonra bile, AB ve Britanya tarafından yaptırımlar listesine alınmış olan Rus iş insanı Roman Abromoviç, Kiev’e yeniden giderek görüşmeler yapmış ve ardından Zelenski, Ruslarla sadece Ukrayna’ya güvenlik garantisi verilecek bir anlaşma ile doğrudan Rusya Federasyonu ile ilişkileri düzenleyecek bir anlaşma imzalayabileceğini, bunun ötesinde bir belgeye imza atmayı düşünmediğini ifade etmişti.

Özetle, yukarıda sıraladığım Ukrayna ve Amerikan kaynaklarının söylediklerinden anlaşılan o ki İstanbul’da aslında barış için ön uzlaşı sağlanmış, iş Ukrayna’nın tarafsızlığını perçinleyecek şekilde anayasasından NATO’ya katılma iradesini çıkarmasına ve garantör ülkelerin imzasına kalmıştı belki ama bu önemli fırsat Londra’nın eliyle çöpe atılıyordu. Ve “hiç düşünmeden barış anlaşmasına imza atabilecek” bir ülke, Batı’nın, özellikle de İngilizlerin telkinleri -ve tabii ki maddi destekleriyle- birlikte yüzbinlerce genç insanını ölüme göndereceği savaşa gözü kapalı yürütülmüştü.

Peki İngilizlerin savaştan yana ne çıkarları vardı?

İngilizlerin Karadeniz hesabı

Aslında İngilizler savaş öncesinde Karadeniz’deki askeri mevcudiyetlerini artırma konusunda yoğun bir çaba yürütmüş ve bunda başarılı da olmuşlardı. İki yerde askeri üs inşa etme olanağı verilmişti İngilizlere.

 Bu yüzden de Boris Johnson, Britanya’nın donanma üssü inşa etmekte olduğu yerlerden biri olan Ukrayna'nın güneyindeki Mikolayiv Oblastı’na bağlı liman kenti Oçakov (Özi) Rusların eline geçmesin istiyordu. Azak Denizi kıyısındaki Berdyansk’ta da Ukrayna için donanma üssü inşa eden Britanya’nın bu arzusu şehrin 27 Şubat tarihinde Rusların denetimine geçmesiyle imkânsız hale gelmişti. Britanya donanmasına bağlı gemilerin Karadeniz’de kendilerine yeni bir üs edindiğini görme arzusunu sürdüren Boris Johnson, en azından Oçakov’daki şansını yitirmek istemiyordu. İstanbul görüşmelerinde devredışı kaldıklarını hisseden Johnson soluğu bunun için Kiev’de almıştı. Başbakanın Kiev ziyaretinden birkaç hafta sonra, Britanya’nın bu amaçla kesenin ağzını biraz daha açmaya karar verdiğini de öğrendik. Ukrayna’ya daha önce 5 bin tanksavar füze ve 5 hava savunma sistemi gönderen, bir başka deyişle 200 milyon pound tutarından askeri destekte bulunan Britanya hükümeti, 2 Mayıs 2022’de de bu ülkeye aralarında elektronik muharebe sistemleri ile topçu tespit radarları, GPS engelleme cihazları ve binlerce gece görüş teçhizatı da bulunan 300 milyon pound’luk askeri yardım yapılacağını açıklamıştı.

Johnson’ın Kiev’e giderken cebinde, Britanya hükümetinin Ukrayna’ya verdiği yardımı mayıs ayıyla birlikte yüzde 50 artırma sözü/çeki de bulunuyordu.

O yüzden “yazık”, diyoruz, geçen zamana, yitirilen canlara, akan kanlara yazık!

Tabii İngilizler, her ne kadar Trump’ın barış çabalarını destekler görünseler de onun barış çabalarını baltalamak ve Washington ile Moskova arasındaki normalleşmeyi rayından çıkarmak için ellerinden geleni yapmaktan, fırsatını bulduklarında provokasyona da başvurmaktan kaçınmayacaklardır.

İngilizlerin ABD’den rol çalma çabaları kesintiye uğramış da değil. Trump’ın Zelenski’ye yolladığı ve “ihtilaf halinde New York mahkemelerini yetkili” kıldığı söylenen “Ukrayna kıymetli madenleri” anlaşmasının taslağından önce Kiev’e aynı konuda Londra mahkemelerini yetkili kılan bir anlaşma taslağı gönderen İngilizlerin daha Ocak ayında, yani Donald Trump’ın kollarını sıvamasına fırsat bulamadan Ukrayna ile 100 yıllık ortaklık anlaşması imzaladığını da unutmayalım. Hatta, Rishi Sunak hükümetinde ticaret müsteşarı olarak görev yapan Nusret Ghani’nin, 2023'te ve 2024'ün ilk yarısında kıymetli maden ve mineraller konusuyla ilgili en az 10 toplantı düzenlediği, aralarında dev İngiliz madencilik şirketleri Rio Tinto, Anglo American, Rothschilds ve silah ihracatçısı BAE Systems ile askeri havacılık lobicisi ADS’nin de olduğu bazı şirketlerle mineral tedarik zincirleri konusunu görüştüğü biliniyor.

Ukrayna’nın bugün karşı karşıya olduğu şartlar epey ağır. Topraklarının en değerli bölümlerini yitirmiş, denizle olan bağlantısını kaybetmeye ramak kalmış, elde avuçtakini Amerikan Blackrock şirketine satmış, en kıymetli enerji santralini ve değerli madenlerini de ABD’ye teslim etmek üzere olan bir ülke… Çökmüş bir ekonomi… Iskalanmış bir barış… Hiçbir kazanım elde edemeden koluna/bacağına ya da hayatına gencecik yaşında veda etmiş yüzbinlerce insan… Ölmek ya da sakat kalmaktansa kıtasından firar etmiş on binlerce asker…

Aslına bakılırsa, Trump göreve başladığında Ukrayna barışı için yeni birtakım şartlar icat etmesi gerekmemişti. Barış için yola sıfır noktasından değil İstanbul’da duraklatılan noktadan çıkılmıştı. Zaten Amerikalı gazeteci Tucker Carlson’un, Trump’ın yemin ederek göreve başlaması öncesinde, uluslararası ilişkiler terminolojinde “back -channel diplomacy” (arka kanal diplomisisi) dedikleri Kremlin mesaisiyle Rusların kilidinin nasıl açılacağı daha net görülmüştü.

Nitekim, Kremlin’den 7 Mart’ta yapılan açıklamadan, Rusya ile ABD'nin Ukrayna barış anlaşmasının temeli olarak Moskova ve Kiev arasında 2022 yılı Mart ayında, yani savaşın ilk haftalarında müzakere edilen anlaşma taslaklarını gördüğü anlaşılıyordu.

Velhasıl, bütün bunlar bize Ukrayna’nın üç yılı çöpe atmış bugünkü trajedisinin şehirlerinin yıkımı, halkının yerinden yurdundan edilmesi ve bu arada yüzbinlerce insanının hayatını kaybetmesiyle sınırlı olmadığını gösteriyor. Ukrayna’nın trajedisi, daha çok ulusal egemenliğini savunma kisvesi altında gerçek bir barış umudunu uzak bir seraba çevirmiş, eline fırsat geçtiğini gördükçe bu umudu dinamitlemiş ve masaya oturma önkoşullarına her hafta bir yenisini eklemiş bir liderin kişiliğinde hayat bulmuş mefluç bir siyasi zihniyettir. Ve umalım ki o zihniyet artık daha fazla tıkamaz barışın önünü ve silahların susması yolunda en kritik merhale kısa zamanda geçilir.

                                                                   /././

T-24


Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -5 Haziran 2025-

  KRT’de neler oluyor; görünen ve görünmeyenler…-Candan Yıldız- CHP’ye yakınlığı ile bilinen kanalın yayın çizgisi zaman içerisinde değişti,...