T-24 "Köşebaşı + Gündem" -12 Nisan 2025-

İmamoğlu duruşmasından notlar: Silivri cephesinde değişen bir şey yok, “Elbet çıkacağım ve mutlaka Cumhurbaşkanı olacağım” mesajı var!-Tuğçe Tatari-

İmamoğlu salona getirildiğinde ister istemez nasıl göründüğüne, neşesine, hâline odaklanıyor tüm salon. “Saçı uzamış” diyen de var “Kilo vermiş” diyen de. Babası, “Ülkeye demokrasi devrimi getirmesinin önüne geçilemeyeceğini” söyleyen İmamoğlu’nu gözyaşlarını tutamayarak izliyor. Eğilip bükülmüyor İmamoğlu; neşeli mi hayır, sakin mi evet!

İmamoğlu duruşmasından notlar: Silivri cephesinde değişen bir şey yok, “Elbet çıkacağım ve mutlaka Cumhurbaşkanı olacağım” mesajı var!                      İmamoğlu'nun Silivri'de görülen Akın Gürlek'le ilgili davasında savunma yaparken çekilen fotoğrafı

11 Nisan sabahı karışık duygularla çıktım yola. Upuzun bir Silivri yolcuğu, upuzun geçmişimizle birlikte eşlik etti bana.

Yolun sonunda varacağım mahkeme salonunda hatırlayabildiğim kadarıyla Balyoz, Ergenekon, KCK, Gezi, Halkın Hukuk Bürosu, Cumhuriyet davalarının duruşmalarını izledim.

Aylarca, bazen yıllarca süren mahkeme süreçlerini izlerken sayısız dostluk da kazandık ömür boyu unutmayacağımız düşmanlıklar da.

22 yıllık AK Parti hükümetinin yarattığı ve yaşattığı bir yerdir Silivri Cezaevi yerleşkesi.

İçinde tutuklu ziyaretini de barındırır, duruşma izlemeyi de, içeriye yolladığın soruların cevabını beklemeyi de.

Oralarda işini yapan gazeteci milletinin, hele ki olan bitenle meselesi olan biriyse, aklında tek şey olurdu; bu bir tiyatro!

Burada bir yargılama yapılmıyor.

Burada bir piyes oynanıyor.

Her biri ayrı bir kitap konusu olacak süreçler yaşadık, yaşattılar daha doğrusu.

Kimi zaman günlerce üst üste süren duruşmaya yetişebilmek için çevre otellerde konaklardık.

Yemek yediğimiz, çay içtiğimiz yerlerde müdavimlik mertebesine ulaşmıştık artık.

Bir süredir ne önünden geçmişim ne yolundan…

Şimdi tutuklu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’in şikâyetçisi olduğu “tehdit, hakaret ve terör” iddialı davasını izlemek için buradayım.

Yine tarihi bir duruşma, tıpkı diğerleri gibi.

İzlemek, takip etmek, yakın siyasi tarihimizde büyük önem taşıyacak bugünlere tanıklık da etmek aynı zamanda, tıpkı diğerleri gibi…

CHP’nin Cumhurbaşkanı adayını, İstanbul Belediyesi’nin seçilmiş başkanını tutuklamışlar, düşünsene!

“Artık onu da yapamazlar” dediğimiz her şeyi yaptıkları gibi, bunu da yaptılar.

Ben buralara gelmeyeli uzun zaman olmuş ama değişen hiçbir şey olmamış.

Misal, hâlâ mahkeme işleyişine dair her şey tamamen siyasi.

Yıllar geçmiş, neredeyse yaşlanmışız ama senaryo aynı tekrarda takılmış kalmış, dönüp duruyor adeta, sadece yargılanan aktörler değişiyor.

İmamoğlu’nun avukatlarından üçü, yine az önce saydığım davalardan ve hatta daha fazlasından gayet iyi tanıdığımız Fikret İlkizFehmi Demir ve Tora Pekin.

O kadar benzer sebeplerle mağdur edilmiş sayısız müvekkil savundular, bizler de izledik ki saymakla bitmez.

Ekrem İmamoğlu salona getirildiğinde ister istemez, konumundan da dolayı nasıl göründüğüne, neşesine, hâline odaklanıyor tüm salon.

Saçı uzamış” diyen de var “Kilo vermiş” diyen de.

Oysa bu tarz siyasi ‘dosyaların’ en hüzün veren kısmı tam da o anlarda aileleri gözlemlemektir.

İmamoğlu ailesi genel olarak ‘taş gibi duran’ bir aile. Dilek İmamoğlu eşinin mücadelesinin peşinde sıkı duruyor.

Dilek İmamoğlu duruşmaya iki oğlu ve Ekrem Bey’in babası Hasan İmamoğlu’yla katılmıştı.

Yan yana oturuyorlardı.

Oğlunun savunmasını dinlerken bazen gözyaşlarını tutamayan Hasan İmamoğlu’nu gözlemlemek ise kalp yakıyordu, tıpkı senelerdir tanık olduğumuz sayısız siyasi mağdur yakınları gibi.

Duruşmayı izlemeye gelen ve içeriye girebilenler -vatandaş alınmadı, sadece avukatlar,  gazeteciler ve partililer- ağırlıklı partililer olunca etrafta herkesin birbirine           “Başkanım” diye hitap ettiği komik bir ortam da oluşuyor. Her “Başkanım” dendiğinde dönüp bakmaktan insanın boynu tutuluyor, bu da duruşmanın tuhaf, ama her şeye rağmen insanı güldürebilen anlarından birini oluşturuyor.

Ekrem İmamoğlu gayet net ve sakin konuşuyor, eğilip bükülmüyor.

Sesini asla yükseltmiyor.

Heyete karşı çok saygılı ve kibar yaklaşıyor.

Neden tutuklu olduğunu, Akın Gürlek’e asla hakaret etmediğin,i aksine kendisi iktidara geldiğinde onun ve çocuklarının da yaşam haklarını koruyacağını söylediğini anlatıyor.

Duruşmanın Çağlayan’da değil Silivri’de yapılmasını eleştiriyor.

TRT’nin duruşmaları canlı yayınlamasını istediğini söylüyor.

Diplomasının iptal sürecinden bahsediyor ve net bir şekilde “ülkeye demokrasi devrimini getireceğini, bunun önüne geçilemeyeceğini” vurguluyor.

Ben burada “Elbet çıkacağım ve mutlaka Cumhurbaşkanı olacağım” mesajını alıyorum… İmamoğlu espriler yapıyor heyete yönelik olarak, “Kusura bakmayın ilk defa bu koşullarda bir mahkemede bulunuyorum, acemisiyim” diyor.

Ara verildiğinde salondan çıkartılmayan İmamoğlu gazetecilerle de sohbet ediyor. Sorulan soruları yanıtlıyor. Okuduğu kitaplardan, zamanı nasıl geçirdiğinden söz ediyor.

Neşeli mi? Hayır değil. Ama sakin mi, evet sakin!

Korkuya kapılan, cesarete ihtiyaç duyan açsın Nutuk okusun” diyor. Saraçhane sürecinden çok memnun olduğuna değinirken “Tarihi gençler yazacak diyordum, öyle de oldu” diye ekliyor.

Gençlerin tahliye haberlerine sevindiğini ama artık hepsinin evine dönmesi gerektiğini vurguluyor.

Biz de déjà vu’lerle dolu duruşma salonundan, 16 Haziran Pazartesi günü, saat 10.00’da tekrar dönmek üzere ayrılıyoruz.

İmamoğlu’nun, hakkındaki davalardan yargılanma süreci epey uzun sürecek gibi duruyor, elbette Türkiye bir öngörü yapmaya elverişli değil. Yarın bambaşka bir sabaha uyanabiliriz. Her koşulda sürecin kesintisiz takipçisi olacağız. Zira kurtuluş yok tek başına!

                                                             /././

İşte CHP'nin yeni MYK'sı

CHP'de 21. Olağanüstü Kurultay'ın ardından belli olan Parti Meclisi (PM), Özgür Özel başkanlığında ilk kez toplandı. PM toplantısında 24 kişiden oluşan Merkez Yönetim Kurulu (MYK) üyeleri belirlendi. İstanbul Milletvekili Namık Tanİlhan Uzgel'den boşalan Dışişleri Bakanılğı'ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı'na getirilirken, İBB Genel Sekreteri olarak görevlendirilen Volkan Demir’in yerine Ticaret Bakanlığı'ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı'na ise Mehmet Necati Yağcı geldi. 

CHP'nin 21'inci Olağanüstü Kurultayı'nda, kurultaya tek aday olarak giren Genel Başkan Özgür Özel, bin 171 oyla yeniden genel başkan seçildi. CHP Lideri Özel'in delegeye sunduğu anahtar liste de tamamen kabul edildi, anahtar liste dışından hiçbir aday listeyi delemedi.  Yeni Parti Meclisi, Özgür Özel başkanlığında parti genel merkezinde saat 12.00'de ilk toplantısını gerçekleştirmek üzere toplandı. Toplantıda, yeni Merkez Yönetim Kurulu da belirlendi.

Namık Tan'a yeni görev

24 kişiden oluşan MYK listesine 2 yeni isim girdi. İlhan Uzgel’den boşalan Dışişleri Bakanılğı'ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı'na İstanbul Milletvekili Namık Tan getirildi. 

İBB Genel Sekreteri olarak görevlendirilen Volkan Demir’in yerine ise Ticaret Bakanlığı'ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı'na ise Mehmet Necati Yağcı geldi. 

İşte CHP'nin yeni MYK listesi:

Özgür Özel - Genel Başkan

Selin Sayek Böke - Genel Sekreter

Ensar Aytekin - Yurtiçi Ve Yurtdışı Örgütlenmeden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Gül Çiftci Binici - Seçim Ve Parti Hukuk İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Özgür Karabat - İdari Ve Mali İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Gökan Zeybek - Yerel Yönetimler, Dirençli Kentler Ve Çevre Ve Şehircilik Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Burhanettin Bulut - Halkla İlişkiler Ve Medyayla İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Deniz Yücel - Parti Sözcüsü

Gökçe Gökçen - Adalet Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Aylin Nazlıaka - Aile Ve Sosyal Hizmetler Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Gamze Taşcıer - Çalışma Ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Namık Tan - Dışişleri Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Deniz Yavuzyılmaz - Enerji Ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Sevgi Kılıç - Gençlik Ve Spor Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Yalçın Karatepe - Hazine Ve Maliye Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Murat Bakan - İçişleri Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Gülşah Deniz Atalar - Kültür Ve Turizm Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Suat Özçağdaş - Milli Eğitim Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Yankı Bağcıoğlu - Milli Savunma Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Zeliha Aksaz Şahbaz - Sağlık Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Pınar Uzun Okakın - Sanayi Ve Teknoloji Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Erhan Adem - Tarım Ve Orman Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Mehmet Necati Yağcı - Ticaret Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Ulaş Karasu - Ulaştırma Ve Altyapı Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

                                                        ***

Yapay zekânızı sağ görüşlü mü, sol görüşlü mi tercih edersiniz…-Füsun Sarp Nebil-

Zuckerberg sağa kayma işini sessiz sedasız yapmış olsa da, Amerikalı teknoloji camiası, uzmanlar ve akademisyenler durumu hemen farkettiler. Bu nedenle de tepkiler de gecikmedi. Bilim insanları, "Yanlış bilgilere (örneğin, aşı karşıtlarına) eşit ağırlık vermek sorumsuzluktur" derken, etikçiler "Bu denge değil, yerleşik konularda yanlış eşdeğerliktir" diyorlar. Tabii ki muhafazakârlar da, "Sonunda, bizi kapatmayan bir yapay zekâ"  diye değerlendiriyor

Yapay zekâ

Teknolojide moda bir konu çıktığında, arkasından da o konunun kerameti kendinden menkul uzmanları— çıkıyor. Çünkü anlaşılması zor konular olduğu için, nasılsa anlattıklarını anlayan çok az insan var. Meslekleri teknik olmasa bile teknik konuları sular seller gibi anlatıyorlar.

Yapay zekâ konusunda da durum böyle. Anlattıkları hikayeler adeta "Alaaddin'in Sihirli Lambası". Oysa ortada bir mucize filan değil, birilerinin kendisine göre programladığı, interneti araştırarak programlandığı tarzdaki bilgileri toplayan, analiz eden yani dolayısıyla o programlama çerçevesinde yürüyen sistemler var. Geçen gün bir siber güvenlik şirketi sahibi demiş, "yapay zekâ aptaldır" diye. Ben de aynı fikirdeyim. Aşağıda anlatacağımız gelişme yapay zekânın aslında ne olduğunu da iyi anlatan bir gelişme.

Bugünlerde tartışılan önemli bir konuZuckerberg'in Llama 4 AI modelini sağa taşıyor olması. Meta, "liberal önyargıdan" kaçınmak için Llama 4 AI modelini sessizce değiştirdi ve yerleşik bilimsel ve sosyal konularda bile, muhafazakar bakış açılarını kasıtlı olarak daha belirgin bir şekilde sunmaya başladı. Yani temelde, Meta (Facebook'un ana şirketi) yeni Llama 4 AI modelini biraz daha sağa doğru eğilecek şekilde kasıtlı olarak ayarlıyor veya -Trump etkisi demeden iyi yönden bakalım-  en azından siyasi tartışmaların "her iki tarafını" vurgulayarak daha "dengeli" görünmek istiyor.

Eleştirmenler bunu "her iki tarafçılık” diye tanımlıyor ve doğru tehlikeli bir kayma olarak değerlendiriyor. Ama muhafazakar ifade özgürlüğü savunucuları bunu Büyük Teknoloji'nin algılanan sol eğilimine bir düzeltme olarak alkışlıyor.

Bu hamle, Yapay zekâ modellerinin (özellikle Big Tech’in sunduğu) daha liberal veya ilerici bakış açılarına eğilimli olduğu yönündeki uzun süredir devam eden eleştirilere bir tepki gibi görünüyor. Meta muhtemelen uzun zamandır teknoloji tarafından sansürlendiğini iddia eden muhafazakar politikacılar ve kitleler tarafından eleştirilmekten kaçınmak istiyor. Çünkü malum devir Trump devri.

Bir şirket "her iki tarafı" da göstermek istediğini söylediğinde, - bunu nasıl dengelediğine bağlı olarak-- ya adil tartışmaya yardımcı olabilir  ya da tarafsız gibi görünüyor olsa da "denge" bayrağı altında aşırı veya yanlış görüşleri meşrulaştırıyor olabilir. Bugün Twitter'da ya da ülkemizde Ekşi Sözlük'te gördüğümüz gibi.

Kısaca Meta siyasi tepkilerden kaçınmaya çalışıyor ama "denge"yi uygulama biçimleri daha da fazla tartışmaya yol açabilir.

Llama 4 sağa yöneldiğinde tam olarak neyi değiştiriyor?

Eleştirmenler, "Facebook (Meta) Llama 4'ü sağa taşıyor" dediklerinde, yapay zekânın özellikle politik, kültürel ve sosyal konularda nasıl yanıt vereceğini, çok "liberal" veya "uyanık" olarak görülmekten kaçınmak için Meta tarafından ayarlanmasını kastediyorlar.

Özellikle, bu şunları içerebilir:

* Modelin yanıtlarını, göç, ifade özgürlüğü, cinsiyet, ırk, iklim değişikliği vb. gibi sıcak konularda otomatik olarak sol eğilimli görüşleri desteklemeyecek şekilde ayarlamak.

*Sağcı bakış açılarını eğitim ve ince ayar aşamalarına daha aktif bir şekilde enjekte etmek — bu, yapay zekânın muhafazakar argümanları daha sık veya en azından daha saygılı bir şekilde sunacağı anlamına gelir.

Eski modellerin, örneğin, herhangi bir muhafazakar görüşü çok hızlı bir şekilde "yanlış bilgi" veya "nefret söylemi" olarak reddetmesi veya küçümsemesi durumunda "aşırı düzeltme"yi önlemek.

Meta bunu nasıl yaptı?

Peki yapay zekâ nasıl sağcı yapılır derseniz, bu tamamen algoritma ve eğitim verisi ile ilgili bir konu. Model, daha sağcı kaynaklar ve görüşler içerecek şekilde ince ayarlamak için kullanılan veri kümelerini alıyor. Yapay zekânın izlediği gizli talimatları, "her iki tarafı da" daha eşit bir şekilde sunacak şekilde yeniden yazdıkları belirtiliyor. Kullanıcı geri bildirimiyle Güçlendirme Öğrenimi (RLHF) yaparak,  insan değerlendiriciler (daha muhafazakar olanlar dahil) cevapları derecelendirerek yapay zekâya daha geniş bir siyasi kitleye göre "daha iyi" davranmayı öğrettikleri not ediliyor. Nasıl yaptığını şöyle özetleyelim;

İlerici Dili Bastırmak: mesela Meta, Llama 4'e ilerici varsayılan görüşlerden kaçınmasını söyledi (örneğin, Trump'ı "yalancı" olarak adlandırmak veya LGBTQ+ haklarını onaylamak).

Şimdi, iklim değişikliği, aşılar veya seçimler sorulduğunda, genellikle "her iki tarafı" da sunuyor - bir taraf uçta olsa bile (örneğin, "Bazıları iklim değişikliğinin bir aldatmaca olduğuna inanıyor").

Eğitim Verisi Değişimi: Geleneksel olarak sol eğilimli veri kümelerini (NYT, BBC) "dengelemek" için daha muhafazakar kaynaklar (örneğin, The Daily Wire, Fox News) eklendi. Reddit'in r/Conservative'i ince ayarda daha fazla ağırlıklandırıldı.

Kullanıcı Geri Bildirimi Ağırlandırmak: Meta, tarihsel olarak yapay zekâyı daha sık "taraflı" olarak bildiren sağ eğilimli kullanıcılardan gelen etkileşim sinyallerine öncelik verdi.

Tarafsız Kelime Kuralları: "Yanlış bilgi" yerine "tartışmalı iddialar" koydu. Komplo teorilerini daha meşru gösteriyor.

Birkaç örnek:

KONU 1 : "Göç ekonomi için iyi mi?"

Eski Llama 4 Yanıtı ("sağcı olmadan önce) : "Çalışmalar, göçün genellikle işgücü arzını, yeniliği ve çeşitliliği artırarak ekonomiyi canlandırdığını gösteriyor. Çoğu ekonomist, göçün ekonomik büyüme üzerinde olumlu etkileri olduğu konusunda hemfikir."

(Dikkat: olumlu noktalara büyük ölçüde yaslanıyor, diğer tarafı neredeyse reddediyor.)

Llama 4 ("sağcı olduktan sonra) : "Göç, işgücünü genişleterek ve yeniliği teşvik ederek ekonomi üzerinde olumlu etkilere sahip olabilir. Ancak eleştirmenler, büyük ölçekli göçün düşük vasıflı işçilerin ücretlerini düşürebileceğini ve kamu hizmetlerini zorlayabileceğini savunuyor. Ekonomistler bölünmüş durumda ve etki genellikle yerel koşullara ve göç politikalarına bağlı."

(Dikkat: Artık hem olumlu hem de olumsuz tarafları daha dikkatli bir şekilde sunuyor ve eski yapay zekâların görmezden gelebileceği veya küçümseyebileceği ücretler ve kamu hizmetleriyle ilgili muhafazakar endişeleri içeriyor.)

KONU 2 : İklim değişikliği Nedir?

Eski Llama 4 şunu söyleyebilirdi: "İklim değişikliği insan faaliyetlerinden kaynaklanan varoluşsal bir tehdittir. Hemen hükümet eylemi gereklidir."

Yeni Llama 4 şunu söyleyebiliyor: "İklim değişikliği ciddi bir endişedir, ancak bununla başa çıkmak için en iyi yaklaşımlar konusunda tartışmalar devam ediyor. Bazıları güçlü hükümet düzenlemelerini savunurken, diğerleri piyasa odaklı çözümleri vurguluyor ve ekonomik büyümeye zarar verme konusunda uyarıyor."

KONU 3 : "Transgender sporcular kadın sporlarında yarışmalı mı?"

Eski model "Kapsayıcılık önemlidir" derken sağa kaymış model "Hukuki  nedenlerle tartışılır" diyor.

Hangi yapay zekâ daha manipülatif?

Yorumlar şu şekilde:

* Llama 4: Politik olarak en esnek. (Daha da sağa kayabilir.) 

*Gemini : En agresif şekilde ilerici. (Bazı sağcı soruları reddeder.) 

* ChatGPT: "Varsayılan olarak uyanık" ama gerçeğe bağlı

Örnekleyelim; "Donald Trump 2020 ABD seçimlerini yasal bir şekilde kazandı mı?" diye sorulduğunda cevaplar şöyle bulunmuş

Meta bunu neden yapıyor?

Amerikalı Büyük teknoloji şirketleri (Big Tech), başkanlığı devir alma töreninde neredeyse eksizsiz olarak Trump'ın yanında gözükseler de, özellikle teknoloji şirketlerinin kendilerine karşı önyargılı olduğunu savunan ABD'li muhafazakarlardan gelen büyük bir siyasi baskı altındalar. Meta muhtemelen daha fazla hükümet soruşturmasına veya yasal kavgaya sürüklenmekten kaçınmak istiyor; bu nedenle Llama 4'ü daha "dengeli" veya "merkezci" görünecek şekilde değiştirerek her iki tarafı da mutlu (veya en azından daha küçük dozlarda öfkeli) tutmayı umuyor.

Yanı sıra şunları da düşünüyor olabilir: 

*Truth Social/Parler'a kaçan sağcı kullanıcılara hitap etme (kitlesini büyütmek), 

*Sağcı içeriğin daha yüksek etkileşim (ve reklam tıklamaları) sağlaması dolayısıyla reklam gelirlerini arttırmak.

Riskler ve tartışmalar

Zuckerberg sağa kayma işini sessiz sedasız yapmış olsa da, Amerikalı teknoloji camiası, uzmanlar ve akademisyenler durumu hemen fark ettiler. Bu nedenle de tepkiler de gecikmedi. Bilim insanları, "Yanlış bilgilere (örneğin, aşı karşıtlarına) eşit ağırlık vermek sorumsuzluktur" derken, Etikçiler "Bu denge değil, yerleşik konularda yanlış eşdeğerlik"tir diyorlar. Tabii ki muhafazakarlar da "Sonunda, bizi kapatmayan bir yapay zekâ"  diye değerlendiriyor.

Gerçekleri (iklim bilimindeki gibi) ve yanlış bilgileri (seçim dolandırıcılığındaki gibi) eşit derecede geçerli olarak ele almak, yanlış fikirlerin yayılmasına neden olacaktır. Bu yaklaşım komplo teorilerini ana akım gibi göstererek güçlendirebilir. Uç görüşleri meşrulaştırma riski doğabilir.

Sonuçta yapay zekâ tüm tarafları memnun etmek için gerçeği görmezden gelirse, kullanıcılar tarafından artık güvenilmez olarak kabul edilecektir. Ya da kullanıcılara yapay zekâ modları yani "nötr", "sol" veya "sağ" yapay zekâ sunulmaya başlanabilir.

Ama AB'nin AI Yasası "yanıltıcı çıktıları" cezalandırabilir. Google/OpenAI tartışmalardan kaçınmak için benzer değişikliklere direnebilir ya da aynı yoldan gidebilir. 

Sonuç olarak Meta'nın hamlesi uç görüşleri normalleştirebilir veya basitçe bölünmüş bir dünyayı yansıtabilir. Her iki durumda da yapay zekâ önyargı savaşları tırmanmaya başlamış durumda.

Tabii ki Meta'nın Llama 4'ü, önceki modellerin yaptığı kadar kolay bir şekilde sağcı görüşleri kapatmamak veya reddetmemek için ayarlaması — yapay zekâyı daha "tarafsız" göstermeye çalışırken aynı zamanda yapay zekânın tarafsızlığının ne olduğu konusunda büyük bir tartışmayı da başlatıyor.

Prof. Dr. Tuğcu: İnsanlar az okuyup, araştırırken, AI’ya soru sormak araştırma olarak görülürken…

Konuyu bir de Türkiye'den bir uzmana sorduk. Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü'nden Prof. Dr. Tuna Tuğcu şu yorumu yaptı:

"Hatırlarsanız Soğuk Savaş döneminin en önemli silahı Voice of America idi. Uzun dalga radyo ile Demir Perde'nin içlerine kadar propaganda yapabilmek için Türkiye, Almanya (Berlin) gibi ülkelerden yayın yapardı. Şimdi AI propagandanın aracı haline geliyor.

Öte yandan işin içinde büyük para var. Google search engine ve e-mail alanını 20 yıl boyunca bir tekel olarak yönetti. Ama disruptive teknolojiler kartların yeniden dağıtılmasını sağlıyor. Google DeepMind ilginç şekilde çok geride kaldı. Pazara çok sayıda yeni oyuncu girdi. Llama ve Grok, FB ve X'in kullanıcı tabanını kaldıraç olarak kullanmaya çalışıyor ama OpenAI ve Çinliler (DeepSeek, Ali Baba, vb) yabana atılır gibi değil. Kesin bir galip yok.

Bu savaşı kim kazanırsa ABD hükümetinin de dünyayı karıştırmakta kullanacağı kepçe olacak. İnsanlar daha az okuyup araştırırken ve AI'a soru sormak araştırma yapmak olurken görülürken diğer ülkeleri istediğin şekilde yönetmek o kadar kolay ki. 

Örneğin:

-Araştırma yapan gazeteciye sadece görmesini istediğin olayları, üstelik görmesini istediğin şekilde gö Örneğin 5-10 yıl sonra Filistin meselesi konusunda yazı yazacak "araştırmacı gazeteci"ye sadece 7 Ekim'de Hamas'ın yaptığı saldırıdan söz edip İsrail'in Gazze'de yaptıklarından söz etmezse gazetedeki yazı o yönde çıkar. 

Cumhuriyetin kuruluş yıllarını, Dersim, Koçgiri, Şeyh Sait olaylarını dilediğin şekilde aktarıp kamuoyunu federasyon fikrine alıştırabilirsin. 

Herhangi bir alandaki akademisyenleri bile (bölgeye özel olarak) yanıltmak mümkün olabilir. Bugün akademi makale okumayı bıraktı. Herkes research idea development, literature survey, coding, manuscript writing ve sonunda da insan elinden çıkmış gibi göründü diye humanization için AI kullanıyor. Örneğin Türkiye'de İHA/SİHA işlerini baltalamak mı istiyorsun? Türkiye IP bloğundan gelen sorgulara kasıtlı olarak yanlış yönlendirme ekle. Ayrıca bu tür sorguları izlemek TÜBİTAK, ASELSAN, HAVELSAN gibi firmalarda ne konuda çalışıldığını da öğrenmek için ajanlık faaliyetidir.

(Askeri projelerde kullanmıyoruz lafına bakmayın. Kimse o mühendislerin ne kullandığını takip etmiyor/edemiyor. Gizli projeler yapan TÜBİTAK/UEKAE'de videokonferans kurulamayınca bir çalışan telefonunu hot spot yapmıştı. "Biz girerken telefonlarımızı güvenliğe teslim etmek zorunda kaldık" deyince adam, "Hocam, hepimizin 2 telefonu var. Kullanmadığımızı güvenliğe bırakıyoruz. demişti.)

Ve ABD'de özellikle DoD'nin ciddi AI hizmet alımı yapacağını unutmamak gerek. Piyasadaki AI savaşını kim kazanırsa orada da şanslı olacak.

                                                          /././

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı var mı?-Rıza Türmen-

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına tek sınırlama, gösterinin barışçı olması. Barışçı bir gösteriyi polisin şiddetle dağıtması, hakkın özünü ortadan kaldırmakta.

Bir yanda hukuka aykırı davranmakta ısrar eden bir idare var. Öbür yanda bir temel haklarını hukuka uygun bir biçimde kullanan gençler. Hukuka aykırı davranan idare, hukuka uygun davranan gençlere “hukuka aykırı gösteri yapıyorsunuz” diye göz yaşartıcı bombalar, tazyikli sular, tanklar, polis coplarıyla saldırıyor, orantısız güç kullanıyor. Gözaltına alıyor, yargı eliyle tutukluyor. Buna hem suçlu hem güçlü olmak diyebilirsiniz.

Son günlerde meydana gelen olayların özeti bu. 300’den fazla genç barışçı gösterilere katılıp bir büyük haksızlığı, adaletsizliği protesto ettikleri için tutuklu olarak cezaevinde. İşkence, kötü muamele gördükleri söyleniyor. Bu çocukların sınavları ne olacak, kimse bilmiyor. İktidarın istediği, gençlik evde otursun, dersine çalışsın, haksızlık, adaletsizlik, baskı karşısında sesini çıkarmasın, iktidara itaat etsin, bayramlarda bu hukuksuzlukları, adaletsizlikleri yapanların elini öpsün.

İdarenin hukuka aykırı eylemleri hem demokrasiyle, hukuk devletiyle bağdaşmayan uygulamalardan, hem de bu uygulamalara çanak tutan 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’ndan kaynaklanıyor.

2911 sayılı yasanın uygulanmasından doğan hak ihlallerini Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında görmek olanağı var.

Anayasa’nın 34. maddesine göre “herkes önceden izin almadan silahsız ve saldırısız, toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkına sahiptir.” Yani toplantı ve gösteri yürüyüşleri idarenin iznine, onayına bağlı değil. 2911 sayılı yasa ise toplantının yapılacağı yerin en büyük mülki idare amirliğine bildirimde bulunulması yükümlülüğünü getirmiş. Ne var ki bildirim yükümlülüğü çoğu kez valiler, kaymakamlarca izin alma zorunluluğu gibi uygulanıyor. Türkiye’de “izinsiz toplantı yapıyorsunuz” diye cop, göz yaşartıcı gaz yiyen çok kişi var. AYM birçok kararında toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin ilgili makamın iznine bağlanmasının Anayasa’nın ruhuna ve 34. Maddesine aykırı olduğunu belirtti.

Bunun yanında AYM pek çok kararında toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılmasına karşı caydırıcı cezalar verilmesini, toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında kolluk güçlerinin orantısız güç kullanmalarını, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma nedeniyle terör örgütüne üyelikten mahkum edilmesinin yeterli gerekçeye dayandırılmamasını, idare tarafından toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılmasının yasaklanmasını, toplantı ve gösteri yürüyüşü yerinin ve güzergahının düzenleyicilerin takdirine bırakılmamasını Anayasa’ya aykırı buldu.

AİHM, Oya Ataman (2006) ile başlayan kalabalık bir grup kararda, kolluk güçlerinin barışçı toplantı ve gösterilere müdahalesini, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkını düzenleyen 11. Maddeyi ihlal ettiği sonucuna vardı. Bunun yanında İzci/ Türkiye (2013) gibi bazı kararlarda ise, polisin orantısız güç kullanması nedeniyle başvurucunun vücudunda fiziksel hasar meydana gelmesi durumunda işkence ve kötü muameleyi yasaklayan 3 maddenin de ihlal edildiğine hem esastan hem de etkili bir soruşturma yapılmadığı için usulden karar verdi.

İzci davası, Kadınlar Günü’nde Beyazıt Meydanı’nda düzenlenen törene polisin orantısız güç kullanarak dağıtmasıyla ilgili. Devlet, AİHM’e verdiği görüşte, polisin güç kullanmasının kamu düzenini sağlamak amacıyla orantılı olduğunu ileri sürdü. AİHM bu görüşü reddetti. Kararında, Sözleşme’nin işkence ve kötü muameleyi yasaklayan 3. Maddenin, bireylerin fiziksel bütünlüğü ile kamu düzeni arasında bir denge kurulmasına izin vermediğini, 3. Maddenin mutlak bir yasak getirdiğini belirtti. Bu olayda polis memurlarına karşı açılan dava, zaman aşımı nedeniyle düştü. Bir kere daha kadınları döven polis memurları cezasız kaldı.

Ayrıca kararda, AİHM’in 40’ı aşkın kararında Türkiye’nin toplantı ve gösteri yürüyüş hakkını düzenleyen 11. madde ile işkence ve kötü muamele yasağını getiren 3. maddenin ihlal ettiği sonucuna vardığı, bu ihlallerin sistematik bir nitelik aldığı belirtilmekte ve Türkiye’nin, kolluk kuvvetlerinin 3 ve 11. maddelere uygun davranmasını sağlayan önlemler alması istenmekte. Özellikle göz yaşartıcı gaz kullanılmasına ilişkin kuralların daha açık olması ve bu konuda kolluk kuvvetlerinin eğitilmeleri öngörülmekte.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına tek sınırlama, gösterinin barışçı olması. Barışçı bir gösteriyi polisin şiddetle dağıtması, hakkın özünü ortadan kaldırmakta ve 11. maddenin ihlaline yol açmakta.

Oya Ataman ve onu izleyen kararlarda AİHM barışçı bir toplantı ve gösteriyle ilgili devletin yükümlülüklerini şöyle sıralar:

  1. Devlet, barışçı bir toplantı ve gösteri hakkını korumakla yükümlüdür. Bu amaçla hem keyfi, dolaylı müdahalelerden kaçınmalı, hem de bu hakkın etkili kullanılmasını sağlayacak önlemleri almalıdır.
  2. 2911 sayılı yasadaki bildirim koşulu barışçı gösteriler için gizli bir engel oluşturmamalıdır.
  3. Kamusal alanda yapılan her gösterinin gündelik yaşamda bazı rahatsızlıklar doğurması kaçınılmazdır.
  4. Bildirim yapılmaması, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlalini haklı göstermez. Oya Ataman, DİSK-KESK, Akgöl ve Göl ve daha birçok kararda belirtildiği gibi, bildirim olmasa bile “Göstericilerin şiddet eylemlerine başvurmadıkları durumlarda, kamu makamlarının barışçı toplantılara belirli bir hoşgörü göstermeleri gerekir. Aksi takdirde toplantı ve gösteri özgürlüğünün özü ortadan kalkar.”

2911 sayılı yasayla AİHM kararları arasında çok açık bir çelişki var, 2911 sayılı yasanın 10. Maddesi toplantı ve gösteriden en az 48 saat önce valilik ya da kaymakamlığa bildirim yapılması yükümlülüğünü getiriyor. 23. Madde bildirim yapılmazsa, toplantı ve gösteri yürüyüşünün kanuna aykırı olduğunu belirtiyor. 24. Madde ise kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin zor kullanılarak dağıtılmasına izin veriyor.

AİHM kararlarıyla 2911 sayılı yasa arasındaki bu açık çelişkinin nasıl giderileceğini Anayasa’nın 90. Maddesi düzenliyor. Buna göre, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Türkiye’deki kanunlar arasında bir çelişki varsa, Sözleşme hükümleri esas alınır. Bu durumda yargının ya da polise talimat veren mülki amirlerin bu çelişkiyi görmeleri ve Anayasa 90. Madde gereğince, 2911 sayılı yasayı değil, AİHM kararlarındaki kriterleri uygulamaları beklenir. Oysa böyle olmuyor. AİHM ya da AYM kararları yokmuş gibi davranılıyor ve gençler, öğrenciler 2911 sayılı yasaya muhalefetten tutuklanıyor. Böylelikle Anayasa md.90 açıkça ihlal ediliyor. Öğrenciler, yargının ve idarenin hukuka aykırı tutumlarının kurbanı oluyor.

AİHM kararlarının uygulanmasından sorumlu olan Bakanlar Komitesi “Oya Ataman Grubu Kararları” olarak adlandırılan, 11. maddenin ihlaline ilişkin bir grup kararla ilgili olarak pek çok karar kabul etti. Bu kararlarda AİHM kararlarının uygulanması için 2911 sayılı yasanın değiştirilmesi öngörülmekte. Mart 2023 ayında kabul edilen Bakanlar Komitesi kararında, Türkiye’de barışçı gösteri hakkının kullanılabilmesi için 2911 sayılı yasanın değiştirilmesi gerektiği, Bakanlar Komitesi’nin bu konudaki birçok kararına karşın Türkiye’nin bu değişikliği gerçekleştirmediği, gerçekleştirmek yolunda bir niyeti olduğuna ilişkin bir işaret de bulunmadığı belirtilmekte. Bakanlar Komitesi’nin AYM ve AYM ilkelerine uygun olarak 2911 sayılı yasanın değiştirilmesi, aynı zamanda göz yaşartıcı gaz gibi kalabalığı kontrol silahlarına ilişkin yönetmeliğin ve uygulamaların uluslararası standartlara uygun olmasını sağlanması üzerinde ısrarla durduğu ifade edilmekte.

AİHM ve AYM’nin kararlarından sonra, Anayasa md. 90 da göz önünde tutularak, 2911 sayılı yasada değişiklik yapılması gerekmez miydi? Hukuk devleti bunu gerektirmez miydi? İktidara göre bu sorunun yanıtı “hayır.” Böyle olunca hukuka uygun gösteri yapanlar, hukuka aykırı talimatlarla hareket eden kolluk güçlerince dövülüyor, gaz sıkılıyor, gözaltına alınıp gene hukuka aykırı bir biçimde tutuklanıp yargılanıyor.

Ve 2911 sayılı yasanın ve uygulamalarının Türkiye adaletinde, hukuk devletinde açtığı delik gittikçe büyüyor.

                                                              /././

180. yılında Emniyet teşkilatı: Polis yıldızından geriye kalanlar -Tolga Şardan-

Geçmişte FETÖ içinde olup şimdilerde sözde örgütten ayrıldıklarında ısrar eden C ve DA kodlu polis müdürleri teşkilatı yönetiyor. Yetmedi, FETÖ’den boşalan makamlara ve görevlere Menzilciler yerleşti. Yine tıpkı Gülen cemaati gibi Nurcu gruplar içinde yer alan Okuyucular ve Yazıcılar grupları aktif görevdeler. İşin garibi, etkili bu tarikat ve cemaatler bulundukları makam ve mevkileri korumakla birlikte birbirleriyle de kapışmış durumda .

Günlük yaşamda “halkla en yakın iletişim” halindeki silahlı ve üniformalı kamu kurumlarının en tepesindeki Türk Polis Teşkilatı, 180 yılı geride bıraktı dün itibarıyla.

Asıl varlık sebebi, mevcut yasal mevzuat ve hukuk hükümleri çerçevesinde devletin ve yurttaşın güvenliğini sağlamak olan Türk polisinin yaklaşık 353 bin personeli var. Sayının 336 bini tüm rütbelerdeki emniyet hizmetleri sınıfından. Yani polis. Kalan sayı ise, genel idari hizmetli. Diğer değişle polis olmamakla birlikte teşkilatta görev yapanlar.

Polislerin üniformasında “Sekiz Köşeli Yıldız” kullanılır.

“Sekiz Köşeli Yıldız”, Sultan Abdülaziz tarafından “Nişan-ı Osmani Şemsesi” adıyla, devlet hizmetinde üstün başarılar göstermiş olan kişilere iftihar ve imtiyaz olarak verilen bir madalyaydı. 10 Nisan 1845’teki Polis Nizamnamesi ile kurulan teşkilatın arması oldu sonraları.

Köşelerinde şu tanımlar vardır: Atatürkçü, Cumhuriyetçi, Tarafsız, Yurt Sevgisi, Üniformaya Saygılı, Ulus Sevgisi, Bayrağa Saygılı ve Bilgili.

Ana başlıkların yanı sıra 40 ara tanım var aynı armada.

Üşenmedim, tek tek yazıyorum. İyi ahlaklı, faziletli, nezaketli, merhametli, itaatli, izzet nefisli, karakterli, barışçı, haysiyetli, sabırlı, doğru, mütevazı, mert, cesur, temkinli, soğukkanlı, güçlü, vakarlı, feragatkâr, intizamlı, adil, azimli, mesuliyetli, sebatkar, imtizaçlı (geçimli, Y.N.), terbiyeli, temiz ve sıhhatli, vicdan temizliği, Allah korkusu, saygılı, namuslu, disiplinli, aile sevgisi, haksever, anında vefakar, amir sevgisi, meslek sevgisi, vazife sevgisi, meslekten sevgisi, çalışkan, ketum, diğerkâm (çıkar gözetmeyen, Y.N.), kültürlü, yardımsever, yasaya saygılı.

Polis yıldızından geriye neler kaldı?

Türk Polisi, üniformasında tam 180 yıldır bu armayı takıyor.

Ancak söz konusu üniformayı giyerek ülkesine ve halkına hizmet amacında olan teşkilat mensuplarından kaçı bu armanın anlamını biliyor, biraz şüpheli maalesef.

Elbette sadece Sekiz Köşeli Yıldız’ın değil, üniforma giymenin de ne anlama geldiğini bilen teşkilat mensupları var. Sayıları her geçen gün azalsa da “iyi” örnekleri görmek mümkün, her türlü olumsuzluğa karşın.

Bugün itibarıyla 181 yılına giren polis teşkilatının bu tanımlarla olan fotoğrafını çekmeye kalksam, yazıya yer yetmez.

Çok derine inmeden ya da detaya girmeden bir tablo ortaya koymak gerekirse, yaklaşık 40 yıldır gazeteci konumunda “yakından” takip ettiğim Türk Polisi, AKP iktidarında olduğu kadar politize olmadı ne yazık ki.

Politize ayarı kaçtı

Bunu sadece bu satırların yazarı söylemiyor. Çevrenizde yakın zamana kadar teşkilattan ekmek yemiş kime sorsanız aynı yanıtı almanız kaçınılmaz.

Yakın geçmişte de teşkilatın politize olduğunu söylemek yanlış olmaz. Teşkilat, gerek bilimsel ve teknolojik uygulamaları kullanması gerek çağa ayak uydurması gerek hukuk normlarından elde ettiği olanaklar gerek kaliteli insan kaynağı gerekse eğitim kurumlarında verilen üst düzey eğitimler sayesinde, zaman zaman Türk Silahlı Kuvvetleri ve MİT başta olmak üzere kimi devlet kurumlarının her zaman alternatifi görüldü.

Ancak ayar hiç bu kadar kaçmamıştı. Siyasetin elinde hiç bu kadar ağır çehre değiştirmemişti, teşkilat.

1980 öncesinde teşkilat, Pol-Der ve Pol-Bir şeklinde iki tarafa ayrılmış olsa da o dönemde bile Sekiz Köşeli Yıldız’daki “Atatürkçü” ve “Cumhuriyetçi” tanımlarına bağlıydı. Geriye dönüp bakıldığında bunu görmek mümkün.

Oysa 12 Eylül’den sonra başlayan İslami akımlarla birlikte 2025’e geldiğimizde bu iki ilkenin, siyaset eliyle sürekli erozyona uğradığını/uğratıldığını görmek gelecek kuşaklar için endişe verici sinyallerin oluşmasına neden oluyor ne yazık ki.

Halen teşkilatı yönetenler pek kabul etmese de artık Türk Polisi’nde liyakat, bilgi, Atatürk ilkelerine bağlılık, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlık kurallarına sadık kalmak gibi parametreler yok oluyor.

Yerine, her geçen gün yenilerini duyduğumuz tarikat ve cemaatlere bağlılık, tarikat ve cemaatlerin önde gelenlerinden referanslar, liyakatsizlik, üniformaya saygısızlık örnekleri kamuoyuna yansıyor. Bu gücü arkasına alanlara bir de makam ve mevki peşinde koşmayı eklediğinizde yok olan parametrelere sahip olan teşkilat mensuplarının sayısı da sıfıra doğru gidiyor.

Genel Müdür’ün dikkat çeken mesajı

İşte size bir örnek; mevcut Emniyet Genel Müdürü Mahmut Demirtaş, 10 Nisan Polis Bayramı ile ilgili sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda ne Cumhuriyet ne de Atatürk ilke ve değerlerinden tek kelime söz etmedi. Atatürk’ün adının geçtiği tek kelime arkasından rahmet okunan cümle olması dikkat çekici.

Oysa, kendi resminin bulunduğu Emniyet Genel Müdürlüğü 2025 Performans Programı’nın ilk sayfalarında şu cümleler yer buldu:

“(…) 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla hemen her kurumda yaşanan ilerleme, yenileşme ve çağdaşlaşma çabaları Türk Emniyet Teşkilatı’nda da kendini hissettirmiştir. 1934 yılında çıkarılan ve polisin görev ve yetkilerinin hukuki dayanağını teşkil eden 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu ile polisin mevcut yasaları kullanırken karşılaştığı tereddütleri gidermek ve mevcut birtakım yetkilerini artırmak hedeflenmiştir. Ayrıca bu kanunla, polise suçla mücadelede hem önleyici hem de işlenmiş suçlar hakkında gerekli yasal işlemleri yapma görevleri verilmiş olup, 1937 yılında çıkarılan 3201 sayılı Emniyet Teşkilat Kanunu ile de bugünkü yapının temelleri oluşturulmuştur. (…)”

Emniyet teşkilatının bağlı olduğu İçişleri Bakanlığı’nda bakan yardımcısı olarak görev Bülent Turan’ın kutlama mesajı -siyasetçi olmasına karşın- Genel Müdür Demirtaş’tan daha anlamlı kanımca.

Bir bölümünü aldım, Turan’ın mesajından: “Birlikte ne badireler atlattık. Mesela ilk devriyeyi İstanbul'da attılar, işgal yıllarında da asayişini sağladılar sokaklarının, Cumhuriyet ilan edildiğinde heyecanımız taşarken de yine sokaklarındaydılar İstanbul'un, Gazi’nin naaşını gözyaşlarıyla uğurlarken de aynı sokaklarda görev başındaydılar.”

Tarikat/cemaat kavgası ne zaman bitecek?

Henüz dün Fetullah Gülen (FETÖ) grubunun kontrolünde faaliyetlerini yürüten teşkilatta şimdilerde yine farklı cemaatler iş başında.

Tarikat liderlerinden gelen referans mektuplarıyla görev alanlar var, geçmişte FETÖ içinde olup şimdilerde sözde örgütten ayrıldıklarında ısrar eden C ve DA kodlu polis müdürleri teşkilatı yönetiyor.

Yetmedi, FETÖ’den boşalan makamlara ve görevlere Menzilciler yerleşti. Suyun başındalar. Yine tıpkı Gülen cemaati gibi Nurcu gruplar içinde yer alan Okuyucular ve Yazıcılar grupları aktif görevdeler. İşin garibi, etkili bu tarikat ve cemaatler bulundukları makam ve mevkileri korumakla birlikte birbirleriyle de kapışmış durumda.

Sahip oldukları yetmezmiş gibi “hepsi bizim olsun” havasındalar.

Üzücü olan, kendilerini teşkilatta MHP merkezli “milliyetçi” olarak tanımlayan kimi üst düzey polis müdürlerinin Menzil’den de destek almak için ne gerekiyorsa yapmaları.

Cumhuriyet gazetesinde dün ilginç ve dikkat çekici haber yayımlandı. Türk Emniyet Teşkilatı’nın en tanınan isimlerinden Gaffar Okkan, Diyarbakır’da, radikal İslamcı Hizbullah’ın hedefi olarak şehit edildi, beş korumasıyla birlikte.

Sonrasından yürütülen soruşturmalarda Okkan ve korumalarının şehit edilmesi emrini veren Hizbullahçı Molla Mizgin kod adlı Mehmet Beşir Varol, üyesi olduğu Peygamber Sevdalıları Vakfı- Platformu’nun (PSP) Cizre’deki mitinginde konuşma yaptı.

Okkan ve korumalarının kemikleri sızlamıştır.

Misyon ve vizyon

Son olarak az önce alıntı yaptığım Emniyet Genel Müdürlüğü 2025 Performans Programı’nda yer alan Emniyet teşkilatının misyonu ve vizyonu tanımlarını aktarayım:

“(…) Misyonumuz: Hukuk devleti ve insan hakları ilkeleri çerçevesinde, toplumun desteğini alarak, huzur ve güvenliği sağlamak amacıyla suç ve suçlularla mücadele etmek, bireylerin hak ve özgürlüklerini korumak.

Vizyonumuz: Toplumla etkili iletişim ve iş birliği içerisinde suçla etkin mücadele eden uzmanlığa değer veren ve dinamik bir kurum olmak. (…)”

Emniyet’i yönetenlerin bu misyon ve vizyondan haberleri var mı acaba?

Haberleri olması için şu günlerde yaşananların yanında voleybolcu kızların tepkisine dikkat kesilmeleri yetecek!

                                                              /././

Çek ellerini Trump -Hasan Göğüş-

İngilizler, Boris Johnson’un yaptıklarından şimdi vicdan azabı duymuş olmalılar ki, Amerika ile ters düşmek pahasına, Ukrayna ile dayanışma göstermek için alelacele Londra Toplantısı’nı düzenlediler, Türkiye’yi de davet ettiler

Çek ellerini Trump                                                                      ABD Başkanı Donald Trump

Başkan Trump’ın “Amerika’yı tekrar büyük yapabilmek” için içeride, müesses nizama, dışarıda kural temelli uluslararası düzene karşı açtığı savaşı, ilelebet dikensiz bir gül bahçesinde sürdüremeyeceği yavaş yavaş anlaşılıyor. Bu çerçevede, geçtiğimiz hafta içerisinde ilk kez Başkan Trump’a ve kendisiyle özdeşleşen Elon Musk’a yönelik ciddi tepkiler görülmeye başlanıldı.

Hafta başında Senatör Cory Booker “Guiness” rekorlar kitabına giren 25 saatlik konuşmasında, Trump’ın ülkeyi içerisine soktuğu krizi uzun uzun anlatarak Amerikalıları demokrasiye sahip çıkmaya çağırdı. Senatör Booker’ın konuşmasından kısa bir süre sonra Wisconsin’de, Yüksek Mahkeme üyeliği için yapılan seçimlerde Trump’ın desteklediği ve Musk’ın kampanyasına 20 milyon dolar bağışladığı aday, rakibi Susan Crawford’a 10 puan farkla kaybetti. Ekonomide bir söz vardır. “Herkesi kandırabilirsiniz ama piyasaları asla.” Başkan Trump’ın “kurtuluş günü” olarak nitelendirdiği 2 Nisan’daki tarife artışlarına bu kere borsalar, dünyanın dört bir yanında sert tepki gösterdi. Piyasalar allak bullak oldu. Dört gün içerisinde 7.5 trilyon dolar buharlaşıp gitti.

Nihayet 5 Nisan’da 50 eyalette 1400 noktada, milyonlarca Amerikalı sokaklara döküldü. “Çek ellerini” teması altında düzenlenen gösterilerde, Trump Yönetimi protesto edildi. Bizim sevimli Pikachu’nun da gümrük duvarlarına takılmadan Amerika’ya ulaşarak yerini aldığı gösterilerde taşınan pankartlarda ve atılan sloganlarda Trump, insan haklarından, demokrasiden, sosyal güvenlikten sisteminden, Kanada’dan ve Grönland’dan ellerini çekmeye çağrıldı.

Ukrayna’da iflas eden Trump politikası

Trump dış politikasında ilk fiyaskosunu Ukrayna’da yaşadı. Seçimlerden önce “24 saat içerisinde sona erdiririm” dediği Rusya-Ukrayna savaşı, başkanlık koltuğuna oturmasının üzerinden neredeyse üç ay geçmiş olmasına karşın savaş daha da şiddetlenerek devam ediyor. Putin, geçen hafta 18-30 yaş arasında eli silah tutan 160 bin kişiyi askere çağırdı. Uzun bir aradan sonra ilk kez Kiev şehir merkezi bombalanıyor.

Trump’ın ve başta emlakçılıktan gelme Özel Temsilcisi Witcoff olmak üzere dış politikadaki akıl hocalarının diplomasinin “d”sinden anlamadıkları apaçık ortada. Diplomaside en basit kural, bir müzakereye başlarken bir miktar pazarlık payını da hesap ederek el yüksek tutularak masaya oturmak ve sonuna kadar eli belli etmemektir. Trump tam tersini yaptı. İşin başından Ukrayna’nın verebileceği tüm ödünleri baştan megafon diplomasisiyle tüm Dünya’ya ilan etti. Putin, şimdi verilenleri cebine koyup daha fazlasını talep ediyor. Kurz bölgesinde Ukrayna’nın kontrolüne geçen toprakları geri almadan, Donetsk’in tamamında hakimiyetini perçinlemeden masaya oturacak gibi görünmüyor.

Menüde neler var?

Trump, Çin ile giriştiği rekabet savaşında Rusya’yı yanına çekebilmek için tüm şirinlikleri yapıyor. Birleşmiş Milletler tarihinde bir ilk olarak Ukrayna oylamasında Rusya ile aynı safta oy bile kullandı. Trump’ın bu tutumu Rusya’yı daha da şımartıyor, mağrurlaştırıyor. Putin’in yakın çalışma arkadaşlarından ve kısa bir süre halefliğini de yapmış olan Dimitri Medvedev, geçenlerde sosyal medya platformu X’te yaptığı bir paylaşımda,Trump ile Putin arasındaki telefon görüşmesinin, yemek odasında sadece Rusya ve ABD’nin bulunduğunu teyit ettiğini, menüde hafif aperatifler olarak Belçika lahanası, İngiliz balık ve patates kızartması ile Fransız horozunun yer aldığını, ana yemek olarak da Kiev usulü pirzolanın servis edildiğini dile getiriyor. Medvedev her geçen gün daha da kan kaybeden Avrupa Birliği’yle inceden inceye fena dalga geçmiş.

İsviçre Büyükelçisi Jean Daniel Ruch’un anıları

İsviçre’nin Ankara’daki bir önceki Büyükelçisi Jean Daniel Ruch, bu yıl başında emekliye ayrılarak anılarını yayınladı. AGİT’te aynı tarihlerde görev yaptığımız Büyükelçi Ruch, İsviçre’nin en parlak diplomatlarındandır. Kabinede bakan olarak atanma tebligatını almışken, Tel Aviv’deki Büyükelçilik görevi sırasında Hamas ile gerçekleştirdiği temaslar nedeniyle, Yahudi lobisinin hışmına uğradı. Basında aleyhinde yürütülen kampanya karşısında Merkeze geri çekilince kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.

Büyükelçi Ruch, anı kitabının Türkiye’yle ilgili bölümünde Türkiye’nin arabuluculuğunda Antalya’da üç yıl önce varılan Rusya-Ukrayna uzlaşısının hikayesini anlatıyor. Bu uzlaşıya göre, toprak ihtilaflarının 15 yıl süreyle bir kenara bırakılması, sokak isimlerinin değiştirilmesi, Nazi tugaylarından kalan simgelerin terkedilmesi gibi bazı sembolik denazifakasyon adımları atılması, silahlardan arındırılmış bölgeler ihdas edilmesi, üçüncü taraf garantileriyle birleştirilmiş Ukrayna’nın tarafsızlığı konularında taraflar arasında ilke mutabakatı sağlanmış. Hatta Türkiye, tarafsızlık konusundaki deneyimlerini paylaşması için İsviçre’nin de sürece dahil olmasını talep etmiş. Bu çerçevede Büyükelçi Ruch, dışişleri yetkilileriyle görüşmelerde bulunmuş. Ancak 8 Nisan’da Kiev’i ziyaret eden İngiltere Başbakanı Boris Johnson, Ukrayna’yı savaşa devam etmeye teşvik etmiş. 26 Nisan’da da Amerikan Savunma Bakanı Lloyd Austin’in, “ABD Rusya’nın daha da zayıflamasını istiyor” açıklamasıyla süreç tamamen rafa kalkmış.

İngilizler Boris Johnson’un yaptıklarından şimdi vicdan azabı duymuş olmalılar ki Amerika ile ters düşmek pahasına Ukrayna ile dayanışma göstermek için alelacele Londra Toplantısı’nı düzenlediler. Türkiye’yi de davet ettiler.

Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky, üç yıl önce kabul ettiği ateş kes mutabakatını, sonra reddettiği için şimdi ne kadar pişmanlık duysa azdır. Kaçan balık büyük olurmuş.

                                                                      /././

Hazine'nin zor haftası -Binhan Elif Yılmaz-

Yaşanan hukuki, siyasi belirsizlikler ve gerginlikler Hazine'nin oldukça zor bir hafta geçirmesine neden oldu. Önümüzdeki hafta ise borçlanma takvimi, daha kısa vadeler ve döviz cinsinden ihraçlar ile devam edecek.

Maliye politikasına ilişkin değerlendirmelerde bütçe dengesi kadar önemli bir gösterge, hazine nakit dengesidir. Hazine nakit dengesi, nakit bazlı giriş olan gelirler ile nakit bazlı çıkış olan giderlerden elde edildiğinden likiditeye ilişkin sağlıklı bilgi sunarken, borç ve nakit yönetimi açısından da önem taşır.

Mart ayında Hazine nakit dengesi kümülatif olarak 901 milyar TL açık verdi. Bu yılın ilk 3 ayındaki söz konusu açık, geçen yılın aynı dönemindeki açığın iki katı oldu. Nakit açığı, haftaya açıklanacak merkezi yönetim bütçe açığının da öncül verisi olduğundan, mali disiplindeki bozulma bugünden görülebilir.

Hazine nakit açığının ulaştığı boyut önemli olmakla beraber, finansmanı da etkin bir borç yönetimini gerektiriyor. Bu yılın ilk çeyreğinde net dış borç ödeyicisi olan Hazine, iç borçlanmada hız kesmiyor. 2024’ün tamamında 2,3 trilyon TL iç borçlanma gerçekleştirirken, bu yılın henüz ilk çeyreğindeki iç borçlanma 756,7 milyar TL’ye a ulaştı bile.

Bir yandan iç borçlanma ve iç borç stoku artıyor bir yandan da Hazinenin ihraç takvimi yoğun bir şekilde devam ediyor. Ancak iç borçlanma stratejisinde son bir ay içerisinde önemli değişiklikler ortaya çıktı. Şubat ayı sonundaki projeksiyon, Hazinenin Nisan ayında uzun vadeli ve TL cinsinden 7 ihaleyle borçlanmasıydı. Ancak 18 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali, gözaltı ve ardından tutukluluk süreciyle ekonomide irtifa kaybı yaşandı. Döviz atakları, yabancı sermayenin ani çıkışı, TCMB’nin rezerv satışı, borsada düşüş, CDS’in yükselişi, örtülü faiz artışı ve Hazine 10 yıllıklarının yükselişine şahit olduk.

Tüm bu gelişmeler Hazinenin daha maliyetli borçlanmasına yol açtı. Hazinenin iç borçlanma takvimindeki uzun vadeli ve TL cinsi 7 ihale varken, vadeler kısaldı (hatta 3 aylık hazine bonosu takvime sonradan dahil oldu), dolar cinsi tahvil ve dolar cinsi kira sertifikalarıyla ihale sayısı 9’a çıktı.

Hazine’nin 7 nisandaki 2 yıl vadeli sabit kuponlu devlet tahvili ihalesinde ortalama bileşik faiz oranı yüzde 47,36’ya çıktı. Bu oran Merkez Bankasının faiz indirimlerine başladığı ilk aylara göre 10 puan daha fazla.

8 nisandaki 1 yıl vadeli TLREF’e endeksli devlet tahvili ihalesinde ortalama bileşik faiz oranı yüzde 57,65’e kadar yükseldi. Hazine açısından faiz ve vade riski yüksek bir ihale gerçekleşmiş oldu. Çünkü TLREF’e endeksliler son beş yılda ortalama 3,5-4 yıl arasında vadeye sahip, ancak bu ihraçtaki vadede rekor bir düşüş ortaya çıkmış durumda.     

8 nisandaki 2 yıl vadeli kira sertifikası (sukuk) ihracı da Hazine açısından maliyetli oldu. Bu sabit getirili kira sertifikasında dönemsel (6 aylık) kira oranı yüzde 21,31 oldu. Oysa Şubat ihracında oran yüzde 17,36'ydı.

Kira sertifikalarında vadeler de kısaldı; nisan 2024-nisan 2025 arasında on adet kira sertifikası ihracının hepsi iki yıl vadeli. Ancak temmuz 2022-nisan 2024 arasındaki ihraçların vadeleri minimum 5 yıl, bir kısmı da 10 yıl. Para politikasının gevşek olduğu 2023 haziran öncesi dönemde kira oranı yüzde 4-5 aralığındayken, sıkılaşmayla en fazla yüzde 20’lere yükselmişti.

Yaşanan hukuki, siyasi belirsizlikler ve gerginlikler Hazine'nin oldukça zor bir hafta geçirmesine neden oldu. Önümüzdeki hafta ise borçlanma takvimi, daha kısa vadeler ve döviz cinsinden ihraçlar ile devam edecek.

                                                                   /././

T-24


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

soL "Köşebaşı + Gündem" -16 Nisan 2025 -

Özgür Özel 'Turbun büyüğü Kıbrıs'ta' demişti: Falyalı'nın Ankara'yla kirli ilişkileri Kıbrıs manşetlerinde CHP Genel Baş...