Hendek’teki patlama faciasında tuhaf sonuç: Yargıtay “olası kast” dedi, yerel mahkeme “bilinçli taksir”de direnip tahliye kararı verdi!-Tolga Şardan-
Dava süreci devam ederken, sivil toplum örgütleri ve mağdur aileleri an be an haklarını aramak için, seslerini duyurmak için varlarını yoklarını ortaya koydular. Ama süreç “nafile vaziyetle” nihayetlendi
Yine “vay arkadaş, şu işe bakın” denilebilecek bir olayla karşı karşıya kalındı geçen hafta.
Doğrusunu isterseniz; bu tepki, ülkece hemen her gün, hem de günde birden fazla kez veriliyor.
“Sıradanlaşıyor” gibi görünmekle birlikte yine de her defasında benzer kelime veya cümlelerle, kimi zaman kibar, kimi zamanda içeriğine göre görece daha ağır yaklaşımla bireysel veya kitlesel tepkileri koymaktan geri durmuyor bu coğrafyanın insanı.
Yaşanan tuhaflıkların, zamanla toplumda kanıksandığını ve karşılığının olmadığını söylemek elbette mümkün. Fakat yaşanan her gariplikten sonra yine de en kibar haliyle “Vay canına, arkadaş” demekten geri durulamıyor maalesef.
Hendek’teki facianın yargılaması
Büyüteç’in bugünkü konusu, yaşandığı dönemde yine çok kez bu köşede kaleme alınan Sakarya’nın Hendek ilçesindeki havai fişek deposunda beş yıl önce yaşanan patlama.
İktidara yakın oldukları öne sürülen Coşkun Ailesi’ne ait Büyük Coşkunlar adlı firmaya ait aynı zamanda havai fişek üretilen tesiste yaşanan facianın yargı aşaması, bir kez daha “vay canına arkadaş” tepkisinin verileceği türden kararla tamamlandı.
Karara geçmeden önce, yaşananları hatırlamakta fayda var. Gerçi böylesi faciaları daha doğrusu katliamları unutmak mümkün değil ama yine de beş yıl öncesine gidelim.
Yurt içi ve yurt dışına havai fişek ve benzeri malzemeleri üreten Büyük Coşkunlar firmasına ait üretim tesisinde 3 Temmuz 2020 günü saat 11.16’da büyük patlama yaşandı. Resmi raporlara göre iki dakikalık süre içinde peş peşe dört patlama oldu. Patlamaların şiddetinden 50 kilometre çapındaki alanda hasar oluştu.
Tesiste çalışan, ekmek parası peşindeki 7 işçi yaşamını yitirdi. Tesis yöneticilerinin de aralarında bulunduğu 128 kişi yaralandı. Fabrika başta olmak üzere çevredekilerle beraber 36 bina hasar gördü.
Siyasi bağlantıları güçlü olduğu ifade edilen ve “dededen bu yana” havai fişek üretimi yapan firmanın sahibi Ali Rıza Ergenç Coşkun, oğlu Yaşar Coşkun ile çalışanlardan tesisin sorumlu genel müdürü Hasan Ali Velioğlu, sorumlu müdürler Asiye Angın ve Ahmet Çağırıcı, ustabaşı Erşan Öztürk ile tesisin iş güvenliği sorumlusu Aslı Düzgün Bozkurt yargılanmaya başlandılar.
Bu arada yine aynı tesiste 2020’ye kadar gelen 13 yıl içinde benzer şekilde altı patlama daha olduğunu, ölen ve yaralananlar olduğunu belirteyim.
Yargılamayı yürüten Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 28 Şubat 2022’deki 8. duruşmada heyet kararını verdi.
Mahkeme, sanıkları “bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma” suçundan cezalandırdı. Karara göre, tesisin sahibi ve en tepedeki yetkili ismi Yaşar Coşkun ve babası Ali Rıza Ergenç Coşkun 16 yıl 3’er ay, sorumlu genel müdür Hasan Ali Velioğlu 12 yıl 6 ay hapis cezası aldı.
Dosyada “taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma” hükmü çerçevesinde ustabaşı Erşan Öztürk, sorumlu müdürler Asiye Angın ile Ahmet Çağırıcı ve iş güvenliği uzmanı Aslı Düzgün Bozkurt 6 yıl 8'er ay hapis cezasına çarptırıldı.
Yargılama sırasında facianın kapsamı çerçevesinde tesisteki iş güvenliği konusu, alınması gerekip de alınmayan önlemler, inşa edilip kullanılan ruhsatsız yapılar, çalışanların üzerinde daha yoğun üretim baskısı, üretimde kullanılan patlayıcı maddelerin saklanması, üretimi tamamlanan ürünlerin depolanması konuları epeyce tartışıldı.
Ayrıca; tartışılan konuların en başında ise, sanıkların yargılama sonucunda daha hafif ceza almalarını sağlayan yasa hükmü vardı. Mağdur ailelerin avukatları; yakın geçmişte tesiste yaşanan benzer facialar ve kötü yönetim sicili nedeniyle sanıkların “bilinçli taksirle birden fazla ölüme sebebiyet verme” yerine daha ağır cezaya hükmeden “olası kastla ölüme sebebiyet verme” hükmünden yargılanmalarında ısrarcı oldu.
Avukatlar aynı zamanda sanıkların yaşamını yitiren 7 kişi için ayrı ayrı ceza almaları görüşündeydi yargılama boyunca.
Dosya İstinaf’ta
Yerel mahkeme kararı hem mağdurların hem de sanıkların avukatlarınca İstinaf’a taşındı.
Dosyayı inceleyen Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi, tarafların itirazlarını ve taleplerini değerlendirdikten sonra dosyayı Yargıtay’a gönderdi.
Dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesi, İstinaf’ın görüşlerini dikkate alarak yerel mahkemenin verdiği kararlardan bazılarını bozdu.
Bozulan kararlardan en dikkat çekeni, tesisin sahibi Yaşar Coşkun’un “bilinçli taksirle birden fazla ölüme sebebiyet verme” hükmü yerine “olası kastla ölüme sebebiyet verme” hükmüne göre yargılama yapılması oldu.
Ayrıca Yargıtay, sanıklardan Hasan Ali Velioğlu’na verilen cezanın alt sınırdan değil, daha üst cezadan uygulanmasına hükmetti.
Yargıtay, diğer sanıklar Asiye Angın ile Ahmet Çağırıcı ve Aslı Düzgün Bozkurt hakkında ise, TCK’nın “taksirle ölüme sebebiyet” hükmü yerine “bilinçli taksirle ölüme sebebiyet”ten yargılama yapılmasına karar verdi.
Özetle; Yargıtay, yerel mahkemenin verdiği cezaları yetersiz bulup ağırlaştırılmasına hükmetti.
Ateşin Çocukları Örgütü’nün sabotajı!
Bu arada dosyanın henüz ilk yargılaması sırasında ilginç bir bilgi dosyaya girdi.
Mahkemede savunmasını yapan tesis sahibi Yaşar Coşkun, yaşanan faciayı hafifletmek amacıyla dikkat çeken iddiayı gündeme getirdi.
Coşkun, Ateşin Çocukları adlı bir terör örgütünün fabrikaya sabotaj yaptığını öne sürdü! Coşkun’un avukatları, bu konunun aydınlatılması amacıyla savcılığa başvuru yaptı.
Savcılık, iddiayı incelemeye aldı. Ancak yapılan araştırmalar sonrasında Coşkun iddiasını somuta ulaştıracak ilgi güvenlik güçlerince elde edilemedi.
Yargıtay kararı sonrasında yerel mahkemede yeniden gerçekleştirilen yargılamanın geçen haftaki son duruşmasında savcılık esas hakkındaki mütalaasında bu sürece şöyle yer verdi: “(…) Sanık Yaşar Coşkun ve sanık müdafilerinin davaya konu olayın bir sabotaj olduğu ve bu olayın ‘Ateşin Çocukları’ isimli terör örgütünün yaptıklarını iddia etmeleri üzerine mahkemece Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığı’na mahkemenin 11/06/2021 tarihli müzekkeresi ile suç duyurusunda bulunulduğu, yapılan suç duyurusuna ilişkin Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığınca; söz konusu gerçekleşen patlama olayının Ateşin Çocukları isimli grup tarafından gerçekleştirildiğine ilişkin herhangi bir somut delil bulunmadığı, söz konusu grup tarafından yapılan açıklamaların terör örgütü mensupları ile örgüte müzahir kitlenin canlı tutularak belirtilen tarzda eylem ve etkinliklere yönlendirmek maksadıyla yapılan açıklamalardan olduğu, soyut ikrar dışında söz konusu eylemin gerçekleştirildiğine dair somut bilgi ve belgeye rastlanılmadığı, bu kapsamda söz konusu eylemin gerçekleştirildiğine dair soyut iddia dışında dava açılmasını gerektirecek yeterlilikte somut delil elde edilemediği tüm dosya kapsamından anlaşıldı. (…)”
Şoförlükten sorumlu genel müdürlüğe giden başarı öyküsü!
Öte yandan yargılama sırasında tesisin sorumlu genel müdürü olarak görev yapan sanıklardan Hasan Ali Velioğlu’nun ilginç başarı öyküsü sahibi olduğu anlaşıldı.
Velioğlu’nun, böylesi bir fabrikada söz konusu görev için yeterli birikime sahip olmadığı ortaya çıktı.
Velioğlu’nun olay tarihinden yaklaşık 30 yıl önce Coşkun Ailesi’nin yanında şoför olarak işe başladığı, ailenin güvenini kazanmasıyla birlikte zaman içinde fabrikada hiçbir bilgisi ve birikimi olmadığı halde sorumlu genel müdür yapıldığı görüldü!
Baba Coşkun firarda!
Bu arada, mağdur ailelerin avukatlarının, Yargıtay’ın kararı sonrasında hazırladıkları ve yerel mahkemeye sundukları görüşte bir ilginçlik daha gün ışığına çıktı.
Tesisin asıl sahibi olarak önce gözaltına alınıp tutuklanan, sonrasında tahliye edilip tutuksuz yargılanan Ali Rıza Ergenç Coşkun’un “firar” olduğu ortaya çıktı!
Mağdur avukatları, dilekçede yeniden yargılamada dosyada yer alan Yaşar Coşkun’un “tutukluluğuna devam edilmesi” talebinde bulunurken baba Coşkun’un kayıplara karışmasını örnek göstermeleri dikkat çekici oldu.
Yargıtay istedi, ama yerel mahkeme ilk kararda direndi
Olayın yaşanmasından beş yıl sonra tamamlanan yargılamanın geçen haftaki son celsesinde yerel mahkeme Sakarya Birinci Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay’ın kararına karşın kendi kararında direndi.
Mahkeme kararında şöyle denildi: “(…) Mahkememizce daha önce verilen 2020/336 esas sayılı dosyadaki mahkûmiyet hükmünün Yargıtay’ın 12. Ceza Dairesi’nin 2024/3643 esas, 2024/7016 karar sayılı ilamı ile bozulmasına karar verilmiş ise de mahkememizce daha önce verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından, Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin bozma ilamına uyulmasına yer olmadığına, söz konusu bozma kararına direnilmesine. (…)”
Mahkeme sanık Yaşar Coşkun için daha önceki kararında olduğu gibi “bilinçli taksirle birden fazla ölüme sebebiyet verme” gerekçesiyle toplam 16 yıl 3 ay hapis cezası verdi.
Ancak mahkeme bir önemli karara daha imza attı. Avukatların Coşkun hakkındaki “tutukluluk halinin devamı” yönündeki talebi uygun bulmadı. Mahkeme, Coşkun’un tahliyesinde karar kıldı. Tahliyenin tek koşulu ise, “15 milyon lira kefalet ücreti ödenmesi hali” olarak kayıtlara girdi!
Diğer sanıklardan fabrika sorumlu genel müdürü Hasan Ali Velioğlu 12,5 yıl hapis cezası, ustabaşı Erşan Öztürk, sorumlu müdürler Asiye Angın ve Ahmet çağırıcı ile iş güvenliği uzmanı Aslı Düzgün Bozkurt 6 yıl 8’şer ay hapis cezası aldılar. Verilen hapis cezaları yasa hükmü gereği gözaltı ve tutukluluk halinden düşülecek.
Ayrıca, bir numaralı sanık Yaşar Coşkun hakkında hem yurt dışına çıkış yasağı hem de konutu terk etmeme kararını verdi mahkeme.
Sonuç olarak fabrikanın asıl sahibi firarken, tüm işlere bakan oğlu da tahliye edildi.
Dava süreci devam ederken, sivil toplum örgütleri ve mağdur aileleri an be an haklarını aramak için, seslerini duyurmak için varlarını yoklarını ortaya koydular.
Ama süreç “nafile vaziyetle” nihayetlendi.
Bu tabloyla verilecek tepki de belli oldu: “Vay canına, şu işe bakın?!”
/././
Altın fiyatları nereye gidiyor?-Ercan Uygur-
Küresel Güneyin merkez bankaları rezervlerinde artık daha çok altın kullanıyorlar. TCMB de 2017-2018’den itibaren altına yöneldi. TCMB’nin bu yönelişini ve Türkiye’de altın madenciliğinin yıkıcı etkilerini TCMB’nin değerli eski Başkanı Durmuş Yılmaz anlatıyor…

Altın fiyatları nereye gidiyor? Bu kadar altını kim neden alıyor? Bilmediğimiz gelişmeler mi var? Türkiye’de de altın talebi sürekli artıyor mu? Evet ise kimler alıyor? Bu gibi sorular bana bile soruluyor. Ben de bildiklerimi aktarayım istedim.
2 Ocak 2025’te altının Dolar/ons fiyatı 2624 Dolar idi. 2025 sonu için yapılan öngörüler çok farklıydı. Fiyat artışı yüzde 20’yi aşar, fiyat 3200 Dolara ulaşır diyenler aşırı iyimser bulunuyordu. Fiyat artışı yüzde 10 dolayında olur diyenler çoktu.
ABD’li yatırım ve varlık yönetimi bankası J. P. Morgan 2025 yılının başında dördüncü çeyrekte altının Dolar/ons ortalama fiyatının 2950 Dolar olacağını öngörmüştü. Yılın ortasında bu öngörüsünü 3675 Dolara çıkardı. Ama yine çok yanıldı.
Çünkü, altının Dolar/ons fiyatı 30 Eylül 2025’te ABD’de gün ortasında 3827 Dolar idi. Fiyat, yılın ilk 9 ayında yüzde 46 kadar yükselmişti. 1 Ekim 2025’te fiyat düşer diyenler oldu ve biraz düştü de, ama gün ortasında yine yükselmeye başladı.
30 Eylülde baktığım öngörüler, 2025 yıl sonunda Dolar/ons fiyatının en düşük 4000, en yüksek 4650 Dolar arasında olacağını söylüyor. Basit ortalama yaklaşık 4250 Dolar. Yani fiyatın yılın son üç ayında yüzde 10 daha artacağı beklentisi yaygın.
Altının Dolar fiyatını veriyorum, çünkü TL fiyatı kabaca (Dolar fiyatı x Dolar kuru) olarak bulunuyor. Bazı dönemlerde, örneğin altın ithalatına sınırlama getirildiği zamanlarda altının TL fiyatı daha yüksek olabiliyor.
Hiperenflasyon ortamları dışında herhangi bir piyasada hızlı fiyat artışlarının sürekli olamayacağını biliyoruz. Kimine göre altın fiyatlarında artık spekülasyon var, yakında düşüş olabilir. Kimine göre fiyat 2026 Şubat ayına kadar artacak, sonra duraklayacak.
Bu senaryoya göre mayıstan itibaren fiyat azalabilir. Bu öngörülerin arkasında ABD’deki ve dünyadaki politika belirsizliklerinin azalması, enflasyon, faiz, büyüme, Ukrayna savaşı ve Filistin soykırımı gibi jeostratejik gelişme varsayımları var.
Dün (1 Ekim) ABD’de yayınlanan istihdam raporuna göre bu ülkedeki özel kesim istihdamı geçen ay azaldı. Bu sonuç, daha hızlı faiz düşüşü beklentisi ve dolayısıyla daha çok altın talebi yaratmış olabilir. Ama bu öncü, geçici rapordur.
Bu yazıda amacım önce kısaca dünyada altın talebinin sektörel dağılımına bakmak. Bu sektörlerden birisi merkez bankacılığıdır. Küresel Güneyin merkez bankaları rezervlerinde artık daha çok altın kullanıyorlar. TCMB de 2017-2018’den itibaren altına yöneldi. TCMB’nin bu yönelişini ve Türkiye’de altın madenciliğinin yıkıcı etkilerini TCMB’nin değerli eski Başkanı Durmuş Yılmaz aşağıda anlatıyor.
Dünyada sektörel altın talebi
Altın fiyatı elbette altın talebine ve arzına göre belirleniyor. Eğer talep artıyor ve fakat altın arzı buna yetişemiyor ise, sonuç fiyat artışıdır. Altına olan talep artıyorsa, bu artış hangi sektörlerden kaynaklanıyor?
Altına olan talep şu sektörlerden kaynaklanıyor (World Gold Council):
1)Takı ve mücevherat yapımı için altın talebi. Bu sektörde daha çok evlenme sürecinde ve hediye amaçlı olarak alınan mücevherler üretiliyor. Takılar ve mücevherler tasarruf amaçlı da alınabiliyor.
Dünyada nüfus artışı da, evlenmeler de azalıyor. Haliyle bu sektörden kaynaklanan altın talebi yavaş da olsa azalıyor. Bu durum Tablo 1’de görülebiliyor.
2)Borsa yatırım fonları (ETF) ve doğrudan yatırım için altın talebi. Altın bir yatırım aracı olabiliyor. Borsada altın payları alım-satımı için oluşturulmuş yatırım fonları var. Bunlara İngilizce kısaltması ile ETF (Exchange Traded Fund) deniyor.
Bu fonları desteklemek üzere altın alımı yapılıyor. Altına ayrıca fiziki olarak da doğrudan yatırım yapılabiliyor. Fiziki altına olan talep giderek azalıyor, ancak ETF paylarına olan talep giderek artıyor.
3)Bilgisayarlar, cep elefonları, audio/video gibi teknolojik ürünlerin üretiminde altın kullanılıyor. Tablo 1’den anlaşıldığı gibi bu sektörden gelen altın talebi çok değişmeden sürüyor.
4). Merkez bankası ve hazine talebi. Merkez bankaları altını resmi rezerv aracı olarak kullanıyor ve altın talebi giderek yükseliyor. Bu yükseliş Tablo 1’de izlenebiliyor.
Merkez bankalarının resmi rezervlerini daha çok faiz getirisi de olan güçlü paralar (dövizler), riski çok düşük veya olmayan yabancı tahviller gibi araçlarla oluşturmaları beklenir. Ancak merkez bankaları rezervlerinde özellikle son 7-8 yıldır faiz getirisi olmayan altına daha çok yer vermeye başladılar.
Bunun birçok nedeni var:
1)Yabancı paraların değerinde önemli değişmeler olması ve bu paralara olan güvenin azalması.
2)Son yıllarda dünyada hızla yükselen ekonomik, siyasi ve jeostratejik belirsizlikler ve riskler. Ülkeler altınlarını kendi kasalarında saklayabiliyorlar.
3)Başta ABD olmak üzere batı ülkelerinde tutulan para ve tahvil gibi varlıklara aynı batı ülkelerinin el koyma olasılıkları. El koymalar giderek daha çok görülüyor.
4)Yukarıdaki nedenlerle BRICS+ ülkelerinin batı ülkeleri varlıklarını rezerv varlığı olarak kullanmak istememeleri, altına yönelmeleri.
2005 yılı sonunda resmi rezerv olarak tutulan altın miktarları ton olarak şöyle; Çin: 600, Rusya: 385, Hindistan: 358.
2025 yılı ortasında ise aynı ülkelerin altın rezervleri yine ton olarak şöyle: Çin: 2299, Rusya: 2330, Hindistan: 880. (Kaynak: World Gold Council (2025))
Türkiye’de TCMB’nin altına yönelmesi
Benzer bir eğilimi 2017-2018’den başlayarak Türkiye’de daha doğrusu TCMB’de de görüyoruz. Peki, Türkiye’nin hangi özel nedenleri var? Bu konuyu daha önce de tartışmıştım. Değerli eski TCMB Başkanı Durmuş Yılmaz şu açıklamayı iletti:
“2018’de Cumhurbaşkanı’nın mal varlığının ABD tarafından araştırılması ve CAATSA yaptırımlarının devreye girmesi olasılıkları ortaya çıktı. TCMB, muhabir ABD bankalardaki rezervinin önce nakit kısmını azalttı, sonra ABD Hazine bonolarını sattı.
Böylece likit Dolara dönen TCMB, altın aldı. Bu altınlara el konulabilir korkusuyla bunları fiziki olarak Türkiye’ye taşıdı. Altınların az bir bölümü de, el konulma riski düşük olan BIS’e taşındı.
MB döviz rezervinde altın miktarının artmasının birinci nedeni nakit dolardan ve ABD hazine kâğıtlarından altına dönülmesi. İkinci neden, sizin de ifade ettiğiniz üzere, TCMB’nin ülkede üretilen altınları TL ile satın alma hakkıdır. Ancak bunun net rezerv birikimi üzerindeki etkisi 0'dır.
Çünkü TL’yi alan altın üreticisi yabancı şirket hemen TL’den dövize dönüyor ve kendi ülkesine transfer ediyor. TCMB, üretilen altınları almak yerine aynı dövizle uluslararası altın piyasasından daha ucuza altın alabilir.
Çok önemli olmamakla birlikte, üçüncü neden zorunlu karşılık uygulamasının bir bölümünün altınla tesisi, ROM, ROK uygulamasıdır.
Türkiye’de altın madenciliğine gelince; ifade ettiğiniz üzere tam bir müstemleke madenciliği yapıyorlar. Mevcut düzenlemeler çerçevesinde üretilen her 100 birim altının ancak taş çatlasa 10 birimi bizim ekonomide kalıyor. Kalan bu 10 birim de yaratılan istihdam karşılığı ödenen işçilik gibi giderledir.
Örneğin Uşak-Kışladağ altın madeni 1300 Kişi istihdam ediyor. Bir işçinin giydirilmiş maliyeti ortalama 100.000 TL olsa, bugünün fiyatları ile 1300 işçinin yıllık maliyeti 350 kilo altın ediyor. Oysa firmanın haftalık üretimi 400 kilo altındır. Rahmetli Uğur Mumcu’nun 'vurulduk ey halkım' dediği gibi 'soyuluyoruz ey halkım.'"
Türkiye’de altın madenciliği ve Durmuş Yılmaz’ın açıklaması
Durmuş Yılmaz açıklıyor:
“Türkiye’de altın madenciliği onur kırıcı, hem de çok onur kırıcı. İnsan kahroluyor. Yabancı şirketler ülkemize kabile toplumu muamelesi yapıyor ve halkımız da maalesef bu muameleye çok teşne.
Şirket, sahipleri adına vahşi yöntemlerle kar maksimizasyonu yapan bir canavar iken, kendini hayır kurumu gibi takdim edip bazı hizmetler veriyor ve insanımızın gönlünü kazanıyor. Bir camiye kıytırık bir şadırvan yapıyor, muhtarın ve halkın gönlünü kazanıyor. İlçelerde kaymakamların makamlarını tefriş edip yine gönül kazanıyor.
Hükümran bir devlette şirketler devletin koyduğu kurallara göre üretim yapar, kayıtlarını doğru ve düzgün tutar, kamusal otorite de bunu ciddi bir şekilde denetler ve hakkı ve görevi olan vergiyi toplar ve harcar. Kamusal otorite bu görevini kesinlikle yapmıyor.
Altın madenciliğinde şirketin beyanı esastır. Ülkenin suyunu bedava kullanan altın madeni, susuz bıraktığı şehrin halkına güya bağışta bulunarak su sorununu çözmeye çalışıyor! Yerel yönetimler de bu sözde lütfu minnetle kabul ediyor.
Düşünmüyor ki bu şirketin ödemekle yükümlü olduğu kamusal hakkımız vergi. Şirket bu yardımı(!) vermesi gereken vergi matrahından düşüyor, vergi sonrası net karından yapmıyor. Uşak merkezde ve Eşme ilçesinde belediye CHP de. Başkanlar dil ucuyla şirketi eleştirselerde gizli gizli destek veriyorlar, halkı aldatıyorlar.
Çünkü şirket vermesi gereken verginin bir bölümünü hayır adı altında belediyelere veriyor. Başkanlar da bu işi kabulleniyor; Uşak merkez belediye 185 milyon, Eşme Belediyesi 85 milyona tamam. Demiyorlar ki arkadaşa; vergini düzgün öde ben hakkımı devletimden alırım.
Devlet, adam gibi vergilendirip harcamasını yapmak yerine derenin taşıyla derenin kuşunu vuran şirkete milleti minnettar kılıyor. Kamusal hizmet binalarının üzerine 'Tüprag’ın Uşak halkına hediyesidir' yerine 'Uşak İl Özel İdaresinin hizmetidir' yazılması daha onurludur.”
Durmuş Başkanı tamamlamak üzere birkaç nokta ekleyeyim.
1)Madencilik, özellikle altın madenciliği su kaynakları bulmak zorunda çünkü bu madeni civa veya siyanür ile ayrıştırmak için su gerekir. Civa veya siyanür kullanmak suyu içilemez, kullanılamaz hale getirir.
Ayrıca, toprağın sürekli eşelenmesi ile su kaynakları da yolunu bulamaz, kaybolur.
Diğer yandan Türkiye kuraklığın giderek arttığı bir bölgededir. Altın madenciliği ile su kaynaklarının kirletilmesi ve kurutulması sonrası için felaket demektir.
Su Stres Endeksi değerlerine göre Türkiye şu anda 164 ülke içinde su yoksulu 39uncu sıradadır. Ama bu endeksi hazırlayanlara göre Türkiye’nin giderek çoraklaştığı bellidir ve su kıtlığı bazı bölgelerde yoğundur.
2)Madencilik, özellikle altın madenciliği ağaçları ve ormanları keserek yapılıyor. Bu madeni çıkarmak uğruna ağaçlar ve ormanlar katlediliyor. Bu işlemler sonuçta daha büyük çevre felaketleri getiriyor.
Halbuki ağaç ve orman kesimi çevreyi çoraklaştırıp yağışları kesiyor. Bu da susuzluk kısır döngüsü ve süreci yaratıyor. Zaten her yıl yaşanan orman yangınları ile bu süreç hızlanıyor.
3)Durmuş Başkanın açıkladığı gibi, Türkiye altın madenciliğinden önemli bir kazanç sağlamıyor. Çıkarılan madenden devletin aldığı pay diğer ülkelere göre çok düşüktür; ortalama yüzde 2 gibidir. Halbuki diğer ülkelerde bu pay yüzde 20’leri buluyor.
Yabancı madenciler çıkardıkları madenleri hazır alıcı TCMB’ye satarak karlarını transfer ediyorlar. Türkiye’ye de çevre kirliği, çoraklık ve kuraklık bırakıyorlar.
4)Altın madenciliği diğer ülkelerde giderek azalıyor, çünkü çevreye verdiği zararın farkına varılıyor. Türkiye’de ise sürekli maden arama ruhsatları veriliyor. Kısa dönemde karlı gibi görünen işlemler, orta uzun vadede ülkeye zarar getiriyor.
/././
Kulis: AKP yasa taslağı hazırladı; belediyelerin yetkileri daraltılıyor, imza yetkisi "komisyon"a veriliyor
Habertürk yazarı Bülent Aydemir, AKP tarafından hazırlanan ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın son açıklamalarıyla yeniden gündeme gelen Mahalli İdareler Reform Paketi'nin detaylarını aktardı. İddiaya göre; Belediyelerin imar izni ve uygulamalarındaki yetkilerinin daraltılması veya merkezi hükûmetin temsilcilerinin yer alacağı komisyon ile imza ve karar yetkisinin paylaşılması planlanıyor. Aydemir'in taslak paketten aktardığına göre; belediye başkanlarının bazı yetkileri sınırlanacak, harcamaları sıkı denetlenecek, kendi öz kaynaklarını oluşturmaları sağlanacak, hizmetlerde öncelik sıralaması ve hiyerarşi oluşturulacak.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM'nin 28. Dönem 4. Yasama Yılı Açılış Oturumu'nda yaptığı konuşmada "2026 reform yılı olacak" diyerek, "Bu kapsamda yerel yönetimlerde mali disiplini güçlendirecek adımları da devreye alarak kamuda şeffaflığı, hesap verebilirliği ve verimliliği daha da pekiştireceğiz" demişti.
Habertürk yazarı Bülent Aydemir, Erdoğan'ın ifadeleriyle gündeme gelen Mahalli İdareler Reform Paketi'nin hazır olduğunu kaydederek, yerel yönetimlerle ilgili yapılacak düzenlemenin detaylarını aktardı.
AKP TBMM Grubu'nun konu üzerinde tarafların görüş ve önerilerini de alarak bir taslak çalışma yaptığını belirten Aydemir'in aktardığına göre; yeni yerel yönetimler reformu stratejisinin hedefleri şöyle:
"Kentsel dönüşümü teşvik edici bir düzenleme yapılacak. Aksi durumda ödevini yerine getirmeyen belediyeye cezai işlem uygulanacak veya bazı yetkileri elinden alınacak. Mevzuata aykırı imar uygulamalarına imza atan belediyelere ağır cezai işlem uygulanacak.
Belediyelerin imar izni ve uygulamalarındaki yetkilerinin daraltılması veya merkezi hükümetin temsilcilerinin yer alacağı komisyon ile imza ve karar yetkisinin paylaşılması planlanıyor.
Belediyeler öncelikli hizmetlere teşvik edilecek, hizmetler hiyerarşisi oluşturulacak. Temel hizmetlerin aksatılması durumunda belediyeye müdahale edilecek.
Özellikle turizm beldelerinde yaz aylarında mevsimlik olarak nüfusu artan belediyelere aktarılan pay başta olmak üzere farklı bir bütçe yönetimi ve strateji izlenmesi sağlanacak. Turizm bölgelerine özel bir statü uygulanması planlanıyor. Su, çöp ve ulaşım hizmetlerinde daha titiz denetimler yapılacak.
Bütün belediyeler için etkili bir kontrol-denetim ve yönlendirme mekanizması oluşturulması hedefleniyor."
Aydemir, yazısında pakete ilişkin şu detayları aktardı:
"TBMM’ye sunulacak kanun teklifi ile anayasada bulunan, belediyelerin "vatandaşların insani yaşam koşullarını sağlama" ödevine atıfla bir “hizmetler hiyerarşisi ve öncelikli hizmetler” statüsü oluşturulacak. Birçoğu borç batağında olan, personel maaşı ve çöp toplama gibi zorunlu hizmetler dışında alt yapı yatırımı yapamayan belediyelerin, merkezi idareden bağımsız ancak denetlenebilir bir şekilde bütçe oluşturmaları ve metro ulaşım altyapısı, su kaynaklarının çeşitlendirilmesi başta olmak üzere makro yatırım gerektiren projelere odaklanabilmesinin sağlanması hedefleniyor. Çalışmanın amacı, “belediyelerin hizmet odaklı ödevlerini aksatmadan yerine getirmesi, kaynakların etkin kullanımı ve bunların etkin denetimi” şeklinde özetleniyor.
Bülent Aydemir'in taslaktan aktardığına göre; belediyeler öncelikle içme suyu, kanalizasyon, çevre temizliği, ulaşım-trafik ve sosyal donatı hizmetlerini yerine getirecek. Bu hizmetlerden sonra konser ve diğer kültürel faaliyetlere yer verecek. Merkezi idareden ve İller Bankası’ndan gelen ödenek ve dış kredilerin amacı doğrultusunda kullanılması sağlanacak. Hizmetlerde bir öncelik sıralaması yapılacak. Örneğin ulaşım alt yapısı veya içme suyu hattının yenilenmesi, ya da su arıtma tesisi için alınmış bir dış kredi, amacı dışında kullanılamayacak. Belediyeler ancak öncelikli hizmetleri yaptıktan ve kendi öz kaynaklarını oluşturduktan sonra diğer etkinliklere yönelebilecek.
Komisyon denetimi
Sayıştay, Mülkiye Teftiş ve İçişleri Kontrolörleri tarafından denetlenen belediyeler için harcamaların etkin ve yerinde yapılması sağlayacak bir Denetim Komisyonu kurulması planlanıyor. AK Parti kaynakları, bunun için Anayasa değişikliğine ihtiyaç olmadığını ifade etse de Anayasa düzleminde de konunun tartışılması bekleniyor. Kapsamlı bir yerel yönetimler reformu için 5393 sayılı Belediyeler Kanunu ile birlikte Büyükşehir Belediye Kanunu’nda değişiklik yapılabileceği, bunun yeterli olacağını savunan da var. Belediyelerin ödev, hizmet ve sorumluklarının kanunlarda net olmadığına dikkat çekilirken, aynı zamanda il-ilçe belediyeleri arasındaki yetki karmaşası ve hizmetlerin verilmesinde kimin sorumlu olduğuna dair anlaşmazlığın da giderilmesi amaçlanıyor. Yeni düzenleme ile belediyelerin görev, yetki ve sorumlulukları daha net çizilecek; harcamaları ve hizmet kalitesi ölçülecek. Suiistimallerde komisyon devreye girecek.
Büyükşehir, il, ilçe belediye başkanlarının bazı yetkileri sınırlanacak, harcamaları sıkı denetlenecek, kendi öz kaynaklarını oluşturmaları sağlanacak, hizmetlerde öncelik sıralaması ve hiyerarşi oluşturulacak."
***
T-24
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder