İstanbul Barosu Bağlı Çalışan Avukatlar Kurulu'nun 9 Kasım günü
düzenlediği; “iş hukukunda yargılamanın tasfiyesi ya da zorunlu
arabuluculuk” başlıklı söyleşiye, Avukat Deniz Aktaş ile birlikte
katıldık.
Bağlı Çalışan Avukatlar Kurulu, işverene bağlı olarak çalışan avukatların karşılaşabilecekleri hak ihlallerini önlemek, dayanışmak, örgütlenmek, haklarını korumak gibi amaçlarla kuruldu. Bununla birlikte ilgi alanını meslek sorunlarıyla sınırlandırmıyor, düzenli olarak hukuk ve toplumsal konuları merkeze alan söyleşiler düzenliyor.
Söyleşide Deniz Aktaş, İş Mahkemeleri Yasası'nı ayrıntılarıyla değerlendirdi. Konuşmasında, avukatların yargı yerlerinde işçi haklarını savunmak yerine, pazarlık masalarında arabulucu sıfatıyla oturmak zorunda kalacağından yakındı. Avukatlar için yaralayıcı bir durum…
İşçi-işveren uyuşmazlıklarında arabuluculuğun dayatılması, bugüne değin emeğe karşı yapılmış saldırıların en büyüğü. Çalışma yaşamında yargı tasfiye ediliyor; yasalar önemsizleştiriliyor; yılların biriktirdiği devasa içtihat çöpe atılıyor.
Deniz Aktaş, söyleşide özetle bunları söyledi.
Burjuva hukukuna bile tahammülleri kalmadı.
***
Ben konuşmama “arabuluculuk dayatması, ne tür bir bütünün parçası?” sorusuyla başladım.
Bu soruyu çok önemsiyorum. Çünkü bütün görülmedikçe, doğru tanı konulamıyor. Böyle olunca da kolaylıkla yanlış ittifakların peşine takılıyoruz. Çoğumuz, her seçimde oylarını düzenin muhalefetinde birleştiriyor ve oturup “iyi işler yapmasını” bekliyor. 50 yıldır bunun çıkar yol olmadığını bir türlü anlatamadık. Oysa düzenin iktidarı neyse muhalefeti de öyle: her ikisi de düzenin sürdürülmesinden sorumlu birer araç.
Şunu unutmayalım: Kapitalizm, emeğin ürettiği değerlere el koyabildiği sürece yaşayabilen bir sistem. El koyduklarının birikmişine sermaye deniyor; el koyanlara da patron!
Özcesi, düzenin iktidarının da muhalefetinin de emekçilere pek bir yararı yok. Söylemleri biraz farklı o kadar. Hiçbirine sömürü yasaktır dedirtemezsiniz.
Söyleşide, yukarıda özetlediğim görüşlerimi, yakın geçmişten örnekler vererek açıklamaya çalıştım.
Burada kısaca da olsa paylaşmak istiyorum.
Önce bir açıklama yapmalıyım: düzen muhalefetinin özelliklerinden söz ederken iktidarını aklıyor duruma düşmek istemem. Üstelik AKP’nin hakkı yenemeyecek kadar büyük sorumlulukları var. Şu sözler amacı karşılar sanırım: Cumhuriyet tarihinde hiçbir iktidar, AKP kadar emeğin üzerine çullanmadı; ülkenin bütün zenginliklerini bu denli satmadı; doğayı talan etmedi; yolsuzluklar ayyuka çıkmadı, uluslararası sorunlara yol açmadı.
Ama bütün bunları, kendisinden önceki iktidarların açtığı yoldan geçerek başardı.
AKP’nin yargı kararlarını umursamadığını söylüyoruz. Bu işin mucidi 1992 yılındaki SHP-DYP koalisyonu. Yasalarda olmayan “Bakanlar Kurulu Prensip kararı” adını verdikleri bir metni bütün bakanlara imzalattılar. Bu metinde, uygulama olanağı kalmadığı gerekçesi öne sürülerek Danıştay kararlarına uyulmayacağı yazılıydı. Bu dönemde bir başka örnek daha var: 1994 yılında kabul edilen bir yetki yasasına dayanarak 4 KHK çıkarılmıştı, Anayasa Mahkemesi yetki yasasını iptal etti. Ancak bir Başbakanlık genelgesi çıkarıldı ve karar yok sayıldı.
Unutulmasın: özelleştirme, Anayasaya 1999 yılında DSP’nin büyük ortağı olduğu koalisyon döneminde girdi.
“Bakanlar Kurulu Prensip Kararı” bu dönemde de çıkarıldı ve Ekonomiyle ilgili bakanlar, bürokratlar ile TOBB, TÜSİAD, YASED gibi patron kuruluşlarının temsilcilerinin oturup yatırım ortamının iyileştirilmesi için çıkarılacak yasaları, Bakanlar Kurulu Kararlarını ve öteki metinleri hazırlamak amacıyla sürekli çalışan, çok sayıda uzmanın istihdam edildiği bir platform oluşturuldu. Kararda; kamu hizmeti zihniyetinin değişmesi gerektiğinden, çalışma yaşamının esnekleştirilmesine değin, çalışanların aleyhine olabilecek her türlü dönüşümün gerçekleştirileceği vurgusu öne çıkıyordu.
Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu, 2006 yılında kurulan Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı ile iş birliği içinde; kurulduğu günkü görev anlayışı ve heyecanıyla, bugün de faaliyetini sürdürüyor.
Ajansa, Türkiye’nin uluslararası yatırımcıya ne güzel fırsatlar sunduğunu tanıtmak görevi düşüyor. Bir süredir “Türkiye’de yatırım yapmak için 10 neden” başlıklı bir kampanya yürütüyorlar. İstihdam bölümünde şunlar yazılı: “Avrupa’daki en uzun çalışma süreleri ve çalışan başına ortalama hastalık izninde en düşük oran.
Kalan 9 neden arasında düşük vergiler, bedava arsa/arazi tahsis edilmesi, kârlarını transfer edebilme güvencesi gibi özendiricilere yer veriliyor. Bunları okudukça insanın aklına Binali Yıldırım ve oğulları geliyor. Bir yandan onca çaba, ödün verip yabancı sermaye çağırılırken, Başbakanımız bile parasını dışarıda değerlendiriyor.
***
Bütüne bakmayı sürdürelim. Emek üzerinden sermayeye dağıtmak amacıyla fonlar oluşturdular. Yenilerinin kurulması gündemde. Daha çok para toplamak için, zorlama dahil, her yola başvuruyorlar. Uluslararası tekellerin mali ve danışma örgütleri de böyle olmasını istiyor. Diyorlar ki; tasarruflarınız yeterli düzeyde değil, böyle kalkınamazsınız. Sağlık, emeklilik işsizlik fonları kurun ve buralarda olabildiğince çok para biriktirip yatırımcıya ucuz kaynak sunun.
Bu amaçlarla işsizlik ve bireysel emeklilik fonları kuruldu. Kıdem Tazminatı Fonu ise her nedense bir türlü kurulamadı. Bunlara kısaca göz atalım:
İşsizlik fonunda 2002-2016 yılları arasında 151 milyar lira toplandı. 14 milyar lirası işsizlere ödenmiş. Fonda biriken paranın 20 milyarını patronlara teşvik diye dağıtmışlar; 12 milyarını GAP’a aktarmışlar. Yaklaşık 116 milyarı hesapta duruyormuş.
İşsizlik fonundan gözlerini ayıramıyorlar. 687 sayılı OHAL Kararnamesiyle, patronlara yeni istihdam edecekleri her işçi için 667 lirası fondan olmak üzere, yaklaşık 773 lira teşvik verilmesi öngörüldü. Başbakan, patronlara bu amaçla 12 milyar vereceklerini söyleyip: “helali hoş olsun” diyor. Sanırsınız kendi cebinden verecek.
Varlık fonunu çalıştırabilselerdi, bunu da çoktan devretmişlerdi. Neyse ki, hesapta da olsa para şimdilik duruyor.
BES’de 80 milyar lira birikmiş. Önümüzdeki 10 yılda 100 milyara çıkarılmasını amaçlıyorlar. Bu arada devlet de Bütçe kaynaklarından katkısını esirgemiyor. 2013 yılında çıkardıkları bir yasayla, %25’i de benden dedi. Ancak katılan sayısı artmadı. Baktılar olmuyor, 2016 yılında zorunlu tuttular. 2007 yılında yürürlüğe giren yasayla 45 yaşın altındaki her çalışanın bordrosundan kesilmesi öngörüldü. Adına “otomatik katılım” dediler. İki ay içinde caymamışlarsa sistemde kalmayı tercih ettikleri varsayılıyor ve devlet bunların hesabına ayrıca 1.000 lira yatırıyor.
Çalışanların söz hakkı yok; işverenlerin ve devletin teşvik olsun diye verdiği paralar, patronların anlaştığı emeklilik şirketine yatırılıyor.
Devlet bugüne değin bireysel emeklilik şirketlerine 12 milyar 400 milyon lira vermiş. Şirketler bu paraları faiz ödemeksizin onlarca yıl kullanacak. Sonrasını sormayın; kim öle kim kala.
Bu kadar özendirici kullanıyorlar ama yine de beklediklerini bulamadılar. Yaklaşık 7 milyon katılımcı düşünmüşlerdi; yarısına yaklaşabildiler. Herkes akılsız değil. Aylıklardan kesilen 50-100 liralarla emeklilikte refahlarını sürdürebilecekleri düzeyde gelir verilemeyeceğini biliyorlar. AKP çaresiz direniyor. Yeni bir yasa hazırlıkları olduğunu duyuyoruz; “pişman katılımcıyı” sisteme kazandıracaklarmış. Türkiye Sigorta Birliği Başkan yardımcısı BES’ten kaçış yok, yapmadan olmaz. Başka nerede para biriktireceğiz?” diye bir soru sordu. AKP, bu ve benzeri soruları yanıtlamak ve gereğini yapmak zorunda.
Kıdem Tazminatı Fonu, patronların en az 42 yıl süren bir rüyası… Bir türlü çıkarmayı başaramadılar.
Fon kurulması, yasalara ilk kez MC döneminde girdi. İş Yasasına 4.7.1975 tarihinde eklenen bir madde ile kıdem tazminatı fonu kurulması için bir yasa çıkarılması öngörülüyordu. Çıkaramadılar.
2002 yılına değin, çok tartışıldı ama kimse yasal sonuçları olacak girişimde bulunmadı. DSP koalisyonunun sonlarına doğru 2002 yılında 4857 sayılı İş Yasası görüşülürken, iş hukukunda öne çıkmış kişilerden bilim kurulu oluşturuldu. Kurul, bir tasarı hazırladı ancak uzlaşma sağlanamadığı için yasa çıkarılamadı. İş Yasasının daha fazla gecikmemesi için, 1475 sayılı eski İş Yasasının Kıdem Tazminatının düzenlendiği 14. Maddesinin yürürlükte bırakarak geçici bir çözüm getirdiler.
2004 yılında toplanan çalışma Meclisi’nin en tartışmalı konusu kıdem tazminatı oldu. Yine uzlaşılamadı.
AKP, her zaman dilediği yasayı çıkarabilecek çoğunluğu elinde tuttu. Son yıllarda, giderek daha radikal, daha yıkıcı yasalar çıkarıyor, ancak kıdem tazminatı fonunu nedense gündeme getirmiyor. Patronların kulüplerinden de uzlaşı olmadan çıkarılmaması doğrultusunda öğütler geliyor. Neden bu konuda uzlaşı arandığını anlamak kolay değil. Belki de bilemeyeceğimiz, daha derinlerde başka nedenleri vardır.
***
Yukarıda yaklaşık 15 milyon çalışanın aylık gelirlerinden fon/sigorta gibi adlarla paralar kesilip patronlara aktarılmasından söz ettim.
Şimdi de emek sömürüsünün bir başka boyutuna bakalım.
Özellikle AKP döneminde çıkarılmış bütün YPK kararlarında, 5 Yıllık Kalkınma Planlarında, Orta Vadeli Planlarda, istihdam stratejisi metinlerinde şu sözler dikkat çeker: İş gücü piyasası esnekleştirilecek, yatırımcıların üzerindeki iş gücü maliyetleri azaltılacak.
Bunların çoğunu gerçekleştirdiler.
2016 yılında 6663 sayılı Yasayla, gerekçesindeki anlatımla, “çalışma hayatına güvenceli esneklik sağlayacak düzenlemeler yapıldı” aynı yıl çıkarılan bir başka yasayla, özel istihdam bürolarına geçici işçi sözleşmesi yapma yetkisi tanındı. 2017 yılında çıkarılan 7033 sayılı Yasayla 50’den az işçi çalıştırılan iş yerlerinde iş güvenliği uzmanı ile iş yeri hekimi istihdam etme zorunluluğu 2020 yılına ertelendi. Şu günlerde Mecliste görüşülmeye başlanan 130 maddelik torba yasada 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasasındaki iş güvenliği raporu hazırlanıp Bakanlığa sunulmadıkça iş yeri çalışmaya açılamaz kuralının değiştirilmesi öngörülüyor.
Mecliste TTK ile ilgili düzenlemede küçük bir değişiklik yapıldıysa da TTK ile TKİ maden ocaklarının özelleştirilmesinin yolunu açacak düzenlemeler, torba tasarıda aynen duruyor. Bu arada postalar halinde çalışma yönetmeliği değiştirildi; turizm, sağlık, özel güvenlik hizmetlerinde çalışma süresi 12 saate çıkarıldı. Fazla Çalışma yönetmeliği değiştirildi işçiden her yıl yazılı onay alınması kuralı kaldırıldı.
Arabuluculuk dayatmasıyla yazıya başlamıştım, yine onunla bitireyim... İş Mahkemeleri Yasası Mecliste görüşülürken AKP’li Ali Özkaya tasarıyı şu sözlerle savundu: “Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’inde ‘sulh daima hayırlıdır’ diyor.”
Böyle bir durumdayız.
Kadir Sev / SOL
Bağlı Çalışan Avukatlar Kurulu, işverene bağlı olarak çalışan avukatların karşılaşabilecekleri hak ihlallerini önlemek, dayanışmak, örgütlenmek, haklarını korumak gibi amaçlarla kuruldu. Bununla birlikte ilgi alanını meslek sorunlarıyla sınırlandırmıyor, düzenli olarak hukuk ve toplumsal konuları merkeze alan söyleşiler düzenliyor.
Söyleşide Deniz Aktaş, İş Mahkemeleri Yasası'nı ayrıntılarıyla değerlendirdi. Konuşmasında, avukatların yargı yerlerinde işçi haklarını savunmak yerine, pazarlık masalarında arabulucu sıfatıyla oturmak zorunda kalacağından yakındı. Avukatlar için yaralayıcı bir durum…
İşçi-işveren uyuşmazlıklarında arabuluculuğun dayatılması, bugüne değin emeğe karşı yapılmış saldırıların en büyüğü. Çalışma yaşamında yargı tasfiye ediliyor; yasalar önemsizleştiriliyor; yılların biriktirdiği devasa içtihat çöpe atılıyor.
Deniz Aktaş, söyleşide özetle bunları söyledi.
Burjuva hukukuna bile tahammülleri kalmadı.
***
Ben konuşmama “arabuluculuk dayatması, ne tür bir bütünün parçası?” sorusuyla başladım.
Bu soruyu çok önemsiyorum. Çünkü bütün görülmedikçe, doğru tanı konulamıyor. Böyle olunca da kolaylıkla yanlış ittifakların peşine takılıyoruz. Çoğumuz, her seçimde oylarını düzenin muhalefetinde birleştiriyor ve oturup “iyi işler yapmasını” bekliyor. 50 yıldır bunun çıkar yol olmadığını bir türlü anlatamadık. Oysa düzenin iktidarı neyse muhalefeti de öyle: her ikisi de düzenin sürdürülmesinden sorumlu birer araç.
Şunu unutmayalım: Kapitalizm, emeğin ürettiği değerlere el koyabildiği sürece yaşayabilen bir sistem. El koyduklarının birikmişine sermaye deniyor; el koyanlara da patron!
Özcesi, düzenin iktidarının da muhalefetinin de emekçilere pek bir yararı yok. Söylemleri biraz farklı o kadar. Hiçbirine sömürü yasaktır dedirtemezsiniz.
Söyleşide, yukarıda özetlediğim görüşlerimi, yakın geçmişten örnekler vererek açıklamaya çalıştım.
Burada kısaca da olsa paylaşmak istiyorum.
Önce bir açıklama yapmalıyım: düzen muhalefetinin özelliklerinden söz ederken iktidarını aklıyor duruma düşmek istemem. Üstelik AKP’nin hakkı yenemeyecek kadar büyük sorumlulukları var. Şu sözler amacı karşılar sanırım: Cumhuriyet tarihinde hiçbir iktidar, AKP kadar emeğin üzerine çullanmadı; ülkenin bütün zenginliklerini bu denli satmadı; doğayı talan etmedi; yolsuzluklar ayyuka çıkmadı, uluslararası sorunlara yol açmadı.
Ama bütün bunları, kendisinden önceki iktidarların açtığı yoldan geçerek başardı.
AKP’nin yargı kararlarını umursamadığını söylüyoruz. Bu işin mucidi 1992 yılındaki SHP-DYP koalisyonu. Yasalarda olmayan “Bakanlar Kurulu Prensip kararı” adını verdikleri bir metni bütün bakanlara imzalattılar. Bu metinde, uygulama olanağı kalmadığı gerekçesi öne sürülerek Danıştay kararlarına uyulmayacağı yazılıydı. Bu dönemde bir başka örnek daha var: 1994 yılında kabul edilen bir yetki yasasına dayanarak 4 KHK çıkarılmıştı, Anayasa Mahkemesi yetki yasasını iptal etti. Ancak bir Başbakanlık genelgesi çıkarıldı ve karar yok sayıldı.
Unutulmasın: özelleştirme, Anayasaya 1999 yılında DSP’nin büyük ortağı olduğu koalisyon döneminde girdi.
“Bakanlar Kurulu Prensip Kararı” bu dönemde de çıkarıldı ve Ekonomiyle ilgili bakanlar, bürokratlar ile TOBB, TÜSİAD, YASED gibi patron kuruluşlarının temsilcilerinin oturup yatırım ortamının iyileştirilmesi için çıkarılacak yasaları, Bakanlar Kurulu Kararlarını ve öteki metinleri hazırlamak amacıyla sürekli çalışan, çok sayıda uzmanın istihdam edildiği bir platform oluşturuldu. Kararda; kamu hizmeti zihniyetinin değişmesi gerektiğinden, çalışma yaşamının esnekleştirilmesine değin, çalışanların aleyhine olabilecek her türlü dönüşümün gerçekleştirileceği vurgusu öne çıkıyordu.
Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu, 2006 yılında kurulan Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı ile iş birliği içinde; kurulduğu günkü görev anlayışı ve heyecanıyla, bugün de faaliyetini sürdürüyor.
Ajansa, Türkiye’nin uluslararası yatırımcıya ne güzel fırsatlar sunduğunu tanıtmak görevi düşüyor. Bir süredir “Türkiye’de yatırım yapmak için 10 neden” başlıklı bir kampanya yürütüyorlar. İstihdam bölümünde şunlar yazılı: “Avrupa’daki en uzun çalışma süreleri ve çalışan başına ortalama hastalık izninde en düşük oran.
Kalan 9 neden arasında düşük vergiler, bedava arsa/arazi tahsis edilmesi, kârlarını transfer edebilme güvencesi gibi özendiricilere yer veriliyor. Bunları okudukça insanın aklına Binali Yıldırım ve oğulları geliyor. Bir yandan onca çaba, ödün verip yabancı sermaye çağırılırken, Başbakanımız bile parasını dışarıda değerlendiriyor.
***
Bütüne bakmayı sürdürelim. Emek üzerinden sermayeye dağıtmak amacıyla fonlar oluşturdular. Yenilerinin kurulması gündemde. Daha çok para toplamak için, zorlama dahil, her yola başvuruyorlar. Uluslararası tekellerin mali ve danışma örgütleri de böyle olmasını istiyor. Diyorlar ki; tasarruflarınız yeterli düzeyde değil, böyle kalkınamazsınız. Sağlık, emeklilik işsizlik fonları kurun ve buralarda olabildiğince çok para biriktirip yatırımcıya ucuz kaynak sunun.
Bu amaçlarla işsizlik ve bireysel emeklilik fonları kuruldu. Kıdem Tazminatı Fonu ise her nedense bir türlü kurulamadı. Bunlara kısaca göz atalım:
İşsizlik fonunda 2002-2016 yılları arasında 151 milyar lira toplandı. 14 milyar lirası işsizlere ödenmiş. Fonda biriken paranın 20 milyarını patronlara teşvik diye dağıtmışlar; 12 milyarını GAP’a aktarmışlar. Yaklaşık 116 milyarı hesapta duruyormuş.
İşsizlik fonundan gözlerini ayıramıyorlar. 687 sayılı OHAL Kararnamesiyle, patronlara yeni istihdam edecekleri her işçi için 667 lirası fondan olmak üzere, yaklaşık 773 lira teşvik verilmesi öngörüldü. Başbakan, patronlara bu amaçla 12 milyar vereceklerini söyleyip: “helali hoş olsun” diyor. Sanırsınız kendi cebinden verecek.
Varlık fonunu çalıştırabilselerdi, bunu da çoktan devretmişlerdi. Neyse ki, hesapta da olsa para şimdilik duruyor.
BES’de 80 milyar lira birikmiş. Önümüzdeki 10 yılda 100 milyara çıkarılmasını amaçlıyorlar. Bu arada devlet de Bütçe kaynaklarından katkısını esirgemiyor. 2013 yılında çıkardıkları bir yasayla, %25’i de benden dedi. Ancak katılan sayısı artmadı. Baktılar olmuyor, 2016 yılında zorunlu tuttular. 2007 yılında yürürlüğe giren yasayla 45 yaşın altındaki her çalışanın bordrosundan kesilmesi öngörüldü. Adına “otomatik katılım” dediler. İki ay içinde caymamışlarsa sistemde kalmayı tercih ettikleri varsayılıyor ve devlet bunların hesabına ayrıca 1.000 lira yatırıyor.
Çalışanların söz hakkı yok; işverenlerin ve devletin teşvik olsun diye verdiği paralar, patronların anlaştığı emeklilik şirketine yatırılıyor.
Devlet bugüne değin bireysel emeklilik şirketlerine 12 milyar 400 milyon lira vermiş. Şirketler bu paraları faiz ödemeksizin onlarca yıl kullanacak. Sonrasını sormayın; kim öle kim kala.
Bu kadar özendirici kullanıyorlar ama yine de beklediklerini bulamadılar. Yaklaşık 7 milyon katılımcı düşünmüşlerdi; yarısına yaklaşabildiler. Herkes akılsız değil. Aylıklardan kesilen 50-100 liralarla emeklilikte refahlarını sürdürebilecekleri düzeyde gelir verilemeyeceğini biliyorlar. AKP çaresiz direniyor. Yeni bir yasa hazırlıkları olduğunu duyuyoruz; “pişman katılımcıyı” sisteme kazandıracaklarmış. Türkiye Sigorta Birliği Başkan yardımcısı BES’ten kaçış yok, yapmadan olmaz. Başka nerede para biriktireceğiz?” diye bir soru sordu. AKP, bu ve benzeri soruları yanıtlamak ve gereğini yapmak zorunda.
Kıdem Tazminatı Fonu, patronların en az 42 yıl süren bir rüyası… Bir türlü çıkarmayı başaramadılar.
Fon kurulması, yasalara ilk kez MC döneminde girdi. İş Yasasına 4.7.1975 tarihinde eklenen bir madde ile kıdem tazminatı fonu kurulması için bir yasa çıkarılması öngörülüyordu. Çıkaramadılar.
2002 yılına değin, çok tartışıldı ama kimse yasal sonuçları olacak girişimde bulunmadı. DSP koalisyonunun sonlarına doğru 2002 yılında 4857 sayılı İş Yasası görüşülürken, iş hukukunda öne çıkmış kişilerden bilim kurulu oluşturuldu. Kurul, bir tasarı hazırladı ancak uzlaşma sağlanamadığı için yasa çıkarılamadı. İş Yasasının daha fazla gecikmemesi için, 1475 sayılı eski İş Yasasının Kıdem Tazminatının düzenlendiği 14. Maddesinin yürürlükte bırakarak geçici bir çözüm getirdiler.
2004 yılında toplanan çalışma Meclisi’nin en tartışmalı konusu kıdem tazminatı oldu. Yine uzlaşılamadı.
AKP, her zaman dilediği yasayı çıkarabilecek çoğunluğu elinde tuttu. Son yıllarda, giderek daha radikal, daha yıkıcı yasalar çıkarıyor, ancak kıdem tazminatı fonunu nedense gündeme getirmiyor. Patronların kulüplerinden de uzlaşı olmadan çıkarılmaması doğrultusunda öğütler geliyor. Neden bu konuda uzlaşı arandığını anlamak kolay değil. Belki de bilemeyeceğimiz, daha derinlerde başka nedenleri vardır.
***
Yukarıda yaklaşık 15 milyon çalışanın aylık gelirlerinden fon/sigorta gibi adlarla paralar kesilip patronlara aktarılmasından söz ettim.
Şimdi de emek sömürüsünün bir başka boyutuna bakalım.
Özellikle AKP döneminde çıkarılmış bütün YPK kararlarında, 5 Yıllık Kalkınma Planlarında, Orta Vadeli Planlarda, istihdam stratejisi metinlerinde şu sözler dikkat çeker: İş gücü piyasası esnekleştirilecek, yatırımcıların üzerindeki iş gücü maliyetleri azaltılacak.
Bunların çoğunu gerçekleştirdiler.
2016 yılında 6663 sayılı Yasayla, gerekçesindeki anlatımla, “çalışma hayatına güvenceli esneklik sağlayacak düzenlemeler yapıldı” aynı yıl çıkarılan bir başka yasayla, özel istihdam bürolarına geçici işçi sözleşmesi yapma yetkisi tanındı. 2017 yılında çıkarılan 7033 sayılı Yasayla 50’den az işçi çalıştırılan iş yerlerinde iş güvenliği uzmanı ile iş yeri hekimi istihdam etme zorunluluğu 2020 yılına ertelendi. Şu günlerde Mecliste görüşülmeye başlanan 130 maddelik torba yasada 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasasındaki iş güvenliği raporu hazırlanıp Bakanlığa sunulmadıkça iş yeri çalışmaya açılamaz kuralının değiştirilmesi öngörülüyor.
Mecliste TTK ile ilgili düzenlemede küçük bir değişiklik yapıldıysa da TTK ile TKİ maden ocaklarının özelleştirilmesinin yolunu açacak düzenlemeler, torba tasarıda aynen duruyor. Bu arada postalar halinde çalışma yönetmeliği değiştirildi; turizm, sağlık, özel güvenlik hizmetlerinde çalışma süresi 12 saate çıkarıldı. Fazla Çalışma yönetmeliği değiştirildi işçiden her yıl yazılı onay alınması kuralı kaldırıldı.
Arabuluculuk dayatmasıyla yazıya başlamıştım, yine onunla bitireyim... İş Mahkemeleri Yasası Mecliste görüşülürken AKP’li Ali Özkaya tasarıyı şu sözlerle savundu: “Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’inde ‘sulh daima hayırlıdır’ diyor.”
Böyle bir durumdayız.
Kadir Sev / SOL