Bir Meşruiyet Krizi
2017’nin dünya ekonomisi için “iyi” bir yıl olduğu söyleniyor. Uzmanlar, uluslararası kuruluşlar bu yıla da pembe gözlüklerle bakmaktadır. Ne var ki, çok daha ciddi bir sorun aşılmamıştır: Kapitalist sistem, ekonomik kökenleri olan bir meşruiyet bunalımından geçmektedir.
Geçen hafta bu bunalımın arka planına değindim. Kısaca tekrarlayayım: Neoliberal dönüşüm iflas etmiş; bir meşruiyet bunalımına yol açmıştır. Dönüşüm, aslında, uluslararası sermayenin kapsamlı bir saldırısıydı, ama “cennetin anahtarlarını sunan bir küreselleşme programı” olarak tanıtıldı. Tüm ülkelerde refahın yükseleceği; geri kalmışlığın tarihe karışacağı vaat ediliyordu.
Ne var ki, sonuçlar beklentilere uymadı. Tam tersine, 1945 sonrasında tarihe karıştığı sanılan krizler yeni biçimlerde patlak verdi. Sınıf mücadeleleri sonunda kazanılmış olan sosyal haklar geriledi. Eşitsizlikler derinleşti; emeğin payı her yerde düştü.
Emperyalizmin ekonomik ve sömürgen boyutlarına “rejim değiştirme” programları eklendi; ABD emperyalizmi saldırganlaştı. Batılı müttefikleriyle birlikte el attığı tüm coğrafyalara kan, yıkım getirdi.
Asya, neoliberalizme tam teslim olmayı reddetmişti. Yirmi yıl sonunda direnmeler baş verdi. İlk tepkiler Latin Amerika’da başladı. Kıta’nın geleneksel sol akımları canlandı; yer yer iktidarlara geldi.
Batı kapitalizminde ise emekçilerin tepkileri gecikti. Reel sosyalizmin çöküşü ve sosyal demokrasinin sermayeye teslimiyeti muhalefet potansiyelini felce uğratmıştı.
Ne var ki, Batı’yı 2007’de sarsan bunalım güçlü bir uyarıcı oldu. Kapitalizmin çürümüşlüğü, parazit niteliği, devlet aygıtlarındaki yoğun yozlaşma hızla ortaya çıktı. Siyasi iktidarlar, krizi finans kapitalin talepleri doğrultusunda yöneltti; bunalımın maliyetini tümüyle halk sınıflarına yıktı.
Her şey açığa çıkmıştı. Halk sınıfları saflarında “başka seçenek yok” sloganı geçersizleşti; onun yerine, “bu sistem iflah olmaz” algılaması Güney’den Batı’ya taşındı; yaygınlaştı.
Neoliberal dönemde kapitalizme istikrar sağlayan merkez siyaset dağıldı. Temsilî demokrasi gerektiğinde askıya alındı; “seçilmiş” İtalya ve Yunanistan başbakanları “azledildi”; yerlerine teknokratlar atandı.
Sonuç, kapitalizmin meşruiyet bunalımıdır.
Bir Yol Ayrımı: Sağ ve Sol
Bugünkü durumun sürdürülmesi mümkün görülmüyor. Kapitalizmin, yıkarken aynı zamanda inşa etme yeteneği kaybolmuştur. Bugün sadece yıkıcıdır.
Kapitalist sistem, tarihi boyunca düzen karşıtı toplumsal ve siyasal güçlerle uzlaşmış; bu sayede yenilenebilmiş; dinamizmini koruyabilmişti. Bu esnekliği artık yoktur. Son tarihsel deneyim, belki de, 1980 öncesinin Altın Çağı idi. Sistemin kumanda merkezleri, bugün, “ya hep ya hiç” dünyasındadır. Düzen karşıtı muhalefete yer yoktur; bunlarla uzlaşma “sistemin sonu” olarak görülmektedir.
Kapitalizm, bu özellikleriyle bana Haiti folklorunun “Zombi”sini hatırlatıyor: Bu yaratık ölmüştür; ancak öldüğünün farkında değildir; bu yüzden de canlıları kendisine benzetmek istemektedir. Ya çevresini “Zombi”leştirerek hayatı yok edecektir. Ya da hayat muzaffer olacaktır.
Bu benzetme galiba geçerlidir. Meşruiyet bunalımı varsa, eleştirel algılama, muhalefet, yani hayat vardır. Kapitalizm bu muhalefetle uzlaşmayı reddetmektedir. Dolayısıyla düzen olduğu gibi devam edemeyecektir. Sağa ve sola uzanan bir yol ayrımındayız.
Sağ güzergâh, bugünkü egemen güçlerin yol haritasıdır: Var olan hayatiyet (muhalefet) öğeleri tümüyle yok edilecek; Zombi’leşmiş bir dünya oluşacaktır.
Eşitsizlik, adaletsizlik derinleşmekle kalmayacak; olağanlaşacaktır. Yarışmacı tüketim tutkusu dışında her türlü dinamizm, yenileşme yok olacaktır.
Aydınlanmanın mirası olan güzelliklerin, eleştirel düşüncenin tarihe karıştığı bir gelecek… Egemen güçler tarafından “vekâlet savaşları” içinde birbirini yok etmeye zorlanan gariban, mazlum toplumlar… Batı’da ırkçı, Doğu’da ve Güney’de dinci (İslamcı / Hindu/ Protestan), gerektiğinde askerî neo-faşizmler…
Sol güzergâh ise tarih boyunca insanlığın, sınıfsız, eşitlikçi, âdil toplum arayışlarını bugüne taşıyacaktır. Tarihsel anarşizmin, komünizmin, sosyalizmin devrimci ve reformist kanatlarının mirasçıları, uzantıları buradadır. Neoliberalizmin sahteliğini; kimlere hizmet ettiğini kavrayan tüm “yeni sol akımlar” da aynı safta yer alır. “Mazlum” Üçüncü Dünya halklarının siyasî-ekonomik bağımsızlık mücadelelerinin bugünkü temsilcilerini; kapitalizmin ve emperyalizmin ezdiği, savurduğu “dışlanmışları”, göçmenleri temsil eden akımların doğal güzergâhı da soldadır.
Geleneksel reform / devrim ayrımı, bugünün sol güzergâhında geçmişteki kadar önemli olmayabilir. Yetmiş yıl önce Avrupa’da veya Üçüncü Dünya’da “ılımlı” sayılan dönüşümler, günümüz kapitalizmi açısından yıkıcı programlardır. Belki gerçekten de öyledir. Sol akımlar, eski çekişmeleri gereksiz görebilirler.
Otuz yıl boyunca kapitalizmin ve emperyalizmin suç ortaklığını üstlenmiş olan liberalizmin, onunla bütünleşmiş sosyal demokrasinin geleceği yoktur; şimdiden tasfiyeye uğramaktadır.
2017’deki gelişmelere de Dünya Sağı / Dünya Solu ayrımı içinde göz atalım.
2017’de Dünya Sağı
Latin Amerika solunu çökertme ve pembe / kırmızı rejimlere son verme operasyonları 2017’de de sürdü. Senaryo aynıdır: Emekçi sınıflar içine nifak sokulmalı; küçük burjuvazi, beyaz yakalı emekçiler, “orta sınıflar”, halk sınıflarına karşı kışkırtılmalı; sol iktidarlara karşı ortak bir cephe oluşturulmalı. Uygun bir konjonktürde finans kapital (“finansal piyasalar”) saldırıya geçmeli; yapay bir kriz yaratılmalı. ABD’nin ekonomik, siyasî yaptırımları ve askerî müdahale yedektedir.
Bu senaryo 2017’de Honduras’ta uygulandı. Başkanlık seçimini sol ittifakın adayı kazandı; ama Yüksek Seçim Kurulu sekiz yıl önceki darbe rejiminin temsilcisi Başkan Hernandez’i galip ilan etti. Kalkışmalar silahlı kuvvetler tarafından bastırıldı. BM Genel Kurulu’nda ABD’yi suçlayan Kudüs karar tasarısına karşı oy kullanan dokuz ülkeden biri de Honduras oldu.
Senaryonun “yumuşak” bir türü Şili’de uygulandı. Şili burjuvazisi ve finans çevreleri, Başkan Bachelet’nin ılımlı sol programını, uygulamalarını tasfiye etmeyi kararlaştırdı; milyarder Pinera’nın katı sağ programını destekledi. Sol ittifak dağıldı; Pinera’nın Başkanlığa seçilmesi sağlandı.
Batı dünyasına göz atalım. ABD’de bir neo-faşist ittifak fiilen iktidardadır. Irkçı kanadı Trump, emperyalizmin saldırgan kanadını İsrail lobisi ile generaller (“neo-con ittifak”) temsil etmektedir. Yeni Başkan dış politikada derin devletin sağ kanadıyla uzlaşmış; Rusya fobisinin tutsağı olan ABD liberallerinin de desteğini almıştır. Vergi reformundan fazlasıyla kazançlı çıkan dev şirketler ile Trump arasında uyum büyük ölçüde sağlanmıştır.
Avrupa’da merkez siyaset, neo-faşizme iktidar kapısını aralayarak gerilemektedir. Avusturya’da 2017’de kurulan Merkez-Sağ / neo-faşist (Halk Partisi / Özgürlük Partisi) koalisyonu AB kurumlarınca sineye çekilmektedir. Britanya’da May hükümeti, fiilen aşırı sağ bir koalisyondur. Ukrayna, Baltık ülkeleri, Polonya, Macaristan ise ırkçı, anti-komünist, neo-faşist özellikleri ağır basan partiler tarafından yönetilmektedir.
Orta Doğu’da emperyalizm, ABD-İsrail-Suudi ittifakı içinde yıkıcı etkilerini sürdürmektedir. İran “çökertilecek devletler” listesinde yer almaktadır. Asya’da Hindu yobazlığını temsil eden BJP (Modi) iktidarına, Çin’in yükselmesini frenleyecek bir rol biçilmektedir.
2017’de Dünya Solu
Latin Amerika’dan Dünya Solu için iyi haberler de var: Ekvator’da Başkanlık seçimini solcu aday Lenin Moreno kazandı; finans kapitalin gözdesi banker Lasso yenik düştü. Ancak, seçim sonrasında yeni ve eski başkan (Correa) arasında sert bir ayrışma patlak verdi. Bolivya’da Yüksek mahkeme Morales’in bir sonraki seçimlerde de Başkanlık adayı olabileceğini kararlaştırdı. Meksika’da bu yılın Başkanlık seçimi anketlerinde solcu aday Obrador, açık farkla öndeymiş.
Venezuela’da, sert sınıf mücadeleleri ülkeyi iç savaş sınırlarına getirdi; ama ABD destekli bir askerî darbe gerçekleştirilemedi. Ağır kriz ortamına rağmen yerel seçimlerinden Venezuela Birleşik Sosyalist Parti adayları galip çıktı. Ne var ki, ekonomik bunalım çok ağırdır ve dış borç krizi gündemdedir.
Brezilya’da bu yıl yapılacak Başkanlık seçimlerinin eski Başkan Lula tarafından kazanılması öngörülüyor. Bu sonuç, 2015 sonrasında sivil bir darbeyle Rousseff’i iktidardan uzaklaştıran sert sınıf mücadelesinden burjuvazi-emperyalizm ittifakının yenik çıkması anlamına gelir. Böyle olsa da Brezilya solunu güç günler bekleyecektir.
Avrupa’da Dünya Solu’nun yükselmesini 2017’de İngiliz İşçi Partisi temsil etti. Parlamento seçimlerinde Corbyn, geleneksel İngiliz sosyalizminin ekonomik ve sosyal programını sahiplendi. Brexit’i tetikleyen göçmen işçiler sorununun Batı emperyalizminin tahripkâr politikalarından kaynaklandığını vurguladı. Bu “aykırı” tutumu sayesinde partisinin oylarını artırdı; Muhafazakâr Parti’yi parlamento azınlığına mahkûm etti. İlk seçimlerde iktidar olması beklenmektedir.
Asya’daki komünist parti iktidarlarına Nepal katılmaktadır. Üç komünist partisinden oluşan Sol Birlik, Aralık 2017 seçimlerinde 275 milletvekilinden 174’ünü kazandı. Marksist-Leninist Birleşik K.P. lideri Şarma Oli’nin bu ay içinde yeni hükümeti kurması bekleniyor.
Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP’nin) 19. Kongresi Ekim 2017’de toplandı. Kongre, “Çin’e özgü sosyalizm” yolunun bu yüzyıl içinde de izleneceğini kararlaştırdı; Çin Halk Cumhuriyeti’nin yüzüncü yıldönümü (2049) için “müreffeh, güçlü, demokratik, kültürel olarak ilerlemiş, ahenkli bir modern sosyalist toplum inşası” hedefini belirledi. Uzun yıllardan beri ilk defa ÇKP’nin belirlediği güzergâhın “diğer ülkelere de örnek olabileceği” belirtildi.
ÇKP, dinamik bir kapitalizmi yöneterek otuz küsur yıl sonra “modern bir sosyalist toplum” inşa edebilir mi? Yaşayanlar görecek. Ben ise, bu süper gücü yöneten Parti’nin “sosyalizm” hedefini (“lafzen” dahi olsa) ısrarla korumasını, Dünya Solu için bir kazanç olarak görüyorum.
Demek oluyor ki, Çin ve dünya halkları için sosyalizm, hâlâ umulan, beklenen, mümkün bir gelecektir.
Korkut Boratav / SOL