Afrin meselesi, siyasi gündemi neredeyse tamamen ele geçirmiş durumda. İktidar partilerinin yöneticileri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hemen her fırsatta ve her yerde bu konuda konuşuyor.
Meselenin “iç siyaset malzemesi yapılmaması” isteği, “sadece benim söylediklerim ve uyumlu olanlar dinlensin” şeklinde uygulanıyor. “Afrin turnusolunda” aynı rengi tutturmaya çalışanlar bile suçlamalardan kurtulamıyor.
İki önemli muhalefet partisinin kongre süreci de bu iklimin etkisinde kaldı. CHP kurultayı, öncesi ve sonuçlarıyla iktidar çevrelerince bu gündemle ilişkilendirilerek ele alındı. Şimdi de HDP kurultayı öncesinde, bu parti mensup ve yöneticilerine yönelik gözaltı dalgalarıyla sertleşme (kriminalize etme) devam ettiriliyor. Afrin gündemi, “ayrımların olmadığı bir birlik” halinin değil kutuplaştırmanın yeni bir evresi olarak karşımızda.
“Kutuplaştırmanın” tırmandırılması, her zaman olduğu gibi yakın vadedeki siyasal kazanç beklentisiyle ilgili görünüyor. Geçen günlerde iki önemli araştırma açıklandı. Kadir Has Üniversitesi Türkiye Çalışmaları Merkezi’nin Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler araştırması ile Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Merkezi’nin Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları Araştırması. İki çalışmada da, siyasal kutuplaşmanın arttığı ve sertleştiğine dair önemli veriler var. Bilgi Üniversitesi’nin araştırmasında kendisine en uzak parti mensuplarıyla komşu olmak istemeyenlerin oranı yüzde 70 civarında. Kadir Has Üniversitesi’nin araştırmasında ise, “farklı siyasi fikirdekilere” tahammül konusunda daha “yumuşak” bir tablo var:
“Ötekilerden” komşu istemeyeceğini söyleyenler yüzde 18 seviyesinde görünüyor. Bu iki araştırma arasındaki fark, kabul edilebilir sapma sınırlarının çok ötesinde. Ama meseleye, iki araştırmanın soru biçimlerindeki fark açısından bakılınca belki daha anlaşılır bir açıklama bulunabilir: Soyut biçimde ifade edilen “farklı fikre tahammül” ile somut bir siyasi partiye alerji konusunda tepkiler değişiyor. Buna, kutuplaşma, kutuplaştırma farkı da diyebiliriz. Boğaziçi Üniversitesi’nde geçen yıl yapılan Siyasal Değerler Araştırması’nın sonuçlarını medyascopetv’de değerlendiren Prof. Hakan Yılmaz, Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’ya atıfla, “kutuplaşma” yerine “kutuplaştırma” teriminin kullanılması gerektiğini söylüyordu:
“Siyasi alan içerisindeki aktörlerin siyasete ilişkin kurguları ve söylemleri kutuplaştırıcı olabilir. Ama bu, toplumun tam onların istediği ölçüde kutuplaştığı anlamına gelmez”. İnsanların birbirinin boğazına sarılmaması açısından, iyi ki böyle. Ama işin diğer tarafında, “kutuplaştırmanın” siyasilere sağladığı kolaylıklar ve avantajlara bakınca durum parlak görünmüyor.
Bilgi Üniversitesi’nin “Kutuplaşma” araştırmasını yürütenlerden Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci, İrfan Aktan’la gazete duvar’daki söyleşisinde; “Giderek farklı gerçeklikler içinde yaşamaya, dahası ‘olgu’ları kaybetmeye başlıyoruz. İzlediğimiz TV kanalına veya takip ettiğimiz gazeteye bağlı olarak apayrı Türkiye’ler görüyoruz” diyor. Dolayısıyla, “durumu korumak” üzerine siyaset yapanlar için kutuplaştırma, “körleştirme” etkisi için hâlâ büyük avantaj. Kutuplaştırma siyasetinin iyice belirginleştiği son yıllardaki ciddi siyasi araştırmaların hepsinde oy verme davranışındaki “katılığın” giderek büyüdüğü ve yerleşikleştiği görülüyor.
AKP’ye kesinlikle oy vermeyeceğini söyleyenler artarak yüzde 25-30, CHP’ye asla oy vermeyeceğini söyleyenler ise yüzde 35-40 seviyesine tırmanmış durumda. Bu oran HDP’de yüzde 60, İYİ Parti’de yüzde 40, MHP’de yüzde 35’ler civarında.
Seçmenin neredeyse üçte ikisi “asla gitmeyeceği yer” konusunda çok emin. Kutuplaştırma siyaseti ile bu “direnç” seviyeleri korunabildiği sürece mevcut durumda önemli değişiklikler olmuyor. Bildik yollar, alışılmış söylemler, kolay yöntemler hep aynı sonucu veriyor.
Kimse “siyasete açık duran” üçte birlik seçmen oranını büyütmek için elini taşın altına sokmuyor. “Kendini beğendirmek”, suçlamalardan sakınmak için yapılan söylem ve aktör makyajları da sonuç vermiyor.
Afrin gündemi de, “kutuplaştırma” siyasetinin yeni bir tuzağı olma yolunda ilerliyor. Bunu değiştirebilecek cesaret, söz ve eylem için ise ciddi bir potansiyel mevcut.
Kemal Can / CUMHURİYET