Gazetecilik, kerameti kendinden menkul sosyal medya uzmanlığının aksine, kadim bir meslektir. Enformasyonu gazeteciler üretir. Dolayısıyla gazeteci yoksa enformasyon da yoktur. Ancak, pek çok ülkede, toplam entelektüel kadro ve mesleklerin içinde gazetecilerin payı 1950’lerden bu yana sürekli düşüyor.
Medya ve gazetecilikteki kriz derinleşiyor… Sadece Türkiye’de değil, başta Amerika, İngiltere ve Fransa olmak üzere köklü gazetecilik geçmişleri ve gelenekleri olan tüm ülkelerde medya kuruluşları ciddi sıkıntılar yaşıyor. Mesela, dünyanın en büyük gazetelerinden biri olan The New York Times borsada büyük kayıplar yaşadıktan sonra S&P 500 listesinden düşmüş ve iflasın eşiğine gelmişti. The Washington Post ise ancak yeni zengin Jeff Bezos tarafından satın alınarak kapanmaktan kurtulmuştu.
Öte yandan haberleri vatandaşlara ulaştırmanın maliyeti artık sıfıra yakındır. Haber, girildikten sonra iktisadî açıdan “kamusal mal” haline gelir. Yani ne bireylerin haber tüketimi başkalarının tüketimini azaltır ne de kimse haberleri okumaktan mahrum edilebilir.
Haber ve yorum yazıları artık bir tık mesafede olduğu için gazete tirajları, dolayısıyla satış hasılatları, hızla düşüyor. Tirajlar düşünce reklam gelirleri de düşüyor. Okuyucu aynı habere ücretsiz bir şekilde kolayca ulaşabildiğinden online abonelik modeli işe yaramıyor. Amerika’da NYT, İngiltere’de The Guardian ve bizde Cumhuriyet bunun için çok uğraştı ancak hiçbiri online abonelik modelini oturtamadı.
Gazeteler azalan satış ve reklam gelirlerini internet sayfalarına aldıkları tık sayısını arttırarak telafi etmeye çalışıyorlar. Fakat bunun da, özellikle büyük gazeteler için, pek işe yaradığı söylenemez. Zira, toplamda, gazetelerin online’dan elde ettiği gelirler basılıdan kaybettikleri gelirlerin onda birini dahi karşılamıyor. Çünkü dijital reklamlar etkisiz. Mesela banner reklamlara tıklama oranı on binde dört; bunların yarısı da yanlışlıkla yapılan tıklamalar. Hâl böyle olunca büyük firmalar etkisiz ve kalitesiz dijital reklamlara büyük paralar harcamak istemiyorlar.
İnsanlar internet gazetelerini, pazar kahvaltısında oturup basılı bir gazeteyi yarım saat sayfa sayfa okudukları gibi okumuyorlar. Genelde sosyal medyada önlerine gelen ilgi çekici bir haberin linkine tıklayıp gazetenin internet sitesinde 3-4 dakika geçirip siteyi kapatıyorlar. Hatta (eskiden) zaman tüneline düşen paylaşımlarda haberin başlığı ve spotu zaten haberin içeriğini yansıttığı için bir sürü insan linke dahi tıklamıyor(du). Bu yüzden de, Posta’yı Takvim’i zaten geçtim, sol kanatta yer alan saygın gazeteler bile artık tık tuzağı-olta başlık (İşte erken seçim tarihi!!) denilen manipülasyona başvuruyorlar. Her ne kadar son zamanlarda, “Saved You a Click” ve “Spoiler Haber” gibi, tuzaklı haberlerin içeriklerini başlığa taşıyan Twitter hesapları çıksa da maalesef, malûm sebeplerden ötürü, yeteri kadar popüler olmayı başaramadılar.
Medya ve gazetecilikteki kriz derinleşiyor… Sadece Türkiye’de değil, başta Amerika, İngiltere ve Fransa olmak üzere köklü gazetecilik geçmişleri ve gelenekleri olan tüm ülkelerde medya kuruluşları ciddi sıkıntılar yaşıyor. Mesela, dünyanın en büyük gazetelerinden biri olan The New York Times borsada büyük kayıplar yaşadıktan sonra S&P 500 listesinden düşmüş ve iflasın eşiğine gelmişti. The Washington Post ise ancak yeni zengin Jeff Bezos tarafından satın alınarak kapanmaktan kurtulmuştu.
Çok açık ki bu krizin temel ekonomik sebebi sürekli değişen iletişim teknolojisinin gazete ve dergilerin gelirlerini düşürmesi. Fakat sanılmasın ki bu internet yüzünden oldu. Çünkü gazetelerin reklam gelirlerinin GSYH içindeki payı, ABD örneğinde, 1956 senesinden beri sürekli düşüyor. Diyeceğim, bu yeni bir durum değil. Önce radyo, sonra televizyon, sonra da internet… Yaratıcı yıkım her zaman kendinden önceki teknolojileri eskitir.
Ekonomik dinamikler ve dijitalleşen reklamlar
Haber üretmenin “sabit” maliyeti aslında oldukça yüksektir. Çok sayıda gazetenin, gündelik ve jenerik haberleri farklı muhabirlerle ayrı ayrı toplaması iktisadî açıdan verimsiz olduğundan Associated Press, Reuters, DHA ve benzeri haber ajansları kurulmuştur. Böylece gazeteler kaynaklarını gündelik olayların dışındaki önemli haberlerin üretimi için kullanabilirler. Fakat bu bir ekip ve bütçe işidir. Mesela, bol ödüllü Spotlight filmine konu olan, Amerika’nın Boston eyaletindeki Katolik Kilisesi rahiplerinin cinsel istismarlarını aydınlatmak için Boston Globe muhabirleri sekiz aylık bir çalışma yapmış ve yargı masrafları hariç, gazetenin kasasından bir milyon dolardan fazla para harcamışlardı.
Haber üretmenin “sabit” maliyeti aslında oldukça yüksektir. Çok sayıda gazetenin, gündelik ve jenerik haberleri farklı muhabirlerle ayrı ayrı toplaması iktisadî açıdan verimsiz olduğundan Associated Press, Reuters, DHA ve benzeri haber ajansları kurulmuştur. Böylece gazeteler kaynaklarını gündelik olayların dışındaki önemli haberlerin üretimi için kullanabilirler. Fakat bu bir ekip ve bütçe işidir. Mesela, bol ödüllü Spotlight filmine konu olan, Amerika’nın Boston eyaletindeki Katolik Kilisesi rahiplerinin cinsel istismarlarını aydınlatmak için Boston Globe muhabirleri sekiz aylık bir çalışma yapmış ve yargı masrafları hariç, gazetenin kasasından bir milyon dolardan fazla para harcamışlardı.
Öte yandan haberleri vatandaşlara ulaştırmanın maliyeti artık sıfıra yakındır. Haber, girildikten sonra iktisadî açıdan “kamusal mal” haline gelir. Yani ne bireylerin haber tüketimi başkalarının tüketimini azaltır ne de kimse haberleri okumaktan mahrum edilebilir.
Haber ve yorum yazıları artık bir tık mesafede olduğu için gazete tirajları, dolayısıyla satış hasılatları, hızla düşüyor. Tirajlar düşünce reklam gelirleri de düşüyor. Okuyucu aynı habere ücretsiz bir şekilde kolayca ulaşabildiğinden online abonelik modeli işe yaramıyor. Amerika’da NYT, İngiltere’de The Guardian ve bizde Cumhuriyet bunun için çok uğraştı ancak hiçbiri online abonelik modelini oturtamadı.
Gazeteler azalan satış ve reklam gelirlerini internet sayfalarına aldıkları tık sayısını arttırarak telafi etmeye çalışıyorlar. Fakat bunun da, özellikle büyük gazeteler için, pek işe yaradığı söylenemez. Zira, toplamda, gazetelerin online’dan elde ettiği gelirler basılıdan kaybettikleri gelirlerin onda birini dahi karşılamıyor. Çünkü dijital reklamlar etkisiz. Mesela banner reklamlara tıklama oranı on binde dört; bunların yarısı da yanlışlıkla yapılan tıklamalar. Hâl böyle olunca büyük firmalar etkisiz ve kalitesiz dijital reklamlara büyük paralar harcamak istemiyorlar.
İnsanlar internet gazetelerini, pazar kahvaltısında oturup basılı bir gazeteyi yarım saat sayfa sayfa okudukları gibi okumuyorlar. Genelde sosyal medyada önlerine gelen ilgi çekici bir haberin linkine tıklayıp gazetenin internet sitesinde 3-4 dakika geçirip siteyi kapatıyorlar. Hatta (eskiden) zaman tüneline düşen paylaşımlarda haberin başlığı ve spotu zaten haberin içeriğini yansıttığı için bir sürü insan linke dahi tıklamıyor(du). Bu yüzden de, Posta’yı Takvim’i zaten geçtim, sol kanatta yer alan saygın gazeteler bile artık tık tuzağı-olta başlık (İşte erken seçim tarihi!!) denilen manipülasyona başvuruyorlar. Her ne kadar son zamanlarda, “Saved You a Click” ve “Spoiler Haber” gibi, tuzaklı haberlerin içeriklerini başlığa taşıyan Twitter hesapları çıksa da maalesef, malûm sebeplerden ötürü, yeteri kadar popüler olmayı başaramadılar.
Medya patronluğuna 1979 senesinde Milliyet’i satın alarak başlayan Aydın Doğan, 2000’li yılların ortalarında Türkiye’deki basılı, görsel ve işitsel medyanın yüzde ellisinden fazlasını kontrol eder durumdaydı. Doğan Medya Grubu’nun Demirören’e satışıyla birlikte havuz medyası gazetelerinin, tek isim altında olmasa da, toplam tiraj içerisindeki payı bugün yüzde 90’a ulaştı.
Biz reklamdan kaçtıkça sistem markaları gözümüze sokmak için yeni yollar buluyor. İnternet reklamlarının çoğu kalitesiz (etkisiz) olduğundan artık ajanslar giderek artan şekilde native advertising’e yöneliyorlar. Özellikle Kafa, Deve, Ot, Mot gibi dergilerde haber, yorum, karikatür gibi gözüken ama aslında ajanslar tarafından yazılmış reklam içerikli metinlere çok sık rastlanıyor.
İnternetteki reklam pastasını Google ve Facebook yutuyor. Arama ortamı ve haber akışının çok büyük kısmı bu iki şirketin kontrolünde. Parayı verenin sitesi ve paylaşımları üste çıkıyor. Misal, 600 bin beğenisi olan bir Facebook sayfasının paylaşımları, takipçilerin sadece yüzde 10’unun zaman tüneline düşüyor. Hepsine ulaşması için Zuckerberg efendi sizden para istiyor. Twitter, belki henüz doğru dürüst para kazanamadığından, ülkelerle olan siyasi dinamikleri dikkate alıyor. Ama Facebook direkt para odaklı. Zuckerberg’e parayı veren düdüğü çalıyor.
İnternetteki reklam pastasını Google ve Facebook yutuyor. Arama ortamı ve haber akışının çok büyük kısmı bu iki şirketin kontrolünde. Parayı verenin sitesi ve paylaşımları üste çıkıyor. Misal, 600 bin beğenisi olan bir Facebook sayfasının paylaşımları, takipçilerin sadece yüzde 10’unun zaman tüneline düşüyor. Hepsine ulaşması için Zuckerberg efendi sizden para istiyor. Twitter, belki henüz doğru dürüst para kazanamadığından, ülkelerle olan siyasi dinamikleri dikkate alıyor. Ama Facebook direkt para odaklı. Zuckerberg’e parayı veren düdüğü çalıyor.
Gülün adı…
Kimse pazarladığı yoğurda ekşi demeyeceği için Google, Facebook, Instagram, Twitter, Periscope ve Swarm gibi uygulamalar “sosyal medya uzmanları” tarafından yerlere göklere sığdırılamıyor. Ortamlarda “gelecek dijitalde” diye çok klişe bir slogan vardır. Hangi sosyal medyacıya sorsanız size kâğıdın öldüğünü, geleceğin dijitalde olduğunu söyler. Vizyon gibi vizyon!!! Aynı “uzmanlar” bu uygulamalar sayesinde artık herkesin gazeteci olduğunu, böylece haber üretiminin demokratikleştiğini düşünüyorlar. Gönder’e basmak bedava olduğundan, herkes kendi kişisel hesabından haber ve yorum üretip (!!!) paylaşabiliyor.
Fakat bizim tartıştığımız mesele haberin ne tür bir ortamda paylaşıldığı değil, Julia Cage’in “Saving the Media” kitabında anlatmaya çalıştığı gibi, üretilen haberlerin içeriğidir. Dijital teknolojiler ilerlerken, maalesef, enformasyonun kalitesi artmıyor. Aksine, gün boyu haber değeri taşımayan haberlerin akışına maruz kalıyoruz. Ortalık maalesef Buzzfeed, Mashable, Onedio ve Listelist vb. dijital medya sitelerinden geçilmiyor. Bu sitelerin paylaştıkları haber değeri taşımayan haberlerin önemli kısmı native advertising (doğal reklam) kullanıyor.
Ayrıca sosyal medya, tarih boyunca hiç görülmemiş ölçüde bir bilgi kirliği yarattığı için Doğruluk Payı ve teyit.org gibi doğrulama siteleri zarurî bir ihtiyaç haline gelmeye başladı. Doğru ve dürüst haber almanın sıradan insanlar için giderek daha zahmetli bir hâl almaya başlaması kapitalizmin yarattığı teknoloji paradokslarından sadece biri.
Gazetecilik, kerameti kendinden menkul sosyal medya uzmanlığının aksine, kadim bir meslektir. Enformasyonu gazeteciler üretir. Dolayısıyla gazeteci yoksa enformasyon da yoktur. Ancak, pek çok ülkede, toplam entelektüel kadro ve mesleklerin içinde gazetecilerin payı 1950’lerden bu yana sürekli düşüyor. Sistem her şeyin ucuzuna kaçtığı gibi gazeteciliğin de ucuzuna kaçıyor. Gazetecilik ucuzladıkça da enformasyonun kalitesi Onedio seviyesine düşüyor.
Yurttaş Kane’ler…
Haldun Simavi’ye göre en iyi gazeteci, en az kâğıdı en ucuza boyayıp en pahalıya satandı. Yani Simaviler’in çarpık bakış açısına göre “haber alma” bir hak değil bir ayrıcalıktı. Gazeteler de kâr ettikleri oranda başarılıydı. Fakat gazeteciliğin ekonomik kazanç için yapıldığı dönemler geçti. Havuz medyasındaki grupların çoğu gazetecilik faaliyetinden zarar ettiğini söylüyor. Vatandaşların doğru ve dürüst habere ulaşmalarını engelleyip toplumun siyasi yönelimlerini manipüle etmenin karşılığında alacakları ihaleler için bu işe giriyorlar.
Medya patronluğuna 1979 senesinde Milliyet’i satın alarak başlayan Aydın Doğan, 2000’li yılların ortalarında Türkiye’deki basılı, görsel ve işitsel medyanın yüzde ellisinden fazlasını kontrol eder durumdaydı. Doğan Medya Grubu’nun Demirören’e satışıyla birlikte havuz medyası gazetelerinin, tek isim altında olmasa da, toplam tiraj içerisindeki payı bugün yüzde 90’a ulaştı.
Büyük bir medya grubunu, rüşvet veya ihale vermek suretiyle, “satın almak” irili ufaklı 25-30 gazeteyi ayrı ayrı satın almaktan kolay olduğundan medyadaki ekonomik temelli tekelleşme burjuva siyasetinin de işine geliyor.
Bu bağlamda, bugün medyanın yaşadığı bu kriz sadece gazete şirketlerini bağlayan bir kriz değil, haber alma hakkını ve demokrasiyi tehdit eden bir kriz. Medyadaki dijitalleşme ve tekelleşme hem enformasyonun kalitesini düşürüyor hem de otoriter iktidarların tarafından kontrol edilmelerini kolaylaştırıyor.
Sosyal medya bu krizi çözmüyor, aksine, derinleştiriyor. Çok iyi şeylermiş gibi lanse edilen Google, Facebook, Twitter ve Buzzfeed gibi “yeni medya” kuruluşları aslında insanlığı, enformasyonun kilise tekelinde olduğu Orta Çağ karanlığına geri götürüyor. Cambridge Analytica skandalında bu yeni medyanın aslında ne amaçla kullanıldığını gayet iyi gördük.
Kimse pazarladığı yoğurda ekşi demeyeceği için Google, Facebook, Instagram, Twitter, Periscope ve Swarm gibi uygulamalar “sosyal medya uzmanları” tarafından yerlere göklere sığdırılamıyor. Ortamlarda “gelecek dijitalde” diye çok klişe bir slogan vardır. Hangi sosyal medyacıya sorsanız size kâğıdın öldüğünü, geleceğin dijitalde olduğunu söyler. Vizyon gibi vizyon!!! Aynı “uzmanlar” bu uygulamalar sayesinde artık herkesin gazeteci olduğunu, böylece haber üretiminin demokratikleştiğini düşünüyorlar. Gönder’e basmak bedava olduğundan, herkes kendi kişisel hesabından haber ve yorum üretip (!!!) paylaşabiliyor.
Fakat bizim tartıştığımız mesele haberin ne tür bir ortamda paylaşıldığı değil, Julia Cage’in “Saving the Media” kitabında anlatmaya çalıştığı gibi, üretilen haberlerin içeriğidir. Dijital teknolojiler ilerlerken, maalesef, enformasyonun kalitesi artmıyor. Aksine, gün boyu haber değeri taşımayan haberlerin akışına maruz kalıyoruz. Ortalık maalesef Buzzfeed, Mashable, Onedio ve Listelist vb. dijital medya sitelerinden geçilmiyor. Bu sitelerin paylaştıkları haber değeri taşımayan haberlerin önemli kısmı native advertising (doğal reklam) kullanıyor.
Ayrıca sosyal medya, tarih boyunca hiç görülmemiş ölçüde bir bilgi kirliği yarattığı için Doğruluk Payı ve teyit.org gibi doğrulama siteleri zarurî bir ihtiyaç haline gelmeye başladı. Doğru ve dürüst haber almanın sıradan insanlar için giderek daha zahmetli bir hâl almaya başlaması kapitalizmin yarattığı teknoloji paradokslarından sadece biri.
Gazetecilik, kerameti kendinden menkul sosyal medya uzmanlığının aksine, kadim bir meslektir. Enformasyonu gazeteciler üretir. Dolayısıyla gazeteci yoksa enformasyon da yoktur. Ancak, pek çok ülkede, toplam entelektüel kadro ve mesleklerin içinde gazetecilerin payı 1950’lerden bu yana sürekli düşüyor. Sistem her şeyin ucuzuna kaçtığı gibi gazeteciliğin de ucuzuna kaçıyor. Gazetecilik ucuzladıkça da enformasyonun kalitesi Onedio seviyesine düşüyor.
Yurttaş Kane’ler…
Haldun Simavi’ye göre en iyi gazeteci, en az kâğıdı en ucuza boyayıp en pahalıya satandı. Yani Simaviler’in çarpık bakış açısına göre “haber alma” bir hak değil bir ayrıcalıktı. Gazeteler de kâr ettikleri oranda başarılıydı. Fakat gazeteciliğin ekonomik kazanç için yapıldığı dönemler geçti. Havuz medyasındaki grupların çoğu gazetecilik faaliyetinden zarar ettiğini söylüyor. Vatandaşların doğru ve dürüst habere ulaşmalarını engelleyip toplumun siyasi yönelimlerini manipüle etmenin karşılığında alacakları ihaleler için bu işe giriyorlar.
Medya patronluğuna 1979 senesinde Milliyet’i satın alarak başlayan Aydın Doğan, 2000’li yılların ortalarında Türkiye’deki basılı, görsel ve işitsel medyanın yüzde ellisinden fazlasını kontrol eder durumdaydı. Doğan Medya Grubu’nun Demirören’e satışıyla birlikte havuz medyası gazetelerinin, tek isim altında olmasa da, toplam tiraj içerisindeki payı bugün yüzde 90’a ulaştı.
Büyük bir medya grubunu, rüşvet veya ihale vermek suretiyle, “satın almak” irili ufaklı 25-30 gazeteyi ayrı ayrı satın almaktan kolay olduğundan medyadaki ekonomik temelli tekelleşme burjuva siyasetinin de işine geliyor.
Bu bağlamda, bugün medyanın yaşadığı bu kriz sadece gazete şirketlerini bağlayan bir kriz değil, haber alma hakkını ve demokrasiyi tehdit eden bir kriz. Medyadaki dijitalleşme ve tekelleşme hem enformasyonun kalitesini düşürüyor hem de otoriter iktidarların tarafından kontrol edilmelerini kolaylaştırıyor.
Sosyal medya bu krizi çözmüyor, aksine, derinleştiriyor. Çok iyi şeylermiş gibi lanse edilen Google, Facebook, Twitter ve Buzzfeed gibi “yeni medya” kuruluşları aslında insanlığı, enformasyonun kilise tekelinde olduğu Orta Çağ karanlığına geri götürüyor. Cambridge Analytica skandalında bu yeni medyanın aslında ne amaçla kullanıldığını gayet iyi gördük.
Alternatif bir medya yapılanması?
Julia Cage tezinde, vakıf ile anonim şirket arası bir yerde “kâr amacı gütmeyen medya ortaklığı” modelinin sürdürülebilir bir alternatif olduğunu öne sürüyor. Vakıf olmanın avantajı kâr amacı gütmeksizin kaliteli haber üretmek ve devamlılığı olan bir sermaye yapısıdır. Anonim şirket olmanın avantajıysa çeşitlendirilmiş hissedarlık ve demokratik karar alma mekanizmasıdır. Cage’ye göre bu model, Amerika ve İngiltere’deki büyük üniversitelerin ticari faaliyetle kamu hizmetini birleştiren modele yakın bir modeldir.
Medya ortaklığı “crowdfunding” (katılımcı finansman) ile okurlara da yer açmalıdır. Sadece “pamuk eller cebe” demek yetmez. Gazeteye bağış yapan okuyucular karar sürecinde söz sahibi olmalıdır. Böylece haber ve enformasyon sadece onu üretenlerin değil tüketenlerin de sorumluluğunda ve denetiminde olur.
Tabii bunlar etraflıca tartışılması gereken evrensel meseleler. Zaten Türkiye’nin mevcut şartlarında havuz medyasından başka yeni bir medya yapılanması anaakımda pek mümkün değil. Ancak kısa vadede bizim yapmamız gereken bir yandan farklı alternatifleri düşünürken diğer yandan özgür ve patronsuz basından geriye ne kaldıysa fraksiyon ayırt etmeksizin desteklemek.
Julia Cage tezinde, vakıf ile anonim şirket arası bir yerde “kâr amacı gütmeyen medya ortaklığı” modelinin sürdürülebilir bir alternatif olduğunu öne sürüyor. Vakıf olmanın avantajı kâr amacı gütmeksizin kaliteli haber üretmek ve devamlılığı olan bir sermaye yapısıdır. Anonim şirket olmanın avantajıysa çeşitlendirilmiş hissedarlık ve demokratik karar alma mekanizmasıdır. Cage’ye göre bu model, Amerika ve İngiltere’deki büyük üniversitelerin ticari faaliyetle kamu hizmetini birleştiren modele yakın bir modeldir.
Medya ortaklığı “crowdfunding” (katılımcı finansman) ile okurlara da yer açmalıdır. Sadece “pamuk eller cebe” demek yetmez. Gazeteye bağış yapan okuyucular karar sürecinde söz sahibi olmalıdır. Böylece haber ve enformasyon sadece onu üretenlerin değil tüketenlerin de sorumluluğunda ve denetiminde olur.
Tabii bunlar etraflıca tartışılması gereken evrensel meseleler. Zaten Türkiye’nin mevcut şartlarında havuz medyasından başka yeni bir medya yapılanması anaakımda pek mümkün değil. Ancak kısa vadede bizim yapmamız gereken bir yandan farklı alternatifleri düşünürken diğer yandan özgür ve patronsuz basından geriye ne kaldıysa fraksiyon ayırt etmeksizin desteklemek.
Anıl Aba / BİRGÜN