Öncelikle Özdemir İnce’nin ülkemizin ünlü liboşlarının kafa, kavram kargaşaları üzerinden yola çıktığı pazar günkü yazısını atlamışsanız okumanızı öneririm... “Halk-kilise ittifakına dayalı Amerikan sekülerizmi, halkla devletin kiliseye karşı çıktıkları Avrupa aydınlanmacılığı, dini kamusal alanda sınırlayan; birey ve toplumu, anayasa ve yasaları dinin tekçi ve baskıcı şeriatına karşı korumayı amaçlayan Türk laikliği” herkes için yürünülen yolun pusulasının yalın anlaşılabilmesi için hap gibi bir reçete...
Söylem cambazı siyasetçilerin, çağın medya güdüleme gücünü arkalarına almış, sandık gücüyle otoriterleşmeyi seçmiş liderlerinin, ülkelerinde yürürlükteki rejimlerin anayasal hukuk düzenleri ister başkanlık, ister parlamentarizm olsun, otoriter güç kullanma cambazlığında, insan hakları, demokrasi, hukuk devleti düzenlerini tepetaklak ettikleri bir sürecin içindeyiz.
Emperyal güç odaklarının akıl almaz bir çarpıklıkla, giderek daha az, kimlikleri ortaklıkları bile arapsaçı, bilinemeyen çokuluslu tekeller elinde toplanması, silahlı güç, medyatik güdüleme gücünün araçlarının ele geçirilmiş olmalarının karmaşasında... İnsanın, tüm canlıların yaşamlarının sürdürülebilmesi, dünyanın yaşanabilir korunabilmesinde, hak-hukuk, adalet, demokrasinin yaşatılabiliyor olmasında... Tek ayak üzerinden söylenen yalanlarla, yürünmek istenen diktatoryal yolun pusulası arasındaki söylem tuzaklarını görmek yaşamsal önem kazanıyor...
***
Saray’ın pusulası hangisi? Ustalıklı söylemlerde, laf cambazlığında, en çok 16 yıllık İktidarları eliyle gelinmiş dev sorunlar, ekonomik- sosyal-siyasal çıkmazlar, çelişkiler ağında, kimi dersler çıkarılmış olarak, ülke gerçekleri, çıkarları yolunda ortak değerlere doğru atılmakta olunan anlamlı adımlar var mı? Anadolu aydınlanmacılığı, laik Cumhuriyet, Atatürk devrimciliğine düşmanlıktan olsun vazgeçilip tarihimizle barışmak gibi bir yol arayışı söz konusu mu? Anayasal düzen, hak-hukuk-demokrasi, insan haklarını ayaklar altında tutan, dünyada bir benzeri olmayan Tek adam, Saray otoriterliğinin sınır tanımaz icraatları ile, ülkemizdeki yaşamın giderek daha büyük çoğunluk için karabasana dönüşmesinde inadına yürünecek mi?
Saray’ın yüzde doksan beş üstü güdümünde, anaakım, yandaş medyasındaki, olumsuz gelişmelerin giderek daha ağır sansürlendiği haberlerin içinden bile satır araları doğru okunabildiğinde ürkütücü gidişata ilişkin öylesine çarpıcı acı gerçekler ortaya çıkabiliyor ki... Bizim gibi gerçeklere ulaşabilmek için, ulaşabildikleri her türden bilgiye ulaşma çabası içinde olanlar bir yana, en çok da yandaş seçmen çoğunluk üzerindeki medya haberlerine dönük karabasana dönüşmüş duygulara, tepkilere bir göz atmak yeterli.
Halkımızın çoğunluğu anketlere yanıt verirlerken depresyona girmemek ya da daha da karamsar olmamak adına haberleri dinlemediklerini, televizyonları kapatıp tirajları ile de sabit yakınlık duydukları gazeteleri dahi almayıp okumadıklarını söylemiyorlar mı? Trajik olanı en çok da promosyon havalarında bedava dağıtılan yandaş medyanın gazete tomarları, dağıtılan yerlerde paketleri açılmadan, geri dönüşüme postalanmıyorlar mı?
Çoluk çocuk, torun torba sahiplerinin aklı başında olanları, kendilerinin dinlemek gereğini duydukları televizyon haberleri, açık oturumlarından, özenle, öncelikle çocukları uzak tutma çabalarından söz etmiyorlar mı? Büyükleri, kendilerini umutsuzluğa, çaresizliğe sürükleyen haberler, gerçekler, şiddet karşısında, çocukları korumanın tek yolunun onları söz konusu yayınlardan uzak tutmak olduğu bilim insanlarının da birleştikleri tek gerçeklik değil mi?
Çocukların çocuk oyunlarına da sıçramış şiddet karşısında, doğuştan olmayan otizm benzeri hastalıklara yakalanmaları riskleri, birbirleriyle oynayamaz, gülemez, masum çocukluklarını yaşayamaz hallere düşmeleri sorunları, çocuk parkları önünde buluşan ailelerin ortak karabasanı değil mi?
En acısı çoğunluğun, hele de bir avuç vurgun düzeninden pay alabilenler dışında, herkes için geçerli yaşam koşullarının karabasanları, işsizlik, geliri ile geçinemez, işini sürdüremez, yaşam paniğinde, çocuklarını yetiştirebilme çaresizliğinde, öfke, bireysel şiddet patlamasında çocuklarını koruma adına bile çocuklarına da zarar verici rol model konumuna düşmek var ya...
Saray’ın pusulasını içinde bulunduğunuz koşullara da bakarak nasıl okuyabiliyorsunuz? Çocuklarımız için yaratılmış eğitim koşullarını kabul edebiliyor, henüz işsizler ordusunun içine düşmemişseniz dahi, sizin için kaçınılmaz kılınmış çalışma, ücret, yaşam koşullarında yaşayabiliyor musunuz?
Şükran Soner / CUMHURİYET
Söylem cambazı siyasetçilerin, çağın medya güdüleme gücünü arkalarına almış, sandık gücüyle otoriterleşmeyi seçmiş liderlerinin, ülkelerinde yürürlükteki rejimlerin anayasal hukuk düzenleri ister başkanlık, ister parlamentarizm olsun, otoriter güç kullanma cambazlığında, insan hakları, demokrasi, hukuk devleti düzenlerini tepetaklak ettikleri bir sürecin içindeyiz.
Emperyal güç odaklarının akıl almaz bir çarpıklıkla, giderek daha az, kimlikleri ortaklıkları bile arapsaçı, bilinemeyen çokuluslu tekeller elinde toplanması, silahlı güç, medyatik güdüleme gücünün araçlarının ele geçirilmiş olmalarının karmaşasında... İnsanın, tüm canlıların yaşamlarının sürdürülebilmesi, dünyanın yaşanabilir korunabilmesinde, hak-hukuk, adalet, demokrasinin yaşatılabiliyor olmasında... Tek ayak üzerinden söylenen yalanlarla, yürünmek istenen diktatoryal yolun pusulası arasındaki söylem tuzaklarını görmek yaşamsal önem kazanıyor...
Saray’ın yüzde doksan beş üstü güdümünde, anaakım, yandaş medyasındaki, olumsuz gelişmelerin giderek daha ağır sansürlendiği haberlerin içinden bile satır araları doğru okunabildiğinde ürkütücü gidişata ilişkin öylesine çarpıcı acı gerçekler ortaya çıkabiliyor ki... Bizim gibi gerçeklere ulaşabilmek için, ulaşabildikleri her türden bilgiye ulaşma çabası içinde olanlar bir yana, en çok da yandaş seçmen çoğunluk üzerindeki medya haberlerine dönük karabasana dönüşmüş duygulara, tepkilere bir göz atmak yeterli.
Halkımızın çoğunluğu anketlere yanıt verirlerken depresyona girmemek ya da daha da karamsar olmamak adına haberleri dinlemediklerini, televizyonları kapatıp tirajları ile de sabit yakınlık duydukları gazeteleri dahi almayıp okumadıklarını söylemiyorlar mı? Trajik olanı en çok da promosyon havalarında bedava dağıtılan yandaş medyanın gazete tomarları, dağıtılan yerlerde paketleri açılmadan, geri dönüşüme postalanmıyorlar mı?
Çoluk çocuk, torun torba sahiplerinin aklı başında olanları, kendilerinin dinlemek gereğini duydukları televizyon haberleri, açık oturumlarından, özenle, öncelikle çocukları uzak tutma çabalarından söz etmiyorlar mı? Büyükleri, kendilerini umutsuzluğa, çaresizliğe sürükleyen haberler, gerçekler, şiddet karşısında, çocukları korumanın tek yolunun onları söz konusu yayınlardan uzak tutmak olduğu bilim insanlarının da birleştikleri tek gerçeklik değil mi?
Çocukların çocuk oyunlarına da sıçramış şiddet karşısında, doğuştan olmayan otizm benzeri hastalıklara yakalanmaları riskleri, birbirleriyle oynayamaz, gülemez, masum çocukluklarını yaşayamaz hallere düşmeleri sorunları, çocuk parkları önünde buluşan ailelerin ortak karabasanı değil mi?
En acısı çoğunluğun, hele de bir avuç vurgun düzeninden pay alabilenler dışında, herkes için geçerli yaşam koşullarının karabasanları, işsizlik, geliri ile geçinemez, işini sürdüremez, yaşam paniğinde, çocuklarını yetiştirebilme çaresizliğinde, öfke, bireysel şiddet patlamasında çocuklarını koruma adına bile çocuklarına da zarar verici rol model konumuna düşmek var ya...
Saray’ın pusulasını içinde bulunduğunuz koşullara da bakarak nasıl okuyabiliyorsunuz? Çocuklarımız için yaratılmış eğitim koşullarını kabul edebiliyor, henüz işsizler ordusunun içine düşmemişseniz dahi, sizin için kaçınılmaz kılınmış çalışma, ücret, yaşam koşullarında yaşayabiliyor musunuz?