Neo-AKM Saray için 6 parmağında 6 marifet olan 6 parmaklı bir eldir. O şekilde düşünülmüş, tasarlanmıştır.
Ama önce çok kısaca eski AKM:
II. Dünya Savaşı sonrasından günümüze, tüm siyasal gelişmelerden pay alan AKM’nin, temelinin atıldığı 1946 ile açıldığı 1969 arası dönemini, ilginç siyasal öyküsüne rağmen atlayalım. 1969’da ilk siyasal tartışma: İsim. İSTANBUL KÜLTÜR SARAYI adına, Muhsin Ertuğrul, “Saray” sözcüğünün Osmanlıyı çağrıştırdığını söyleyerek itiraz ediyor. Kültür Bakanı Talat Halman da katılınca, adının ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ olarak değiştirilmesine karar veriliyor. Bu sırada bina yanmış. (1970) Opera-Bale ile Tiyatro’nun salon kullanımı konusundaki gerginliği ve gerekli teknik önlemlerin alınmamış olması nedeniyle yanan bina, çok kısa sürede ikinci kez siyasal bir konunun nesnesi haline geliyor: 12 Mart 1971’de başlayan askeri baskı dönemi, yangını, ezmeyi hedeflediği solun üzerine yıkmaya çalışıyor. Dava açılıyor. “Sabotaj Davası” adıyla anılacak mizansen, 12 Mart’ın ağır işkencelerine sahne oluyor.
AKM yeniden açılacağı 1978’den kapatılacağı 2008’e kadar irili ufaklı birçok siyasal olayın öznesi ya da nesnesi olmuştur.
İslamcı iktidar ile her şey değişiyor (2002). Laik cumhuriyete düşmanlıkları, uluslararası neo-liberal dalgaların desteğiyle 1923 Türkiye’sinin kültürel simgelerine de yöneliyor. AKM bunların başında gelenlerden. Osmanlı’nın redd-i mirası üzerine oturan cumhuriyet kültürü, İstanbul’da AKM cüssesiyle, opera-bale, senfoni ve tiyatroyu adeta kutsuyor. Üstelik mimarisi de “sovyetik”. İslamcıların gizli ajandasında binanın mutlaka yıkılacağı yazılı.
Önce arkadaki otopark alanını almaya çalışıyorlar (2003). AKM müdürlüğü direnç gösteriyor. Ardından, yıkıp otel yapma önerisi gündeme geliyor (2005). İlerici kamuoyu hareketleniyor. Saldırı püskürtülüyor. Binanın onarıma gereksinimi var; fırsat bilip, bu kez “restorasyon” önerisiyle ortaya çıkıyorlar. AKM kapatılıyor (2008). Başta Mimarlar Odası, İDOB, DT, İDSO, AKM Müdürlüğü, Kültür Sanat-Sen canhıraş mücadele ediyorlar: Restorasyon adı altında yapılmak istenen değişiklikler cumhuriyetin ruh ve kültürüne aykırı bulunuyor. Konu mahkemelik; dava kazanılıyor (2009). İslamcılar yine fırsatçı; binada yapılması gerekli onarımı savsaklıyorlar. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti toplantıları, kurullar, komiteler, dağıtılan paralar, paralar… Onarım ha başladı, ha başlayacak oyalamaları. İslamcılar top çeviriyorlar. Siyasal güç dengeleri ne yıkmaya izin veriyor, ne de zorunlu onarıma. Ergenekon süreciyle güç kazanmak için zamana ihtiyaçları var. O zamanı kullanacaklar. Çoksesli müzik dünyasının işbirlikçileri yıkılmasından yana, “çok daha güzeli yapılacak” diyorlar. Binanın kurtarılması umudu giderek azalıyor. Gezi, AKM’nin son büyük çığlığı. İslamcıların yıkım öfkesini daha da pekiştiriyor.
Bu arada, islamcı kadro kendi içinde iktidar ve rant kavgasına düşüp, gırtlak gırtlağa geliyor. Dünyada ise, neo-liberal dalga yükselişini tamamlamış, islamcılık gerilemeye başlamıştır.
İşte tam bu sırada AKM kartı yeniden piyasaya sürülüyor. Yine güçlü siyasal simge işleviyle.
6 parmağın 6 marifeti mi demiştik?
1. parmak: Seçim yatırımı
AKM’yi laik cumhuriyetin simgesi olarak algılayıp, yıkmak amacıyla olmadık zorlama ve yöntemlere başvuran islamcı iktidar, 31 Mart 2019 yerel seçimleri öncesinde durumunu sallantıda görünce, laik cumhuriyetçi kesime yaptığı açılımlara AKM’yi hızla yeniden yapmak vaadini eklemek zorunda kalmıştır. Nitekim 10 Şubat 2019’da temel atma töreni yapılmış, on yıldır beklemekten usanıp, “aman bir an önce yapılsın da, nasıl olursa olsun!” yorgunluğu içindeki geniş kitle hazırlanmakta olan tuzağa yeterli dikkati gösterememiş, ama seçim tuzağına da düşmemiştir.
İslamcı iktidar ise, seçimlerde ciddi kilo kaybına uğrayınca, bu binanın ve temsil ettiği kültürün uğursuzluğuna bir kez daha iman edecektir.
Gezi: Eski AKM’nin son çığlığı
Aradan geçen 15 aylık süre, Saray için hiç de hayırlı olmamış, ülkenin yönetilemezliği artmış, ekonomik krizin üzerine bir de virüs krizi eklenince, çember iyice daralmıştır. Her geçen gün aleyhtedir ve erken ya da baskın bir seçimden başka çıkar yol görünmemektedir. Ancak, ona da çok ciddi mühimmat eksiği ile girme riski vardır. İşte, bu mühimmat sandıklarından birinin üzerinde AKM yazıyor. Yeni seçim, yeni AKM.
Gel gör ki, yeni haliyle bile AKM islamcıların kabusu olmaya devam ediyor: 29 Ekim 2020’de hizmete gireceği söylenen yapı, yıl sonuna, “inşallah bir aksilik çıkmazsa”, zar zor yetişecek.
Üstelik yılsonuna yetişse bile, binanın kendi yetişecek, hizmete açılması 2021 içinde olacak, en iyi senaryo, “küçük salon açılır, diğerleri kademeli olarak devreye alınır” şeklinde. Yani, opera beklemeye devam edecek. Bunlar en yetkili ağızdan, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’dan. ( Hafta Sonu, CNN Türk, 10 Mayıs 2020)
Neyse, biber dolması için önce biber gerek, içi sonra da doldurulsa olur, değil mi ya?! Yine de dikkat etmeliler, AKM’nin sağı solu belli olmaz; ne de olsa laik cumhuriyetin ruhu; nişanı bunlara, nikahı muhalefete yaptırma olasılığı pek düşük olmayabilir.
Kısacası, şu ana kadar, AKM’nin “seçim yatırımı” marifetinden umduklarını bulabilmiş değiller.
Her şeye rağmen, erken seçim beklentisine koşut olarak, yandaş medyada Saray’ın kültür politikası ve unsurlarını cilalayan haber ve programların arttığı dikkatlerden kaçmıyor. AKM haberleri de bunlar arasında. En son, AKM kaba inşaatının yüzde 95’inin bittiği haberi, ayrıntılı salon bilgileri eşliğinde yandaş medyaya servis edildi. (AA,23 Mayıs 2020)
2. parmak: Turistik AKM
Bakan Ersoy’un sözü edilen programdaki açıklamalarını dinleyince, kafamız iyice karışıyor. Oysa yalnızca son 15 dakikası kültüre ayrılmış -kalanı turizm sektörü- 58 dakikalık programdaki çanak sorulara verilen yanıtlar, Bakan’ın yaklaşım tarzını gayet anlaşılır ve açık kılacak nitelikte.
Bakan, AKM’nin, Galataport projesinin son durağı olduğunu söylüyor. Meğerse “Galataport’un yaratacağı cazibe merkezini Taksim AKM’ye taşıyacak bir kültür yolu projesi” düşünülmüş ve buna da “Beyoğlu Kültür Yolu Projesi” adı verilmiş. Galata Kulesi’nden başlayıp, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi, Narmanlı Han, Emek Sineması, Atlas Sineması ve Pasajı’ndan geçerek AKM’de sonlanacak bir kültür yolu.
İyi de, AKM opera-bale, klasik konser, tiyatro alanı değil mi? Bunun Galataport’a gelecek “Cross Tour” operatörleri ve yolcularıyla ne ilgisi var? Bir kruvaziyer ile İstanbul’a gelecek turist AKM’de opera ya da tiyatro mu izleyecek? Bizim gibi fanilerin idrakini aşan bir bağlantı mutlaka olmalı, zira bakanımıza “Cross Tour” operatörleri demişler ki, “İstanbul is a destination, Galataport is another destination.” Bakan bunu televizyonda İngilizce söylüyor. Tabii, adamcağızın turizm şirketleri, otelleri var, uluslararası turizm dili konuşuyor, çok doğal. Yani, bu Galataport, İstanbul’dan neredeyse daha önemli, çok özel bir yermiş.
Galataport o denli cazibe merkezi olacak ki, buraya gelen yabancı ve yerli (?) turistler, önce Galata Kulesi’ne çıkacaklar, oradan Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde tiyatro ya da film izleyip, Narmanlı Han’ın AVM’ye dönüşmüş binasından alışveriş yapıp, bir diğer AVM içinde bulunan Emek Sineması’na uğradıktan sonra Atlas Pasajı’ndaki sinema müzesini gezecekler. Eğer tesadüfen bir gala ya da film festivali varsa, (bundan sonra İstanbul’daki tüm film gala ve festivalleri burada yapılacakmış) kırmızı halıdan yürüyerek ona katılıp, ardından da AKM’de opera izlemek suretiyle kültür yolculuklarını tamamlayacaklar.
Bakanın bu fantezisinin turizm sektörü açısından ne kadar gerçekçi olduğu bilinmez ama kültür dünyası açısından -hani bildiğimiz o orta sınıfın opera, bale, tiyatro, konser izleyicisi nezdinde- en hafif sıfat ile “tuhaf” olduğu kesindir.
Ancak, islamcıların parayı saklandığı delikte çok kısa sürede tespit edebilme yetenekleri ile “kamu hizmeti” kavramına uzaklıkları dikkate alındığında, bu işte bir keramet olduğu da düşünülmeli. At binenin, kılıç kuşananın!
Zaten, Bakan’ın ifadesi aynen şöyle:
“Ben şanslı bir bakanım. Sayın Cumhurbaşkanımız beni atadığı ilk gün kültür konusunda çok uzun ve ciddi bir konuşma yaptı, bütün bu hedeflerimi de verdi; tamamlamam gereken projeleri… Sağolsun, her zaman da destek oluyorlar. Hem finansal açıdan bakanlığımızın ihtiyaçlarını karşılıyorlar; hem maddi, hem manevi olarak destek oluyorlar.”
Açık olan mı?
Saray, AKM’yi laik cumhuriyet kültürünün İstanbul’daki ana merkezi olarak değil de, Galataport projesinin bol AVM’li kültür güzergahının bir unsuru olarak değerlendiriyor. Bunun ciddi sonuçları olabilir.
3. parmak: Kültür AVM
İslamcı kadro fıtratı gereği liberal olduğu için AKM’yi bir “kamu hizmeti kurumu” değil, “ticari bir işletme” olarak görmektedir. AKM’nin Galataport ile ilişkilendirilme nedeni budur.
Bu yaklaşımın fiziki, yönetsel ve kültürel sonuçları vardır. İlk ikisine kısaca değinelim:
AKM’nin fiziki yapısı öncelikle salon sayısı, bunların kapasiteleri ve kullanımları ile ilgilidir.
Yola çıkılırken 5 salon yapılacağı bilgisi verilmişti:
2500 kişilik büyük salon, 800 kişilik tiyatro salonu, 1000 kişilik konferans salonu, 285 kişilik sinema salonu ve 250 kişilik oda tiyatrosu salonu. (Hürriyet, 28 Ağustos 2019, Sabah, 13 Aralık 2019)
Gelinen noktada ise, üç salonun inşaat kervanında kaybolduğu, geriye yalnızca 2 salon kaldığı belli olmuş durumda:
2040 kişilik opera salonu ve 805 kişilik tiyatro salonu. (AA, 23 Mayıs 2020)
Kalanı mı? “Sanat galerileri, sergi salonları, millet kıraathaneleri.” (AA)
2500 kişilik opera salonu, daha ilk günden İstanbul Operası başta olmak üzere, opera çevrelerinde temkinli bir yaklaşımla karşılanmıştı. Bu kadar büyük bir salonun olası akustik ve görüş sorunlarının yanı sıra, ortalama 8 temsil üzerinden düşünüldüğünde opera yapıtlarında doluluk oranının umulanın altında kalabileceği ifade edilmişti. Koltuk sayısının daha makul bir düzeye çekilmiş olması olumludur. Gerçi bu kararın ne ölçüde Opera’nın uyarıları, ne ölçüde maliyet ya da, kalan alanın “işletme” hesaplarıyla ilişkili olduğu belli değilse de, Opera için sevinilecek bir karardır.
Öte yandan, 5 salondan 2 salona inişin getirdiği fiziki daralma, salonların kullanımı konusunu da sürekli bir gerginlik ve yönetim sorunu yapmaya aday görünüyor. AKM Müdürlüğü’nde uzun yıllar görev yapmış deneyimli isimler, en az 3 salon olması gerektiğini, birinin Opera-Bale’ye, diğerinin Tiyatro’ya, üçüncüsünün ise, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı orkestra ve korolara (İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, Devlet Klasik Türk Müziği Korosu vb.) tahsis edilmesi zorunluluğunu dile getirmektedirler. Nitekim salon tartışmalarının şimdiden başladığı gelen bilgiler arasında.
Tiyatro salonunun senfoni ve koro ile paylaşılması durumunda, tiyatro dekorlarının her defasında sökülüp, sonra yeniden kurulmak zorunda kalacağı, İDSO’nun opera salonunu paylaşma isteği, Opera’nın salonun kendisine ait olduğu vurgusu… Ufukta yönetim sıkıntıları görülüyor.
İyi de, o kadar para, o kadar fiziki olanak varken neden salon tensikatına gidildi?
Bunun yanıtı, islamcıların yüksek sanatlara bakışı ve “işletme”cilik anlayışında yatmaktadır.
Liberal işletme
İşin ikinci ayağında yönetsel boyut var. AKM bir müdürlük eliyle yönetiliyordu. Yeniden açıldığında aynı çerçeve içinde mi kalınacak, yoksa daha liberal modellere mi yönelinecek? Örneğin, yönetimin özel sektöre devredilmesi düşünülüyor mu?
Liberal yönetim anlayışının ilk sonucu, AKM’nin bir tür “Kültür AVM”olarak işletilmesi olacaktır. Doğrusu, fiziki veriler ve yaklaşım tarzı bu yönde görünüyor. Sahne sayıları azaltılmış, yerlerine “galeri” ve “salon”lar konmuştur. Her iki mekan tanımı da oldukça muğlaktır. Buralarda gelir amaçlı butik fuarlar, kokteyller, sanat dışı kullanıma da yönelik çeşitli etkinlikler, kısa ya da uzun sözleşmelere dayalı kiralama edimleri söz konusu olabilecektir. Ayrıca, “millet kıraathaneleri” müjdesi de verilmiştir. Bildiğiniz cafe’nin “yerli-milli” adı olan bu kıraathanelere restoran(lar) da eklendiğinde ortaya gerçekten bir AVM profili çıkmaktadır. Dahası var: Bakan, AKM’nin organik uzantısı olarak, Atatürk Kütüphanesi’ne uzanan yolu da “Kültür Sokağı”na dönüştürmek istediklerini söylüyor. Galataport konsepti içinde düşünüldüğünde her şey oldukça tutarlı görünüyor.
AKM, yüksek kültürü “kamu hizmeti” olarak belirlemiş olan laik cumhuriyetin ortaya çıkardığı en gelişkin yapıydı. O nedenle de, bu kültüre ait etkinliklerin bilet bedelleri son derece makuldü. Bu durumun doğal uzantısı olarak, AKM mimarisinde “tüketim” alan ve unsurları çok sınırlı tutulmuştu. Yani, içlerinde geniş, konforlu konser ve tiyatro salonları bulunan günümüz AVM’lerinin tam tersi.
Yüksek kültür ve kamu hizmeti ilişkisinin liberal değerler lehine bozulmasının sonuçlarından, orta ve uzun vadede “işletme”ciler hariç herkesin zarar göreceği bilinmelidir. En başta da yüksek sanatların.
4. parmak: Seçkincilik karşıtlığı
AKM’nin temel atma töreninde, hazırlanan platforma ne Opera-Bale, ne Tiyatro ne de Senfoni’den temsilciler davet edildi. Onların yerine, Sibel Can, Orhan Gencebay ve Yavuz Bingöl çıkarıldılar. İDOB, İDSO ve DT’nin evi olacağı düşünülen mekandan söz ediyoruz.
İslamcı zihniyetin, laik cumhuriyetin tanımladığı yüksek sanat kavramını kökten reddettiği biliniyor. Bunu kuramsallaştırdılar da: Halka yukardan bakan, batıcı, seçkinci sanat. Yerine, halkın bağrından çıkmış ve onun ruhuna dokunan popüler sanat. Yani? Yukarıda adı geçen üç ismin temsil ettiği şey. Opera, bale, senfoni gayri meşru çocuklardır. O nedenle, salon sayısı da iki ile sınırlandırılmıştır.
Yeni AKM: İkisi de aynı sahnede. Neden olmasın ki?
AKM bu anlayışın mekanı yapılacaktır. Opera ile aynı sahneyi paylaşacak olan Sibel Can&Co. İlk başta ilanı yapılan 2500 kişilik salonun da anlamı buydu. Kimse için opera öncelikli değildi. Neo-liberal dönemin yığma estetik anlayışı, “bütün müzikler eşit ve geçişkendir” görgüsüzlüğü, bizim islamcıların Osmanlı Saray müziğini rehabilite etme anlayışıyla kolayca örtüştü. Ne kadar popüler figür varsa, İDOB ve İDSO ile aynı sahneyi paylaşacak. Bir adım sonra da ortak prodüksiyonlar falan.
AKM’nin bu marifeti islamcılar açısından en kolay elde edilebilecek olanı. Seyirci garantisi, reklam, kazanç… Hele ki, bu işe pek yatkın operacıların varlığı düşünüldüğünde.
5. parmak: Çoksesli müziğe atılan kanca
Saray’a kalsa, AKM Gencebay konseriyle, olmadı, senfonik Zeki Müren tarzı bir şeylerle açılacak. Ancak, gücü epey azalmış islamcı kadro aldığı ağır seçim yenilgisinden sonra bunu göze alabilecek durumda değil. Laik cumhuriyetçi kesim ile sürtüşme zamanı hiç değil. Buldukları çözüm oldukça yalın: Çoksesli müzik dünyasından birine “yerli-milli” referans çerçevesinde, dini hassasiyet ve kodları baskın bir beste sipariş etmek. Osmanlı tarihinin en yetenekli cami mimarı -Mimar Sinan- konulu bir opera. Sahnenin Süleymaniye, Selimiye ağırlıklı olacağını düşünmek için kahin olmaya gerek yok. Müziğin makamsal ve tınısal yelpazesini de.
Nitekim, son iki yıldır Saray ile yakın ilişkiler içinde olan Hasan Uçarsu da, beste siparişini alır almaz kapağı Süleymaniye’ye atmış. (Sabah, 10 Kasım 2019)
AKM’nin 1969 yılında açılışı Çeşmebaşı ve Aida ile yapılmıştı. Yandıktan sonra, 1978’deki açılışı Yunus Emre Oratoryosu ile oldu. Şimdi ise, Mimar Sinan. Girişte gül suyu, çıkışta zemzem suyu ikramlı.
Çoksesli müzik dünyasına verilen mesaj gayet açık: Bu salonlarda varlık gösterip, para kazanmak istiyorsanız, format şekildeki gibidir.
Bakalım, İstanbul’un çoksesli müzik dünyasına yerleştirilen Truva Atı Uçarsu umdukları kadar eleman getirebilecek mi?
Peki, bunlar iktidarı kaybettiklerinde Hasan Uçarsu ne mi yapacak? Durumu kurtarabilmek için, büyük olasılıkla, DENİZ (GEZMİŞ) OPERASI. Şöyle bol anti-emperyalist resitatifli falan. Eh, anca temizler. Çok da zorlanmaz ha; Homeros’tan Mehmet Akif Ersoy’a, Mehmet Akif Ersoy’dan Uğur Mumcu’ya geçiş kapılarını ışık hızıyla bulabilen bir yetenek için, Mimar Sinan’dan Deniz’e geçmek nedir ki?!
MELİS GÖNENÇ / SOL
Yarın 2. Bölüm: İDOB yeniden yapılandırılıyor