Sivas Madımak Katliamı şiddetin, tarihsel ve güncel süreçler içinde hem koşullara bağlı ve hem de aynı zamanda onu aşkın olan uzun tarihinin en acılı, en ağır simgelerinden biri!...
Şiddet ve Öldürmenin ‘Sınırsız Bir Eylem Haline’ Gelmesiİçinde bulunduğumuz yüzyıl, birbiriyle çelişkili, aynı zamanda ve aynı mekanda bir arada bulunmaları veya gerçekleşmeleri olanaksız gibi görünen dinamik ve unsurların birleşmesinin yarattığı sarsıcı gelişmelerle belirleniyor. Giuseppe Sacco ile Umberto Eco böyle durumları; “dünyanın, kendi kendisiyle çelişkili, çok katmanlı yeni ortaçağlara doğru kayıyor olabileceğini gösteren” olaylar olarak niteliyorlar.
2 Temmuz 1993’te gerçekleşen Sivas Madımak Katliamı bunu doğrulayan, şiddetin, tarihsel ve güncel süreçler içinde hem koşullara bağlı ve hem de aynı zamanda onu aşkın olan uzun tarihinin en acılı, en ağır simgelerinden biri!...
Yirmi sekiz yıldır, giderek büyüyen bir travma ile yaşıyoruz! Bu travma, acının mağdurların tek tek bedenlerinde, ruhlarında, algılarında ve yaşam bilinçlerinde açtığı yaradan sızarak büyüdü, büyüdü!... ‘Beden, zaman ve mekan’ sınırlarının ötesine geçti ve tüm toplumu içine alan bir karanlığa dönüştü!
O günden bugüne, siyasal yönü giderek daha belirgin hale gelen bir şiddet sarmalı, ideolojik ve hegemonik bir araç olarak, Türkiye’de özellikle son yirmi yıldır artan oranda günlük yaşamı kuşatmış bulunuyor. Bu kuşatmanın bir unsuru olarak, tarihsel önyargıları ve kültürel kategorileri günümüz politik, felsefi, etnik, dinsel, mezhepsel kimliklerle birleştiren bir nefret söylemi, uluslararası ideolojik uzantı ve ilişkileri içerecek şekilde, yaygın ve yapısal bir sorun, aynı zamanda siyasi bir söylem biçimi haline geliyor.
Madımak Katliamı ve sonrasındaki süreçte gerçekleşen Başbağlar, Gazi Mahallesi, Roboski (Uludere), Suruç, Ankara, İstanbul, Diyarbakır ve yaşanan diğer saldırı ve katliamlara; Hrant Dink, Tahir Elçi, Ahmet Atakan, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Uğur Kurt, Dilan Doğan, Kemal Kurkut, panzerin girdiği evde ezilerek, uykularında ölüme giden Silopili çocuklar ve sistematik hale gelen kadın öldürümlerine ait fotoğraflarda donup kalan kareler, bize; “öldürmenin sınırsız bir eylem halini” anlatıyor. Şiddetin özel ve kamusal alanı kapsayacak şekilde, toplumsal yaşamın bütününde ulaşmış olduğu sistematik ve yaygın durumu kavramanın, onu hatırda tutmanın da yoğunlaşmış bir formunu gösteriyor.
Toplumsal ve kişisel belleklerimizde acıyla andığımız, toplumsal algımızı darmadağın eden, fizyolojik ve psikolojik yönleriyle varlıksal bütünlüğümüzü ortadan kaldıran, tehdit eden ne çok katliamlar yaşandı bu ülkede! Tüm bu sistematik, yaygın şiddet uygulamalarının, öldürme görüntülerinin “yoğunlaştırdığı” bu izlek “formları”, günlük yaşam içerisinde, toplumsal ve siyasal belleğe hızla katılıyor ve etkisinin eylemsel boyutu oluşmadan, dağılıyor. Giderek sıklaşan bu olaylar ve yarattıkları dramlar gözümüzün önünde uzayıp giderken, sahneleri korkunçlaştığı ve dehşet oranları arttığı ölçüde, iç dünyamızda bunları yaşama ve duyumsama yeteneğimiz azalıyor.
Bir varoluş ve direnme dayanağı olarak ‘hafıza’
Bu koşullarda; başka yerlerde, başka bedenlerde yaşanan ve biriken acıların farkında olmak, adeta ‘kurgusal bir farkındalık’ haline dönüşüyor. Bizler, tek tek kişiler ve toplum olarak, ahlaki yükümlülük anlayışımızı, etik bir tepki olarak duyarlılığımızı yitirmek noktasına sürükleniyoruz.
Bu sürüklenmeye karşı, başkalarının ideolojik bir kurgu ve siyasal bir araç olarak dayattıkları, hatırlamamamız ya da unutmamamızı istediklerinden oluşturulmuş yapay bir hafıza karşısında, unutturulmaya çalışılanlardan, hatırlamamamız istenenlerden ve insan unsuru hep aynı olan acılardan oluşmuş bir hafıza, unutmaya karşı sürekli direniyor. Bu ortak hafıza, kendi acılarına bakarken, öncekilerin acıya dair neler hatırladıklarını da içinde taşıyor.
Bu hafızanın taşıyıcıları böylece, gelecekte neye dönüşeceklerinin kontrolünü, kendi ellerinde tutmak ve sürekli değişen gündem içerisinde kişisel ve toplumsal bellek yok edilirken, sürekli yıkılıp yeniden inşa edilirken, geleceği dönüştürecek bilgisel ve eylemsel birikim ve deneyimin oluşturduğu gerçeğin, sanki hiç var olmamış gibi silinen bir ayrıntıya dönüşmesine karşı, etik ve güçlü bir dayanak oluşturuyorlar.
Dolayısıyla hatırlamak ve kendi acımıza bakmak, düzenlenmemiş, silinmemiş hafızalara sahip olmak, siyasal erkin kurgusal söylemleriyle biçimlenmiş hikayelere teslim olmamak, insan haklarına dayalı, adil, demokratik bir hukuksal sistemde, eşit ve özgür bireyler olarak barış içerisinde yaşamayı sağlayacak bir toplumsal yapı isteminden vazgeçmemek için, güçlü bir çıkış, etik bir davranış noktası oluşturuyor.
Yirmisekiz yıl önce Sivas’ta…
Pir Sultan Abdal Kültür Etkinliklerinin dördüncüsüne katılmak üzere, 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta bulunan onlarca sanatçı, tiyatrocu, yazar, şair ve katılımcı; konakladıkları Madımak Otelinde sekiz saat süre ile abluka altına alındı. O Cuma günü, camiden çıkan ve örgütlü şekilde otelin çevresini dolduran yaklaşık on beş bin kişinin kuşatması altında; her türlü sözlü ve fiziki saldırıya maruz kaldı. Oteli taş, tuğla, kiremit yağmuruna tutan güruh, bu süre boyunca “Cumhuriyet Gidecek, Şeriat Gelecek”, “İslamın Ordusu Laiklerin Korkusu”, “Kanımız Aksa da Zafer İslamın”, “Cumhuriyet Burada Kuruldu Burada Yıkılacak”, “Şeriat Gelecek Zulüm Bitecek” sloganları attı. Sürekli olarak otelin içine girme hamlelerinde bulundu, her hamlede galeyan arttı, bağırış ve sloganların hızı yükseldi!
Madımak Oteli, Valilik Binası ve Kültür Merkezi arasında sürekli gidip gelen ve giderek sayıları artan kitle, Valilik Binası önünde yukarıdaki sloganlarla birlikte “Vali İstifa” bağırışları ile bina içinde bulunan dönemin Valisine sözlü saldırıda bulundu. Orada bulunan askerler sayesinde binanın içine girmeleri, fiili ve fiziki bir saldırıda bulunmaları güçlükle engellenebildi. Bunun üzerine Kültür Merkezine yönelen kitle orada Arif Sağ konserini izlemeye gelen kalabalığa saldırdı, camları kırdı. İnsanlara fiili saldırıda bulundu, yüzlerce kişiyi yaraladı. Merkezin önünde bulunan (bir elinde saz tutan, yanında bir Kangal Köpeği ile betimlenen yerel kıyafetli erkek figüründen oluşan) Ozanlar Anıtını yerinden söktü. Kendinden geçmiş halde tekbir getirerek, el ve ayak darbeleriyle ve tırnaklarıyla anıtı parçaladı, naralar atarak, yerde sürükledi.
Aynı hiddet ve kararlılıkla, sloganlar eşliğinde ve tekbir getirerek Madımak Oteli önünde toplanan bu kalabalıklar, saldırıları sürdürerek oteli gün boyu kuşatma altında tuttu!...“Devlet, toplu iğnenin başında vardır” diyen anlayışın Cumhurbaşkanı Makamında oturduğu bir ülkede, başkente dört yüz kırk kilometre uzaklıkta bir kentte, kolluk güçleri (polis, jandarma) ve itfaiye, gün boyu süren saldırılar süresince, Madımak Oteli’nin önüne bir türlü gel(e)medi! Kuşatma ve saldırılar devam ederken, yangın başlamadan hemen önce otelin önüne askerleriyle birlikte gelen rütbeli asker, kalabalığın “Asker Bosna’ya” sloganları ve alkışlar eşliğinde, hiçbir müdahalede bulunmadan Otelin önünü terk ederek, askerlerle birlikte oradan ayrıldı.
Laik cumhuriyeti hedef alan bu örgütlü kalkışmanın planlayıcıları ve uygulayıcıları, asker ve emniyet güçlerinin gözleri önünde ve tüm Türkiye halkının tanıklığında, sloganlar ve tekbir sesleri eşliğinde öğlen saatlerinde başlayıp, gün boyu kesintisiz süren saldırı ve kuşatma sonunda, akşam saat yedi civarında, “yak, yak” bağırtıları ve alkışlarla oteli ateşe verdi!...“Rüyalarında; kendi mezheplerinden olanlara cennet kapılarını açanlar (kinlerinin davasını güdenler!), yeryüzünde hep birlikte yaşamayı cennete yeğleyenleri” yakarak öldürdü!...
Otuz üç insan yanarak can verdi. Onlarca insan yaralandı.
Devlet kurum ve görevlileriyle, ancak yangından yirmi dört saat sonra ve sokağa çıkma yasağı ilan edildikten sonra orada var olabildi. Katliamın hemen ardından zamanın iktidar mensupları Katliamı; “bir futbol maçı esnasında yaşanabilecek olaylar” olarak niteledi ve “çok şükür otel dışındaki vatandaşlarımıza bir şey olmamıştır” değerlendirmelerinde bulundu!...
Yangından kurtulanlar, onulmaz acılarla hayatta kalabilme savaşı verdi. Yitirdiklerinin oluşturduğu boşluğa sarılanlar; o boşluğa düşmeden ve fakat ona alışmaya çalışarak var olmaya çabalıyor hala!... Yangının isi, yıllardır, tüm ülkeyi içine alan kara bir delik gibi büyüdü. İnsan türünün düşünsel ve eylemsel alanda bugüne dek biriktirdiği tüm değerlerin üstünü kaplayan kara bir leke olarak, tarihteki yerini aldı.
Ancak:
-Böyle katliamların bir daha yaşanmayacağı koşullar bütünü olarak toplumsal bir yapının, hukuksal ve siyasal bir düzenin oluşturulması,
-Hukukun temel aldığı tek ölçüt ve toplumsal yaşamın bir kalıp ve çerçevesini oluşturmaya yönelik ahlaki bir ölçüt olarak “adaletin”, bireysel ve toplumsal düzlemde vicdan, bellek ve algısal olarak, eksiksiz bir şeklide gerçekleştirilmesinin sağlanması; katliamın arkasındaki güçlerin ortaya çıkartılması, firari ve kaçak durumunda olan sanıkların yakalanması ve yargılanması, dönemin siyasi ve idari yetkililerinin görev kusur ve ihmallerinin soruşturma ve kovuşturma konusu yapılması, yargılamanın tarafsız ve bağımsız şekilde gerçekleştirilmesi, etkin cezaların verilmesi ve cezaların eksiksiz, kanunun öngördüğü şekilde ayrıcalıklar tanınmadan infaz edilmesi,
- Katliama ilişkin yanıtsız kalan soruların ve gerçeklerin aydınlatılması, toplumun “hakikati bilme hakkının” tüm gerekleri, içerikleri ve koşullarıyla gerçekleştirilmesi,
-Mağdurların ve onlara siyasal görüş, felsefi düşünce, inanç, kültürel aidiyet vb. ortaklığı bulunan kitlelerin, kendilerini ‘sürekli bir tehdit altında duyumsama tedirginliğini’ ortadan kaldıracak bir yaşam anlayışının hakim kılınması,
- Katliamın acısının toplumun her kesimi tarafından paylaşıldığını, acının hafızasının ortak olduğunu gelecek kuşaklara aktaracak söylem, eylem ve araçların ortaya konulması,
halen güncel bir sorumluluk olarak, ortada duruyor.
Yargılama süreci ve yanıtsız kalan sorular
Sivas Madımak Öldürümünden hemen sonra, 18 gün gibi çok kısa bir süre içerisinde, henüz davaya hazırlık (soruşturma) aşaması tamamlanmadan; “olayda örgüt yok, tahrik var “ saptaması yapıldı. Deliller dahi toplanmadan, bu saptamayla hemen dava açıldı. Katliamda on binlerce eylemci bulunmasına karşın, iddianamede yalnızca 128 kişi sanık olarak yer aldı. Tanık ifadeleri, görsel ve yazılı deliler, olay yeri tespit tutanakları, emniyet güçlerinin beyanları, Meclis Araştırma Komisyonu raporları olayın; “Laik Cumhuriyete Karşı Örgütlü Bir Kalkışma” olduğunu açıkça ortaya koyarken, Ankara 1 Nolu DGM, ilk kararında, 26 sanığı adiyen adam öldürme suçunu işledikleri savı ile Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 450/6. maddesi gereğince cezalandırdı. Bu cezaları, indirim sebepleri uygulayarak 15 yıla düşürdü. 37 Sanık hakkında beraat kararı verdi. 60 sanık ise Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na aykırı davrandıkları savı ile cezalandırıldı.
Yargılama sürecinde, soruşturma ve kovuşturmalarda; etkinliklerden önce Sivas’ta “Müslümanlar” imzasıyla dağıtılan kışkırtıcı bildirinin kimler tarafından, neden ve nasıl yazılmış olduğu soruşturulmadı; üstelik bu bildiri tüm yargılama aşamasında mağdur avukatlarının ve kamuoyunun tüm ısrarına karşın, araştırma konusu yapılmadı.
Yerel basının günler öncesinden yaptığı olumsuz ve kışkırtıcı yayınlar soruşturma kapsamına alınmadı. Gerçekleşen katliamı “Şanlı Sivas Kıyamı” olarak tanımlamış ve içeriğinde suçu ve suçluları öven yazıları kaleme alan kişilere ve bu yazıları yayınlayan ‘Taraf’ adlı dergiye karşı herhangi bir idari, cezai, hukuki işlem yapılmadı.
Şehir içinde hiçbir yerde kaldırım çalışması vb. faaliyetler yok iken, otelin önünde yığınlar şeklinde parke taşları bulunmasının nedeni bilinmedi. Dönemin Belediye Başkanı hakkında, kalabalık güruha “gazanız mübarek olsun” şeklinde, kışkırtıcı, teşvik edici bir konuşma yapmış olduğu gerekçesiyle, herhangi bir işlem yapılmadı. Olaylara katılan on binlerin destek aldıkları güçler, olayları örgütleyenler saptanmadı. Dönemin siyasi ve idari yetkililerinin görev kusur ve ihmalleri, herhangi bir araştırma ve soruşturma konusu bile yapılmadı.
Yargılamalar boyunca mahkeme salonlarında mağdurlar, müştekiler ve avukatları, sanıkların sürekli hakaret ve saldırılarına maruz kaldı. Sanıkların avukatlığını üstlenenlerden Şevket Kazan, olayın ardından Refahyol hükümetinde bu ülkede Adalet Bakanı, Hayati Yazıcı’da AKP’nin Devlet Bakanı oldu.
Karar, taraflarca temyiz edildi. Yargıtay, 25 sanık hakkındaki kararı onadı. Diğer sanıklar yönünden ise; sanıkların, cumhuriyet rejimini hedef aldığını bu nedenle eylemin “Anayasal düzenin değiştirilmesi ya da ortadan kaldırılmasını cezalandıran TCK’nın146/1 ve 3. fıkraları kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, kararı bozdu. Bozmadan sonra Mahkeme 38 Sanık hakkında (TCK 146/1. maddesi gereğince) idam (Yeni TCK gereğince ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis) cezası verdi. (30.01.2020 tarih ve 31025 sayılı Resmi Gazete yayımlanan Cumhurbaşkanı kararı ile sağlık sorunları bulunduğu gerekçesiyle (!) cezası affedilen hükümlü Ahmet Turan Kılıç, idam cezası almış ve cezası yasa değişikliği nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrilmiş hükümlülerden biriydi.)
29 sanık hakkında ise ilgili maddeler gereğince yıl 7 yıl 6 ay, 14 sanık hakkında ise beraat kararı verdi. Terör suçluları, kendi memleketlerindeki cezaevlerine gönderilmezken, bu hükümlüler, Sivas ve civarındaki cezaevlerinde kaldı. Cezalarının infazı süren bu hükümlülerden kimileri, hükümlülük hali sürmekteyken kendilerine tanınan olağanüstü olanaklar ve ayrıcalıklar çerçevesinde eşlerinden çocuk sahibi oldu. Cezaevi koşullarında, bilgisayar donanımlarından sınırsızca yararlandı.
5237 Sayılı Yeni Türk Ceza Kanununun 1 Haziran 2005’te yürülüğe girmesiyle; bu hükümlülerden on üçü; yeni kanunda ceza aldıkları maddeyi doğrudan karşılayan bir düzenleme olmadığı gerekçesiyle, haklarında infazın tehiri kararı verilerek, salıverildi. Savcılık, daha sonra yanlış yapıldığını belirterek, Mahkemenin vermiş olduğu bu kararın geri alınmasını talep etti. Ancak, mahkemece böyle bir karar verilmediği gibi, salıverilen sanıklardan firari olan yedisi yakalanmadı. Ana davadan dosyaları ayrılan bu sanıkların yargılandığı davada Savcılık Makamının talebine uyan Mahkeme, 13 Mart 2012 tarihli duruşmada, Cafer Erçakmak ile ilgili dosyanın ölmüş olması nedeniyle ayrılmasına, altı sanık hakkındaki davanın da– Madımak Öldürümünün Anayasal düzeni zorla değiştirme girişimi ve “siyasal ve dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmiş” insanlığa karşı bir suç olmasına karşın- “zamanaşımı süresinin dolmuş olması gerekçesiyle” düşmesine karar verdi!... Gerçekler, küller altında kaldı. Zamanaşımı kararını “milletimiz için hayırlı" bulan siyasal anlayış, katliamı “bir futbol maçı esnasında yaşanabilecek olaylar”, “çok şükür otel dışındaki vatandaşlarımıza bir şey olmamıştır” şeklinde yorumlayan anlayışın devamı olduğunu, bir kez daha doğrulanmış oldu.
Oysa, Sivas Madımak Öldürümü bir insanlık suçudur
Bu nedenle Mahkeme, Madımak Katliamının 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 77.maddesinde tanımlanan “insanlığa karşı suçlar” kapsamında olduğunu; daha geniş anlatımla; Nuremberg Uluslararası Ceza Mahkemesi, Eski Yoguslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi, Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Roma Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüleri, Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmeleri ve Mahkemelerin geliştirici yorumları çerçevesinde ele alınan tüm unsurları da taşıdığını, bu nedenle de yalnızca bir iç hukuk sorunu değil, aynı zamanda da uluslararası hukuk kapsamında olan bir konu ve yorum sorunu olduğunu gözetmeliydi.
Dolayısıyla; Sivas Madımak öldürümünün ( TCK Madde 77 ve Roma Statüsü 7.maddesinde belirtilen) tüm unsurları taşıdığını; (siyasal, felsefi, ırki veya dinsel saiklerle; sivillere - toplumun belli bir grubuna- karşı; bir plan doğrultusunda yaygın (çok sayıda mağdura karşı doğrudan) ve ağır şekilde, kollektif olarak çok kalabalık bir (örgüt) grubun doğrudan ve aynı zamanda teşviki ile gerçekleştirilen, geniş çaplı, bilinçli, istemli ( kasti), sistemli bir eylem, bir saldırı olduğunu ;ayrıca bu suçun insan türünün onuruna (insana değerini veren tüm özelliklerine, insansal olanaklara ve ürünlere) karşı topyekün bir kıyım ve aykırılık oluşturduğunu ve bu anlamda evrensel etik değerleri geniş ve büyük ölçüde ihlal ettiğini, insanlık vicdanını onulmaz derecede rencide ettiğini temel almalı; sürecin kendi içinde aynı tehlikenin her an tekrarlanabilme olasılığını ve koşullarını taşıdığını göz önünde bulundurmalıydı. Bu çerçevede:
Anayasanın m.38/1 ve YTCK m.7/1 de yer alan kanunilik ilkesi ve geçmişe yürüme yasağı düzenlemelerinin - ve elbette Roma Statüsünü onaylamamış olduğumuz şeklindeki- hukukun üstünlüğü ilkesi karşısında bir gerçekliği olmayan nedenlerin ötesine geçmeliydi.
Yukarıda değinilen Uluslararası Örfi Hukuka ve İnsancıl Hukuka genel bir yollama –dinamik yollama- yapmalı, Madımak Öldürümünün Uluslararası Örfi Hukuk uyarınca insanlığa karşı suç teşkil ettiğini bu nedenle ve TCK77/4’ e atfen zamanaşımı kurallarının uygulanmayacağını karara bağlamalı ve bu konuda genel bir hüküm yaratmalıydı.
Ancak, Mahkeme bunu yapmadı. Hukuka aykırı bir karar ile katliam mağdurlarının mağduriyetini, sürekli hale getirdi.
Bu mağduriyetlerin giderilmesi için Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurular, yedi yıldır görüşülmeyi bekliyor.
Ayrıca, Yargıtay bozmasından sonra müebbet hapisle yargılanan üç firari sanık hakkındaki dava, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde hâlâ sürüyor. Bu sanıkların dava zaman aşımı 2023'te dolacak. Dosya kapsamında yurtdışında oldukları belirtilen sanıklarla ilgili olarak, arama ve iade talebine ilişkin işlemlerde ciddi ihmaller yaşanıyor. Mahkeme, gerekli usulü işlemleri yaparak, “kaçak” sayılmalarına hükmetti. Ancak, bu işleme dayalı olarak, haklarında son kararı vermedi.
Sonuç
Madımak Katliamı, bu coğrafyada uzak ve yakın dönemler içinde gerçekleşmiş diğer katliamlarla hem çok ortak yanı bulunan, hem de, siyasal, sosyokültürel, konjonktürel, ideolojik yönü, dönemsel ve yapısal koşulları itibariyle ayrı değerlendirilmesi gereken, farklı ve kendine özgü özellikleri taşıyan bir eylem. Bugün içinde bulunduğumuz koşulları yaratan sürece kapı aralayan, siyasal düzen ve rejimin yapısal olanaklarının toplumsal temellerinin konsolide olmasını, iç ve dış bileşenlerin destek için harekete geçmesini sağlayan bir işaret niteliği taşıyor.
Bugün için ise, toplumsal yaşamın her alanında hakim olan ve siyasal bir cepheleşmeden öteye geçen, giderek siyasallaşmış bir din (İslam) anlayışının temel alındığı iyi ve kötü arasındaki ahlaki bir karşıt olma durumunun, doğru /yanlış arasındaki bir mücadeleye dönüştürülen biz/onlar ayrımının, “iki farklı dünya olarak keskinleşmiş bir saflaşmanın” ulaşacağı en acımasız durumun, en kanlı görüntüsünü oluşturuyor!
Bu katliam, demokrasinin kurucu toplumsal ilkesi olan laikliğin içinin boşaltılmasının ve devletin laik karakterinin ortadan kaldırılmasının bizi her daim yine aynı süreçlere götüreceğini gösteriyor! “Bir devletin yapılanmasında, bütün kurum ve kuruluşlarıyla örgütlenmesi ve işleyişinde, hukukunun oluşturulmasında ve uygulanmasında herhangi bir dinin anlayışlarının ve normlarının belirleyici olmaması gereğini ve istemini dile getiren” laiklik ilkesinin gereklerinin eksiksiz şekilde uygulanması ve böyle katliamların bir daha yaşanmayacağı koşullar bütünü olan bir toplumsal yapının, hukuksal ve siyasal bir düzenin oluşturulması için mücadele etmenin, yaşamsal önemini ve önceliğini.
NEVAL OĞAN BALKIZ* / SOL- Görüş
* Neval Oğan Balkız, Hukukçu/Akademisyen, Sivas Madımak Katliamında otelde bulunan ve oradan çıkabilen mağdurlardan!…