21 Mart 2022 Pazartesi

Bütün zalim olanları sen affetsen ben affetmem - Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

 

“Affetmek, menekşenin kendisini ezen topuğa bıraktığı kokusudur”. Çoğunlukla Mark Twain’e atfedilen söz, ezen ile ezilen arasındaki çarpık hikâyeyi anlatıyor.

Bu aslında yargı içinde bir savaş. Adnan Oktar grubuyla ilgili verilen bozma kararından söz ediyorum. Oktar’a yapılan operasyon, aslında devlet içinde bir ayrışmanın görünür haliydi. Oktar grubu, aralarında Süleyman Soylu’nun da olduğu devletin zirvesindeki isimlerle samimi ilişkilere sahipti. Buna karşın Oktarcıları bir suç örgütü olarak gören, hatta casusluk faaliyetiyle suçlayanlar da vardı. 2018 yılında İstanbul Emniyeti düğmeye bastı. O dönem, Soylu ile kavgalı Mustafa Çalışkan’ın başında olduğu polis teşkilatı, operasyonu Ankara’ya haber vermeden yaptı. Korku, “sızma”sı ihtimaliydi.

Soruşturma davaya dönüştü. İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi, yargılamaların sonucunda toplamda 152 bin yıla varan ceza verdi. Derken, geçen hafta, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi, davada verilen cezaları esastan bozdu. Mahkemeye göre yetişkin ve çocuk yaştaki isimlerle toplu cinsellik rıza ürünüydü. Rıza olmasa, bu insanlar şantaj amaçlı görüntülere bakmadan, hemen o gün şikâyetçi olurlardı. İstinaf mahkemesi, 68 sanığı tahliye ederken, mallarındaki tedbirleri kaldırırken, “örgüt yok” diyerek Adnan Oktar dahil kalanların da serbest bırakılmasının önünü açtı.

Kararın ardından yargı kulislerinde dolaştım. Çeşitli notlar aldım.

En ilginci en sona saklayarak başlayayım…

KARARI OKTARCILAR YAZMIŞ GİBİ

Öncelikle mahkemenin vermiş olduğu bu radikal karar, “çok yukarıdan” gelen bir etkiye bağlanıyor. Zira son dönemin yargı pratikleri içinde, böyle radikal bir hamlenin, başka türlü olması pek de mümkün görünmüyor.

Bunu destekleyen bir olay ise yandaş medyanın tavrı. Oktar operasyonu, hükümet medyasının desteğiyle yapılmıştı. Ancak dikkat çekici şekilde, bozma kararının ardından yandaşlar sessizliğe büründü. Bu da bir tür “onay” demekti.

İkincisi, mahkemenin kararındaki detaylar. İstinaf mahkemesinin bozma kararı, yer yer Oktarcıların savunma dilekçesi gibi. Mahkeme sanki bir karar vermemiş bir kanaat oluşturmuş. Bunu yaparken kimi zaman ifadeleri sanıkların lehine olacak şekilde cımbızlamış. Örneğin bir mağdurun, “cinsel istismara uğruyordum” dediği kısmı çıkarmış. Yerel mahkemenin verdiği 152 bin yıllık cezayı sıfıra indirmiş. Haliyle meseleyi bir usul tartışmasından çıkarmış. İşin esasını tartışmış.

MAHKEMEYE UZANAN BAĞLANTI

Konuştuğum bir hukukçu, bozma kararının ardından, aynı istinaf mahkemesinin verdiği önceki kararları incelemişti. Oktarcıların 400 sayfalık bozma kararıyla karşılaştırmıştı. Anlattığına göre, mahkemenin hiçbir kararı, bu denli detaylı, böyle taraflı, bu kadar uzun değildi.

Bir başka hukukçu ise daha ilginç bir noktaya dikkat çekti. O da sanıklardan biriyle istinaf mahkemesi arasındaki dolaylı ilişkiye. Sanıklar arasında İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi eski Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu’nun koruması da vardı. İşin ilginci, soruşturma dosyasından, Salihoğlu ile Oktarcıların zaman zaman görüştüğü anlaşılıyordu. Koruma da bu ilişkinin ortasındaydı. Salihoğlu, bu tuhaf ilişkinin açığa çıkmasının ardından istifa etmişti. Gelgelelim, cezaların temyizi Salihoğlu’nun bir dönem yönettiği adliyeye gelmişti. Salihoğlu’nun ortak kitap yazdığı isimlere bakınca bile mahkemenin hâkimleriyle tanışıklığı görülüyordu. Mahkeme belli ki bu dosyaya “özel önem” göstermişti.

Gelelim son ve ilginç detaya…

İSRAİL İLİŞKİSİNDE OKTARCILAR

Oktarcılar, Türkiye’deki İslamcı yapılar içinde İsrail’le belki de en sıcak ilişkiye sahip grup. Oktar, İsrail’deki Sanhedrin hahamlarıyla kamuoyu önünde de yakın diyalog kuruyor. Karşılıklı ziyaretler gerçekleştiriliyor. Bu sayede Oktar’ın tutukluluğu İsrail parlamentosunda bile gündeme geldi. İşte bilinen tüm bu nedenler, İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ile Oktar kararının eşzamanlılığını daha da şaşırtıcı hale getiriyor. “Acaba Oktar kararı, İsrail-Türkiye ilişkilerinde bir düzelmenin sonucunda mı alındı” fikri herkesin aklında.

Burada somut bir detay da var…

Oktarcılara yıllardır destek veren ailelerden biri, Gökçaylar. Davanın sanığı Ayça Gökçaylar, Oktar’ın önde gelen kedicikleri arasında yer alıyor. Abla Tuğba Gökçaylar ve annesi de grubun açık destekçileri arasında bulunuyor.

İsrail Cumhurbaşkanı Herzog, geçen gün Türkiye’ye geldiğinde, anne şu fotoğraflı mesajı paylaştı: “Kızım İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’u İstanbul’da karşıladı ve kısa ziyaretinde ona eşlik etti.”

Gerçekten de Tuğba Gökçaylar, Herzog’un yanındaydı. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı’nda da görülüyordu. Sebepsiz değil, bir zamanlar hosteslik yapan Tuğba Gökçaylar, İsrail konsolosluk çalışanı olmuş, İsrail-Türkiye görüşmelerinin ortasına düşmüştü.

Ayça Gökçaylar’ın davanın sanığı olması bir yana, Ayça-Tuğba kardeşlerin yaşamı Oktar’ın kedicikler topluluğunun içindeydi.

Daha da ilginci, bu İsrail meselesi davada da gündeme gelmiş, Gökçaylar’ın İstanbul Konsolosluğu kartviziti dava dosyasına girmişti.

Kısacası Herzog’u karşılayıp Erdoğan’la buluşturan isim Oktarcı olmasının yanında, bizzat davanın da tarafıydı.

DEVLET ‘AFFET’ Mİ DIYOR?

Buradan sonra…

Devletlerin hesaplaşmalarının adının karıştığı öykülerin gölgesi, mahkeme kararlarının üstüne düşmeye devam edecek. Muhtemelen bizzat Adnan Oktar’ın tahliyesinin de konuşulacağı önümüzdeki günler, devlet içindeki grupların itişmesine de sahne olacak. Elbette filler tepişirken çimenler ezilecek.

Nereden mi biliyorum?

Kararın ardından tepkisini gördüğüm, dava sürecinde yaşadığı cinsel saldırıları anlatan bir mağdur tam da şunu söylüyordu: “Çocuk yaşta başıma hayal edemeyeceğim şeyler geldi. Devlete inandım, güvendim. Adli Tıp’a, karakola, mahkemeye gittim. Yüzlerce kişinin içinde ağlayarak başımdan geçen iğrenç olayları anlattım. Rezil olayım diye alıp bunları sosyal medyada yayımladılar. Yıllarca sabrettim. Nefes alamadığım günlerin sonunda her şey bitti, yeni bir hayat kuruyorum derken, devlet ‘pardon’ dedi. Bana da ‘Affet’ mi diyor? Ben şimdi bir daha bu ülkeye, bu yargıya, bu devlete nasıl güveneyim.”

Menekşeler ezildi. Kokularını devlerin topuğuna bıraktılar. Devlet; devlerin mi, yalnız mevsiminde açan çiçeklerin mi? Yakında hepimiz daha net göreceğiz.


Barış Terkoğlu / Cumhuriyet




Sinemamızda ’90’lardan günümüze edebiyat uyarlamaları + Eserleri sinemaya en çok aktarılan yazarlar (Mesut Kara / EVRENSEL)

 


Sinemamızda ’90’lardan günümüze edebiyat uyarlamaları 

Sinema, kendi dilini oluştururken bütün sanatlardan yararlanır. En çok da edebiyattan yararlanmıştır. Türkiye sinemasında da edebiyat uyarlaması filmlerin sayısı oldukça fazladır. Daha önce bu sayfada edebiyat uyarlaması filmlere yer vermiştik. Ayrıca 14 Şubat 2021’de “Eserleri sinemaya en çok aktarılan yazarlar” başlıklı bir yazı da yayımlamıştık.

O yazıda da belirttiğimiz gibi 1917 tarihli “Pençe” filminden bugüne dek, “122 edebiyatçımızın eserlerinden senaryolaştırılan filmler, 445 kez uyarlanarak, beyaz perdeye aktarılır.

1917 yılında Sedat Simavi tarafından çekilen, seyirci karşısına çıkan ilk konulu, uzun metrajlı, sinema filmi “Pençe” Mehmet Rauf’un aynı adlı oyunundan sinemaya aktarılır.

Yerli edebiyattan uyarlamalar 1950’lerden başlayarak ülkemizde artarak sürer. Popüler yazarlarımızın hemen tüm romanları sinemada kullanılır.

Bu yazımızda 90’lardan günümüze dek sinemamızda filmleşen edebiyat uyarlamalarından söz edeceğiz.


1990’larda yapılan edebiyat uyarlamaları oldukça çeşitlilik gösterir. Siyasal içerikli ve darbe yıllarını konu alan romanlarımız da bu dönemde sinemaya aktarılır, dönemin gündeminde olan İslami mesajlar taşıyan filmler de. Geçmiş yılların edebiyatçılarından romanlar da uyarlanır sinemaya. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ndan “Yaban” (1996), Ahmet Hamdi Tanpınar’dan “Yaz Yağmuru” (1993) dikkat çeken filmler olarak yer alır.


Yakın tarihimizde yaşanmışlıkları anlatan romanlarımızdan uyarlanan filmleri de şöyle sıralayabiliriz: Tarık Buğra’dan Yağmur Beklerken (1992), Yılmaz Karakoyunlu’dan Salkım Hanımın Taneleri (1999) ve Nihat Sırrı Örik’den Abdülhamit Düşerken (2002). Melih Cevdet Anday’dan Aylaklar (1994) ve Raziye (1990), Muzaffer İzgü’den Zıkkımın Kökü ve Bedii Faik’ten Yalancı (1993) içerisinde hem mizah hem de nostalji bulunan filmler olarak sinema tarihimizdeki yerlerini almışlardır.

    Orhan Pamuk’tan Kara Kitap (Gizli Yüz, 1990) ve Metin Kaçan’dan Ağır Roman (1997) gibi toplumun her kesimi tarafından tanınan iki romanın sinemaya aktarılması Türk sinemasına izleyiciyi geri kazandırmak adına da önemli bir başarı sağlamıştır. Her iki roman da adından çok söz ettirmiştir. Sinemamız, durgun bir dönemde bu romanların ünlerinden başarıyla yararlanmıştır.

SİYASİ İÇERİKLİ UYARLAMALAR   

Siyasal içerikli ve darbe yıllarını konu alan romanlarımız da bu dönemde sinemaya aktarılmıştır: Ümit Kıvanç’tan Bekle Dedim Gölgeye (1990), Bekir Yılmaz’dan Darbe (1990), Habib Bektaş’tan Gölge Kokusu (Eylül Fırtınası, 1999), Rıfat Ilgaz’dan Karartma Geceleri (1990) ve Mehmet Eroğlu’ndan (1990) Yarım Kalan Yürüyüş (80. Adım, 1996)

    1990’lı yıllar biterken dönemin belirleyici özelliklerinden biri de İslami mesajlar taşıyan filmler olmuştur. Hekimoğlu İsmail’den Minyeli Abdullah (1990) ve Emine Şenlikoğlu’ndan uyarlanan Bize Nasıl Kıydınız (1994) bu tür filmler içinde kendinden en çok söz ettiren ve tartışma yaratan yapımlar olmuştur.

FİLMLERDEN ÖRNEKLER

Tomris Giritlioğlu, 2009 yılında Yılmaz Karakoyunlu’nun (aynı adlı kitabından) yazdığı senaryoyu filme alır. Filmin adı Güz Sancısı’dır, anlatılan 6-7 Eylül 1955 yılında yaşananlardır. Yaşananları tutkulu bir ‘aşk öyküsü’ üzerinden anlatır film. Senaryo ekibinde Nilgün Öneş, Etyen Mahçupyan, Tayfun Pirselimoğlu, Ali Ulvi Hünkar’ın olduğu filmin başlıca rollerinde Murat Yıldırım, Beren Saat, Okan Yalabık, Belçim Bilgin, İlker Aksum, Hüseyin Avni Danyal, Umut Kurt, Avni Yalçın, Zeliha Berksoy, Tuncel Kurtiz, Onur Saylak, Ruhi Sarı yer alır



Bekle Dedim Gölgeye (1990)

Ümit Kıvanç’ın romanından yola çıkarak Barış Pirhasan’ın senaryosunu yazdığı film, Atıf Yılmaz’ın 12 Eylül ve öncesine eğildiği, politik içerikli çalışmalarından biri. Bekle Dedim Gölgeye, üç devrimci arkadaşın 1960’lardan ’80’lere uzanan hikayesini konu alır. Filmin başlıca rollerinde Hale Soygazi, Aytaç Arman, Metin Belgin, Cüneyt Çalışkur, Mehmet Gürhan, Füsun Demirel, Lale Mansur, Levent Tülek gibi oyuncular vardır.



80. Adım (1994)

Yönetmen: Tomris Giritlioğlu. 12 Eylül sonrasında bir araya gelip geçmişi sorgulayan, birbirleriyle hesaplaşan eski eylemci bir grup arkadaşın öyküsü. Çocukluk yıllarını yetimhanede geçiren ve 18 yaşındayken hızlı bir eylemci olup işkencelerden geçen Korkut Lâçin, kadınların ve arkadaşlarının hayranlık duyduğu, gizemli bir kişiliğe sahiptir. Polis tarafından aranmaya başlayınca çareyi ülkeden kaçmakta bulur. 1983 yılıdır, korkut İstanbul’a dönmüştür. Ülke darbenin kanlı ilk yıllarını geride bırakmış, seçim ortamına girmiştir. Korkut İstanbul’a döndüğü andan itibaren yeniden yurt dışına çıkmayı düşünmektedir. Bütün isteği Uzakdoğu’daki o adaya dönmektir Korkut’un. Orada da çözmesi, hesaplaşması gerektiği bir sorun vardır. Bunu yapmadan geçmişiyle, eski arkadaşlarıyla olan hesabı kapatmak istiyordur.

Eylül Fırtınası (1999)

Oynayanlar: Tarık Akan, Zara, Kutay Özcan, Deniz Türkali, Hazım Körmükçü, Oktay Sözbir, Meral Çetinkaya, Cezmi Baskın, Yosi Mizrahi, Mesut Akusta, Nejat İşler. Atıf Yılmaz, Bekle Dedim Gölgeye (1990) filminden sonra, ikinci kez 12 Eylül’ü anlatan bir filme yönelir Eylül Fırtınası ile. Habib Bektaş “Gölge Kokusu” kitabını sinemaya uyarlamasını ister. Kitap etkiler Atıf Yılmaz’ı. “Habib Bektaş’ın ‘Gölge Kokusu’ kitabı sinemaya uygulanabilirlik bakımından ilginç bir romandı. Öneri de kendisinden gelmişti. 12 Eylül’ü bir çocuğun gözünden anlattığı için insanların kolay izleyebileceğini düşündük. Filmde başrolleri dedeyi oynayan Tarık Akan, Zara ve 100 çocuk arasından seçilen, muhteşem ’oyunuyla’ harikalar yaratan sevimli Kutay Özcan üstleniyorlar.12 Eylül askeri darbesinin ilk günleri. Siyasi nedenle gözaltına alınan annesi Ayten’le birlikte bir gününü hücrede geçiren 5 yaşındaki Metin, dedesi Hüseyin Efe tarafından ertesi günü alınır ve Bozcaada’ya götürülür.

Kaynakça:

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Arslantepe, Türk Romanı ve Türk Sineması İlişkileri

Marmara İletişim Dergisi, Sayı 14 • Ocak 2009 • İstanbul

                                                                              ***

Eserleri sinemaya en çok aktarılan yazarlar(14 ŞUBAT 2021)

Yazının başlığı ‘Edebiyattan Sinemaya’; ya da “Sinemada Edebiyat Uyarlamaları” da olabilirdi fakat bu başlıklar kısa bir gazete yazısına sığmayacak çok geniş kapsamlı içerikleri çağrıştırdığı için, bu alanda yapılan kapsamlı çalışmalara, tezlere, kitaplara ad olabilir belki. Bu kısa yazıda sinemaya uyarlanan edebiyat eserleri üzerinden, sadece başlığa çıkardığımız bir kesitten söz edeceğiz.

Daha önce bu sayfada zaman zaman sinemamızın edebiyatçıları üzerine de, edebiyat alanında ürünler vermiş sinemacılar üzerine de yazdık. Birçok önemli ve değerli edebiyatçımız sinema alanında da çalışmalar yapmış, senaryolar yazmış, filmler çekmişti.

Yedinci sanat sinema, kendi dilini oluştururken bütün sanatlardan yararlanır. En çok da edebiyattan yararlanmıştır. Türkiye sinemasında da edebiyat uyarlaması filmlerin sayısı oldukça fazladır, fakat geçmiş yıllarda, Yeşilçam döneminde edebiyatçıların sinemayla ilişkisi aynı oranda güçlü değildir. Bunun nedeni edebiyatçıların, sanatçıların, aydınların Yeşilçam sinemasına mesafeli durmaları, küçümsemeleriydi. Oyuncu, yönetmen ve teknik kadrolar açısından oldukça şanslı ve zengin olan Yeşilçam’ın en önemli sorunu, eksikliği senaryoydu denebilir.

Bülent Oran, Safa Önal, Erdoğan Tünaş gibi rekortmen senaristin, az sayıdaki farklı ismin sipariş üzerine yazdıkları senaryolar bir süre sonra birbirinin tekrarı seri üretimlere dönüşmüştü. Sinemaya destek olan, senaryolar yazan edebiyatçılarımız da vardı elbette. Bir elin parmakları sayısındaki bu edebiyatçılar arasında Nâzım Hikmet, Vedat Türkali, Orhan Kemal, Kemal Tahir ve Yaşar Kemal’in ayrı/önemli bir yeri vardır. Muhsin Ertuğrul’un önerisiyle farklı isimlerle de senaryolar yazan Nâzım Hikmet, Muhsin Ertuğrul’un tek egemeni olduğu “Tiyatrocular Dönemi”nin senaristlerindendir. Edebiyat alanında eserler veren, iz bırakan diğer isimler de Yeşilçam’ın küçümsendiği dönemde senaryolar yazarak, senaryo ya da diyalog yazımlarına katılıp, destek vererek var olan olanaklar ya da olanaksızlıklar içinde de farklı ve iyi sinema yapılabileceğini gösterirler.

Edebiyatçının sinemaya desteği katkısı, sinema alanında çalışması dışında, Türkiye’de sinema da başlangıç yıllarından günümüze dek edebiyat kaynaklarından yararlanır, edebi yapıtlar sinemaya uyarlanır.

1917 yılında Sedat Simavi tarafından çekilen, seyirci karşısına çıkan ilk konulu, uzun metrajlı, sinema filmi  “Pençe” Mehmet Rauf’un aynı adlı oyunundan sinemaya aktarılır. Fakat İ. Arda Odabaşı, filmin konusunun Mehmet Rauf’un Pençe adlı oyunundan oldukça farklı olduğunu yazar.

Araştırmaca Yalçın Özgül’ün çalışmalarına göre 1917 tarihli “Pençe”den bugüne dek, “122 edebiyatçımızın eserlerinden senaryolaştırılan filmler, 445 kez uyarlanarak, beyaz perdeye aktarılarak sinemaseverlere sunulmuş.”

Bu alanda yaptığı kapsamlı araştırmayı “Kelimelerden Görüntüye” adıyla 2004 yılında ES Yayınları’ndan kitaplaştıran Araştırmacı Orhan (Ünser) abi bu değerli çalışmasını kaynak kitap olarak bize bırakıp erken yaşta, vakitsizce aramızdan ayrılmıştı. Yapılan tez çalışmalarından haberdar olamadığımız için Orhan Ünser’in kitabı (Araştırmacı Yalçın Özgül’ün hazırladığı, önümüzdeki aylarda kitaplaştıracağı) “Edebiyattan Sinemaya; A’dan Z’ye Sinemamızda Edebiyat Uyarlamaları” adlı çalışması dışında bildiğim elimizdeki tek kitaptı.

1950’li ’60’lı, ’70’li yıllarda dönemin çok satan, Yeşilçam’ın melodram dünyasına da çok uyan Kerime Nadir, Muazzez Tahsin Berkant, Esat Mahmut Karakurt gibi yazarların eserleri çok sık uyarlanıyordu egemen anlayışın temsilcisi yönetmenlerce. 30 yıllık süreçte, özellikle bu üç yazar önemli sayıda eseriyle kitapları dışında uyarlanan, aktarılan filmlerle de Yeşilçam seyircisiyle buluşmayı başarmıştı.


AĞLATAN YAZARLARDAN AĞLATAN FİLMLERE

Yeşilçam sinemasının ağlatan (ağlak) melodramlarının küçümsendiği yıllarda eserleri sinemaya en çok uyarlanan yazar, 25 filmle beyaz perdede yer bulan Kerime Nadir olur. Orhan Aksoy, Nevzat Pesen, Orhan Elmas, Ümit Utku, Nişan Hançer, Şadan Kamil, Atıf Yılmaz, Arşevir Alyanak, Kemal Kan, Türker İnanoğlu ve Mehmet Dinler Kerime Nadir eserlerinden uyarlama yapan yönetmenlerdir. 

1940 yılında yazdığı “Seven Ne Yapmaz?” adlı romanı, 7 yıl sonra Şadan Kamil’in senaryo ve yönetmenliğinde, Selma Kayahan, Orhon M. Arıburnu, Berin Aydan ve Cahit Irgat’ın oyunculuklarıyla sinemaya uyarlanan ilk romanı olur.



Yine o yıllarda (1954-65 arası) Esat Mahmut Karakurt’un eserlerinden sinemaya uyarlanan film sayısı 22’dir. O yılların çok satan, çok okunan yazarlarından Muazzez Tahsin Berkant’ın eserlerinden ise 20 filme uyarlama yapılır. Yazarın eserlerinden en fazla uyarlama yapan yönetmen de Nejat Saydam olur. Nejat Saydam imzalı filmler tarih sırasıyla şöyle: 1961 “Bülbül Yuvası” ,1961 “Küçük Hanımefendi”, 1964 “Gençlik Rüzgârı”, 1965, “Garip Bir İzdivaç”, 1968, “Sarmaşık Gülleri”, 1970 “Bülbül Yuvası”

SİNEMA VE OSMAN ŞAHİN

’60’lı yıllarda (’60-65 arası) yapılan toplumsal gerçekçi filmleri, 1968 rüzgarını geride bırakıp yükselen toplumsal muhalefetle, sinemaya da yansıyan Yılmaz Güney ve toplumcu filmlerin etkisiyle beğeni ölçütleri de değişiyordu.

Bu değişim içinde ve sonrasında 1973’den günümüze sinemaya eserleri en çok uyarlanan yazar 23 eserinden 23 filmle Osman Şahin oluyordu. İlk kez 1973 yılında Feyzi Tuna Osman Şahin’in “Musallim ile Kuşde” adlı öyküsünden “Kızgın Toprak” adlı filmi yapıyordu. Osman Şahin’in eserlerinden en fazla uyarlama yapan yönetmen de Şerif Gören.

Yönetmenin Osman Şahin eserlerinden sinemaya aktardığı filmler ve yılları şöyle;1982 Tomruk, 1983 Derman, 1984 Firar, 1985 Kan, 1985 Kurbağalar

(Mesut Kara / EVRENSEL)


TARİHTE BUGÜN (21 MART)

 


OLAYLAR:

  • 1685 - Johann Sebastian Bach, Alman besteci doğdu.(ö. 1750)
  • 1779 - Osmanlı Devleti ile Rusya arasında, Aynalıkavak Antlaşması imzalandı.
  • 1788 - ABD'nin Louisiana eyaletinin New Orleans kenti, yangında tamamen yandı.
  • 1851 - Vietnam İmparatoru Tu Duc, bütün Hristiyan rahiplerin öldürülmesini emretti.
  • 1857 - Tokyo'da meydana gelen depremde, 100.000'den fazla kişi öldü.
  • 1871 - Otto von Bismarck, Prens unvanını aldı.
  • 1914 - Başyazarlığını Nigar Hanım'ın yaptığı "Kadınlık" adlı dergi, haftalık olarak yayımlanmaya başladı.
  • 1915 - Cahit Irgat, Türk sinema ve tiyatro sanatçısı doğdu.(ö. 1971)
  • 1918 - Tortum'un düşman işgalinden kurtuluşu.
  • 1919 - Macaristan Sovyet Cumhuriyeti kuruldu.
  • 1921 - Askerî Polis Teşkilâtı'nın faaliyetlerine son verildi.
  • 1928 - Charles Lindbergh'e, ilk trans-atlantik uçuşu gerçekleştiren kişi olması dolayısıyla şeref madalyası verildi.
  • 1935 - Şah Rıza Pehlevi, uluslararası topluluğa seslenerek; ülkesinin "Persia" olarak değil, "Aryanların ülkesi" anlamına gelen İran olarak adlandırılmasını istedi.
  • 1937 - Tunceli'de Dersim İsyanı başladı.
  • 1941 - Ankara Radyosu, yeniden Rumca yayına başladı.
  • 1952 - 950 grostonluk Galatasaray şilebi, Karadeniz'de Kefken açıklarında battı, 15 kişilik mürettebattan kurtulan olmadı.
  • 1958 - Gary Oldman doğdu.İngiliz oyuncu, yönetmen ve En İyi Erkek Oyuncu Akademi Ödülü sahibi
  • 1960 - ApartheidSharpeville KatliamıGüney Afrika'da polis, silahsız bir grup siyah göstericinin üzerine ateş açtı; 69 siyah öldü, 180'i de yaralandı.
  • 1963 - Alkatraz Hapishanesi kapatıldı.
  • 1964 - Boulanger Müzik Ödülü'nü, Türk piyanist İdil Biret kazandı.
  • 1965 - Ranger 9Ay'da araştırma yapmak üzere fırlatıldı.
  • 1965 - Martin Luther King, 3200 kişilik bir grupla, insan hakları yürüyüşü için Selma, Alabama'dan Montgomery, Alabama'ya doğru yola çıktı.
  • 1971 - CHP'nin hükümeti destekleme kararı alması üzerine, Genel Sekreter Bülent Ecevit istifa etti.
    1978 - Rodezya'da beyaz ırkın egemenliği sona erdi, üç siyah bakan göreve başladı.
  • 1979 - Atina Yüksek Mahkemesi aldığı kararla, Türkiye'nin Kıbrıs'a yaptığı müdahalenin, Zürih Antlaşması'nın IV. maddesine göre yasal olduğunu onayladı.
  • 1980 - Jimmy CarterABD'nin, Sovyetlerin Afganistan'ı işgalini protesto ettiğini ve Moskova'da düzenlenen 1980 Yaz Olimpiyatları'na katılmayacağını açıkladı.
  • 1983 - Yeni bir İmar Affı Yasası yürürlüğe girdi
  • 1989 - Bakanlar Kurulu Karabük ve İskenderun Demir-Çelik fabrikalarında 24.000 işçinin başlayacağı grevi güvenlik gerekçesiyle erteledi.
  • 1990 - Moğolistan'da çok partili siyasi hayata geçildi.
  • 1990 - Namibya, Güney Afrika'dan bağımsızlığını ilan etti.
  • 1991 - Ankara'nın eski belediye başkanlarından, mimar ve yazar Vedat Dalokay ile eşi trafik kazasında öldü .Ankara'nın eski belediye başkanlarından Vedat Dalokay ile eşi Kırıkkale yakınlarında meydana gelen trafik kazasında Dalokay 1973-77 yılları arasında Ankara belediye başkanlığı yapmıştı Edebiyat alanında da ürünler veren Vedat Dalokay 1980'de Kolo adlı çocuk romanıyla Türk Dil Kurumu Çocuk Yazını Ödülü'nü kazanmıştı
  • 1992 - VanŞırnakCizre ve Adana'da Nevruz kutlamaları sırasında çıkan olaylarda 38 kişi öldü.
  • 1993 - Antalya'da yapılan Türk Kurultayı kutlamalarına, Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Başbakan Süleyman Demirel de katıldı.
  • 2000 - İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, gece kulüpleri ve barlarda giderek yaygınlaşan ceket ve masa yakma modasının suç olduğunu ve bundan sonra bu tip davranışlarda bulunanların 15 günden aşağı olmamak üzere hafif hapis cezasıyla cezalandırılacaklarını belirtti.
  • 2008 - Ergenekon Çetesi suçlamasıyla İlhan SelçukDoğu Perinçek ve Kemal Alemdaroğlu gözaltına alındılar.
  • 2009 - TRT Avaz yayına girdi.
  • 2013 - Terör örgütü PKK kurucusu tutuklu Abdullah Öcalan'ın 5 sayfalık mesajı Diyarbakır'da yaklaşık 1 milyon kişinin katıldığı nevruz kutlamasında okundu.
  • 2013 - 120 kilo güreşçimiz Taha Akgül serbest stilde Avrupa Şampiyonu oldu.
  • 2013 - Ankarada Yargıtay'da görevli Savcı S.T. Ovacık yakınlarında, Bankacı M.H.'nin başına tek el ateş ederek bankacıyı öldürdü.
  • 2014 - Son yılların gözde sosyal paylaşım sitesi ve milyonlarca kullanıcısı olan Twitter'a, kişilik haklarının ve özel hayatın gizliliğinin ihlali nedeniyle Türkiyeden erişimi engelledi.
  • 2018 - Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü bir basın açıklaması yaptı. Açıklama da 2012-2016 yılları arasındaki dönemde Türk vatandaşlığını kaybeden (155bin393) ve vatandaşlığa kabul edilen (8bin351) kişi sayısı verildi.
      


      ÖLÜMLER:






KAYNAKLAR:https://www.tarihtebugun.org/,https://tr.wikipedia.org/, https://www.tarihtebugun.gen.tr/