27 Mayıs 2022 Cuma

TARİHTE BUGÜN (27 MAYIS)

     


      OLAYLAR:

  • 1703 - Rus Çarı I. PetroRus İç Savaşı sırasında Petrograd, Sovyetler Birliği döneminde Leningrad olarak anılan Sankt-Peterburg şehrini kurdu.
  • 1882 - Tevfik Sağlam, Türk bilim adamı ve askeri hekim (İstanbul Üniversitesi Rektörlerinden ve Verem Savaş Derneği Başkanlarından) (ö. 1963)Türk bilim adamı, askeri hekim. Türkiye Verem Savaş Derneği’nin kurucusu ve önderidir. 1948- 1963 yılları arasında derneğin başkanlığını yürütmüştür.  İstanbul Üniversitesi eski rektörlerindendir (1943- 1946). Türkiye’deki ilk Akciğer Hastalıkları (Fitzyoloji) kürsüsünü kuran kişidir.
  • 1905 - Tsushima Muharebesi başladı. Ertesi gün Japon Donanması'nın, Rus Donanması'nı neredeyse yok etmesiyle son buldu. Bu savaş dünya tarihinin ilk modern deniz savaşı oldu.
  • 1907 - San FranciscoKaliforniya'da veba salgını baş gösterdi.
  • 1908 - Mazhar Şevket İpşiroğlu, doğdu. Türk sanat tarihçisi (ö. 1985)  Türk sanat tarihçisi. Sanat tarihinin Türkiye'de bilim dalı olarak ele alınmasında önemli katkıları olan kişilerin başında gelir.  Türkiye’nin akademik eğitim almış ilk kadın fotoğrafçısı olan Yıldız Moran'ın dayısıdır. Ortaöğretimini tamamladıktan sonra 1927 yılında Almanya'ya gitti. Burada bir yıl gibi bir süre Düsseldorf Akademisi Resim Bölümü'nde eğitim gördü. Daha sonra Bonn, Hamburg ve Berlin üniversitelerinde felsefe ve sanat tarihi üzerine eğitim aldı. İlerleyen dönemlerde Hegel üzerine yaptığı tezle felsefe doktoru oldu. 1934'te Türkiye'ye dönerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde öğretim görevlisi oldu. Bir önceki yıl hazırlanan eğitimi reformunun yaşama geçirilebilmesi için emek harcayan isimlerden biri oldu. 1939 yılına gelindiğinde doçent, 1943'te ise profesör unvanını aldı. O dönemlerde Ernst Diez'in aynı fakültede Sanat Tarihi Bölümü'nü kurmasının ardından kendisi de bu bölüme geçti. Diez'in bu bölümden ayrılması üzerine 1949 yılında bu bölümün başkanı oldu. 1956 yılında Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte İstanbul Üniversitesi Film Merkezini kurdu. Burada felsefeci Macit Gökberk ve yönetmen Aziz Albek'inde katılımıyla Anadolu uygarlıklarını konu edinen birçok belgesel film çalışması gerçekleştirdi. Bu filmlerden ilki olma özelliğini taşıyan Hitit Güneşi, 1956 Berlin Film Şenliği'nde ikincilik ödülü olan Gümüş Ayı'yı kazandı. İpşiroğlu bu noktadan sonra da SurnameKaranlıkta RenklerAnadolu'da Roma Mozaikleri  ve Dünya Tapınağı gibi benzer özellikli birçok film hazırladı. 1948-1949 ve 1958-1959'da İÜ Edebiyat Fakültesi'nde dekanlık görevi yaptı. 1960'ta ordinaryüs profesör unvanını kazandı. 27 Mayıs Darbesi sonrasında 147'ler listesinde yer aldı. Aynı yıl tekrar Almanya'ya gitti ve Tübingen Üniversitesi'nde konuk profesör olarak dersler verdi. 1965 yılında ise İÜ'deki görevine dönerek sanat tarihi üzerine yaptığı çalışmalarına devam etti. 1977 yılında emekliye ayrılan İpşiroğlu, 1985 yılında İstanbul'da öldü.
  • 1915 - Osmanlı Hükümeti tarafından Sevk ve İskan Kanunu kabul edildi.
  • 1923 - Henry Kissinger, doğdu. Yahudi kökenli Amerikalı diplomat, siyaset bilimci ve siyasetçi
  • 1935 - Türkiye'de hafta tatili, Cuma'dan Pazar'a alındı.
  • 1940 - Le Paradis katliamı: Almanlar tarafından çevrilen Kraliyet Norfolk Müfrezesi'nden 99 askerden sadece 2'si kurtulabildi.
  • 1941 - Alman zırhlısı Bismarckİngiliz Kraliyet Donanması tarafından batırıldı.
  • 1944 - Latin harfleri ile ilk Cumhuriyet altını basıldı.
  • 1953 - Paris'te BelçikaFransaİtalyaLüksemburgHollanda ve Batı Almanya arasında Avrupa Savunma Birliği Antlaşması imzalandı.
  • 1957 - İstanbul'da yapılan Dünya Güreş Şampiyonası'nda Türkiye Millî Güreş Takımı, serbestte dört birincilikle dünya şampiyonu oldu.
  • 1957 - Demokrat İzmir gazetesi 1 ay süreyle kapatıldı.
  • 1958 - Amerikan F-4 Phantom II çok amaçlı avcı-bombardıman uçağı ilk uçuşunu yaptı.
  • 1959 - Ankara'da yayımlanan Zafer ve Yenigün gazeteleri ve Ulus gazetesi 1 ay süreyle kapatıldı. Ulus gazetesi yazı işleri müdürü Ülkü Arman, Bülent Ecevit'in bir yazısı nedeniyle 10 ay hapis cezası aldı.
  • 1960 - 27 Mayıs DarbesiTürk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koydu. Silahlı Kuvvetler adına ülke yönetimini Millî Birlik Komitesi üstlendi. Orgeneral Cemal Gürsel, Millî Birlik Komitesi'nin başına getirildi. Millî Birlik Komitesi, ilk iş olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ve Hükûmeti feshetti ve her türlü siyasi faaliyeti yasakladı.
  • 1960 - Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yönetime el koymasının ardından gözaltına alınan eski İçişleri Bakanı Namık Gedik intihar etti. Aynı gün gözaltına alınan 150 kişi Yassıada'ya getirildi.
  • 1961 - AnayasaKurucu Meclis'te oylamaya katılan 262 üyeden 260'ının oyuyla kabul edildi.
  • 1962 - Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi (ÇNAEM) açıldı.
  • 1968 - Cumhuriyet Halk Parti Genel Sekreteri Bülent Ecevit, "Demirel, bedavacılar cennetini sürdürmek istiyor" dedi.
  • 1971 - Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran gözaltına alındı.
  • 1980 - Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak Ankara'da öldürüldü. Olayı protesto eden Milliyetçi Hareket Partililer birçok kentte sol görüşlülerin ev ve işyerlerini tahrip etti.
  • 1983 - Türkiye'de kürtaj yasağı kalktı. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, kadınlara kürtaj hakkı verdi.
  • 1985 - Papa suikastı davasında Mehmet Ali Ağca, "Ben Hazreti İsa'yım; Allahın oğluyum" dedi.
  • 1992 - Iğdır ve Ardahan il oldu.
  • 1994 - ABD'de 20 yıldır sürgünde bulunan Sovyet yazar Aleksandr Soljenitsin ülkesine döndü.
  • 1995 - Bir grup kadın, Cumartesi günü saat 12:00'de gözaltında kaybolanların bulunması ve sorumluların ortaya çıkarılarak yargılanması talebiyle, İstanbul Galatasaray Lisesi önünde oturdu. Daha sonra Cumartesi Anneleri olarak anılan insan hakları savunucuları, dört yıl boyunca her Cumartesi saat 12:00'de aynı yerde buluştu.
  • 1997 - Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı'na (NATO) üye 16 ülkeyle güvenlik anlaşması imzaladı.
  • 1999 - Birleşmiş Milletler Savaş Suçluları Mahkemesi, Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç'i Kosova'daki vahşetin sorumlusu olmakla ve etnik Arnavutlara karşı soykırım yapmakla suçladı.
  • 2007 - Mehmet Ağar Genel Başkanlığı'ndaki DYP, eski Demokrat Parti'nin adını aldı.
  • 2007 - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Sivas'ta çeşitli tesislerin ortak açılışı ve TOKİ tarafından yaptırılan konutların anahtar teslim töreninde yaptığı konuşmada, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Anayasa Mahkemesinin aldığı 367 kararı ile çoğunluğun azınlığa mahkum edildiğini belirterek, bu kararı aldırtanların 22 Temmuz'da milletten dersini alacağını söyledi.


  • 2013 - Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında , Taksim Gezi Parkı'nda 5 ağaç yerinden söküldü. Durumu gören Taksim Dayanışma Bileşenleri Platformu üyeleri iş makinesinin önüne geçerek yıkımı durdurdu. Bu tarihten sonra yaşananlar haftalarca sürecek bir eylemin başlangıcıydı.
  • 2017 - Türkiye Futbol Federasyonu (TFF), içinde Arena kelimesi geçen statların adlarını -Stadyum olarak değiştirdi.

  •                                                                   ‘Katre Island Hotel’
  • 2020 - 1960 askeri darbesinin ardından dönemin Başbakanı Adnan Menderes ve arkadaşlarının idam kararlarının alındığı Yassıada, düzenlenme çalışmalarının ardından kongre ve sergi alanlarının da yer aldığı “Demokrasi ve Özgürlükler Adası” adıyla açıldı.



      ÖLÜMLER:
  • 1690 - Giovanni Legrenzi, İtalyan besteci ve organist (d. 1626)
  • 1762 - Alexander Gottlieb Baumgarten, Alman filozof (d. 171418. yüzyılda yaşamış olan Baumgarten, estetiği, felsefeye kazandırdı. Baumgarten’e göre estetik, “Güzel üzerine düşünme, onun ne olduğunu araştırma sanatıdır.” "Aesthetica" adlı eseriyle estetiği felsefeye kazandırmıştır. Ona göre insanın iki tür yetisi : Aşağı bilgi yetisi ve yukarı bilgi yetisi vardır. Aşağı bilgi yetisinin ortaya koyduğu tasavvurlar duyusal bilgidir. Bu bilgi yetisini estetik inceler. Yukarı bilgi yetisi ise zihni bilgi alanıdır. Açık ve seçik bilgiler alanıdır. Bu alanla mantık ilgilenir. Ancak öz bakımından ikisi de birbirinden farklı değildir. İkisi de hakikati ararlar
  • 1797 - François-Noël Babeuf, Fransız yazar (d. 1760Fransız Devrimi'nin önderlerinden olan Babeuf, politik bir kimliğe sahipti. Bir dönem gazetecilikle uğraşan Babeuf, yayınladığı gazeteyle ajitasyon   ve propaganda yapıp insanları etkilemeye ve kışkırtmaya çalışmış, uyguladığı stratejik taktiklerle sol kanata örnek olmuş ve harekete geçmelerine hasıl olmuştur. 18. yüzyılda yaşamış olmasına rağmen düşünceleri yakın arkadaşı tarafından kaleme alınmış ve 19. yüzyılın başlarında yayınlanıp derin bir etki bırakmıştır. Önerdiği tarım reformları beraberinde ona Gracchus Babeuf takma adını kazandırmıştır
  • 1840 - Niccolo Paganini, İtalyan keman virtüözü ve besteci (d. 1782)
  • 1910 - Robert Koch, Alman hekim ve Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü sahibi (d. 1843)
  • 1914 - Joseph Wilson Swan, İngiliz fizikçi ve kimyager (d. 1828)
  • 1935 - Ahmet Cevdet Oran, Türk yayıncı, yazar ve gazeteci (d. 1862Osmanlı Devleti'nin ilk yayıncılarından birisi olarak 1894’ten itibaren İkdam gazetesini yayınladığından "İkdamcı" diye anılır. Gazetenin kurucusu ve başyazarı idi. Türkçülük akımının basın alanındaki ilk temsilcilerinden birisidir. Rotatif baskı (dairesel klişe ile yapılan) tekniğini ilk defa basında deneyen kişidir. 1862’de  İstanbul’un   Aksaray semtinde doğdu. Babası, Gerede’nin Çoğullu Köyü’nden İstanbul’a göç etmiş bir tütün tüccarı olan Hacı Ahmet Efendi idi.[2] Kaptanpaşa Rüştiyesi’nin ardından Mekteb-i Hukuk ve Mekteb-i Mülkiye’yi tamamladı. Özel öğretmenlerden Arapça, Fransızca, Almanca ve Rumca öğrendi. Gazetecilik hayatına 1883'te Tercüman-ı Hakikat’te başladı; Resmi Gazete niteliğindeki Takvim-i Vakayi’de devam etti. Bir süre Reji ve Osmanlı Bankası'nda ve Hariciye Nezaretinde çalıştıktan sonra gazeteciliğe döndü.  SabahTarik ve Saadet gazetelerinde başyazarlık yaptı. Temmuz 1894’te İkdam gazetesini yayınlamaya başladı. “Osmanlı” adını eksik bulduğundan çıkardığı gazeteyi “Siyasi Türk Gazetesi” olarak niteledi. Gazetesi yoluyla dilde sadeleşme akımını ve Türkçülük akımını savundu. İkdam Kütüphanesi adıyla birçok kitap bastı. 1908 yılında, İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonra gazetesinin yazar kadrosunu genişletti, teknik imkânlarını geliştirdi. İttihat ve Terakki yönetimine karşı bir tutum alan gazetenin tirajı 40 bine kadar yükseldi. Ahmet Cevdet, 31 Mart Olayı’ndan sonra ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. 1923’e kadar Fransa ve İsviçre’de yaşadı. Bern'deki İngiliz Büyükelçisi Sir Horace Rumbold, 5 Aralık 1918'de İngiltere Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği kapalı tel yazısında; Ahmet Cevdet'in ismi "...sahibi bulunduğu İkdam gazetesini, Türkiye'de İngiliz çıkarlarından yana seferber etmek niyetinde olan Ahmet Cevdet'e ne denli işlem yapılması konusunda kendisine talimat gönderilmesi..." şeklinde geçiyordu. İkdam gazetesi mütareke yıllarında Yakup Kadri Bey yönetiminde yayımlandı. Ahmet Cevdet, 1923’te Cumhuriyet’in ilânından sonra Türkiye’ye döndü. Sağlık sorunları yüzünden gazetenin yönetimini Mecdi Sadrettin’e bıraktı. 27 Mayıs 1935 tarihinde Ankara’da toplanan Matbuat kongresinde kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. İstanbul’da, Eyüp Mezarlığı’na defnedildi.
  • 1941 - Ernst Lindemann, Alman asker (d. 1894II. Dünya Savaşı sırasında savaş gemisi DKM Bismarck'ın komutanıydı. Bismarck'ın İngiliz Donanması tarafından batırılmasıyla beraber ölmüştür.
  • 1942 - Muhammed Hamdi Yazır, (1878; ElmalıAntalya – 27 Mayıs 1942; Kadıköyİstanbul), Türk din alimitercüman ve hattattırOsmanlı Devleti'nin son zamanlarında ve Cumhuriyet Dönemi'nde yaşamış olup, Türkçe Kur'an tefsirlerinden birini telif etmiştir.1878'de Antalya'nın Elmalı kazasında doğdu. Ailesi aslen Burdurlu olup, babası Hoca Numan Efendi'dir. Numan Efendi daha küçük yaşlardayken Burdur'un Gölhisar kazasının Yazır köyünden ayrılarak Elmalı'ya gelmiş, tahsilini orada tamamlamış ve akabinde Şeriye Mahkemesi başkâtibi olmuştur. Annesi Elmalı alimlerinden Esad Efendi'nin kızı Fatma hanımdır.Türkçenin yanında Arapça ve Farsça ile şiir yazacak kadar üst seviyede bir bilgiye sahipti. Ancak yazılarında sade bir Türkçe kullanmıştır. Bunların yanı sıra Fransızca da bilmektedir. "El-metalip ve'l-mezahip" adında Fransızcadan tercüme ettiği bir felsefe tarihi kitabı vardır.Muhammed Hamdi Yazır, ilk ve ortaokul tahsilini Elmalı Rüşdiye Mektebi'nde gördü. Hafızlığını da tamamladıktan sonra, Arapça okudu ve İslami ilimleri öğrenmek için, dayısı Hoca Mustafa Sarılar Efendi ile birlikte 1895'te İstanbul'a geldi. Kayserili Mahmud Hamdi Efendi'nin Beyazıt Camii'ndeki derslerine devam etti. Of'lu Mahmut Kamil Efendi'den fıkıh dersleri aldı. Devrin ileri gelen değerli hocalarından ders görerek icâzet aldı.Mekteb-i Nuvvab'a girdi ve buradan birincilikle mezun olarak kadılık icazeti aldı. 1905'ten itibaren Beyazıt Camii'nde talebelere ders vermeye başladı ve bu hizmeti 1908 yılına kadar devam etti. Bu arada Şeyhülislamlık'ta Mektubi Kalemi'ne dahil edildi. Bir yandan da Nuvvab'da ve Mülkiye Mektebi'nde ahkam-ı evkaf, Medrese-t-ül Vaizin'de fıkıhSüleymaniye Medresesi'nde mantık derslerini okutmayı sürdürdü. 1908 yılında dersiâm oldu. Devrin ünlü hattatları Sami Efendi ve Bakkal Arif Efendi'den hat dersleri aldı. Mustafa Kemal Atatürk halkın yeni devrimlerden sonra dini kaynakları, Türkçeye çevrilmiş kitaplardan okunmasını arzuluyordu. Bu amaç doğrultusunda Kuran’ın meali için Mehmet Âkif Ersoy’u, Buhari Hadis kitabı için Babanzade Ahmed Naim’i, Kuran Tefsiri içinse Muhammed Hamdi Yazır’ı görevlendirdi.II. Meşrutiyet'in ilanından sonra Meclis-i Mebûsan'a Antalya mebusu olarak girdi. Şeyhülislam fetvayı vermediği için, 1. Fetva Emini olarak II. Abdülhamit'in tahttan alınması için gereken fetva'yı İttihat Terakkicilerin isteği doğrultusunda yazdı.[1] Daha sonra da karşı cephede olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nda faaliyetlerini sürdürdü. Daha sonra sırasıyla, Dar-ül Hikmet-ül İslamiye azalığına (Ağustos 1918), Nisan 1919'da bu kurumun başkanlığına tayin edildi. Damat Ferit Paşa'nın kabinelerinde Evkaf (Vakıflar) Nazırı olarak vazife yaptı. Eylül 1919'da Ayan Meclisi üyeliğine getirildi. İttihat ve Terakki'nin ilim şubesinde vazife yaptı.1909 yılında Mülkiye Mektebi'nde Ahkâm-ı Evkâf ve Arâzî dersleri okutmuş ve yine aynı yıllarda Mekteb-i Kuzât'ta "Fıkıh" dersleri vermiştir. Daha sonra Darü'l-Hikmeti'l-İslâmiye (Şeyhü'l-İslâmlığa bağlı Yüksek Müşavere Heyeti) üyeliğine ve bir müddet sonra da başkanlığına tayin edilmiştir. I. Dünya Savaşı'ndan sonra Evkaf-ı Hümâyun nazırlığında bulunmuş ve bu sırada Âyan Meclisi üyesi olmuştur.Varlığın ve bilginin bilimsel olarak araştırılması (Felsefe) ile de ilgilenen Elmalılı Hamdi Yazır, batılı yazarların eserlerini de tercüme etmiştir. Bu eserlerde ileri sürülen konulara eleştirel yaklaşım sergileyen Elmalılı Hamdi Efendi, felsefe ve din arasında cereyan eden tartışmalara çözüm bulmaya çalışmıştır. Filozofların gerçeği kavrayamadıklarını belirtmiş, akıl ile iman bütünleştiği zaman gerçeğin kavranıp doğrulanabileceği fikrini savunmuştur.Cumhuriyet'in ilanı esnasında Medrese-t-ül Mütehassisin'de mantık dersleri okutuyordu. Damat Ferit Paşa kabinelerindeki görevi dolayısıyla, bu kabinelerin Milli Mücadele aleyhine verdiği kararlarda sorumluluğu bulunduğu gerekçesiyle gıyabında idama mahkûm edildiyse de, aynı zamanda yeğeni Emin Paksüt'ün kayınpederi olan Kel Ali'nin başkanlık ettiği Ankara İstiklâl Mahkemesi'nde yapılan muhakemesinden sonra suçsuzluğu tespit edilerek beraat etti.Elmalılı Hafız Muhammed Hamdi Yazır, uzun zaman devam eden Kalp yetmezliği rahatsızlığından ötürü Erenköy'de 27 Mayıs 1942'de öldü. Kabri Sahrayıcedid Mezarlığı'ndadır
  • 1949 - Robert Ripley, Amerikalı karikatürist (d. 1890)
  • 1964 - Jawaharlal Nehru, Hindistan'ın ilk Başbakanı (d. 1889)
  • 1969 - Jeffrey Hunter, Amerikalı sinema oyuncusu ve yapımcı (1926)
  • 1980 - Gün Sazak, Türk siyasetçi ve Gümrük ve Tekel Bakanı (d. 1932)
  • 1987 - John Howard Northrop, Amerikalı kimyacı ve Nobel Kimya Ödülü sahibi (d. 1891)
  • 1988 - Ernst Ruska, Alman fizikçi (d. 1906)Heidelberg'de doğmuştur. Münih Teknik Üniversitesi'ndeki eğitimi sonrası Technical University of Berlin 'de çalışmalarına devam etmiştir. Elektronların kullanımı ile mikroskop birlikteliği sayesinde gelişmiş görüntülerin elde edilmesini sağlamıştır. 1931 yılında elektron lensini imal etmiş ve bu ilk elektron mikroskobunun 1933'te yapımını sağlamıştır. Ruska 1937-1955 yılları arasında Siemens-Reiniger-Werke AG 'de çalışmıştır. 1955-1972 arasında ise Fritz Haber Institute 'de Elektron Mikroskobi bölümünün başkanlığını yürütmüştür. Ayrıca 1972'deki emekliliğine değin Technical University of Berlin 'de profesör olarak görev yapmıştır. 1986 yılında Nobel Fizik Ödülü'ne elektron optiğine yaptığı katkılardan dolayı uzanmıştır. Aynı yıl, aynı ödül Gerd Binnig ve Heinrich Rohrer arasında da paylaştırılmıştır. Berlin'de 1988 yılında ölmüştür.
  • 1989 - Sabite Tur Gülerman, Türk ses sanatçısı (d. 1927)
  • 1996 - Ziya Kayla, Türk bürokrat (d. 1912) Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Üyeliği'nde bulunmuştur. Kabataş Lisesi'nden sonra 1934'te Mülkiyeden mezun olmuştur. 1937'de Teftiş Kurulu'na girmiş,1955'te Maliye Başmüfettişliğine yükselmiş, 1961'de Maliye Müsteşarlığına atanmak suretiyle Kuruldan ayrılmıştır. 1963 tarihinde T.C. Merkez Bankası Genel Müdürlüğü'ne getirilmiş; daha sonra Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Üyeliğinde bulunmuş (1966-1970); 1970 yılında emekliye ayrılmıştır. Emekliye ayrıldıktan sonra Türkiye Vakıflar Bankası İdare Meclisi Başkanlığı (1971-1976), T.C. Merkez Bankası Banka Meclisi Üyeliği (1978-1979), Bakanlar Kurulu kontenjanından  Yükseköğretim Kurulu Üyeliği (1981-1982), Türkiye İş Bankası Denetçiliği görevlerini üstlenmiştir. 27 Mayıs 1996 tarihinde öldü.
  • 2003 - Luciano Berio, İtalyan avangart besteci, orkestra şefi, kuramcı ve öğretmen (d. 1925)
  • 2004 - Umberto Agnelli, İtalyan girişimci, siyasetçi ve Fiat'ın Başkanı (d. 1934)
  • 2006 - Mübeccel Vardar, Türk tiyatro ve sinema oyuncusu (d. 1960) İstanbul Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümünden mezun olan Mübeccel Vardar, Harold ve Maude adlı oyun ile Kenter Tiyatrosu'nda profesyonel oldu. Cyrano de BergeracÖlümü YaşamakBabalar ve OğullarGönül SuçlarıŞafak YıldızlarıYarın CumartesiKöklerArzu TramvayıNice Yıllar adlı oyunlarda rol aldı. Sanatçı, Tiyatro İstanbul'da da "Acaba Hangisi" adlı oyunda oynamıştı. Halit Refiğ'in Hanım ve en son Yavuz Turgul'un Gönül Yarası filmlerinde rol alan sanatçı; ÇalıkuşuSaat Saat Sabahın DokuzuKuşlu ÇorapÖnce CananAyıUğurlugillerHastaneDişi KuşYabancı Damat adlı televizyon dizilerinde oynamıştı.Vardar, bir süredir tedavi gördüğü akciğer kanseri nedeniyle, 27 Mayıs 2006 Cumartesi günü 46 yaşında öldü.
  • 2009 - Clive Granger, Galli ekonomist ve Nobel Ekonomi Ödülü sahibi (d. 1934)
  • 2010 - Talip Özkan, Türk Halk Müziği sanatçısı (d. 1939) Lise yıllarındayken Acıpayam'da Muzaffer Sarısözen'le tanıştı. 1957'de yüksek öğrenimi için geldiği Ankara Radyosu'nda Yurttan Sesler Korosu programlarında yer aldı ve ardından sınavları kazanarak kadrolu sanatçı oldu. 1960 yılında İstanbul Radyosu'na geçiş yaptı. 20 yıla yakın TRT'de çalıştıktan sonra 1977'de Paris'e yerleşti. Paris Konservatuvarı'ndaki eğitmenliğinin yanı sıra Paris Üniversitesi'nde (Université de Paris, VIII, Nanterre 19) etnomüzikoloji alanında doktora çalışmasını yürüttü. Rotterdam Konservatuvarı'nda ders verdikten sonra emekliye ayrıldı. Yurt dışında pek çok albüm dolduran sanatçı, uzun yıllar Paris'te yaşamış ve çalışmalarını (yeni) türküler derleyerek ve özel ders vererek sürdürmüştür. Türk halk müziğine çok sayıda derleme kazandıran ve müzisyen eğiten Özkan kendine özgü bağlama çalış tekniğiyle de birçok bağlamacıya örnek olmuştur. Cenazesi 29 Mayıs 2010 tarihinde İzmir Alsancak Hocazade Camii'nde öğleyin kılınan cenaze namazıyla Urla İskele Mezarlığı'na defnedilmiştir.
  • 2011 - Jeff Conaway, Amerikalı oyuncu (d. 1950)
  • 2013 - Nazmiye Demirel, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in eşi (d. 1928)
  • 2013 - Bill Pertwee, İngiliz komedyen, yazar ve oyuncu (d. 1926)
  • 2014 - Adnan Varınca, Türk natürmort ressam (d. 1918)
  • 2014 - Massimo Vignelli, İtalyan tasarımcı (d. 1931) Ambalaj tasarımından, mobilya tasarımına kadar halka açık tabela ve showroom tasarımına kadar birçok alanda çalışan bir İtalyan tasarımcıydı. Mottosu "Eğer bir şeyi tasarlayabilirseniz, her şeyi tasarlayabilirsiniz"'di. Oppositions dergisinin tasarımını da yapmıştır.
  • 2017 - Gregg Allmann, Amerikalı gospel-rock müzisyeni (d. 1947)
  • 2018 - Gardner Dozois, Amerikalı bilimkurgu yazarı ve editör (d. 1947)
  • 2018 - Andres Gandarias, İspanyol profesyonel uzun yol bisiklet yarışçısı (d. 1943)
  • 2018 - Ali Lütfi Mahmud, Mısırlı siyasetçi (d. 1935) Mısırlı siyasetçidir. Hüsnü Mübarek başkanlığı döneminde 4 Eylül 1985 - 9 Kasım 1986 tarihleri ​​arasında Mısır Başbakanı olarak görev yapmıştır. Mısır Krallığı Faiyum Al-Adwa'da doğmuştur. Kendisi Ulusal Demokrat Parti (Mısır) bir üyesi olarak siyaset yapmıştır. 27 Mayıs 2018'de Kahire'de 82 yaşında ölmüştür.
  • 2019 - Bill Buckner, Amerikalı profesyonel beyzbol oyuncusu (d. 1949)
  • 2019 - Tony Horwitz, Amerikalı gezeteci ve yazar (d. 1958) Horwitz, 1995'te Pulitzer Ödülü sahibi olmuştur. Yayınladığı kitapları arasında; One for the Road: a Hitchhiker's Outback (1987), Baghdad Without a Map (1991), Confederates in the Attic (1998), Blue Latitudes (diğer adıyla: Into the Blue) (2002), A Voyage Long and Strange: Rediscovering the New World (2008) ve Midnight Rising: John Brown and the Raid That Sparked the Civil War (2011) sayılabilir. Horwitz çalışmalarıyla 1994'te James Aronson Ödülü ile 1995'te The Wall Street Journal 'daki gazetecilik kariyeriyle Pulitzer En İyi Haber Gazetecisi Ödülü'nü kazanmıştır. Ayrıca gazeteler "The New Yorker" ile "New York Times" 'ta köşe yazarlığı yapmıştır.
  • 2020 - Larry Kramer, Amerikalı oyun yazarı; senarist, romancı (d. 1935)
  • 2020 - Nicholas Rinaldi, Amerikalı şair ve yazar (d. 1934)
  • 2021 - Carla Fracci, İtalyan balerin ve aktris (d. 1936)
  • 2021 - Robert Hogan, Amerikalı aktör (d. 1933)
  • 2021 - Nelson Sargento, Brezilyalı samba müzisyeni, şarkıcısı ve bestecisi (d. 1924)
  • 2021 - Poul Schlüter, Danimarkalı bir politikacıydı (d. 1929)



26 Mayıs 2022 Perşembe

ABD: Resmin parçaları yerlerine oturuyor + ABD: Süreç olarak faşizm ivme kazandı (I+II) - Ergin Yıldızoğlu(Cumhuriyet)

 


ABD: Resmin parçaları yerlerine oturuyor 

Son yazımda faşizm sürecinin, “özgün bir ideoloji, bir toplumsal hareket, lider, parti ve terörist eylemler üzerinden” ilerlediğini anımsatmış, “ABD’de Yüksek Mahkeme’deki karar taslağının ve Buffalo katliamının ‘evreni’ tüm bu unsurları içeriyor” demiştim. “Süreç olarak faşizm”in diğer parçaları kısaca şöyle özetlenebilir: Egemen kriz yönetim modelinin kuralları (ekonomik ve kültürel) içinde aşılamayan bir yapısal kriz; egemen sermayenin kimi temsilcilerinin faşist harekete ilgi duymaya başlaması. Devletin yasama, yargı ve yürütme organlarının faşist parti ve hareketin eline geçmeye başlaması.

ABD’de faşist hareket Yüksek Mahkeme’yi ele geçirmiş görünüyor. Bu yıl yapılacak ara dönem seçimlerinde, federal düzeyde Temsilciler Meclisi’nin, Senato’nun, bölgesel düzeyde birçok eyaletin yönetiminin ve yerel yönetimin kontrolünün faşist hareketin temsilcilerinin eline geçme olasılığı hızla artıyor.

‘YAPISAL KRİZ’ VE TERCİHLER

Sermaye sınıfına bakınca “yapısal krizin”, neoliberal küreselleşme olarak tanımlanan “yönetim modeline” ilişkin genel bir eğilim dikkat çekiyor. Bu yıl Davos toplantısının gündemini oluşturması beklenen bu eğilim, neoliberal küreselleşmenin çözülmesinin hızlandığının, artık restore edilemeyeceğinin kabulüne ilişkindir.

Küreselleşmenin çözülmesinin arkasında, ülkeler düzeyinde, küreselleşme döneminin özelliği serbest ticarete karşı yükselen siyasi tepkiler var. Serbest ticaret döneminde, her “1 dolar verimlilik artışına karşılık 50 dolar” zenginlere gitmiş (D. Rodrik’ten aktaran, R. FarooharFinancial Times, 22/05). Tepkiler haksız değil.

Küresel düzeyde, sermayenin (mallar ve finans) serbestçe dolaşımının üzerinde yeni ekonomik-siyasi güç merkezleri yükseldi. Bu merkezler, egemen sermayenin koyduğu kuralları artık kabul etmek istemiyorlar. Böylece jeopolitik dengeler bozuluyor, çelişkiler sertleşiyor.

Bu ikili eğilimin üzerine gelen pandemi, hemen arkasından Ukrayna savaşı, uluslararası serbest ticaret ağlarını kırarak, gıda ve enerji tedarikini aksatarak yapısal krizi daha da derinleştirdi. Küresel ısınmanın daha çok gelişmekte olan ülkeleri vuran kuraklık, aşırı sıcaklar ve açlık dalgalarının etkilerinin derinleşmesi hızlandı.

Bu iki eğilimin birleştiği yerde, yerinden yurdundan edilmiş 100 milyon göçmen ve bunların sığındıkları yerlerde, kaynaklar daralmaya devam ederken sertleşen ekonomik kültürel çelişkiler var.

Ancak “yapısal krizin” toplumsal sonuçlarını hafifletecek, kapitalist toplumları ekonomik ve siyasi olarak yeniden stabilize edebilecek yeni bir kriz yönetim modeli ortada yok. Eski modeli restore etmek de olanaksız.

Bu koşullarda, ABD’de egemen sermayenin önemli bir kesimini oluşturan yüksek teknoloji sektörünün Alman asıllı Thiel gibi kimi liderlerinin, bugünün kapitalizminde “demokrasiyle özgürlüklerin uzlaşamadığını” ileri sürmeye, 1920’lerden bu yana yaşanan, sosyal devlet, kadınlara oy hakkı, 1960’larda kazanılan eşit haklar gibi gelişmelerden yakınmaya başladıkları (Aktaran Krugman, New York Times) görülüyor. “Yapısal krizi”, küresel ısınmanın yükünü halkın sırtına yıkarak sömürüyü, baskıyı artırarak, hakları ve özgürlükleri kısıtlayarak yönetme arzusu güçleniyor. 

Egemen sermayenin, Ellison (Oracle), Bezos (Amazon), Musk (Tesla, Space X), Zückerbeck (Meta), Thiel (PayPal, Palantir) gibi düne kadar “liberal” eğilimli plütokratları Demokrat Parti’ye karşı tutum almaya başlıyor, Cumhuriyetçi Parti’nin, Müslüman, LGBTİ+, kürtaj, göçmen, Yahudi, düşmanlığı konularında Trump’tan çok daha radikal adaylarına milyonlarca dolar kaynak aktarıyorlar. Trump’ın harekete geçirdiği “canavar” artık Trump’ın denetiminde çıkıyor.

                                                           ***

ABD: Süreç olarak faşizm ivme kazandı (I)

Bu ay ABD’de süreç olarak faşizmin ivme kazandığını gösteren iki olaya tanık olduk. Basına sızdırılan bir karar taslağı metni, ABD Yüksek Mahkemesi’nin kürtaj hakkını güvenlik altına alan 1973 tarihli “Roe vs. Wade” ve 992 tarihli “Planlı anne-babalık hakkı” kararlarını iptal etmeye hazırlandığını gösterdi. İkincisi, Buffalo, New York’ta çoğunlukla siyahların alışveriş yaptığı bir süpermarketi hedef alan silahlı faşist terörist, 10 kişiyi öldürdü 3 kişiyi de yaraladı. 

Korkutucu olan şu ki “saygın hâkimlerin” oturduğu Yüksek Mahkeme ile Buffalo’da 10 kişiyi öldüren 18 yaşındaki faşist terörist arasında Cumhuriyetçi Parti ve Donald Trump üzerinden geçerek gelen güçlü bir ideolojik bağ var.

GİLEAD OLARAK ABD 

Cumhuriyetçiler Trump döneminde atanan “ultra-muhafazakâr” ve çoğu erkek hâkimlerle Yüksek Mahkeme’de çoğunluğu ele geçirdiler; ölene kadar görevde kalacak hâkimler ABD federal yasalarını ve yargıyı dinci ırkçı bir dünya görüşüne göre yeniden şekillendirmeye başladılar. 

Bu tehlike karşısında, Damızlık kızın öyküsü, başlıklı kâbus “distopyanın” (Gilead) yazarı Margret Atwood, tepkisini “Gilead’ı ben yarattım, Yüksek Mahkeme gerçekleştiriyor” biçiminde ifade etti. Gerçekten de şimdi, artık Trump’ın siyasi, dinci ırkçı hareketlerin ideolojik etkisi altındaki birçok eyaletin yönetimi, kadınların bedenleri üzerindeki haklarını ortadan kaldırmaya, tecavüz, “ensest”, annenin yaşamını tehdit eden durumlarda bile kürtajı yasaklamaya hazırlanıyor. Texas eyaleti çoktan yasakladı, dahası ihbar edenlere de ödül veriyor, adeta eski “vahşi Batı”nin “ödül avcıları” gibi.

Bu durumun iki boyutu var. Birincisi: “Rose vs. Wade”, ABD sağının temel nefret nesnesi olan toplumsal haklar-eşitlikler hareketinin, kazanımlarına, sosyal ilerlemelere ait bir gelişmeydi. Birçok yorumcu, “Rose vs. Wade”in iptal edilmesinin bir ilk adım olacağını, bunu LGBTQ+ bireylerin, siyahların, haklarını ilgilendiren federal güvencelerin kaldırılarak, o konuların eyalet yönetimlerinin yasama yetkisine transfer edilmesinin izleyeceğini düşünüyor. ABD faşizmi nihayet 1960’ların, 70’lerin toplumsal ilerlemelerini geri çevirme şansını yakalamış görünüyor.

BİR SOYKIRIM PROJESİ

İkinci boyut, “Rose vs. Wade”in iptalinin arkasındaki ideolojiyi, Buffalo’daki katilin inançlarına bağlayan, “büyük yer değiştirme” teorisiyle ilgili. Bu “teori”, Cumhuriyetçilerin etkili ihtiyarlarından, Newt Gingrich’in deyimiyle, ABD’nin, “klasik” nüfusunun (uzun süreli bir soykırım ile yok edilmiş yerliler değil, beyaz Protestan nüfusu) sistemli bir biçimde yabancı, (Latino, Asyalı, Ortadoğu ve Afrika’dan gelen Müslümanlar) göçmenlerle değiştirilmekte olduğunu iddia ediyor. Bu “teoriye göre” “değiştirmeyi” Demokrat Parti’nin seçkinleri (ilericiler, sosyal demokratlar), Yahudiler, Küreselleşmeciler ve Soros (Yahudiler), Birleşmiş Milletler planladılar ve yönetiyorlar. Doğum kontrolü ve kürtaj hakları da “beyaz kadınların doğurganlık oranını düşürmeyi amaçlıyor”, o da bu komplonun bir parçası. Bu teori, beyazların yok edilme tehlikesi altında olduğunu iddia ederken bunun mantıki sonucu olarak bir özsavunma refleksini, bu bağlamda, beyaz ve Protestan olmayan göçmenleri, Yahudileri hedef alan soykırım projelerini, eylemleri meşrulaştırıyor. Bu “teorinin” uluslararası boyutu da var; Avrupa’da, soy kırım üzerinde kurulan Avustralya ve Yeni Zelanda’da faşistlere, ABD faşistleriyle ortak bir işbirliği, söylem zemini sunuyor.

Bu da bizi, “büyük yerdeğiştirme” teorisine dayanan, ABD ve Avrupa kapitalizminin emperyalist ırkçı-köleci geçmişine ışık tutan söylemlere nefret kusan, kitleleri hedef alan terör eylemlerine getiriyor.                                                ***

ABD: Süreç olarak faşizm ivme kazandı (II)

Faşizm süreci, özgün bir ideoloji, bir toplumsal hareket, lider, parti ve terörist eylemler üzerinden ilerler. Faşist ideoloji, öncelikle iki amaç tanımlar: Orijinal/otantik bir toplumsal grubun yaşantısını, hatta varlığını “tehdit eden” değişimleri, altüst oluşları, etnik/dini bir “ötekinin” seçkinlerinin komplosuna bağlar. İkincisi de kadınların vücutları üzerinde hâkimiyet kurmak, bu hâkimiyetin kurumsal ifadesi olan aileyi tehdit ettiği iddiasıyla LGBTQ+ pratikleri bastırmak ister. 

ABD’de Yüksek Mahkeme’deki karar taslağının ve Buffalo katliamının “evreni” tüm bu unsurları içeriyor. Yüksek Mahkeme de kürtaj hakkını koruyan yasayı kaldırma gerekçesini, “ülkenin kurucu anayasasında, tarihsel değerleri içinde yeterince derin kökleri yok” gerekçesine dayandırıyor. Irk eşitliğinin, kadınların oy verme hakkının, bir seri cinsel konunun, kurucu anayasada, tarihsel değerler içinde olmadığını anımsatan, Margaret  Atwood da “17. yüzyıldaki gibi yaşamak istiyor musunuz” diye soruyor. 

Buffalo katliamcısı da “büyük yer değiştirmenin”, geleneksel “beyaz toplumu” yok etmekte olduğuna inanıyor; ancak, ABD tarihinin “büyük yer değiştirmelerin tarihi” (Stephens, New York Times) olduğunu unutuyor:

Gelen göçmenler yerlileri yok ettiler, Katolikler ve Yahudi göçmenler Protestanları, Avrupa’dan gelenler (İrlandalı, İtalyan, Danimarkalı vb.) etnik İngiliz nüfusu azınlığa düşürdü. Ardından Anglosakson seçkinlerin yerini giderek göçmenlerin yetiştirdiği seçkinler almaya başladı. Nihayet son yıllarda üçüncü dünya ülkelerinden gelen, ucuz işgücü kaynağı göçmenler var. Kısacası, Buffalo katilinin manifestosu, kendi ülkesinin tarihinden habersiz bir fantezi. Ancak sıra kadınların bedenlerine gelince, Yüksek Mahkeme ve katil aynı frekansta buluşuyorlar.

Bu ideoloji üzerinde, bir toplumsal hareket, lider ve partinin şekillenmesi, Trump döneminde hızlandı. Beyaz üstünlüğü gruplar üzerinde yapılan araştırmalar, bunların birbirleriyle ilişki içinde olduğunu, mekânları, kaynakları paylaştıklarını, “6 Ocak 2021 kalkışmasında” olduğu gibi eylemlerini koordine ettiklerini gösteriyor. Trump döneminde güçlenerek, büyük bir oy makinesine dönüşen bu hareketin basıncı, Cumhuriyetçi Parti’yi (GOP) faşistleştiriyor. Kamuoyu yoklamaları, ABD seçmeninin 1/3’ünün, GOP seçmeninin yarısının “büyük yerdeğiştirme” komplosuna inandıklarını gösteriyor. Fox News’dan Tucker Carslon gibi çok izlenen TV yapımcıları, Elise Stefanik, Matt Gaetz, Scott Perry, Ron Johnson gibi temsilciler, senatörler, Blake Masser, J.D. Vabxe gibi senatör adayları, bu komplo teorisini açıkça savunarak oy toplamaya çalışıyorlar.

Siyahları, Müslümanları, Yahudileri, Latin Amerikalı göçmenleri, hedef alan terör eylemleri de son yıllarda sıklaştı. FBI’ya göre nefret suçları son yıllarda yüzde 35 artmış. Beyaz ırkçı teröristlerin hepsi “büyük yer değiştirme” savına dayanıyorlar: 2017’de Charlotswille’de “Siyahlar ve Yahudiler yerimizi alamayacak” sloganlarıyla yürüyenler, ırkçılık karşıtı bir eylemciyi öldürdüler, 2018’de bir sinagog saldırısında 11 kişi öldü, 2019 Latin Amerikalı göçmenleri hedef alan saldırıda 23 kişi öldü, 2019’da Yeni Zelanda Christ Church’de 51 Müslümanı öldüren saldırganın manifestosu, son Buffalo katliamını gerçekleştiren teröriste ilham verdi. 2020’de faşist militanlar en az 16 kişiyi öldürdüler. 2020-21 polis cinayetlerinin ayyuka çıktığı yıllardı. Göstericilere ateş açarak iki kişiyi öldüren ırkçı Rittenhouse, GOP taraftarlarınca kahramanlaştırıldı. Trump döneminde süreç olarak faşizm güçlendi.  Biden yönetimi herhangi bir önlem alamadığı, sol hareket yetersiz kaldığı için de şimdi ivme kazanıyor.

Ergin Yıldızoğlu(Cumhuriyet)



Likya coğrafyasında geleceğe ne kalacak? - Yusuf Yavuz / SOL

 2400 yıl önce taşlarıyla büyüleyici anıtlar inşa edilen coğrafya bugün beton ekonomisi ve vahşi madenciliğin kıskacında.


Anadolu uygarlığının binlerce yıllık geçmişini bugüne taşıyan Likya uygarlığı kentleri, özgün mimari anıtları ve bir kısmı ülke dışına kaçırılan zengin kültür mirasıyla ilgi çekmeyi sürdürüyor. Birçoğu ören yeri statüsünde olan Likya kentlerinin önemli kısmı Antalya’nın Kaş ve Demre ilçeleri sınırlarında yer alıyor. Ancak Orta Likya olarak anılan bu bölgede son 15 yılda birbiri ardına açılan mermer ve taş ocakları deyim yerindeyse geçmişin görkemli uygarlığına can veren coğrafyayı adım adım parçalıyor. Türkiye 2009 yılında Antalya ve Muğla illeri sınırlarındaki Likya uygarlığı kentlerinin bütüncül olarak korunması için UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne başvurdu. Başvuru halen ‘yedek’ listede tutulurken, coğrafyasıyla birlikte korunması gereken bu zengin kültür mirasını günümüze ulaştıran coğrafya plansız arazi kullanımı ve tahrip etkisi yüksek madencilik faaliyetleriyle yok ediliyor.

Orta Likya olarak bilinen bölgede Doğudan batıya doğru Lmyra, Myra, Patara ve Ksantos gibi Likya uygarlığının önemli kentleri yer alıyor. Likyalılar için çeşitli dönemlerde başkentlik yapan bu kentlerin dışında bölgede büyüklü küçüklü onlarca antik kent yer alıyor. Su kaynakları, üretim, barınma ve beslenme olanaklarının yanında kara ve deniz ulaşımı kolaylığı gibi seçeneklerin belirlediği Likya yerleşimlerinden günümüze ulaşan zengin kültür mirası halen insanlığı etkilemeyi sürdürüyor.

Likya uygarlığını yaratan coğrafya paramparça ediliyor

Kaş, Demre ve Finike ilçeleri sınırlarında bulunan dağlık coğrafyada son 15 yıldır birbiri ardına açılan mermer ocakları, doğal mirasın yanında Likya uygarlığının zengin kültürel mirasını da tehdit ediyor. Bölgede hızla artan betonlaşmanın gereği olarak açılan hazır beton tesisleri de Likya’nın üzerinde yükseldiği coğrafyayı kemirmeyi sürdürüyor. Bir zamanlar Myra antik kentine su taşıyan antik su kanallarının da yer aldığı Demre Çayı Vadisi vahşi madencilik tahribatından en çok etkilenen bölgelerin başında geliyor. Oysa Demre Çayı Vadisi’nin doğu ve batı yamaçları Likya’dan Doğu Roma’ya uzanan tarihsel sürecin önemli anıtsal yapılarının kalıntılarıyla dolu. Kahramanlık anıtlarından dini yapılara, kamusal mekânlardan anıtsal mezarlara birçok tarihi yapıyı barındıran bu bölgede binlerce yıldır sürekliliği olan bir mimari gelenek de halen varlığını sürdürüyor.

Demre Çayı Vadisi'ndeki mermer ocağı tahribatı

Doğal ve kültürel mirasın kalbinde yeni bir mermer ocağı

Demre ilçesine bağlı Davazlar köyü sınırlarında açılmak istenen yeni bir mermer ocağı için Antalya Valiliği Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü tarafından 29 Nisan’da ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararı verildi. Bu karar, doğal ve kültürel mirasın iç içe geçtiği bir bölgede, madencilik gibi çevreye etkileri tahrip edici ölçüde olan bir girişimi ‘yasal’ olarak onaylayan bir belge niteliğinde.

Trysa'nın yurt dışına kaçırılan kahraman anıtı

Davazlar köyünün doğusundaki Gölbaşı Mevkii’nde yer alan Tyrsa antik yerleşimi, 19. yüzyılın sonlarına doğru Viyana’ya kaçırılan Tyrsa Heroon’u adıyla anılan ünlü kahraman anıtıyla biliniyor. Demre Çayı Vadisi’nin batısından yükselen bir tepede yer alan Tyrsa Heroon’u, İ.Ö 4. Yüzyıla tarihleniyor. Likya beylerinden birine ait olduğu düşünülen kale yerleşiminin kalıntılarının varlığını sürdürdüğü Trysa’nın çevresine yayılmış çok sayıda anıtsal Likya lahitleri bulunuyor. Antik yerleşimin bulunduğu tepeye çıkıldığında ise vadinin kuzey ve doğu yamaçlarında coğrafyayı tahrip eden mermer ocaklarının yarattığı ürkütücü görüntüler göze çarpıyor. Bu bölgenin neredeyse her karışında bir kültürel mirasa rastlamak mümkün. Lahitler, kaya mezarları, tiyatrolar, sarnıçlar ve her döneme ait dini yapılar.

Yaklaşık bin dekarlık alanda mermer ocağı ruhsatı verildi

Kısa süre sonra, bir zamanlar bölgenin en önemli anıtsal yapılarından biri olan ancak günümüzde halen Viyana’da Güzel Sanatlar Müzesi’nde sergilenen ünlü Trysa Heroon’unun bulunduğu bölgeden kuzeybatı yönüne bakıldığında benzer oyuklar görülecek. Davazlar köyünde açılmak istenen mermer ocağı için yaklaşık 100 (96,98 ha.) hektarlık bir ruhsat alanı belirlenmiş. İlk etapta ruhsat sahasının 104 dekarlık kısmında işletme açılması planlanıyor. Denizli merkezli 4T Madencilik A.Ş. adlı özel bir şirket tarafından işletilecek olan mermer ocağının projesinin yakın çevresinde köylülere ait evler ve keçi ağılları da yer alıyor.

        Davazlar köyü yakınındaki Trysa ve mermer ocağı açılması planlanan bölge

Çıkarılan mermerin yüzde 90'ı çöp olacak

Yeni açılacak mermer ocağı sahasının doğusundaki vadi yamacında daha önce açılmış başka mermer ocakları da bulunuyor. Batı kesiminde ise Güneş Enerjisi Santralleri (GES) var. Yeni mermer ocağı için hazırlanan proje tanıtım dosyasına göre çalışmalar kapsamında yılda 100 bin metreküp malzeme üretilmesi planlanıyor. Çıkarılacak mermerin yalnızca yüzde 10’u kullanılabilir bloklardan oluşurken, geri kalan yüzde 90’lık kısmının ise ‘pasa’, yani ‘atık’ olarak ayrılacağı belirtiliyor. Bu atıkların depolanması için de tamamı orman arazisi olan ruhsat sahası içinde pasa döküm alanı oluşturulacak.

Proje sahası tarihi mirasın ortasında

Mermer ocağı açılması planlanan bölgede her geçen gün yeni arkeolojik kalıntılar keşfediliyor. Antik kentlerin yakınında yer alan çeşitli çiftlik yapıları, sarnıçlar ve işlikler ile henüz gün yüzüne çıkmamış değişik nitelikteki kültür varlıkları ortaya çıktıkça tescillenerek koruma altına alınıyor. Ancak bu bölgenin korunması için yalnızca tescil kararı olması gerekmiyor. Çünkü antik yerleşimlerin etki alanları yalnızca belirlenen sitlerle sınırlı değil. Bölgenin doğal dokusuyla birlikte hem binlerce yılın kültür mirası, hem de bunun bir devamı niteliğindeki yerel mimarinin korunarak geleceğe aktarılması hem kültür hem de turizm politikaları açısından önemli.

                                                  Davalar'daki tarihi su sarnıçları

Bölge Koruma Kurulu Müdürlüğü 'olumlu' görüş verdi

Ancak Davazlar’da açılmak istenen mermer ocağı için görüşü sorulan Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğü, 19 Kasım 2021 tarihli yazısında, faaliyet alanında 2863 sayılı Yasa kapsamında bir kültür varlığına rastlanmadığını kaydederek, “Müdürlüğümüz arşiv kayıtlarında bu alanlarda Koruma Kurulunca ilan edilmiş Arkeolojik Kentsel Tarihi sit alanı ve Taşınmaz Kültür Varlığı Koruma alanı bulunmadığı” yönünde görüş bildirdi. Koruma kurulunun mevcut veriler ve yasal düzenlemeler doğrultusunda başka türlü bir karar vermesi beklenemez. Oysa hem ilgili bakanlığın hem de ildeki idarecilerin Likya coğrafyasının bu özellikli bölgesini madencilik ve benzeri projelerden sakınması gerekiyor. 

Proje sahasında 'yok' denilen kültür varlığını köylüler buluyor

İlgili diğer kamu kurumları gibi Koruma kurulları da eldeki mevcut veriler, kısa zamanda yapılan yetersiz saha gözlemlerine dayanarak bu tür projelere yasalar gereği ‘sakınca yoktur’ görüşü veriyor. Ancak kimi projelerde kurumların “proje sahasında yok” dediği kültür varlıkları köylüler ya da vatandaşlar tarafından tespit edilebiliyor. Davazlar köyünde de proje sahasının yakın çevresinde çeşitli tescilli yapılar bulunuyor. Ancak orman arazisinden oluşan ve 960 dekarlık geniş bir alana yayılan ruhsat sahasında henüz tescili yapılmamış taşınmaz kültür varlığı bulunması olasılık dışı değil.

Likya yolunda yürüyenler tahribat manzarasını görecekler

Bölgedeki doğal ve kültürel varlıkların zenginliği, Türkiye’nin ilk kültür rotası olan Likya Yolu’nun rotasının da Davazlar köyünden geçmesine neden olmuş. Mermer ocağı açılması planlanan bölge, her yıl yürüyüşçüleri ağırlayan Likya Yolu’nun Davazlar’daki güzergâhının batısında bulunuyor. Trysa’dan Myra Çayı Vadisi’ne inen yürüyüşçülerin daha önce önlerine çıkan vadi yamacındaki mermer ocağı tahribatına bir yenisi daha eklenecek.


Mermer ocağı için 2 bin 244 ağaç kesilecek

Davazlar köyünde açılmasına izin verilen mermer ocağı 101 ada, 10 parselde kayıtlı yaklaşık 22 milyon metrekarelik büyük bir orman parseli içerisinde yer alıyor. Kermes meşesi, defne, sandal ve kızılçam gibi ağaç türlerinin ağırlıkta olduğu orman arazisi birçok canlı türüne de ev sahipliği yapıyor. Proje sahasında kalan yaklaşık 2 bin 244 ağacın kesilmesi gündemde. Ancak kesilecek ağaç sayısı miktarının bu rakamların çok üzerinde olacağı tahmin ediliyor.

Göç etmeyen son köylüler yaşama üreterek tutunuyor

Davazlar, eğitimden iş olanaklarına birçok nedenle göç veren Demre’nin az sayıda nüfus barındıran köylerinden biri. Ancak köyde kalanlar da tarım ve hayvancılık yaparak hayata tutunmaya çalışıyor. Açılacak mermer ocağı atalarından kalan topraklarda yaşamını sürdürme mücadelesi veren insanları da mağdur edecek.

Bir yandan don bir yandan kefen biçilen coğrafya

Türkiye zengin doğal ve kültürel mirasını beton ekonomisi ve vahşi madencilik, plansız enerji gibi yıkıcı projelerle kısa vadeli kazanımlar uğruna yok ediyor. Bir yandan turizmi geliştirmek ve çeşitlendirmek için kültür mirasını öne çıkarmaya çalışan Kültür ve Turizm Bakanlığı, diğer yanda ise bu zenginliğin bulunduğu bölgeleri hiç görmeden koordinatlar üzerinden ruhsat veren Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı. Maden Kanunu’nda tarihin, kültürün ve yaşamın bütünü lehinde bir değişiklik yapılmazsa Türkiye üzerinde yükseldiği bu zengin mirası kısa vadeli kazançlar uğruna yok eden bir ülke olarak tarihe geçecek.

Görüşü sorulmayan halka 'Proje başlayacak, haberiniz olsun' duyurusu

Maden ruhsatlarının Ankara’dan, merkezi idare tarafından verilmesi, bu konuda yerelin söz hakkı kalmamasına yol açıyor. Madencilik projelerinde yerel idareler yalnızca işletme aşamasına geçileceğinde haberdar oluyor ve böylelikle yıkıcı projelerin uygulanacağı bölgelerde yaşayan insanların rızası üretilmeden bir tür dayatma yoluna gidiliyor. Antalya Valiliği’nin Demre Kaymakamlığı’na gönderdiği ‘bilgilendirme’ yazısı da bunun bir örneği. Proje için ruhsat verilirken yerel halkın görüşü sorulmamasına karşın, ÇED gerekli Değildir kararı verildikten sonra mermer ocağının etkileyeceği yöre insanına askı yoluyla çalışmanın başlayacağının haber verilmesi isteniyor.

Likya'dan geleceğe ne kalacak?

Yaklaşık 2400 yıl önce Orta Likya’nın taşlarından insanlığı bugün bile etkilemeyi sürdüren anıtsal yapılar inşa ederek coğrafya ile kurduğu ilişkiyi sanata dönüştüren insanların yaşadığı bölge, bugün aynı taşları peynir kalıpları gibi keserek inşaat malzemesine dönüştürme peşindeki zihniyetin saldırısı altında. Türkiye 2009’da Antalya-Muğla arasındaki Likya kentlerinin ‘dünya mirası’ olarak tescillenmesi için UNESCO’ya başvurmuştu. Başvurunun üzerinden 13 yıl geçti ve halen Likya kentleri UNESCO Dünya Kültür Mirası geçici listesinde. Ancak Likya uygarlığının üzerinde yükseldiği coğrafya en çok tahribatın da son 10-15 yılda artması Türkiye’nin birbiriyle çelişen koruma ve kullanma politikasının bir parçası niteliğinde. Bu sürecin önüne geçilmezde, Orta Likya’dan geleceğe tahrip edilmiş hayalet nehirler, parçalanmış devasa kayalıklar ve tahrip edilmiş ormanlar kalacak.

Yusuf Yavuz / SOL