19 Aralık 2022 Pazartesi

Katliamın yarası hâlâ kanıyor(Maraş Katliamı) + 22 yıl geçti kimse hesap vermedi(“Hayata Dönüş Operasyonu”) - (BİRGÜN)

 


Katliamın yarası hâlâ kanıyor(Kayhan Ayhan-BİRGÜN)

Maraş Katliamı'nın üzerinden 44 yıl geçti. Gelmeyen adalet katliamda yaşamını yitirenlerin ailelerinin acısını taze tutuyor. Katliama yazdığı kitaplarda ışık tutan yazar Aziz Tunç, karanlıkta kalan gelişmeleri anlatıyor.

Alevi yurttaşların hedef alındığı katliamda resmi rakamlara göre 120 insan katledildi. (Fotoğraflar: Arşiv)

Tarihin en kanlı katliamlarından biri Maraş’ta 44 yıl önce yaşandı. 19 Aralık 1978’de başlayıp, bir hafta süren katliamda resmi rakamlara göre 120 insan öldürüldü, yüzlercesi yaralandı, çok sayıda kişi göç etmek zorunda bırakıldı. Resmi olmayan verilere göre ise hayatını kaybedenlerin sayısı 500’ün üzerinde. Ülkücüler tarafından Alevi yurttaşların hedef alındığı katliamda 210 ev ile 70 işyeri tahrip edildi.

Katliamın sorumluları hakkında başlatılan ve 23 yıl süren yargılamalarda ise 22 kişiye idam, 7 kişiye müebbet hapis cezası, 321 kişiye 1 yıldan 24 yıla kadar hapis cezası verildi. Katliamda önemli rol oynayan 68 kişiye de ulaşılamadı. Sıkıyönetim mahkemesinin aldığı kararlar daha sonra Yargıtay tarafından bozularak, idam kararları uygulanmadı. Süreli ceza alan sanıkların cezaları da 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu (TMK) ile ertelendi ve ardından sanıklar serbest bırakıldı.

Araştırmacı Yazar Aziz Tunç “Soykırım ve Maraş Kıyımı” kitabında, karartılmaya çalışılan bir gerçeği belleklerimize kazıyor. Onun bu çalışması faili meçhullerin, katliamların gayri resmi tarihidir. Yalnız dünü değil, bugünü de aydınlatıyor. Katliamın yıldönümünde yaşananlara ışık tutan Tunç ile “Soykırım ve Maraş Kıyımı” kitabını konuştuk:

Maraş'ta neler yaşandı?

Maraş kıyımında/soykırımında vahşetin her biçimi yaşatıldı. Elif Ana'nın kız kardeşi olan Cennet Çimen adlı 80 yaşındaki nine hunharca katledildi. Daha hayatının baharında çocuklar kolu bacağı kesilerek katledildi. İnsanlar diri diri yakıldı. Hamile kadınlar katledildi. Katliamın her bir anı dehşetli bir vahşet anı oldu. Bir kadın hangi koşullarda kocasına "beni sen öldür" diyebilir ki?

Katliamın hukuki süreci ne aşamada?

Katliamın/soykırımın yargılama süreci tam bir gerçekleri gizleme operasyonu. Katliamın tüm süreçleri, “ortam hazırlığı” için önceden yapılan saldırılar faili meçhul. Ökkeş Kenger üç ifadesinde “Çiçek Sineması’na patlayıcı attım” demesine rağmen beraat ettirildi. İki devrimci öğretmenin katilleri açığa çıkartılmadı. Katliamı organize edenler, fiilen katliamı gerçekleştiren “yüzleri maskeli ellerinde uzun namlulu silahlar olan” faşist paramiliter katiller açığa çıkartılmadı. Katliamın iddianamesini savcılar yazmadı. Dönemin Jandarma Genel komutanı Sedat Cilasun bir rapor yazdı. Raporda katliamın devrimciler tarafından başlatıldığı ileri sürüldü. Savcılar da bu katliamcı iddiayı alıp iddianamenin temel zemini yaptılar. Ve yapılan katliamı/soykırımı bir “mukatele” olarak tarif ettiler, bu şekilde bir yargılama yaparak katliama maruz kalmış olan Kürt-Türk Alevileri ve devrimcileri de yargıladılar. O nedenle Maraş Katliamı yargılaması adı altında yapılanlar aslında katliamın üstünü örtme düzenlemesidir.

Katliamı anlatan iki kitabınız daha var. Bir kitap daha yazma fikri nereden geldi?

Doğrusu bu soruyla ben de çok uğraştım. Evet, Maraş kıyımının/soykırımının, nasıl, ne amaçla ve kimler tarafında yapıldığına dair kapsamlı bir araştırma olarak kimlerin katledildiğini içeren “Maraş Kıyımı-Tarihsel Arka Planı ve Anatomisi” ve katledilen bu insanlara ilişkin bilgileri ve yaşadıkları dramları içeren “Beni Sen Öldür” adlı iki kitap yazmıştım. “Bir üçüncü kitaba gerek var mı” diye ben de kendime sormadım değil.

Ancak Maraş Katliamı’yla ilgili tartışılan önemli bazı noktalar vardı. Söz konusu konular, yıllardan beri katliamın konuşulduğu her ortamda ve durumda gündeme geliyor ve tartışılıyordu. Bu bilgi ve görüşlerin geniş kamuoyu ile paylaşılması gerektiği konusunda yoğun bir talep ve baskı vardı. Bunun üzerine söz konusu kitabın yayımlanması gündeme geldi.

Bu kitabın içeriğinde diğerlerinden farklı olarak hangi konulara eğildiniz?

“Maraş Kıyımı-Tarihsel Arka Planı ve Anatomisi” kitabı alt başlığından da anlaşıldığı gibi Maraş Kıyımı’nın nasıl, niçin ve kimler tarafında yapıldığına dair ayrıntılı bir araştırma olarak yayımlandı. “Beni Sen Öldür” kitabı ise katledilenlere dair bilgileri içeriyordu. Her iki kitabında özgünlüklerine bağlı olarak cevabını aradığı sorular vardı ve söz konusu soruların cevabını vermeye çalışıyordu. Mesela katliamda katledilen insanların kimlikleri ve resimleri ilk defa “Beni Sen Öldür” kitabıyla kamuoyuna taşındı. Böylece katledilen insanların soyut sayılar olmadıkları ortaya konulmuş oldu. Aynı şekilde “Maraş Kıyımı” kitabında katliamı yapan mekanizma, kurumlar ve kurumları yöneten katliamcı unsurlarıyla birlikte isim isim ortaya konulmuştu.

Buna rağmen, katliam karşıtı demokratik kamuoyunda “Maraş katliamı soykırım mıdır?” şeklinde bir soru sık sık gündeme geliyordu. Ermeni soykırımı, daha sonra Dersim soykırımı gündeme gelince Maraş’ta yaşanan soykırım daha çok tartışılmaya başlandı.

Esasında “Maraş Kıyımı -Tarihsel Arka Planı ve Anatomisi” adlı kitapta Maraş’ta yapılan kıyımın, “etnik ve dinsel arındırma” dolayısıyla “soykırım” olduğunu çok net olarak yazmıştım. Aynı şekilde 2011’de kitap yayımlandıktan sonra katıldığım bir televizyon programında sorulması üzerine, “Evet Maraş’ta yapılan bir soykırımdır” diye ifade etmiştim. Ancak insanlar doğal olarak daha vurucu, daha aşina olunan tanımları tercih ediyorlar. Buradan da özellikle “soykırım” kavramının kullanılmasını istiyorlar. Böylece bu kitabın yazılmasını gerekli kılan bir ihtiyaç ortaya çıkmış oldu. Çünkü soykırım konusunun ayrıca incelenmesi ve doğal olarak ayrıntılı ve ikna edici bir açıklamanın yapılması gerekiyordu. Bu da özgün bir araştırıma konusuydu. Sonuçta bu kitabı oluşturan makalelerin birisi böyle oluştu.

Katliamın üzerinden 44 yıl geçti. Yaşananlar zamanla ortaya çıktı. Geçmişte karanlıkta 

kalan ama şimdi duyurduğunuz yeni gelişmeler var mı?

Evet, Maraş soykırımında katliamcı güçlerin hem katliamdan önce hem katliam esnasında, katliamı yönetmek amacıyla yaptıkları 3 toplantı var. Bu toplantılar hem soykırımın niteliğini hem kimin yaptığını gösteren önemli toplantılardı. Yargılama esnasında avukatların ısrarla üzerinde durdukları bu toplantılar, kamuoyu tarafında yeterince tartışılmadı, konuşulmadı. Hatta bu toplantıların ikisi demokratik kamuoyu tarafında bilinmiyor. Bu toplantıların anlaşılması da gerekli ve faydalıydı, bu amaçla bu da kitapta konu edildi.

Katliamda rol alanları haberlerde ve kitaplarda okuduk. Bu süreçte gizli kalan isimler var mı?

Enver Altaylı hakkında kamuoyunun bilgisi vardır. Kendisi CIA ve MİT mensubu olarak o yıllarda uzun süre görev yapmıştı. CIA’in önemli isimlerinin onayladığı birisiydi. Enver Altaylı, Maraş Katliamı esnasında Türkeş’in birinci danışmanı, MHP’nin günlük yayın organı olan Hergün gazetesinin genel yayın yönetmeniydi. CIA’in ve MİT’in elemanı olan ve aynı zamanda Türkeş’in başdanışmanı olan Enver Altaylı’nın Maraş’ta gerçekleştirilen soykırımda parmağının olmadığını düşünmek gerçekçi olmaz.

Yine katliamda devrimcilerin halkla birlikte geliştirdiği direniş, kitapta yer alan bir başka konudur. “Maraş Kıyımı” kitabında değinilen direniş konusunun biraz daha ayrıntılı anlatılmasının gerekli ve faydalı olacağı ortaya çıkmıştı ve bu ihtiyaca uygun olarak gerekli bilgiler ve veriler, kitabın bir konusu olarak paylaşıldı.

Maraş’ta Kürt-Türk Alevilerin zengin oldukları için bu katliama maruz kaldıklarına dair görüşler bulunmaktaydı. Konuyla ilgili olarak gerçeğin farklı olduğunu gösteren somut veriler, kitap aracılığıyla paylaşılan bir diğer konu. Bunların dışında, “Soykırım ve Maraş Kıyımı” adlı kitapla kamuoyunda yanlış bilinen bazı bilgilere dikkat çekilerek doğru bilgilerle katliamcı/soykırımcı sisteme karşı mücadelenin büyütülebileceği ortaya konuldu.

Katliamcı ve soykırımcı sisteme karşı mücadelecinin ön koşulu doğru bilgi ve doğru politikadır. Bunun için de somut verilerin ortaya konması ve bu verilerin doğru değerlendirilmesi gerekiyor. “Soykırım ve Maraş Kıyımı” kitabıyla, Maraş soykırımına dair yeni bilgilerle demokratik kamuoyunun katliamcı ve soykırımcı güçlere karşı mücadelesine katkı sunulmak amaçlandı.                                                       /././

22 yıl geçti kimse hesap vermedi (BİRGÜN)

19-22 Aralık 2000 tarihinde ülke genelindeki 20 ayrı cezaevinde düzenlenen “Hayata Dönüş Operasyonu”nda 30 tutuklu yaşamını yitirdi, yüzlercesi yaralandı. Katliamın sorumlularından biri bile hesap vermedi.
3 gün süren operasyonlarda jandarmanın envanterinde bulunmayan değişik gaz bombaları kullanıldı. (Fotoğraf: Arşiv)

Bundan tam 22 yıl önce, hapishanelerde koğuş sistemi yerine F Tipi cezaevleri ile getirilmek istenen tecrit uygulamasına karşı tututklulur süresiz açlık grevine başlamıştı. Tutuklu ve hükümlüler, tecridin kaldırılması talebiyle 20 Ekim 2000 günü başladıkları açlık grevinin 45. gününde ölüm orucu kararı aldılar. Direnişin 40. gününde TTB, TMMOB, İnsan Hakları Derneği gibi kurumlar ortak bir deklerasyon ile DSP-ANAP-MHP koalisyonundan sorunun çözümüne yönelik adımlar atmasını talep ettiler. Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ile yapılan görüşmeler sonucu müzakere süreci başladı. Operasyondan 10 gün önce, 9 Aralık’ta Hikmet Sami Türk, müzakere sürecinin devam ettiğini, tam bir sonuca varılmadan kesinlikle bir girişimde bulunmayacaklarını ve ölüm oruçlarını sona erdirmek amacıyla F Tipi ceza ve tutukevlerine nakillerin ertelendiğini açıkladı.

YAYIN YASAĞI VE KATLİAM!

Artık çözüm için bir umut olduğu düşünülürken, 13 Aralık’ta RTÜK cezaevleri ile ilgili yayın yasağı getirdi. 17 Aralık’ta DGM, F tipi cezaevlerini eleştirmenin örgüt üyeliği anlamına geleceği kararına imza attı. Açıklamadan sadece 10 gün sonra, 19 Aralık günü ise 20 cezaevine 10 bin güvenlik kuvvetiyle büyük bir saldırı başlatıldı. Operasyon basına “Hayata Dönüş” olarak duyuruldu ama aradan yıllar geçtikten sonra operasyonunun adının “Tufan” olduğu ortaya çıktı.

Operasyon kararının altında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Başbakan Yardımcıları Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli’nin imzası vardı. O hükümette yer alan ve şimdi AKP’de önemli görevler üstlenen birçok isim de bu kararın arkasındaydı. Operasyon ekranlardan milyonlara canlı olarak izletildi. Kanlı saldırıda tam 30 tutuklu ve 2 asker hayatını kaybetti. 3 gün süren operasyonlarda 237 mahkum yaralandı veya sakat kaldı. Askerlerin mahkumlar tarafından öldürüldüğü iddia edilse de bunun gerçek dışı olduğu, askerlerin üzerinden yine asker kurşunları çıkınca anlaşıldı. Devlet kendi “güvenliği” altında bulundurduğu tutukluları kendi elleriyle hazırladığı kanlı bir operasyon içine sürükledi.

Dışarıda, operasyonu protesto etmek için yapılan gösterilerde 2 bin 145 kişi gözaltına alınırken bunlardan 58’i tutuklandı.

SONUÇSUZ DAVALAR

Katliam sonrasında açılmak istenen davalar sürekli engellendi. 2010 yılında açılan davada, operasyonu gerçekleştiren Jandarma Özel Asayiş Komutanlığı (JÖAK) birliğinin sayısı ve kimlik bilgileri istenmesine rağmen bilgi gönderilmedi, bilgi göndermeyenler hakkında herhangi bir işlem yapılmadı. Operasyon sırasında kullanılan kimyasalların niteliğinin araştırılması talepleri de sonuçsuz kaldı.

Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden dava kapsamında ifade veren emekli bir uzman çavuş, Bayrampaşa Cezaevi’ndeki operasyonda jandarmanın envanterinde bulunmayan değişik gaz bombaları kullanıldığını, kadın mahkûmların teslim olmak isteyip jandarmadan kapıyı açmalarını istemesine rağmen kapıların açılmadığını ve rütbeli jandarmaların yanmakta olan koğuşlara atılan battaniyelere su yerine benzin döktüklerini anlatmıştı.

Tüm bu yaşananların üzerine, operasyonlardan sağ kurtulan mahkumlara 'kasten adam öldürme', 'cezaevi yönetimine karşı silahlı isyan' gibi suçlardan çeşitli davalar açıldı.

F tipi cezaevlerinin mimarlarından olan ve 'Hayata Dönüş Operasyonu' sırasında Cezaevleri Genel Müdürlüğü görevinde bulunan Ali Suat Ertosun'a 2004 senesinde hükümet kararıyla 'Devlet Üstün Hizmet Madalyası' verildi. Ertosun, madalyasını dönemin Adalet Bakanı AKP’li Cemil Çiçek'in elinden aldı.

Siyasilerin beyanatları: Başbakan B.Ecevit: “Hayata Dönüş Operasyonu, teröristleri kendi terörizmlerinden koruma ve kurtarma operasyonudur.” Adalet Bakanı H.S.Türk: “Ümraniye ve Çanakkale dışında, 18 cezaevinde ölüm orucunda olan 141 kişiyle açlık grevindeki 434 kişi kurtarıldı.” İçişleri Bakanı Sadettin Tantan: “Hayata Dönüş’te ölümlerin büyük kısmı mahkumların kendilerini yakmalarından ileri geldi” dedi. Tantan: “Hayata Dönüş İçişleri-Jandarma, Adalet ve Sağlık bakanlıklarının ortak çalışmasıdır. Gayet güzel, başarılı geçiyor”, “Cezaevlerine operasyon hazırlıklarını 1 yıldır yapıyorduk, birlikler özel eğitim aldı. Her cezaevinin maketi yapıldı.”(Onur Vakfı)

(BİRGÜN)

Nerden baksan tutarsızlık nerden baksan...- Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

 

Gözleri bağlı, kulakları tıkalı sanıyoruz. Oysa onların hukuk dedikleri şeyin kuralı, güçlünün çıkarından ibaret.

Her yerde aynı konu... İktidar güdümüyle verilen İmamoğlu kararının mesajını tartışıyoruz. Eksik ne kaldı derken, en yetkili isim, YSK (Yüksek Seçim Kurulu) Başkanı Muharrem Akkaya da konuştu. “Cezası kesinleştikten sonra listeye dokunmamız mümkün değil, seçime girer ama kazansa bile mazbatası verilmez” dedi. Tepkiler üzerine, dün, sanki konu İmamoğlu değilmiş gibi, “Ben genel prensipleri hatırlattım” dedi.

Hayır, yanlış anlamayın. Gazeteci Kübra Par, doğru bir gazetecilik yaptı, doğru sorular sordu. YSK başkanının yanıtları da kendisinin nasıl baktığını açıklıyordu. Gelgelelim, ortada başka bir tuhaflık var.

KONU ERDOĞAN OLUNCA SUSTU

Meselenin bir yanı taraf olmakla alakalı. Öyle ya, İmamoğlu, kazandığı seçimi iptal eden YSK üyelerine, sözde hakaretten ceza aldı. Şimdi adaylığı bu ceza nedeniyle aynı YSK’nin önüne gidecek. YSK, kendisine hakaretten ceza alan birinin adaylığı hakkında, “tarafsız” karar vermeye çalışacak. Üstelik daha konuşmadan, tartışmadan, kararını başkanı önceden açıklamışken... Şarkıdaki gibi nerden baksan tutarsızlık!

Ancak ikinci mesele daha kritik. O da Erdoğan’ın adaylığını ilgilendiriyor. 

Şöyle anlatayım...

İmamoğlu henüz belediye başkanı. Cezası kesinleşmedi. İmamoğlu ya da bir başkası, muhalefetin henüz bir adayı da yok. Buna rağmen İmamoğlu aday olmuş da YSK’nin önüne dosyası gelmiş gibi, YSK başkanı stratejilerini açıklıyor. Doğmamış çocuğa don biçmekten fazlası, olmamış muhalefete yön çizmeye çalışıyor. Elbette Erdoğan adına elbette AKP için.

Gelelim meselenin detayına...

Dün, Liberal Demokrat Parti’nin (LDP) avukatı Ayça Akpek’in uyarısı sayesinde fark ettim. Partinin YSK ile ihtilafları vardı. Bunun için yazışmalar yapıyorlardı. Tam o sırada, 9 Haziran’da, Erdoğan çıkıp cumhurbaşkanı adayı olacağını açıklamıştı. “Bunun için de başvuru fikri doğdu, bakalım YSK ne diyecek dedik” diye karar alma anını anlatıyor Akpek. 10 Haziran günü YSK’ye, “Bir kimse en fazla iki defa seçilebilir” kuralını hatırlatıp sordular:

“Anayasanın açık hükümlerine göre, mevcut cumhurbaşkanının üçüncü defa adaylığı için hangi koşulların gerçekleşmesi gerektiği hakkında Yüksek Seçim Kurulu’nun görüşünün paylaşılmasını arz ve talep ederiz.”

Soran resmi bir siyasi parti. Sorduğu kişi “yine adayım” diyen mevcut cumhurbaşkanı. Yani etiyle buduyla somut bir olaydan, açık bir durumdan bahsediyoruz. 

Peki YSK ne yanıt verdi?

Aynen şöyle: “Kurulumuzca yapılan değerlendirme neticesinde YSK’nin görevleri arasında bulunmayan bir konuda görüş bildirmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekmiştir.”

Hangisi doğru? Görüş bildirmesi mi, bildirmemesi mi? Bir şey söyleyemem. Ancak YSK başkanı, konu İmamoğlu ise görüş bildiriyor, konu Erdoğan olunca “Görüş bildiremem” diyor. Akpek de buna dikkat çekiyor: “Birine cevap verip öbürüne vermemenin nedeni nedir? Bu bir tutarsızlık!”

Bir ayrıntı daha...

LDP, Akpek’in dilekçesiyle, Barolar Birliği’ne de aynı soruyu sormuş. Barolar Birliği, değerlendirme yetkisinin YSK’de olduğunu hatırlatmakla birlikte şu yanıtı vermiş:

“Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.”

Yani Barolar Birliği, “Meclis ancak erken seçim kararı alırsa Erdoğan aday olabilir” diyor.

Bir konu daha var...

MUHALEFETİN HSK PAZARLIĞI

İmamoğlu davasına bakan eski hâkim Hüseyin Zengin’in baskı gördüğünü yazmıştım. Zengin, bugünkü hâkimin verdiği kararı vermeyi reddedince Samsun’a sürülmüştü. Zengin, sürgün kararına itiraz etmişti. Öte yandan konu, HSK’nin (Hâkimler Savcılar Kurulu) müfettiş görevlendirmesini gerektiriyordu. Yani HSK müfettişleri, hâkime baskı var mı, bunu kim yaptı diye araştırmalıydı. Ancak, cumhurbaşkanının kararlarını beğenmediği davaların ardından soruşturma açan HSK, sıra hâkim Zengin’e gelince suspus oldu. 

Gelelim bamteline...

HSK sadece AKP’lilerden oluşmuyor. 13 üyeden biri adalet bakanı, öbürü yardımcısı. Kalan 11 üyeden 4’ünü cumhurbaşkanı atıyor. 7 üye ise TBMM’de seçiliyor. İşte bu konuda, iktidar ile muhalefet anlaştı. 4 üye AKP-MHP tarafından belirlenirken 3 üye muhalefetten seçildi. Şu an HSK’de 2 İYİ Partili, bir de CHP’li üye var. 

Muhalefetin iktidarla yaptığı HSK pazarlığı, birçok kişi tarafından eleştirildi. Örneğin duayen avukat Turgut Kazan şunları söyledi: “CHP ve İYİ Parti’nin HSK mutabakatı büyük bir ayıptır. AKP ve MHP’nin belirlediği 10 temsilciye, İYİ Parti’den 2, CHP’den 1 kişi eklense neyi sağlamış olacaksınız? Bunu yapmakla, birlikte bir HSK yaratmış ve yarattığınız o HSK’nin bütün yaptıklarına meşruiyet kazandırmış olmayacak mısınız?”

HSK’DEKİ MEŞRULAŞTIRICI MUHALEFET

O gün eleştirilen karar, İmamoğlu davasında, hâkime yapılan baskı olayıyla, bir sınavdan geçti. CHP’de konuştuğum kaynaklar, HSK’nin bir müfettiş görevlendirmemesi bir yana, bir başvuru yapılıp yapılmadığından bile habersizdi. Sonuç olarak YSK başkanı, hatta Cumhurbaşkanlığı konuşup erkenden karar açıkladı. HSK’deki İYİ Partili ve CHP’li üç üyeden ses çık(a)madığı gibi, herkesin gözü önündeki açık ihlale karşı, en küçük bir yaptırımları ya da eylemleri ol(a)madı. Kamuoyunu bilgilendirmek için bile bir hamle yap(a)madılar.

Öyle ya RTÜK’teki CHP’li üyeler, İlhan Taşcı’nın ve Okan Konuralp’ın, iktidarın sansür politikalarını geri çevirmeye gücü yetmiyordu. Ama kurulda, sansür uygulamalarına direnmekle kalmıyorlar, hukuksuz kararların detaylarını kamuoyuyla paylaşıyorlardı. Yani RTÜK’te, muhalif üyelerin varlığı, sonucu değiştiremese de medyaya nefes aldırıyordu. HSK’de ise tam bir pasifizm, daha da fenası pazarlık yapılarak hukuksuzluğa giydirilen meşruiyet kılıfı vardı.

Bunu konuşmak için aradığım muhalefetin kritik bir ismi şunu söyledi: “Biz seçimden sonra o üyelerle kurumsal ilişkimizi kestik. Hukuk devletinde olması gereken de bu. AKP’de eleştirdiğimiz şeyi biz de yapmamalıyız. Onlar da bizim oyumuzla seçilseler dahi isimlerini muhalefetle yan yana getirecek şekilde davranmıyorlar.”

Türkiye bir hukuk devleti olmaktan çıksa da muhalefetin HSK’ye seçilen üyelerinin “Türkiye bir hukuk devletiymiş gibi davrandığını” öğrenmiş oldum! Kendi kendime “Belki de ahmak olan biziz” dedim!

Zalimin elinde kılıcı varken adalet, tutulmayacağını bildiğin söz gibi. Söyleyen bile inanmıyorsa, sen neden inanacaksın?

Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

BELLEK -19 ARALIK -

 


OLAYLAR:

  • 1805 - Napolyon Bonapart komutasındaki Fransız Ordusu, Varşova'ya girdi.
  • 1909 - Almanya'nın Borussia Dortmund futbol kulübü kuruldu.
  • 1915 - Son Anzak ve İngiliz birlikleri, Anafartalar Cephesi ile Arıburnu Cephesi'nin tahliyesini tamamladı.
  • https://canakkalemuharebeleri1915.com/makale-ler/yucel-ozkorucu/459-tahliye-3
  • 1918 – Bahçe, İslahiye, Hassa, Mamure, Osmaniye (Cebelibereket) işgal edildi.
  • 1918 - Hatay İlinin Dörtyol İlçesinde, Fransız güçlerine karşı ilk kurşun, Karakese Beldesinde Ömer Hocanın oğlu Mehmet (Kara Mehmet) tarafından sıkıldı.
  • 1919 - Mustafa Kemal ve Heyeti Temsiliye, Sivas'tan Ankara'ya hareket etti.
  • 1920 - Millî Mücadele'yi destekleyen Antalya'da Anadolu gazetesi yayınlanmaya başladı.
  • 1923- Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne seçilen asker milletvekillerinin bağlı olacakları koşullara ilişkin kanun kabul edildi.
  • 1948 - İzmir Şehir Tiyatrosu ve Sergi Sarayı yandı.
  • 1950 - Dwight D. Eisenhower, Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı (NATO) Kuvvetleri Komutanlığına atandı.
  • 1951- Demokrat Parti Bakanlar Kurulu, Diyanet İşleri Başkanı Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’nun mabedler dışında da dini kıyafet giyebilmesini kararlaştırdı.
  • 1957- Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı’nın (NATO) Paris’te yaptığı toplantıda, Amerika Birleşik Devletleri’nin füzelerini Avrupa’da konuşlandırması kabul edildi.
  • 1959- Uluslararası Basın Enstitüsü’nün (IPI) yaptığı açıklamaya basın yasağı kondu. Vatan gazetesi ve Ahmet Emin Yalman’a yönelik cezaları eleştiren gazetenin matbaaları kordon altına alındı, gazete paketleri parçalandı. Yasağa uymayan Demokrat İzmir toplatıldı.
  • 1961- Bir İngiliz uçağı Ankara üzerinde infilak etti, 27 kişi öldü.
  • 1965 - De GaulleFransa Cumhurbaşkanlığına yeniden seçildi.
  • 1966 - Koç Grubu tarafından üretilen ilk Türk otomobili Anadol satışa sunuldu. Peşin fiyatı 26 bin 800 lira idi.
  • 1967- Türk Sinematek Derneği ile Romanya Devlet Sinematek kuruluşu tarafından ortaklaşa düzenlenen ve 1 hafta süren “Türk Filmleri Gösterisi” sona erdi. Türk filmleri Romanya Sosyalist Cumhuriyeti’nde ilk kez seyircilerle buluştu.
  • 1968 - Piyanist İdil BiretParis'te Dünyanın ünlü beş virtüözüyle konser verdi.
  • 1969 - Amerikan 6. Filosu, İzmir'e geldi. Filonun gelişi protesto edildi ve Amerikalı denizciler tartaklandı.
  • 1975 - 2. Türk Basın Kurultayı yapıldı.

  • 1978- Maraş’ta “Güneş Ne Zaman Doğacak?”adlı filmin akşam Çiçek Sineması’ndaki gösterimi sırasında bomba patladı, 7 kişi yaralandı. Patlamanın ardından sloganlarla şehir merkezine yürüyen ülkücü kalabalık PTT, CHP İl ve TÖB-DER binalarını taşladı. Ülkücü ve dincilerin söylemleriyle kışkırtılan kalabalıklarca Alevilere/ solculara yöneltilen saldırılarda resmi rakamlara göre 111 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce ev/ işyeri yakılıp yıkıldı.
  • 1980- 2 Ekim’de gözaltına alınıp 5 Ekim’de ölü bulunan ”Halkın Kurtuluşu” üyesi Hasan Asker Özmen’le ilgili olarak “işkenceden ölüme sebebiyet verdikleri” iddiasıyla 3 polis hakkında 15 yıl hapis İstemiyle Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nce açılan davanın duruşmasına başlandı.
  • 1984 - Çin ve Birleşik Krallık, Hong Kong'un 1 Temmuz 1997'de Çin Halk Cumhuriyeti'ne devredilmesi konusunda anlaştı.
  • 1985- Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz’ün öldürülmesi davasından beraat eden ülkücü İbrahim Çiftçi, 9 Ekim 1978’de 7 TİP’linin öldürüldüğü Bahçelievler Katliamı Davası’ndan da beraat etti. Çiftçi ile birlikte, Ömer Yavuz Hacıömeroğlu, Abidin Şahiner, Mehmet Kundakçı ve Kadir Temir için de beraat kararı verildi.
  • 1985- Ulvi Cemal Erkin, Ahmet Adnan Saygun, Necil Kâzım Akses ve Ferit Tüzün ‘ün yapıtlarını içeren plak Fransız Plak Akademisi Ödülü’ne değer görüldü.
  • 1986 - Sovyetler Birliği, rejim muhalifi Andrei Sakharov'u ülke içi sürgünden serbest bıraktığını ve karısını da (Yelena Bonner) affettiğini açıkladı.
  • 1987 - Uluslararası Cumhuriyet Halter Turnuvası'nda Naim Süleymanoğlu, ilk kez millî mayoyu giydi. 60 kiloda koparma (150 kg), silkme (188,5 kg) ve toplamda (337,5 kg) kendisine ait Dünya rekorlarını yeniledi.
  • 1989- 1986’da çıkan romanından Feride Çiçekoğlu’nun senaryolaştırıp Tunç Başaran’ın yönettiği 1989 yılı yapımı “Uçurtmayı Vurmasınlar” filmi, bu yıl ikincisi yapılan Cannes Sinema Buluşması’nda “İzleyici Ödülü”nü aldı.
  • 1990- Uluslararası Af Örgütü 20 ülkede “İnsan Hakları Hemen Şimdi” konserleri düzenledi. Uluslararası Af Örgütü ABD Şubesi’nin “İnsan Hakları İçin Dans Ediyoruz”etkinliğinin Türkiye ayağı Lütfi Kırdar Spor Salonu’nda yapıldı. Sanatçılar İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden maddeler okudu.
  • 1991- Sakallı erkek- türbanlı kızlardan oluşan bir grup Mimar Sinan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi yemekhanesinde öğrencilere saldırdı. Ardından Fındıklı Güzel Sanatlar Kantini’ni tekbirlerle basan 7 kişi 2 öğrenciyi sopalarla yaralayıp duvardaki insan hakları afişlerini yırttı.
  • 1991- Başer Kimya’ya devredilen Hacı Şakir Sabun ve Gliserin fabrikasında 309 işçinin iş akdi 20 Aralık itibariyle feshedildi, işçiler protesto için toplu viziteye çıktı.
  • 1991- Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin, yayınladığı bir dizi kararnameyle Gorbaçov’un çalışma odası da dahil Kremlin Sarayı’nın tümünü, Sovyet Dışişleri ve İçişleri Bakanlıkları ile KGB’yi Rusya hükümetinin başı sıfatıyla devraldı. Tüm yetkileri elinden alınan SSCB Devlet Başkanı Gorbaçov, istifa edip etmeyeceğine Kazakistan’ın başkenti Alma Ata’da yapılacak cumhuriyetler toplantısının ardından karar vereceğini açıkladı.
  • 1992 - Somali'de "Umut Operasyonu" başlatıldı. Türk Birliği bu harekâta katıldı.
  • 1993 - Kanal D yayın hayatına başladı.
  • 1994 - Olay TV kuruldu.
  • 1996- 3 liman 241 milyon dolara özel sektörün oldu. Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne (TDİ) ait Tekirdağ Limanı’nın işletme hakkı 30 yıllığına 134 milyon 558 bin 509 dolara, Trakya Liman İşletmeleri AŞ’ye, Antalya Limanı 102 milyon 520 bin 769 dolara Link İthalat-İhracat ve Gıda Sanayi AŞ’ye, Hopa Limanı da 4 milyon 4 bin 718 dolara Turgay Ciner’in sahibi olduğu Park Holding’e verildi. Bir gün sonra ihalelerde de Giresun, Rize, Ordu ve Sinop limanlarının işletme hakları verildi. Çakıroğlu İnşaat, 3 milyon 203 bin 774 dolarla Giresun, 1 milyon 607 bin 887 dolarla Ordu ve 800 bin 944 dolarla Sinop Limanları’nın 30 yıl süreyle işletme hakkın aldı. Rize Limanı’nın işletme hakkı ise 5 milyon 606 bin 605 dolarla en yüksek teklifi veren Asım Çillioğlu’na verildi. Bu ihaleler, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun onayına sunulacak.
  • 1997- Yerel yönetimlerin bir çok yetkisini merkezi idareye devredecek yeni yasa taslağını eleştiren İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı R.Tayyip Erdoğan: “Yeni bin yılın eşiğinde temsil yerine katılım da gerekiyor. Ankara’dakiler çağlarıyla inatlaşmayı sürdürmektedir.”
  • 1997- Siirt’te 5 Aralık’taki konuşmasında”Minareler süngü, kubbeler miğfer”şiirini okuyan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı R.Tayyip Erdoğan hakkında Siirt Cumhuriyet Savcısı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na bant çözümlerini gönderdi; Diyarbakır DGM de soruşturma başlatmıştı.
  • 1999- Rusya Parlamentosu’nun alt kanadı Duma seçimi yapıldı. Komünist Partisi seçimlerden birinci parti olarak çıktı.
  • 1999- İstanbul Tabip Odası üyeleri Akkuyu Nükleer Santrali’ni hayata geçireceğini bildiren hükümeti Kadıköy’de protesto etti.
  • 2000- F Tipi Cezaevlerine nakilleri durdurma amacıyla ölüm orucu sürdüren siyasi tutuklu ve hükümlülere karşı 20 cezaevine operasyon yapıldı. ‘Hayata Dönüş’ adlı verilen özel eğitilmiş asker ve polis operasyonları sonucu ilk gün, 14’ü Bayrampaşa’da 17 mahkum ve 1 asker hayatını kaybetti. Operasyonlarda hastanelere kaldırılan 141 ölüm orucu eylemcisi tedaviyi reddetti. Başbakan B.Ecevit: “Hayata Dönüş Operasyonu, teröristleri kendi terörizmlerinden koruma ve kurtarma operasyonudur.” Adalet Bakanı H.S.Türk: “Ümraniye ve Çanakkale dışında, 18 cezaevinde ölüm orucunda olan 141 kişiyle açlık grevindeki 434 kişi kurtarıldı.” İçişleri Bakanı Sadettin Tantan: “Hayata Dönüş’te ölümlerin büyük kısmı mahkumların kendilerini yakmalarından ileri geldi”dedi. Tantan: “Hayata Dönüş İçişleri-Jandarma, Adalet ve Sağlık bakanlıklarının ortak çalışmasıdır. Gayet güzel, başarılı geçiyor”, “Cezaevlerine operasyon hazırlıklarını 1 yıldır yapıyorduk, birlikler özel eğitim aldı. Her cezaevinin maketi yapıldı.” Bayrampaşa Cezaevi’ne yönelik 16 saat süren Hayata Dönüş operasyonunda Cezaevi önünde toplanarak “Yangında evlatlarımız yanıyor” diye haykıran tutuklu/ hükümlü yakınlarından 15 kişi gözaltına alındı. İstanbul Üniversitesi kampüsünde Hayata Dönüş operasyonlarını protesto eden öğrenciler yürürken, katılmak için Vezneciler yönünden gelen öğrencilere polis müdahale etti. F.Almanya/ Bern’de operasyonu protesto eden bir grup Parlamento binasının bekleme salonunu işgal etti.
  • 2001- Hayata Dönüş”ün 1.yılında Bayrampaşa Cezaevi önünde basın açıklaması yapan aralarında tutuklu yakınları ve Av.Eren Keskin’in de bulunduğu yaklaşık 100 kişilik gruptan 30 kişi dövülerek gözaltına alındı.
  • 2001- ABD’de Federal Yargıç, polis öldürmekten idama mahkum olan Mumya Ebu Cemal hakkındaki ölüm cezası kararını bozdu. Avrupa ülkeleri ve Hollywood yıldızlarının desteklediği Cemal, Paris kentinin de fahri hemşehrisi ilan edilmişti.
  • 2001 - Kabil'e en az 3 bin kişiden oluşacak uluslararası güç konuşlandırılması için BM Güvenlik Konseyi onay verdi.
  • ---------------------------------------------------------
  • 2003- 32 kişinin hayatını kaybettiği Hayata Dönüş’ün 3.yılında 167 tutuklu ve hükümlü “Bayrampaşa Cezaevi İdaresi’ne karşı silahla toplu ayaklanmada yer aldıkları” iddiasıyla Eyüp Adliyesi’nde yargılandı. Yakınları da Adliye önündeydi.
  • 2003- Türk Tabipleri Birliği’nin 24 Aralık’ta Türkiye genelinde gerçekleştireceği hekim eylemine İstanbul Tabip Odası Taksim’den destek çağrısı yaptı. İTO Genel Sekreteri Prof.Dr.Şebnem Korur Fincancı, Başbakan Erdoğan ile görüşme taleplerinin geri çevrildiğini söyledi.
  • 2003 - Libya lideri Muammer Kaddafi, ülkesinin nükleer ve kimyasal silah üretme hedefinden vazgeçtiğini duyurdu.
  • 2003- ABD’de San Francisco 9. Federal İstinaf Mahkemesi, Guantanamo’da tutulan esirlerin Amerikan adalet sistemi içine alınması ve avukat tutulabilmesine hükmetti. Guantanamo’da yargılanmaksızın 600 kişi tutuluyor. Bu kişiler hiçbir hukuki haktan yararlanamıyor.
  • 2004- Irak’ta Kerbela kentinde bir otobüs durağındaki intihar saldırısında 14 kişi öldü, 39 kişi yaralandı. Aynı gün Necef kentinde Hz. Ali Camii önünde düzenlenen intihar saldırısında en az 48 kişi öldü, 90 kişi yaralandı.
  • 2005- Kızıltepe’de öldürülen Ahmet Kaymaz ve oğlu Uğur Kaymaz’la ilgili Eskişehir’de tutuksuz yargılanan 4 polisin duruşmasında söz alan Avukat Tahir Elçi delillere müdahale edildiğinin açık olduğunu belirtip detaylı keşif ve olay sonrası video kaydının izlenmesini istedi.
  • 2005- Afganistan’da meclis 32 yıl aradan sonra ilk kez toplandı. Törene ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve 91 yaşındaki eski Kral Zahir Şah da katıldı. 249 üyeli mecliste 68 kadın milletvekili var.
  • 2005- Irak’ta Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani’yi eleştiren Kürt asıllı Avusturyalı hukukçu Dr. Kemal Seyyid Kadir, Erbil’de 30 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
  • 2006- Eski bakanlardan Şerafettin Elçi, Katılımcı Demokrasi Partisi’ni (KDP) kurdu. Şerafettin Elçi’nin 1997’de kurduğu Demokratik Kitle Partisi (DKP) 1999’da Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmıştı.
  • 2006- Libya Mahkemesi, 52’si ölen 426 Libyalı çocuğa “kasten HIV virüsü bulaştırmak”la suçlanan ve ikinci kez yargılanan beş Bulgar hemşire ve bir Filistinli doktora ölüm cezası verdi.
  • 2006- Diyarbakır’da 1992’de faili meçhul cinayete kurban giden Kürt yazar Musa Anter’in çocuklarının AİHM’de açtığı dava sonuçlandı. Türkiye’nin Anter’in yaşamını koruma zorunluluğunu yerine getirmediğine ve ölümünden sonra etkili soruşturma yürütmediğine karar verdi. AİHM, Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkum etti.
  • 2008- Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Muammer Aydın “terör örgütü üyelerinin seçmen kütüklerinde yer aldığı” iddialarına ilişkin konuştu: ”Seçmen olma şartlarını taşıyorsa, terörist de olsa seçmen kütüklerine yazmak zorundayız. Hükümlü değilse, cezaevinde oyunu kullanacaktır.”
  • 2008- Türkiye Gazeteciler Sendikası, ATV-Sabah’ta alınan grev kararını Ankara Temsilciliği’ne astı.
  • 2009- KESK, DİSK, TMMOB ve TTB üyeleri “toplumsal barış için” Taksim’den G.Saray’a yürüdü.
  • 2009- Türkiye’nin çeşitli illerinden Ankara’ya gelen TEKEL işçilerinin Türk-İş Genel Merkezi önündeki oturma eyleminin 2.gününde partilerin, sendikaların destek ziyaretleri de sürüyor. İşçiler geceyi Türk-İş koridorlarında serdikleri kartonlar üzerinde uyuyarak geçirdi.
  • 2010- Maraş katliamının 32.yılında Alevi Bektaşi Federasyonu’nun düzenlediği anma programına 150 kişilik ülkücü bir grup saldırdı.
  • 2012- ODTÜ’de Başbakan Erdoğan’ın ziyaretini protesto eden öğrencilere polis saldırısı İstanbul, İzmir, Eskişehir ve Trabzon’da üniversitelilerce protesto edildi.
  • 2012- DİSK ve çeşitli sendikaların üyeleri Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun çalışmalarını ülke genelinde protesto etti.
  • 2012- Grup Yorum’un fikir babası olduğu “F Tipi Film” “Hayata Dönüş”ün 12. yıldönümünde gösterime girdi. 10 yönetmenin 10 kısa filminden oluşan film, ölüm orucunun 10.ayındayken 2004’de hapiste ölen Selami Kurnaz’ın basılan “Tecrit: Yaşayanlar Anlatıyor” kitabından uyarlandı.
  • 2013- KESK’in 1 günlük iş bırakma eylemi ülke genelinde yolsuzluk protestosuna dönüştü.
  • 2016- Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov, polis memuru Mevlüt Mert Altıntaş tarafından silahla vurularak öldürüldü.


DOĞUMLAR:



ÖLÜMLER:


      (derleyen: mstfkrc)