27 Aralık 2022 Salı

BELLEK - 27 ARALIK -

 


OLAYLAR:

  • 1936 - Şair Nâzım Hikmet gözaltına alındı.
  • 1939 - Erzincan Depremi: Türkiye'nin Erzincan ilinde Richter ölçeğine göre 8 büyüklüğünde bir deprem oldu; 32.962 kişi hayatını kaybetti, yaklaşık 100 bin kişi yaralandı.
  • 1939- İstanbul’da Young Men’s Christian Association (Genç Hıristiyanlar Cemiyeti) kapatıldı.
  • 1944 - Çapakçur bölgesinin adı Bingöl olarak değiştirildi.
  • 1945 - 28 devletin üzerinde anlaştığı ilkeler doğrultusunda Dünya Bankası kuruldu.

  • 1949 - 300 yıl süren Hollanda egemenliğinden sonra Kraliçe JulianaEndonezya'nın bağımsızlığını tanıdı.
  • 1949 - Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri arasında Kültür Antlaşması imzalandı.
  • 1965 - Birleşik Krallık'ın Kuzey Denizindeki petrol çıkarma platformu devrildi: 4 kişi öldü, 9 kişi kayboldu.
  • 1967 - Kıbrıs Türk toplumu, Ada'da "Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi"ni kurdu. Başkanlığa Fazıl Küçük getirildi.
  • 1968 - Aya ilk insanlı uçuşu gerçekleştiren Apollo 8 dünyaya döndü.
  • 1971- İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde Türkiye Halk Kurtuluş Partisi- Cephesi, THKP-C davasında karar verildi: 2 ölüm (Kamil Dede ve Necmi Demir) 3 müebbet (İlkay Demir, Kadriye Deniz Özen ve Rüçhan Manas) ve 12 çeşitli hapis cezası verildi. Firarda olan Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı ve Ziya Yılmaz dava dışı bırakıldı.
  • 1974- Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, imam hatip okullarından mezun olanların düz lise mezunları gibi tüm üniversitelere kayıt yaptırabilmelerine imkan sağlayan yasa değişikliklerini yeniden görüşülmesi için TBMM’ye ve Cumhuriyet Senatosu’na iade etti
  • 1975 - Hindistan Bihar'da, maden ocağında patlama: 372 kişi öldü.
  • 1977 - Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanlığına Abdullah Baştürk seçildi.
  • 1977 - Sultanahmet'teki İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi yakıldı, Ankara'da Hacettepe Üniversitesi bir yıl süreyle kapatıldı.
  • 1978- Sıkıyönetim ilan edilen İstanbul’da gösteri, yürüyüş ve toplantılar ile bildiri dağıtmak, afiş asmak vb. eylemler yasaklandı. Erzurum ve Kars’ta da Sıkıyönetim Komutanı grev ve lokavtları izne bağladı.
  • 1978 - İspanya, 40 yıl süren diktatörlük rejiminin ardından demokrasiye geçti.
  • 1979 - Özel eğitimli bir Sovyet birliğinin Kabil Havaalanı'nı ele geçirmesinin ardından, Kabil'deki Afgan Hükûmeti devrildi. Afganistan Devlet Başkanı Hafızullah Amin görevinden uzaklaştırıldı ve öldürüldü. 10 yıldan fazla sürecek iç savaş başladı. Afganistan'ın başına Babrak Karmal getirildi.
  • 1979 - Kenan Evren liderliğindeki Türk Silahlı Kuvvetleri Komuta Kademesi, Cumhurbaşkanı  Fahri Korutürk'e uyarı mektubu verdi.
  • 1980- İstanbul 3 No’lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi, DİSK davasından dolayı gözaltında tutulan 506 sanıktan, Genel Başkan Abdullah Baştürk ve Genel Sekreter Fehmi Işıklar ile İstanbul eski CHP’li Belediye Başkanı Ahmet İsvan dahil 68 kişinin tutuklanmasına karar verdi
  • 1980- Adana Hapishanesi’nde kolluk güçlerinin operasyonu sonucu ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan TKP/ML davasından yargılanan Sedat Özkaradağ (1961- Siverek) yaşamını yitirdi.
  • 1981 - Hacettepe Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Bedrettin Cömert'in katil sanığı Rıfat Yıldırım, Berlin'de yakalandı.


  • 1985- Cumhurbaşkanı Kenan Evren: “Ellerinden gelse, utanmasalar 12 Eylül’ü yapanlar suçludur diyecekler.”
  • 1985- 12 Eylül sonrası 1402 sayılı sıkıyönetim kanununa dayanarak görevlerine son verilen İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu oyuncuları Başar Sabuncu, Aliye Uzunatağan, Ersan Uysal ve Gökhan Mete İstanbul Belediyesi’ne “göreve dönme dilekçesi” verdi. Sıkıyönetim kalktıktan sonra İstanbul Belediyesi’ne görev için başvurduklarında “kadro yok” gerekçesiyle red yanıtı alan 19 oyuncu İstanbul 3.İdare Mahkemesi’ne başvurmuş ve 5’i hakkında “göreve iade” kararı çıkmıştı.
  • 1985 - İsrail Hava Yolları El Al'ın Roma Fiumicino – Leonardo da Vinci Havalimanı ve Viyana Uluslararası Havalimanındaki bürolarına, Ebu Nidal örgütü tarafından saldırı düzenlendi. Roma Havaalanı'ndaki saldırıda; 16 kişi öldü, 99 kişi yaralandı, 5 örgüt üyesinden 3'ü ölü olarak ele geçirildi. Viyana Havaalanındaki saldırıda ise 3 kişi öldü, 39 kişi yaralandı, 3 örgüt üyesinden 1'i ölü olarak ele geçirildi.
  • 1987 - Ankara Kültür Merkezi, Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin 68. yıldönümünde, açıldı.
  • 1999 - Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, başörtüsünün yükseköğretim kurumlarında serbest sayılan kıyafet kapsamında düşünülemeyeceğine karar verdi.
  • 1988- Nihat Behram’ın İbrahim Kaypakkaya’nın hayatı ve anılarını konu alan “İşkencede Ölümün Güncesi” adlı kitabı toplatıldı.
  • 1988- ABECE Dergisi’ndeki yazısında “komünizm propagandası yaptığı” iddiasıyla DGM’de yargılanan Avukat Halit Çelenk beraat etti. Aynı iddiayla yargılanan İHD Ankara Şube Başkanı Muzaffer İlhan Erdost’un duruşması ise “suç vasfı değiştiği” gerekçesiyle ertelendi.
  • 1991- Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği, İstanbul’daki üniversite ve yüksek okullardan 525 öğretim üyesinin imzasını taşıyan telgraf metnini Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a göndererek, görev süresi dolan Prof.İhsan Doğramacı’nın yeniden YÖK Başkanlığı’na atanmamasını istedi.
  • 1991-  SHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen, Park Otel için ANAP’lı önceki Başkan Bedrettin Dalan’ın 1988’de imzaladığı avan projeyi, imar planına aykırı tadilat projelerini ve yapı izin belgelerini iptal etti.
  • 1996- Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller Gölbaşı Polis Eğitim Merkezi’nde Özel Tim’cilere: “Ben sizin ananızım. Dün olduğu gibi bugün de arkanızdayım, yarın da olacağım.”
  • 1996- Guatemala’da 36 yıldır süren iç savaş sonlanıyor. Anlaşma imzalanınca solcu gerillalar silah bırakıp siyasi partiye dönüşecek.
  • 1999 - Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, başörtüsünün yükseköğretim kurumlarında serbest sayılan kıyafet kapsamında düşünülemeyeceğine karar verdi.
  • 1999- ITF’in (Uluslararası Taşımacılık Sendikası) taşıma işçileriyle dayanışma amacıyla 1.5 yıldır dünyayı dolaşan “Global Mariner” adlı gemisi İstanbul’a geldi. Gemiyi bir grup işçi ve sendikacı karşıladı.
  • 2000- Ceyhan Özel Tip Cezaevi’ne yapılan operasyon sırasında yanan siyasi hükümlü Halil Önder yaşamını yitirdi. 20 cezaevinde gerçekleştirilen ve “Hayata Dönüş” adı verilen operasyonlarda yaşamını kaybeden hükümlü ve tutuklu sayısı 28’e yükseldi.
  • 2001- Ferzan Özpetek ‘Cahil Periler’ filmiyle “Capri-Hollwood Film Festivali”nde en iyi yönetmen seçildi.
  • ----------------------------------------------------------
  • 2002- AKP Genel Başkanı R.Tayyip Erdoğan’ı siyasi yasaklarından kurtarmayı amaçlayıp Cumhurbaşkanı Sezer tarafından “kişiye özel”olduğu gerekçesiyle veto edilip TBMM’ye geri gönderilen Anayasa değişiklikleri Meclis’te-yine CHP desteğiyle- ikinci kez aynen kabul edildi.
  • 2002 - Çeçenistan'ın Moskova yanlısı Hükûmet Karargahı'na bombalı kamyonla intihar saldırısı düzenlendi: 72 kişi öldü.
  • 2003- Avrupa Komisyonu Başkanı Romano Prodi’nin Bologna’daki evine bombalı mektup gönderildi. Prodi’nin mektubu açmasıyla alevler çıktığı, patlama olmadığı belirtildi.
  • 2004- SEKA İzmit İşletmesi çalışanları, Özelleştirme İdaresi’nin aldığı kapatma kararını protesto etti.
  • 2004- El Kaide lideri Usame bin Ladin, El Cezire televizyonunda yayımlanan yeni bir ses kaydında, tüm Iraklıları seçimleri boykot etmeye çağırdı. Ürdünlü Ebu Musa el Zerkavi’yi “El Kaide’nin Irak’taki lideri” ilan etti.
  • 2004 - Muhalefet lideri Viktor Yuşçenko, Ukrayna seçimlerini kazandı.
  • 2005- Türkiye ile Mısır arasında serbest ticaret anlaşması imzalandı. Türkiye Mısır’ın gümrüksüz mallarını hemen alacak, Mısır ise Türkiye’den gelen mallara gümrüğü 16 yıl içinde aşamalı kaldıracak.
  • 2005- Afyonkarahisar/ Çay Eber beldesindeki bir ilköğretim okulunda ders sırasında 4 kız öğrenciyi “elle taciz” ettiği iddiasıyla gözaltına alınan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni İ.K. tutuklanarak cezaevine konuldu.
  • 2006- Fransa’da meclisin “Ermeni soykırımı kararı ardından Türk vatandaşlığına alınmak üzere başvuran Fransız tarihçi Jean Michel Thibaux’un talebi İçişleri Bakanlığı’nca onaylandı. Fransız tarihçinin adı Bakanlar Kurulu’nun onayının ardından Atakan Türk olacak.
  • 2007- Pakistan’da, sürgünden dönen muhalefet lideri Benazir Butto’nun miting yaptığı alana intihar saldırısı düzenlendi. İlk belirlemelere göre 20 kişinin öldüğü patlamada Benazir Butto da hayatını kaybetti.
  • 2007 - Türkiye'de ülke çapındaki pilot okullarda SBS denemeleri yapıldı.
  • 2007- Cevizli Tekel Sigara Fabrikası’nın özelleştirilmesini protesto eden yaklaşık 1.000 işçi fabrikadan Kartal Meydanı’na yürüdü. DİSK’li bazı sendikalar ile EMEP, TKP, BDSP ve ESP destek verdi.
  • 2007- İstanbul’da “Herkese Sağlık, Güvenli Gelecek Platformu” üyeleri, Sosyal Sigortlar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı’nı Aksaray’dan Unkapanı Bölge Çalışma’ya yürüyüşle protesto etti.
  • 2008 - İsrailGazze kenti civarına hava saldırısı düzenledi: 230 kişi öldü, 400'den fazla kişi yaralandı.
  • 2008 - 2009 yılı bütçesi, zamlar ve işten çıkarmalar 14 ilde kitle örgütlerinin eylemleriyle protesto edildi.
  • 2008- Kocaeli’de Tezcan Galvanizli Yapı’dan 84 arkadaşlarının çıkarıldığını öğrenen 150 işçi servislere binmeyerek İzmit’e kadar 20 km. yürüdü.
  • 2008- Sine-Sen üyesi bir grup, TV dizi setlerinde yaşanan ölümlü kazaları protesto için Taksim Meydanı’na yürüdü.
  • 2008- Birçok kentten Ankara’ya gelen sosyologlar Sosyoloji Mezunları Derneği’nin öncülüğünde Kızılay’da “işsizliğe son eylemi” yaptı.
  • 2009- Köyceğiz/ Pınarköy’de asırlık ağaçlar kesilerek yapılmak istenen HES’e karşı düzenlenen protestoların 15.gününde yaklaşık 4 bin kişi yürüdü.
  • 2010- 12 Eylül döneminde DİSK tutuklularının sorgularında işkencehane olarak kullanılan Yıldız’daki Otağ-ı Hümayun’ın onarılıp hizmete açılmasına karşı “İnsan Hakları Müzesi” olması talebiyle açılış törenine yürümek isteyen DİSK’liler cop, tekme ve kalkanlarla engellendi.
  • 2010- Halkevleri üyeleri, Ankara’da toplu ulaşım ücretlerine beklenen zammı Anakent Belediye binası önünde protesto etti.
  • 2012- ODTÜ’lüler 2 gündür süren anfi işgali eylemlerini Devrim Stadı’ndaki şenlik ile sonlandırdı. Yüzlerce öğrenci bedenleriyle “ODTÜ Ayakta” yazdı. ODTÜ’lülerin şenliğine 20 üniversiteden gelen öğrenciler ve bazı CHP Milletvekilleri de katıldı, müzik grupları konser verdi.

  • 2012- İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi öğrencileri, akademisyenler ve işçiler, rektör Yunus Söylet’i protesto etti.
  • 2013- Açığa çıkan rüşvet ve yolsuzluk ilişkileri birçok ilde “hırsız var” sloganıyla protesto edildi. İstanbul’da Taksim Dayanışması’nın çağrısıyla Taksim’e çıkmak isteyen göstericilere polis müdahale etti. Çatışmalar gece boyu devam etti. 70’den fazla kişi gözaltına alındı.
  • 2013- Üç vekilin kesin ihraç istemiyle Disiplin Kurulu’na sevk edilmesi kararından sonra, vekiller Ertuğrul Günay, Erdal Kalkan ve Haluk Özdalga partisinden istifa etti.
  • 2013- Roboski katliamını protesto için BDP’nin Van’da düzenlediği yürüyüşte 34 siyah tabut taşındı.
  • 2016- ABD Başkanı Donald Trump, BM’nin insanların bir araya gelerek, konuşup, iyi vakit geçirdiği kulüpten ibaret olduğunu iddia etti.
  • 2017- Türkiye’nin Rusya’dan satın alacağı S-400 füze savunma sistemine ilişkin anlaşmalar tamamlandı.



DOĞUMLAR:

  • 1571 - Johannes Kepler, Alman astronom (ö. 1630)
  • 1773 - George Cayley, İngiliz mühendis, mucit ve havacı (ö. 1857)
  • 1793 - Alexander Gordon Laing, İskoç kâşif (ö. 1826)
  • 1821 - Jane Wilde, İrlandalı şair, çevirmen (ö. 1896)
  • 1822 - Louis Pasteur, Fransız kimyacı ve bakteriyolog (ö. 1895)
  • 1861 - Auguste Vaillant, Fransız anarşist (ö. 1894)

  • 1891 - Aleksander Ładoś, Polonyalı diplomat, konsolosluk memuru, gazeteci ve politikacı (ö. 1963)
  • Aleksander Wacław Ładoś (27 Aralık 1891, Lviv – 29 Aralık 1963, Varşova), 
  • Polonyalı diplomat, konsolosluk memuru, gazeteci ve politikacı. 1941–1943 yıllarında işgal altında olan  Polonya'daki gettolardan Yahudilere yasadışı Latin Amerika pasaportu düzenleyen, soyadıyla anılan “Ładoś Grubu” olarak adlandırılan grubun üyesi ve gayri resmi lideri
  • 1867 - Samed Ağa Ağamalıoğlu, Sovyet devlet adamı ve sosyalist devrimci (ö. 1930)
  • 1901 - Marlene Dietrich, Alman sinema oyuncusu (ö. 1992)
  • 1902 - Kemalettin Tuğcu, Türk öykücü (ö. 1996)
  • 1907 - Asaf Halet Çelebi, Türk şair (ö. 1958)
  • 1919 - Cahide Sonku, Türk sinema ve tiyatro oyuncusu (Türk sinemasının ilk kadın film yönetmeni ve ilk kadın yıldızı) (ö. 1981)
  • 1925 - Michel Piccoli, Fransız sinema oyuncusu (ö. 2020)
  • 1934 - Larisa Latınina, Sovyet jimnastikçi
  • 1934 - Akşit Göktürk, Türk edebiyat eleştirmeni, çevirmen, yazar ve dil bilimci (ö. 1988)
  • 1944 - Yalçın Gülhan, Türk oyuncu (ö. 2019)
  • 1947 - Osman Pamukoğlu, Türk asker, yazar ve siyasetçi
  • 1948 - Gerard Depardieu, Fransız sinema oyuncusu

  • 1956 - Karen Hughes, Amerikalı siyasetçi
  • Karen Parfitt Hughes (d. 27 Aralık 1956), 
  • Amerikan politikacı. ABD Başkanı George W. Bush'un ABD'nin Müslüman ülkelerde bozulan imajını düzeltmesi için görevlendirdiği ABD Dışişleri Bakanlığı'nın kamu diplomasisinden sorumlu büyükelçi seviyesindeki müsteşarı.9 Eylül 2005'te ataması onaylandıktan sonra yemin ederek göreve başladı. 26 Eylül 2005'te başlayan Mısır gezisinden sonra aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bir dizi Müslüman ülkeyi ziyaret etti. Ziyaret ettiği Müslüman ülkelerde genellikle ülkenin kadın ve çocukları ile bir araya gelmeye çalıştı. Allah’ın birliği, Irak İşgali’nin gerekliliği, kadının Müslüman toplumlarda yeri merkezli konuşmalar yaptı. Hâlen görevini sürdürüyor.




ÖLÜMLER:



      (derleyen: mstfkrc)

26 Aralık 2022 Pazartesi

Tarikatlar ülkenin dört bir yanını sardı: Karanlığı dağıtacağız - Mustafa Bildircin / BİRGÜN

 

İktisadi işletme gelirleri, müritlerinden topladıkları paralar ve kamu kaynaklarından aldıkları pay ile kasalarını dolduran cemaatler ile dini vakıf ve dernekler, Türkiye’nin dört bir yanını kuşattı. Muradiye Vakfı’nın okul sayısı 14’e, İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Derneği’nin temsilcilik sayısı ise 15’e ulaşırken SOL Feminist Hareket’ten Ayşegül Uçar, “Karanlığı dağıtacağız” dedi.

Türkiye’de çok sayıda dini yapılanma, iktidarın destek ve yönlendirmeleri ile toplumsal yaşamının tümünü ilgilendiren alanlarda söz sahibi kılındı. Okullardan hastanelere, cezaevlerinden kadın sığınma evlerine kadar birçok alanda etkisini genişleten cemaatlerin yarattığı karanlık, en çok çocukları ve gençleri etkiledi. Kamu kaynaklarından aldıkları pay, ticari işletme gelirleri ve müritlerinden topladıkları paralarla kasalarını dolduran dini vakıf ve dernekler, çok sayıda kentte bulunan temsilciliklerinin yanı sıra öğrenci yurtları ile de gençlere ulaşmanın kolay yolunu buldu.

Giderek derinleşen ve önlenemez hale gelen yoksulluk, çok sayıda genci dini vakıf ve derneklerin öğrenci yurtlarına adeta mahkum etti. Kredi ve Yurtlar Kurumu’na (KYK) bağlı yurtlardaki kapasite yetersizliği ve fahiş ev kiraları nedeniyle on binlerce öğrenci cemaatlere ait yurtlara yerleşmek zorunda kaldı. Denetimden uzak cemaat yurtları, hemen her yıl kamuoyunda infial yaratan yeni bir olaya sahne olurken iktidar, milyonlarca yurttaşın, “Cemaat ve tarikat yurtları kapatılsın” yakarışını duymazdan geldi.

HER YERDELER

Erenköy Cemaati’ne bağlı Muradiye Vakfı ve İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Derneği ile iktidara yakınlıkları ile bilenen Ensar Vakfı ve TÜGVA’nın Türkiye genelinde faaliyet yürüttüğü kentlerin sayısı, iktidara yakınlığıyla bilinen vakıf ve dernekler ile cemaatlere açılan alanın büyüklüğünü gözler önüne serdi. Muradiye Vakfı’nın Türkiye genelinde okul, yurt ve temsilcilikten oluşan 33 noktada faaliyet gösterdiği, Hiranur Derneği’nin 15 noktada faaliyet gösterdiği ve Ensar Vakfı ile TÜGVA’nın Türkiye’de toplam 66 öğrenci yurdu olduğu belirlendi.

SOL Feminist Hareket’in, “Dinci Vakıf ve Dernek Örgütlenmeleri” isimli çalışmasında, dini vakıf ve derneklerin faaliyet alanları ile faaliyet gösterdikleri kentler sıralandı. Çalışmada, TÜGVA ve Ensar’ın yanı sıra Erenköy Cemaati ile İsmailağa Cemaati’ne yakınlığıyla bilinen vakıflara ayrı bir parantez açıldı.

MURADİYE VAKFI

Nakşibendilik geleneği içinde yer alan Erenköy Cemaati’nin Ankara kolunu Muradiye Vakfı yürütüyor. Vakfın, Ankara’da altı adet anaokulu bulunuyor. Başkentteki toplam okul sayısı 14 ile ifade edilen vakfın, sekiz adet bağımsız bir adet de okula bağlı olmak üzere Ankara’da toplam dokuz öğrenci yurdu yer alıyor. Vakfın Ankara’da en çok Keçiören ve Altındağ ilçelerinde aktif olduğu biliniyor.

HİRANUR DERNEĞİ

İsmailağa Cemaati’ne bağlı olan ve altı yaşındaki kız çocuğunun maruz bırakıldığı istismar ile gündeme gelen Hiranur Derneği de İstanbul başta olmak üzere Ankara, Kocaeli, Bursa ve Sakarya’da faaliyet gösteriyor. Derneğin merkezi İstanbul Fatih’te yer alırken Türkiye’deki toplam temsilcilik sayısı, 15 ile ifade ediliyor.

ENSAR VAKFI

31 Mart 2019’daki yerel seçimlerin ardından büyükşehirlerin AKP’nin elinden gitmesinin ardından büyük kan kaybeden Ensar Vakfı’nın halen çok sayıda öğrenci yurdu işletmeye devam ediyor. Türkiye Ulusal Ajansı’ndan yüz binlerce avroluk hibe alan vakfın toplam öğrenci yurdu sayısı 25’e ulaşıyor. Vakfın toplam 25 öğrenci yurdunun sekizini İstanbul’daki yurtlar oluşturuyor. Vakfın yurtlarından ikisi, ortaöğretim kademesindeki öğrencilere hizmet veriyor.

tarikatlar-ulkenin-dort-bir-yanini-sardi-karanligi-dagitacagiz-1105205-1.

TÜGVA

Torpil listesi ve kamuda kadrolaşma iddialarının yanı sıra, yönetiminde çok sayıda bürokratın yer almasıyla da eleştirilen TÜGVA da etkisini giderek genişletiyor. TUA aracılığıyla aldığı hibelerle kasasını dolduran vakfın toplam 41 öğrenci yurdunda binlerce öğrenci kalıyor. Vakfa ait yurtların büyükşehirlere göre dağılımı İstanbul’da üç, Ankara’da bir, İzmir’de üç, Antalya’da iki şeklinde sıralanıyor.

TARİKAT-CEMAAT SARMALI

Çalışmalarına yönelik BirGün’e değerlendirmelerde bulunan SOL Feminist Hareket’ten Ayşegül Uçar, “İktidarın ülkenin geleceğini tarikat ve cemaatlere peşkeş çektiğini” savundu. Açık kaynaklardan edinilen bilgilerin dahi Türkiye’deki cemaat-tarikat sarmalını ortaya koyduğunu ifade eden Uçar, “İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in altı yaşındaki kızını evlendirmesi ve yıllar boyunca süren istismarın haberi tüm bu karanlığı gözler önüne bir kez daha serdi” dedi.

BAŞLARINA YIKACAĞIZ

İl ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinin tarikat bağlantılı dernek ve vakıflarla imzaladığı işbirliği anlaşmalarını da eleştiren Uçar, şu ifadeleri kullandı:

“Okul öncesinden üniversiteye kadar eğitimin her kademesinde çocukların geleceğine göz dikenler bakanlıkla işbirliği içindeler. Protokollerle okullardaki sosyal etkinlik, değerler eğitimi gibi çalışmaları tarikat ve cemaatlere devreden MEB, barınma ihtiyacı olan öğrencileri bu gerici örgütlerin yurtlarına mecbur bırakıyor. Ama bu ülkenin geleceğine sahip çıkan gençleri var, biz varız. Tüm bu karanlığı dağıtacağız, tarikatlarını başlarına yıkacağız. Hiçbir çocuk asla ama asla yalnız büyümeyecek.”

Mustafa Bildircin / BİRGÜN

Charles de Gaulle’den kalkıp Macron’a iniş (3) - Bilsay Kuruç / Cumhuriyet

 

Bu yolculuğun son yazısı. Başlarken Macron’un sık sık konuştuğunu söylemiştim. Şimdi ona bakalım. Macron’a bakarak kendimiz için de öğreneceğimiz şeyler var. Eğer istersek.

BYE BYE HAPPİNESS

Macron, mayıs ayında ikinci kez seçildi. Ağustosta, ilk kabine toplantısında basına çarpıcı bir açıklama yaptı, “Bolluk çağının sonuna geldik!” dedi. Ne demekti? Güncel gelişmelere göre yorumlama yanlışına düşmezsek hedef kitleyi görürüz. Emekçilere hitap ediyor: “Refah devleti diye bir şey vardı ya, o iyice bitti. Yani, sizler artık emeğin haklarını beklemeyin. Gelir, geçer diye düşünmeyin” diyor. “Bye bye happiness” ezgisi sizleredir. Ve bu defteri kapatıyor. Artık siyaset gündemini “başat” saydığı kalemlerle dolduracaktır. Nedir onlar? Aşağıda, kapalı toplantıda yaptığı konuşmada göreceğiz. Tamamlayıcıdır. Kendimize ait neler düşünmek gerektiğini de berraklaştırabilir.

TELEFERİK

Dünyanın 1945’ten sonraki “ağa”sının koltuğunda iki karpuz taşıdığını yazmıştım (14 Kasım): ekonomi ve jeopolitik. Hızlanan zamanla çok şey değişti. Ama “ağa” karpuzları bırakmak istemiyor. Son kırk yıl bu güçlü inada tanıklığımızla geçti. Karpuz yerine ayak diyelim. Çünkü bunlarla yürüyor. Biri zayıflarsa, ötekinin de zayıflayacağı ve işin kötürümlüğe varacağı endişesindedir. Ekonomi ayağı son 30 yılda dünyayı “dolarlaştırarak” kaslarını güçlü tutuyor. O dünyanın merkezinde Avrupa var. “Finansal küreselleşme” için kurgulanan bir “teleferik” sisteminin merkez istasyonudur. Avrupa Merkez Bankası (ECB) dünya finans sermayesine büyük güvence olarak kuruldu. Fed ve Bank of England hükümetleri için para yaratabilirler. Kamu borcu taşıyabilirler. ECB için bu yasaktır. AB’nin hiçbir hükümeti için para yaratamaz, kamu borcu taşıyamaz. Sadece bankalar (finans sermayesi) için para yaratır. Bu temel güvence para (borç-alacak) dolaştırmak üzere kurulan “teleferik” ağlarının sigortası oldu. 2000’den, “Avro”nun (önce kaydi para olarak) doğuşundan itibaren Avrupa’ya yağmaya başlayan dolar sağanağı Avrupa bankalarının havuzunda beslendikçe büyüdü, büyüdü. Son 20 yılda “ekonomi” denince akla önce “finans” geliyorsa, hikmeti önce buradan kaynaklanıyor. (Avrupa’yı çıkarırsanız, “küresel teleferik” ağı çalışmaz!)

Fransa’yı konuşmuyor muyduk? Dünya finansının kayıt bürosu olan Uluslararası Ödemeler Bankası’nın (BIS) son raporuna göre (2022/2) Fransız yurttaşlarının yurtdışında (cross-border) tuttukları kaynak 2 trilyon doların üzerinde (2.164.259.000) ve bunun dörtte biri Londra’da, 365 milyar doları Almanya’da, 155 milyarı ABD’de görünüyor. Fransa ulusal geliri 3 trilyon dolara yakın olduğuna göre, Fransız rantiyenin son 20 yılın “ikramı” olan finans senaryosuna iyice ısındığı anlaşılabilir. Buna ulusal gelirin yüzde 114’ü mertebesindeki kamu borcunu (o borcun rantiyelerini) ekleyebiliriz. “Konfor” biraz daha artar. (Dikkat: Kamu borcunun mülkiyet dağılımını öğrenebileceğimiz veriler saklanır. Ticari sır sayılır! O rantiyeleri tanıyamayız. Hiç değilse emekçilerin kamu borcu satın almadıklarını biliyoruz! Yetinebiliriz.)

Peki, dört yıl (2008-12) Rothschild’lere çalışmış olan Macron bunları bilmez mi? Fazlasıyla biliyor. Henüz maliye müfettişi iken 2004’ten itibaren, Avrupa bankalarının dolarlı tatlı işlere nasıl iştahla yöneldiklerini, bir yandan doların Atlantik üzerinden gidiş gelişini, bir yandan da Avrupa içi kaynak aktarma yollarının işleyişini yakından gözleyerek tecrübe sahibi olmuştur. Artık Avrupa’nın ve Fransa’nın “teleferik”le şekillenerek kimliğini farklılaştırdığını “piyasa”nın (“serbest”!) içinden bakarak kavrarken kendi siyasal duyargalarını da çalıştırmıştır. Sosyalist Parti’nin sağ kanadından geliyor. 2010’dan sonra, partinin başındaki Hollande’a yakınlaşır. Sonra Hollande’ın cumhurbaşkanlığında genel sekreter yardımcısı ve 2014’te bakan olacaktır. Merdivenleri, Ahmet Haşim’in dediği biçimde ağır ağır çıkmayı biliyor. Son basamakta kendi partisini kuracak: 2016’da, En Marche! “Yürüyelim arkadaşlar!” diye çevirsek olur mu? Sermayeye uygun adımlarla yürüyecektir ve “Ben siyasette tam ortadayım” diyecektir. (“Artık sağ-sol yok” söyleminin Fransızcası!)

EVVELA BURADA, SONRA...


Gelelim jeopolitik ayağa. 1990’ların Avrupa’sındayız. Söz tartışmasız ABD’nindir. “Yeni Avrupa”yı, NATO’ya yeni kanat yaparak düzenleyecektir. NATO ve dolar ABD’nin iki “asli asset”idir. NATO jeopolitikte amiral gemisidir. 

ABD 1990’larda Avrupa’nın kapısında oturmuş, Orta ve Doğu Avrupa’dan gelenleri karşılıyor. Sovyet şemsiyesinden geliyorlar. “Uydu”lukta tecrübeliler. NATO’ya da iyi “uydu” olacaklar. (Elbette, tercihinize göre, “Ne münasebet, NATO’da özgür olacaklar!” da diyebilirsiniz.) ABD onlara “Evvela burada, NATO’da üyelik kaydı yaptıracaksınız, sonra AB üyeliği” diyor. Uyumla, önce Polonya, Macaristan, Çekya NATO’ya, sonra 2004’te AB’ye üye olurlar. 2004’te Bulgaristan ile Romanya NATO’ya, 2007’de AB’ye. Ötekiler de aynı sırayla. 

Anlamalıyız, jeopolitik ABD’nin önceliğidir ve bu şüphesiz AB’nin Avrupa tasarımlarına baskındır. Zaten o Orta ve Doğu ülkeleri Avrupa’nın arka bahçesi sayılır.

MAKASLAR 

Macron ağustostaki basın açıklamasıyla aynı günlerde Fransa’nın dış temsilcileriyle bir kapalı toplantı yaptı. Vurucu başlıkları, gözlemleri var. Konuştukça, Fransa’nın De Gaulle’den, Blum’dan, hatta Mitterand’dan ve hatta Delors’dan ne kadar uzaklaştığı berraklaşıyor. Kendine yeni bir konum arıyor. Aradıkça bağdaşmazlıklar ortaya çıkıyor. Bağdaşmazlıklar Macron’un kişi olarak niteliksizliğinden değil. Böyle değil. Felsefe doktorası yapmıştır. École Nationale d’Administration’da (ENA) okumuştur. Uzun yıllar piyano çalışmış biridir. Görüşlerinde bir entelektüel çerçeve ve anlamlı içerik arayıp bulma arzusu okunuyor. Ve bu sayede Fransa’yı içine alan, bırakmayan “makaslar”ı teşhis edebiliyoruz. 

Büyük makas De Gaulle’ün vaktiyle, henüz “finans sermayesi zamanı”na gelinmemişken işaret ettiği ve lafta bırakmadığı, dışına çıkma hamleleri yaptığı makastır: Soğuk Savaş dünyası zemininde Fransa’yı ve Avrupa’yı dolar ile NATO arasına sıkıştıran kurgu. Şimdi, ABD Soğuk Savaş’ı yeniden sahneye koyarken finans sermayesi ülkelerin siyasal dokularına da yerleşmişken dolar ile NATO arasına sıkışmışlığı Fransa kuvvetle hissediyor. Macron, “ABD müttefikimiz ama bizi rehin almış durumda” diyor!

Büyük makasın içinde Avrupa’nın, dünya sermayesiyle uyumlu kurguladığı, yerleştirdiği kendi makası var. Bu “Emeğin payını büyütecek bir iktisat politikası olamaz” esasına göre imal edilmiştir. 2000’lerin dünyasında çevre ülkeler (ve merkez ülkelerin “emekçiler”i) için ete kemiğe bürünmüştür. Makasın bir bacağında borçlanma zorunluluğu, öteki bacağında da borç ödeyebilmek için gaddarca kemer sıkma zorunluluğu vardır. Yunanistan, İrlanda, İspanya, Portekiz, hatta İtalya bu makasın içindedirler. Çıkamazlar. Zaten büyük makasın da içindedirler. Fransa, Avrupa içinde kendine özgü bir ekonomidir. Çevre değildir. Ama Almanya gibi ekonomi kudretine sahip bir “merkez” de değildir. Çevre ülkelere destek olamaz. Ekonomi boyutunda Avrupa ölçeğinde kurgu kapasitesi yoktur. 2008’den sonra olduğu şekilde, Avrupa çapında kriz vurucu hale gelir, yaygınlaşırsa, Almanya’nın önerdiği katı disipline onunla birlikte “Böyle olmalı” deyip (Merkel-Sarkozy önlemleri: Merkozy) yeni bir sıkı kemeri sahiplenecektir: Bizde “Mali Kural” denilen “Fiscal Compact”. Keyifli 2000’li yılların Hartz operasyonunun, krizli 2010’lu yıllardaki ardılı gibi: Emek dediğin kemerleri sıkmayı bilmeli! Ve Macron’un “Bolluk çağı bitti”si.

Üçüncü, en içteki makas Fransa’nın kendine özgü tablosu. Macron buna “Siyasal tasarım kapasitesi” (“political imagination”) yokluğu dediği açıdan bakıyor. Fransız orta sınıfının “demokrasi ve piyasa sistemi”ne (“kapitalizm” diyemiyor!) artık derin şüphe duyarak baktığını ve ülkedeki önemli ağırlığının kaybolduğunu söylüyor. Bu makasın bacaklarını kesin çizgilerle sergileyemiyor. “Kültür” üzerinde duruyor ama somutluğa varamıyor. (Artık De Gaulle’ün Andre Malraux’su, Mitterand’ın Jack Lang’ı çapında kültür bakanları çıkaramamanın ezikliği de var mı?) Siyasal tasarım kapasitesini hepten kaybedersek her şeyi kaybederiz ile noktalıyor. Fransız sermayesinin doymak bilmeyen iştahla dünya sermayesiyle kan kardeş olduğu bir “yeni zaman”a geldik. Son bir yılda, kayıtlara göre dağıtılan kârlar yüzde 33 arttı. Sermaye müstesna bir bolluk yaşıyor ve bunu sürdürüyor. Ama sermaye sınıfı çizgisindeki Macron bir derin zayıflığa vurgu yapıyor: Siyasal tasarım kapasitesi kayboluyor. Siyasetin enerjisi boşalıyor. 

GRİLEŞMEK

2000’ler büyük sermaye trafiğinin yanında Sarkozy’yi ve Hollande’ı getirdi. (Sosyalist Hollande’a medya “normal adam” diyordu. Fransız jargonu ile bu “sıradan” demekti!) Sermayenin şaha kalktığı o yıllar boyunca siyasetin kendine özgü renkleri soluklaşıp kaybolmaya başladı. Fransız Komünist Partisi (PCF) zaten yalnızlaşıp küçülmüştü. Sosyalist Parti’nin ise tanımlayabilmesi gitgide zorlaşan “Avrupalılık” tasarımı siyasette yankı bulmuyordu. Şöyle olmuş görünüyor: Solun kendine özgü renkleri yok oldukça, siyasette parçalanma, küçük parçalara bölünme yaygınlaşıyor. 

Her renk var gibi. Ama o kadar küçük parçalar halinde ki aralarında fark yokmuş gibi görünüyor. Uzaktan bakarsak, siyasetin tüm renkleri aynı “gri”ye dönüşmüş gibi. Evet, renkler kayboldukça “sağ”dan bir “keskin milliyetçi”, koyu renk çıkıyor. Ama tepki olduğu için tepki sınırlarında kalıyor. Bir de tüm renklerin toplum gözünde çekiciliği kalmamış tek renge, “gri”ye dönüşmesi ile kendi koordinatlarını “orta” olarak takdim eden, referans noktalarından yoksun “bir şey” doğuyor. “Yürüyelim arkadaşlar!” diyor. Nereye doğru? Kapalı toplantıda bir entelektüel olarak konuştuğu zaman yön gösteremiyor. Eskiye dönüş olanaksızdır. Yön gösteren son parti (Sosyalist) Fransız siyasetinde “sol”un elinde tuttuğu “altın hisse”yi Avrupa’ya bağışladıktan sonra eridi. Avrupa’da artık 1980 öncesinin “güler yüzlü kapitalizmi”nin yeri kalmamış, her yere “sırıtan kapitalizm” yerleşmiştir. Sermayenin “grileşen siyaset”ten hiçbir yakınması yoktur. Artık “sağ-sol yok”tan daha güzel ne olabilir? Peki, Fransa’da dağılan parçaları toplayıp bütünlemeye çalışan “Mélenchon Abi” bir ufuk açabilecek mi? Her zaman, her yerde en az bir çözüm noktası olmalı.

2022’yi kapatıyoruz. Okurlardan birkaç hafta izin istiyorum. Cumhuriyetin değerini, gelecek kuşaklarla “medeniyet ufkunda bir yıldız gibi parlaması”nın ne demek olduğunu bilenlerin 100. yılı kutlamak haklarıdır. Bu hakkın gereğini yapmak için birlik olarak çalışalım...

Bilsay Kuruç / Cumhuriyet

Mezarımı kargalar kazsın, kartal olmasa da olur - Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

 

Gökte kuş gibi binlerce saat uçtu. 85 yaşında kanadı kırılmış gibi hücrede gözünü yumdu. Vural Avar Paşa’ya perşembe günü veda ettik. Milletin verdiği madalyadan ya da rütbeden sanki daha büyüğü varmış gibi! Vural Paşa’nın cenazesinde ne üniformalı bir asker ne bir TSK çelengi... Nöbetini biz tuttuk, helalini biz verdik. Kargalar bile ölüleri için yas tutarken Hava Kuvvetleri’nin kartalları “Başın sağ olsun” diyemedi.

TARİKATÇILARIN DOLANDIRDIĞI HAVACI

Cenazeden çıkmış dalgın yürüyordum. Eski bir havacı beni uyardı: Belki de gelmemeleri daha iyi oldu! Ne demek istiyor derken bana Show TV’deki haber bülteninde yıllar önce çıkmış bir haberi, telefonundan izletti.

Kadın spiker büyük harflerle sunuyordu: “34 yıl boyunca savaş pilotluğu yaptı. Ama emekli olunca vicdansız dolandırıcıların tuzağına düştü. Elinde avucunda ne varsa onlara kaptırdı.”

Birazcık izledim. Eski Havacı Gürtaç Kayapınar, arsa vaadiyle dolandırıldığını, kameralara anlatıyordu. Tam “eee” diyecektim ki Kayapınar’ın hikâyesini anlatan muhabir, sözü ilginç bir noktaya getirdi: “Kendisini bir tarikattan olarak tanıtan iki kişiyle tanıştı.”

Kayapınar, “Bostancı Sanayi Sitesi’nde çok güzel bir ahbap ortamında tanıştık” diyerek tarikatçılarla tanışmasını, sonra da dolandırılmasını anlatıyordu.

Kayapınar, tam 417 bin dolarını tarikatçılara kaptırdığını tane tane söylüyordu: “Bunlar bir dini grup olduğundan dolayı, dini grubu kullanıyorlar aslında.”

Kayapınar, polise gitmişti. Dolandırıcı tarikatçılar ise karakoldan elini kolunu sallayarak çıkmıştı.

TARİKATTAN ÜS KOMUTANLIĞINA

Acı acı gülümseyip “tam bir tarikat hikâyesi” dedim. Ama geçmiş gitmiş...

“Hayır” dedi “Siz bu tarikatın ağına düşen beyefendi şimdi nerede biliyor musunuz?”

Anlattığına göre; Kayapınar, Hava Kuvvetleri’nden 2007’de emekli olmuştu. Sivil pilotluk yapıyordu. Tarikatta dolandırılmasıyla havacılar arasında meşhur olmuştu. Derken Hava Kuvvetleri’nde kritik bir görevdeki arkadaşı onu aramıştı. “Ekibi kuruyoruz, geri dön, sen de general olacaksın” demişti. 2020’de Albay rütbesiyle göreve başladı. Tabii insan 13 yıl uzak kalınca paslanıyor. F-16’yı toprağa çıkarınca terfisi gecikti. Bu yıl, cumhurbaşkanının imzasıyla tuğgeneral oldu. Şimdi Diyarbakır 8. Ana Jet Üssü Komutanı’ydı.

Ne yalan söyleyeyim, bu kadar göstere göstere olmasına şaşırmadım desem yalan olur.

ONU GETİREN KİM ÇIKTI

Bitti sandım ama bitmemişti...

“Peki” dedi: “Geri dön diye arayan arkadaşı kim?”

Hatırladınız mı? Geçen ağustosta, bu köşede, Hava Kuvvetleri Personel Başkanı Kutlay Demir’in hikâyesini anlatmış, son anda adının terfi listesinden çıkmasına neden olmuştum ya... Meğer “ekibi toplayan” kritik isim oymuş.

Hatırlayın, Demir, 15 Temmuz’un ardından önce tuğgeneral, sonra tümgeneral yapılmıştı. 15 Temmuz’dan sonra beş yıl boyunca da Hava Kuvvetleri Personel Başkanlığı yapmıştı. Terfi dosyasında “başka cemaat bağlantılı”, “Terfi etmeli (eşi türbanlı)”, “hükümet yanlısı” gibi ifadeler yer alıyordu. Gelgelelim ben bambaşka bir ayrıntıya dikkat çekmiştim. Balıkesir Cumhuriyet Başsavcılığı, FETÖ’nün askeriyedeki mahrem imamlarından  Adem Özkan hakkında iddianame hazırlamıştı. İddianamede şu yazıyordu: “2007-2010 yılları arasında şüpheli Adem Özkan’ın Hava Kuvvetleri Komutanlığı Bandırma 6. Ana Jet Üssü Komutanlığı’nda görevli subaylar Kutlay Demir, (...) ile ankesörlü telefonlardan örgütsel görüşmeler yaptığı, örgütsel buluşma ve toplantılar için yer ve zaman belirledikleri, birlikte örgütsel toplantılara katıldıkları hususunun tespit edildiği...”

FETÖ imamı Adem Özkan’ın, Kutlay Demir’in eşi A. Demir adına kayıtlı hattı da aradığı görülüyordu.

Yazdıklarımın ardından, 15 Temmuz’dan sonra beş yıl boyunca Hava Kuvvetleri’nin zirvesindeki personeli şekillendiren Kutlay Demir, jet hızıyla emekli edilmişti. Gelgelelim, kendi ifadesiyle, “topladığı ekibi” olduğu yerde duruyordu!

FETÖ SORUŞTURMASINDAN ÇIKTI

Haliyle merak edip sordum; ekip deyince, diğerlerini kim bilir?

“Buyurun” deyip bir kitap gösterdi. Kitabın yazarı, şimdiki Hava Kuvvetleri Komutanlığı Personel Daire Başkanı Kadir Bingöllü’ydü. Bu koltuğu normalde bir general doldururdu. Ama gelgelelim, Bingöllü, Kurmay Albay rütbesiyle bu işi yapıyordu. Yine iyi niyetle, “Belki meziyetleri vardır” dedim. “O zaman şu kitabın kapağını çevirin de önsözünü okuyun” yanıtını verdi.

Bir de ne göreyim. Kitabın önsözünü Kutlay Demir yazmıştı. Demir, Bingöllü’nün de daha önce TSK’den ayrılanlardan olduğunu, 15 Temmuz’dan sonra kendisinin çabasıyla TSK’de göreve çağrıldığını söylüyordu: “Daha önce Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan emeklilik veya istifa suretiyle ayrılan personelimizden, ahde vefa duygusuyla ÖNCÜ’ler olarak aramıza katılanlar arasında Kadir Bingöllü de yer almaktadır.”

“Ne ekip ama” derken Kadir Bingöllü’nün adının olduğu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2018/127064 numaralı soruşturma dosyasını anlattı. 2012-2013’te 3 ankesörlü arama vardı. 25 Kasım 2020’de kovuşturmaya yer yok kararı verilmişti.

ERDOĞAN ‘GELME’ DEDİ

Aklımı okumuş olacak ki “Bunları nereden biliyorum dersiniz?” diye devam etti. Cevabı beklemediğim şekildeydi: cumhurbaşkanından.

Devam etti...

“Kadir Bingöllü, 2020 Haziran’ında, öğrenci alay komutanı olarak atanmıştı. Malum, mezuniyet törenlerine cumhurbaşkanı da katılıyor. 15 Temmuz’dan sonra, cumhurbaşkanının katılacağı törenler için, külliyeye isim listesi gönderiliyor. Sakıncalı durum var mı diye bakılıyor. Derken, 2020 töreninden bir akşam önce Cumhurbaşkanlığı’ndan yanıt geldi, ‘katılamaz, FETÖ soruşturması var dediler’. Düşünün, mezuniyetteki öğrenci alay komutanı, öğrenci sancağını taşıyacak kişi, FETÖ şüphesiyle törene katılamadı. Soranlara ‘çocuğu hasta’ dediler.”

Söylediğine göre herkes her şeyi biliyordu...

Normalde hakkınızda soruşturma varken kurmaylık kursu KARSU’ya katılamazsın, o katıldı. Rektör, hakkında soruşturma var diye, ona konuşma yaptırmadı. Aldığı takipsizlikle sorun çözüldü.

Kadir Bingöllü de “zamanında kim FETÖ’cü değildi ki” diye siyasetçilerden örnek vererek bugün başka bir yerde olduğunu anlatıyordu.

Yasak olduğu halde Harp Okulu’nda evlenmesinin, öğrencilerin diline nasıl düştüğünü bile yürüyüşte dinledim.

Konuştuğum eski havacı, o kadar çok isimden bahsetti, “ekip”i öyle tarif etti, öyle hikâyeleri aktardı ki... Cenazenin puslu havasındaki fısıltıyla, “ekip” ikimizin sırrı olmuştu!

Sonunda ikna oldum: Kartalın tüylerini yoldular, gagasını bağladılar, kanadını kırdılar. Bulutlara yoldaşlık edenleri yuvasından kovdular.

Milletin çıplak elleriyle kaldırdığı cenazeye bakıp “Belki de Vural Paşa da bunu isterdi” dedim: Mezarımı bilge kargalar kazsın, göğün mavisini bilmeyen kartallar olmasa da olur.

Tevrat’taki öykünün devamı Kuran’da yazıyor. Kendi kardeşi Habil’i kıskançlıkla katleden Kabil’i pişman eden karga, Maide suresinde şöyle anlatılıyor:

“Derken Allah, ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi; karganın yaptığını görünce, ‘Yazık bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim ben?’ dedi ve pişman olanlardan oldu!”

Barış Terkoğlu / Cumhuriyet