1 Haziran 2023 Perşembe

BİRGÜN - 1 HAZİRAN 2023 -

 Gebze Teknik Üniversitesi'nde harem selamlık piknik (Berkay Sağol)

Gebze Teknik Üniversitesi’nde iki öğrenci topluluğu tarafından ‘harem selamlık’ bahar pikniği düzenlenecek. Öğrenciler tepkili: “Bilimin, çağdaşlığın yuvası olması gereken üniversitelerde Kadın-erkek ayrımı gözetilerek yapılan bir etkinliği kabul etmiyoruz.”

Ramazan ayında kimi üniversitelerde düzenlenen ‘harem selamlık’ iftarların ardından bu kez de Gebze Teknik Üniversitesi’nde erkek ve kadın öğrencilerin ayrı ayrı oturacağı bir piknik düzenlenecek.  Kocaeli’deki Gebze Teknik Üniversitesi’nde bulunan iki öğrenci topluluğu tarafından bahar pikniği yapılacak. Yeniler Topluluğu ve Seferber Topluluğu tarafından üniversite kampüsünün içinde düzenlenecek olan etkinlikte erkek ve kadın öğrencilerin ayrı ayrı oturacağı ifade edildi.

7 Haziran Çarşamba günü gerçekleştirilecek etkinliğin duyurusunda, şunlar dile getirildi:

“Final sınavları öncesinde aramızdaki bağı kuvvetlendirmek ve tanışmak adına gerçekleştireceğimiz ‘Bahar Pikniği’mize okulumuzdaki tüm öğrenciler davetlidir. Etkinliğimizde ikram olacaktır. Etkinliğimizde erkek ve kızların oturma düzeni hususunda ayrı şekilde yer almasına özen gösterilecektir.”

TÜGVA İLE İŞBİRLİĞİ

Etkinliği düzenleyen topluluklar ise tartışmalı. Seferber Topluluğu daha önce yine üniversitede sadece erkeklere yönelik ‘tanışma toplantısı’ ile gerici Yedi Hilal Derneği’yle de ortak etkinlikler düzenledi. Yeniler Topluluğu da aynı şekilde TÜGVA ve İHH İnsani Yardım Vakfı ile ortak etkinliklere imza attı. Seferber Topluluğu’nun ayrıca nisan ayında yine üniversite kampüsünün içinde “Medine usulü iftar programı” başlığıyla bir etkinlik düzenlediği de öğrenildi.

ÖĞRENCİLERDEN TEPKİ

Üniversite öğrencileri bir açıklama yayımlayarak harem selamlık etkinliğe tepki gösterdi: “Bilimin, çağdaşlığın yuvası olması gereken üniversitelerde kadın-erkek ayrımı gözetilerek yapılan bir etkinliği kabul etmiyoruz. Sapıkça düşüncelerle kadınları toplumsal yaşamdan soyutlama çabasının bir parçası olan bu uygulamanın okulumuzda yeri yoktur.”

                                                              /././

150 günde 105 kadın hayattan koparıldı (İlayda Kaya)

Kadına yönelik şiddet ve cinayetler hız kesmeden sürüyor. 2023 Ocak ayından bugüne kadar en az 105 kadın, erkekler tarafından hayattan koparıldı. Son beş ayda yüksekten düşme, yakılma, boğulma gibi canice ölümlerin geçen yıla oranla arttığı gözlemlendi.


Kadın cinayetlerine her geçen gün yenisi eklenirken, vahşice katliamların arttığı gözlemlendi. Yılın ilk beş ayında en az 105 kadın, erkekler tarafından öldürüldü. 

Kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik erkek şiddetinin en yoğun yaşandığı AKP döneminde, başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere birçok AKP’li isim şiddeti ve cinayetleri meşrulaştıran açıklamalarda bulundu. Cumhur İttifakı’nda yer alan Hüda Par ve Yeniden Refah Partisi üyelerinin Meclis’te yarın yapacakları yemin törenini öncesinde, kadınları hedef alan açıklamaları tabloyu daha da karanlık hale getirdi. Kadına yönelik şiddetin arttığı ve failin korunduğu bu dönemde kadınlar, sayılardan ibaret olmadıklarını söyleyerek şiddete karşı omuz omuza mücadele edeceklerini belirtti. Kadınlar, laikliği savunan milletvekillerine ‘beraber hareket etme’ çağrısı da yaparak caydırıcı politikaların uygulanması için çalışmalarını istedi.

YAKINLARI ÖLDÜRDÜ

2023 Ocak ayından bugüne geçen 5 ayda en az 105 kadın, erkekler tarafından katledildi. Kadınların en çok ev içinde ve tanıdığı erkekler tarafından öldürüldüğü görüldü. Öte yandan mayıs ayında, geçen aylardan farklı olarak yakılma ve boğulma olaylarının daha çok yaşandığı belirlendi. Geçen yıl hazırlanan raporlarda en az 6 kadının yakılarak ya da boğularak katledildiği görülürken, 2023 Ocak ayından itibaren bu yöntemin daha da arttığı görüldü.

Belirlenen 105 kadın cinayetinin yarısından çoğunun tanıdığı erkekler tarafından öldürüldüğü ortaya çıktı. Belirlenen kadınlardan 44’ü evli ya da beraber olduğu erkek tarafından öldürüldü. 12 kadın eskiden beraber olduğu erkek tarafından katledilirken, 23’ünün ise akrabaları ya da aile üyesi erkekler tarafından öldürüldü. Ayrıca 13 kadın tanıdığı erkek tarafından hayattan koparıldı. 2 kadın hiç tanımadığı erkek tarafından katledildi, 11 katilin ise kim olduğu tespit edilemedi. Katledilen 105 kadından 102’si reşit, 3’ü ise henüz reşit olmadan hayattan koparıldı.

Öldürülen kadınların 51’i ateşli silahla, 35’i ise kesici aletle vahşice katledildi. Yakılarak, boğularak katledilen kadınların sayısı ise en az 11. 8 kişinin ise nasıl katledildiği belirlenemedi. Şüpheli kadın ölümlerindeki artış ise yine gün yüzüne çıktı. Kadınların yüzde 50’den fazlasının ise ev içinde öldürüldüğü belirlendi.  

***

YAKILMIŞ İKİ CESET BULUNDU

Konya- Ankara karayolunun 125'inci kilometresinde yer alan Acıkuyu Mahallesi yakınlarında, dün sabah saatlerinde, naylona sarılıp, yakılmış 2 kişinin cansız bedeni bulundu. İhbar üzerine adrese jandarma ve sağlık ekipleri sevk edildi. Yaşları 25 ila 30 arasında ve birinin kadına ait olduğu değerlendirilen cansız bedenler otopsi için Kulu Devlet Hastanesi morguna götürüldü. Jandarma ekipleri, başka bir nokta yakılıp yol kenarına atıldığını tespit ettiği cesetler ile şüphelilerin kimliklerini belirlemek için çalışma başlattı.

***

KATLEDİLEN BAZI KADINLARIN HİKÂYELERİ ŞÖYLE:

Yetersiz soruşturma

Karabük’te 18 yaşındaki Gabonlu Jeannah Danys Dinabongho Ibouanga, Filyos Çayı kenarından ölü olarak bulundu. Kadının boğularak öldüğü belirlendi. Soruşturma kapsamında 8 kişi gözaltına alındı. Şüphelilerden 7’si serbest bırakılırken, 4 kez gözaltına alınıp bırakılan Dursun Acar ise tutuklandı. Dina'nın soruşturması hâlâ aydınlatılmadı.

Boğarak öldürdü

Aydın’ın Nazilli ilçesinde yaşayan Edanur Arslan, evli olduğu erkek M.A tarafından katledildi. M.A., polis merkezine giderek eşini darp ettiğini söyleyerek teslim oldu. Edanur Arslan’ın cenazesi adli tıp kurumuna gönderilirken M.A. tutuklandı. M.A ifadesinde, tartıştıktan sonra aralarından çıkan arbedede eşini yastıkla boğarak öldürdüğünü söyledi.

Pişman değilmiş

İstanbul Bahçelievler’de Rıza Beler, birlikte olduğu Özbekistanlı Umıda Tulyaganova’yı taşla canice öldürdü. Beler ifadesinde, “Cinayette kullandığım taşı olaydan 3 ay önce balkona koymuştum. Pişman değilim, canım istedi” dedi. Rıza Beler ‘canavarca hisle veya eziyet çektirerek kasten öldürme’ suçundan tutuklandı.

                                                             /././

Erdoğan lehine tezahürat yapan çocuğa çıkıştığı iddia edilen fırın çalışanı tutuklandı
İstanbul Sultangazi’de Erdoğan lehine bağıran çocuğa “hakaret ettiği” öne sürülen fırın çalışanı tutuklanarak cezaevine gönderildi. Fırın çalışanı K.Y. işten çıkarılmış, fırın ise camına Erdoğan posteri asılarak mühürlenmişti.

İstanbul’un Sultangazi ilçesindeki bir fırında çalışan K.Y., AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan lehine tezahürat yapan bir çocuğa kızmasının ardından tutuklandı. Fırıncının "İtlere ekmek satmıyoruz" dediği iddia edilmişti.

Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığı’nca başlatılan soruşturma çerçevesinde K.Y. hakkında ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama’ ve ‘silahla tehdit’ suçlarından soruşturma başlatılmıştı.

Dün gözaltına alınan şüpheli K.Y., emniyetteki işlemlerinin tamamlanmasının ardından Gaziosmanpaşa Adliyesi’ne sevk edildi. Burada savcılığa ifade veren fırıncı, daha sonra tutuklama talebiyle Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. K.Y., ‘silahla tehdit’ suçundan çıkarıldığı nöbetçi hakimlikçe tutuklanarak cezaevine gönderildi. K.Y.’nin, kızdığı çocuğun dükkanına gelen yakınlarını ‘bıçakla tehdit ettiği’ iddia edilmişti.

FIRIN MÜHÜRLENMİŞ, K.Y. İŞTEN ÇIKARILMIŞTI

Olayın yaşandığı fırın, dün Sultangazi Belediyesi zabıta ekipleri tarafından mühürlendi. Fırının camına Erdoğan posteri asıldı. Yaşanan olayla ilgili konuşan işletme sahibi Yücel Demir ise “Kişisel olarak hata yapan bizi ve şirketimizi kamu önünde menfi bir şekilde yansıtan olaydan dolayı arkadaşımızın iş akdini sona erdirdik. Kendisiyle ilgili gerekli yerlere şikayetimiz de olacak” dedi.

                                                                   /././

Devrimci öğretmen Metin Lokumcu Hopa’da anıldı (Dilan Şahinbaş)


Hopa’da 31 Mayıs 2011 tarihinde o dönem Başbakan olan Erdoğan’ın katıldığı miting sırasında hidroelektrik santral projelerine ve çay tarımı politikalarına karşı basın açıklaması yapmak isteyenlere yönelik polis saldırısı sonucu kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden devrimci öğretmen Metin Lokumcu anıldı.


Metin Lokumcu’nun ölümünün 12’nci yılında Hopa Parkı’nda bir araya gelen Hopalılar, Lokumcu’nun fenalaştığı Hopa Meydanı’na yürüdü. 

Burada yapılan basın açıklamasına Hopa Belediye Başkanı Taner Ekmekçi, Halkevleri Artvin Şube Başkanı Uğur Karakuş, SOL Partililer ve çok sayıda yurttaş katıldı. 

Hopa halkı adına yapılan açıklamada, “31 Mayıs 2011 tarihinde Karadeniz'de bir isyan yükseldi. Deresine suyuna çaydaki kotaya ve kontenjanı hayır diyenler, çayına sahip çıkanların isyanıydı. O günlerde bu memlekette iktidarda olanlar baskı ile zulüm ile ülkeyi yönetmeye çalışıyordu. Hopalılar kendi geleceklerine, kendi onurlarına sahip çıkmak üzere bu faşist iktidar karşısında direnişe geçtiler. 

Bizler 31 Mayıs günü bu mücadele içerisinde Hopalıların dostu, Hopalıların yoldaşı, Hopalıların öğretmeni Metin Lokumcu’yu kaybettik. 2 yıl sonra 2013'te yine gezide bunlar 3-5 ağaç için isyan çıkarıyorlar diyenlerin karşısında eşitlik özgürlük bağımsızlık talebi ile yine baskının ve zulmün karşısında dimdik direndik. Gezide de genç yoldaşlarımızı genç arkadaşlarımızı katlettiler. Türkiye tarihinde ne zamanki Türkiye halkları, Türkiye işçi sınıfı hakları için ayağa kalkar, ne zaman ki talepleri için örgütlenmeye başlar dönemlerin faşist iktidarları tarafından katledilmeye başlarlar. 

Şunu iyi bilin ki bu memlekette onlarca, binlerce canımızı aldılar. Fakat eşitlik ve özgürlük yürüyüşümüzü durduramazlar. Hopa bu tarihin somut tanığıdır. Metin hocamızı Adalet ve Kalkınma Partisinin faşist iktidarı Hopa Parkı'nda öldürürken Hopalıları sindireceğini düşünüyordu. İhsan Hacımuratoğlu'na Trabzon'da pusu kuranlar bunlar bir daha başını çıkartamaz diyordu. Mahir Çayanları Hopa sokaklarında kalleş pusuda öldürenler bu halkı durduracaklarını düşündüler. Fakat Anadolu topraklarında eşitlik isteyen, özgürlük isteyenlerin sesini soluğunu asla kesemediler, kesemeyecekler. 

Bugün burada bizler sadece ve sadece 31 Mayıs’ı ve Metin Lokumcu'yu hatırlamak üzere toplanmadık. Bizler tarihsel olarak bize bırakılan Mahir çayanların, İbrahim Kaypakkayaların, Deniz Gezmişlerin devam ettiğini ve bu mücadeleleri er ya da genç bu topraklar üzerinde çiçekleneceğinin inancıyla buradayız.

"HER YER HOPA HER YER DİRENİŞ"

Hopalı dostlar asla umutsuzluk yok, yılgınlık yok. Bizim taleplerimiz, bizim mücadelemiz o sandıklara sığmaz, bugüne kadar da sığmadı. Bizler eşitlik isteyen, özgürlük isteyen, halkların kardeşliğini isteyen ve bunun için mahallede, okulda, sokakta mücadele edenler bu mücadelelerinin en sonunda zaferle taçlandıracaklardır.  

FAŞİSTE TESLİM OLMAYACAĞIZ"

Yeryüzünde yaşayanlar ikiye ayrılır; birileri zulmedenler, birileri katledenler. Hakkını hukukunu isteyenlerin üzerine tankıyla topuyla saldıranlar ve onların isimleri tarihin hiçbir noktasında anılmaz ve ikincileri var bu memlekete sahip çıkar, yeryüzündeki toprağını suyuna, insan haklarına insanların birlik ve kardeşçe yaşama iradesine sahip çıkanlar var, Orada canlarını, bedenlerini huzurlu karşısında siper edenler var. Tarihin o güzelim sayfasında insanoğlunun tarihi devam ettikçe onların isimleri alınır ve onların cesaretiyle bize bıraktıkları onur ile birlikte biz bu faşizm karşısında, bu diktatörlük karşısında, bu yoksullaştıran, halk ezen, halkı yok sayan bu iktidar karşısında onlardan aldığımız cesaret ile yürüyoruz ve yürüyeceğiz. Bu tarihten mirası bize bırakanlara sözümüzdür andımız var bizler onların bayraklarını en yükseğe dikene kadar mücadele etmeye devam edeceğiz ve bu uğurda bedeli demek gerekiyorsa bedel ödemeyi de hiç gözümüzü karartmadan göze alıyoruz. 

"KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA, YAP HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ"

Bugün bu saatten sonra Türkiye'nin değişik kentlerinde yine Haziran isyanını kucaklayan arkadaşlarımız yoldaşlarımız şehirlerin büyük meydanlarında Haziran isyanını ve Metin Lokumcu’yu selamlamak üzerine eylemler yapacaklar. Belki akşam ekranlarda İstanbul'da Ankara'da İzmir'de ve diğer kentlerde yine saldırıya uğradıklarını göreceğiz yine korkarak saldıracaklar korkakça saldıracaklar ama bizler tarihin verdiği o büyük sorumluluk ile ve bize bırakılan o miras ile bu mücadeleyi asla ve asla kesinti öğretmeden mücadeleyi Zafer ulaştırıncaya kadar devam edeceğiz. Bu saatten sonra bu kentlerde yapılacak olan eylemlere en azından buradan bir dakikalık da olsa alkışlarımız ile ve sloganlarımız ile destek olmak istiyoruz” ifadeleri yer aldı. 
Hopa Meydanı’nda yapılan açıklama sonrası Metin Lokumcu’nun Kemalpaşa’da bulunan mezarı ziyaret edildi.

                                                                   /././

Togg'la poz veren Ferman Akgül, Aylin Aslım, Doğan Duru ve Güneş Duru'ya dava açtı
Manga’nın solisti Ferman Akgül, şarkıcı Aylin Aslım, Redd grubu üyesi Güneş Duru ve aynı grubun solisti Doğan Duru’ya dava açtı. Dava nedeni ise Akgül’ün TOGG'un direksiyonuna geçip poz verdiği anları sosyal medyasından eleştirmeleri.

Manga’nın solisti Ferman Akgül, şarkıcı Aylin Aslım, Redd grubu üyesi Güneş Duru ve aynı grubun solisti Doğan Duru’ya dava açtı. Dava nedeni ise Akgül’ün Togg'un direksiyonuna geçip poz verdiği anları sosyal medyasından eleştirmeleri. 

"BİZ KARA LİSTEDEYKEN BUNLAR NEDEN BİLİNMESİN"
Patronlar Dünyası'nın haberine göre tartışma, Manga’nın solisti Ferman Akgül’ün seçimlerden önce Togg marka otomobilin direksiyonunda çekilmiş fotoğrafının TOGG'un resmi Twitter adresinden paylaşılmasıyla başladı. 

Akgül’ün bu fotoğrafına ilk tepki Redd grubu üyesi Güneş Duru’dan geldi. Duru, Togg'un önüne yatarak 'çiğne beni çiğne' diye bağıran vatandaşın haberini alıntılayarak  "Çakma rock starlardan biri tanıtımı için bir iki milyon alır, vatandaş altına yatar, bakanı yarışa kalkar…" diye paylaşım yaptı. 

Bu paylaşımın ardından müzisyen Aylin Aslım da Duru’nun paylaşımını alıntılayarak, “Kaç milyon aldığını bilmem, bilemem. Türk rock camiası “kol kırılır, yen içinde kalır”cıdır.  Ama burada bahsedilen kişi yıllardır AKP ile “iş”birliği yapan Manga’nın solisti Ferman Akgül’dür. Biz on yıldan fazla zamandır kara listelerdeyken bu niye bilinmesin? Her şey bir yere kadar" diye yazdı. 

Redd Grubu solisti Doğan Duru da seçimden önce sosyal medyadan bazı ünlülerin siyasal tercihlerini açıklamasına dikkat çekip Akgül’ü işaret ederek, “Hadi Ferman da paylaşsın:)) görelim neymiş tercihi” diye yazdı. 

DAVACI OLDU
Bu gelişmelerden sonra Ferman Akgül, kendisini eleştiren müzisyenler hakkında şikayetçi oldu. ‘Kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu' iddia eden Akgül, müzisyenleri mahkemede hesaplaşmaya çağırdı. 

                                                            /././

AKP’nin oyları eridi, MHP artmadı: Erdoğan seçimi nasıl kazandı? (Yaşar Aydın)
AKP erirken, MHP’de güçlenmedi. Buna rağmen Erdoğan kazanmayı başardı. Kendisine olan tepki kimde biriktiyse önce o parti ve lideri hedef aldı, onu içine kattı. Tepkiyi yine kendi havuzunda toplamayı başardı.

Seçim bitti. Erdoğan bir kez daha başkan seçilirken Cumhur İttifakı da TBMM’de salt çoğunluk sayısına ulaştı.

Kuşkusuz hem Erdoğan’ın hem de ittifakın açısından başarı hanesine yazılacak bir seçim oldu. Ama özellikle hem önümüzdeki dönem yaşanacak seçimlere pencere açması hem de Erdoğan ve AKP’nin menzili hakkında bilgi vermesi açısından partilerin aldıkları oylara bakmakta yarar var. Bunu da seçmen sayısının yarısından fazlasına sahip Türkiye’nin 16 büyükşehri üzerinde yapmak daha net bir fotoğraf vermesi açısından önemli.

ERİME DEVAM EDİYOR

AKP ilk girdiği ve iktidar olduğu seçimlerde aldığı yüzde 34,23 oydan sonra yüzde 35,49’la en düşük ikinci performansını sergiledi. Ama bundan daha önemli bir başka şey var ki o da istikrarlı şekilde devam eden aşağı gidiş.

AKP için zirve 1 Kasım 2015 seçimleri oldu. Ama bir daha o noktalara çıkamadı. 16 büyükşehrin tamamında (Diyarbakır hariç) oy düşüşü yaşadı. 24 Haziran 2018 seçimlerinde geriledi yemedi 14 Mayıs’ta bir daha.

Özellikle çok güçlü olduğu şehirlerde bu oran daha da gözle görünür halde. Sekiz yıl içinde Konya ve Kayseri’de 25’in üzerinde, Urfa ve Samsun’da 20’nin üzerinde düşüş yaşanırken Bursa, Ankara, Kocaeli, Manisa’da 15 puanın üzerinde bir erime yaşandı. Türkiye’nin oy deposu olan İstanbul’da AKP’nin oyları yüzde 48,26’dan yüzde 36’ya çekildi.

Bu tablo 2018 ve 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerine yansımadı. Erdoğan, 16 Nisan referandumu ile birlikte 2018 ve 2023 seçimlerinde de yüzde 50’nin hemen üzerine tutunarak istediğini almayı başardı.

AKP erirken Erdoğan’ın güç kaybetmemiş olmasını kestirmeden MHP ya da Devlet Bahçeli ile açıklama kolaycılığına da düşmemek gerekiyor. Çünkü aynı tabloya baktığımızda MHP açısından da görkemli bir artıştan bahsetmek mümkün değil.

MHP VE BAHÇELİ YETMEZ

Devlet bahçeli liderliğinde girilen son üç genel seçime baktığımızda MHP’nin bugünkü varlığını AKP’den gelen oylara bağlamak doğru değil. MHP’nin 16 büyükşehirdeki gücüne baktığımızda son 2 seçimde de gücünü koruduğunu görürüz. İyi Parti’nin devrede olmadığı 1 Kasım 2105 seçimlerinde ulaştığı noktaya, sonrasında bazı büyükşehirlerde ulaşamadı. Özellikle Adana, Mersin ve Antalya gibi güney illerinde 6-8 puan arasında bir seçmeni kaybetti. Benzer bir durum yüzde 5’lik bir gerilime yaşadığı İzmir için söylenebilir. Bununla birlikte diğer büyük kentlerde İyi Parti ve ardından Zafer Partisi ayrılığına rağmen gücünü korumayı başardı.

Hatta yükselttiği iller bile oldu. Urfa’da yıllardır yüzde 2’leri geçmeyen varlığının son iki seçimdir yüzde 9’a oturması ve oradan bir milletvekili çıkarması çok ilginç. Asker, polis ve diğer kamu çalışanlarının katkısıyla bu sonuca ulaşıldığını söyleyenlerin sayısı hayli fazla. Ama yüzde 9’luk bir oranı sadece bununla açıklamak çok zor.   

ERDOĞAN’IN TAKTİĞİ

Erdoğan’ın 7 Haziran sonrası kurduğu ittifak başkanlık rejimini kurmasını sağladı. Ama bunu sürekli hale getirmek ve her defasında seçimi kazanmak için yeterli olmadı.

Ülkenin içine girdiği derin ekonomik ve sosyal krizin partisine olan bağlılıkta azalmaya yol açacağını herkes gibi Erdoğan da farkında. Sürecin aleyhine geliştiğini gören Erdoğan bu konuda da bir hamle yaptı. İlk olarak AKP’nin bir miktar oylarının yerel seçimlerde MHP’ye gitmesine göz yumdu. Kaybettiği bazı küçük belediyeler de oldu. Ama MHP ile ilişki daha kalıcı hatta karşılıklı olarak mecburi hale geldi.

Yeniden Refah partisi ve Hüda Par için de benzer bir gelişme söz konusu. İktidarın politikalarından olumsuz etkilenen, yeni zenginleri bu şatafatın nedeni olarak gören AKP’li seçmenin ilk baktığı adreslerden bir Yenden Refah oldu. Özellikle genç muhafazakar çalışan kesimde hızla destek bulmaya başladı.

Tam da bu noktada Erbakan iktidarın radarına girdi. Benzer bir durum muhafazakar Kürt seçmene Alevi bir cumhurbaşkanı adayı karşısında seçenek sunmak, Erdoğan’ın aza çoğa bakmadan yaptığı diğer bir hamle oldu. Erdoğan böylece kendine karşı oluşmaya başlayan öfkeyi başka bir kanala ya da muhalefet cephesine gitmeden yakalayarak bir kez daha ortak havuzda tutmayı başardı. 

Erdoğan kendi başkanlığı, sisteminin devam etmesi için girdiği bu pazarlık sürecinde taviz vermekten de çekinmedi. AKP’deki erime sürecin tersine çevrilmesinin imkansız olması Erdoğan’ın elini kolunu bağlar hala gelmişken kendi ismiyle bir ortaklık yaratma kabiliyetinin konforundan faydalandı.  

Sinan Oğan bunun tipik bir başka örneği. Karakterini Erdoğan politikalarına itirazın oluşturduğu genç milliyetçi seçmenin Oğan üzerinden kafası karıştırıldı. Şiddetle kendisine karşı olanalar tarafsız hale getirilirken, tereddütlü olanları da saflarına kattı. 

NEREYE KADAR?

Erdoğan açısından tüm bu hesap kitap işlerinin de sonuna gelindi. Artık ittifaka alacağı boşta bir gerici de kalmadı. Mafya, milliyetçi, dinci ne varsa hepsi orada. Erdoğan’ın en büyük başarısı seçime başa baş girmeyi becerebilmesi.

Sonrası en iyi bildiği şeyi yaptı. Kendinden kopanların önce başka partilere ve kişilere yönlenmesine izin verdi. Sonrası geriye onları bir şekilde ikna etmeye kalacaktı. Bu kadar devlet olanağı, bu kadar maddi olanak verebileceği bu kadar çok şey olan birinin de sağ siyaseti ikna etmesinde zorlanmaması çok beklenmemeli.

Çok kısa muhalefete değinilecekse. Erdoğan’ın en iyi yaptığı şeylerin taklidini yapmanın faydası yok. Gerçek olanla uğraşmak, çözüme ve örgütlenmeye odaklanmak gerekirdi. Olmadı.

Şimdi yeni bir süreç başlıyor. Sisteme biriken öfkeyi Erdoğan’ın destekçilerine, onunla yol arkadaşlığı yapacaklara kaptırmayacak bir muhalefet çizgisi gerekiyor. Erdoğan’ı yenilebileceği, rejimi çöpe yollama üçünün olduğu anlaşıldı. Sıra bunu gerçek kılmaya geldi.



CUMHURİYET - 1 HAZİRAN 2023 -

 


Peki bu terörün sahibi kim?(Barış Terkoğlu)


Şiddet ancak yalanla gizlenebilir, yalan ise ancak şiddetle sürdürülebilir”  diyor Soljenitsin.

Tarih 7 Mayıs 2023. Seçime henüz bir hafta var.  Ekrem İmamoğluErzurum’da otobüsün üzerinde konuşuyordu. Bir grup, onu ve dinleyenleri taş yağmuruna tuttu. Aralarında çocukların da olduğu çok sayıda kişi yaralandı.

Unutuldu gitti. Ama önümüzdeki dönemi anlamak için tarihi önemi var.

Aslında Erzurum’da, Gar Meydanı’nda, 3 Mayıs’ta, Kemal Kılıçdaroğlu miting yapacaktı. Valiliğin çeşitli bahanelerle engellemesi sonucu, miting iptal edildi. İmamoğlu’nun Havuzbaşı Kent Meydanı’ndan konuşmasıyla başlayarak esnaf ziyaretine çevrildi. Bu da valiliğe bildirildi. Valilik güvenlik önlemi alındığını söylüyordu.

Peki aniden mi patladı?

SALDIRI PLANLANMIŞ

Erzurum saldırısı için Prof. Dr. Adem Sözüerin hazırladığı hukuki mütalaa öyle söylemiyor: Şehirde bazı grupların slogan attıkları ve gerginlik olduğu hususundaki sorulara ise valilik gerekli tedbirlerin alındığına dair cevaplar vermiştir. Ekrem İmamoğlu’nun Erzurum’a gelmesi ve Kent Meydanı’na varması sürecinde, çeşitli gruplarca, hakaret ve saldırganlık içeren sloganlar atılmış ve pankartlar asılmıştır. Diğer yandan şehirde henüz etkinlik başlamadan eli taşlı kişilerin Kent Meydanı’na doğru gittikleri ve bazı kişilerin kışkırtıcı konuşmalar yaptıkları çeşitli fotoğraf ve videolarla tespit edilmiştirNitekim Havuzbaşı Kent Meydanı’na Ekrem İmamoğlu’nun gelişinden önce alanın özellikle Havuz tarafında eli taşlı gruplar gelmekte ve ‘Apo’nun piçleri yıldıramaz bizleri’ şeklinde sloganlar atmaktadırlar.”

Sözüer’in tespit ettiği detaylar, saldırının önceden planlandığını açıkça ortaya koyuyor.

Güvenlik kuvvetleri saldırıyı önlemedi. Saldırı sonrası, etkinliği yarım bırakarak havaalanına geri dönen İmamoğlu’na bile, sadece bir trafik polisi aracı eşlik etti. Havalimanında da hiçbir kamu görevlisi İmamoğlu’nu aramadı. Polis, Erzurum saldırısı sonrası delil toplama işlemi dahi yapmadı.

Fail kendisini olaydan sonra da belli ediyordu. Saldırı sonrası alana girenler meydana AKP bayrakları astı. Saldırganlar gece 2’ye kadar kentte konvoy yaptı, CHP bayrakları yaktı, seçim ofislerine saldırdı.

Hadiseyi inceleyen Sözüer, mütalaasını şöyle bitiriyor: “Konunun sıradan bir asayiş sorunu olarak değil sivil kişileri ve kamu görevlilerini de kapsar tarzda örgütlü suçlar kapsamında soruşturulmasının, demokratik hukuk devletini hayatiyet bakımından da zorunlu olduğu kanaatindeyim."

SOSYAL MEDYA KIŞKIRTMALARI

Peki sonra ne oldu?

Hükümet aleyhinde oluşan havanın ardından, “gereğinin yapılacağı” yönünde açıklamalar geldi. Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı devreye girdi. Emniyet’e gözaltı talimatı verildi. Erzurum’da konuştuğum kişiler, polis müdürlerinin bu konuda isteksiz olduğunu söylüyordu.

Gelgelelim, gözaltılar gerçekleşti. Biri ifşa oldu, biliyorsunuz. FETÖ’den soruşturulmuş bir askerdi.

Ya diğerleri?

37 yaşındaki eczane teknikeri Abdullah Aktümerneden saldırıya karıştığını şöyle anlattı: Van ilinde yapılan CHP mitingi aklıma geldiğinden dolayı miting alanındakilere ‘Hainler gidin buradan’ diye slogan attım. Van ilinde CHP mitinginde özerklik vaat edildiğini ve Abdullah Öcalan’a serbestlik vaat edildiğini hatırlıyorum."

47 yaşındaki işsiz Dursun Petek, o günkü saldırganların arasına nasıl katıldığını şöyle anlatıyor: Aklıma yakın zamanda Van ilinde yapılan CHP mitingi geldi. Bu mitingin provokasyon amaçlı yapıldığını düşündüğümden ve ayrıca milli duygularım yüksek olduğundan etkilendim ve ben de gruba katıldım.”

CHP’nin 2 Mayıs’taki Van mitingi, hükümet medyası tarafından PKK suçlamalarına hedef olmuştu. Kürsüden Öcalan’a özgürlük vaat edilmediği halde, bu yönde içerik üretilmiş ve bir el tarafından sosyal medyaya servis edilmişti. Yandaş medya da bu temayla haberler yapmıştı.

İşte Erzurum saldırganları da bu provokasyondan etkilendiklerini kabul ediyor.

Hepsi serbest kaldı. Yaptıkları “yaramazlık” gibi görüldü.

CİNAYET VE İBB’YE SALDIRI

Burada kalmadı. 28 Mayıs gecesi Ordu’da Erhan Kurtun katli, şiddet dalgasının bir başka halkası oldu. İYİ Parti müşahidi Kurt, ıslak imzalı tutanağı partisine teslim ettikten sonra, 80 metre uzaklıktaki evine yürürken, kutlama yapan AKP’li bir grubun sataşmasına maruz kalmıştı. Alkollü olduğu söylenen, 17 yaşındaki bir AKP yandaşı, ehliyetsiz kullandığı aracın koltuğundan inip, hiç tanımadığı Kurt’u bıçaklayarak katletti. Cinayet işlerken, zihninde kuşkusuz en tepeden yayılan o nifak tohumu vardı.

Liste uzatılabilir...

Önceki gün İBB İmar Müdürü Ramazan Gültene yapılan saldırı bile bu sınıfa giriyor. Üsküdar’daki ruhsatsız-kaçak kafe sahipleri, İBB’nin yıkım ekibine saldırırken şu sloganları atıyor: “FETÖ’nün piçleri yıldıramaz bizleri”, “Ekrem pabucu yarım çık dışarıya oynayalım”, “Kemal oğluna sahip çık.” 

Mafyanın kaçak bina dikmesinin, kamu görevlisini dövmesinin icazeti bile en yukarıdan yayılan kışkırtmayla alınıyor.

Türkiye son dönem “münferit” denilen ancak hiç de münferit olmayan saldırılarla yüzleşiyor. Bizzat iktidarın içinden yükseltilen kışkırtma, kimi zaman sıradan yandaşı, kimi zaman mafyatik fırsatçıyı şiddete teşvik ediyor. Yargının sırtını okşadığı, cezasızlıkla beslediği saldırganlar, bir taraftan iktidar olmanın rahatlığıyla, nüfusun en az yarısını tehdit ediyor. Önümüzdeki dönem, belki de başka şiddet olaylarını da çağıran en tehlikeli sorun bu. Ülkenin yarısı, hakaret yiyerek, nereden geleceğini bilmediği bir saldırıyı bekleyerek yaşıyor.

Yalanı şiddetle sürdüren bir iktidarın elinde esir olanların en büyük sorunu, kendilerini nasıl savunacaklarıdır.

                                                              /././

Sonuçlar ve fanteziler (Ergin Yıldızoğlu)

Ben yazılarımda, seçimleri kazanma olasılığını tamamen dışlamadan, seçimlere nasıl bir siyasi iktidar ve rejim altında gidildiğini göstermeye çalıştım. Kılıçdaroğlu’nun “Karartma altındayım” konuşması, sürecin  “gerçeğini” sergilerken “Kazanacağız” iddiasının aslında bir fantezi olduğunu da ortaya koyuyordu. Bu bağlamda Hüsnü Mahalli’nin “Böyle yapılacağını bildiğiniz seçimlere niye girdiniz” sorusu son derecede yerindeydi. Şimdi, gerçek bir meşruiyet sorununu tartışıyor olabilirdik.  

Şimdi, sonuçları değerlendirirken, ne yazık ki, yine, fanteziler havalarda uçuşuyor. Peki bunlar hangi sancılara ilaç oluyor?

‘HAYIR YENİLMEDİK’, ‘BU BİR PİRUS ZAFERİ’

Örneğin, bir taraftan, “İki seçmenden birinin oyunu aldı”, diğer taraftan,  “Seçmenin çoğu Erdoğan’ı istemediğini gösterdi”, “Aslında yenilmedik”, “Bu hile hurda, şiddet dolu bir seçimdi, hür değildi, yoksa kazanırdık”,  “O kazandı ama bu bir ‘Pirus zaferi’, kendi yarattığı ekonomik enkazın altında kalacak”...

Birincisi “İki seçmenden birinin oyunu aldı” iddiası rejimi desteklemek için dillendirilmiyorsa, tam anlamıyla bir akılsızlık ürünüdür. Çünkü “Kim gerçekte ne kadar oy aldı” sorusunun cevabı yoktur ama “Bu oylar nasıl alındı” sorusu ise herkesin malumudur.

Bu seçimlere hangi koşullarda gidildiğini, güçlerin, olanakların dağılımını biliyorduk. Dahası, bu rejimin 2007’den bu yana hile hurda olmadan kazanamadığını, toplumun çoğunluğundan rıza alma gücünü kaybettiğini, buna rağmen seçimleri “kazandığını” da biliyorduk. Peki o zaman neden bile bile bu koşulları baştan kabul ederek sandığa gittik. O gece biri bilgiç bir ifadeyle anlatıyordu: “Böyle rekabetçi otoriter rejimlerde, seçimleri hep iktidar kazanıyor.” İyi de daha birkaç gün önce muhalefetin kazanacağını anlatmıyor muydu bu şahıs? Rejimin yapısının özelliklerini, kapasitelerini adeta yok sayarak sandık hesabı yapmak tam anlamıyla rejimin meşruiyetini destekleyen bir fantezi olmadı mı şimdi?

“Pirus zaferi” kavramı da bugünkü duruma uygun değil. Bu “Kral” bu zaferi kazanırken ordusunu kaybetmedi. Aksine ordusu, ağzından alevler fışkıran kaleşnikoflarla zaferi kutluyordu. “Pirus zaferi” saptaması, aslında, “ordularını kaybetmek üzere olan” muhalefet partilerinin durumunu gizlemeye hizmet eden bir fantezi olmuyor mu?

EKONOMİK ENKAZ - KRİZ FİLAN

“Kendi yarattığı ekonomik enkazın altında kalacak” fantezisi de başka gerçekleri gizliyor. Birincisi krizlerin ekonomik etkileri her toplumsal kesime aynı biçimde, şiddette yansımaz. Kimi kesimler ezilirken kimileri güçlenebilir. İkincisi, ekonomik kriz içinde kaynak dağılımını kimin hangi araçlarla kontrol ettiği, daralan pastayı nasıl dağıttığı bu “yansımalar” açısından son derecede önemlidir. Böyle bakınca siyasal İslamın, 11 milyon+ üyeli AKP’sinin, kriz içinde devleti kullanarak kaynakların kimlere nasıl dağıtılacağına karar verme ayrıcalığına sahip olduğu görülür. “Parti kartına” sahip olmak, kriz içinde daralan kaynaklardan yararlanma şansını artırırsa partinin ve “hareketin”  güçlenmesine katkı yapabilecektir. Buna karşılık, muhalefetin, ekonomik, siyasi, coğrafi hatta demografik olarak zayıflaması güçlü bir olasılıktır. Bu ekonomi politiğin yönetiminde şiddetin giderek artma eğilimde olacağını da varsaymak gerekir.

Önümüzdeki dönemde sol hareketin, iyimser olmaya, umudu korumaya  çalışmayı bırakıp gerçek durumu doğru okumaya, acilen uygun ideolojik, pratik tepkileri tartışmaya, geliştirmeye başlaması gerekiyor. Tarih hızlandı!

                                                        /././

Kalkınma Yolu Projesi (Mehmet Ali Güller)

Geçen hafta Bağdat’ta çok önemli bir konferans vardı: Kalkınma Yolu Projesi Konferansı...

Irak’ın ev sahipliğinde bir araya gelen Türkiye, İran, Suriye, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Bahreyn, Kuveyt, Katar ve Ürdün yetkilileri, bölge için çok önemli bir projeyi tartıştılar.

ANKARA BİLDİRİSİ

Proje, Türkiye’ye yabancı değil. Nitekim kısa bir süre önce, 21 Mart 2023’te Türkiye’ye gelen Irak Başbakanı Şiya es Sudani ile Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu proje kapsamında “Ankara Bildirisi”ni imzalamıştı. Ortak basın toplantısında, “Kalkınma Yolu’nun sadece Irak ve Türkiye için değil, tüm bölge için stratejik önemi yüksek bir proje olduğu” dile getirilmişti (iletisim.gov.tr, 21.3.2023).

Özetle Arap/Basra Körfezi’ndeki Büyük Fav Limanı’nı Suriye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya karayolu ve demiryolu ile bağlamayı planlayan bu proje, Ortadoğu açısından bir “kalkınma” hamlesi olarak görülüyor.

NORMALLEŞME VE BİRLİKTE KALKINMA

Aslında proje yeni değil. Irak Ulaştırma Bakanlığı Nisan 2010’da, Büyük Fav Limanı’ndan Suriye ve Türkiye’ye demiryolu inşaatı için yatırım tekliflerini kabul ettiğini açıklamıştı.

Ardından Suriye’ye Atlantik saldırısı başladı ve proje hayata geçemedi. (Tıpkı 2009’da gündeme getirilen Katar gazının Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye ve Türkiye üzerinden Avrupa pazarına taşınmasının hayata geçememesi gibi...)

Ancak şartlar artık değişti: Suriye direndi ve birliğini korudu, şimdi siyasi çözüme geçiliyor. Arap Birliği üyeleri yeniden Suriye’yle normalleşiyor. Türkiye Suriye’yle normalleşme zemini arıyor. Çin, İran ve Suudi Arabistan’ı barıştırdı. İran, Körfez ülkeleriyle normalleşiyor.

Kısacası, çok kutupluluğun inşasıyla Atlantik baskısının azaldığı şartlarda Ortadoğu ülkeleri, karşılıklı sorunlarını çözme iradesi göstererek birlikte bölgesel projelere yöneliyorlar.

Bağdat Konferansı’nda bir araya gelen bu 11 ülke, anımsayın daha çok kısa bir süre öncesine kadar karşı karşıyaydılar: Suriye, İran hariç hepsiyle, İran, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle, Körfez ülkeleri Katar ile karşı karşıyaydı; artık birlikte Kalkınma Yolu’nu tartışıyorlar...

KUŞAK VE YOL’UN BÜTÜNLEYENİ

Kalkınma Yolu Projesi, Çin’in liderlik ettiği Kuşak ve Yol ile aslında birbirini bütünleyen bir projedir. Kaldı ki Fırat ve Dicle nehirlerinin birleşerek Körfez’e boşaldığı bölgedeki Büyük Fav Limanı, Çin’in işlettiği Pakistan’daki Gwadar Limanı’yla birlikte daha da önem kazanmaktadır.

Şöyle ki, Gwadar Limanı, Çin’in Körfez’den aldığı petrolü ABD denetimindeki Malakka Boğazı’ndan geçirmesine gerek kalmadan, yoldan ve süreden tasarruf etmek için Pakistan üzerinden transfer ettiği adrestir. Petrol, buradan boru hattıyla Çin’in Sincan bölgesine ulaştırılmaktadır. (ABD’nin Uygur kışkırtmasının bir nedeni de budur.)

Dolayısıyla şimdi Gwadar Limanı ile Büyük Fav Limanı ticarette bütünlük oluşturacak, Çin mallarının daha kısa bir yol üzerinden ve daha kısa bir sürede Avrupa’ya ulaştırılması sağlanacaktır.

Yani “Kuşak ve Yol” ile “Kalkınma Yolu” birleşecek, Batı Asya’nın birlikte kazanmasının ve kalkınmasının yolu olarak Körfez bölgesi Türkiye üzerinden Avrupa’ya bağlanacaktır.

                                                      /././

Gezi Direnişi'nin 10. yıldönümü: Boyun eğme, memlekete sahip çık

Gezi Direnişi’nin 10. yıldönümünde İstiklal Caddesi’nde eylem gerçekleştirildi. 10 yıl önce AKM’ye asılan Boyun Eğme pankartını bu kez Demirören AVM’ye asan ve İstiklal'de yürüyüşe geçen Türkiye Komünist Partililere (TKP) eylemin ilk dakikalarında, polislerce müdahale edildi. Eylemde şu ana kadar 59 kişinin gözaltına alındığı bildirildi.

Türkiye Komünist Partisi, Gezi Direnişi'nin 10. yıl dönümü nedeniyle Taksim'de eylem gerçekleştirdi. TKP’nin sosyal medya hesaplarından yapılan paylaşımlarda “10 yıl önce gerici AKP iktidarına karşı milyonların sokağa döküldüğü onurlu direnişimizin başladığı yerde bir aradayız. Boyun eğmeyenler kazanacak, biz kazanacağız!”, Tüm engellemelere baskıya rağmen sözümüzü haykırmaya devam ediyoruz. Bu karanlığı, umutsuzluğu yırtıp atacağız” ifadeleri kullanıldı. Çok sayıda TKP üyesinin gözaltına alındığını da duyuran Parti, “Hukuksuz gözaltıların derhal serbest bırakılmalıdır” dedi.

İstiklal Caddesi’nde bulunan TKP İstanbul İl Başkanı Senem Doruk İnam eylemin ardından şu açıklamada bulundu: “Haziran Direnişi bize yan yana gelince ne kadar güzel ne kadar güçlü olduğumuzu göstermişti, AKP'nin yarattığı karanlığa boyun eğilmeyeceğini göstermişti. Şimdi hep birlikte direnişten ne öğrendiğimizi gösterme zamanı; umutsuzluğa ve karanlığa yer yok. Bir kez daha halkımıza sesleniyoruz: Boyun Eğme, gerçek bir kurtuluş için örgütlen. Biz ülkemizden vazgeçmeyeceğiz ve bu ülkeyi hakettiği şekilde yöneteceğiz. Bizim insanlarımız hak ettikleri şekilde refah içinde ve mutlu yaşayacaklar bu ülkede. Halkımıza sözümüzdür, mutlaka başaracağız. Bugün burada hukuksuz bir şekilde gözaltına alınan arkadaşlarımız derhal serbest bırakılmalıdır.”

59 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI

İstanbul Valiliği'nden yapılan açıklamada İstiklal Caddesi'ndeki eylemlerde 59 kişinin gözaltına alındığı bildirildi.

                                                       /././

Milli Eğitim Bakanlığı, dini eğitime para yağdırdı (Sefa Uyar)

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), 2022’ye ilişkin faaliyet raporunu gecikmeli olarak yayımladı. İktidarın “dini eğitim” yaklaşımını da yeniden gözler önüne seren rapora göre Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün 2020’de 10 milyar lira, 2021’de ise 12 milyar lira olan harcaması, 2022’de 20,6 milyar liraya yükseldi. Yurtdışındaki FETÖ okullarını devralan ve aktarılan kaynakla dikkat çeken Türkiye Maarif Vakfı’na aktarılan tutar ise 1,8 milyar lira oldu.

Karma ve laik eğitimi hedef alan HÜDA PAR ve Yeniden Refah Partisi’nin katılımıyla genişleyen Cumhur İttifakı, “Cumhuriyet tarihinin en gerici ittifakı” olarak nitelendirilirken iktidarın “dini eğitim” verdiği ağırlık da raporlara yansıdı. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), 2022’ye ilişkin faaliyet raporunu gecikmeli olarak yayımladı. İktidarın “dini eğitim” yaklaşımını da yeniden gözler önüne seren rapora göre Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün harcaması son iki 2 yılda iki katı artarak 20.6 milyar liraya yükseldi. 

DİYANET’LE YARIŞIYOR

MEB, 2022’ye ilişkin faaliyet raporunun yayımlanmasını seçimlerden sonraya bırakırken raporun en dikkat çeken kısmı ise yönetmelik değişiklikleri ile görev alanı genişletilen ve Diyanet İşleri Başkanlığı ile yarışır hale gelen Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’ne ilişkin veriler oldu. Ödenek ve harcama durumlarına yer verilen rapora göre Din Öğretimi Genel Müdürlüğü, harcama tutarı açısından bakanlığın 23 biriminden 18’ini geride bıraktı ve 2022’de 20 milyar 642 milyon 274 bin 732 lira harcadı. Söz konusu harcama tutarı 2020’de 10 milyar 78 milyon 100 bin lirayken 2021’de 11 milyar 914 milyon 839 bin lira olarak kayıtlara geçmişti. Din Öğretimi Genel Müdürlüğü, harcama tutarı olarak İnşaat ve Emlak Genel Müdürlüğü ve Destek Hizmetleri Genel Müdürlüğü gibi birimleri geride bıraktı. MEB’in birlik, kurum ve kuruluşlara yaptığı yardım ise 2020’de 839 milyon 781 bin liradan 2021’de 1 milyar 297 milyon liraya, 2022’de ise 2 milyar 342 milyon liraya yükseldi. Aslan payı ise yurtdışındaki FETÖ okullarını devralan Türkiye Maarif Vakfı’na gitti. Vakfa 2022’de aktarılan tutar 1.8 milyar lira oldu.







31 Mayıs 2023 Çarşamba

EVRENSEL - 31 MAYIS 2023 -

Gazeteci Yazar Deniz Kavukçuoğlu hayatını kaybetti

Gazeteci Yazar Deniz Kavukçuoğlu, bu sabah tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti..

80 yaşındaki Kavukçuoğlu'nun vefatını, Yazar Metin Celal, "Çok değerli ağabeyimiz Deniz Kavukçuoğlu Vefat etti. Deniz Kavukçuoğlu uzun süredir tedavi görüyordu. Ailesine, dostlarına, okurlarına, yazar ve yayıncı dostlarına başsağlığı diliyorum" diyerek duyurdu.

PEN: SOSYALİZM DÜŞÜNÜ HEP YAŞADI VE YAŞATTI

PEN Türkiye, Kavukçuoğlu’nun yaşamını yitirmesinin ardından yazlı açıklama yaptı.

“Deniz Ağabey sonsuzluğa göçtü” başlıklı açıklamada “Deniz Kavukçuoğlu da gitti. TÜYAP Kitap Fuarları onunla zenginleşti. PEN Yazarlar Derneği, yönetim kurulumuzda görev aldığı dönemlerde onun katkılarıyla güçlendi. Güler yüzle, çelebi haliyle ve her daim keyifle yaptığı hizmetler sonsuzdu. Yıllarca Türkiye için kafa yordu, emek verdi, yazı yazdı, kitaplar yayımladı. Bu ülkenin ona verdiğini kat kat ödeyen ‘eski kafalı’ bir aydın, çağdaş, özgürlükçü bir yazardı.  Cumhuriyetin daha demokratik ve devrimci olması için yazan bir kalemdi. Sosyalizm düşünü hep yaşadı ve yaşattı, gençlere, gençlik hareketlerine yakın durdu. Genç yazarların ‘Deniz Ağabey’i, birçok yazarın yoldaşı, omuzdaşıydı. Hoşgörülü, hayatı seven, insanı seven, doğayı seven dostumuzdu” denildi.

DENİZ KAVUKÇUOĞLU KİMDİR?

30 Ekim 1943 yılında İstanbul'da doğan Deniz Kavukçuoğlu Almanya Tübingen kentinde felsefe eğitimi aldı. Aynı zamanda Heidelberg'de sosyoloji ve Avrupa İşçi Hareketleri tarihi üzerine eğitim aldı. Gazeteci yazar Almanya'da okurken vatandaşlıktan çıkarıldı. Hamburg'da 3 yıl öğretim görevlisi olarak çalıştı.

1993 yılından itibaren Tüyap Tüm Fuarcılık Yapım AŞ'de Kültür Fuarları Genel Koordinatörü olarak çalışıyordu. 1996 yılından beri Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı yapan Kavukçuoğlu'nun 10 üzerinde kitabı yayımlandı.

                                                        /././

Erdoğan neden Almanya’da bu kadar fazla oy alıyor? (Yücel Özdemir-Köln)

Özal döneminde kurulan DİTİB ve ona bağlı camiler Türkiye devletinin yurt dışındaki en büyük enstrümanı. AKP’nin bu alanı, öncüllerinden daha verimli kullandığını söylemek çok mümkün.

Duisburg-Essen Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. İnci Öykü Yener-Roderburg ile Türkiye seçimleri, göçmenlerin oy tercihleri ve tercihlerdeki etkileri konuştuk.

AKP ve Erdoğan’ın genel olarak yurt dışında Türkiye ortalamasının üzerinde oy almasının başlıca nedenleri nedir sizce?

Genel olarak yurt dışındaki ülkelere baktığımızda Millet İttfakı ya da Kılıçdaroğlu’nun daha fazla ülkede yüksek oy aldığı görülüyor. Ancak oy sayısı ve oranlar açısından Erdoğan’ın en fazla oy aldığı Almanya, Fransa, Hollanda, Avusturya, Belçika gibi ülkeler aynı zamanda en fazla seçmenin bulunduğu ülkeler. Sadece Almanya ve Fransa’da kullanılan oylar toplam oyların yüzde 60’ına denk geliyor. Yüzde 50 Almanya’da, yüzde 11 de Fransa’da. Belçika, Avusturya ve Hollanda’yı da eklediğimizde bu oran yüzde 85’e kadar ulaşıyor.

Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkiyelilerin çoğunluğu 1960’lı yıllardan itibaren göç ettiler. 1970’li yıllarda başlayan aile birleşimiyle nüfus hızla arttı. Batı Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenliler arasında her ne kadar politik göçmenler diğer ülkelere göre sayıca fazla olsa da, sayıca 1960’lı yıllarda “misafir işçiler” ve onların bugüne kadar genişlemiş ailelerini geçebilecek düzeyde değil. Literatürden bildiğimiz bir şey var, o da kalifiye olmayan göçmenlerin gittikleri ülkelerde daha muhafazakar olmaya meyilli olması. 1987’den beri Türkiye sınır kapılarında kullanılan sınırlı sayılı oyda da sağ muhafazakar partilerin öne çıktığını gördük. 2014 itibarıyla yurt dışında oy kullanabilen yurt dışı seçmenleri içerisinde, diasporadaki Türkiyeliler içinde özellikle 1960’larda işçi olarak gelen bu grup hâlâ asıl belirleyici etken olduğu için AKP’nin yurt dışında Türkiye ortalamasının üzerinde oy aldığını görüyoruz.

                                     Fotoğraf: İnci Öykü Yener-Roderburg'un kişisel arşivi 

"DİTİB DEVLETİN YURTDIŞINDAKİ EN BÜYÜK ENSTRÜMANI"

Yüksek oy almasında camiler ve cemaatler üzerinden daha fazla örgütlü olmasının rolü de var mı?

Olmaz olur mu. AKP’nin en fazla oy aldığı ülkelere baktığımızda, 1980’li yıllarda kurulan Diyanet İşleri Türk İslam Birliği'nin (DİTİB) rolü çok büyük. Özal döneminde kurulan DİTİB ve ona bağlı camiler Türkiye devletinin yurt dışındaki en büyük enstrümanı. Diyanet uzantılı Almanya’da 1000, Fransa’da 250, Belçika’da 70 cami ve dernek var. Her cami ve derneğin başında Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığının memuru olan imamlar bulunuyor. DİTİB genellikle gücü elinde bulunduranlara göre hareket ediyor. Yani devlet söylemlerini direkt bu camilerde bulmak mümkün. Bunu AKP öncesi hükümetlerde de görebiliriz, ancak, AKP’nin bu alanı öncüllerinden daha verimli kullandığını söylemek çok mümkün.

Camilerin cemaatleri asıl olarak Türkiye’deki Sünni cemaatlerle de bağlantılı. DİTİB sadece Almanya’da 800 bin kişiye ulaştığını ileri sürüyor, ki bu rakam Almanya’daki Türkiye kökenli Sünni grupların yaklaşık üçte birine tekabül ediyor.

Ayrıca şunu da söylemek gerekiyor: DİTİB sadece bir inanç kurumu değil. Yıllar içinde kendisini öyle konumlandırdı ki, Almanca kurslarından aile planlamasına kadar çok geniş konulara ve alanlara el attı. Almanya’nın doğru yapamadığı göçmen politikası da buna yol açtı. Kurumsal ve günlük ırkçılığın hâlâ kol gezdiği Almanya’da kendine alan açmakta zorlanan bu dışlanmış kesim için sosyal ortam eksikliğini gideren tek kurum DİTİB oldu.

DİTİB’e angaje olmayan Kürtler, Aleviler kendilerini Sünni Turk gruplardan zaten ayırmışlardı, ki onların da kendi dernek/vakıfları bulunuyor. DİTİB de Sünni kesimleri tek başına kontrol altına alan kurumsallaşmış, köklenmiş bir kurum/kurumlar ağı haline geldi. Bu üç grubun dışında kalanların küçük bir bölümü DİDF (Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu) ve benzer sol fraksiyonlarda örgütlenirken, geri kalan özellikle muhalif grupların örgütlenememiş, örgütlenmek istememiş olduğunu söylemek yanlış olmaz. Zaten katılım oranının yüzde 50’lerde seyretmesi, seçime katılım arttıkça muhalif oylarının artması da bunun göstergesi çünkü bu örgütsüz kitlenin büyük bir kısmı sandığa gitmiyor.

"CAMİLER SEÇİM KOORDİNASYON MERKEZİ OLARAK KULLANILDI"

Almanya’da kentlere ve bölgelere göre bakıldığında Erdoğan ve AKP’nin oyu bazı yerlerde ortalamanın çok üzerinde. Özellikle Essen ve Düsseldorf bu konuda dikkat çekici. Bu kentlerde AKP ve Erdoğan’ın ortalamanın çok üzerinde oy almasının nedenleri nelerdir sizce?

Essen Türkiye dışında sadece en yüksek oyun değil aynı zamanda en fazla oyun da bulunduğu bölge. Ayrıca Düsseldorf, Köln, Münster de önemli. Bu bölgede yaşayanların büyük kısmı madenlerde çalışmak üzere gelenler, onların çocukları ve torunları.

Essen’de seçim kampanyasını bizzat her iki turu da yakından izledim. DİTİB camileri seçim koordinasyon merkezi olarak kullanıldı. Örneğin önlerinden iki katlı otobüsler ve minibüsler kaldırıldı seçim alanlarına. Yine Hagen, Herne, Gelsenkirchen, Recklinghausen gibi kentlerde gettolaşmış bölgelerde seçmen taşımak için özel çaba harcandığını sık sık duyduk. Diğer taraftan CHP’nin yurt dışındaki örgütlenmesinin çok zayıf olduğunu söylememiz gerekiyor. Hatta CHP’nin yurt dışında Almanya ve Fransa özelinde bildiğimiz anlamda bir örgütlenmesinin olduğunu söylemek ise mümkün değil.

Nesil değişimiyle siyasi görüşlerin değişebileceği konusunda biraz temkinli olmak istiyorum. Çünkü bu bölgede diaspora sürekli kendisini yeniliyor, güncelliyor. Konuyu şu şekilde örneklendireyim; buradaki muhafazakar gruplarda Türkiye’den eş bulma daha çok rastlanan bir durum. Yani Türkiye ile devam eden yakın ilişkiler siyasi olarak etkileşimi nesillere aktarıyor. Üçüncü nesil dediğiniz kişinin babası daha birinci nesil göçmen oluyor. Yeni nesillerde sürekli güncellenen bir bilgi aktarımı da var. Bu ve benzeri nedenlerle muhafazakar yapıya sahip gruplar için nesillere göre tercihlerin değişeceğini söylemek yerine temkinli olmak gerekiyor. İlk kez oy kullanan seçmen gruplarını izlediğimde, muhafazakar ve AKP’ye oy verenlerin fazla olduğunu bizzat gördüm sahada.

"MİLLİYETÇİ-MUHAFAZAKARLAR DAHA İÇE KAPANIK YAŞIYOR"

Erdoğan ve AKP’yi seçmede yaşadıkları ülkelerde karşı karşıya kaldıkları sorunlar rol oynuyor mu? Yetişkinler bir yana gençlerin Erdoğan ve AKP’ye oy vermesi nasıl açıklanabilir?

Çok önemli bir noktaya değindiniz. DİTİB birçok açığı dolduruyor. Sözünü ettiğiniz gençler bu grubun içinde doğuyor, büyüyor, arkadaşlıklar kuruyor, birisiyle evleniyor. Dolayısıyla gençler grubun dışına çıkamıyor ya da çıkmakta zorlanıyorlar. Üniversitedeki Türkiye kökenli öğrencilerimle konuştuğumda, çoğunluğu kendisini Türkiyeli görüyor. Bu sadece AKP’ye destek verenlerin değil, bütün diasporanın problemi. Hepsinin yaşadığı ülkede karşı karşıya olduğu ayrımcılık birbirinden farklı değil. Tek sorun, Kürtler ve Aleviler Almanya’daki sistem içinde daha fazla yer alırken, daha fazla ayak uydururken, milliyetçi-muhafazakarlar daha içe kapanık yaşıyor. Bunun bir sebebi de Kürtler ve Alevilerin hâlâ hak mücadelesinde olması ve bulundukları ülkelerdeki demokratik ortamdan faydalanarak seslerini duyurmak için alan açmış olmaları. Almanya vatandaşlığına geçişte Kürtler ve Aleviler özellikle aidiyet ile ilgili bir çelişkiye düşmezken, diğer kesimler de bunun bir problem olabildiğini, bu grupların daha temkinli yaklaşabildiğini söyleyebiliriz.

                                                                      /././

Leviathan’a karşı seçim kampanyası yapmak (Ayşe Uysal)

On yedinci yüzyılda yaşayan Felsefeci Thomas Hobbes modern devleti bir Leviathan olarak tasavvur ediyordu. Devletin gücünü ve mutlak egemenliğini anlatmak için bu metaforu kullanmıştı. Leviathan Tevrat’ta adı geçen bir canavarın adıydı.

Geride bıraktığımız cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, muhalefetin seçim kampanyası tam da böyle bir Leviathan’a karşı yürütülen bir mücadeleydi. Zira, Adalet ve Kalkınma Partisi parti-devlet biçimini aldığından beri, seçimlerde muhalefetin karşısında bir parti ya da aday değil, devletin ta kendisi yer alıyor. Tüm muhalefet bir Parti-Leviathan’a karşı savaşıyor. Kolları ile muhalefeti kuşatan ve yok etmeye çalışan bir canavar bu. Diğer bir anlatımla, tüm kurumları ve kaynakları ile muhalefetin karşısına dikilen bir aygıt ve onun adayı/“ölümlü tanrısı” söz konusu. Böyle bir durumda, seçimler vesilesiyle gerçekleşen de bir yarış değil, demokratik bir yarış hiç değil, sadece hayatta kalma mücadelesi. Hiçbir kural tanımayan bu savaşta ne güç dengesi ne de adalet var. Tüm koşullar Leviathan’ın lehine.

Leviathan’a karşı hayatta kalma ancak kolektif bir mücadele ile mümkün olur. Zira, tek kişinin kazanabileceği bir savaş değildir bu. Koordinasyon işidir. Herkes üzerine düşeni eksiksiz yaptığı takdirde Leviathan etkisiz hale getirilebilir, yoksa birini sahaya sürmekle olacak iş değil. Hatta, saha gerisinde, sahaya sürülenin canavara kurban gitmesini beklemekle olacak iş hiç değil. Eğer bugün şapkamızı önümüze koyup durum tespitinin ardından öz eleştiri yapacaksak, bence işe parti örgütlerini ve örgütlenme anlayışını masaya yatırmakla başlamamız gerekiyor. Aday merkezli kampanya, marka aday, seçilecek aday, vs. -gereksiz- tartışmalarını bir kenara bırakıp örgütleri ve örgütlerin toplumsal ağlarını güçlendirmek gerek. Hani o yıllar yılı güçsüzleştirmek için her yola başvurulan parti örgütlerinden söz ediyorum.

Partilerde gücü olanların “Benim işaret ettiğim kişi” listelerde yer alsın yarışı ile de olmaz bu iş. Bir yandan devlette liyakatsizliği ve kadrolaşmayı eleştirirken, diğer yanda sadık adaylar aramak inandırıcılığı zedeleyen önemli faktörlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Hem Millet İttifakının hem de Emek ve Özgürlük İttifakının milletvekili aday listeleri bu açıdan çok eleştiri götürecek nitelikte. İşe tam da buradan, nasıl olsa Meclise girmem garanti deyip kampanyaya emeğini koymayan vekillerden hesap sormakla başlansa, Kemal Kılıçdaroğlu doğru aday mıydı tartışmalarından daha faydalı olabilir. Benzer biçimde, atıl kalan il ve ilçe örgütleri için de böyle bir süreç işletilmeli. Ancak asıl önemli olan örgütleri canlandırmak için gerekli adımların samimiyetle atılması. Şimdi göstermelik iş değil, içtenlikle gerçekleştirilecek dönüşüm zamanı.

Sonuçta hiçbir seçim sadece sonucuna, rakamlara ve yüzdelere bakılarak analiz edilmez. En azından hiçbir siyaset bilimci ve sosyolog, şayet bilime ve işine ihanet içinde değilse, sonuç odaklı bir değerlendirmeye soyunmaz. Bağlamdan ve mevcut koşullardan yalıtılmış bir analiz, zaten analiz değildir. Bu seçimleri ancak siyasal rejimin ve devletin dönüşümünü merkezine alan değerlendirmelerle anlayabiliriz. Anladıktan sonra da asıl dönüşümü kendimizde yapmamız elzem. Görünüşte değil, özde dönüşüm.

Hobbes’un mutlak egemen “Ölümlü Tanrısının” bir an önce “ölümlü fani”ye dönüştürülmesi ve “mezara kadar” başımızda olmaması için aklımızı başımıza devşirme zamanı geldi de geçiyor bile…