18 Kasım 2023 Cumartesi

EVRENSEL (18 KASIM 2023) DOSYA

 AKP emrinde yeni anayasaya yönelen her siyasetçi sorumludur. (İzzettin Önder)

Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki çatışma kadar, Ogün Samast’ın tahliyesiyle ortaya saçılan olumsuz sonuçların çözümünün yeni bir anayasa yapılması koşuluna bağlanması kesinlikle gerçeklikten uzak olup, AKP’nin her bahanede kendi düşüncesine ya da çıkarına uygun yeni bir anayasa yapılması arzusunun kahredici sonucudur. AKP, aklına ve misyonuna uygun olarak, Türkiye’nin toplumsal rejimini ve düzenini değiştirmeyi hedeflemektedir. Bu hedefe adım adım ilerleyen AKP son seçim sonrasında hedefe yaklaştığı izlenimi almış olacak ki son darbeyi vurmaya yeltenmektedir.

Gerek Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki çelişme gerek Can Atalay meselesinde bir çıkmaza girilme görüntüsü ya da tüm siyasi liderlerin tercihlerine aykırı olarak (!) Ogün Samast olayının da makul bir sonuca ulaştırılamaması hukuki altyapının yetersizliğini değil, siyasi otoritenin keyfiliği ve fırsatçılığını gösterir. Şöyle ki her bir toplumsal olay için ne kanun oluşturulur ne de kanun maddesinin Anayasa’nın münferit olaylarla uzaktan yakından bir ilgisi vardır. Peki, karşılaşılan bir olay nasıl çözülür? Çok basit: Hukuk sistemi ve kanunların yazılış felsefesi ve ruhu ile çözülür. Bundan dolayıdır ki hukuk sistemi salt yasalardan oluşmaz, içtihatlar, hatta teamüller sistemde önemli bir yer tutar. Kamu hukuku alanı dışında, bir sorunla karşılaşan bir yargıcın, kanun koyucu gibi davranarak, var olan yasaların toplumsal felsefesi ve ruhuna uygun şekilde karar verebileceği açık bir hükümdür. Kamu hukuku alanında ise örneğin iki yüksek mahkeme arasındaki ihtilaf, yaratılmaması açısından da oluşmuşsa çözümü açısından da kanun ya da anayasa maddesi ile değil, içtihatlar ya da teamüllerle çözülür. İki yüksek yargı arasındaki ihtilaf için anayasa değişikliği önerisi, her iki yüksek kurum için züldür. Bilindiği üzere, İngiltere’de yazılı bir metin olarak anayasa yoktur, peki İngiltere bir anayasal devlet değil midir? İngiltere bir anayasal devlettir, karşılaşılan sorunlar anayasal ruh bağlamında içtihat oluşturularak çözülür. Bir ülkede hemen hemen her olayı düzenleyen ne kadar çok yasa varsa, yazılı anayasada ne kadar çok madde varsa, o ülkenin gelişmişlik düzeyinin oldukça alt sıralarında olduğu anlaşılır.

Daha somut olarak şu soruyu soralım ve yanıtlamaya çalışalım. Farz edelim ki gerçekten var olan anayasa ile işler yürütülemiyor ve yeni bir anayasaya ihtiyaç vardır. Böyle bir durumda sorulacak soru şudur: Yapısı ve ruhu ile yeni anayasayı kim yapabilir? Bu soruya yanıt vermeden önce, anayasayı tanımlamamız gerekmektedir. Hukuk dünyasında anayasa, devleti ve organlarını kuran ve tanımlayan, görevlerini belirleyen ve yetkilerini sınırlayan toplumsal uzlaşma metnidir. Dikkat edilir mi, her şeyden önce anayasa devleti kurar, niteliğini belirler ve organlarını oluşturur. Saniyen anayasa devlet aygıtının görevlerini belirleyip, hareket alanını sınırlayan adeta bağlayıcı bir üst yasadır.

Peki, bugün anayasa yapmaya kalkan AKP ve bileşeni MHP, hatta tüm Meclis devlet midir? Hayır, devlet değildir, zira devlet tüm organları kapsayan soyut dokudur. Böylesi bir soyut doku içinde yer almış olan parlamento ve partiler, tam ittifak halinde olsa dahi ruhu ve lafzıyla yeni bir anayasa yapabilir mi? Hayır, çünkü kurulmuş Meclis var olan anayasaya göre oluşturulmuştur. Bu duruma da bir bakalım. Hukuk tartışmalarına girmeden, salt mantık yolu ile meseleye bakarak lütfen bir düşünelim. Genel seçimlerin ertesinde mazbatalarını alan milletvekillerinin parlamentoda yaptıkları ilk icraat nedir? İlk icraat aşağıda verilmiş olan yemin metnini, namusları üzerine yemin ederek okumaktır.

“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.” 

Bu yemin metnini okuyan milletvekilleri, yeminleri gereği Anayasa’yı koruyacakları ve hükümlerine uyacaklarına dair söz vermiş olmazlar mı? Bu iddia doğru ise emir hangi yüksek makamdan gelirse gelsin, nasıl olur da milletvekilleri bizzat vicdan ve namuslarını çiğneyerek bu Anayasa’nın ruhunun tadiline kalkışır? Anayasa’ya yemin, Anayasa’nın hiçbir maddesinin değiştirilemeyeceği ya da ufak bazı ilaveler yapılamayacağı anlamına gelmez. Ancak Anayasa’da yapılan tüm değişikliklerin Anayasa’nın lafzına ve ruhuna uygun olması gerekir. Anayasa’ya göre seçilmiş ve Anayasa üzerine yemin etmiş hiçbir milletvekilinin, ya da Meclise hakim bir siyasi partinin, hatta Meclis ittifakının dahi lafzı ve ruhuyla yeni bir anayasa yapma yetkisi olmayıp ancak Anayasa’nın ruhunu bozmayana ufak değişiklikler yapabilir.    

Peki, gerçek ihtiyaç karşısında yeni bir anayasayı kim yapar? Toplumsal uzlaşma belgesi olarak yeni bir anayasa yapılma zarureti ortaya çıktığında, özel olarak oluşturulmuş ve anayasayı yaptıktan sonra dağılan ‘kurucu meclis’ görev alır. Kurucu meclis anayasayı yapıp, gerekirse halk oylamasından da geçirildikten sonra siyasi partiler bu kez yeni anayasa hükümlerine göre seçime girer ve parlamentoyu oluştururlar.

Hukuk sistemi araçsallaştırılıp, siyasi otoritenin hizmetine alınması garabeti, ülkeyi kabile rejimine sürükleyen AKP döneminde zirveye ulaşmıştır. Şu konuya halkımızın çok dikkat etmesi gerekir ki hukuk alanının zorlanması salt AKP’nin habis fikri değildir. Para peşinde çırpınarak çevreye saldıran AKP’nin bu talebini bir başka açıdan ele almamız gerekir. Cumhuriyet yönetiminde Batılılaşma şeklinde kurgulanan kuruluş felsefesinden günümüzün Ortadoğu’laştırma mantığına geçiş Batı dünyasının Türkiye üzerindeki planının bir sahnesidir. Bu sahnenin Batı’ya sağlayacağı avantaj ikilidir. Birincisi, Batı Türkiye’yi kendi alanı dışında tutarak, bazı imtiyazlardan mahrum fakat sömürüye açık hale getirmektir. İkincisi, Müslüman ve görece en fazla Batılılaşmış görüntüsüyle Türkiye’yi İslam ülkelerine örnek oluşturarak, onları da Türkiye’nin peşinde hem sömürüye açık hem de ılımlı İslam safsatasına iterek, İslam’ı korku havuzu olmaktan çıkarmaktır.

Öyle anlaşılıyor ki İslam motifli yeni anayasa salt AKP ya da lider hatta geri yapılı sermaye ve burjuvazi tercihi olmayıp, yeni şekillenen dünyasal koşullarda Batı emperyalizminin kendi yönünde amaçladığı politikanın etkin bir aracı rolünde devreye sokulmak istenmektedir. Ulusları olduğu kadar ulusların kutsallarını da bizzat uluslardan ve onların liderlerinden daha derin inceleyen Batılı merkezler, komünizmi şimdilik halletmiş olarak, gelecekte kendilerine yeni tehdit gördükleri İslam’a yönelik de önlemler düşünmektedirler. Kısacası, zannedildiği gibi, AKP kendi oyununu oynamamakta, bir kez daha kandırılmış olarak ya da FETÖ’yü ikame ederek, Batı’nın emrinde davranış sergilemektedir. Bu süreci halkımızın bir bölümünün dincilik olarak algılayıp, şiddetle karşı çıkması da Batı’nın planlarının perdelenmesine yol açmaktadır.  

Batılılaşarak Batı’ya kafa tutmak ancak büyük zaferlerin kahraman lideri ve halklarının harcı iken; Batı’nın oyununa dahil olarak Batı’nın emrine girmek ise cahil cesareti ile siyasete soyunan dar ufuklu siyasilerin işi olsa gerek!

Bu çerçevede herhangi bir partinin veri parlamento çatısında yeni bir anayasa yapımında yer alması, hatta olasılıklar bağlamında tartışmaya girmesi dahi kendi namus sözüne olduğu kadar, halkımıza da hakarettir.

                                                                       /././

      Sefer Selvi

                                                                  /././

BP giderken ardından düşünmek: Kandırma bizi bakan! (Bülent Falakaoğlu)

Tam da…

Hazine Bakanı Mehmet Şimşek ülke ülke dolaşıp para ararken

Uluslararası para babalarını Türkiye’ye yatırıma ikna etmeye çalışıp, davet ederken…

770 istasyonu bulunan BP Türkiye’den çekildi.  ‘Dükkanı’ Petrol Ofisi’ne devretti gitti.

Tam 111 yıldır Türkiye’de faaliyet gösteriyordu.

***

Ne ala! Bir sömürgeciden kurtulduk mu?’ diyeceğiz.

Alan kim?..

Bakmayın siz alanın, “Enerji sektörünün milli gururu Petrol Ofisi Grubunun daha da güçlenmesini sağlayacak adımı atmaktan ötürü son derece mutluyuz” demesine.

Satın alan Petrol Ofisi de Hollanda merkezli enerji ve ticaret devi Vitol’un

Ortaklık yapısı hayli gizemli…

Tam bir ‘karanlıklar prensi’! “Sorunlu coğrafyaların şirketi” olarak tanımlanıyor.

GELEN YOK GİDEN ÇOK

Sadece BP değil…

Mazda

Fransız Total de…

Türkiye’den çekilen markalar arasında!

Son 3 yılda Türkiye’den çıkan marka sayısı 100’ü buluyor.

***

Rasyonel politikalar sonucu yabancı sermayenin geleceği söyleniyordu oysa…

Bırakalım yatırıma geleceği giden sıcak para bile geri gelmedi.

Şimşek şimdi diyor ki… ‘Uzun vadede gelecekler; attığımız adımların ne kadar sağlam olduğunu gördüklerinde…”

Hatırlarsanız…

Seçimlerin hemen ardından başta Körfez sermayesi olmak üzere küresel sermayenin Türkiye’ye para yağdıracağına ilişkin masallar anlatılıyordu.

Birleşik Arap Emirlikleri ile anlaşma imzalanmıştı… Sözde kısa zamanda Türkiye’ye 40-50 milyar dolar girecekti.

Hem küresel sermayenin yatırım iştahı zayıf hem de henüz Türkiye ekonomisine koşa koşa gelmeye hiç hevesli değiller.

Körfez’den , Katar, Kuveyt ve Suudi Arabistan’dan üç beş damlar ama o da koşullu, hedefli? Zamanı da belirsiz!

Neden Türkiye’nin ‘genç ve dinamik nüfusuna’ ve ‘büyüme potansiyeline’ güvenmiyorlar acaba?

ANLATILAN HİKAYE HOŞ AMA…

Yabancı sermaye gelecek. O gelince döviz ucuzlayacak. Döviz ucuzlayınca enflasyon düşecek… İhracat artacak, ekonomi büyüyecek… 

Öyle olmuyor. Anlatılan hikaye kulağa hoş geliyor da karşılıksız!

***

Döviz gelmeyince kurlar yükseliyor. Kurlar yükseldikçe enflasyon artıyor.

Çünkü üretim dışa bağımlı! Kur artışı, maliyeti ve fiyatları artırıyor. 

Altılı masa muhalefeti ve iktidar çözmek yerine, Ortodoks’ dedikleri politikada buluşupkolaya kaçıyorlarGelmiyorlarsa bol faiz verip gelmelerini sağlayalım!

İyi de hangi oranla?...

Borçlanma ihtiyacı çok, faizi hükümet değil, borç veren belirliyor!

Ah finansal bağımlılık ah!

Görüldüğü gibi sadece üretimde değil dışa bağımlılık.

Üstelik de… ‘Yerli-milli’ söyleminin örtemeyeceği kadar da fazla

                                                            ***

Bu arada…

Altılı masa muhalefetinin ‘faiz faiz’ diye bağırmasına hiç gerek yok!

Dünya kadar faiz ödenecek zaten.

Ödeniyor da…

Bu yılın ilk on ayında faiz için 537 milyar 700 milyon TL ödendi

Seneye ikiye katlanacak.

Vatandaşı vergi ile soy faize ver, bu mu çözüm?

HEP AYNI NAKARAT

Yüksek faize rağmen gelmeyince yabancı sermaye, mazeret de hazır.

“Vay efendim, Şimşek programına iktidar halel getiriyor; Hukuk krizi yabancı sermayeyi ürkütüyor”.

Yok efendim… “Yabancılar şeffaflık arar, hukuk işliyor mu?’ diye bakar”mış.

Net bir şekilde vurgulayalım: Hemen ‘siyasi’ diye damgaladığınız gelişmelerin çoğu -BP’nin gidişi dahil- ekonomik!   

***

Bu arada faizler yükseldikçe, piyasanın kredi talebi düşüyor. Ekonominin yavaşlayacağının habercisi…

Yavaşlama geniş halk kesimlerini vuracak.

İşsizliğin arttığı, enflasyonun da düşürülemediği feci bir girdaba girilecek.

Çözüm diye dayatılan iki model de emekçi kesimleri vuruyor.

İlki sermaye girişlerine dayalı model. Türkiye’nin ekonomisini üretim ve finans açısından bağımlı hale getiren model: Ülkenin artı değerine el koyup duruyor, finali de döviz krizi ile bitiyor. 

İkincisi ise… Faiz indirimleriyle bağımlılık ilişkisinin tersine döneceğine inanan model.

2021-2023 arasında uygulanan bu modelin de sonuçları ortada.

***

Kalkındık, uçtuk, fevkalade sanayileştik… Hikaye!

Bağımlılığı ortadan kaldıracak…

Bu iki modelin ötesine geçecek…

Alternatifleri ele almanın vakti geldi de geçiyor.

Kandırma bizi be Bakan; payanda olma be burjuva muhalefet. Emekçiler çok ağır bedeller ödüyor zira!

Altın madeninde patron, işçileri bile bile zehirlemiş (Özer AKDEMİR)

Kayseri’nin Develi ilçesinde bulunan Öksüt Madencilik’te çalışan işçilerin civadan zehirlenmeleriyle ilgili açılan davanın iddianamesi belli oldu. Savcı, maden yöneticilerinin bile bile önlem almadığını, işçilerin zehirlenmesine ve yaralanmasına neden olduklarını belirterek yöneticilerin yaralama suçundan cezalandırılmalarını istedi.

CİVA ZEHİRLENMESİ İŞÇİLERDEN UZUN SÜRE GİZLENDİ

Kanadalı Centerra Gold’a ait Öksüt Altın Madeninde civa zehirlenmesi skandalı, şubat 2022 tarihinde altın döküm odasının güvenliğinde çalışan 8 işçinin kanında ve idrarında yüksek miktarda cıva ve diğer ağır metaller tespit edilmesiyle ortaya çıktı. İşçilerin kan ve idrarlarında yapılan tahlillerle ortaya çıkan bu bilgi uzun zaman işçilerden gizlenirken Şirketin Genel Müdürü Davit Bickford, Proses Müdürü Ömür Yandım ve diğer yöneticiler zehirlenme olayını işçilerden gizledi. Madenin Üretim Danışmanı Metin Demir’in bu olayı öğrenmesinin ardından işçileri meslek hastalıkları hastanesine sevk ettirmesi sonrası işçilerin dördünde kemik erimesi tespit edildi. Zehirlenme skandalının ortaya çıkmasının ardından yapılan incelemelerde civa sızıntısından en az 70 işçinin etkilendiği tespit edilirken, yapılan bilirkişi keşfinde de şirket yöneticilerinin ihmalleri ve olayı gizleme yoluna gitmeleri raporlandı.

İŞÇİLER EN AZ 12 GÜN CİVALI ODADA ÇALIŞTIRILDI

Develi Cumhuriyet Savcılığı tarafından açılan kamu davasında Şirket Yöneticileri David Alan Bickford, Adnan Ulaş, Ercan Esenkaya, Mustafa Kaya, Nizamettin İnsel, Olgun Otyakmaz, Ömür Yandım, Pelin Neriman, Usta Özkayhan, Hayrettin Horasan, Hayal Özmen, Gökhan Şen, Mehmet Sakallı, İlknur Yazıcı, Özgün Öztürk, Özgür Acar’ın basit yaralama suçundan cezalandırılmaları istendi. Öksüt Madencilik AŞ’nin işlettiği altın madeninin, ADR olarak tabir edilen altın üretim tesisi içerisinde bulunan altın döküm odasında 28 Şubat 2022 tarihinde civa tespit edildiğine dikkat çekilen iddianamede, civayı tespit eden Maden Çalışanı Hami Öztürk’ün bunu sorumlusu olan Süleyman Çağrı Cengiz’e bildirdiği, Cengiz’in de durumu Madenin Proses Sorumlusu Ömür Yandım’a ve Şirketin CEO’su David Alan Bickford’a bildirdiği belirtildi. Bu bildirimden sonra 28 Şubat 2022 tarihinden başlayarak Şirket Üretim Danışmanı Metin Demir’in altın döküm odasına girip civa toplarının varlığını öğrenmesine, yani 10 Mart 2022 tarihine kadar odadaki faaliyetin devam ettiğine dikkat çekilen iddianamede “Dolayısıyla tespit edilen civanın buharlaşması sonucu en az on iki gün burada çalışan ya da bu odanın güvenliğini sağlayan güvenlikçilerin yalıtımın ve havalandırmanın yetersiz kalması ve kendilerinde gerekli ekipmanın bulunmaması nedeni ile civaya maruz kaldıkları…” tespit edildi.

MİLYAR DOLARLIK MADENDE DÖNÜŞÜMLÜ KULLANILAN KORUYUCU MASKE!

İddianamede şüphelilerin savunmalarında civa tespit edildikten sonra faaliyetlerin hemen durdurulduğu yönünde beyanda bulundukları ancak olayın tespit edildiği 28 Şubat 2022 tarihinden, tespit edilen civa toplarının konulduğu kapların tutanak ile 28 Nisan 2022 tarihinde altın döküm odasından çıkarıldığı tarihe kadar orada görevli olan kişilerin altın döküm odası ve proses (üretim) tesisi olarak adlandırılan yerde bir süre koruyucu maske olmadan (23 Nisan 2022 tarihine kadar) çalıştıkları kaydedildi. Savcı ayrıca şirketin temin edemediği için işçilerin bir koruyucu maskeyi dönüşümlü olarak takıp çalıştıkları ayrıntısına da yer verdi.

"İŞÇİLERİN CİVAYA MARUZ BIKARILDIKLARI AÇIK"

İşçilerin civaya maruz bırakıldıklarının açık olduğu kaydedilen iddianamede, şirket yöneticilerinin zehirlenme olayını en geç 18 Nisan 2022 tarihinde şirketin iş sağlığı ve güvenliği toplantısında öğrenmelerine rağmen ADR tesisinin ve altın döküm odasının, resmi makamların gelip denetim ve tespit yapacağı tarihe 13 Mayıs 2022’ye kadar tamamen kapatılmadığı ve işçilerin bu şekilde çalışarak civaya maruz kalmaya devam ettiklerinin altı çizildi.

"OLAY İHMAL VE TAKSİR BOYUTUNU AŞMIŞTIR"

Savcılık iddianamesinde, olayın ihmal ve taksir boyutunu aştığı belirtildi. Şirket yöneticilerinin, işçilerin civadan dolayı zarar görebileceklerini öngörebildikleri tespitinin yapıldığı iddianamede, “Buna rağmen tabiri caiz ise çok geç önlem alarak ya da hemen önlem almayarak müştekilerin yaralanması ile sonuçlanan neticeyi kabullendikleri, dolayısıyla şüphelilerin olası kast ile hareket ettiklerinin kabulü gerektiği” ifadelerine yer verildi. Savcı bu gerekçelerle müştekilerden Murat Gazioğlu ve Osman Özyurt’a yönelik olası kast ile yaralama, Arife Gül Kanlıöz, Emrah Belkıran, Hasan Özsan, Şeyma Erdoğan ve Yahya Kemal Telci’ye yönelik olası kast ile basit yaralama suçlarını ayrı ayrı işlediğini tespit etti. İddianamede, “şüphelilerin, müştekilere yönelik üzerine atılı suçu işlediği hususunda kamu davası açmaya yeterli delil ve şüphenin bulunduğu ve tarafların uzlaşamadıkları anlaşıldığından, şüphelilerin TCK 86/ 1 ve 2. maddelerinden ayrı ayrı cezalandırılmalarına ve kasten işlemiş olduğu suç nedeniyle haklarında TCK’nin 53/1. maddesi uyarınca belirli hakları kullanmaktan yoksun bırakılmasına karar verilmesi…” istendi.

EK KARARLA KASTEN YARALAMA SUÇLAMASI DÜŞÜRÜLDÜ

İddianamede olayın ihmal ve taksir boyutunu aştığı ve şüphelilerin olası kast ile hareket ettiklerinin kabulü gerektiği yönünde görüş belirten savcının daha sonra ek bir kararla David Alan Bickford, Adnan Ulaş, Ercan Esenkaya, Mustafa Kaya, Nizamettin İnsel, Olgun Otyakmaz, Ömür Yandım, Pelin Neriman Usta Özkayhan, Hayrettin Horasan, Hayal Özmen, Gökhan Şen, Mehmet Sakallı, İlknur Yazıcı, Özgün Öztürk, Özgür Acar’ hakkında kasten yaralama suçundan kovuşturulmasına yer olmadığına karar vermesi dikkat çekti. Davanın duruşması 30 Nisan 2024 tarihinde görülecek.

TCK 86/1 ve 2. MADDESİ

(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) (Ek fıkra: 31/3/2005 – 5328/4 md.) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

‘Ekoköy’deki belirsizlikler çevresel riskleri artırıyor’ (Ramis SAĞLAM)

Foça yakınlarındaki Ekoköy'e ilişkin tartışmaları konuştuğumuz ÇMO İzmir Şubesi Teknik Sorumlusu Çevre Mühendisi Selma Akdoğan, "Belirsizlik sürecinde ruhsat tartışmaları ön plana çıktı" dedi.

Foça’da 510 dönüm üzerinde “Hayallerinizin ötesinde bir köy sizi bekliyor” başlığı ile satışa çıkartılan “Ekoköy” ile ekolojik tarım turizmi tartışmaları devam ediyor. TMMOB’ye bağlı Ziraat Mühendisleri Odası, Şehir Plancıları Odası ve Mimarlar Odasının inceleme sonuçlarını açıkladığı projeye ilişkin Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İzmir Şubesi Teknik Sorumlusu Çevre Mühendisi Selma Akdoğan ile konuştuk. Akdoğan, belirsizlik sürecinde ruhsat tartışmalarının ön plana çıktığını söyledi.

‘TAHRİBATLARA NEDEN OLUYOR’

Bugün kentten uzaklaşmak isteyenlere sunulan alternatif yaşam projeleri ile kent cephesindeki alanların da yapılaşmaya açılmasının önemli sorun haline geldiğini belirten Akdoğan, bu yapılaşmanın getirdiği çevresel yüklerin, alan kayıplarının, atık vb. sorunların da birbirini etkileyerek devam ettiğini söyledi.

Kent çevresinde değişik adlar altında oluşturulan projeleri değerlendiren Akdoğan, “Son dönemde lüks çadır tesisleri, hobi bahçeleri, eko turizm gibi proje ve uygulamaların mevzuat düzenlemeleri ve imar afları ile önünün açıldığını görüyoruz. Süreçteki eksiklikler, projelerin yürütüldüğü alanların ekolojik niteliğini kaybetmesine neden olacak riskler taşıyor. Kentlerde ve kırsalda mevcut imar alanlarının doğaya uyumlu ve sürdürülebilir planlamalarla şekillenmesi gerekirken tarım, mera, orman alanlarının imar adaları haline gelmesine izin verilmemeli” dedi.

RUHSAT SÜRECİNDEKİ BELİRSİZLİKLER

Foça Belediye Başkanlığı Encümeninin 7 Nisan 2022 tarih ve 139-140 sayılı Karar’ı ifraz edilen toplamındaki 510 dönümlük alan tapu kayıtlarında “ceviz bahçesi” olarak görülüyor. Foça CERES Konut Yapı Kooperatif üzerine kayıtlı alanda ceviz ağaçları yerine beton yığınlarının hazırlığı yapılıyor. Projeyle ilgili alanın niteliği, ruhsat sürecindeki belirsizliklerin altını çizen Akdoğan, “İmarlı bir alan olmadığından çevresel altyapı ihtiyacı, sera ve müştemilat olarak tanımlanmış. 154 yapı, konaklama ve satış alanlarının arazi düzenlemesi ve inşaat aşamalarında oluşacak hafriyat atıkları ve tozun çevresel etkileri, arazi parçalanması gibi etkileri birlikte düşünmek gerekiyor. Su kullanımı, meydana gelen atık suların arıtılması ve bertaraf işlemleri, oluşacak atıkların geri dönüşüm ve bertarafına yönelik işlemlerin her biri ayrı çevresel riskleri barındırmaktadır” diye konuştu.

(derleyen: mstfkrc)


3,7 milyon hanede aşırı yoksulluk - Mustafa Bildircin / BİRGÜN

 

Aile Bakanlığı’nın sosyal yardım verileri, Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan’ın, “Ülkemizde aşırı yoksulluk bulunmamaktadır” sözünü yalanladı. Bakanlığın verilerine göre, 3,7 milyon hane aşırı yoksulluk çektiği için destek programı kapsamına alındı, 3,4 milyon kişi sosyal yardım ile doyabildi.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’ın, Türkiye’de aşırı yoksulluk olmadığına yönelik sözleri kamuoyunda büyük tepki çekti. Türkiye'de asgari ücretin net 11 bin 402 TL olduğunu anımsatarak, “Ülkemizde bu kapsamda çalışıp aşırı yoksulluk veya açlık sınırı içinde yaşayan kişi bulunmamaktadır” diyen Işıkhan’ın sözlerinin ardından gözler, derin yoksulluğun ulaştığı boyutu gözler önüne seren Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın verilerine çevrildi.

Bakanlığın verileri, Türkiye’deki milyonlarca hanenin aşırı yoksulluk çektiğini ortaya koydu. Türkiye'de aşırı yoksulluk çeken ailelerin dahil edildiği Aile Destek Programı’ndan 2023’ün yalnızca ocak-temmuz döneminde 3,7 milyon hane yararlandı.

MİLYONLARCA HANE YOKSUL

Türkiye’de iktidar eliyle yaratılan ekonomik kriz kaynaklı derin yoksulluk, on milyonlarca yurttaşı sardı. Sosyal yardımlara yönelik hemen her yeni veri, yoksulluğun ulaştığı çarpıcı boyutu bir kez daha gözler önüne serdi. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın milyonlarca hanenin yoksulluğa hapsolduğunu ortaya koyan verilerine göre, kişi başına düşen aylık geliri 450 TL ve altında olan milyonlarca hane belirlendi. Bu kapsamdaki haneler, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nca başlatılan Aile Destek Programı kapsamına alındı.

Bakanlık, Aile Destek Programı’na yönelik verileri ilk kez nisan ayında açıklamıştı. Ağustos ayı itibarıyla ise program kapsamında olan hane sayısı açıklanmasa da nisan-temmuz dönemine yönelik veriler, şöyle kaydedildi:

Nisan: 3,3 milyon hane

Mayıs: 3,5 milyon hane

Haziran: 3,5 milyon hane

Temmuz: 3,7 milyon hane

MİLYONLARCA AÇ YURTTAŞ

Gıda yardımı alan kişi sayısı her yıl arttı. Giderek derinleşen yoksulluğun, yurttaşı ancak sosyal yardımlar ile karnını doyurabilir noktaya taşıdığını ortaya koyan veriler, kayıtlara şöyle geçti:

2019: 688 bin 507 hane

2020: 1 milyon 154 bin 418 hane

2021: 2 milyon 830 bin 570 hane

2022: 3 milyon 472 bin 393 kişi

∗∗∗

EMEKLİ YOKSULLUĞU

Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin, “Emeklilere Destek Kampanyası” kapsamında destek verilen emekli sayısındaki artış da Türkiye’deki emeklilerin içinde bulunduğu derin yoksulluğu bir kez daha gözler önüne seriyor. Kampanyanın başladığı eylül ayında, 7 bin 500 TL altında emekli maaşı bulunan ve yoksulluk çeken toplam 6 bin 100 emekli destekten yararlanırken bu sayının kasım ayı itibarıyla 15 bin 329’a fırladığı belirtiliyor.

∗∗∗

KALEM KALEM YOKSULLUK

Türkiye’deki derin yoksulluğu gözler önüne seren tek veri Aile Destek Programı verileri olmadı. Milyonlarca hanenin sosyal yardıma muhtaç bırakıldığını ortaya koyan ocak-haziran dönemine yönelik diğer bazı sosyal yardım verileri ise şöyle sıralandı:

Ailesinin yanında bakılamayan çocuk sayısı: 168 bin 247

Elektrik tüketim desteği alan hane sayısı: 4 milyon 141 bin 991

Doğalgaz tüketim desteği alan hane sayısı: 157 bin 952

                                                             /././

Bakana göre açlık sınırı içinde yaşayan kişi yok (BİRGÜN)
                                             Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, asgari ücretin 11 bin 402 lira olduğunu belirterek “Bu kapsamda, ülkemizde aşırı yoksulluk veya açlık sınırı içinde yaşayan kişi bulunmamakta” dedi. CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın 2024 yılına ait bütçesinin görüşüldüğü Plan ve Bütçe Komisyonu toplantısında, Bakan Vedat Işıkhan'a sorular yöneltti.

Gürer’in “Ülkemizde çalışıp aşırı yoksulluk içinde yaşayan sayısı kaçtır? Açlık sınırı altında kaç çalışan ücretli bulunmaktadır?” sorusuna Bakan Işıkhan, yazılı yanıt verdi. Işıkhan Türkiye'de asgari ücretin 11 bin 402 lira olduğuna dikkat çekerek, “Ülkemizde, asgari ücret net 11.402,32 TL olup; bu kapsamda çalışıp aşırı yoksulluk veya açlık sınırı içinde yaşayan kişi bulunmamakta” dedi. Bakan'ın açıklamasını şaşırtıcı bulduğunu belirten Gürer, 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının 45 bin lirayı, açlık sınırının ise 15 bin lirayı geçtiğini hatırlatarak şöyle konuştu: “Milyonlarca asgari ücretli çalışan hem açlık hem de yoksulluk sınırının altında maaş alıyor. Yine en düşüğü 7 bin 500 lira olan emekli maaşı alan emekli sayısının da milyonlarla ifade edildiği bilinen bir gerçek. Durum böyle iken acaba Sayın Bakan başka bir ülkede de mi yaşıyor diye sormak gerekir.”
(BİRGÜN)


Doğan Avcıoğlu’nun anısı yaşıyor - Can Hacıoğlu / Cumhuriyet

 

Eskişehir Odunpazarı Belediyesi ve Tekin Yayınevi tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen Doğan Avcıoğlu Ödülleri’nin kazananları belli oldu. Buna göre, birinci eser Fatma Eda Çelik’in “Kişisel İktidardan Millet Meclisine Saltanattan Cumhuriyet’e”, ikinci eser ise Nevzat Evrim Önal’ın “İnsan Bencil mi?” seçildi.

2’nci Doğan Avcıoğlu Ödülleri’nin onur ödülüne ise Korkut Boratav değer görüldü. Ödül töreni yarın saat 14.00’te Hasan Polatkan Kültür Merkezi’nde yapılacak. Ödül törenin yanı sıra “100. Yılında Cumhuriyet Türkiye’nin Düzeni; Dün, Bugün, Yarın” konulu bir de panel düzenlenecek. Merdan Yanardağ, Gamze Yücesan Özdemir, Orhan Gökdemir ve Tülay Gencer konuşmacı olarak yer alacak. 
Avcıoğlu’nun adını, eserlerini ve dünya görüşünü yaşatmak; yarına taşımak, genç nesillerle tanıştırmak amacıyla düzenlenen ödülün seçici kurulunda Altan Öymen, Barış Zeren, Behlül Özkan, Cangül Örnek, Deniz Hakyemez, Elif Akkaya, Gamze Yücesan Özdemir, Merdan Yanardağ, Okan İrtem, Orhan Gökdemir, Özge İzdeş Terkoğlu, Tolga Gürakar ve Uluç Gürkan yer alıyor. 

Can Hacıoğlu / Cumhuriyet

17 Kasım 2023 Cuma

İLKSAN'daki yolsuzluğun tüm şifreleri - ALİ ADIGÜZEL / soL-Söyleşi

 İLKSAN yani İlkokul Öğretmenleri Sağlık ve Sosyal Yardım Sandığı'nda dönen yolsuzluk ağını ele alan yazar Yentürk, soL'a "Basında ve Yargıda İLKSAN Yolsuzluğu" anlattı.

"Basında ve Yargıda İLKSAN Yolsuzluğu" 90'lı yılların siyasal yaşamına ışık tutuyor. Öğretmen ve avukat olan Necati Yentürk'ün kaleme aldığı kitap "yağmalanma" macerasını konu ediniyor.

Erdal Inönü'nün Başbakan Yardımcısı olduğu SHP-DYP ve daha sonraki CHP-DYP koalisyon hükümetleri döneminde Başbakanlıkta bakan danışmanı olarak çalışan Yentürk, 2000-2002 yılları arasında Bursa Barosu yönetim kurulunda sayman olarak yer aldı.

28 Mayıs 1990 yılında kurulan ve TÖS’ün kapatılmasından sonra Türkiye'nin ilk memur sendikası olan EĞİTİM İŞ Sendikası'nın kurucularından biri oldu. Daha sonra kurulan ve halen faaliyette bulunan eğitim işkolu sendikası EĞITIM SEN'in de kurucu merkez yönetim kurulu üyeliği yaptı. 1997-2000 yılları arasında serbest avukatlığın yanı sıra, Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nde hukuk müşaviri olarak görev yaptı. Görevi devam ederken 2000 yılında memuriyetten emekli oldu ve halen serbest avukatlık görevi yapıyor.

İLKSAN yani İlkokul Öğretmenleri Sağlık ve Sosyal Yardım Sandığı'nda dönen yolsuzluk ağını ele alan yazar Yentürk, soL'a konuştu. Yolsuzluk için nasıl zemin hazırlandığını ve hâlâ dönen bu çarkı anlattı.

İLKSAN nedir? Kimler tarafından ne amaçla kurulmuştur?

İlkokul Öğretmenleri Sağlık ve Sosyal Yardım Sandığı (İLKSAN) Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olduğu sırada Köy Enstitüleri’nin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla 1943 yılında kurulmuştur. Öğretmenlerden hastalananlara, evlenenlere, çocuk doğuranlara, çocuklarını okutacaklara, ölenlerin ailelerine yardım etmek ve geçinme yükünü hafifletmek, sağlığa ve içtimai yardıma taalluk eden meselelerde öğretmenleri birbirine yardım edici duruma getirmek gayesiyle kurulmuştur.

Kurumdaki yolsuzluğa giden süreci anlatır mısınız?

1950’li yıllardan beri Bakanlık güdümünde olan kurum 1970’li yıllarda tekrar TÖB-DER öncülüğünde öğretmenlerin denetimine geçti. 1977 yılında genel kurulda kabul edilen tüzük Milli Eğitim Bakanlığı tarafından onaylanmayarak sürüncemede bırakıldı. Buna rağmen İLKSAN beş ilde pazarlar açmış, Ankara Ulus’ta bir oteli satın alıp konukevi yapmış, Gebze’de Defter-Tiftruk fabrikası kurmuştur.

Bu atılım dönemi 12 Eylül'le sonlandırılırken 1985’te çıkarılan yasayla yetki üyelerden yani demokratik yöntemlerle yetki alan öğretmenlerden alınıp MEB yöneticilerinin yetkisine bırakılmıştı.

Sonrasında 1992 yılında Savcı Doğan Öz’ün katil zanlısı MHP’li İbrahim Çiftçi genel kurulu silahlarla basarak, ırkçı sağcı adaylara oy verilmesini sağladı. Bu şahıs 4 kez idama mahkum edilmesine rağmen 1998’de beraat edip İLKSAN müdürü olarak tayin edilmiştir.

1992 yılındaki genel kurulla gelen yönetim İLKSAN’ı DYP ve ANAP’ın kasası olarak kullanmak için hazırdılar. O gün bugündür İLKSAN aynı zihniyet tarafından yönetilmektedir.

Yolsuzluk için zemin hazırlandığını, hatta bunun için uzun yıllara yayılan bir planın mevcut olduğunu söylemek mümkün müdür?

Kesinlikle. Çünkü İLKSAN, Ziraat Bankası'yla yakın bir bütçeye sahip. Her öğretmenin maaşından yüzde 2 oranında kesilen garanti bir arpalık.

1993 yılında İLKSAN’daki yolsuzluk dosyasını inceleyen bakanlık müfettişleri bakanlığa sundukları dosyanın işlem görmemesi üzerine dosyayı Eğitim-İş’e ulaştırdılar. Bende o zaman yönetim kurulu üyesiydim. Yönetim kurulunun üyeleri diğer mesleği avukat olan bana bu dosyayı incelemem için görev verdi.

Dosyayı inceleyince gördük ki öğretmenlere ev yapıyoruz bahanesiyle Tercüman gazetesi patronu Kemal Ilıcak’a büyük miktarda para transfer edilmiş. Bu para transferinden anlaşılan İLKSAN’a değerlerinin çok üzerinde parayla satışlar gerçekleşmiş. Bu paranın 3'te 1'inin Tercüman gazetesine aktarıldığını, geriye kalan 3'te 2'sinin aktarılması için uğraşıldığı anlaşılıyordu.

Konuyu yargıya taşıma aşamasında Hürriyet gazetesinden Saygı Öztürk ‘DYP’ye yakınlığı ile tanınan gazete sahibi zor durumda’ başlığıyla 9 Nisan 1993 tarihinde 1. sayfadan haberi verdi. Tercüman gazetesi patronu Kemal Ilıcak o gün haberi okuyunca beyin kanaması geçirip hastane kaldırıldı. Daha sonra kaldırıldığı hastanede üç gün sonra öldü.

Eğitim-İş Sendikası olarak suç duyurumuz sendikanın yasal olmadığı gerekçesiyle kabul edilmedi. Bunun üzerine kişi olarak ben suç duyurusunda bulundum. Zira ilkokul öğretmeni ve aynı zamanda da İLKSAN üyesiydim. Bu suç duyurusu kabul edildi ve yasal süreç başladı.

Bu yolsuzluk davası o dönemde Demirel-Ilıcak ailesi ilişkisini deşifre etmesi açısından önemli oldu. O dönemki MEB, Köksal Toptan’a yargılanan İLKSAN yönetim kurulunun görevden alınmasına dair bir mektup yazan Eğitim-İş Genel Başkanı Niyazi Altunya’ya tazminat ve hapis cezasıyla karşı karşıya bile kalmıştı.

İLKSAN davasının sonucu ne oldu? İLKSAN’ın son durumu nedir?

Yöneticilerin hepsi arsa yolsuzluğu ve otomobil kampanyasındaki suçlardan yargılanıp hüküm giydiler.

Hatta hüküm giyen DYP’den Giresun milletvekili adayı olan İLKSAN Genel Başkanı Bilal Büyükada mahkum olunca Azerbaycan’a kaçtı. Fakat bir bayram günü memleketi Giresun’un Keşap ilçesinde yakalanarak cezaevine girdi.

Şu anda İLKSAN, Türk Eğitim-Sen elinde ve anlaşılan AKP burayı MHP’ye bırakmış görünüyor.

Bu kitabı yazmaktaki amacınız neydi? İLKSAN için neler yapılabilir?

Bu yolsuzlukla görünen o ki İLKSAN’ın ceza alan yöneticileri maddi çıkar etmişler,  siyasilerse seçim masraflarını bu kurum üzerine yıkmışlardır. Bu kitap yeniden göstermiştir ki sermayenin çeteci ve dinci yapıları her yerde göründüğü gibi bu kurumu da çürütmüş çıkar gruplarının arpalığı haline getirmiştir.

İLKSAN kurumunun tekrardan fabrika ayarlarına dönmesi gerekli. Öğretmenlerin yönettiği bir yapılanmayı tekrardan düzenlemek ve yönetime ilerici, laik, halkçı öğretmenleri taşımak için kolları sıvamak gerektiğini düşünüyorum.

ALİ ADIGÜZEL / soL-Söyleşi

KISA KISA GÜNDEM BAŞLIKLARI - 17 KASIM 2023 -

 

Hrant Dink cinayetinin araştırılması önerisi AKP ve MHP oylarıyla reddedildi (Birgün)

HEDEP’in Hrant Dink cinayetinin tüm yönleriyle araştırılması amacıyla verdiği önergenin diğer önergelerin önüne alınarak bugün TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmesi önerisi; AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla reddedildi.(https://www.birgun.net/haber/hrant-dink-cinayetinin-arastirilmasi-onerisi-akp-ve-mhp-oylariyla-reddedildi-483988)
Almanya'da yeni yasa teklifi: Vatandaşlık kriterlerine 'İsrail karşıtı olunmaması' şartı eklensin(soL)
''Antisemitlerin vatandaşlığa alınmasına karşı yasa tasarısı'' Federal Almanya Parlamentosuna sunuldu.

İsrail-Filistin savaşında Almanya’nın Israil yanlısı tutumu, vatandaşlık başvurularında “İsrail karşıtı olunmaması” şartına dair bir yasa tasarısının parlamentoda görüşülmesiyle devam ediyor. CDU/CSU (Hristiyan Demokrat Partisi ve Hristiyan Sosyal Birliği) meclis grubu, bugün ilk kez Federal Meclis genel kurulunun gündemine gelecek olan "antisemit yabancıların ikametine son vermek ve vatandaşlığa alınmalarını önlemek için" bir yasa tasarısı sundu. Tasarı kabul edilirse "yurtdışından 'göç eden' antisemitizmin daha da güçlenmesi ve yayılmasına karşı daha iyi koruma sağlamak için" ikamet, iltica ve vatandaşlık yasalarında değişiklikler yapılacak. Hristiyan Demokratlar, ikamet yasasına yeni bir paragrafın eklenmesini istiyor, buna göre antisemitizm kapsamındaki bir suç, sınır dışı edilmeyle sonuçlanacak. Tasarıya göre, iltica ve mülteci yasası, antisemit bir suçtan mahkumiyetin en az altı ay hapis cezasıyla sonuçlanacak ve Almanya'da insani korumanın verilmemesine veya kaybedilmesine yol açacak şekilde değiştirilecek. Tasarıyı parlamentoya sunan meclis grubu, Alman vatandaşlığının kazanılmasının İsrail'in var olma hakkına bağlılığa ve vatandaşlığa başvuran kişinin İsrail devletinin varlığına karşı herhangi bir girişimde bulunmadığına veya bulunmayacağına dair bir beyana bağlı olmasını istiyor. Tasarıya göre, "Başvuru sahibinin antisemitik bir tutum sergilediğine dair gerçek, sarsılmaz göstergeler" söz konusuysa, vatandaşlığa kabulü açıkça reddedilmelidir. Ayrıca Birlik, vatandaşlık yasasında "en az bir başka vatandaşlığı olan kişilerin antisemitik bir suçtan hüküm giymeleri ve en az bir yıl hapis cezasına çarptırılmaları halinde Alman vatandaşlıklarını kaybedecekleri"ne dair yeni bir vatandaşlık kaybı hükmünün yürürlüğe konulmasını istiyor.

20 yılın ödülü işten çıkarma(Yusuf Tuna KOÇ-Birgün)
ODTÜ'nün 20 yıllık çalışanı Serdal Delibal, kod 46 ile işten çıkarıldı. Delibal için bugün eylem yapılacak.(https://www.birgun.net/haber/20-yilin-odulu-isten-cikarma-483534)

Milyarlık ihaleyi Kalyon’a verdiler (İsmail Arı-Birgün)
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Diyarbakır’daki Babakaya Tüneli’nin ihalesini de Beşli Çete içeri-sinde yer alan Kalyon Holding’e verdi. Kamunun kasasından Kalyon Holding’e tam 3,1 milyar TL aktarılacak.(https://www.birgun.net/haber/milyarlik-ihaleyi-kalyona-verdiler-483770)

Kara kutuya 45 bin avro hibe(Mustafa Bildircin-Birgün)
Diyanet Vakfı’na, on binlerce avroluk hibe verildiği ortaya çıktı. Vakfın, “Gençliğe Yönelik Çalışmalar için Kurumsal Kapasite Geliştirme” projesine 45 bin 870 avro hibe desteği verildiği belirlendi.

Yıllık geliri 4 milyar TL’yi aşan Türkiye Diyanet Vakfı, yeni bir kazanç kapısı daha buldu. Kamuoyunda, “Diyanet’in kara kutusu” olarak nitelendirilen vakfın, Türkiye Ulusal Ajansı’ndan on binlerce avroluk hibe aldığı ortaya çıktı. Vakfın hibeyi, “Gençliğe yönelik çalışmalar için kurumsal kapasitenin geliştirilmesi” amacıyla kullanacağı bildirildi.(DİYANET VAKFI LİSTE BAŞI) Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Avrupa Birliği Başkanlığı’nın kuruluşu Türkiye Ulusal Ajansı, Erasmus programları kapsamında birinci başvuru döneminde sunulan projelerin değerlendirme sürecini tamamladı. Değerlendirme sürecinin ardından toplam 63 kurum ve kuruluşa hibe desteği saptandı. Ajansın hibe verdiği 63 kurum ve kuruluş arasında Türkiye Diyanet Vakfı da yer aldı. 2022 yılında, 3 milyar 161 milyon 966 bin TL’si yurttaşlardan toplanan bağışlardan oluşmak üzere toplam 4 milyar 68 milyon 358 bin TL gelir elde eden vakıf, toplam 63 kurum içinde en fazla hibe desteği alan ikinci kurum oldu. Diyanet İşleri Başkanlığı Türkiye Diyanet Vakfı’nın, “Gençliğe Yönelik Çalışmalar için Kurumsal Kapasite Geliştirme” projesi için azami 45 bin 870 avro hibe desteği verilmesi kararlaştırıldı. Diyanet Vakfı’nın ikinci sırada yer aldığı hibe sağlanan kurumlar listesinde yer alan diğer bazı kurumlar ve aldıkları hibe tutarları ise şöyle sıralandı: Şehit Adil Büyükcengiz Anadolu İmam Hatip Lisesi: Farklı Kelimeler Ortak Duygular: 53 bin 288 avro, Tarzan Eğitim ve Gençlik Derneği: İleri Dönüşüm Sanatı: 23 bin 098 avro, Marmara Gençlik Kurumu: Kültürel Mirasın Ortak Portresi: 22 bin 877 avro, Çevreci Hareket Topluluğu: Denizlerimizi Kurtaralım: 21 bin 499 avro, Sorgun Gençlik Derneği: Sağlıklı Yaşam için Spor: 20 bin 218 avro

Hatay'ın işgalini övmüştü: Yargı hilafet yanlısı imamı soruşturmaya değer bulmadı (soL)
Savcılık, Hatay’daki Fransız işgalini savunan imam Halil Konakcı’yla ilgili yapılan suç duyurusunu ''soyut'' buldu.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, hilafet çağrıları, laikliği, kadınları ve sanatçıları hedef alan açıklamalarıyla tepki çeken İstanbul Pendik Uluçınar Camisi imamı Halil Konakcı hakkında, “Hatay’daki Fransız işgalini övdüğü” sözleri üzerine yapılan suç duyurusu için “soruşturma yapılmasına yer olmadığı” kararı verdi.

Cumhuriyet’te yer alan habere göre, kararda “iddiaların soyut ve genel nitelik arz ettiği, somut bir bilgi, belge ve delile dayanmadığı” savunuldu. Kararda, “dosyadaki mevcut bilgi ve belgelere göre söz konusu iddiaların soruşturma açılmasını gerektirecek nitelikte olmadığı” iddia edildi.(Hilafet çağrısı yapmış, valilikte başında takkeyle ağırlanmıştı)

Sık sık kadınları hedef alan ve gerici açıklamalarıyla bilinen Halil Konakcı, Erzincan’da Vali Mehmet Makas tarafından ağırlanmıştı. Konakcı valiliği ziyarete başında takkeyle gitmişti.Konakcı'nın son dönemde basına yansıyan gerici ve kadın düşmanı açıklamalarından bazıları şöyle:

  • “Kadın erkek eşitliği tamamen yalan. Namazını kıldırt hanımına, başını örttür. Sokaklar kasap dükkânı gibi. Et görmekten içimiz dışımıza çıkıyor.”
  • “Dünyada iki ırk vardır, Müslümanlar ve kafirler.”
  • “Burası Müslüman ülke, ne işi var salyangozun soframızda? Devletin görevidir bu. Vatandaşına zararlı olan şeyi yasaklar. Dövmeyi de yasaklasınlar. Yaptıranların dükkanlarını kapatsınlar.”
  • “O sahip olsaydı başımızda, o makam (hilafet) hala başımızda olsaydı ne başörtüsüne ne çarşafa ne sarığa ne minareye ne ezana kimse konuşamazdı. Biz o makamı geri istiyoruz arkadaş. İslâm adına istiyoruz.”

Yine KYK, yine skandal: Asansör düştü, öğrenciler hastaneye kaldırıldı(soL)
KYK yurtlarındaki asansör arızları devam ediyor. Şimdi de Ankara'daki Çubuk Kız KYK yurdundaki içinde öğrencilerin bulunduğu asansör üçüncü kattan eksi 1'e düştü. (https://haber.sol.org.tr/haber/yine-kyk-yine-skandal-asansor-dustu-ogrenciler-hastaneye-kaldirildi-386696)

İBB’nin arazilerini elbirliğiyle iç ettiler (İsmail Arı-Birgün)
             Çevre Bakanı Özhaseki ile Pendik Belediye Başkanı Cin. (Fotoğraf: X / @ahmetcinpendik)

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile AKP’li Pendik Belediyesi işbirliğiyle İBB’nin devasa arazileri iç edildi. Kentsel dönüşümde kullanılması planlanan  araziler ile kreş yapılacak arazi İBB’nin elinden alındı (https://www.birgun.net/haber/ibbnin-arazilerini-elbirligiyle-ic-ettiler-484012)

Kadıköy betona doydu!(Aycan Karadağ-Birgün)
Kadıköy’deki Kalamış Parkı'na yapılmak istenen Meydan Projesi kapsamında beton dökülmesine bölge halkı tepki gösterdi: “Beton değil, yeşil alan  istiyoruz” (https://www.birgun.net/haber/kadikoy-betona-doydu-484073)

Satma sırası arazi ve lojmanlarda(İsmail Arı-Birgün)
Şeker fabrikalarını birer birer satan iktidar şimdi de gözünü fabrikaların arazilerine dikti. Üzerinde lojman binalarının yer aldığı Muş Şeker Fabrikası arazisi ile Bursa’da depoların bulunduğu araziler satışa çıkarıldı.

İktidar, Cumhuriyet’in tüm birikimleri teker teker satıyor. Özellikle son 21 yılda limanlardan fabrikalara varana dek kamunun tüm birikimleri yandaşlara satıldı ve bu dönemde özelleştirme rekoru kırıldı.Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre şimdi de daha önce özelleştirme adı altında satılan şeker fabrikalarının arazileri satışa çıkarıldı. Türkiye Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü’nün Bursa’nın Karacabey ilçesindeki yaklaşık 8 bin 500 metrekare büyüklüğündeki arazisi üzerindeki bina ve depolarıyla satışa çıkarıldı. Üzerinde iki depo ve lojman binalarının yer aldığı arazi için 29 Kasım’da ihale düzenlenecek. Ayrıca arazinin imar planlarına “Ticaret-konut alanı” olarak işlendiği de açıkladı. Muş’ta da daha önce özelleştirilen Muş Şeker Fabrikası’nın arazileri satışa çıkarıldı. Yaklaşık 61 bin metrekarelik arazi, üzerindeki lojman ve idari binalar ile birlikte satılacak. Özelleştirme Yüksek Kurulu 2018’de, Muş Şeker Fabrikası'nın 230 milyon 200 bin lira bedelle en MBD İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş. ile Öz Er-Ka İnşaat Turizm Elektrik Taahhüt Ticaret ve Sanayi A.Ş. Ortak Girişim Grubu'na satışına onay vermişti.

Kartal'da bisikletli kadını takip ederek tacizde bulunan erkek tutuklandı (Birgün)
                                                         
Plakaya dikkat

Kadıköy'de bisiklet süren bir kadının arkasından otomobiliyle Kartal'a kadar takip ederek cinsel tacizde bulunan Ersin Naci K. "Teşhir suretiyle cinsel taciz" suçundan tutuklanarak cezaevine gönderildi. (https://www.birgun.net/haber/kartal-da-bisikletli-kadini-takip-ederek-tacizde-bulunan-erkek-tutuklandi-483684)
Cinsel saldırı soruşturması açılan AKP'li belediye başkanı yine aday olacağını açıkladı(soL)
Kadın personele sarkıntılık ve cinsel saldırı suçlamalarıyla hakkında dava açılan AKP'li Gülüç Belediye Başkanı Demirtaş, partisinden istifa ettiğini ve yerel seçimlerde yine aday olacağını açıkladı.(https://haber.sol.org.tr/haber/cinsel-saldiri-sorusturmasi-acilan-akpli-belediye-baskani-yine-aday-olacagini-acikladi-386701)

(derleyen: mstfkrc)


Türkiye Cumhuriyetinin 101. yılı ve sonrası! - Rıfat Okçabol / soL

Ülke, adalet, bağımsızlık, toplumsal barış, dış borç, eğitim, ekonomi ve hukuk gibi alanlarda istenmeyen durumdaysa ki öyle, bu durum, Amerikancı/ piyasacı ve/ya da gerici iktidarlardan kaynaklanıyor.

Cumhuriyetimiz, AKP’nin 21 yıllık iktidarında 101’inci yılına girmiş bulunuyor. AKP’nin eğitim alanında 21 yılda gerçekleştirdiği dönüşümler şöyle özetlenebiliyor:

  • Avrupa Birliği’nden 2004’te kopya edilen ilköğretim programıyla ‘girişimci’, 2011 yılında kabul edilen 652 sayılı KHK ile ‘rekabetçi’ ve 2017-2018’de yürürlüğe giren müfredatla da, biyoloji dersinde evrim ünitesi çıkarılıp ‘laik ve bilimsel anlayıştan uzak Osmanlı hayranı’ öğrenci yetiştirilmesi hedefleniyor.
  • 2005’ten beri öğrencilere çağdaş/Cumhuriyet değerlerini içermeyen ‘değerler eğitimi’ dayatılıyor.
  • Bir Amerikalının başkanlığındaki Fulbright Komisyonu üyeliğini içine sindirebilmiş olan gerici ve piyasacı Prof. Dr. Ziya Özcan, 2007 Aralığında YÖK başkanlığına getiriliyor. Bu başkanı Fetöcü/tarikatçı başkanlar izliyor. Yükseköğretimde en hızlı artış ilahiyat fakültesi ve öğrencisinde yaşanıyor.
  • Seçme sınavlarıyla oynanıyor, 2008’de Seviye Belirleme Sınavı getirilip din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) dersi ile yabancı dil dersinden de soru sorulmasına başlanıyor. 2017’de getirilen adrese dayalı Liseye Geçiş Sınavı’yla da, daha çok öğrencinin sırasıyla imam hatiplere, meslek liselerine, açık liseye ya da özel liselere gitmesi hedefleniyor. Yükseköğretim Kurumları Sınavı da, baraj puanının düşürülmesi gibi uygulamalarla imam hatiplilerin işini kolaylaştırmak için yapılandırılıyor.
  • 2011’de çıkarılan, 651 sayılı KHK ile Türkiye Bilimler Akademisi’nin bilimsel niteliği sona eriyor; 653 sayılı KHK ile de Kuran kurslarına başlamak için beşinci sınıfı bitirmiş olma koşulu kaldırılıyor.
  • Başbakan, 2012 başlarında gençlerin “Dininin ve kininin davacısı olmalarını” istiyor. Mart 2012’de pek çok maddesi Anayasa’ya aykırı olarak çıkarılan 4+4+4 yasası ile başbakanın isteği yerine getiriliyor. Her yerde imam hatip okulu açılırken, sınavsız girilen liseler kapatılıyor. Seçmeli olsa da uygulamada zorunlu hale ‘Kuran-ı Kerim’, ‘Hz. Peygamberimizin hayatı’ ve ‘Temel Din Bilgisi’ dersleri programa giriyor. Yönetmelik değişiklikleri ile öğrencilerin çağdaş giysileri giymesi yasaklanırken türban serbest bırakılıyor, her okulda mescit açılıyor.
  • AİHM’nin, 2014’te verdiği DKAB dersinin zorunlu ders olamayacağı kararı hâlâ uygulanmıyor.
  • Diyanet, tarikatlar ve merdiven altı kuruluşlar desteklenerek, laik ve bilimsellik karşıtı öğretim yaygınlaştırılıyor.
  • AKP iktidarında, İslam toplumunu hedefleyen yayın ve etkinlikleriyle öne çıkan pek çok dernek ve vakfın kurulduğu görülüyor. Bunlardan AKP’nin yakın işbirliği içinde olduğu Fetöcüler 15 Temmuz 2016’da darbe yapmaya kalkışınca, bir kısmı tasfiye ediliyor. Ancak belki de tasfiye edilenler kadar Fetöcü de tutum değiştirip AKP’ye yanaşarak bildiğini okumaya devam ediyor. Ayrıca, Fetönün yerini AKP’nin işbirliği içinde olduğu başka tarikatlar almış bulunuyor.
  • 29 Ekim 2016’dan bu yana AKP’ye yakın olmayan kişiler rektör olamıyor.
  • 3-5 Mart 2017 tarihlerinde toplanan 3. Millî Kültür Şurası’nda, “Bir iktisadi temele dayalı 25-50-100.000’lik İslam şehirlerinin” oluşturulması öneriliyor.
  • Ankara İlahiyat Fakültesi’nin 70. Yıl Kutlama Töreni’nde konuşan AKP lideri, “... İnşallah dindar bir gençlik, dindar bir nesil sizin ellerinizde yetişecek. ... Müslümanların en büyük özgürlüğünün Allah’a boyun eğmesinden daha büyük özgürlük olur mu? Bunu başarmadan diğer hiçbir çabamızı anlamlandırma şansımız olmaz. ... Gelecek neslin inşası noktasında da Allah’a hamdetmekten başka bize bir şey düşmez. Hamdedeceğiz ve azmedeceğiz” diyor.
  • 2020’de, dünya mirası olarak 1934’te müze yapılan Ayasofya, yeniden camiye dönüştürülüyor.
  • Mart 2021’de AKP lideri, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması kararını alıyor.
  • Temmuz 1921’de AKP lideri, “Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok” diyor.
  • Ağustos 2021’de diyanet, devlet protokolünde Genelkurmay Başkanlığı’nın önüne alınıyor. Anayasa’nın 136. maddesine göre, “… laiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirmesi” gereken diyanet, her karar ve uygulamasıyla Anayasayı ihlal ediyor.
  • 4 Haziran 2023’te, imam hatip kökenli üçüncü kişi milli eğitim bakanlığına getirilir getirilmez karma eğitimin kaldırılabileceğinden söz ediyor.
  • Okullar açılırken, ders çizelgelerinde değişiklik yapılarak seçmeli din dersi sayısı artırılıyor. Arkasından da okullarda imamların/hafızların yürüteceği ‘manevi danışmanlık’ uygulaması başlatılıyor.
  • Laik Anayasal düzenin bekçisi/savunucusu olması gereken Cumhuriyet Başsavcısı, manevi rehberlik uygulamasının- hafızların/imamların okullarda ders vermesinin ve de sosyal/psikolojik sorunlara bilim dışı yaklaşılacak olmasının- “Atatürk ilke ve inkılaplarına, laiklik ilkesine ve çağdaş bilim ve eğitim esaslarına aykırılık oluşturmadığını” söyleyebiliyor.

AKP iktidarında,

  1. değerler eğitimiyle,
  2. seçme sınavlarında DKAB dersinden soru sorarak,
  3. 4+4+4 yasasıyla,
  4. imam hatipleri yaygınlaştırıp din derslerini artırarak,
  5. Diyanet, tarikat ve merdiven altı okullarıyla, yayın ve etkinlikleriyle,
  6. manevi rehberlik uygulamasıyla,
  7. Osmanlı ve hilafet hayranlığı körüklenerek,
  8. 2015’te Türkiye Uluslararası İslam, Bilim ve Teknoloji Üniversitesi, 2016’da Türkiye Maarif Vakfı ve 2022’de de Diyanet Akademisi kurularak,
  9. Cumhuriyetin aydınlanmacı değerleri yadsınarak eğitim sisteminin, bilimin ve toplumsal yaşamın dinselleştirilmesine çalışılıyor

Yukarıda özetlendiği üzere ülkemizde piyasacı ve gerici söylemler, eylemler ve uygulamalar yaygınlaşırken, Cumhuriyetin 100. yılında toplumun, hem de büyük bir coşkuyla, Cumhuriyet’e ve Cumhuriyeti kuran kadrolara sahip çıktığı görülüyor. Bu coşku, doğal olarak insanın içini ısıtıyor.

Ancak Amerikancı/piyasacı ve gerici iktidarlar oldukça, Cumhuriyete ve değerlerine sahip çıkmanın kolay olamayacağını görmek gerekiyor. Cumhuriyetin 100. yılında ülke, adalet, bağımsızlık, toplumsal barış, dış borç, eğitim, ekonomi ve hukuk gibi alanlarda istenmeyen durumdaysa ki öyle, bu durum, Amerikancı/piyasacı ve/ya da gerici iktidarlardan kaynaklanıyor.

Barış, huzur ve güven içinde yaşamak için, Cumhuriyetin 101. yılında ve sonrasında ülkenin Amerikancı/piyasacı, gerici ya da liberaller tarafından değil, bağımsızlık yanlısı, barışsever, yurtsever, laik ve demokratik hukuk devletinden yana olanlar tarafından yönetilmesi dışında bir çözüm bulunmuyor.

Rıfat Okçabol / soL

2024 ve sonrasında Türkiye: IMF senaryosu - (Korkut Boratav-soL)

 

Sermayenin tahakkümünü daha da ağırlaştıran bu ortam faşizme geçiş içinde yaşanmaktadır. Bileşkesini, ekonomiyi ve tümüyle üstyapıyı içeren kapsamlı bir çürüme olarak ifade edebiliriz.

İktisat çevrelerinde yaygın bir tespit var: “IMF’siz bir IMF programı içindeyiz; ödünsüz uygulanması Mart 2024 seçimlerinden sonra başlayacak…”

Ekonomi yönetimini devralan ekip, bu programın ana çerçevesine vakıf olduğunu çeşitli vesilelerle açıkladı. Kritik ipucu, ücretlere dönüktür. TCMB başkanı, ücret artışlarının enflasyonist etkisini bu yakınlarda vurguladı (Ekonomim, 6 Kasım 2023). Mehmet Şimşek “emekçilerin enflasyon farkı ödemelerine son verileceğini”, çapraşık bir Türkçe ile Orta Vadeli Program (OVP) içine (s.21) yerleştirdi.

IMF programına Mart 2024 seçimleri yüzünden “sızmış” ödünler, yeni ekonomi yönetimi tarafından da onaylandı. Nitekim OVP, neoliberal ilkelerle siyasal öncelikler arasında bir uzlaşma belgesi olarak hazırlandı. Özelliklerini bu köşede açıklamıştım (soL Haber, 15 Eylül 2023). Mesela 2023-2026 arasında kamu açıkları millî gelirin yüzde 4,8’i boyutunda daralacak. Millî gelirin büyümesi ise (ne hikmetse?), yüzde 5’e yükselecek.

Saray, Mart 2024 sonrasında dört yıllık seçimsiz bir iktidar dönemine kavuşacaktır. Cumhurbaşkanı, niyetini belli etti: Seçimsiz yıllarda anayasal engeller ayıklanacak; halk muhalefeti bastırılacaktır. Bu “dikensiz gül bahçesi”, ödünsüz bir neoliberal programın ideal ortamıdır. Erdoğan, insan haklarının uluslararası finans kapital için önem taşımadığını biliyor. Program uygulanacak; dış kaynak akımları canlanacaktır.

O zaman sorgulayalım: IMF’siz bir IMF programının ödünsüz uygulanması, Türkiye için ne tür bir ekonomik senaryo öngörmektedir? Yanıtı, doğrudan IMF’den arayalım.

IMF’nin Türkiye belgeleri
IMF’nin Türkiye ekonomisi üzerindeki iki belgesini, 21 Nisan ve 13 Ekim 2023 tarihlerinde Sol Haber’de yayımlanan iki yazıda inceledim. İlk yazı, IMF’nin Nisan 2023 veri bankasında yer alan Türkiye öngörülerini gözden geçiriyordu. İkinci yazı ise Eylül sonunda Türkiye’ye gelen IMF uzmanlarının yayımladığı basın duyurusu tartışıyordu.

Ekim 2023’te IMF/WEO veri bankasındaki istatistikler tümüyle güncelleştirildi. Türkiye ekonomisinin 2023-2028 dönemine ilişkin önemli öngörülerini (son dört yılın ortalamaları ile) aşağıdaki tabloya alıyorum.


Bilinenleri hatırlatalım: Kapitalist dünya sisteminin üst-örgütlerinden biri IMF’dir; neoliberal doktrini inşa eden ve hayata geçiren kurumlardan biridir. Yönetiminde ABD’nin ‘ağırlığı vardır; ülkelere ilişkin her kritik kararda ağırlığını kullanır. IMF’nin uzmanlığı ekonomi alanındadır. “Neoliberal yapısal uyum politikaları” sınıflar-arası bölüşüm ilişkilerinde tarafsız değildir. Ana sözleşmesi ise IMF’yi güncel siyasetin dışında tutar.

Bu biçimsel kısıtlamanın yanıltıcı olduğu IMF-ülke ilişkilerinde ortaya çıkar. Örneğin 1980’de ve 2002’de Türkiye’deki iktidar değişikliklerinde IMF programlarının belirleyici rol oynadığına yakından tanık olduk.

Bu Ekim’de IMF’nin güncelleşmiş Türkiye öngörüleri bu nedenle büyük önem taşıyor. Kapsamlı bir ekonomik dönüşüm tasarlandığını belirleyebiliyoruz. Saray iktidarı son yedi yılda “yerli ve millî sermayeyi sınırsız ihya ederek” güçlenmiştir. IMF öngörülerinde içerilen senaryo, sermayenin tahakkümünü bu kez yeniden uluslararası ortama ve 2028’e taşımaktadır.

Kısaca deşifre edelim.

Temel değişim: Finans kapital desteğinde durgunlaşma
IMF, 2023-2028 döneminde Türkiye ekonomisinin durgunlaşarak kendine özgü bir istikrara ulaşacağını beklemektedir.

Temel varsayım, geçmiş yedi yılda neoliberal ilkeleri çiğnemiş olan “aykırı” politikalardan geleneksel reçeteye dönüştür. “Sağduyulu bir ekonomiye geçiş”, parasal ve malî disiplin yöntemleriyle gerçekleşecektir. IMF öngörülerinde sadece kamu maliyesi için nicel göstergeler veriliyor. Bunları yukarıdaki tabloya almadım. Özetle 2023 sonrasında kamu açığı/millî gelir oranı 2,8 puan gerileyecek; bu ayarlama büyük ölçüde kamu harcamaları (2,3 puan) daralarak gerçekleşecektir.

Parasal ve malî disiplin, 2016-2022’de gerçekleşen yüzde 4,3’lük büyüme temposunu yüzde 3,2’lik bir patikaya yerleştirecektir (Tablo, satır 1).

İstikrar göstergeleri, “Türkiye’ye özgü”dür. Enflasyon çok ılımlı bir tempoyla biraz hafiflemekte, dönem sonunda bile yüksek oranlarda kalmaktadır: 2025-28 TÜFE ortalaması yüzde 40’ı aşmaktadır (Tablo, satır 3).

Buna rağmen IMF, Türkiye ekonomisinin dış kaynak sıkıntılarıyla karşılaşacağını düşünmüyor. Göstergeleri tabloda yer alıyor: Cari işlem açığı ortalaması yüzde 3 civarındadır (satır 5). Dönem boyunca dolar kurundaki artış, TÜFE’nin gerisinde seyrediyor (satır 3 ve 4). Yani, TL reel olarak değerleniyor, dolar ucuzluyor. Bu nedenle de dolarlı GSYH, reel büyüme ortalamalarını aşmaktadır (satır 1 ve 2).

Nasıl mümkün oluyor? Tek açıklama, dış kaynak akımlarının cari işlem açıklarını fazlasıyla aşmasıdır. IMF, parasal daralmayı temsil eden TCMB politika faizlerinin yüksek enflasyonun da üstüne yerleşeceğini bekliyor; ama nicel öngörü yapmıyor. Döviz kurunu aşan TL faizleri, spekülatif finans kapitalin “arbitraj getirileri” için ideal ortamdır. Tabloya almadığım öngörülere göre altı yılda 240 milyar dolar cari işlem açığı “fazlasıyla” karşılanacaktır. Yabancı sermaye girişleri rezervleri de besleyerek TL’yi değerlendirecektir.

Bu öngörüler, dış ekonomik bağımlılığın devamı anlamındadır. AKP’nin 2003-2007 Lale Devri’ne benzetmeyiniz, çünkü ithalat bağımlılığı bu kez durgunlaşan bir ekonomi içinde gerçekleşecektir.

Durgunlaşmanın toplumsal maliyeti
AKP iktidarının “aykırı” politikalarını içeren 2015-2022 ile IMF’nin 2024-2028 dönem öngörüleri arasında büyüme temposu (%4,3→%3,2) 1,1 puan yavaşlayacaktır (Tablo, satır 1). Toplumsal yansıması nasıl olacak?

Türkiye, 2023 dönemecine emek karşıtı çok ağır bir bölüşüm şoku yaşayarak girdi; göstergelerini defalarca ve ayrıntılarıyla açıkladık. IMF, sınıfsal bölüşüm göstergeleri ile ilgilenmez. Öngörülerinde sadece dar tanımlı işsizlik göstergesi (Tablo, son satır) yer alıyor: Son beş yılda 0,3 puanlık “ılımlı” bir artış bekleniyor.

AKP’nin Türkiye’ye “armağan” ettiği toplumsal bunalımın açık göstergelerinden biri olan “geniş tanımlı işsizlik”, TÜİK tarafından “atıl işgücü oranı” başlığı altında derlenmektedir. 2015 sonrasındaki yüzde 4,3’lük büyüme, atıl işgücü yüzdesini altı puan civarında sıçratmıştır. Ocak-Eylül 2023 ortalaması %22,8’dir.

Önümüzdeki beş yılda yüzde 3,2’ye yönelen bir durgunlaşma eğiliminin Türkiye’yi sürükleyeceği toplumsal tabloyu kurgulayın: Geniş işsizlik oranının faal nüfusun dörtte birini aşması beklenir. IMF, boşta gezen gençlerin, diplomalı işsizlerin daha da yığılacağı bir Türkiye mi tasarlamaktadır?

Bir 'çürüme' senaryosu
Daha da vahimi var: IMF senaryosu yüzde 40’lık bir enflasyonun süregeleceğini öngörüyor. Uluslararası sermayeye açılan Türkiye, bu sayede “yerli ve millî sermaye” için bir “teselli ödülü” sunuyor. Açıklayalım:

Yeni ekonomi yönetimi, yükselen enflasyonda ücretleri sorumlu tutmaktadır. Bu iddia yanlıştır. Türkiye’de ücret payını eriten etkenlerin başında enflasyonun hızlanması geliyor. Son yılların enflasyonunda kâr marjlarındaki artışların katkısı belirlendi; bulgular yayımlanacaktır. 2028’e kadar yüzde 40’ın üzerinde seyredeceği öngörülen enflasyon, emekçi saflarındaki derin yoksullaşmayı daha da yaygınlaştıracaktır.

Sermayenin tahakkümünü daha da ağırlaştıran bu ortam faşizme geçiş içinde yaşanmaktadır. Bileşkesini, ekonomiyi ve tümüyle üstyapıyı içeren kapsamlı bir çürüme olarak ifade edebiliriz. Türkiye’nin bu geleceğe mahkumiyeti kabul edilebilir mi?

Ağır tarihsel sorumluluk Türkiye’nin sosyalist, devrimci akımlarına, örgütlerine, partilerine düşmektedir. Birlikte direnme yöntemlerini keşfederek hak etmeleri gerekecektir.

(Korkut Boratav-soL)