AKP emrinde yeni anayasaya yönelen her siyasetçi sorumludur. (İzzettin Önder)
Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki çatışma kadar, Ogün Samast’ın tahliyesiyle ortaya saçılan olumsuz sonuçların çözümünün yeni bir anayasa yapılması koşuluna bağlanması kesinlikle gerçeklikten uzak olup, AKP’nin her bahanede kendi düşüncesine ya da çıkarına uygun yeni bir anayasa yapılması arzusunun kahredici sonucudur. AKP, aklına ve misyonuna uygun olarak, Türkiye’nin toplumsal rejimini ve düzenini değiştirmeyi hedeflemektedir. Bu hedefe adım adım ilerleyen AKP son seçim sonrasında hedefe yaklaştığı izlenimi almış olacak ki son darbeyi vurmaya yeltenmektedir.
Gerek Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki çelişme gerek Can Atalay meselesinde bir çıkmaza girilme görüntüsü ya da tüm siyasi liderlerin tercihlerine aykırı olarak (!) Ogün Samast olayının da makul bir sonuca ulaştırılamaması hukuki altyapının yetersizliğini değil, siyasi otoritenin keyfiliği ve fırsatçılığını gösterir. Şöyle ki her bir toplumsal olay için ne kanun oluşturulur ne de kanun maddesinin Anayasa’nın münferit olaylarla uzaktan yakından bir ilgisi vardır. Peki, karşılaşılan bir olay nasıl çözülür? Çok basit: Hukuk sistemi ve kanunların yazılış felsefesi ve ruhu ile çözülür. Bundan dolayıdır ki hukuk sistemi salt yasalardan oluşmaz, içtihatlar, hatta teamüller sistemde önemli bir yer tutar. Kamu hukuku alanı dışında, bir sorunla karşılaşan bir yargıcın, kanun koyucu gibi davranarak, var olan yasaların toplumsal felsefesi ve ruhuna uygun şekilde karar verebileceği açık bir hükümdür. Kamu hukuku alanında ise örneğin iki yüksek mahkeme arasındaki ihtilaf, yaratılmaması açısından da oluşmuşsa çözümü açısından da kanun ya da anayasa maddesi ile değil, içtihatlar ya da teamüllerle çözülür. İki yüksek yargı arasındaki ihtilaf için anayasa değişikliği önerisi, her iki yüksek kurum için züldür. Bilindiği üzere, İngiltere’de yazılı bir metin olarak anayasa yoktur, peki İngiltere bir anayasal devlet değil midir? İngiltere bir anayasal devlettir, karşılaşılan sorunlar anayasal ruh bağlamında içtihat oluşturularak çözülür. Bir ülkede hemen hemen her olayı düzenleyen ne kadar çok yasa varsa, yazılı anayasada ne kadar çok madde varsa, o ülkenin gelişmişlik düzeyinin oldukça alt sıralarında olduğu anlaşılır.
Daha somut olarak şu soruyu soralım ve yanıtlamaya çalışalım. Farz edelim ki gerçekten var olan anayasa ile işler yürütülemiyor ve yeni bir anayasaya ihtiyaç vardır. Böyle bir durumda sorulacak soru şudur: Yapısı ve ruhu ile yeni anayasayı kim yapabilir? Bu soruya yanıt vermeden önce, anayasayı tanımlamamız gerekmektedir. Hukuk dünyasında anayasa, devleti ve organlarını kuran ve tanımlayan, görevlerini belirleyen ve yetkilerini sınırlayan toplumsal uzlaşma metnidir. Dikkat edilir mi, her şeyden önce anayasa devleti kurar, niteliğini belirler ve organlarını oluşturur. Saniyen anayasa devlet aygıtının görevlerini belirleyip, hareket alanını sınırlayan adeta bağlayıcı bir üst yasadır.
Peki, bugün anayasa yapmaya kalkan AKP ve bileşeni MHP, hatta tüm Meclis devlet midir? Hayır, devlet değildir, zira devlet tüm organları kapsayan soyut dokudur. Böylesi bir soyut doku içinde yer almış olan parlamento ve partiler, tam ittifak halinde olsa dahi ruhu ve lafzıyla yeni bir anayasa yapabilir mi? Hayır, çünkü kurulmuş Meclis var olan anayasaya göre oluşturulmuştur. Bu duruma da bir bakalım. Hukuk tartışmalarına girmeden, salt mantık yolu ile meseleye bakarak lütfen bir düşünelim. Genel seçimlerin ertesinde mazbatalarını alan milletvekillerinin parlamentoda yaptıkları ilk icraat nedir? İlk icraat aşağıda verilmiş olan yemin metnini, namusları üzerine yemin ederek okumaktır.
“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
Bu yemin metnini okuyan milletvekilleri, yeminleri gereği Anayasa’yı koruyacakları ve hükümlerine uyacaklarına dair söz vermiş olmazlar mı? Bu iddia doğru ise emir hangi yüksek makamdan gelirse gelsin, nasıl olur da milletvekilleri bizzat vicdan ve namuslarını çiğneyerek bu Anayasa’nın ruhunun tadiline kalkışır? Anayasa’ya yemin, Anayasa’nın hiçbir maddesinin değiştirilemeyeceği ya da ufak bazı ilaveler yapılamayacağı anlamına gelmez. Ancak Anayasa’da yapılan tüm değişikliklerin Anayasa’nın lafzına ve ruhuna uygun olması gerekir. Anayasa’ya göre seçilmiş ve Anayasa üzerine yemin etmiş hiçbir milletvekilinin, ya da Meclise hakim bir siyasi partinin, hatta Meclis ittifakının dahi lafzı ve ruhuyla yeni bir anayasa yapma yetkisi olmayıp ancak Anayasa’nın ruhunu bozmayana ufak değişiklikler yapabilir.
Peki, gerçek ihtiyaç karşısında yeni bir anayasayı kim yapar? Toplumsal uzlaşma belgesi olarak yeni bir anayasa yapılma zarureti ortaya çıktığında, özel olarak oluşturulmuş ve anayasayı yaptıktan sonra dağılan ‘kurucu meclis’ görev alır. Kurucu meclis anayasayı yapıp, gerekirse halk oylamasından da geçirildikten sonra siyasi partiler bu kez yeni anayasa hükümlerine göre seçime girer ve parlamentoyu oluştururlar.
Hukuk sistemi araçsallaştırılıp, siyasi otoritenin hizmetine alınması garabeti, ülkeyi kabile rejimine sürükleyen AKP döneminde zirveye ulaşmıştır. Şu konuya halkımızın çok dikkat etmesi gerekir ki hukuk alanının zorlanması salt AKP’nin habis fikri değildir. Para peşinde çırpınarak çevreye saldıran AKP’nin bu talebini bir başka açıdan ele almamız gerekir. Cumhuriyet yönetiminde Batılılaşma şeklinde kurgulanan kuruluş felsefesinden günümüzün Ortadoğu’laştırma mantığına geçiş Batı dünyasının Türkiye üzerindeki planının bir sahnesidir. Bu sahnenin Batı’ya sağlayacağı avantaj ikilidir. Birincisi, Batı Türkiye’yi kendi alanı dışında tutarak, bazı imtiyazlardan mahrum fakat sömürüye açık hale getirmektir. İkincisi, Müslüman ve görece en fazla Batılılaşmış görüntüsüyle Türkiye’yi İslam ülkelerine örnek oluşturarak, onları da Türkiye’nin peşinde hem sömürüye açık hem de ılımlı İslam safsatasına iterek, İslam’ı korku havuzu olmaktan çıkarmaktır.
Öyle anlaşılıyor ki İslam motifli yeni anayasa salt AKP ya da lider hatta geri yapılı sermaye ve burjuvazi tercihi olmayıp, yeni şekillenen dünyasal koşullarda Batı emperyalizminin kendi yönünde amaçladığı politikanın etkin bir aracı rolünde devreye sokulmak istenmektedir. Ulusları olduğu kadar ulusların kutsallarını da bizzat uluslardan ve onların liderlerinden daha derin inceleyen Batılı merkezler, komünizmi şimdilik halletmiş olarak, gelecekte kendilerine yeni tehdit gördükleri İslam’a yönelik de önlemler düşünmektedirler. Kısacası, zannedildiği gibi, AKP kendi oyununu oynamamakta, bir kez daha kandırılmış olarak ya da FETÖ’yü ikame ederek, Batı’nın emrinde davranış sergilemektedir. Bu süreci halkımızın bir bölümünün dincilik olarak algılayıp, şiddetle karşı çıkması da Batı’nın planlarının perdelenmesine yol açmaktadır.
Batılılaşarak Batı’ya kafa tutmak ancak büyük zaferlerin kahraman lideri ve halklarının harcı iken; Batı’nın oyununa dahil olarak Batı’nın emrine girmek ise cahil cesareti ile siyasete soyunan dar ufuklu siyasilerin işi olsa gerek!
Bu çerçevede herhangi bir partinin veri parlamento çatısında yeni bir anayasa yapımında yer alması, hatta olasılıklar bağlamında tartışmaya girmesi dahi kendi namus sözüne olduğu kadar, halkımıza da hakarettir.
/././
Sefer Selvi
/././BP giderken ardından düşünmek: Kandırma bizi bakan! (Bülent Falakaoğlu)
Tam da…
Hazine Bakanı Mehmet Şimşek ülke ülke dolaşıp para ararken…
Uluslararası para babalarını Türkiye’ye yatırıma ikna etmeye çalışıp, davet ederken…
770 istasyonu bulunan BP Türkiye’den çekildi. ‘Dükkanı’ Petrol Ofisi’ne devretti gitti.
Tam 111 yıldır Türkiye’de faaliyet gösteriyordu.
***
‘Ne ala! Bir sömürgeciden kurtulduk mu?’ diyeceğiz.
Alan kim?..
Bakmayın siz alanın, “Enerji sektörünün milli gururu Petrol Ofisi Grubunun daha da güçlenmesini sağlayacak adımı atmaktan ötürü son derece mutluyuz” demesine.
Satın alan Petrol Ofisi de Hollanda merkezli enerji ve ticaret devi Vitol’un…
Ortaklık yapısı hayli gizemli…
Tam bir ‘karanlıklar prensi’! “Sorunlu coğrafyaların şirketi” olarak tanımlanıyor.
GELEN YOK GİDEN ÇOK
Sadece BP değil…
Mazda…
Fransız Total de…
Türkiye’den çekilen markalar arasında!
Son 3 yılda Türkiye’den çıkan marka sayısı 100’ü buluyor.
***
Rasyonel politikalar sonucu yabancı sermayenin geleceği söyleniyordu oysa…
Bırakalım yatırıma geleceği giden sıcak para bile geri gelmedi.
Şimşek şimdi diyor ki… ‘Uzun vadede gelecekler; attığımız adımların ne kadar sağlam olduğunu gördüklerinde…”
Hatırlarsanız…
Seçimlerin hemen ardından başta Körfez sermayesi olmak üzere küresel sermayenin Türkiye’ye para yağdıracağına ilişkin masallar anlatılıyordu.
Birleşik Arap Emirlikleri ile anlaşma imzalanmıştı… Sözde kısa zamanda Türkiye’ye 40-50 milyar dolar girecekti.
Hem küresel sermayenin yatırım iştahı zayıf hem de henüz Türkiye ekonomisine koşa koşa gelmeye hiç hevesli değiller.
Körfez’den , Katar, Kuveyt ve Suudi Arabistan’dan üç beş damlar ama o da koşullu, hedefli? Zamanı da belirsiz!
Neden Türkiye’nin ‘genç ve dinamik nüfusuna’ ve ‘büyüme potansiyeline’ güvenmiyorlar acaba?
ANLATILAN HİKAYE HOŞ AMA…
Yabancı sermaye gelecek. O gelince döviz ucuzlayacak. Döviz ucuzlayınca enflasyon düşecek… İhracat artacak, ekonomi büyüyecek…
Öyle olmuyor. Anlatılan hikaye kulağa hoş geliyor da karşılıksız!
***
Döviz gelmeyince kurlar yükseliyor. Kurlar yükseldikçe enflasyon artıyor.
Çünkü üretim dışa bağımlı! Kur artışı, maliyeti ve fiyatları artırıyor.
Altılı masa muhalefeti ve iktidar çözmek yerine, ‘Ortodoks’ dedikleri politikada buluşup, kolaya kaçıyorlar: Gelmiyorlarsa bol faiz verip gelmelerini sağlayalım!
İyi de hangi oranla?...
Borçlanma ihtiyacı çok, faizi hükümet değil, borç veren belirliyor!
Ah finansal bağımlılık ah!
Görüldüğü gibi sadece üretimde değil dışa bağımlılık.
Üstelik de… ‘Yerli-milli’ söyleminin örtemeyeceği kadar da fazla
***
Bu arada…
Altılı masa muhalefetinin ‘faiz faiz’ diye bağırmasına hiç gerek yok!
Dünya kadar faiz ödenecek zaten.
Ödeniyor da…
Bu yılın ilk on ayında faiz için 537 milyar 700 milyon TL ödendi.
Seneye ikiye katlanacak.
Vatandaşı vergi ile soy faize ver, bu mu çözüm?
HEP AYNI NAKARAT
Yüksek faize rağmen gelmeyince yabancı sermaye, mazeret de hazır.
“Vay efendim, Şimşek programına iktidar halel getiriyor; Hukuk krizi yabancı sermayeyi ürkütüyor”.
Yok efendim… “Yabancılar şeffaflık arar, hukuk işliyor mu?’ diye bakar”mış.
Net bir şekilde vurgulayalım: Hemen ‘siyasi’ diye damgaladığınız gelişmelerin çoğu -BP’nin gidişi dahil- ekonomik!
***
Bu arada faizler yükseldikçe, piyasanın kredi talebi düşüyor. Ekonominin yavaşlayacağının habercisi…
Yavaşlama geniş halk kesimlerini vuracak.
İşsizliğin arttığı, enflasyonun da düşürülemediği feci bir girdaba girilecek.
Çözüm diye dayatılan iki model de emekçi kesimleri vuruyor.
İlki sermaye girişlerine dayalı model. Türkiye’nin ekonomisini üretim ve finans açısından bağımlı hale getiren model: Ülkenin artı değerine el koyup duruyor, finali de döviz krizi ile bitiyor.
İkincisi ise… Faiz indirimleriyle bağımlılık ilişkisinin tersine döneceğine inanan model.
2021-2023 arasında uygulanan bu modelin de sonuçları ortada.
***
Kalkındık, uçtuk, fevkalade sanayileştik… Hikaye!
Bağımlılığı ortadan kaldıracak…
Bu iki modelin ötesine geçecek…
Alternatifleri ele almanın vakti geldi de geçiyor.
Kandırma bizi be Bakan; payanda olma be burjuva muhalefet. Emekçiler çok ağır bedeller ödüyor zira!
Altın madeninde patron, işçileri bile bile zehirlemiş (Özer AKDEMİR)
Kayseri’nin Develi ilçesinde bulunan Öksüt Madencilik’te çalışan işçilerin civadan zehirlenmeleriyle ilgili açılan davanın iddianamesi belli oldu. Savcı, maden yöneticilerinin bile bile önlem almadığını, işçilerin zehirlenmesine ve yaralanmasına neden olduklarını belirterek yöneticilerin yaralama suçundan cezalandırılmalarını istedi.
CİVA ZEHİRLENMESİ İŞÇİLERDEN UZUN SÜRE GİZLENDİ
Kanadalı Centerra Gold’a ait Öksüt Altın Madeninde civa zehirlenmesi skandalı, şubat 2022 tarihinde altın döküm odasının güvenliğinde çalışan 8 işçinin kanında ve idrarında yüksek miktarda cıva ve diğer ağır metaller tespit edilmesiyle ortaya çıktı. İşçilerin kan ve idrarlarında yapılan tahlillerle ortaya çıkan bu bilgi uzun zaman işçilerden gizlenirken Şirketin Genel Müdürü Davit Bickford, Proses Müdürü Ömür Yandım ve diğer yöneticiler zehirlenme olayını işçilerden gizledi. Madenin Üretim Danışmanı Metin Demir’in bu olayı öğrenmesinin ardından işçileri meslek hastalıkları hastanesine sevk ettirmesi sonrası işçilerin dördünde kemik erimesi tespit edildi. Zehirlenme skandalının ortaya çıkmasının ardından yapılan incelemelerde civa sızıntısından en az 70 işçinin etkilendiği tespit edilirken, yapılan bilirkişi keşfinde de şirket yöneticilerinin ihmalleri ve olayı gizleme yoluna gitmeleri raporlandı.
İŞÇİLER EN AZ 12 GÜN CİVALI ODADA ÇALIŞTIRILDI
Develi Cumhuriyet Savcılığı tarafından açılan kamu davasında Şirket Yöneticileri David Alan Bickford, Adnan Ulaş, Ercan Esenkaya, Mustafa Kaya, Nizamettin İnsel, Olgun Otyakmaz, Ömür Yandım, Pelin Neriman, Usta Özkayhan, Hayrettin Horasan, Hayal Özmen, Gökhan Şen, Mehmet Sakallı, İlknur Yazıcı, Özgün Öztürk, Özgür Acar’ın basit yaralama suçundan cezalandırılmaları istendi. Öksüt Madencilik AŞ’nin işlettiği altın madeninin, ADR olarak tabir edilen altın üretim tesisi içerisinde bulunan altın döküm odasında 28 Şubat 2022 tarihinde civa tespit edildiğine dikkat çekilen iddianamede, civayı tespit eden Maden Çalışanı Hami Öztürk’ün bunu sorumlusu olan Süleyman Çağrı Cengiz’e bildirdiği, Cengiz’in de durumu Madenin Proses Sorumlusu Ömür Yandım’a ve Şirketin CEO’su David Alan Bickford’a bildirdiği belirtildi. Bu bildirimden sonra 28 Şubat 2022 tarihinden başlayarak Şirket Üretim Danışmanı Metin Demir’in altın döküm odasına girip civa toplarının varlığını öğrenmesine, yani 10 Mart 2022 tarihine kadar odadaki faaliyetin devam ettiğine dikkat çekilen iddianamede “Dolayısıyla tespit edilen civanın buharlaşması sonucu en az on iki gün burada çalışan ya da bu odanın güvenliğini sağlayan güvenlikçilerin yalıtımın ve havalandırmanın yetersiz kalması ve kendilerinde gerekli ekipmanın bulunmaması nedeni ile civaya maruz kaldıkları…” tespit edildi.
MİLYAR DOLARLIK MADENDE DÖNÜŞÜMLÜ KULLANILAN KORUYUCU MASKE!
İddianamede şüphelilerin savunmalarında civa tespit edildikten sonra faaliyetlerin hemen durdurulduğu yönünde beyanda bulundukları ancak olayın tespit edildiği 28 Şubat 2022 tarihinden, tespit edilen civa toplarının konulduğu kapların tutanak ile 28 Nisan 2022 tarihinde altın döküm odasından çıkarıldığı tarihe kadar orada görevli olan kişilerin altın döküm odası ve proses (üretim) tesisi olarak adlandırılan yerde bir süre koruyucu maske olmadan (23 Nisan 2022 tarihine kadar) çalıştıkları kaydedildi. Savcı ayrıca şirketin temin edemediği için işçilerin bir koruyucu maskeyi dönüşümlü olarak takıp çalıştıkları ayrıntısına da yer verdi.
"İŞÇİLERİN CİVAYA MARUZ BIKARILDIKLARI AÇIK"
İşçilerin civaya maruz bırakıldıklarının açık olduğu kaydedilen iddianamede, şirket yöneticilerinin zehirlenme olayını en geç 18 Nisan 2022 tarihinde şirketin iş sağlığı ve güvenliği toplantısında öğrenmelerine rağmen ADR tesisinin ve altın döküm odasının, resmi makamların gelip denetim ve tespit yapacağı tarihe 13 Mayıs 2022’ye kadar tamamen kapatılmadığı ve işçilerin bu şekilde çalışarak civaya maruz kalmaya devam ettiklerinin altı çizildi.
"OLAY İHMAL VE TAKSİR BOYUTUNU AŞMIŞTIR"
Savcılık iddianamesinde, olayın ihmal ve taksir boyutunu aştığı belirtildi. Şirket yöneticilerinin, işçilerin civadan dolayı zarar görebileceklerini öngörebildikleri tespitinin yapıldığı iddianamede, “Buna rağmen tabiri caiz ise çok geç önlem alarak ya da hemen önlem almayarak müştekilerin yaralanması ile sonuçlanan neticeyi kabullendikleri, dolayısıyla şüphelilerin olası kast ile hareket ettiklerinin kabulü gerektiği” ifadelerine yer verildi. Savcı bu gerekçelerle müştekilerden Murat Gazioğlu ve Osman Özyurt’a yönelik olası kast ile yaralama, Arife Gül Kanlıöz, Emrah Belkıran, Hasan Özsan, Şeyma Erdoğan ve Yahya Kemal Telci’ye yönelik olası kast ile basit yaralama suçlarını ayrı ayrı işlediğini tespit etti. İddianamede, “şüphelilerin, müştekilere yönelik üzerine atılı suçu işlediği hususunda kamu davası açmaya yeterli delil ve şüphenin bulunduğu ve tarafların uzlaşamadıkları anlaşıldığından, şüphelilerin TCK 86/ 1 ve 2. maddelerinden ayrı ayrı cezalandırılmalarına ve kasten işlemiş olduğu suç nedeniyle haklarında TCK’nin 53/1. maddesi uyarınca belirli hakları kullanmaktan yoksun bırakılmasına karar verilmesi…” istendi.
EK KARARLA KASTEN YARALAMA SUÇLAMASI DÜŞÜRÜLDÜ
İddianamede olayın ihmal ve taksir boyutunu aştığı ve şüphelilerin olası kast ile hareket ettiklerinin kabulü gerektiği yönünde görüş belirten savcının daha sonra ek bir kararla David Alan Bickford, Adnan Ulaş, Ercan Esenkaya, Mustafa Kaya, Nizamettin İnsel, Olgun Otyakmaz, Ömür Yandım, Pelin Neriman Usta Özkayhan, Hayrettin Horasan, Hayal Özmen, Gökhan Şen, Mehmet Sakallı, İlknur Yazıcı, Özgün Öztürk, Özgür Acar’ hakkında kasten yaralama suçundan kovuşturulmasına yer olmadığına karar vermesi dikkat çekti. Davanın duruşması 30 Nisan 2024 tarihinde görülecek.
TCK 86/1 ve 2. MADDESİ
(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) (Ek fıkra: 31/3/2005 – 5328/4 md.) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.
‘Ekoköy’deki belirsizlikler çevresel riskleri artırıyor’ (Ramis SAĞLAM)
Foça yakınlarındaki Ekoköy'e ilişkin tartışmaları konuştuğumuz ÇMO İzmir Şubesi Teknik Sorumlusu Çevre Mühendisi Selma Akdoğan, "Belirsizlik sürecinde ruhsat tartışmaları ön plana çıktı" dedi.
Foça’da 510 dönüm üzerinde “Hayallerinizin ötesinde bir köy sizi bekliyor” başlığı ile satışa çıkartılan “Ekoköy” ile ekolojik tarım turizmi tartışmaları devam ediyor. TMMOB’ye bağlı Ziraat Mühendisleri Odası, Şehir Plancıları Odası ve Mimarlar Odasının inceleme sonuçlarını açıkladığı projeye ilişkin Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İzmir Şubesi Teknik Sorumlusu Çevre Mühendisi Selma Akdoğan ile konuştuk. Akdoğan, belirsizlik sürecinde ruhsat tartışmalarının ön plana çıktığını söyledi.
‘TAHRİBATLARA NEDEN OLUYOR’
Bugün kentten uzaklaşmak isteyenlere sunulan alternatif yaşam projeleri ile kent cephesindeki alanların da yapılaşmaya açılmasının önemli sorun haline geldiğini belirten Akdoğan, bu yapılaşmanın getirdiği çevresel yüklerin, alan kayıplarının, atık vb. sorunların da birbirini etkileyerek devam ettiğini söyledi.
Kent çevresinde değişik adlar altında oluşturulan projeleri değerlendiren Akdoğan, “Son dönemde lüks çadır tesisleri, hobi bahçeleri, eko turizm gibi proje ve uygulamaların mevzuat düzenlemeleri ve imar afları ile önünün açıldığını görüyoruz. Süreçteki eksiklikler, projelerin yürütüldüğü alanların ekolojik niteliğini kaybetmesine neden olacak riskler taşıyor. Kentlerde ve kırsalda mevcut imar alanlarının doğaya uyumlu ve sürdürülebilir planlamalarla şekillenmesi gerekirken tarım, mera, orman alanlarının imar adaları haline gelmesine izin verilmemeli” dedi.
RUHSAT SÜRECİNDEKİ BELİRSİZLİKLER
Foça Belediye Başkanlığı Encümeninin 7 Nisan 2022 tarih ve 139-140 sayılı Karar’ı ifraz edilen toplamındaki 510 dönümlük alan tapu kayıtlarında “ceviz bahçesi” olarak görülüyor. Foça CERES Konut Yapı Kooperatif üzerine kayıtlı alanda ceviz ağaçları yerine beton yığınlarının hazırlığı yapılıyor. Projeyle ilgili alanın niteliği, ruhsat sürecindeki belirsizliklerin altını çizen Akdoğan, “İmarlı bir alan olmadığından çevresel altyapı ihtiyacı, sera ve müştemilat olarak tanımlanmış. 154 yapı, konaklama ve satış alanlarının arazi düzenlemesi ve inşaat aşamalarında oluşacak hafriyat atıkları ve tozun çevresel etkileri, arazi parçalanması gibi etkileri birlikte düşünmek gerekiyor. Su kullanımı, meydana gelen atık suların arıtılması ve bertaraf işlemleri, oluşacak atıkların geri dönüşüm ve bertarafına yönelik işlemlerin her biri ayrı çevresel riskleri barındırmaktadır” diye konuştu.
(derleyen: mstfkrc)