20 Aralık 2023 Çarşamba

Baronların yerli ortakları nerede? - Cihan ÇELİK / Evrensel

 

“Kafes”, “Kartel” gibi isimlerle uluslararası suç örgütü liderlerine yönelik operasyonlara her hafta yenileri eklenirken bu isimlerin yerli ortakları ve siyasi ilişkileri sır konusu.

Suç örgütü liderliğinden aranan isimlere yönelik bir süredir artış gösteren operasyonlar düzenleniyor. İkisi kırmızı bültenle aranan 3 uluslararası suç örgütü lideri daha Türkiye’de yakalandı. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, 2’si Interpol tarafından hakkında kırmızı bülten bulunan, 1’i difüzyon mesajı (acil yakalama mesajı) ile aranan 3 suç örgütü liderinin Alanya ve İstanbul’da yakalandığını açıkladı.

Yerlikaya, “Kafes-21” operasyonu kapsamında Alanya’da kırmızı bültenle aranan Thomas Josef Konrad’ın gözaltına alındığını belirtti. Konrad’ın Polonya’da uyuşturucu ticareti yaptığı, Fas’tan İtalya ve İspanya’ya yüklü miktarlarda getirdikleri uyuşturucu maddeleri bu ülkelerden daha düşük miktarlarda diğer Avrupa ülkelerine sevk eden organize suç örgütünün lideri olduğu öğrenildi.

Bakan, kırmızı bültenle Çin’de “dolandırıcılık ve yasa dışı örgüt faaliyetleri” suçundan aranan Jinking Peng’in de İstanbul’un Fatih ilçesinde yakalandığını açıkladı. Yerlikaya, Almanya’da 1 ton kokainin ele geçirildiği operasyonun firari şüphelisi olarak aranan Daniel Alexander Muller’in de İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde gözaltına alındığını kaydetti.

OPERASYONLARIN AMACI TEMİZLİK Mİ?

Türkiye’nin uluslararası uyuşturucu ticaretinde bir pazar ve transit ülke haline gelişini, uluslararası suç ağlarının liderlerine dönük “Kafes” gibi isimlerle duyurulan operasyonların “arınma”, “temizlenme” olup olmadığını, uluslararası çete liderlerinin yerli ortaklarına ilişkin adım atılmamasını gazeteciler Cengiz Erdinç ve Bahadır Özgür Evrensel’e değerlendirdi.

ERDİNÇ: ÇETELERİN TÜRKİYE AYAĞINA BAKILMIYOR
                                                     
Cengiz Erdinç

Türkiye'de her gün yeni bir suç örgütü liderinin yakalanmasının, Avrupa Polis Teşkilatının (Europol) başlattığı operasyonlar ve 2019’da organize suç örgütlerinin iletişim kurmak amacıyla kullandığı kripto mesajlaşma hattı Sky ECC’nin şifrelerinin kırılması sonrası başlatılan operasyonların devamı olduğunu belirten Gazeteci Cengiz Erdinç, suç örgütü liderlerinin Avrupa’dan özellikle Türkiye’ye kaçtığını ifade etti. Erdinç, “Bu tarafa doğru geliyorlar çünkü Türkiye Europol ile stratejik ortak, ama bilgi paylaşılmıyor, bunu biliyorlar. Kırmızı pasaport, vatandaşlık imkanları kolay. Çok etkili bir arama tarama olmadığını da biliyorlar. Türk vatandaşı ise iade edilmiyor” dedi. Kasım ayında Hırvatistan tarafından kırmızı bülten ile aranan uluslararası uyuşturucu kartelinin elebaşının Üsküdar’da yakalandığını hatırlatan Erdinç, bu zanlının dört Türk ortağı olduğunu ancak bu isimlerin üzerine gidilmediğini vurguladı: “Bu ülkenin dilini bilmeyen, kültürünü bilmeyen insanlar geliyor. Kırmızı bültenle arandığı halde vatandaşlık alabiliyor, buraya yerleşiyor, ev alıyor... Bu ilişkileri sağlayan buradaki partnerleri kim? Kimin üzerinden geliyorlar? Bu soruya cevap verilmiyor asıl olarak. Burada suç organizasyonları iç içe geçmiş. Balkanlardaki çeteler burada Türk partnerleriyle ilişki halinde oluyorlar ve kaçtıkları zaman o Türk partnerlerin sağladığı imkanlarla burada korunabiliyorlar. Yani Türkiye’de bir ev sahibi çete olması lazım.”

"İDARE EDİLECEK NOKTAYI AŞTI"

Operasyonların lanse edildiği gibi bir “arınma” ya da “temizlik” olmadığını ifade eden Erdinç, organize suç örgütlerinin ve artan uyuşturucu kullanımının toplumda ve AKP’nin tabanında yarattığı rahatsızlığın etken olduğunu vurguladı: “Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve onun ilişkilerinin tasfiye edildiğini düşünüyorum. Soylu kötü, Ali Yerlikaya iyi gibi bir denklem değil de ikisinin dayandığı şeyler var. Soylu, MHP destekli bir isimdi. MHP’li polislerle, yargıdaki birtakım güçlerle birlikte çalışıyordu. O dönemde de yapılan operasyonlar vardı, ancak bu kadar etkili ve yoğun değildi. Ali Yerlikaya da içişlerinde bir gücü temsil ediyor... Tefecilik, mafya, organize suç, Anadolu şehirlerine kadar yayılan uyuşturucu sorunu var. Bütün bunlardan beslenen bir organize suç sorunu var. Bunların AKP tabanında da rahatsızlık yarattığını düşünüyorum. Bunlar idare edilir noktayı aştı artık.”

"YARGIDA DOSYANIN İÇİ BOŞALIYOR"

Erdinç yargılama sürecindeki sorunlara ve cezasızlığa da dikkat çekti: “Kamuoyu baskısı olmadan bu operasyonlar yapılıyor ama mahkemede içi boşalıyor bu dosyanın. Ya delil toplanmıyor yeteri kadar, bunda polisin uzmanlaşmamasının etkisi var ya da yargıda problemler var. Büyük davalarda; karapara, organize suç, çete davalarında hep yargı sürecinde bir sönümleme yaşanıyor. Cezasızlık söz konusu. İradi bir yönü de var. Örneğin hem Alaattin Saral’ın hem de Sedat Şahin’in serbest bırakılması gündeme geldi. Mahkeme üyeleri değiştirildi tatile çıktıkları sırada. Nöbetçi hakim, salıverdi. Bir de savcıların ya da hakimlerin arkasında bir kamuoyu gücü yok. Yargı bağımsızlığına yapılan müdahale burada da birtakım boşlukları ortaya çıkarıyor.”

ÖZGÜR: BİR KOPUŞ DEĞİL YENİDEN DÜZENLEME

                                                           Bahadır Özgür
Gazeteci Bahadır Özgür ise yıllardır küresel uyuşturucu kartellerinin güvenli üssü haline gelen Türkiye’de, bugüne kadar dokunulmayan, koruma verilen, vatandaş yapılan isimlere operasyonların yapılmasının nedenlerini şöyle sıraladı:

“İlki; uluslararası alanda uzun süredir Türkiye’ye suç örgütleri konusunda yapılan baskılar. Tüm dünyada operasyonlar yapılırken neredeyse bir tek Türkiye’de olmuyordu. Nitekim OECD’nin ‘gri listesi’ndeydi. Bu durum artık sürdürülemez hale geliyordu. En azından uluslararası alandaki operasyonların bir uzantısı olarak bunların gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Bu yapılıyor.

İkinci ve bence esas neden ise ekonomi politikalarında yatan sebepler. 2013’lerden sonra faiz meselesinin merkezine oturduğu bir kredi genişlemesi dönemi başladı. Ne pahasına olursa olsun büyümenin sağlanması, iktidarın sosyal tabanını genişletmesi, etrafındaki çıkar ağlarının büyütülmesi gerekiyordu. Özellikle 2016 darbe kalkışması ile inşasına başlanan ve tepede Erdoğan’ın kudretli temsilinin olduğu, aşağıda ise farklı kesimlerin iktidara eklemlendiği bir iktidar mimarisinin temeli, bol para kaynağı olmasına dayanıyordu. Kamu ihalelerinin, inşaat rantının, kamu bankalarının kaynaklarının, dışarıdan borçlanmanın, borsa soygunlarının vs. arşa çıktığı bu süreçte suç ekonomisi de bu iktidar mimarisinin temel gıdalarından birisi haline geldi. Zaten, nasıl olursa olsun para gelsin diye açık açık yasal düzenlemeler de yaptılar: Varlık barışı, vatandaşlık satışı vs… Ayrıca aynı dönemde faiz-kur-enflasyon üçgeni ile kurulan mekanizmanın yarattığı büyük servet transferlerini de unutmayalım. Yani legal-illegal ekonomi ayrımının neredeyse belirsizleştiği, ama kesin biçimde birbirini beslediği bir süreçti. Lakin ne olursa olsun Türkiye kapitalizmi açısından sürdürülemez de bir durumdu bu. Düşük faiz, yüksek enflasyona dayalı böyle bir yolun sonuna gelindi artık.”

"SUÇ EKONOMİSİNE YÖNELİK REGÜLASYON"

Mehmet Şimşek’in gelmesiyle birlikte özellikle ücretli kesimlerin talebinin kısılması, ihracata dayalı birikimin ön plana çıkması, dış finansman ihtiyacının önünü açmak istendiğini belirten Özgür, şöyle devam etti: “Dolayısıyla suç ekonomisinin de patladığı son 10 yılın dinamiklerine yönelik bir ‘regülasyon’ başladı. Zaten Türkiye’nin son yarım asrına baktığımızda, suç dünyasına devletin zor gücüyle müdahalenin başlaması ile ekonomi politikalarındaki hat değişimine tekabül edecek bir siyasal ve toplumsal yeniden tanzimin eş zamanlı olduğu görülür. ’70’lerin sonundaki döviz krizi ile Birinci Babalar Operasyonu; Özal’ın yeni iktisadi rejimiyle İkinci Babalar Operasyonu; 88’deki ekonomik kriz ve işçi sınıfının iktidara karşı güçlü meydan okuması ile 1. MİT raporu; ’90’lı yılların sonuna doğru patlayan ağır ekonomik kriz ve bu krizin bir manivela yapılarak Batı küresel pazarına daha fazla entegre bir ekonomi ve siyasal biçimin inşası ile Susurluk skandalı… Özetle, ekonomi politikalarında yaşanan tıkanıklığın aşılması için başlatılan regülasyonlar daima yeni bir siyasal konumlanışı da dayatır. Bu siyasal konumlanışın balans ayarı ise geçmişten beri devletle, bürokrasiyle ve sermaye birikimiyle ilişkili olan suç ekonomisine yönelik regülasyonlarla başlar.”

"KOPUŞ DEĞİL, AŞIRIYA KAÇAN UNSURLAR TIRAŞLANIYOR"

Bugünkü operasyonların da temiz siyaset ve bürokrasi arayışından değil, ekonomi politikalarındaki yeni yön arayışının bir ürünü olduğunu ifade eden Özgür, “Bu bir kopuş değil, bir tür yeniden düzenleme pratiğidir. Dokunulabileceklere dokunuluyor, aşırıya kaçan unsurlar tıraşlanıyor, dokunulmaz olanlar ise siyasetin çizdiği sınırlar içine çekiliyor. Ama bunun öyle kolay, huzurlu olduğunu söylemek de pek mümkün değil. Zira, tepede tek bir irade bulunsa da aşağıda farklı güç odaklarının, çıkar gruplarının birer derebeyini andıran hükümranlığı bulunuyor. Haliyle güç sınırlarının ve ekonomik çıkarların kimin lehine, kimin aleyhine genişleyip daralacağına ilişkin de bir çatışma, bir kavga sürüyor. Biz o kavgadan dökülen bilgileri, ilişkileri görüyoruz işte” ifadelerini kullandı.

DİFÜZYON MESAJI NEDİR?

“Difüzyon Mesajı” kırmızı bülten çıkartılması zaman aldığından, bu aşamada herhangi bir gecikmeye yer verilmemesi amacıyla, kaçak şahısların yakalanması için, kırmızı bültene ilişkin kriterler çerçevesinde, ilgili ülke Interpol’ü tarafından diğer ülke Interpol’lerine çekilen dağıtımlı teleks yazıları olarak biliniyor.

BARONLARIN DOĞAL YAŞAM ALANI(!)

Ali Yerlikaya’nın İçişleri Bakanlığı görevini üstlenmesinin ardından uyuşturucu baronlarına dönük “Kartel” ve uluslararası suç örgütlerine dönük “Kafes” adı altında gerçekleştirilen operasyonlar önemli sonuçlar ortaya koyuyor.

Operasyonlarla “Uluslararası uyuşturucu kartellerine ve suç örgütlerine karşı savaş ilan edilmiş” görüntüsü verilse de sonuçlar suç örgütleri liderlerinin Türkiye’yi doğal yaşam alanı olarak kullandığının ve ülkeye rahatlıkla giriş çıkış sağladığının göstergesi.

2 Kasım: Avustralya merkezli olarak küresel çapta faaliyet gösteren ve liderliğini “Reis” lakaplı Hakan Ayık’ın yaptığı uluslararası silahlı organize suç örgütü “Comanchero”ya operasyon gerçekleştirildi. Uluslararası uyuşturucu ticareti, insan öldürme, silahlı yağma, kundaklama, insan kaçırma, kara para aklama gibi suçların faili çetenin lider kadrosunda yer alan ve kırmızı bültenle aranan Hakan Ayık, Duax Hohepa Ngakuru, Hakan Arif Tavukçu, Barış Tükel, Erkan Yusuf Doğan ile mavi bültenle aranan Jimmy Avaijan, Sibel Arif, Alp Öztürk dahil 37 kişi yakalandı. Örgütün Güney Amerika’dan temin edilen uyuşturucuyu Avustralya, Hollanda ve Hong Kong pazarına ulaştırdığı, kazanılan parayı Türkiye’de akladığı öğrenildi.

10 Kasım: Kırmızı bültenle aranan ve Güney Amerika’dan Avrupa’ya uyuşturucu sevkiyatı yapan “Kompanio Bello” isimli uyuşturucu kartelinin Lideri Dritan Rexhepi İstanbul Beylikdüzü’de yakalandı. Rexhepi “Kasten insan öldürme, uyuşturucu, insan kaçırma/hürriyetten yoksun bırakma, seyahat belgesinde sahtecilik, silah ve mühimmat” suçlarından İtalya ve Arnavutluk tarafından aranıyordu. Rexhepi’nin Türkiye’ye sahte isimli Kolombiya pasaportuyla giriş yaptığı biliniyor.

18 Kasım: Kartel operasyonunda kırmızı bülten ile aranan uluslararası uyuşturucu kartelinin Elebaşı Nenad Petrak İstanbul Üsküdar’da yakalandı. Güney Amerika’dan elde edilen uyuşturucuyu Avrupa’ya dağıttığı öğrenilen Petrak’ın Hırvatistan makamlarınca “Kasten insan öldürme” suçundan arandığı öğrenildi. Petrak’ın dokuz kadar ülkede suç örgütleriyle bağlantıları bulunuyor.

19 Kasım: Mavi bültenle aranan uluslararası uyuşturucu kartelinin “Batı Balkan Kanadı” yöneticilerinden Christijan Paliç Kartel operasyonu kapsamında İstanbul Beşiktaş’ta yakalandı. Güney Amerika’dan Avrupa’ya kokain temin edilmesine öncülük eden Paliç’in kara paranın aklanmasında önemli rol oynadığı tespit edildi.

3 Aralık: Dolandırıcılık suçundan mavi bültenle aranan ve Rusya’da faaliyet gösteren “Thieves in Law” adlı organize suç örgütünün yöneticilerinden “Shamil Amırov” Kafes operasyonuyla İstanbul Sarıyer’de yakalandı.

6 Aralık: Yüksek miktarlarda kokain ve eroin dağıtımı, yasa dışı silah ticareti, silahlı yaralama, silahlı tehdit ve silahlı soygun suçlamalarıyla kırmızı bülteni ile aranan silahlı organize suç örgütü Lideri Shaun Monaghan İstanbul Fatih’te kaldığı otelde Kafes operasyonu kapsamında gözaltına alındı.

13 Aralık: Interpol Kırmızı Bülten’le aranan Uyuşturucu Madde Finansörü ve Organize Suç Örgütü Üyesi Muhuannad Aloqlah Kafes operasyonuyla İstanbul Esenler’deki evinde yakalandı.

15 Aralık: Kırmızı bültenle aranan biri suç örgütü elebaşı, 2 suç örgütü üyesi İstanbul’da yakalandı. Belçika’da ülke genelinde uyuşturucu dağıtımı organize eden örgütün elebaşı İngiliz Mohammed Zakir Miah Büyükçekmece’de, Vietnam’da ağır yaralama suçuyla aranan Çinli Chen Xuefeng Bağcılar’da yakalandı.

TÜRKİYE HEM PAZAR HEM TRANSİT ÜLKE

Türkiye uluslararası uyuşturucu ticaretinde hem önemli bir pazar hem de transit ülke konumunda. Bu durum uluslararası raporlara da yansımış durumda. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya döneminde “Narkogüç” adı altında gerçekleştirilen bazı uyuşturucu operasyonları da bu durumu teyit ediyor.

Sicilya açıklarındaki bir yük gemisinde 5.3 ton kokain ele geçirildi. Geminin son durağının Türkiye olduğu açıklandı. 21 Temmuz’da yapılan operasyonda gözaltına alınan 15 kişinin 8’i Türkiye, 5’i Azerbaycan, 2’si Ukrayna vatandaşı.

Zonguldak’ın Ereğli ilçesine Kolombiya’dan gelen kömür yüklü kuru yük gemisinde ise 150 kilogram kokain ele geçirildi. 6 Ekim tarihli operasyonda gözaltına alınan 10 şüpheli tutuklandı.

İskenderun açıklarında demirleyen Liberya bandıralı bir kuru yük gemisine 14 Kasım’da yapılan operasyonda yaklaşık 52 kilogram kokain bulundu. Uyuşturucular geminin çapa zincir boşluğunda zincire bağlanmış halde bulundu.

MERSİN LİMANI UYUŞTURUCU KAVŞAĞI

Ekvador’dan Mersin Uluslararası Limanına gelen muz kolilerinin içerisinde de 610 kilogram kokain bulundu. 27 Ekim tarihli operasyonda muz yükünü alacak firmanın sahibi de dahil 3 şüpheli gözaltına alındı. 26 Temmuz’da yine aynı limanda gerçekleştirilen uyuşturucu operasyonunda 11 kilogram kokain yakalanmıştı. Kaynak ülke yine Ekvador, uyuşturucuların gizlendiği yer ise yine muz kolileriydi.

Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü ekiplerinin yine Mersin Limanında 18 Kasım’da gerçekleştirdiği operasyonda ise 54 kilogram kokain bulundu. Uyuşturucularla ilgisi olan 10 kişi gözaltına alındı.

28 Kasım’da ise Gümrük Muhafaza ekiplerinin İstanbul Ambarlı Limanına gelen bir yük gemisine yaptığı operasyonda 35 kilogram kokain bulundu. Uyuşturucular yine muz yüklü konteynerde bulundu.

19 Eylül’de yine Ambarlı Limanında gerçekleştirilen operasyonda ise 424 kilo ağırlığında “captagon” cinsi uyuşturucu yakalanmıştı.

Yine Gümrük Muhafaza ekiplerinin 2 Kasım tarihinde Yalova Limanında gerçekleştirdiği uyuşturucu operasyonunda 10 milyon lira değerinde 80 kilo esrar ele geçirildi.

Cihan ÇELİK / Evrensel


Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 20 ARALIK 2023 -

 Çocuklarımız kimin elinde (Barış Pehlivan)

“İnancımız gereği hayat bir nimet olduğu gibi ölüm de bir nimettir. Eğer ölüm olmasaydı Allah en sevdiği kullarını çok uzun yaşatırdı. Öyle ise genç yaşta yakınları vefat edenler, bunu büyük bir felaket ve ceza olarak görmemeli, sabrederek Allah’ın hoşnut olacağı bir tavır sergilemeye çalışmalıdır. Ölüm hayatın sona ermesinden daha ziyade daha mükemmel bir hayatın başlangıcıdır. İnsanın dünyadan gitmesi de aynı şekilde daha mükemmel ve sonsuz bir hayatın başlangıcı olmaktadır. Çoğu zaman ağırlaşmış hayat yükünden kurtulmaktır. Herkes ölümün nimet yönünü görmeyebilir.” 

7 yaşındaki çocuğunuza bunlar öğretilse ne düşünürsünüz? Soyut kavramları algılayamayacağı yaştaki çocuğunuz bu anlatılanlardan nasıl etkilenir? En önemlisi, bir tarikat müridi neden çocuğunuza okulda bunları öğretiyor? 

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’i dinliyorum: “Onlar çocukların dağa çıkmasını engelliyor” diyor. Bakanın savunduğu protokolleri tek tek inceliyorum. Hayrat Vakfı’ndan Ensar Vakfı’na, Server Yaşam Vakfı’ndan Hizmet Vakfı’na kimlerle protokol imzalanmamış ki... Görülüyor ki Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), kendisine emanet ettiğimiz çocuklarımızı yasadışı tarikatlara bağlı “yasal” vakıfların kucağına atıyor. 

NEDİR BU HİZMET VAKFI? 

Yazının girişindeki alıntıyı okudunuz. Okullarda “Değerler Eğitimi” adı altında verilen seminerlerin kaynak kitabında geçiyordu. Tepki çekince kitaptan bazı cümleler çıkarıldı, ortaokuldan itibaren okutulmasına karar verildi. Peki, kimdir bu “değerleri” öğreten? 

Protokol imzalanan kurumlardan biri Hizmet Vakfı. 15 Temmuz 2014’te üç yıllığına imzalanan beş sayfalık protokolü okuyorum. Şu yazıyor: “Bu protokolün amacı, MEB ile Hizmet Vakfı işbirliğinde MEB’e bağlı örgün ve yaygın eğitim kurumlarında değerler eğitimine dair seminerler vermektir.” 

Ardından, Hizmet Vakfı’nın internet sitesine girip kurucularının listesine bakıyorum: Abdullah Yeğin, Ahmet Aytimur, Bayram Yüksel, Hüsnü Bayramoğlu, Mustafa Sungur, Said Özdemir, Tahir Mutlu... 

Evet, Nurcuların 1973’te kurduğu bir vakıftan bahsediyorum. O Hizmet Vakfı ki yaptığı açıklamalarla Nurculuğun yönünü sürekli belirledi. 12 Eylül 1980 darbesini bile desteklediler. 

Gün geldi, bu vakıf bir karar aldı. Said Nursi’nin risalelerini tek elden basacaklardı. Bunun için Nurculuğu temsil edenlerle toplanıldı. Risalelerin basımında otoritenin Hizmet Vakfı olduğunu anlatan 10 maddelik bir mutabakat metni imzalandı. Altında imzası olanlardan biri kimdi dersiniz? Bingo: Fethullah Gülen! 

Sanılmasın ki iş orada kaldı. Hizmet Vakfı, Gülen’in zor zamanlarında hep yanında oldu. Kurucuları, Gülen’i kimi zaman “mesih” bile ilan etti. Yetmedi... 

28 Şubat döneminde, Hizmet Vakfı’nın kurucusu Mustafa Sungur, Bayram Yüksel, Hüsnü Bayramoğlu ve Abdullah Yeğin bir mektup yayımladı. Mektup, Gülen’in Nurculuğa ne kadar büyük hizmetler verdiğini anlatıyordu. 

Yetmedi! Hani “17-25 Aralık milattır” deniyor ya... O tarihten sonra bile FETÖ’ye destek veren yöneticileri vardı Hizmet Vakfı’nın. Hatta kurucularından Hüsnü Bayramoğlu’nun, 15 Temmuz’dan sonra FETÖ ile ilişkisi olduğu gerekçesiyle kapatılan bir derneği bile Erdoğan’dan rica ederek yeniden açtırmışlığı vardı. Yaz yaz bitmez. 

DERSTE BİLE TARİKATA EMANET

Peki, Hizmet Vakfı ile yapılan protokolün altında kimin imzası vardı? Dönemin MEB Müsteşarı Tekin’in! Evet, bugünkü bakanın... 

Protokol yenilenince Eğitim Sen iptal için Danıştay’a başvurdu. Önemli gerekçeleri vardı: 2014’teki protokolde, vakıf seminerlerini sadece ders saatleri dışında gerçekleştirebiliyordu. Ancak protokol 2017’de yenilendiğinde, tarikat artık öğrencilere ders saatlerinde de ulaşabilecekti. Sonuç ne mi oldu? 

Danıştay, anayasa ve yönetmeliklere rağmen protokolü iptal etmedi. Sadece Danıştay 8. Dairesi’nin bir üyesi; Yücel Bulmuş karşı oy kullandı. Çoğunluğa itirazında şu gerekçeler dikkat çekti: “Eğitim öğretimin, devletin hizmet alanında ancak memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütüleceğini kurala bağlayan anayasanın amir hükmüne aykırılık teşkil edecektir. 

Bu nedenle, protokol hükümlerinin örgün ve yaygın eğitim bağlamında dayanak hukuksal düzenlemelerin amaç ve kapsamını aştığı, eğitim öğretim hizmetinin yürütülmesine ilişkin yetkinin üst hukuk normlarına uygun olarak kullanılmadığı görülmüştür.” 

Tesadüf mü: Danıştay üyesi Bulmuş, Akit gazetesinin “Danıştay işte bu kafaya emanet” diye manşetten hedef gösterdiği isimdi. 

Unutmayalım ki zamanında Fethullahçıları da “çocukların dağa çıkmasını önlüyorlar” diye savunuyorlardı. O “çocuklar” büyüyünce tanklara halkı bombaladı. Metastaz yaşıyoruz...

                                                    /././

Ümmet’in kupası (Bilgin Gökberk)

Şu Arabistan hikayesi.. 

1-2 şey yazmak farz oldu.

***

2021 Süper Kupa’sı 2022 de oynandı. 

Yayıncı damat’ın abisinin medyasıydı.

Sponsor Turkcell’di.

Turkcell YK başkanı AKP’li eski Hazine Maliye Bakanı yardımcısı..

Yönetimde Ziraat Bankası Genel Müdürü..

Turkcell’in en büyük hissedarı Varlık Fonu..

Varlık Fonu’nun en başında sayın Cumhurbaşkanı..

***

Katar Emiri kasamız baş tacımız canımız ciğerimiz.

Mustafa Göksu Doha Büyükelçimiz. 

Abisi Tevfik Göksu Esenler efsanemiz.

Diğer abi eski Akp vekilimiz. 

***

Konuyla alakası yok ama  eski TFF Başkanı Demirören’e o meşhur krediyi veren kim?

Ziraat’imiz.

*** 

Emir’den 3 milyon euro daha aldık.

‘Maaile’ Doha’da oynadık. 

***

2017’de Kupa Samsun’daydı.

Yine damat’ın abisi yayınladı.

Atatürk pankartları stada yine sokulmadı.

Maytap, torpil, bıçak çakı makas fişek girmemesi gereken her tür madde girdi.

Ülkenin kurucusu kurduğu ülkenin stadına TFF’den ve Başkanı Demirören’den izin almadığı için yine giremedi. 

***

Normal bir ülkede o gece federasyon lağvedilir, Başkan evine giderdi.

Biz Başkan’a medyanın yarısını İddaa‘yı Piyango’yu vs verdik.

***

Top deyip geçme.

Hayatının ilk sırasına top’u koyarsan.

Aklın fikrin top olursa.

Top gibi oynarlar senle.

***

Başkan referandumda  “Sayın Cumhurbaşkanım daha güçlü Türkiye için 17 Nisan sabahı ‘evet ’ diyen bir Türkiye’de uyanmak için saygılarımı sunuyorum” demişti.

‘Hayır’ diyen bir Türkiye’de uyanmak için saygılarını sunsaydı

Seyyar bayi bile olamazdı, sokakta bile piyango satamazdı.

***

Uzatmayalım..

Ülkede kasa tamtakır.

Millet ekmek alamıyor.

El mecbur tura çıktık.

Suudi arkadaşlara uğradık.

4 milyon verdiler.

Büyükekşi ‘Arabistan kardeşimiz’ dedi.

Laik Cumhuriyet’in 100. yılında Süper Kupa’yı yüzümüz hiç  kızarmadan  laik’ten ,Cumhuriyet’ten ,kurucusundan hiç hazzetmeyen ülkeye sattık.

Bu maç nerde oynanmaz diye 5 yaşındaki çocuğa sorsan “Arabistan’da oynanmaz” derdi.

Orda oynanacak.

***

Futbolu köküne kadar siyaset bataklığına sokan iktidarın oyuncağı haline geriren bu Top Federasyonlarından ve top’tan artık sıdkımız iyice sıyrıldı.

*** 

Arap kardeşimiz değişik bir kardeş.

Türk kardeşinin ülkesini kuran kişinin mezarına 1 kez gitmemiş.

Kral Abdullah 9 Kasım’da gelmiş yine gitmemiş. 

Cumhurbaşkanı Gül’e de gitmemiş.

10 Kasım’da genelde ‘rahatsızlanan’ Gül kralı görmeye kaldığı otele gitmiş.

Arkadaşa 10 Kasım’da bir de şeref madalyası vermişiz.

Prens Selman zaten hiç gitmemiş, daha yeni gelmiş, yine gitmemiş.

Filan falan.. 

***

Paşam takılma!

100 yıl önce 100 yıl sonrasını görüp Ortadoğu’dan kaçırdığın ülkeye 100 yıl sonra Ortadoğu’yu soktuk.

Mezarını bile görmek istemiyorlar, kaçıyorlar senden.

Normaldir !

***

100 yıllık iki çok değerli kulübümüzü 4 milyon için bu zihniyetin ayağına götürüyoruz.

Lanet olsun!

Fakirliğin gözü kör olsun.

***

Büyükekşi görevini bitirdi, kendi de bitti.

***

Şimdi Arabistan’ın milli günlerine giden, odasına 10 dakika mesafedeki Anıtkabir’e hiç gitmeyen Diyanet Başkanı’nı yanına alsın Riyad’aki maça el ele  koşa koşa gitsinler.

***

TFF Başkanı seçim’siz siyasi lütufla tepeden inen misyonu biten her kul’un yaşadığı hazin sonu yaşıyor.

Top ahalisi miadı dolan ,gözden ‘düşen’ yerde yatan Başkan’a vurmaya devam ediyor. 

***

Göklerden  gelen ‘rica’ ile genel kurulda onu firesiz  başkan seçenler şimdi isyan ediyorlar. 

Onu TFF’ye koyanlara tek kelime yok!

Dünya sefalet sıralamasında son sıradaki Burundi’de bile medya bu kadar sefil değildir. 

***

Bitmedi.

Bakan Yaşar Güler Tuzla Piyade Okulu'ndaki skandalla ilgili dedi ki;

10 Kasım'da bir öğrenci subayımız, yakasına takması gereken fotoğrafı takmıyor, ona tepki gösteren başka öğrencilerle aralarında tartışma yaşanıyor.

O fotoğrafta Atatürk vardı ,resmen ismini söylemedi.

***.

Cem Davran omurgalı bir arkadaşımız, bu yılki Altın Kelebek ödül töreninde isyan etti.

Es geçenler var ama ben es geçmeyeceğim, bu Cumhuriyet'i Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına borçluyuz”. 

Ülkenin kurucusunun ‘es geçildiği’ tören ne tesadüf Ahmet Hakan’ın Hürriyet’inin.

Yakında törenlere salonlara da ‘izinsiz’ sokmazlar

***

Fenomenler güzellikciler kozmetikcilerle Kasım’ı yedik.

Bankacılar  foncular futbolcularla Aralık çıktı. 

Bu tantanada Süper Kupayı Atatürk’ten de kaçırdık.

Halil Umut Meler, Büyükekşi vs 2024‘e gireriz.

Sonrası Allah kerim..

*** 

İktidar zevkten 4 köşe.

Zil takıp oynuyor.

***

Özeti;

Büyükekşi gider.

Başka bir Büyükekşi gelir.

Hayat  devam eder.

***

Nokta.

                                                     /././

Sağgörü yitirilmemeli (Öztin Akgüç)

Sağgörü (basiret), gerçeği görebilme, sezebilme, ussal, ölçülü davranma, kuşkucu (septik) olma, irdeleme yetisidir. Korku, kibir, büyüklenme, özsever (narsist) olma sürekli çıkar kollama, öfke, övgüye kapılma ile sağgörünün yitirilmesi, sorunlara, yanlışlara, aldanışlara, bireysel ve toplumsal hakların yitirilmesine yol açar. Sağgörü ile sağduyunun birlikte yürütülmesi, tarihte örnekleri görüldüğü gibi ülkeler için de tehlikeli sonuçlar doğurur.

Sağgörülü davranış, bilgili olmanın yanı sıra izan, anlayış sahibi aklıselim, kuşkucu olmayı da gerektirir.

Bu bağlamda benim için nostalji olan Mülkiye’den örnekler vereyim.

İdare hukukunun ilk dersi bir öykü, fıkra ile başlıyor. Padişah, şehzadesini eğitmek üzere dönemin en ünlü ilmi cifir (geleceği bilgilendirme, gelecekten haber verme) hocasını huzura çağırır. “Şehzadeyi eğiteceksin, tüm bildiklerini eksiksiz öğreteceksin” buyruğunu verir. Hocanın eğitimi bitince sınav günü gelir. Sınavda padişah yüzüğünü avucuna alarak sorar: “Elimde ne var?” “Madeni bir cisim.” “Aferin, ne olduğunu da söyle.” Değirmen taşı yanıtını alan padişah hışımla hocaya döner, “İlmin bu mu?” der. “Haşmetlim benim ilmim avucunuzdaki cismin madeni, ortası delik yuvarlak olduğunu öğretecek kadardır. Değirmen taşının avuca sığmayacağını öğrenmem ilmim dışında kalır.” Amaç, bireye, topluma değirmen taşının avuca sığmayacağını kavratabilmek, ikna etmektir.

Mülkiye dönemimde çoğu dersin kitabı bulunmadığından, sınıfta not tuttuğuna inanılan arkadaşın notları mumlu kâğıda tape edilir, mumlu kâğıt mürekkeplenir, kolla çalışan teksir makinesinde çoğaltılırdı. Bu süreçte hatalar olur; teksir hataları bazı arkadaşların gadre, yıkıntıya uğramasına yol açardı. Bu bağlamda somut örnekler aktarayım.

Ders: İdare hukuku. Soru: Köylerde muhtar, ihtiyar heyeti seçimi. Arkadaş anlatırken seçmen yaşının sekiz olduğunu söylüyor. Hoca soruyor: “Medeni hakları kullanma yaşı kaç?” “On sekiz.” “Peki öyleyse.” Teksir edilen notta sekiz yazıldığı için emin olan arkadaş, gerekçe olarak “Hocam, kanun koyucu bu konuda istisnai olarak seçim yaşını sekize indirmiştir” yanıtını veriyor. Not teksir edilirken sekizin önündeki “bir” düşmüştür.

Sınavlar, eleme hariç, dinleyiciye açık sözlü yapılırdı. İdarece iki ders eleme olarak belirlenir, elemeyi geçenler sözlü sınavlara girebilirdi. Tüm sınıfın aynı gün sözlü sınava girmesi olanaklı olmadığından gruplara ayrılır, her grup aynı gün farklı konulardan sınava girerdi. Bir grupta ilk sırada sınava girenler, sınav sonrası diğer grupların sınavında dinleyici olabiliyordu. Yine bir anı, örnek...

Ders: Medeni hukuk. Konu: Haklar. Arkadaş yanıtlarken haklar arasında “nufa hakkı” da diyor. Hoca düzeltiyor: “Şufa”. Arkadaş hak sahibine “şefi” diyor, hakka sürekli “nufa” diyor. Hoca düzeltiyor, “şufa”. Arkadaş sınavdan geçerli not aldı, hoca arkadaşın “nufa” deyişine anlam veremedi. Not tape edilirken “ş” harfinin yerine “n” basılmıştı.

Yazılanlara, söylemlere, açıklamalara hatta görüntülere kuşku ile yaklaşmak, irdelemek, akıl çemberinden, sağduyu süzgecinden geçirmek gerekir. Kuşkuculuk “sofizm”, saplantılı olmamak, aşırılığa kapılmamak koşuluyla gerçeği aramada bir yöntemdir. Söylem, yazılan kesin bilgilere, verilere dayanmıyor, akıl ötesi öğeler içeriyorsa, kuşku duyulmalı, ussal tutarlılık aranmalıdır. Descartes, kuşkuyu, “tüm bilgilerin doğruluğunu denetlemek, denemek için kullanılan araç” olarak tanımlıyor.

Günümüzde hemen her alan, piyasalar, siyaset, finansal okuryazarlık, dijital teknoloji dahil bilgi kirliliği içeriyor. Bilgi kirliliğini gidermek devletin görevi. Bu amaçla dezenformasyon yasası çıkarıldı. Ancak yasama aldatıcı, amaç doğru bilgi değil, doğru bilgiyi sansürlemek, uyarıda bulunanları tehdit etmek... Bilgi kirliliğini, eksik, yanlı bilgi vererek, algı yönetimi yaparak devlet yoğunlaştırıyor, şeffaflık adı altında gizlilik yaratıyor. Şeffaflık olmayınca sorumluluk da belirlenemiyor. Kuşkulu, irdeleyici yaklaşmadıkça bireylerde ve toplumda sağgörü törpüleniyor. Sağgörü, sağduyunun yitirilmesinin sonuçları tarihte de görülüyor...

                                                   /././

Uyan halkım, laiklik için uyan! (Zülal Kalkandelen)

Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, TBMM’nin kürsüsüne çıktı ve açıkça laikliği çiğnediğini haykırdı. 

“O sizin yaşadığınız eski Türkiye bitti. Vedalaşın. Uyanın, uyanın! Türkiye artık bambaşka bir ülke” dedi ve ekledi: “Bakın MEB 2023 yılı itibarıyla 2 bin 709 tane geçerli protokolümüz var. Bunların içinde sizin tarikat, cemaat dediğiniz, bizim STK dediğimiz yapılarla toplasanız 10 tane protokolümüz vardır. Onlarla protokol yapmaya devam edeceğiz.” 

Bakan Tekin’in Meclis’te sarf ettiği bu sözler, anayasanın 2. maddesine, bir Devrim Kanunu olan 1924 tarihli Tevhidi Tedrisat Kanunu’na (Öğretim Birliği Yasası) ve 1739 sayılı Milli Eğitim Kanunu’na aykırıdır! 

Bakanın tarikatlar ve cemaatler ile protokol yapmayı savunurken “Protokol yaptığımız bu sivil toplum örgütleri sizin çocukları dağa çıkarmanıza engel olduğu için çatlıyorsunuz. Çocuklarımın dağa çıkmaması için, sizin insan kaynağınıza insan yetiştirmemek için buna devam edeceğim” demesi ise sonuçları çok ağır olabilecek vahim bir çarpıtmadır. 

Yusuf Tekin, “Laik eğitim alanlar dağa çıkıyor” mu demek istiyor?! Bu ülke 15 Temmuz 2016’daki FETÖ darbe girişimini, Sivas, Çorum, Malatya katliamlarını hiç yaşamamış gibi konuşuyor. Bu katliamların hiçbirisi laik eğitim nedeniyle olmadı, aksine laiklik çiğnendiği için oldu! 

***

Cumhuriyetin 100. yılında siyasal İslamcıların laikliğe karşı açıkça meydan okumasının nedeni, son 21 yıldır ülkeyi yöneten AKP olduğu kadar... 

Çocuklar tarikatlara teslim edilirken laikliği gerektiği gibi savunmayan... 

Dinci kesimden oy almak için Erdoğan’ın ortaya attığı “özgürlükçü laiklik” safsatasını destekleyen... 

Diyanet Akademisi, çalışma saatlerinin cuma namazına göre ayarlanması gibi laiklik karşıtı düzenlemelerde AKP ile hareket eden... 

Seçimden önce bir tarikat kendi partilerini desteklediğini açıklayınca ellerini ovuşturan... 

Kendi milletvekilleri “Tarikatları kaldıran yasa kadük oldu” dediğinde hiç tepki göstermeyen ve o kişiyi yine parti meclisine seçen sözde muhalefet... 

Ve bunlar olurken muhalefeti hiç eleştirmeyen gazeteciler ile “aydın” sanılan suskunlardır! 

***

Tarikatların STK olduğunu iddia edenler için 13 Ekim 2020’de bu köşede yazdığım “Tarikatlar ve cemaatler insan hakları sorunudur!” başlıklı yazımda yer alan şu satırları tekrarlamak istiyorum: 

STK’nin tanımı hukuken bellidir. İnsanların resmi kurumlardan bağımsız olarak örgütlenip politik, sosyal, hukuki ve kültürel amaçlarla oluşturdukları kâr amacı gütmeyen kuruluşlara sivil toplum örgütü denir. STK’ler, gönüllü çalışmalar ve üyelerinin verdiği düzenli aidatlarla ayakta kalır. Vakıflar, dernekler, sendikalar ve mesleki kuruluşlar, sivil toplum örgütlerini oluşturur. STK’lerin mali yapısı devletçe denetlenir. Yönetim organlarını mevzuata göre oluşturmak için genel kurul yapmayan, üyelerinin seçim hakkı bulunmayan STK olmaz. 

Tarikat ve cemaatlerde ne seçim vardır ne demokrasi ne de özgürlük. Hiçbir sorgulamanın olmadığı bu yapılarda müritler şeyhlere sadece biat eder! Bu yapılar, inançları sömürerek özgür düşünceyi yok eder, insanları köleleştirir. Özgürlük adına savunulmaları tam bir oksimorondur! 

Kurdukları paravan şirketler aracılığıyla devasa büyüklüklere ulaşan, elde ettikleri güç sayesinde devlet kadrolarına çöreklenen tarikat ve cemaatler, siyasi partilerce oy deposu olarak görülür. Bu yüzden yasadışı oldukları halde kimse dokunmaz; seçim öncesi liderler bu gerici şeyhleri, liderleri ziyaret edip oy pazarlığı yapar. 

1925’te 677 sayılı yasayla kapatılan tarikatlar ve cemaatler, laik Cumhuriyete karşıdır!

(Cumhuriyet)