27 Aralık 2023 Çarşamba

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 27 ARALIK 2023 -

 


Eşim sağ olsun!(Barış Pehlivan)

Liyakat sahibi adaylara destek verebileceklerini” söyleyen “muhalefet” liderleri bir yana... Ankara’da istifa, transfer ve yeni ittifak söylentileri almış başını gidiyor. Bunu başka bir köşede işleyeceğim. 

Lakin belediye başkan adaylarında liyakat arayanlara hatırlatmak istediğim bir not var. 

Arka Bahçe’yi takip edenler bilir, RTÜK’teki kadrolaşmayı çok kez dile getirdim. 

Kurumda toplam sekiz daire başkanı varken 46 daire başkan yardımcısı olduğunu yazdım. Duydum ki RTÜK’teki o sayı 50’ye dayanmış. Malum, yaklaşık 50 bin lira maaş için hısım akrabaya koltuk bulmanın yansıması bu. 

İşte RTÜK’te kadrolaşanlar arasında iki kritik ismin yakınları da dikkat çekiyor. 

Biri, AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için adı geçenlerden Murat Kurum’un eşi... Zira, Kurum’un matematik öğretmeni olan eşi Şengül Kurum RTÜK’te müdür olarak görevlendirildi. Duyduğum kadarıyla, öğretmen Kurum hakları hariç RTÜK’ten 38 bin lira maaş alıyor. 

Diğeri de AKP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı için adı geçenlerden Turgut Altınok’un iki kızı... Aybüke ve Ayça Altınok’tan bahsediyorum. Birisi kısa süre önce Dışişleri Bakanlığı’na giderken diğerinin kadrosu halen RTÜK’te olmasına karşın kendisini kurumda gören yok. 

FETÖ ile irtibatı gündeme gelen Tarım Bakan Yardımcısı Ebubekir Gizligider’in öğretmen eşi Feyza Gizligider’in daire başkan yardımcısı olduğunu... 

TBMM KİT Komisyonu Başkanı, AKP’li Mustafa Savaş’ın eşi Nilay Savaş’ın da daire başkan yardımcısı yapıldığını... 

RTÜK’e yerleştirilen yaklaşık 40 personel hiçbir şekilde kuruma uğramazken ATM memuru olarak maaşlarını almaya devam ettiklerini... 

Bunların yanında kurumun yetişmiş personelinin çeşitli bahanelerle TOBB kulelerinde kiralanan katta RTÜK Strateji Geliştirme Dairesi’nde görevlendirilerek kızağa çekildiğini... 

Kurum içinde sürgün yeri olarak da adlandırılan yerde yaklaşık 60 personelin atıl şekilde hiçbir iş yaptırılmadan tutulduğunu... 

Yazmıyorum bile! 

Ama şunu da yazayım: RTÜK’ün 17. ve 18. katlarını kiraladığı TOBB binasında, D Blok 19. kat da kurum tarafından kiralanmak isteniyormuş. Katın ortak gider bedelleri ayrıca ödenmek üzere KDV hariç aylık 190 bin liraya RTÜK’e kiralanması kararlaştırılmış. Lakin, son karar Cumhurbaşkanı Erdoğan’daymış... 

Belli ki RTÜK’e yeni akrabalar yolda!

AYM ÜYESİNİN ESPRİSİ

Biliyorsunuz; Anayasa Mahkemesi (AYM) Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında ikinci kez “hak ihlali” kararı verdi. Bu satırlar yazıldığında yerel mahkeme halen Atalay için tahliye kararı vermemişti. 

AYM ile Yargıtay arasındaki krize dair yüksek yargı kulislerinde konuşulan iki söylenti var: 

- Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Atalay ile ilgili verilen ilk “hak ihlali” kararına imza atan 9 AYM üyesi hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. İşte o sıralarda, yüksek mahkemenin kararına muhalif kalan İrfan Fidan diğer AYM üyelerine bir “espri” yapmış. İddia o ki eski İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Fidan, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Ahmet Akça’yı kastederek “Gözaltına alacak sizi başsavcı” demiş. 

- Bir düzenlemeyle Yargıtay ve Danıştay üyelerinin maaşı, Anayasa Mahkemesi üyeleriyle eşitlenmişti. AYM de ekim ayında bu ek zammı öngören kanun hükmünü iptal etti. Bir nevi, AYM Yargıtay’a “eşit değiliz” mesajı verdi. İşte yüksek yargıda yaşanan bu olayın da Can Atalay krizinde etkisi olduğu söyleniyor.

                                                /././

Aymazlığın yıkımı (Öztin Akgüç)

Kullandığım ürünleri dışında, Devlet Yatırım Bankası’nda mali ve ekonomi tahlil uzmanı olarak çalıştığım dönemde yatırım projelerinin değerlendirmesinde görev aldığım, 1978 yılında da genel müdür olarak görevlendirildiğim Sümerbank’la kişisel bağım, ilişkim de vardır.

Sümerbank’a ilişkin bilgileri yineleyeyim: 

Sümerbank; faaliyet alanına giren fabrika ve tesislerin etik ve projelerini hazırlamak, yatırım, kuruculuk işletmecilik, bankacılık yapmak her türlü marka üretimini pazarlamasını gerçekleştirmek, ülkenin gereksinim duyduğu yönetici, teknik eleman yetiştirmek amacıyla 11 Temmuz 1933 tarihinde 2262 sayılı yasa ile 20 milyon TL sermayeli bir devlet iktisadi teşebbüsü olarak kurulmuştur. Kuruluşta Osmanlı döneminden intikal eden Bakırköy pamuklu dokuma; Feshane (Defterdar) yünlü dokuma, Hereke ipekli dokuma, Beykoz deri ve kundura fabrikaları Sümerbank’a devredilmiştir.

Sümerbank’ın ana kuruluş işlevi, uygulamasına başlanan Birinci Sanayi Kalkınma Planı’nda yer alan yatırımları gerçekleştirmek olmuştur. Birinci sanayi planı, girdisi, hammaddesi ülke içinde sağlanan sanayileri kurmaya yönelik ithal ikamesini, hammadde ihracatına değer katmayı amaçlayan, birbirini destekleyen sanayi dallarına yatırım açısından teknik, bölgesel dağılım açısından da dengeli bir plandır. Sümerbank eliyle planın başarılı şekilde uygulanmasıyla, Türkiye hızlı kalkınma sürecine girmiş, iktisat tarihçisi Kuznets’in beş evreli gönenç ekonomisine geçiş modelinde üçüncü aşama olan kalkış (take off) evresine girmiştir.

Sümerbank, ülkenin gereksinim duyduğu temel sanayi kollarını kurup geliştirmenin yanı sıra nitelikli işgücü, yönetici yetiştirerek de ülke ekonomisine katkıda bulunmuştur.

Sümerbank’ın faaliyette bulunduğu sanayi dalları, müesseseler ve işletmelerin özeti şöyledir:

Tekstil, dokuma sanayisi, pamuklu dokumada Adana, Adıyaman, Bakırköy (dokuma-konfeksiyon), Denizli, Diyarbakır, Ereğli, İzmir (basma), Nazilli (basma), Kahramanmaraş, Malatya, Nevşehir fabrikaları; yünlü dokumada Defterdar, Hereke, Bursa merinos fabrikaları; kendir sanayisinde Taşköprü fabrikası; halıcılık sektöründe Diyarbakır, Bünyan, Hereke, Isparta, Pertek halı ipliği fabrikaları; deri ayakkabı sanayisinde Beykoz deri kundura, Tercan, Sarıkamış ayakkabı işletmeleri, Van deri kundura, Çanakkale sentetik deri fabrikası; taş ve toprağa dayalı sanayi Filyos ateş tuğlası, Yarımca seramik, Konya krom magnezit, Sivas çimento fabrikaları; kimya sanayisi Gemlik sunğipek tesisleri, Tarsus tekstil boyaları fabrikası, Salihli valeks ve palamut fabrikası; Yıldız çini porselen; Bozüyük, Bolu, sunta lamine lif sanayisi.

Sümerbank selüloz, kâğıt, demir-çelik sanayilerine de yatırım yapmış, bu alandaki müesseseleri, SEKA, Karabük demir-çelik olarak ayrı tüzel kişilik, KİT statüsüne dönüştürülmüştür.

Sümerbank’ın yatırım alanının, tekstil makineleri üretimi, kimya sanayisine yönlendirilmesi planlanmış, Gaziantep’te tekstil makineleri fabrikası kurulması, Tarsus tekstil boya fabrikasının, ülkenin mensucat boyaları talebini karşılayacak şekilde tevsi ve modernize edilmesi, Gemlik tesislerinde ürün çeşitlendirmesi planlanmış ancak 1980 darbesi ardından özelleştirme saplantısı projelerin uygulanmasına olarak vermemiştir.

Sümerbank ayrıca altı bağlı ortaklığı, Mannesmann boru fabrikası dahil 20’yi aşkın iştirakiyle faaliyetini genişletmiş, çeşitlendirmiştir. Sümerbank, yatırımlarını büyük ölçüde kendi olanaklarıyla finanse etmiştir. Bünyesinde bulunan bankanın amacı da kurumu faaliyetini, yatırımlarını dış kaynak aramadan fonlamaktır. Banka kaynaklarının büyük bölümü müesseselerin finansmanına ayrılmıştır. Sümerbank, ambargoların uygulandığı, kuvertür tesis edilemeden akreditiflerin açılamadığı 1978 yılında dahi kâr etmiştir. Değerlendirmelerde yalnız muhasebe kârı dikkate alınmakta, sosyal kârlılık toplum açısından daha anlamlı olmasına karşın, göz ardı edilmektedir.

Sümerbank, 1980 öncesi müesseselerin bağlı oldukları, iştirakleri, 400’ü aşkın mağazası, 30’ü aşkın şubeli bankası, 40 bini aşkın çalışanı ile Türkiye’nin küresel yazında da örnek alınan en büyük holdingidir. 1980 sonrası, çoğu kurum gibi özelleştirmenin, AKP’nin kötü yönetimi hışmına uğramış, rant yaratma, yandaşı zengin etme uğruna tasfiye edilmiştir.

                                                      /././

Şeyh Sait İsyanı’nın anatomisi (I+II)- (Sinan Meydan)

(I)“Bizi yanlış yola sevk eden habisler (kötülükler), bilirsiniz ki çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatagelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz, görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir. (Atatürk, 1923)

Diyarbakır’da bir bulvara “Şeyh Sait” adının verilmesiyle başlayan Şeyh Sait tartışması sürüyor. Ancak tartışma tarihsel bağlamından kopartılarak siyasi zeminde yapılıyor. Peki ama tarihsel gerçek nedir? İşte iki hafta boyunca bu sayfada bu soruya yanıt vereceğim. 

İSYAN HAZIRLIĞI

Cumhuriyetin ilanından bir süre önce dağılmış olan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin önde gelenlerinden Seyit Abdülkadir, Ceyranlı Hüsnan, Cibranlı Halit, Hacı Musa ve eski milletvekillerinden Yusuf Ziya ve ailelerinin katıldığı gizli bir komite kurarak “bağımsız Kürdistan” için çalışmalara başlamıştı. Hınıs’ta oturan Şeyh Sait ve ailesi de Yusuf Ziya’nın aracılığıyla bu örgüte katılmıştı. (Behcet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, İstanbul, 1955, s. 13)  

Bağımsız Kürdistan mücadelesi için Cibranlı Halit Bey tarafından “Kürt Azadi Örgütü” kurulmuştu. Örgüt, İngiltere’nin Bağdat’taki yüksek komiserliği ile bağlantı içindeydi. Yüksek Komiser Henri Dobbs’un 1924 yılında Londra’ya gönderdiği raporlarda, Doğu Anadolu’da geniş kapsamlı bir Kürt ayaklanmasının çıkabileceği olasılığından söz ediliyordu. Ayrıca örgütün, Kürt Teali Cemiyeti’nin başkanı olan Seyit Abdülkadir aracılığıyla İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliği dragomanı Andrew Ryan ile de ilişkileri vardı. Bu örgütün üyelerinden Yusuf Ziya, Hacı Musa ve Cibranlı Halit beyler ve bazı arkadaşları, 1924’teki Nasturi İsyanı nedeniyle tutuklanıp mahkûm olmuşlardı. Bu sırada Şeyh Sait, tanıklığına gerek duyularak Bitlis Harp Divanı’na çağrılmıştı. Fakat yaşlı ve hasta olduğunu ileri sürerek mahkemeye gitmeyen Şeyh Sait’in ifadesi Hınıs’ta alınmıştı. Bunun üzerine Şeyh Sait, bir taraftan oğlunu İstanbul’a gönderirken diğer taraftan Diyarbakır, Çapakçur, Ergani ve Genç dolaylarında bir ay kadar dolaştıktan sonra 13 Şubat 1925’te isyanı başlatacağı Piran köyüne gelerek kardeşinin evine yerleşmişti.  

Plana göre doğuda isyan başlayınca Batı Anadolu’da ve İstanbul’da da hilafetçi ayaklanmalar çıkarılacaktı. Böylece Ankara iki ateş arasında kalacaktı. Bu sırada kaçak halife Vahdettin İstanbul’a getirilecekti. Vahdettin taraftarları karşıdevrim hazırlıklarına çoktan başlamıştı; “Hilafet Komitesi” adlı bir komite, Cumhuriyet’e karşı halkı kışkırtıyordu. Bu komite, Şeyh Sait ve Seyit Abdülkadir ile anlaşmıştı. (Cemal. s. 16

Milletler Cemiyeti Konseyi’nin yerinde incelemeler yapmakla görevlendirdiği üç kişilik İnceleme Komisyonu’nun Musul’da göreve başladığı 11 Şubat 1925 tarihinden iki gün sonra (13 Şubat 1925’te) Doğu Anadolu’da Şeyh Sait İsyanı çıkacaktır. İsyan, Türkiye’nin Musul konusunda elini zayıflatacaktır.   

İSYANIN GELİŞİMİ

Şeyh Sait İsyanı, 13 Şubat 1925’te Diyarbakır’ın Eğil bucağına bağlı Piran (Dicle) köyünde saklanan mahkûmları almaya gelen jandarmalara ateş açılmasıyla başladı. Şeyh Sait’in emriyle telefon ve telgraf hatlarını kesen isyancılar, 16 Şubat’ta Dara­hini’yi (Genç) ele geçirerek vali, jandarma komutanı ve diğer görevlileri esir aldılar. Çapakçur (Bingöl), Muş ve Diyarbakır olmak üzere üç cepheden saldıran isyancıların Diyarbakır cephesi komutanlığını Şeyh Sait üstlendi. 21 Şubat’ta Lice, 23 Şubat’ta Çapakçur (Bingöl) ve Palu, 24 Şubat’ta Elazığ isyancıların eline geçti. İsyancılar ele geçirdikleri kentleri yağmaladılar, jandarmayı ve devlet görevlilerini esir aldılar. 7 Mart’ta Şeyh Sait’in emrindeki beş bin silahlı aşiret mensubu üç koldan Diyarbakır’a saldırdı. Ordu Müfettişi Kâzım (Orbay) Paşa, Vali Cemal (Bardakçı) Bey ve Kolordu Komutanı Mürsel (Bakü) Paşa tarafından yapılan savunmaya Diyarbakır halkı da katıldı. İsyancılar bir ara kente girmeyi başarsa da geri püskürtüldüler, 8 Mart’ta Diyarbakır kurtarıldı. Ancak Varto, Bulanık ve Malazgirt’in de isyancıların eline geçmesiyle 12 Mart’ta isyan en geniş sınırlarına ulaştı. 24 Mart 1925’te Türk ordusu tenkil harekâtına başladı. 26 Mart’ta Varto, 27 Mart’ta Piran (Dicle) ve Maden, 1 Nisan’da Lice ve Silvan, 2 Nisan’da Hani, 4 Nisan’da Palu, Bulanık ve Malazgirt, 8 Nisan’da Kulp ve Çapakçur (Bingöl), 12 Nisan’da ise Darahini (Genç) isyancılardan temizlendi. (İhsan Şerif Kaymaz, “Şeyh Sait Ayaklanması”, ataturkansiklopedisi.gov.tr)   

1925’te Şeyh Sait İsyanı güçlükle bastırıldı. Ama 1926’da Musul kaybedildi. Sonuçta isyan İngilizlere yaradı.

İsyanın elebaşlarından Şeyh Sait ve Seyit Abdülkadir yakalandı. İsyan Bölgesi İstiklal Mahkemesi, 23 Mayıs 1925’te Seyit Abdülkadir ve 5 arkadaşını, 28 Haziran 1925’te de Şeyh Sait ve 46 arkadaşını idamla cezalandırdı. (Ergun Aybars, İstiklal Mahkemeleri, Ankara, 2009, s. 241, 253-254)

ŞEYH SAİT İSYANI’NDA “DİN” KULLANILDI

Şeyh Sait, görünüşte halkı “din adına” Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı isyana çağırdı. 1924 yılından itibaren Cumhuriyeti “din düşmanı” olarak suçlayan propagandalar başlamıştı. Buna göre “Cumhuriyet yasalarıyla İslamiyetin, dinin, namaz, oruç, Kuran, nikâh, ırz ve namusun kalkacağı; bütün aşiret ağalarının ve hocaların Ankara’ya sürülecekleri ve bunlardan yasalara uymayanların denize atılacağı” söyleniyordu. Daha sonra dini ayaklanma fetvası hazırlandı. Cumhuriyetin ve Mustafa Kemal’in dinsizliği, din kurallarına aykırı davrandıkları ileri sürüldükten sonra mal ve canlarının helal olduğu belirtildi. (Aybars, s. 209-210)

Şeyh Sait İsyanı’ndan sadece iki hafta önce Erzurum Milletvekili Ziyaeddin Efendi, Meclis kürsüsüne çıkarak “yeniliğin”, işret, dans ve plaj sefasından başka bir şey olmadığını söylemişti. Ona göre “fuhuş” artmıştı! Müslüman kadınlar edepsizleşmişti! Sarhoşluk teşvik olunuyordu! “Dini hisler” rencide oluyordu! Yeni rejim sadece “ahlaksızlık” getirmişti! Bunlar “terakki” kılıfı altında, “Batılılaşma” diye “medeniyetçilik” adına yapılıyordu! “Rezil bir idare” memleketi çamurlar içine sürüklemişti! Şeyh Sait, sorgusunda, Ziya Hoca’nın Meclis’teki bu açıklamalarından çok etkilendiğini itiraf edecekti. (Metin Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, Ankara, 1994, s. 26-27

Ocak 1925’te Şeyh Sait imzalı bildiriler Doğu Anadolu’da elden ele dolaşmaya başlamıştı. Bu bildirilerde “Halife sizi bekliyor!”, “Halifesiz Müslüman olmaz!”, “Halife memleketten çıkarılamaz!”, “Şiarımız dindir!”, “Hükümet dinsizdir!”, “Şeriat isteriz!”, “Kadınlar çıplaktır!”, “Mekteplerde dinsizlik ilerliyor!” deniliyor, Cumhuriyet “dinsizlikle” suçlanıyordu. Bildiriler ileri bir teknikle basılmıştı. İsyancıların elinde yabancı silahlar da vardı. (Aybars, s.213)   

Piran’a giden Nakşibendi Şeyh Sait, verdiği vaazda şunları söylemişti: “Medreseler kapandı. Din ve Vakıflar Bakanlığı kaldırıldı. Din okulları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse bizzat dövüşmeye başlar; dinin yükselmesine gayret ederim.” (Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, İstanbul, 1994, s. 68)

Şeyh Sait sorgusunda da amacının “Hükümete şeriat hükümlerini uygulatmak” olduğunu söylemişti. 

ŞEYH SAİT’İN SORGUSUNDAN

Mahkeme başkanı ile Şeyh Sait arasında geçen konuşmaların birbölümü şöyle: (Soru: Mahkeme Başkanı, cevap: Şeyh Sait)

Soru: “Niye isyan ettin?”

Cevap: “Medreselerde fıkıh okudum... Şeriat hükümleri uygulanmazsa kıyam vaciptir. Kaza ve kader beni buraya sevk etti... Binaenaleyh şeriatımız yolunda ölürsek dinsiz gitmeyiz!”

Soru: “Yunan ordusu İslamiyetin merkezini ayaklar altına almışken cihadın farzlarını niye yerine getirmediniz?”

Cevap: “O zaman muhacirdik ve perişan haldeydik! Vaktimiz yoktu!”

Soru: “Din hükümlerinin zedelendiğini söylerken neyi kasettiniz?”

Cevap: “İçki yasağı kaldırıldı.”

Soru: “‘İslama kılıç çeken İslam değildir’ hadisinden haberiniz yok mu?”

Cevap: “Müslümanlara din hükümleri bıraktırılmıştı.” Başkan, “Hamdolsun! Hepimiz Müslümanız. Kuran okuyoruz, zekât veriyoruz” deyince Şeyh Sait, “Din hükümlerinden hangisi var?” diye sordu.

Soru: “Şeyh yalan söyler mi?”

Cevap: “Eh! Söyler ya! Allah bilir!”

Soru: “Hükümetin dine karşı olduğunu nereden çıkardınız?”

Cevap: “Gazetelerden, dergilerden, gelen tüccardan ve milletvekillerinden.”

Soru: “Hangi gazetelerden?”

Cevap: “Sebilürreşad, Tevhid-i Efkâr.”

Soru: “Sana dinin kalmadığını söyleyen tüccarlar ve milletvekilleri kimlerdi?”

Cevap: “Erzurum Mebusu Raif Hoca.”

Soru: “Ziya Hoca’nın beyanatını duydun mu?

Cevap: “Ziya Hoca’nın beyanatını Sebilürreşat’ta, daha başka yerlerde okurduk. Bir kere okudum ki Kılıçzade Hakkı Bey, peygamberimizin aleyhinde bulunmuş... Okurduk ki kız mekteplerinde İslamiyete aykırı şeyler oluyormuş! Kızlar piyano çalıyorlar, erkekler keman çalıyorlar, sabaha kadar sohbet ediyorlarmış... Sebilürreşat’ın her nüshası beni müteessir ediyordu. Farmasonluk, laiklik de bizi çok müteessir ediyordu.”

Soru: “Sait Efendi! Geçen celsede ‘Beni isyana sevk eden üç neden var’ demiştin. Birincisi, din hükümlerinin uygulanmaması; ikincisi, basının etkisi; üçüncüsü, Meclis’teki muhalefet... Bunları açıklar mısın?”

Cevap: “Sebilürreşat’ta şeriata aykırı olan şeyler hep yazılıyordu. Derdik ki, ‘Yalan ise nasıl yazar?’, ‘Nasıl söyler?’, ‘O halde doğrudur ki yazmaya cesaret diyor!’ Zaten Sebilürreşat yazdığını hep bir gazeteye dayandırırdı. Başka bir neden de Tevhid-i Efkar’dı... Sonra Cibranlı Halit bir gazete gönderdi. Gazetede ‘Allah’ü Teâlâ yoktur. Her kulun dayanağı ne ise Allah odur!’ diyordu. Buna da kızdık... Velhasıl! Din, ırz, namus, farmasonluk, laiklik hakkındaki yazılardan kin ve nefret duyuyorduk.”

Soru: “Neden Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programını beğendin?

Cevap: “Çünkü ‘İçkiyi, fuhuşu yasaklayacağız!’ demesi hoşumuza gitti. Bir de ‘dine hürmetkâr olduklarını’ söylüyorlardı.”

Soru: “Asker-i Rum nedir?”

Cevap: “Biz Kürtler, Türk askerlerine ‘Asker-i Rum’ deriz. Tabirdir, öyle deriz!”  

(Savcının iddianamesi, savunmalar ve karar konusunda bkz. TBMM Arşivi, Dosya 69, Karar no 69 ve IV-12, b-1; Şark İstiklal Mahkemesi Karar Defteri, S.15, D. 4/32; Hâkimiyet-i Milliye, 28 Haziran 1925, Behcet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, İstanbul, 1955, s. 112 vd. Toker, age, s. 150-170, Aybars, s. 242-256, Mumcu, s.123-140. İddianame, savunmalar ve kararın günümüz Türkçesine çevrilmiş tam metni için bkz. Ümit Doğan, Şeyh Sait İsyanı ve Gerçekler, Ankara, 2023, s.137 vd.

Benim gördüğüm şu: Nasıl ki 98 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter bütünlüğüne ve laik yapısına karşı din kullanılarak Şeyh Sait İsyanı çıkarılmışsa, 98 yıl sonra bugün de Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter bütünlüğüne ve laik yapısına karşı yine Şeyh Sait üzerinden bir saldırı gerçekleştirilmek isteniyor.  

(II) “Güya dini ve şeri ve fakat her halde bağımız bir Kürdistan hükümeti oluşturmak amacıyla Cumhuriyet hükümetine karşı fiilen ve silahlı olarak ayaklandıklarından idamlarına…” karar verilmiştir. (Şark İstiklal Mahkemesi’nin, 28 Haziran 1925 tarihli, 69 Numaralı Şeyh Sait Davası kararından)

Sıkça tekrarlandığı gibi Şeyh Sait İsyanı, sadece dinsel amaçlarla gerçekleştirilmiş bir isyan değildir; Şark İstiklal Mahkemesi’nin 28 Haziran 1925 tarihli kararına göre Şeyh Sait İsyanı, din ve şeriat araç yapılarak gerçekte bağımsız bir Kürdistan kurma amacına yöneliktir.  

VATANA İHANET SUÇU 

Şeyh Sait, halkın isyana katılmasını sağlamak için “Ey Müslüman Kürtler, bu isyanımız şeriata göre vacip ve bu hareketimize güzellikle uymayanlar Allah katında günahkârdır. Dinin şartlarının uygulanması için bu cihadımızda ölenimiz şehittir” diyordu.  

Şeyh Sait, isyanın ilerlediği günlerde de şöyle diyordu: “Kürtlerin bulundukları yerleri Türklerin elinden alacağız… Bugünkü Türk hükümeti İslamiyetten ayrılıyor. İstanbul’da Beyoğlu’nda bazı İslam kızları şapka ile geziyorlar...” (Mumcu, s. 71-72)

Gerçek şu ki Şeyh Sait İsyanı’nda “din”, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter bütünlüğüne ve laik yapısına karşı bir silah olarak kullanıldı. 

25 Şubat 1925’te Şeyh Sait İsyanı TBMM’de görüşüldü. Başbakan Fethi Bey (Okyar), Şeyh Sait İsyanı’nda dinin politik araç olarak kullanılıp bölge halkının istismar edildiğini, isyanın hilafeti geri getirmek ve Abdülhamit’in oğullarından birinin saltanatını sağlamak amacıyla “Kürtçülük” yapmaktan kaynaklandığını söyledi. Daha sonra muhalefet adına söz alan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Başkanı Kazım Karabekir Paşa da şöyle dedi: “Efendiler, dini araç yaparak milli varlığı tehlikeye koyanlar lanetle anılmalıdır. Bu hareket vatana ihanettir.” 

25 Şubat 1925’te Doğu Anadolu illerini kapsayacak şekilde kısmi seferberlik ilan edildi. Aynı gün Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van, Hakkâri ve Malatya illeri ile Kiğı ve Hınıs ilçelerinde bir ay süreyle sıkıyönetim ilan edildi. Sonra da Mahmut Esat (Bozkurt) Bey’in “Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na bir madde eklenmesi” için yaptığı kanun teklifi ele alındı. Teklife göre “Hıyanet-i Vataniye Kanunu”na şu madde eklendi 

(1. Madde):

Dini veya dinin kutsal kavramlarını siyasi amaçlara esas ya da alet etmek için dernekler kurulması yasaktır. Bu tür dernekleri kuranlar ya da bu derneklere girenler vatan haini sayılırlar. Dini ya da dinin kutsal kavramlarını alet ederek devletin şeklini değiştirmek ve başkalaştırmak ya da devletin güvenini bozmak veya dini ya da dinin kutsal kavramlarını alet ederek her ne surette olursa olsun halk arasına bozgunculuk ve ayrımcılık sokmak için gerek tek başına gerek toplu olarak sözle ya da yazı ile ya da fiilen ya da nutuk söyleyerek ya da yayın yaparak harekette bulunanlar da ‘vatan haini’ sayılırlar.” Bu kanun teklifi, 25 Şubat 1925’te TBMM’de oylanıp 556 sayılı kanun olarak kabul edildi. (TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II, C.14, 25 Şubat 1925, s. 306- 311.)

2 Mart 1925’te Başbakan Fethi Bey (Okyar), görevinden istifa etti. İsmet Paşa’nın kurduğu yeni hükümet 3 Mart’ta güvenoyu aldı. 4 Mart’ta da Meclis, Takrir-i Sükûn Kanunu’nu kabul etti. Kanunla, basına geniş çaplı bir sansür uygulandı, Ankara ve Diyarbakır’da birer İstiklâl Mahkemesi kuruldu. Şeyh Sait İsyanı, devrimci bir tepkiyle karşılandı. Cumhuriyeti kuranlar, Cumhuriyeti koruma kaygısıyla birtakım sert önlemler aldılar. 

İTİRAFLAR VE GERÇEKLER

Şeyh Sait, mahkemedeki sorgusunda, ısrarla “dini nedenlerle” isyan ettiğini belirtti. İsyanın önceden planlanmadığını, “Kürtlük” davası gütmediğini söyledi. Ancak mahkemedeki deliller Şeyh Sait’i yalanlıyordu. Örneğin Şeyh Sait, isyan öncesinde, 17 Ocak 1925 tarihli Şeyh Şerif’e yazdığı bir mektupta, ertesi gün oraya geleceğini, o gelinceye kadar hiçbir şey yapılmamasını ve “emanetler” dediği silah ve cephanenin teslim alınmasını istemişti. 16 Şubat 1925’te “Elaziz Kumandanı Şeyh Şerif Efendi’ye” diye başlayan başka bir mektubunda da çeşitli kimselerin görevlerini belirterek hareket planını bildirmişti. Bu ve benzeri mektuplar, Şeyh Sait’in önceden planlanan isyanı bizzat organize ettiğini gösteriyordu. Ayrıca 3. Ordu Komutanlığı’nın eline geçen Şeyh Sait’e ait bir belgenin üzerinde “Kürdistan Harbiye Nezareti”, “Kürdistan Reisi ve Hükümeti” başlıklarının olması da Şeyh Sait’i yalanlıyordu. (TBMM Arşivi, T-12, Dosya 69; T-14, Dosya 6/55 3. Kolordu Komutanlığı’nın savcılığa gönderdiği belge, Aybars, s. 246)

Şeyh Sait (oturan beyaz sakallı), sağında Şeyh Şerif, arkasında ortada Binbaşı Kasım (Ataç), solunda Şeyh Abdullah ile

Şeyh Sait İsyanı’na katılan ve Seyit Abdülkadir’le birlikte yargılanıp suçlu bulunarak idam edilen Kör Sadi ve Kemal Fevzi, idama giderlerken “Yaşasın Kürtlük mefkûresi, yaşasın Kürt hükümeti!” diye bağırmış, “Hacı Ahdi” namıyla tanınan Mehmet Tevfik de bu isyanın “Kürtlük ve Kürt hükümeti davası olduğunu” açıkça söylemişti. Kasım Bey de sorgusunda, ayaklanmanın esas amacının “bağımsız Kürdistan kurulması” olduğunu, dinin bu amaç için araç olarak kullanıldığını ileri sürmüştü. Ayrıca Kürt bağımsızlığına çalışanların, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası iktidara geçerse Kürtlere özerklik vereceğine inandıklarını belirtmişti. Bu açıklamayı dinleyen diğer sanıklar Kasım Bey’i yalanlamamıştı. Şeyh Sait’in, “Din için kıyam farz oldu. Bir Türk öldürmek, yetmiş gâvur öldürmekten evladır!” dediğini de Şeyh Sait yalanlamamıştı. (TBMM Arşivi, T-12, Dosya 69; Aybars, s. 246-248) Bu arada Fakih Hasan’ın, isyan günlerinde Şeyh Sait’e yazdığı bir mektupta Müslümanı Müslümana kırdırmanın şeriata uygun olmadığını söylediği, bunun üzerine Şeyh Sait’in, Fakih Hasan’a, “Şaşarım aklına! Biz Kürtlüğü muhafaza edeceğiz!” diye cevap verdiği de ortaya çıkmıştı. (Doğan, s. 129-130) Bu delillere ve itiraflara karşın Şeyh Sait, mahkemede hâlâ “Kürtlük” davası için isyan etmediğini iddia ediyordu. 

Oysa Şeyh Sait, Varto Sorgu Hâkimliği’nde 16 Nisan 1925’te alınan ilk ifadesinde, isyanın amacının “dini hükümleri layık olduğu gibi uygulamak fikriyle özerklik talep ve temin etmek ve hükümet buna razı olmadığı takdirde Diyarbakır’ı zapt eder etmez, gerekirse İngiliz hükümetine müracaat ederek Türk hükümetini, maksatlarını temin etmek zorunda bırakmaktan ibaret olduğunu” söylemişti. Görüldüğü gibi Şeyh Sait, bu ilk ifadesinde hem “özerklikten” hem de “İngiliz yardımından” söz ediyor, isyanın gerçek nedenini itiraf ediyordu. Fakat daha sonra İstiklal Mahkemesi’ndeki sorgusunda bunlardan hiç söz etmeyecek, bu konudaki iddiaları reddedecekti. Ancak Şeyh İsmail, Şeyh Abdüllatif ve Liceli Tahir de sorgularında, Şeyh Sait’in Diyarbakır’ı aldıktan sonra İngilizlerden yardım alacağını doğrulamıştır. İtirafçı durumundaki Binbaşı Kasım Bey de Şeyh Sait’in de üye olduğu gizli Kürt Azadi Cemiyeti’nin Bağdat komitesinin İngilizlerle görüştüğünü söylemiş ve “Esas maksatları bağımsızlık elde etmekti” demiştir. Ayrıca Şeyh Said, sorgusunda “Ben bu işin ne önündeyim ne arkasındayım, herkes gibi içindeyim” demişti. (Detaylar için bkz. Doğan, s.71, 121-133)  

MAHKEMENİN KARARI 

Savcı Süreyya Bey, davanın açıklamasında Şeyh Sait’ten şöyle söz ediyordu: “Şeyh Sait Efendi, yüzlerce, binlerce askerin, halkın, ibadın (ibadet edenlerin) malını, hayatını yok eden hareketi fiilen idare etmiş hepsine emretmiş, mürted, muannit (inatçı) vatan hainidir.” Dikkat edilirse, bizzat davanın savcısı, Şeyh Sait’in “vatan hanini” olduğunu açıkça ifade etmiştir.  

Mahkeme, 28 Haziran 1925’te kararını açıkladı. Kararda, “Hınıs kasabasında oturan ve dolaylı olarak ticaretle meşgul olan Palulu, 61 yaşındaki Nakşibendi Şeyhi Şeyh Mahmutoğlu Şeyh Sait” ve adamlarının “güya dini ve şeri ve fakat her halde bağımız bir Kürdistan hükümeti oluşturmak amacıyla Cumhuriyet hükümetine karşı fiilen ve silahlı olarak ayaklandıkları…” belirtiliyordu.

Kararda, Şeyh Sait İsyanı’nın çıkış ve yayılma nedenleri ayrıntılı olarak belirtiliyor; din ve şerit araç yapılarak “gerçekte bağımsız bir Kürdistan kurma” amacına yönelik olan Şeyh Sait İsyanı’nın devam ettiği sürede birçok şehir, kasaba ve köyü, devletin polis ve asker kuvvetleri ile kanlı bir çatışma ve çarpışma yapmak suretiyle işgal ederek ve hatta Diyarbakır’ı kuşatarak birçok suçsuz asker, subay ve vatandaşı öldüren ve yaralayan, yağma, hırsızlık yapan ve yaptıran 81 sanıktan 47’si idama mahkûm edildi deniliyordu. 

Kararın gerekçesinde, idam cezası alan Şeyh Sait dahil 47 sanığın, “müstakil (bağımsız) bir Kürdistan kurmak” ve “bu gaye ile isyan etmek”, “ihtilal emelini yerine getirmek için silahı olarak isyana katılmak” nedeniyle “… yüce devletin mülklerinin bir kısmını hükümet idaresinden çıkarmaya çalışanlar idam olunur” diyen İhaneti Vataniye Kanunu’nun 45. maddesine dayanarak “vatana ihanetle” idamlarına karar verildiği belirtiliyordu. (TBMM Arşivi, Dosya No: 130-74-87-83-82-81-72-59-61-54-68-71; İlam No: 69-D.9/1 (1-6. zarflarda

Ayrıca kararda, Doğu İstiklal Mahkemesi’nin yargı bölgesi içindeki bütün tekke ve zaviyeler ile Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası şubelerinin kapatılmasına karar verdiği belirtiliyordu. 

BU VATANA İHANET ETTİK

Şeyh Sait İsyanı’nın elebaşlarından Kör Sadi, kendilerine yöneltilen suçlamaları kabul ederek şöyle demişti: “Son sözüm şudur: Memleketin selameti namına muhterem hâkimler heyetinin hakkımızda verdiği kararı minnet ve şükranla karşılıyorum, kabul ediyorum. Hepimiz idam cezasına müstahakız. Çünkü bu vatana ihanet ettik. Allah Türk milletinin, Türk memleketinin saadetini sağlasın ve ebedi etsin. Söyleyeceklerim bu kadardır.” (Toker, s.149

Şeyh Sait’in damadı Şeyh Abdullah’ın son sözleri de çok anlamlıydı: “Biz hainlere uyduk. Başkası uymasın!” (Toker, s.167)

Karar açıklandıktan sonra Ali Saip Bey, Şeyh Sait’e “Bu kadar Türk kanının dökülmesine, ocakların sönmesine sebep oldun, cezanı çekeceksin!” dedi. Şeyh Sait de Ali Saip Bey’e “Seni severim. Ama mahşer günü seninle muhakeme olacağız!” diye karşılık verince, Vali Mithat Bey söze karıştı: “Mahşer gününde adil yargıçlarımızla değil, öldürdüğün masum çocuklar, ocaklarını söndürdüğün biçarelerle muhakeme edileceksin” dedi. General Mürsel Paşa da Şeyh Sait’e, “‘Din kalktı!’ diyorsun. Namazını kılmıyor muydun? Camilerde ezan okunmuyor muydu” diye sordu. Şeyh Sait bu soruya, “Evet, ibadetime kimse karışmıyor, her isteyen namazını kılabiliyor ve camilerde ezan okunuyor... Fena yaptık! Bundan sonra iyi olur inşallah!” diye yanıt verdi. (Aybars, s. 256)

Şeyh Sait İsyanı sonrasında Siirt milletvekili Mahmut Bey, Hâkimiyet-i Milliye’de yazdığı başyazıda Şeyh Sait İsyanı’nın bastırıldığını, ancak Şeyh Sait düşüncesi yok edilmedikçe memlekette huzur ve refah kurulamayacağını belirtmişti. (Hâkimiyet-i Milliye, 30 Haziran 1925)

Şeyh Sait’in, 98 yıl sonra bugün kimilerince “kahraman” ilan edilmesi, maalesef Şeyh Sait “gericiliğinin” ve “bölücülüğün” hâlâ devam ettiğini gösteriyor.


Kaynaklar: Savcının iddianamesi, savunmalar ve karar konusunda bkz. TBMM Arşivi, Dosya 69, Karar no 69 ve IV-12, b-1; Şark İstiklal Mahkemesi Karar Defteri, S.15, D. 4/32; Hâkimiyet-i Milliye, 28 Haziran 1925; Behcet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, İstanbul, 1955; Metin Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, Ankara, 1994; Ergun Aybars, İstiklal Mahkemeleri, Ankara, 2009; Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, İstanbul, 1994; Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri, İstanbul, 2007. İddianame, savunmalar ve kararın günümüz Türkçesine çevrilmiş tam metni için bkz. Ümit Doğan, Şeyh Sait İsyanı ve Gerçekler, Ankara, 2023. 

                                                     /././

İkiyüzlülüğünün daniskasını Cumhur İttifakı yapar (Zülal Kalkandelen)

Kesin olan şu ki artık ana muhalefetin işi daha zor. Bir yandan Cumhur İttifakı ile mücadele ederken diğer yandan İYİP’le de uğraşacak.

Bu durumda herkesin aklında şu soru var: CHP, HEDEP (HDP) ile işbirliği yapacak mı?

HEDEP Sözcüsü Ayşegül Doğan, MYK’de yerel seçimlere 81 ilde kendi adaylarıyla girmesi eğiliminin öne çıktığını, bu kararın PM’ye sunulacağını ifade etmişti. Özel’in genel başkan olduktan sonra Kürt seçmenlere yönelik sözleri göz önünde bulundurulursa resmi bir ittifak açıklanmasa bile, iki parti arasında en azından bazı büyükşehir belediyelerinde işbirliği için temas kurulacaktır.

Böyle bir durumda Cumhur İttifakı’nın 14 Mayıs öncesinde yaptığı gibi, ‘terör kartını’ kullanması ve dezenformasyonla seçmenleri etkilemeye çalışması büyük olasılıktır.

İYİ Parti’nin CHP’nin yerel seçimlerde işbirliği teklifini reddetmesinden sonra bu köşede 6 Aralık 2023’te yukarıdaki öngörüde bulunmuştum. Görülüyor ki tahmin edilen oldu.

TERÖR KARTI YİNE DEVREDE

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, 12 askerin PKK tarafından katledilmesinden sonra “ortak bildiri” tartışması üzerine konuşurken, “Siyasi partiler ortaklaşıyor ama Atatürk’ün partisi CHP, utanmadan bölücü örgüt uzantılarının yanında konumlanıyor. CHP’nin terör örgütü ile kurduğu seçim ittifakı ideolojik kaynaşmaya dönüştü” dedi.

Belli ki genel seçimlerde tuttuğu görülen algı operasyonuna, yerel seçimlerde yine başvurulacak. Muhalefetin yapması gereken, seçmenlere ulaşıp gerçekleri ortaya koymaktır.

Öncelikle her seçim öncesinde aynı olayların yaşanmasının ve şehitler üzerinden siyaset rantı aranmasının bu ülkeye büyük bir kötülük olduğu vurgulanmalı. Şehit cenazelerinde meydana gelen provokasyonları kimlerin yaptığı mutlaka açığa çıkarılmalı. 

Gaziantep’teki cenaze töreninde Özgür Özel’in gönderdiği çelengi parçalayan provokatörün AKP milletvekili aday adayı Kenan Öztürk olduğu, Manisa’daki cenaze töreninde şehidin ailesinin Özel’e yönelik protestoyu kınadığı anlatılmalı.

AKP’LİLERİN PKK HAKKINDAKİ SÖZLERİ VE EYLEMLERİ

“‘Sayın Öcalan’ demeyi ve PKK bayrağı açmayı suç olmaktan biz çıkardık” (Eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç),

PKK ile görüşen arkadaşı ben gönderdim, sıkıntısı olan varsa söylesin” (Recep Tayyip Erdoğan, 2012), “Öcalan’ı hayata dahil ettik. Televizyon verdik. Bu sayede takımını izliyor. Türkiye’de ne oluyor görüyor” (RTE, 2013),

Abdullah Öcalan, Kürtlerin lideridir. Onun mesajları bizim de düşüncemizdir" (Beşir Atalay, eski devlet bakanı),

Bana göre PKK terör örgütü değildir. Kendi topraklarında belli bir siyasi programı hayata geçirmeye çalışan bir politik harekettir” (AKP MKYK üyesi Orhan Miroğlu) diyenlerin AKP’li olduğu söylenmeli!

PKK ile Oslo’da masaya oturanların, sınırda çadır mahkemeleri kurdurup ellerinde PKK bayraklarıyla gelen teröristleri içeri alanların, 

2019’daki yerel seçim öncesinde Osman Öcalan’ı TRT Kürdi’ye çıkaranların, 

Aynı dönemde akademisyen Doç. Dr. Ali Kemal Özcan’ın Öcalan’la İmralı’da görüşüp, onun seçimlere müdahale eden sözde “tarafsızlık mektubunu” kamuoyuna duyurmasına izin verenlerin hepsinin AKP’li olduğu hatırlatılmalı!

AKP, doğrudan terör örgütü PKK ile ilgili bunları yaparken, TBMM’de grubu olan DEM (eski HDP) ile seçim işbirliği için görüşen CHP’ye saldırıyor. 

Peki Kasım 2022’de Adalet Bakanı Bekir Bozdağ başkanlığındaki AKP heyeti, türban konusundaki anayasa değişikliği için HDP grubunu ziyaret etmedi mi! 

Vurgulanması gereken bir diğer ikiyüzlülük de MHP’ninkidir. Bahçeli, Cumhur İttifakı’nın ortağı HÜDA PAR’ın “eyalet sistemini” gündeme getiren bölücü söylemlerine karşı suskun.

Bu kadar ikiyüzlülük ancak Cumhur İttifakı’nda olur. Bunların 31 Mart’a kadar halka mitinglerde, TV ekranlarında, sosyal medyada videolarla anlatılması şarttır. 

(Cumhuriyet)

Birgün KÖŞEBAŞI - 27 ARALIK 2023 -

 

Tarikatlar mesajı aldı: Kızıl Goncalar (Berkant Gültekin)

Türkiye’nin toplumsal ve siyasal gerçekliğini konu edinen TV dizileri, son dönemin en popüler tartışma konuları arasında. Show TV’deki Kızılcık Şerbeti’nin ardından şimdi de Fox TV’nin yeni dizisi Kızıl Goncalar üzerinden bir polemik başladı.

İzlememiş olanlar için kısaca anlatalım, Kızıl Goncalar’da bir tarikat düzeni ortaya seriliyor. Tarikat, bildiğiniz tarikat. Devlet kademlerinde nüfuz sahibi, savcıları, doktorları vs istediği gibi yönlendirebilen, çeşitli alanlarda ticari faaliyet yürüten, güçlü ve etkili bir yapı. Kadınlardan koşulsuz itaat bekleniyor. Bırakın çalışmayı, erkeklerin elinden su içmeleri bile yasak. Küçük yaşta kapanmak ve evlenmek zorundalar.

Bu tarikata mensup deprem mağduru bir aile, İstanbul’a göç etmek zorunda kalıyor. Ailenin babası Naim, “Efendi Hazretleri”ne yakın olacakları için durumdan çok memnun. Gelgelelim süperzeka kızı Zeynep’in eğitim almasına müsaade etmiyor. Çünkü tarikat kurallarına göre okula gidip öğrenim görmek yasak. Çocuklara kendi bünyelerinde, elbette harem-selamlık, dini bir eğitim veriyorlar ve şiddet de bu eğitimin ayrılmaz bir parçası. Zeynep’in annesi Meryem ise kızını bu karanlıktan çekip çıkarmak istiyor. Hikâyenin ana aksı kabaca böyle.

Kızıl Goncalar’ın ikinci bölümü pazartesi günü yayınlandı. Ancak dizi, geçen haftaki ilk bölümüyle şimşekleri üzerine çekmişti bile. İktidara yakın tarikat çevreleri ve yandaş medya, diziyi yaylım ateşine tuttu. Sosyal medyada da linç kampanyası organize edildi. Yapımın dindarlara hakaret ettiği ileri sürülerek yayından kaldırılması talep edildi.

RTÜK de hedef gösterilen diziyle ilgili inceleme başlattı. Şişli’de bulunan afişine boyalı saldırı düzenlenen dizinin, çekim için önceden ödemeleri yapılarak alınan mekan izinleri de Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Aile Bakanlığı tarafından iptal edildi.

***

Diziye yönelik suçlamalardan biri, dizinin senaristi Necati Şahin’in FETÖ’cü olduğu. Şahin gerçekten de Fetullahçı çeteyi meşrulaştıran 2013 yapımı “Selam” filminin senaristiydi. “Selam” filminin adı, 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu taslak raporunda, “FETÖ'nün legal görünümlü faaliyet alanları içinde sinema filmleri” başlıklı bölümünde geçiyor.

Fakat arşivlerden görüyoruz ki Kızıl Goncalar’a esip gürleyen Yeni Şafak, “Selam” Mart 2013’te vizyona girerken baya baya filmin reklamını yapmış. Fragmanlarını bile haberleştirmekten geri durmamış. Fetullahçı örgütün denizaşırı çalışmalarının güzellendiği film için “İdealleri uğruna sevdiklerinden, ailelerinden, evlerinden, yurtlarından ayrılarak 3 farklı kıtaya doğru yola çıkan Harun, Zehra ve Adem öğretmenin hikayesi anlatılıyor” demiş.

Bir kez daha anlıyoruz ki yandaşlar için FETÖ’cülük, gerçekten Fethullahçı olmakla değil, bugün AKP’li olup olmamakla alakalı. Eskiden örgüte yakın olsanız bile bugün Erdoğan’ın yanındaysanız bu sorun olarak görülmüyor.

Bunu, “Selam” filmiyle birlikte Meclis raporunda geçen “Eşrefpaşalılar” dizisinde Fetullah Gülen’in gençliğine hayat veren Sinan Albayrak’a yönelik muameleden de anlıyoruz. Sinan Albayrak şimdi “makbul” bir oyuncu olarak her çıkışıyla kendine Yeni Şafak’ta yer bulabiliyor. Peki aynı Albayrak bugün iktidara muhalif olsaydı ne olacaktı? Elbette tüm geçmişi ortaya serilecek ve itibarsızlaştırılacaktı. Bu arada, Sinan Albayrak’ın kendisine sorarsanız dizide Fetullah Gülen’i oynadığını bilmiyor. Dünyadaki tüm büyük oyunları çözüp sağa sola akıl veriyorlar ama burunlarının dibinde ne olup bittiğini anlayamıyorlar. Yerseniz.

***

Ayrıca hedefe koydukları Kızıl Goncalar, yorumladıkları türden net bir karşıtlığa oturmuyor. Dizi hakkında atıp tutan gazeteler manipülasyon yapıyor; yana yakıla eleştiri yapan sosyal medya kullanıcılarının ise diziyi izleyip izlemedikleri bile şüpheli.

Hikaye aslında gayet muhafazakâr bir yerden kuruluyor. Tarikatçılığın karşısına konan ideal kimlik sekülerlik değil, başka tür bir dindarlık. Eğitimden mahrum bırakılan parlak zekalı Zeynep’i tarikattan kurtarmak isteyenlerden biri, kızın imam hatip lisesinde çalışan ve babasının “kafir” olarak tanımladığı türbanlı halası. Hala istiyor ki yeğeni imam hatipli olsun. Zeynep’i tarikatın pençesinden kurtaracak formül bu.

Bununla birlikte dizide Atatürkçü ya da seküler kesim yüceltilmiyor. Tam tersine bu figürler, sevip sevilmekten mahrum, çocuğunu bağrına basamayan, ailesini bir arada tutmakta zorlanan, bakıma muhtaç, huysuz ve önyargılı karakterler olarak betimleniyor. Meslek sahibi seküler kesimin “manevi yoksunluğu”nun mütemadiyen altı çiziliyor. Yeri geliyor, tarikatın şeyhi ile Atatürkçü fizik profesörü eşitleniyor.

Kızıl Goncalar dizisinde Özgü Namal (Meryem), Şerif Erol (Suavi) ve Özcan Deniz (Levent) gibi oyuncular rol alıyor.

Kaldı ki hikayenin en düzgün karakteri olarak resmedilen Meryem de bir tarikat mensubu. En zeki karakter de onun dini bütün kızı Zeynep. Yine hile yapan börekçinin tarikat şeyhi tarafından cezalandırılması da dizinin pozisyonuna dair kritik bir mesaj. Yani Kızıl Goncalar’da öyle yaygara kopartıldığı gibi genel bir dindar kötülemesi yok. Hatta hikâyenin bağlanacağı nokta seküler-muhalif kamuoyunu rahatsız ederse şaşırmayın.

***

Tüm mevzu, tarikatçılığın içine ufacık bir ışık tutulmasıyla ilgili. Dizi, iki tarafın da “aşırı uçları”na vururken hassas bir noktaya temas ediyor. Kızıl Goncalar’ın bu kadar gürültü koparmasının nedeni burada saklı. Yıllardır BirGün’ün ve sayısı bir elin parmağını geçmeyen medya organının yaptığı haberler, ilk kez dizi formatına getirilerek “total” izleyicinin görüş alanına sokuluyor. Tarikat ve cemaat türü yapılara dair dilden dile konuşulan olaylar ilk kez yüksek sesle anlatılıyor. Muhafazakâr kitleler için yaratılan fanusta, içinden hakikat parçalarının sızdığı bir delik açılıyor.

Yıllardır AKP iktidarının kendilerine sağladığı imkanlarla büyüyüp zenginleşen ve devlet kademlerinde gerek kadrosal gerekse de ilişkisel anlamda güç biriktiren tarikatlar, şimdi kendilerinin tartışılır hale gelmesinden rahatsız. Anaakım kanallardan gönderilen mesajı (sığ ve yetersiz olmasına rağmen) alıyorlar. İktidar cephesi içinde de tarikatların sınırlanması, hizaya çekilmesini savunan bir klik olması muhtemel.

Eğer korktukları başlarına gelirse, artık kamuoyu onları daha fazla konuşmaya ve gündem etmeye başlayacak. Hesap vermeye zorlanacak, daha fazla gözetim ve kontrol altında tutulacaklar. Bu nedenle dindarlık şemsiyesinin altına sığınıp marjinalliklerini gizlemeye çalışıyorlar.

Yine de tarikatlar ilk etapta istediklerini aldı; iki bakanlık onların talepleri doğrultusunda dizinin mekan izinlerini iptal etti. Tarikatçıların RTÜK’ün üzerinde ne kadar etki sahibi olduğunu ise alınan kararla öğreneceğiz. Şu yaşananlar bile aslında dizide tarikatçılığın politik gücüne dair anlatılanları doğruluyor.

                                                                       /././

Yeni Düzyıl (Kaan Sezyum)

Haydi toparlanın ağlayalım biraz. Suudi Kralı vefat ettiğinde nasıl da yas tutmuştuk, onu hatırlayıp duygu yüklemesine uğradım… Neyse, durmak yok, ağlamaya devam. Birleşik Kamu-İş’in Açlık-Yoksulluk Aralık 2023 Araştırması’nın sonuçlarına göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 16 bin 500 TL’ye, yoksulluk sınırı ise 46 bin 837 TL’ye yükseldi. Neyse ki ülkemizde bizi koruyan, mülk hakkımızı, hayatımızı, eğitimimizi, kültürümüzü, sanatımızı düşünmeyen bir idare olduğu için yoksulluk ve açlığı da eğer hayatta kalabilirseniz yaşayabiliyorsunuz. Hayattaysanız şanslısınız, sizleri daha kötü günler bekliyor. Yeni düzyılımıza hoş geldiniz. Burada gericilik, hamaset, bağnazlık, bilimle iddialaşma, vizyonsuzluk, bireysel erk için tutarsız ve omurgasız bir yönetim ve sürdürülebilen bir yoksulluk var.

∗∗∗

Eğer kampanyamızı beğenmediyseniz az bir fark ödeyerek, mafyayla iç içe girmiş siyasiler, toplumun her alanına içten içe işlemiş ahlaksızlık, yolsuzluk ve para için her şeyi yapma açgözlüğünden de faydalanabilirsiniz.

Bunlar da kesmezse, iktidarın her dediğini, sırf menfaati ve kazancı için yağlı elleri ve anlamsız sırıtışları ile şakşaklayan dev bir kalabalıkla da karşılaşmanız mümkün. Tabii ki iktidara yanlayıp da parmağını tatmayan yok. Çünkü devir yeni devir, düzyılımızda artık her şey kazanç ve karşılıklı menfaat öncelikli. Hukuk mu? Njslkdjashdk, kusura bakmayın random güldüm. Yani şimdi o kadar okuyan öğrenciye filan da ayıp olacak ama anayasanın pek de bir gücü olmayan, hukukun üstünlüğü ilkesini geçtim, anayasa mahkemesinin bile Yalova Kaymakamlığı kadar değer görmediği bir adaletsiz düzyıldan bahsediyorum.

Haydi gelin, biraz da para diyelim. Fakirlik nasıl gidiyor? Aaaa, üzülmeyin, bakın nadide gazztecilerimiz, nadide yağdanlıklarımız neler diyor? Allah fakirlere şehadet şerbetinden içmeyi nasip ediyormuş. Zenginseniz zaten kesin BirGün filan okumuyorsunuzdur. O yüzden bizim için işler hala nanay. Marmara ve Antakya depremlerinden kurtulup hayatta mı kaldınız? Hiç üzülmeyin, sırada büyük İstanbul depremi var ve tahmin edin once yıldan sonra koskoca şehirde deprem toplanma alanlarına ne yapıldı? Tabii ki AVM… Genç adamsın lazım olur, al AVM…

Biraz da güzel haber. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2024 yılı bütçesi yüzde 151 artarak, 91,8 milyar lira oldu… Bir sürü bakanlığı filan geçen tertemiz kemiksiz bir bütçe. Makam aracından, cemaatine, STK’sına, artık ne kadar faydalı, ülkeyi parlak geleceğe doğpru yönlendirecek, daha ahlaklı ve medeni yapacak iş varsa bu bütçe yeter de artar diyeceğim ama Diyanet, her seferinde yıl bitimine yakın biraz da ek bütçe patlatıyor. Helal olsun sana koca bütçeli başkanlık diyoruz.

∗∗∗

En güzel günler geçtiğimiz dünler diyoruz ve her gün daha fazla acı çekmek için yaşamaya devam ediyoruz. Sıradaki müjdem ise tüm trafik sevdalılarına. İstanbul Emniyet Müdürlüğünün organize suç örgütlerine karşı gerçekleştirdiği operasyonlarda ele geçirilen 23 lüks aracın mahkeme kararınca emniyete verildiğini kaydeden içişleri bakanımız, "Artık bundan böyle bu araçlar suç örgütlerinin değil, polisimizin emrinde, milletimizin hizmetinde olacaktır. Ülkemizin huzuru için canla başla çalışan kahraman polislerimizin her birine ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Birliğimiz, beraberliğimiz ve huzurumuz daim olsun." ifadelerini kullandı. Bentley, Ferrari gibi araçlar gördüm, trafik polisi aracı olmuşlar. Aşırı çok lüks doğru bir karar.

Aslında o araçları satsak da olurdu ama ne gerek var. Çünkü burada hiçbir şeye gerek yok.

Seneye görüşmek üzere.

                                                                 /././

Vatandaşlık rezaletinde son perde (Timur Soykan)

Yıllardır İstanbul’da yaşayan Yeni Zelandalı uyuşturucu baronu, Kırmızı Bültenle aranırken Pakistanlı kişilerin Türkiye’ye yerleşmesini sağlıyordu.

Bir vatandaşlık skandalı daha anlatacağız. Tek cümle ile özetlemek gerekirse olay şu:

Dünyada Kırmızı Bülten ile aranırken İstanbul’a yerleşen Yeni Zelandalı uyuşturucu baronu, Pakistanlıların Türkiye’ye yerleşmesi için faaliyet yürüttü.

Baştan anlatalım:

Komançero Motosiklet Çetesi, 1968 yılında Avustralya’da kuruldu. Askeri bir disiplindeki bu örgütü Yüksek Komutan yönetiyordu. Çok sayıda şiddet olayı, hatta cinayetlere karıştılar.

2000’li yıllara gelindiğinde Komançero Çetesi, küresel çapta bir uyuşturucu kaçakçılığı şebekesine dönüştü.

Komançero Çetesinin Avustralya’da yüzlerce üyesi var. 

KIRMIZI BÜLTENLE DÜNYADA ARANIYORDU

2010 yılında Avustralya Federal Polisi’nin kuşattığı çetenin liderlerinden Yeni Zelandalı Duax Ngakuru ve Avustralya’da doğan Türk asıllı Hakan Ayık kaçtı.

Hakan Ayık Avustralya tarafından ‘Uyuşturucu Ticareti’ ve ‘Kara Para Aklama’ suçlarından Kırmızı Bülten ile aranıyordu.

İkisi de Türkiye’ye yerleşti ve yıllarca gizli bir el tarafından korundular. Bu sırada dünyayı sarmış bir uyuşturucu ağını yönetiyorlardı.

            Hakan Ayık ve Ngakuru çocukluk arkadaşı.  
Latin Amerika’dan temin ettikleri kokaini Güney Afrika ve Güney Kore güzergahlarını kullanarak Avustralya, Hong Kong ve Hollanda’ya ulaştırıyorlardı. Ortadoğu’da da ortaklar bulmuşlar ve burada faaliyetlere başlamışlardı. Ayrıca metamfetamin kaçakçılığı yapıyorlardı.

ANOM TUZAĞIYLA ŞİFRE ÇÖZÜLDÜ

2018 yılında dünyada daha önce görülmemiş bir operasyon fikri ortaya çıktı. ABD federal soruşturma bürosu FBI ve Avustralya Federal Polisi, ANOM ismini verdikleri şifreli bir haberleşme sistemi kurdular. Komançero Çetesi’nin içindeki FBI ajanları, Hakan Ayık’a ANOM sistemini verdi ve onu bu uygulamayla haberleşmenin asla izlenemeyeceğine ikna etti. Hakan Ayık ve tuzak kurulan diğer suç örgütü liderleri sayesinde ANOM, 300 suç örgütü ve 12 bin suçlunun kullandığı bir mesajlaşma sistemine dönüştü.

ANOM suç örgütlerine kurulmuş eşsiz bir tuzaktı.

FBI ve Avustralya Federal polisi, 27 milyon mesajı anlık olarak takip etmiş ve arşivlemişti. Bu sayede Komançero ve onunla bağlantılı çetelerin şeması çıkarıldı, uyuşturucu güzergâhları çözüldü. Siyasi ve bürokrasideki bağlantıları deşifre oldu. Avustralya polis yetkilisi, “Çete liderlerinin arka cebinde gibiydik” demişti. Truva Atı Kalkanı adı verilen bu operasyona 16 ülke katılıyordu.

ÇETENİN ANA ÜSSÜ: İSTANBUL

ANOM mesajları çözümlendiğinde Komançero Çetesi’nin ana üssünün İstanbul olduğu ortaya çıktı. Çetenin tepe yöneticilerinin tamamı İstanbul’daydı. Hatta Şişli Esentepe’deki King Cross isimli bir otelden Kolombiya’dan Avustralya’ya Afrika’dan Güney Kore’ye uyuşturucu sevk ettikleri mesajları buradan gönderiyorlardı. Şişli Esentepe’deki otelin önünde Hakan Ayık ve Naux Ngakuru selfi çekip ANOM’dan gönderiyor, bu fotoğrafta FBI’ın önüne düşüyordu.

Dünyada Kırmızı Bülten ile aranan Hakan Ayık ve Ngakuru, King Cross Otel önünde selfie çektirmişti.

Ama nedense Türkiye bu küresel operasyona katılan ülkeler arasında yoktu. Haziran 2021’de 16 ülkede yüzlerce adrese baskın yapıldı. 800 kişi tutuklandı, 250 silah ve 8 ton kokain ele geçirildi. Sadece Avustralya’da 224 kişi tutuklanmıştı. Ama çeteyi yönetenler İstanbul’da olduğu için yakayı kurtarmıştı.

İşte bu ANOM mesajlarında Komançero Çetesi’nin Yeni Zelandalı Yüksek Komutanı Ngakuru’nun Türkiye’ye yabancı uyruklu kişileri yerleştirmekle uğraştığı da ortaya çıktı. ANOM’da ‘Big Chef’ kod ismini kullanan Ngakuru, Mayıs 2021’deki bir mesajında birkaç Pakistanlının Türkiye’ye yerleşmesine yardım ediyordu. Hatta bir başka mesajında Türkiye’de dokunulmaz olduklarını, güçlü tanıdıkları sayesinde korunduklarını yazmıştı.

Rezaletin büyüklüğünü anlatacak kelime yok.

Ama bu kadar değil.

Daux Ngakuru, oturum ve çalışma izni bile almıştı. Üstelik Türkiye’ye getirdiği iki çocuğu ve eşine de oturum izni alabilmişti.

BARON VATANDAŞLIK PAZARLAMIŞ

İsmail Saymaz’ın ‘Kırmızı Bültenle aranan kişi Türk Vatandaşlığı Pazarlamış’ başlıklı haberinde bu rezaletin bir dibi olmadığını öğrenmiştik.

Meğer Duax Ngakuru, yabancılara oturum izni ve vatandaşlık hizmeti veren Visal Danışmanlık Hizmetleri Şirketi’nin sigortalı çalışanı görünüyormuş. Üstelik serveti yaklaşık 100 milyon dolar olan bu adamın SGK’daki iş tanımı: ‘Pazarlama Danışmanı.’ Yani sadece Pakistanlıların Türkiye’ye yerleşmesini sağlamamış. Kırmızı Bülten ile dünyada aranan uyuşturucu baronu, Türk vatandaşlığını, oturum iznini pazarlamış.

‘ÇOK FAZLA MÜŞTERİ GETİRDİ’

İsmail Saymaz’ın haberine göre; Visal Danışmanlık Şirketi’nin sahibi Mustafa S. de bu olayı doğruluyor. Kendisine çok fazla müşteri yönlendirdiği için Duax Ngakuru’nun şirketinde sigortalı çalışıyor görünmesini kabul ettiğini anlatıyor. Bu şirkette sigortalıyken Duax Ngakuru hakkında Yeni Zelanda Kırmızı Bülten çıkarıyor ve Çalışma Bakanlığı 1,5 yıl sonra çalışma iznini iptal ediyor.

Acaba Duax Ngakuru, kimlerin Türkiye’de vatandaşlık ya da oturum izni almasını sağladı? Bu sorunun yanıtında büyük skandallar gizli.

BARONA DAİRE SATIP VATANDAŞLIK SAĞLADI

Üstelik sadece Duax Ngakuru değil, Hakan Ayık da çok sayıda suçluyu aynı şirkete vatandaşlık ve oturum izni içi yönlendiriyor. Mesela; Avrupa’nın önemli kaçakçılarından ve Komançero Çetesi ile bağlantılı Maximilian Rıvkın, Nikolaj Ankov adına düzenlenmiş Bulgaristan pasaportuyla Türk vatandaşı olmak için bu şirkete başvuruyor. Uyuşturucu baronu, diğer uyuşturucu baronu Hakan Ayık’tan 4 milyon TL’ye İstanbul Şişli’deki iki daireyi satın almış görünüyor ve bu sayede Türk vatandaşı olup Cem Cansu adını alıyor.

Komançero Çetesi’ne 2 Kasım 2023’de yapılan operasyonun ardından Olay Yeri İnceleme Şube Müdürlüğü parmak izi alınmasına karşın Maximilian Rıvkın’ın nasıl vatandaş olabildiğini araştırdı. Parmak izi kayıtları incelendiğinde Nikolaj Ankov adıyla verilen parmak izinin Maximilian Rıvkın ile aynı olduğu belirlendi. Sistemin neden uyarı vermediğini halen bilmiyoruz.

SİLAH RUHSATI DAHİ VERİLMİŞ

Hakan Ayık’ın Hollandalı eşi de bu şirketin danışmanlığında oturum izni aldı. Mustafa S.’nin ifadesine göre; 13 yıldır Kırmızı Bülten ile aranan Hakan Ayık’ın, Türkiye’de iki tane silah ruhsatı bile varmış.

Komançero Çetesi’nin Latin Amerika’dan kokain teminini sağlayan Barış Tükel’in yabancı uyruklu eşi de aynı yoldan oturum iznine kavuşuyor.

Şirketin sahibi Mustafa S.’nin eski polis ve ağabeyinin Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı olması dikkat çekiyor.

Elbette olay bir şirketin faaliyetinden çok ama çok öte... Devletin içindeki önemli güçler olmadan Türk vatandaşlığının uyuşturucu baronlarına pazarlanmasına imkân yok. Ali Yerlikaya’nın İçişleri Bakanlığı döneminde Türkiye’deki suç örgütü liderlerine operasyon yapılıyor ama onları koruyup kollayan, vatandaşlık veren kravatlı çeteye halen dokunulmuyor.

Hakan Ayık ve Komançero Çetesi, 2 Kasım’daki operasyonda gözaltına alınmıştı.

DÜNYA BİLİYORDU, TÜRKİYE NEDEN DOKUNMADI

Yukarıda bahsettiğimiz çok önemli bir soru 2,5 yıldır önümüzde duruyor. ANOM tuzağı ile Komançero Çetesi’ne yapılan operasyona neden Türkiye dahil olmadı. Dünyaya yayılan uyuşturucu ve suç ağını organize edenlerin İstanbul’da, hatta Şişli’deki bir otelde üslendiği bile ortadaydı. Haziran 2021’de Truva Atı Kalkanı Operasyonu ile 16 ülkede 800 suç örgütü üyesi yakalanıp 8 ton kokain ele geçirilirken çetenin liderlerine İstanbul’da neden dokunulmadı? Komançero Çetesi’nin Yüksek Komutanı Duax Ngakuru, Türkiye’de güçlü bağlantıları sayesinde dokunulmaz olduklarını ANOM mesajında anlatmıştı. Haklı mıydı? Kimdi bu güçlü bağlantılar? ANOM mesajlarının içeriğini Türkiye, FBI ve Avustralya’dan istedi mi? İstemediyse neden? Ngakuru, Ocak 2023’de İstanbul Sarıyer’deki villada gözaltına alınıp tutuklandı.

Küresel boyuttaki Truva Atı Kalkanı Operasyonu’ndan 2 yıl 4 ay sonra Ali Yerlikaya’nın İçişleri Bakanlığı döneminde Komançero Çetesi’ne operasyon yapıldı. DHA’dan Özden Atik’in haberinden detaylarını öğrendiğimiz operasyonda Hakan Ayık, Maximilian Rıvkın, Barış Tükel ve çok sayıda çete üyesi tutuklandı. 4,5 Milyar TL’lik mal varlığına el konuldu. Ortak oldukları 22 şirket vardı.

BİRGÜN



Faşist rejim nasıl kurulur tanık oluyoruz: Arjantin'de Milei'den işçi sınıfına akıl almaz saldırı - (CAN KUYUMCUOĞLU-soL/Özel)

 Sekiz ay deneme süresi, iş durdurmak yasak, eylem yapan işçiye "müdahale eden polisin iş kazasına yol açmak"tan haklı işten atma, kiralar döviz kuruna sabit... Arjantin sermayesi, faşizmi kuruyor.

Dünya tarihindeki faşist yöneticiler aynı zamanda her zaman işçi düşmanlığıyla öne çıkar.

Arjantin’de yeni devlet başkanı olan Javier Milei, attığı ilk adımlarla bunu çok hızlıca gösterdi.

Önce ülkenin para birimi pesoya dönük devalüasyon kararı aldı, hemen ardından ülkedeki eylemleri engelleyecek, daha önce soL'da ayrıntılarını yazdığımız akıl almaz bir karara imza attı

Milei, şimdi de son imzaladığı Gereklilik ve Aciliyet Kararnamesi'yle (DNU) işçi sınıfına adeta savaş açtı.

Milei'nin imzaladığı kararname, ülkenin çalışma sisteminde önemli değişiklikler öngörüyor. 300'den fazla düzenlemenin değiştirilmesini içeren kararname, ekonominin kuralsızlaştırılması ve devlet şirketlerinin özelleştirilmesini teşvik edecek nitelikte. Kararnamede ayrıca bir "şok istikrar planı" öneriliyor.

Kararnameden en az 11 iş kanunu etkilenecek. Ülkedeki işçilerin işe alım sürecindeki haklarını belirleyen İstihdam Sözleşmesi Kanunu'nda 20'den fazla değişiklik bulunuyor.

Bu değişiklikler arasında, kayıtsız işçi çalıştıran şirketlere ceza verilmesini engelleme, işe alım tarihini belirsizleştirme, işçi ücretlerini doğru göstermemeyi teşvik gibi düzenlemeler var. Bununla birlikte, toplu iş sözleşmesi kanunundaki kayıtsız işçilere daha fazla tazminat ödenmesini öngören madde de çıkarıldı.

Milei’nin imzaladığı doküman 86 sayfa uzunluğunda. 366 maddesi bulunan doküman, Milei’nin yanı sıra Genelkurmay Başkanı Nicolás Posse ve 9 bakan tarafından imzalandı.

Özelleştirme için ilk adımlar

Kararname, tüm devlet şirketlerinin “sınırlı şirket”e dönüştürülmesini öngörüyor. Bu şirketler arasında büyük petrol şirketi YPF, havayolu şirketi  Aerolíneas Argentinas ve Arjantin’in demiryolu şirketleri de var.

Kararnameyle birlikte, devlet şirketlerinin özelleştirilmesi için Kongre onayı şartı koşan kanun da iptal edilmiş olacak.

Ayrıca, Federasyon Kanunu ve Spor Kanunu’ndaki düzenlemelerle birlikte, futbol kulüplerinin özel spor şirketleri olmasının önü açılacak.

                                                    Arjantin başkenti Buenos Aires

Ekonomi kuralsızlaştırılıyor

Kararnamenin en çok tartışılan yönlerinden biri, kredi kartı endüstrisinin kuralsızlaştırılması hamlesi oldu. Buna göre, kredi sağlayıcıların faiz oranlarını yüzde 3’ün üstüne çıkarmasını engelleyen kısıtlamalar kaldırılmış olacak.

Kararnameye göre, özel sağlık masraflarına dönük kısıtlamalar, “rekabeti korumak” adına tamamen kaldırılacak. Bu, kamuya ait sağlık hizmetlerinin özel sağlık şirketleriyle rekabet etmek zorunda kalacağı anlamına geliyor.

Bununla birlikte, yeni düzenlemeyle marketler ürün fiyatlarını istedikleri miktarda yükseltebilecek. 

Ayrıca, yeni kira düzenlemesiyle asgari ve azami kira periyodları ortadan kalkacak. Buna ek olarak kiracılar, ödemelerini, döviz kuruna göre yapmak zorunda olacak.

İş durdurma hakkına engel

Milei'nin imzaladığı kararnamede, temel hizmetlerin ele alındığı 9. bölümde yer alan kararlarla neredeyse tüm sektörlerde işçilerin iş durdurma hakkı engellenmiş olacak.

Kararnamede, “esas öneme sahip” olarak değerlendirilen faaliyetlerin olduğu durumda, endüstriyel faaliyet sırasındaki hizmetlerin en az yarısının sağlanmasına dönük bir yükümlülük getiriliyor.

Asgari hizmetlerin sağlanmasına ilişkin olarak, temel hizmetler söz konusu olduğunda, hiçbir durumda taraflara, söz konusu hizmetin normal kapsamının yüzde 75'inden daha azına dair bir pazarlık veya dayatma yapılamayacak.

“Üstün öneme sahip” faaliyet ve hizmetlerde de, hizmetin kapsamının yüzde 50’sinden azı pazarlık veya dayatma konusu olamayacak.

“Temel hizmetler” olarak değerlendirilen faaliyetler şöyle:

  • Sağlık ve hastane hizmetlerinin yanı sıra ilaçların ve hastane malzemelerinin nakliyesi ve dağıtımı ve ilaç hizmetleri
  • İçme suyunun, doğalgaz ve diğer yakıtların ve elektrik enerjisinin üretimi, nakliyesi, dağıtımı ve piyasaya sunulması
  • İnternet ve uydu bağlantısının da dahil olduğu telekomünikasyon hizmetleri, ticari havacılık ve hava ve deniz trafik kontrolü
  • Gümrük ve göç hizmetleri, dış ticaretle ilgili hizmetler, çocuk bakım ve eğitim hizmetleri

“Üstün öneme sahip” olarak değerlendirilen faaliyetler şöyle:

  • İlaç ve hastane malzeme üretimi
  • Deniz, nehir, kara ve yer altı taşımacılığı 
  • Radyo ve televizyon hizmetleri
  • Çelik ve alüminyum üretimi gibi kesintisiz endüstriyel faaliyetler, kimyasal faaliyetler, çimento faaliyetleri
  • İnşaat malzemelerinin üretimi ve dağıtımı, uçak ve gemi onarma hizmetleri, tüm liman ve havalimanı hizmetleri, lojistik hizmetleri, madencilik faaliyeti, soğutma faaliyeti, posta, gıda ve içeceklerin dağıtımı ve fiyatlandırılması, tarımsal faaliyetler
  • Bankacılık, finansal hizmetler, otel ve yemek hizmetleri, elektronik ticaret, ihraç edilen ürün ve hizmetlerin üretimi

İş deneme süresi uzatıldı

Kararnameyle, işe alınan işçilerin denenmesi süresi 3 ila 8 aya uzatıldı. Kararnamenin 71. maddesine göre, bu süreçte taraflar hiçbir gerekçe göstermeksizin ilişiği kesebilir. İşine son verilenin tazminat alma hakkı olmazken, ilişiği kesen tarafın önceden bildirimde bulunma yükümlülüğü olacak.

İşçilerin alacağı tazminat miktarı düşürüldü

Kararnamenin 81. maddesiyle, kıdem ve işten çıkarılma tazminatı sisteminde de değişikliğe gidildi. Buna göre, haksız here işten çıkarılan işçiye ödenecek tazminat miktarı yarıya düşürüldü.

Ayrıca kararnameyle, patronlara tazminat ödemesi için kendi özel sermayelendirme sistemi oluşturmaları imkanı tanınıyor.

Buna ek olarak, taraflar, anlaşmaları durumunda tazminat sistemini bir işten çıkarma fonu veya sistemiyle değiştirebilecek. Buna göre, patronlar işten çıkardıkları işçiye ücretlerinin yüzde 8’ini geçmeyecek şekilde bir aylık katkı payı ödeyecek.

                                                              Buenos Aires

Ek mesai ücreti patronların insafına kalıyor

Kararnamenin 79. maddesine göre, toplu iş sözleşmeleri, üretim metotlarındaki ve faaliyetlerin koşullarındaki değişikliklere göre uyarlanacak bir sistemin kurulmasını içerebilir.

Bu doğrultuda ek mesai düzeni, patronun isteği doğrultusunda oluşturulabilir.

Uygulanacak “saat bankası” sistemiyle, şirketler aylık çalışma saatlerini toplayıp, ücretlerini istediği gibi dağıtabilecek.

Eyleme katılan işçilerin çıkarılması için tuhaf bahane

Kararnamenin 80. maddesiyle işten çıkarmaların “haklı gerekçeleri”nde de değişikliğe gidildi. Bu maddeyle, hakları için eylem düzenleyen işçilerin işten çıkarılmasının önü açılmış oldu. Bunun “haklı gerekçesi” olaraksa eylemlere yapılacak polis müdahalelerinin “ciddi iş kazasına” yol açabileceği gösteriliyor.

Maddede, eylemlere katılmayan işçilerin de polisin müdahale ve tehditlerinden etkilenebileceği öne sürüldü.

Özel hane ve tarımsal faaliyet kanununda değişiklik

Özel hane emekçileriyle ilgili Özel Konut Personeli Kanunu'nun 50. maddesi yürürlükten kaldırıldı. Bu madde, iş ilişkisinin tescil edilmemesi durumunda işten çıkarılma tazminatını ağırlaştırıyordu.

Bu arada, tarım emekçilerini ilgilendiren tarım işleri kanununun sektör rejiminde taşeron firmaların çalışmasını yasaklayan 15. maddesi yürürlükten kaldırıldı.

İş sözleşmesi kanununda patronlar lehine düzenlemeler

İş sözleşmesi kanununda da patronların çıkarına olacak şekilde düzenlemeler yapıldı.

Kanunda, Sosyal güvenlik kuruluşlarına veya meslek örgütlerine gönderilen işçilerden katkı paylarını kesen ve bu meblağları ilgili kuruluşlara ödemeyen şirketlere yaptırım uygulayan 132 madde yürürlükten kaldırıldı.

İş ilişkisi sona erdiğinde çalışanlara çalışma belgesi sunmayan şirketlere yaptırım uygulayan 80. madde yürürlükten kaldırıldı.

Faturaların “tek vergi” olarak düzenlenmesi durumunda iş sözleşmesinin varlığı karinesinin ortadan kaldırıldığı 23. madde değiştirilerek bu tür iş güvencesizliği yasallaştırıldı.

İşçinin ciddi şekilde yaralandığı varsayımıyla işten çıkarmaya karşı işçinin hakkını aramasını içeren 242. madde değiştirildi. Bu değişiklikle birlikte dolaylı olarak anayasal grev hakkı ihlal ediliyor ve bu hakkı kullanan işçiler tazminatsız olarak işten çıkarılıyor.

Kanunda, şirkete, tazminat ödemek suretiyle "etnik köken, ırk, milliyet, cinsiyet, cinsel kimlik, cinsel yönelim, din, ideoloji, siyasi görüş veya sendika üyeliği nedeniyle" işten çıkarmalar yapma yetkisi veren 245. madde eklendi. 

Ayrıca kanunda 277. maddenin değiştirilmesiyle, bir iş davasında hüküm giyen şirketin on iki taksitle tazminat ödemesine olanak tanınıyor. 

Kararname Kongre’ye gönderilecek

Söz konusu kararnamenin yürürlüğe girmesi için Kongre’den geçmesi gerekiyor. Bu kapsamda, kararname, Kongre’nin Yasama Prosedürleri Daimi İki Meclisli Komisyonu’na gönderilecek. Komisyonun tazminat hakkında bir görüş bildirmemesi durumunda Kongre oturumlarında konu re'sen tartışılabilir. Kararnamenin kabulü için oylama yapacak olan Kongre, kararnamede ekleme veya değişiklik yapma yetkisine sahip değil.

Kararnamenin yürürlüğe girmesi için Kongre’nin iki kanadından birinin onaylaması yeterli olacak.

Gereklilik ve Aciliyet Kararnamesi (DNU) nedir?

Arjantin’de Gereklilik ve Aciliyet Kararnamesi (DNU), Devlet Başkanı tarafından yayınlanan özel bir kararnamedir. DNU’nun normal kararnamelerden farklı olarak kanun gücü vardır. DNU, bu yanıyla bir bakıma Türkiye’deki Kanun Hükmünde Kararname’ye (KHK) denk düşüyor.

Yüksek Mahkeme’nin değerlendirme yetkisi var

Diğer yandan, Arjantin Yüksek Mahkemesi’nin de kararnameyi reddetme yetkisi bulunuyor. Yüksek Mahkeme Başkanı  Horacio Rosatti, Milei’nin imzaladığı “Gereklilik ve Aciliyet Kararnamesi”nin yapısı itibariyle anayasal olarak değerlendirilmesi gerektiği yönünde uyarıda bulunan bir açıklama yaptı.

İşçi sendikalarından mücadele çağrısı

Arjantin’in işçi sendikaları, Milei’nin imzaladığı kararnamenin yürürlükten kaldırılmasını talep etmeye hazırlanıyor. Konuya ilişkin hukuki başvurularını yapacak olan sendikalar, hükümetin teşvik ettiği tedbirlerle mücadele çağrısı yaptı.

Arjantin İşçileri Merkezi (CTA-T), Arjantin İşçileri Merkezi-Özerk (CTA-A) ve Halkın Ekonomisi İşçileri Birliği (UTEP), ortak bir basın açıklaması yaparak, Genel İşçi Konfederasyonu’nun (CGT) kararnameye karşı çarşamba günü yürüme çağrısına olumlu yanıt verdi.

Açıklamada, “Anayasaya karşı düzenlenen Gereklilik ve Aciliyet Kararnamesi’ne kararnamesinin iptalini talep edeceğiz” denildi.

Açıklamada, gelişmelere karşı genel grev ve mücadele planı kararı alınıp alınmamasına ilişkin 29 Aralık cuma günü sendikalar arasında bir toplantı düzenleneceği ifade edildi.

Aldıkları karar üzerine çarşamba günü başkent Buenos Aires’teki Plaza Lavalle meydanında toplanacak olan sendikalar, kararnamenin iptalini talep edecek. Sendikalar, aynı gün, hükümetin yaptığı düzenlemelere karşı yasal başvuru yapacak.

                          Milei'nin hükümeti 5 gün önce ilk kez Buenos Aires'te protesto edildi

Milei paylaşımıyla komünistleri hedef aldı

Milei'nin dünkü paylaşımı da işçi sınıfına olan düşmanlığının üzerine tuz biber ekti.

Milei sosyal medyadan yaptığı paylaşımla komünistleri hedef gösterdi.

Milei Noel Bayramı vesilesiyle yazdığı mesajda, “İyi bayramlar. Komünist olmamaya dikkat edin” diyerek elinde sopayla bir fotoğraf paylaştı.