8 Ocak 2024 Pazartesi

Birgün KÖŞEBAŞI - 8 OCAK 2024 -

Emekliyi perişan ettiler! (Aziz Çelik)

Tuhaf ama gerçek! Ortalama emekli aylığı en düşük emekli aylığının dahi altına düştü! Ortalama emekli aylığı 2023’te 7 bin 214 TL oldu. 20 yıl önce asgari ücretin yüzde 36 üstünde olan ortalama emekli aylıkları 2023’te asgari ücretin yüzde 28 altına düştü. Emekli aylıklarının sefalet düzeyine düşmesinin sebebi AKP’nin sosyal güvenlik politikaları!

Altı aylık resmi enflasyonun (yüzde 37,57) açıklanmasının ardından işçi ve Bağ-Kur emekli aylıklarının Ocak 2024 dönemi zam oranı belirsizliğini koruyor. Emekli aylıklarında yapılacak artış gündemin en önemli konularından biri. Tahminler ve müjdeler havada uçuşuyor! Konuyu bilen bilmeyen birçok kişi envaiçeşit miktarlar açıklıyor. İşçi ve Bağ-Kur kapsamındaki emekliler ile dul ve yetimlerin zam oranı yasa gereği yüzde 37,57 oldu. Ancak memur emeklileri için durum farklı. Onlar toplu sözleşmeden kaynaklı fark nedeniyle tıpkı diğer kamu görevlileri gibi yüzde 49,25 zam alacaklar.

Böylece İşçi ve Bağ-Kur emeklileri ile memur emeklileri arasında 11,7 puanlık bir fark oluştu. Bu farkın nedeni işçi ve Bağ-Kur emeklilerin yasa ile resmi enflasyona mahkum edilirken memur emeklilerinin zamlarının toplu sözleşmeye bağlanmış olması. Şimdi aradaki farkın giderilmesi için yasal düzenleme yapılması gündemde. Ancak emekli aylıkları öylesine perişan durumdaki sistem dikiş tutmuyor, yapılan pansuman işe yaramıyor. AKP hükümetleri emeklilik sistemini çökerterek emekli aylıklarını sefalet düzeyine düşürdü.

SEFALET AYLIKLARI!

Emekli aylıkları 2006’da kabul edilen ve 2008’de önemli değişiklikler yapılan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunundaki düzenlemeler nedeniyle dibe vurdu. Özellikle son yıllarda kök emekli aylıklarının çok düşmesi nedeniyle emekli aylıklarında tamamlama işlemi yapılmaya başlandı. Şöyle ki kök aylığı ile tamamlanan emekli aylığı arasındaki fark Hazine tarafından ödenmeye başlandı. Örneğin kök emekli aylığı 6 bin TL olan bir emekliye tamamlama işlemi ile Hazine bin 500 TL ödüyor ve böylece en düşük emekli aylığı olarak eline 7 bin 500 TL geçiyor. Ancak kök aylık değişmiyor. Zam kök aylıklara yapılıyor. Böylece ortaya bir garabet çıkıyor. Kök aylılara zam yapılıp en düşük aylığın tamamlandığı miktar değişmeyince milyonlarca emekli sıfır veya daha düşük zam alıyor. Örneğin Temmuz 2023’te emeklilere yüzde 25 zam yapılmasına rağmen kök aylık 7 bin 500 TL olarak kaldığı için milyonlarca emekli sıfır zam aldı. Ocak 2024’te de aynı tehlike kapıda!

Emekli aylıklarının nasıl dibe vurduğu ve düştüğünü gösteren çarpıcı bir örnek vereyim. Tuhaf ama gerçek! Şu anda ortalama emekli aylığı 7 bin 500 TL’lik en düşük emekli aylığının dahi altındadır! Olur mu demeyin. Oluyor! 2023 yılının 10 aylık SGK verilerine göre ortalama emekli aylığı (dul ve yetimler dahil) 7 bin 214 TL’dir. Ortalama işçi emekli aylığı (dul ve yetimler dahil) 6 bin 951 TL’dir.  Üzerini Hazine tamamlıyor ve 7 bin 500’ye yükseliyor Varın gerisini siz düşünün! Bu tablo sosyal güvenlik sisteminin garabetini çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.

Emekli aylıklarının perişanlığını ortaya koyan bir diğer veri emekli aylıklarının asgari ücrete oranıdır. 20 yıllık dönemde ortalama emekli aylıklarının ortalama net asgari ücrete oranı ciddi bicinde düştü. 2003 yılında ortalama asgari ücretin yüzde 36 üzerinde olan ortalama emekli aylıkları 2023 yılında asgari ücretin yüzde 28 altına geriledi (Grafik). Bir diğer ifadeyle 2003 yılında emekli aylıklarının asgari ücrete oranını 100 kabul edersek 2023 yılında 59’a geriledi. Emekli aylıklarının asgari ücrete göre düşüşü yüzde 41 oranında oldu. Eğer emekli aylıklarında 2003 düzeyi korunmuş olsaydı 2023 yılı sonunda ortalama kök emekli aylığı 7 bin 214 TL değil 13 bin 538 TL olacaktı. Ocak 2024 artışı bunun üzerine yapılacaktı. Böylece Ocak 2024’te ortalama emekli aylıkları 20 bin TL düzeyinde olabilecekti. Ancak AKP hükümetlerinin izlediği politikalar sonucunda emekli aylıkları sefalet düzeyine geriledi.

Kaynak ve açıklama: SGK ve ÇSGB verileri. Emekli aylıklarına dul ve yetim aylıkları dahildir. Emekli aylıkları ve asgari ücret yıllık ortalamadır.

SGK’NİN DURUMU TIKIRINDA

Emekli aylıkları sefalet düzeyine gerilerken SGK’nin mali durumu nedir? EYT nedeniyle emekli sayısının ciddi biçimde arttığı dikkate alınacak olursa SGK’nin mali dengesinin bozulduğu ve gelir gider farkının açıldığı düşünülebilir. Ancak öyle değil. Emeklinin durumu dibe vururken SGK’nin mali durumu iyileşiyor! Aktif-pasif oranı 1,7 (aktif sigortalılar emeklilerin 1,7 katı) gibi kritik bir düzeye düşmüş olmasına rağmen SGK’nin mali dengesi iyileşiyor.  2003 yılında SGK’nin toplam gelirlerinin toplam giderlerini karşılama oranı yüzde 67,5 iken bu oran 2023’te yüzde 97,6’ya ulaştı. Prim gelirlerin emekli aylıkları ve sağlık harcamalarını karşılama oranı 2003’te yüzde 59 iken, bu oran 2023’te yüzde 74,5’e yükseldi.

Nasıl oluyor da aktif-pasif oranı gerilemeye devam ederken SGK’nin mali durumu düzelebiliyor? Bunun sırrı emekli aylıklarının reel olarak düşürülmesinde. Emekli sayısı artmasına rağmen emekli başına yapılan ödeme düşüyor. Prim gelirleri 2003’ten bu yana 56 kat artarken emeklilere yapılan ödemeler 45 kat arttı. SGK daha fazla prim topladı daha az emekli aylığı ödemesi yaptı. Böylece mali durumunu düzeltti. Anlayacağınız SGK şirket gibi yönetildi. Gelirleri artırıldı, giderleri düşürüldü. Emekli aylıkları sefalet düzeyine düşmüş ne gam! EYT’lilerin emekli olması emekli aylıları reel olarak düşürülerek dengelendi. Böylece EYT sisteme ek bir yük getirmemiş oldu.

SORUMLU AKP ZİHNİYETİ!

Emekli aylıklarının sefalet düzeyine gerilemesinin sorumlusu AKP hükümetlerinin izlediği sosyal güvenlik politikalarıdır. 5510 sayılı Kanun bugün emeklilerin yaşadığı durumun asıl sebebidir. “Sosyal güvenlik reformu” diye yutturulan ve gerçekte bir karşı devrim olan bu kanun ile emeklilik zorlaştırıldı ve emekli aylıklarını ciddi şekilde düşürecek bir sistem getirildi. Kanun hazırlanırken emekli aylıklarının giderek asgari ücretin yarısına düşeceğini söyledik ama dinletemedik. Sendikalar da yeterince direnç gösteremedi ve kanun kabul edildi.

Emekli aylıkları nasıl bu hale geldi? Bilindiği gibi emekli aylıkları konusunda dört unsur büyük önem taşımaktadır:

1. Güncelleme katsayısı

2. Aylık bağlama oranı (ABO)

3. Aylıkların alt sınırı

4. Aylıkların artırılma yöntemi

5510 sayılı Kanun ile bunların tümü emekliler aleyhine değiştirildi.

GÜNCELLEME KATSAYISI DÜŞÜRÜLDÜ

Güncelleme katsayısı sigortalının geçmişte ödediği primlerin bugünkü değerini bulmak için yaşamsal önemdedir. Geçmişteki prime esas kazançların bugünkü değerine ulaşması için güncellenmesi gerekir.  5510 sayılı Yasa’ya göre güncelleme katsayısı TÜFE ile büyümenin yüzde 30’unun toplamından oluşmaktadır. 2000-2008 arasında güncelleme yapılırken Tüketici Fiyatları Endeksi’nde (TÜFE) meydana gelen artış ve büyüme oranının (sabit fiyatlarla gayri safi yurt içi hasıla-GSYH) yüzde 100’ü de hesaba katılıyordu. 5510 sonrasında GSYH’nin sadece yüzde 30’u hesaba katılıyor. Böylece güncelleme katsayısı ciddi biçimde düşürüldü.

AYLIK BAĞLAMA ORANI (ABO) DÜŞÜRÜLDÜ

Aylık Bağlama Oranı (ABO) sigortalının belirli bir prim ödeme gün sayısı karşılığında ne oranda aylığı hak edeceğini belirlemektedir. Diğer bir ifadeyle güncellenmiş aylık ortalama kazancın ne kadarının emekli aylığı olarak ödeneceği ABO’ya bağlıdır. ABO’nun yüksek olması daha yüksek emekli aylığı anlamına gelmektedir. 5510 sayılı Yasa ile aylık bağlama oranları ciddi bir biçimde düşürüldü. 25 yıl çalışan ve 9000 gün prim ödeyenlerin aylık bağlama oranı yüzde 50’ye, 7200 gün prim ödeyenlerin aylık bağlama oranı ise yüzde 40’a düşürüldü.

Ayrıca tavan sınırlaması getirildi ve ABO’nun yüzde 90’ı geçemeyeceği hükme bağlandı.  Sonuç olarak emekli aylığını belirleyen her iki değişken de küçültüldü. İki değişken birden küçültülünce emekli aylıklarındaki düşüş de vahim oldu.

AYLIKLARIN ALT SINIRI DÜŞÜRÜLDÜ

Emekli aylıklarının alt sınırı yaşamsal bir konudur. Alt sınırın düşük olması özellikle ABO’nun düşük olması durumunda ciddi sorunlara yol açar. Eğer emekli aylıkları bir alt sınırla korunmazsa düşük gelirli çalışanların emekli aylıklarında çok ciddi düşüşler olabilir. Emekli aylıkları asgari ücretin yarısına, hatta üçte birine kadar geriler. Şu anda olan budur.

SSK’lilerin alt sınır aylığı 1999 öncesinde yüzde 70 idi. Bu alt sınır 5510 sayılı Yasanın 55. maddesi ile yüzde 35-40 olarak belirlendi. Örneğin 2008 yılında işe giren bir çalışan alt sınırdan prim ödediğinde 7200 gün prim ödeyerek emekli olursa emekli aylığı prime esas kazancın yüzde 40’ına kadar gerileyebilecektir.

BÜYÜMEDEN EMEKLİYE ZIRNIK YOK!

Emekli aylıklarının bir kez saptandıktan sonra nasıl artırılacağı da son derece önemlidir. Enflasyon ve büyüme oranları emekli aylıkları açısından yaşamsal öneme sahiptir. Emekli aylıkları gerçek enflasyon karşısında korunmalı ve ülkedeki refah artışından pay almalıdır. 5510 sayılı Yasa’nın 55. maddesi işçi ve Bağ-Kur emekli aylıklarının her yıl ocak ve temmuz aylarında TÜİK tarafından açıklanacak TÜFE oranında artırılmasını öngörmektedir. Ekonomik büyümedeki artış emekli aylıkları artışında dikkate alınmıyor. Büyümeden emekliye zırnık pay verilmiyor. Memur emeklileri için toplu sözleşme artışları dikkate alınırken işçi ve Bağ-Kur emeklileri resmi enflasyona hapsedilmiş durumda. Emekli aylıklarının artışının sadece enflasyonla sınırlanması emeklilerin yoksullaşmasına yol açıyor.

Emeklilerin yasadığı sefaletin sorumlusu amasız fakatsız AKP hükümetleridir. Bilerek, isteyerek ve taammüden emekli aylıklarını sefalet düzeyine düşürdüler. “Sosyal güvenlik reformu” diye pazarlanan ve gerçekte bir sosyal güvenlik karşı devrimi olan 5510 sayılı Kanun ile gelinen tablo budur. Artık emeklilerin sorunu pansuman ile çözülemez.  İddia edilen düzenleme de (en düşük aylığın miktarının 7 bin 500 TL’den 11 bin 250 TL’ye çıkarılması) çözüm olmayacak. Çare emeklilik sisteminde emekliler lehine köklü değişiklikler yapılması ve 5510 sayılı Kanun ile geri alınan hakların yeniden yürürlüğe sokulmasıdır.

Biliyorum şimdi şu soru akla gelecek: AKP emeklileri perişan etmişken nasıl oluyor da emeklilerden hâlâ yüksek oranda oy alabiliyor? Buna büyük Alman filozofun sözleriyle yanıt vereyim: Olguların görünüşleri ile özü aynı olsaydı bilime gerek olmazdı. Bilimin ve siyasetin görevi emekçilerin/emeklilerin sorunlarının gerçek kaynağını onlara göstermek olmalı. Emeklilerin büyük bölümü hâlâ yanılsama içindeyse bunun sorumlusu onlar olmasa gerek!

∗∗

Açıklama: Annemin uzun süredir devam eden hastalığı nedeniyle bir süredir yazılarım aksıyor. Annemin hastalığına bağlı olarak önümüzdeki günlerde de aksamalar olabilir. Okurlara duyurmuş olayım.

                                                                 /././

Erdoğan resmen ringde (Nurcan Gökdemir)

Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığı’na Murat Kurum’u aday göstermesi ile yerel seçim öncesi siyasetteki önemli düğümlerden biri çözüldü. Erdoğan zorlu bir tercih sonunda adayını belirledi, süreç Murat Kurum’la Ali Yerlikaya arasında an be an gitti geldi. Zaman zaman başka isimler ortaya atıldı, bunlar tartıştırıldı ama bu yarışın değişmeyen iki ismi oldu Kurum ile Yerlikaya… Kurum, sonunda ipi göğüsledi.

Erdoğan’ın siyasete başladığı, oradan devşirdiği güç ile önce Genel Başkan, ardından Başbakan, son olarak da Cumhurbaşkanı olmasını sağladı İstanbul. Hem küçük bir ülke hacmindeki bu kentin belediye başkanlığı ile ülke siyasetinde görünür bir isim oldu hem de büyük ekonomik kaynakları kullanarak siyasi mücadelesine destek sağladı. Siyasetin olmazsa olmazı maddi güç, kentin her yerinden AKP’nin güçlenmesi için havuza aktı.

İSTANBUL HAYALİ

Erdoğan’ın dönem dönem ülkenin başkentini İstanbul’a taşıma hayalleri olduğu biliniyor. Cumhuriyet’in simge kenti olan Ankara’nın yerine İstanbul’u başkent yapmanın pratikteki güçlükleri bir yana hilafet, saltanat odaklı tartışmaları gündeme getireceği de kesin. O nedenle resmen başkent ilan edilmeyen bu kente ülkenin en stratejik kurumları birer birer taşındı. Sarayları çalışma ofisine dönüştürüldü. İstanbul, Erdoğan için her zaman iktidarın, gücün simgesi bir kent oldu.

Ancak bu kentten başlayan Gezi Direnişi ile İstanbul, Erdoğan’a “ihanet etti”. Taksim Meydanı’ndaki  Gezi Parkı’nda bulunan ağaçların kesilmesiyle patlayan öfke İstanbul’dan tüm ülkeye yayıldı. Erdoğan ilk kez ve güçlü bir biçimde kaybedeceğini hissetti. Günlerce süren ve iktidarın tüm gücünü kullanmasına rağmen bastırmakta güçlük çektiği bu direnişi Erdoğan, kişiselleştirdi, öfkesini gizleyemedi. İstanbul’la görmek istediği hesap hukuksuz yargılamalarla sürdürüldü.

İstanbul’un ikinci ve büyük ihaneti Gezi Direnişi’nden altı yıl sonra geldi. İstanbullular, yerel seçimde bu kenti AKP’nin elinden alarak, ismi çok fazla duyulmamasına karşın kampanya sırasında parlayan bir isme verdi. Ekrem İmamoğlu İstanbul’un belediye başkanlığı koltuğuna Erdoğan’ı iki kez yenerek oturdu.

Erdoğan, bu yenilginin ardından bu kenti geri almak, hem İmamoğlu’na, hem de ülkeyi bir direniş alanına döndüren Geziciler’e karşı zafer elde etmek için önemli bir fırsatla karşı karşıya: 31 Mart yerel seçimleri…

31 Mart’a giderken “payitahtı geri alma” fırsatını kaçırmak istemeyen Erdoğan, salt İstanbul için değil Cumhurbaşkanlığı konusunda da alternatifi olarak ortaya çıkan Ekrem İmamoğlu’nu yenmeyi hedef olarak koydu kendine. Öyle bir görünüm oluştu ki sanki Türkiye’de yerel seçime değil İstanbul’la sınırlı bir genel seçime gidiliyor gibi.

TEMEL TERCİH ‘UYUM’

Siyasi rakiplerini son genel seçimde “Aday bulamıyorlar” söylemi ile etkisiz, güçsüz göstermeyi propaganda yöntemi olarak kullanan Erdoğan bu seçim öncesi aynı eleştirilerin kendisine de yöneltilmesini göze alarak kılı kırk yaran bir tercih sürecine girdi. Çok sayıda adayın, Özgür Özel bu rakamı 12 olarak açıkladı, İmamoğlu karşısında şansını ölçen kamuoyu araştırmaları yapıldı. Hiçbir aday İmamoğlu’nu yenme garantili olarak çıkmadı bu araştırmalardan. Sürecin sonunda iki aday kaldı: Murat Kurum ve Ali Yerlikaya, Fatih Belediye Başkanı’ndan da söz edildi bir süre. Tümünün temel sorunu “Liderle uyum sorunu çıkartmayacak adaylar” olmasıydı.

ADAY ERDOĞAN

 İmamoğlu’nun da “Ben rakibimi biliyorum” sözleriyle açıkladığı gibi aday başından bu yana Erdoğan’dı aslında. Erdoğan, bu seçimde İmamoğlu’nun karşısına kendisi çıkacaktı, bunu hem kendisi hem parti örgütü çok iyi biliyordu. Peki aranan neydi o zaman, birbirine yakın oy oranları ile başlayacak olan kampanya öncesi Erdoğan en çok oyu alacak adayın peşindeydi, kazanacak adayın değil… Hiçbir adayının tek başına bu seçimi kazanamayacağı çok belliydi. Ne seküler seçmene sempatik gelmeyen Ali Yerlikaya ne de imar barışının baş uygulayıcısı Murat Kurum tek başına İmamoğlu’nu yenecek güce sahipti.

CEO, GENEL MÜDÜR

Aranan, her seçimde oyu daha çok azalan AKP’ye en çok oyu getirecek, en az fireye yol açacak “kötünün iyisi bir ismi bulmak” … Bir temel tercih nedeni daha var ki bu, Erdoğan’la uyum içinde çalışacak adayda düğümleniyor. Erdoğan, kendisine Cumhurbaşkanlığı’na kadar uzanan yolun açıldığı, İmamoğlu’nu Cumhurbaşkanı adayı olarak ortaya çıkaran İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bir vekil, bir genel müdür, bir CEO arıyor.

Erdoğan tüm tek adamların ortak özelliğini taşıyor: Hiçbir ismin öne çıkmasını istemiyor, kimseye güvenmiyor, parti örgütünde güçlü bir isim olmasından yana değil, siyasi anlayışı kendisinin öğrettikleriyle sınırlı olanları tercih ediyor. Farklı bir siyasi hesabı olmasaydı aileden birine bu koltuğu vermek istediğini de herkes biliyor.

İstanbul seçimini kaybetmek Erdoğan’ın 28 Mayıs’ta güçlükle koruduğu Cumhurbaşkanlığı koltuğunu tartışmalı hale getirebilir, olası rakibinin gücünü daha da arttırabilir, partisinin oylarının erime sürecini hızlandırabilir. Gezi’nin intikamını alamadığı gibi “Seni iki kere yendim” diyen İmamoğlu ile hesaplaşmaktan mahrum kalabilir. Bu nedenle Erdoğan, kendisini gölgede bırakmayacak bir isimle yola çıktı, İstanbul seçim kampanyasını da bizzat kendisi ringe çıkarak yürütecek. Çünkü İstanbul’u kaybederek kendisini kuyuya düşmekten kurtarmak, 2028’e kadar uzayan yolu da temizlemek istiyor.

                                                              /././

Nerede bu vergi rekortmenleri? (Ozan Gündoğdu)

Ziraat ve Merkez Bankası ilk kez kurumlar vergisi rekortmenleri listesinde yok. Kurumlar vergisi şampiyonu da adının açıklanması istemiyor. Gelir vergisinde durum daha garip. 100 rekortmenin 76’sı kimliğini gizliyor.
Vergi rekortmeni Selçuk Bayraktar ile eşinin kurucusu olduğu Kültür ve Medeniyet Vakfı’nın kuruluş ilanı Resmi Gazete’de yayımlandı. (Fotoğraf: AA)

Ekonomik verilerin pek çoğu ilk bakışta anlaşılmasa da, toplumsal düzenimize ilişkin fikir verir. Tek başına veriler anlamlı olmayabilir. Bunun için bir başka referans veriye ihtiyaç duyulur. Misal; ekim ayı işsizlik oranının yüzde 8,5 olması, referans veriden mahrum bir analiz için hiçbir anlam ifade etmez. Fakat zamanı referans alarak, bu oranın, 2014’ten bu yana görülen en düşük işsizlik oranı olduğunu söylersek, veri böylece anlam kazanacaktır. Öte yandan yine zamanı referans alırsak son 10 yıl içinde düşük olabilir ama yüzde 8,5’lik işsizlik oranı 70’lere veya 80’lere göre oldukça yüksektir. Öte yandan aynı veriye mekanı referans alarak da yaklaşabiliriz. Bu haliyle, Euro Bölgesi’ndeki ekim ayı işsizliği yüzde 6,5 olarak açıklandı. Bu oran da onlara göre yüksek, bize göre düşük.

İşsizlik veya enflasyon oranı, bütçe ve dış ticaret dengesine ilişkin verileri aylık takip ediyoruz. Bir de bazı veriler var ki, yılda sadece 1 kez açıklanıyor. Ölüm ve doğum istatistikleri, göç istatistikleri gibi… Fakat son yıllarda adet olduğu üzere devlet, haftalık ya da aylık verileri değil ama yıllık verileri açıklamakta diretiyor. 2020 ve 2021 yıllarında ölüm istatistikleri ancak 2023 yılında, seçimden sonra yayınlanmıştı. Yine böyle bir veri vergi rekortmenleri listesiydi. 2020 ve 2021 yıllarına ilişkin vergi rekortmenleri açıklanmıyordu. Çarşamba günü, Gelir İdaresi Başkanlığı, 2020, 2021 ve 2022 yıllarına ilişkin gelir ve kurumlar vergisi rekortmenlerini açıkladı. İdare rekortmenler listesini açıkladı ama rekortmenler kendi isimlerinin açıklanmasını istemedi. 2022’de 100 gelir vergisi rekortmeninin sadece 24’ü isminin açıklanmasına izin verirken, 76’sı isminin saklı kalmasını istedi. İlk 10 vergi rekortmeninin yarısı gizli… Vergi şampiyonu ise hem 2021 hem de 2022 yılında Baykar Holding Yönetim Kurulu Üyesi ve Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar oldu. Bayraktar, 2021 yılında 153,3 milyon TL vergi öderken, 2022 yılında ödediği vergi önceki yıla göre yüzde 267 artışla 564,1 milyon TL’ye yükseldi.

Vergi rekortmeninin Cumhurbaşkanı’nın damadı olması medyanın ilgisini daha çok çekti fakat, 100 vergi rekortmeninin 76’sının isminin açıklanmasını istememesi üzerine fazlaca durulmadı. Zira bu veri tek başına anlamlı değildi. Bu nedenle zamanı referans almakta fayda var.

KİMLİĞİNİ GİZLEYEN REKORTMEN SAYISI ARTIYOR

KAYIP VERGİ ŞAMPİYONLARI

2002 yılına gidelim. O yılın vergi şampiyonu 2019’da hayatını kaybeden ünlü müteahhit Cemil Özgür oluyor. Onu Aydın Doğan ve Kemal Uzan takip ediyor. İlerleyen yıllarda Doğanlar ve Uzanlar ilk 10’daki yerlerini kaptıracaklar.

2002 yılında ilk 100 vergi rekortmeni içinde sanatçılar da var. Hülya Avşar, en çok vergi veren 36’ncı, İbrahim Tatlıses 43’üncü, Cem Yılmaz 53’üncü, Gülben Ergen ise 74’üncü mükellef oluyor. Medya rekortmen sanatçıları konuşurken, rekortmenlere ödül veriliyor, bu kişiler kürsülerde boy gösteriyor, vergi hakkında konuşuyorlar. O yıl, 100 vergi rekortmenin 79’u isminin açıklanmasını, 21’i açıklanmaması istiyor.

İzleyen yıllarda da isminin açıklanmasını istemeyen mükellef sayısında dikkate değer bir artış yaşanmıyor. 2000’li yıllar boyunca adının açıklanması istemeyen rekortmen sayısı 30’u hiç geçmiyor. Fakat 2014’ten itibaren, vergi mükellefleri giderek artan oranda isimlerini gizleme eğilimine giriyorlar. 2015’te gizli rekortmenler listenin yarısına ulaşarak 50’ye yükseliyor. 2018’de ise bir ilk yaşanıyor vergi şampiyonunu bile adını gizliyor. Derken 2019 listesine geliyoruz. O yıl ismini saklayanlar rekor kırıyor ve 100 rekortmenin 68’i kimliğinin saklı tutulmasını istiyor. Vergi şampiyonunu da bu isimsiz rekortmenlerden biri. Kimdir, bilemiyoruz. Konu kamuoyunda da tartışılmaya başlanıyor. Kim bu rekortmenler?

BAYRAKTAR LİSTEYE İLK KEZ GİRİYOR

Mesela Selçuk Bayraktar’ı ele alalım. Kendisi, vergi rekortmenleri listesine ilk kez 2021 yılında vergi şampiyonu olarak giriyor. Ya daha önce de listedeydi ama isminin açıklanmasını istemiyordu ya da 2021’de bir anda öyle çok gelir elde etti ki, Rahmi Koç’u da geride bırakarak şampiyon oldu. İsminin açıklanmasını daha önce istemediyse, 2021 ve 2022’de ne değişti de buna izin verdi? Ya da daha önce gerçekten listede yoktuysa, 2021’de ne ölçüde büyüdü de vergi şampiyonu oldu? Peki 2018-2020 arasındaki 3 yılın vergi şampiyonu kim? Bilemiyoruz… Fakat bildiğimiz bir şey var, listede olup da devletin adının açıklanmasını istemediği şirketleri var. Evet, şirket vergi rekortmeni, üstelik devletin şirketi ama gizli…

KURUMLAR VERGİSİ REKORTMENİ BİLİNMİYOR

Vergi rekortmenleri listesindeki gerçek kişiler, ödedikleri gelir vergisiyle listeye giriyorlar. Buna karşılık tüzel kişiler ise kurumlar vergisi listesinde yarışıyorlar. Burada liste başları pek değişmiyor. Genellikle ilk 10, bankalardan oluşuyor. Mesela 2017 ile 2021 yılları boyunca kurumlar vergisi şampiyonu Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası olmuş. 2016 şampiyonu Ziraat Bankası iken Merkez Bankası o yıl, ikincilikte kalmış. Tahmin edileceği üzere şirketler için vergi rekortmenleri listesine girmek önemli bir mesele. Nitekim 2002 yılında 100 rekortmen şirketin sadece 6’sı kimliğinin saklı kalmasını istemiş. 2022 yılında ise 39 şirket kimliğini gizliyor. Üstelik çok daha enteresan şekilde 2022 yılı kurumlar vergisi rekortmenini ilk kez öğrenemiyoruz. Tarihimizde ilk kez yaşanıyor bu. Bir şirket, “Türkiye’nin en çok vergi veren şirketi” ünvanı kazanıyor ama isminin saklı kalmasını istiyor. Fakat daha da enteresan olan başka bir şey daha var?

ZİRAAT VE MERKEZ BANKASI NEREDE?

Kurumlar Vergisi rekortmenler listesinde liste başları yıldan yıla keskin değişiklikler göstermez. 90’lara gidildğinde Türk Telekom, Şeker Fabrikaları, Türkiye Petrolleri gibi KİT’leri listede görsek de, 2000’lerden itibaren bankalar liste başını çekmeye başlar. Dolayısıyla, köklü bankalar için listeye girip girmemek değil, listedeki pozisyon önemlidir. 2022 listesinin ilk 5’i şu şekilde;

1- Bilinmiyor

2- Türkiye Garanti Bankası

3- Bilinmiyor

4- Yapı ve Kredi Bankası

5- Bilinmiyor

Liste, Akbank, İş Bankası, Halk Bankası, QNB Finansbank ve Denizbank diye devam ediyor. Vergi rekortmenleri listesi açıklanmaya başladığı 1998’den bu yana ilk kez ilk 5 rekortmenin 3’ünden habersiziz. Peki Ziraat Bankası? Yok… Sadece ilk 10’da değil, ilk 100’de de yok. Daha ilginci Ziraat Katılım 15’inci sıradan giriyor listeye ama Ziraat Bankası listede yok. 2022’de 41 milyar TL net kar açıklayan banka nasıl olur da ilk 100’de yer almaz. Muhtemel ki, Ziraat Bankası kurumlar vergisi rekortmenler listesinde var fakat nedense listede adı açıklanmıyor. Keza Merkez Bankası da aynı şekilde… 2022 yılında 72 milyar TL net kar açıklayan bir şirket Merkez Bankası. Fakat ilk 100’de adı yok. Mutlaka listede başı çeken bir yerlerde ama kurum adının açıklanmasını istemiyor. Nedeni hakkında söylenenler spekülasyon. Fakat hakikat; Türkiye’de para kazananlar, artık kazandıklarıyla iftihar edemiyorlar. Bunun nedeni hakkında düşünmeye değer.

                                                           /././

Erdoğan ‘Bensiz olmaz’ı ilan etti (Yaşar Aydın)

TOKİ mağdurları, Çevre ve Şehircilik İstanbul İl Müdürlüğü önünde toplandı, AKP adayı Murat Kurum’u protesto etti. (Fotoğraflar: AA)
Cumhurbaşkanı Erdoğan için İBB’ye aday gösterilen Murat Kurum bir tercih değil, parti içi birlik ve ittifak arasındaki denge üzerinden bir zorunluluktu. İstanbul için aday ismi aynı zamanda Erdoğan’ın 2028’i de içine alacak şekilde dümende kalma iradesinin beyanı oldu.

İstanbul seçimleri bir tarafa diğer tüm iller bir tarafa. Her yerde belediye başkanları yarışırken İstanbul’da (İmamoğlu bu durumu tercih etmese de) rejim ve ona karşı olanlar mücadele edecek. İşin özeti 31 Mart günü siyasetin nabzı İstanbul’da atacak. Dolayısıyla hem AKP hem rejim hem de Erdoğan için İstanbul seçimi belediye başkanlığının ötesinde bir şey. O yüzdendir ki açıklamak için bu kadar beklendi, konuşuldu, tartışıldı ve en nihayetinde 4-5 aydır var olan isme “aday budur” denildi.

Ekim ayından bu yana Murat Kurum’un İBB başkan adaylığının en ciddi ismi olduğunu çokça yazdık, konuştuk. Öne çıkan-çıkartılan diğer isimlerin Murat Kurum karşısında şanslarının zayıf olduğunu ifade ederken AKP içerisinden bir bilgiye sahip değildik. Rejimin ve Erdoğan’ın yol haritasıyla, İstanbul seçimlerini üst üste koyduğumuzda ortaya çıkan tablo bize bunu söyletiyordu.

Neydi bu tablo, ona bakalım:

1- SÜREKLİ KRİZ: Seçim bitmiş Erdoğan ve Cumhur İttifakı önemli bir eşiği aşmıştı. Ama sorun çözme kabiliyeti geriledi. Zorunlu olarak genişlettiği ittifaklarla geleceği daha da belirsiz hale geldi. Rejimin bu haliyle devam etmesi ve 2028’i karşılaması mümkün gözükmüyor. O yüzden her önemli başlık kriz nedeni oldu ve olmayı sürdürecek.

2- KLİKLER SAVAŞI: Bu süreçte iktidar içinde tek gerilim MHP-AKP arasında değil, partilerin de içerisinde ciddi ekipler oluştu. Özellikle Fidan ve Kalın siyasette ağırlığını hissettirdi. Bu isimlerin yanı sıra Ali Yerlikaya da sayılabilir. İktidarın siyasi yönelimi ve bürokrasi içinde bu isimler kendini iyice hissettiriyor.

3- AİLENİN DURUMU: Erdoğan saltanat tartışmaları gölgesinde rejimin ortaklarına kendini dayatmaya devam ediyor. Burada da en önemli sıkıntı ailenin bütün olmayışı. Bir oğul ve iki damat önümüzdeki günlere talip. Ama şu anda ne Erdoğan ne de rejimin diğer ortakları tarafından kabul görebildiler. Hatta iç rekabet gözle görünmeye başladı. Selçuk Bayraktar ve eşinin yeni vakfı bile bu rekabete delalet.

ZORUNLU OLARAK KURUM

Tablo böyle olunca Murat Kurum’un açıklanması bir zorunluluk haline geldi. Birincisi MHP ve AKP’de yol ayrımına neden olmayacak bir aday olmalıydı. Bu yüzden Sinan Ateş cinayetinde gerildikleri Ali Yerlikaya asla olamazdı. Selçuk Bayraktar ismi çok konuşuldu. Bayraktar’ın, siyasete İstanbul’la başlaması otomatik olarak 2028 ile kodlanması anlamına gelecekti. Yani Erdoğan’ın veliahttı. Bu durum ittifak içinde sorun yaratabileceği gibi aile için de kabullenmesi de zor birim durum. Doğal olarak o da baştan beri imkansızlar arasındaydı.

İçine sürüklendikleri rejim krizinde belli oranda aşama sağlanmadan, Erdoğan’ın bir an bile dümenden elini çekme şansı yok. Dolayısıyla gerekli olan, yerel seçimlerde de öne çıkacak bir figür değil, Erdoğan’a yapışacak, onun gölgesinde yürüyecek bir isimdi. Yukarıda da belirttik o isim, parti ve ittifak içi dengeleri derinden etkileyecek biri de olmamalıydı. Erdoğan’ın öncelik verdiği başlıklar bunlar oldu. Kazanacak bir isim arayışı ikinci öncelik haline geldi. Sonuçta her koşulda İstanbul seçiminin Erdoğan ve İmamoğlu arasında geçeceği varsayımıyla son derece rasyonel bir tercih olarak da kabul edilebilir.

Murat Kurum, Fahrettin Koca, Mehmet Ergün Turan bu tanımlara uyan isimlerin başında geldi. Aile tarafından bilinir olması, Emine Erdoğan’la yakın çalışma arkadaşlığı, depremin çok konuşulacağı seçim kampanyasının düşünülmesi, genç olması gibi başka koşullar da eklenince Murat Kurum isminin öne çıkması sürpriz olmadı.

Kuşkusuz İstanbul seçim sonucunun önümüzdeki dönem siyaset dengeleri açısından önemi büyük. Sadece iktidar açısından değil muhalefet ve İmamoğlu açısından da önemli. Ama bu başka bir yazının konusu olsun ve biz iktidar açısından nasıl sonuçlar doğurabilir önce ona bakalım.

Her şeyden önce Murat Kurum tercihi rejimin 2028 için lider arayışından vazgeçtiğini gösteriyor. Tüm bu zorlu sürecin tepesinde Erdoğan olacak. Hatta bu süreç 2028 seçimlerini de içine alacak şekilde ilerletilecek. Erdoğan’ın bir kez daha cumhurbaşkanı olması için tüm yollar denenecek tüm koşullar zorlanacak. Bu ya Meclis içinde yeni ittifakla erken seçim ya da yeni bir Anayasa anlamına geliyor. Her halükarda 360 üzerinde bir vekil desteğine ihtiyaç var. Yani MHP’yi yanında tutarken İYİP ya da DEM’in desteği anlamına gelecek. Bu hem Cumhur içinde hem de genel siyasette yeni kriz alanları anlamına geliyor. Yerel seçim dahil Türkiye her önemli kavşakta 50+1 ve hilafet bayrağı konularında olduğu gibi birkaç parçaya bölünmüş reaksiyonlar gösterecek. Gerilim artacak, fay hatlarında enerji birikmeye devam edecek. 

Bu arada halkın dertleri, sorunları rafta sahipsiz şekilde beklemeye devam edecek. İşte tam da burada muhalefetin yaptıklarının ve yapmadıklarının tayin edici olacağını söylemek gerekir. Muhalefet eski alışkanlıklarına devam edip seyirci kalırsa Erdoğan büyük felaketlere de yol açsa bir yolunu bulacaktır. Ama halkın temel sorunları ve talepleri etrafında saflaşan bir Türkiye, rejimi nefessiz bırakacaktır.

İKİ ADAY TANITIMI

İstanbul 48 saat içinde iki aday tanıtım etkinliğine tanıklık etti. Ekrem İmamoğlu’nun CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile birlikte İstanbul’a ilişkin vizyonunu açıkladığı toplantı tam anlamıyla Batı esintisi taşıyordu. Konuşma sırasında arkasında yer alan insanların varlığı ile “ekibimle varım” derken kürsüde yaptıklarıyla da tek kişilik liderlik gösterisi yaptı.

AKP aday toplantısı ise çok bilindik. Erdoğan ve diğerleri olarak sıralanmış ve aday isimleri sıradanlaştırılmıştı. Bu görüntü aynı zamanda önümüzdeki dönemin siyasal çekişmesinin kodlarını da oluşturacak.

(BİRGÜN)






Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 8 OCAK 2024 -

 

Erdoğan ve Gülen sahiden kavgalı mı?(Barış Terkoğlu)

Gün ile gece birbiriyle savaşıyor sanırsın. Oysa göğün yasalarında sadece birbirlerinin tamamlayıcısıdır.

Bekliyordum, oldu...

Duyulmaması için gizli saklı yapmışlar. Öyle ya, isteseler savcılıktan her haberi sızdırdıkları gibi bunu da medyalarına yollarlardı.

İstanbul Adliyesi’nde görülen, geçen günlerde sonlanan, kimsenin haberdar olmadığı o davadan söz ediyorum.

Size defalarca anlattım. Halen 80’li yaşlardaki beş generalin hapiste olduğu 28 Şubat davası; AKP’nin desteği ve Fethullahçıların eylemleriyle görüldü. Davanın savcısı Mustafa Bilgili’den ev aramalarını yapan polislere, rapor yazan bilirkişilerden kumpasın Genelkurmay’daki işbirlikçilerine, tutuklama yapan hâkimlerden operasyonun içindeki medyaya kadar hepsi FETÖ bağlantılı çıktı.

BAVULCU YİNE FETHULLAHÇI

Ancak biri vardı ki pek de konuşmadık. Adı Tamer Tatar. TSK’den 28 Şubat sonrasında, Aralık 1997’de, YAŞ kararıyla, Fethullah Gülen bağlantısı nedeniyle atılmış bir yüzbaşıydı. GATA’da görev yapıyordu, göz doktoruydu.

Teşbihte hata olmaz, Tatar davanın “bavulcusu”ydu.

Yıllar sonra, 19 Aralık 2011 tarihinde, doktorluk yaptığı Çorlu’dan İstanbul’daki Beşiktaş Adliyesi’ne gelmişti. FETÖ’cü savcılar Hüseyin Ayar ve Fikret Seçen’in odasına girmişti. Elinde, kendisine Ahmet Yılmaz isminde tanımadığı birinden kargoyla geldiğini söylediği poşet vardı. İçindeki bir klasör ve bir DVD’yi dönemin savcılarına teslim etti. Verdiği sözde belgeler 28 Şubat davasına temel oluşturdu. Tatar’ın verdiği belgelerden dört ay sonra ilk tutuklamalar gerçekleşti.

Zira 28 Şubat aslında devletin zirvesinin katıldığı meşru bir MGK toplantısıydı. Buna dayanarak yargılama yapılamazdı. Tatar’ın getirdiği belgeler ise 28 Şubat MGK’sine dayanarak askerlerin yasadışı işler yaptığını iddia ediyordu. Sanıklar belgelerin sahte olduğunu, içindeki tutarsızlıklara dayanarak kanıtladılar ama nafile... Tamer Tatar, davada müşteki ve mağdur yapıldığı gibi, getirdiği belgelerle 80’lik askerler hapsedildi.

MEĞER FETÖ’DEN YARGILANIYORMUŞ

İşte söyleyeceğim de bununla ilgili...

Meğerse Tamer Tatar, yaklaşık üç yıldır, İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, 2021/181 sayılı dosyada FETÖ’den yargılanıyormuş. Yapılan soruşturmada, FETÖ mensuplarıyla düzenli toplantıları tespit edilmiş. FETÖ lideri Gülen’in çağrısının hemen ardından binlerce lirayı Bank Asya’ya yatırmış. Tatar, FETÖ’nün Kimse Yok Mu Derneği’nin uluslararası çalışmalarında görev alıyormuş. FETÖ’nün kapatılan dernekleriyle ABD’de “malum” ziyaretler gerçekleştirmiş. Tatar hakkında, 28 Şubat davası bittikten sonra, 26 Nisan 2021’de, FETÖ üyeliği suçlamasıyla, sessiz sedasız dava açılmış.

Mahkeme, 11 Ekim 2023’te, Tatar’a “örgüte (FETÖ) bilerek ve isteyerek yardım” suçundan ceza verdi. Beş yıl alan Tatar’ın cezası, 2 yıl 1 aya indirildi. Cezası kesinleşene kadar da yurtdışı yasağı konuldu.

‘MAĞDUR TATAR’A HAPİS CEZASI

Tatar’ın yargılanması kamuoyuna duyurulmadan tamamlandı. Kimse bu yargılama sırasında “Acaba Tatar’ın 28 Şubat davasındaki faaliyetleri de örgüt kapsamında mı.” diye elbette soruşturmadı. Ancak ortaya tuhaf bir durum çıktı.

28 Şubat’tan sonra TSK’den ihraç edilenlerin yüzde 45’inde sebep Fethullah bağlantısıydı. Bu sebeple ihraç edilen Tamer Tatar’ı, yargı mağdur kabul etti. Getirdiği belgeleri “güvenilir” buldu. Bunlara dayanarak “alnı secdeye varan” Tamer Tatar’ları TSK’den attınız diye askerleri suçladı. 85 yaşındaki Vural Avar’ın hapiste ölümünü izledi. Halen hastalıklarla boğuşan generalleri, raporlara rağmen hapiste tutmaya devam ediyor.

Öte yandan 28 Şubat davası bittikten sonra, Tamer Tatar, 28 Şubat’tan bugüne uzanan bağlantıları nedeniyle yargılandı. Örgüt üyeliği ile suçlanan Tatar, FETÖ’ye yardımdan hapis cezası aldı. Daha da ilginci Tatar bankaya para yatırırken, otelde kalırken, derneklerde çalışırken FETÖ’cülerle iş tuttuğunu kabul eden yargı, Tatar FETÖ’cü savcılara delil taşırken sırtını okşadı.

Tutarsızlık olarak görünüyor. Ama belki de tutarsızlık saydığımız kendi içinde bir istikrarı içeriyor. Zira “FETÖ nerede bitiyor AKP nerede başlıyor”“Erdoğan Gülen’i tasfiye ederken onun eksik parçalarını mı tamamlıyor”“FETÖ yargısı ile bugünün yargısı arasında ne fark var” sorularına bulduğumuz yanıt işte bunun için anlam taşıyor.

Karanlık gözünü karartmasın. Gecenin bitip günün başladığı anın çizgisini gördüğünde, doğanın savaşındaki büyük uzlaşmayı da göreceksin.

                                                    /././

‘İş bilmezler’ ve ‘mevzi savaşı’ (Ergin Yıldızoğlu)

Ekonomik (derin yoksulluk, hiperenflasyon), jeopolitik (“şehitler”, Gazze) krizler içinde siyasal İslam, toplumda azınlık olmasına karşın, “yoluna” devam ediyor. “Bu iş bilmezler ülkemizi muz cumhuriyetine çevirdi” saptamasının “iş bilmezler” kısmına katılmak zor. Siyasal İslamın “mevzi savaşlarındaki” performansı da “iş bilmezler” saptamasını desteklemiyor.

‘MEVZİ SAVAŞI’

Gramsci’nin, Hapishane Defterleri’nde geliştirdiği “mevzi savaşı” kavramı, toplum üzerinde hegemonya kurmak için mücadele eden aktörler (sınıf/zümre) arasında yaşanan “savaşları” betimler. Bu kavram, kültürel alanda karşı tarafın ürettiği söylemleri etkisizleştirmeye, dönüştürmeye, yenilerini benimsetmeye (“özgürlükçü laiklik”, “seküler hilafet” vb.), siyasetin gündemini belirlemeye; haklar ve özgürlüklerin, “konuşulabilir olanın”beğenilerin sınırlarının genişletilmesine ya da daraltılmasına ilişkindir.

Bu kimi zaman ilerleyen kimi zaman geri çekilen, sabırlı, uzun erimli bir süreçtir; toplumun verili yapısı içinde yaşanır, onu “moleküler düzeyde” adım adım değiştirmeyi, karşı tarafın iktidarının zeminini çürütmeyi hedefler. “Mevzi savaşını” tamamlayan bir diğer süreç de karşı taraftan olmayan “ortadaki” kesimlerin, özellikle entelektüelleri, kanaat önderlerini (örn: Liberal entelijensiya...) teker teker ikna ederek, “satın alarak”, kazanmaya, böylece orta alanı, kendine ekleyerek boşaltmaya (toplumu kutuplaştırmaya) ilişkindir.

... VE SİYASAL İSLAM

Cumhuriyet döneminde siyasal İslamın pratiklerini bir “mevzi savaşı” olarak görebiliriz. Bu, önceleri “yeraltında” ama muhafazakâr partilerin kanatları altında ilerleyen bir süreçti. 12 Eylül darbesinin, solu/işçi hareketini bastırarak açtığı meşruiyet alanında, liberal “yararlı salakların” desteğiyle ilerleyen açık bir sürece dönüştü. Siyasal İslam, 1990’larda İstanbul ve Ankara belediyelerini (kaynaklarını) ele geçirdi, ardından 28 Şubat’ın (burada NATO ordusu ve BOP bağlantısını kurabiliriz) açtığı alanda partileşti; ilk genel seçimlerde, hükümet kurarak devleti dönüştürmeye başladı. Böylece, “mevzi savaşı”, bir “pasif karşıdevrim” sürecine, o da ilerledikçe “süreç olarak faşizme” dönüştü.

Siyasal İslam, bu “mevzi savaşı” tarihi içinde biriktirdiği deneylerle, CHP’yi, (onun devleti “yüce nesne” olarak algılayan, “devlet aklı” gibi fantezileri) sayesinde “pasif karşıdevrimin” meşrulaştırıcısı konumuna hapsetmeyi de başardı. Bu kısa tarih siyasal İslamın, rejimini/devletini yönetenlerin “işlerini bildiklerini” gösteriyor.

‘MEVZİ SAVAŞINDA’ SON DURUM

Ne yazık ki devleti “yüce nesne” olarak algılama hastalığı, “devlet aklı” fantezisi etkilerini hâlâ sürdürmeye, siyasal İslam da yeni mevziler kazanmaya devam ediyor.

Eğitimde laiklik tasfiye ediliyor: Devlet okullarında, “Çevreme duyarlıyım, değerlerime sahip çıkıyorum” (ÇEDES) Projesi hayata geçirildi; “manevi danışman” tanımı altında imam, vaiz kadroları okullarda “beyin yıkamaya” (pardon eğitim vermeye diyecektim) başladı.

Tarikatlar meşrulaştı: Milli eğitim bakanı, tarikat ve cemaatleri STK olarak niteledi, bunlarla yapılan protokolleri savundu; bu yapılarla işbirliğinin süreceğini söyledi. Böylece siyasal İslamın egemen sınıfının unsurlarını, ideolojisini üreten yapılar fiilen meşrulaştılar.

Anayasa ve hukuk devleti kadük oldu: Yargıtay, Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay ile ilgili kararının “hukuki değeri olmadığına ve uyulmamasına” karar vererek AYM’nin otoritesini fiilen yok etti. Böylece: (1) Yasal düzen anayasal güvencesini kaybetti. (2) Rejim kendi yaptığı yasalara dahi uymuyor. Bu ikincisi, artık bir “açık diktatörlüğe” geçildiğini söylüyor.

Halifelik talebi meşrulaştı: İsrail ile ticaret bütün hızıyla devam ederken Filistin’i savunmak bahanesiyle, İstanbul’un en işlek noktasında hayatı durduran bir miting yapıldı, hilafet bayrakları açıldı, halifelik talebi dile getirildi. “Seküler hilafet” tartışması canlandı, “hilafet talebi” konuşulabilir oldu. Yararlı salaklar yine “ütüleyici” (“aslında istemiyorlar” filan) olarak görev başında.

Rejim yeni mevziler kazanmaya devam ediyor. Muhalefetin taktiğini bilen var mı? Umarım “anayasaya saygı” mitingi bu taktiği geliştirmeye yardım edecek bir başlangıç olur.

                                                         /././

Atlantik Konseyi’nin Karadeniz raporu (I) (Mehmet Ali Güller)

Karadeniz yeniden ısınıyor. Geçen hafta Türk basınına şu iddia yansımıştı: “Türkiye, İngiltere’nin Ukrayna’ya hibe ettiği mayın avlama gemilerinin Karadeniz’e geçişine izin verdi” (Aydınlık, 2.1.2024).

İddia aynı gün İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi tarafından yalanlandı. Açıklamada, Ukrayna’daki savaş devam ettiği müddetçe gemilerin İstanbul ve Çanakkale boğazlarını kullanmasına Türkiye’nin izin vermeyeceğinin, müttefiklere bildirildiği belirtildi.

Ardından Rusya’nın Rio Novosti ajansı da “İzin verildi” haberini yalanladı: “Bazı medya organlarında yer alan ‘İngiltere tarafından Ukrayna’ya hibe edilen mayın tarama gemilerinin Türk boğazlarından Karadeniz’e geçişine izin verildiği’ haberi doğru değildir. Türkiye, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin 19. maddesi uyarınca boğazları savaşan tarafların savaş gemilerine kapatmıştır.”

İNGİLİZ PLANI

İngiltere, bir süredir Karadeniz konusunda hamleler yapmaya çalışıyor. İngiliz hükümeti geçen ay yaptığı açıklamada, “Rusya ile savaşında Ukrayna’nın deniz operasyonlarını güçlendirmek için iki kraliyet donanması mayın avlama gemisini Ukrayna donanmasına devredeceğini” duyurmuştu.

Yine İngiltere’nin Norveç ile birlikte yeni bir deniz koalisyonuna liderlik edeceği de İngiliz basınına yansımıştı. Bu kapsamda İngiltere’nin Ukrayna’yla bir mutabakat zaptı imzaladığı, bu zapta göre hem mayın avlama gemilerinin hibe edileceği hem de mali yardım ile istihbarat paylaşımının yapılacağı belirtilmişti.

ABD PLANI

Elbette İngiltere, ABD’den ayrı bir Karadeniz stratejisi yürütmüyordu! ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Liz Allen, iki ay önce Bulgaristan’ı ziyaret etmişti. Allen sadece başkent Sofya’ya değil, Karadeniz kıyısındaki Varna’ya da gitmiş, burada donanma yetkilileriyle görüşmüştü (Amerika’nın Sesi, 23.12.2023).

Allen, bu ziyaretten iki hafta sonra, tam da ABD Kongresi’nde “savunma bütçesi” görüşülürken 16 Kasım 2023’te sosyal medyada şu mesajı paylaştı: “Güvenli, emniyetli, müreffeh ve birbirine bağlı bir Karadeniz bölgesi için mücadelemizi sürdürmeyi amaçlıyoruz” (X, 16.11.2023).

DENİZ KUVVETLERİNİN YANITI

Tesadüf! ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Allen’ın Karadeniz’le ilgili bu mesajından bir gün sonra, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu, Karadeniz’le ilgili çok önemli bir çıkış yaptı.

Oramiral Tatlıoğlu, 17 Kasım 2023’te düzenlenen “Deniz Astsubay Okullarının Kuruluşunun 133. Yıldönümü Töreni”nde yaptığı konuşmada şu mesajları verdi:

“NATO, Karadeniz’de bazı tedbirler almaya çalışıyor. Ancak Karadeniz’de bu tedbirleri biz kendimiz alacağımızı ifade edip NATO’yu veya ABD’yi Karadeniz’de istemediğimizi beyan ediyoruz.”

“Amacımız şu, Montrö’ye uyulsun. Türkiye olarak Karadeniz’de bütün güvenliği sağlarız. Karadeniz’i bir Ortadoğu’ya çevirmesinler. Karadeniz’e herhangi bir ülkenin veya NATO’nun girmesini istemiyoruz.”

Evet, Deniz Kuvvetleri komutanı, ABD ve İngiltere’nin çeşitli yollarla ve araçlarla Karadeniz’e girme niyetine karşı net tutum alıyordu.

‘KARADENİZ İÇİN GÜVENLİK STRATEJİSİ’

NATO’nun 11-12 Temmuz 2023’teki Vilnius zirvesinden bu yana ABD-İngiltere ikilisi yeni Karadeniz hamleleri planlıyor. Amerikan devletine rapor hazırlayan kurumlar da buna uygun olarak harekete geçmiş durumda.

Ünlü Atlantik Konseyi, “Karadeniz için bir güvenlik stratejisi” ismiyle bir rapor yayımladı. Başında emekli generaller James L. Jones ile Curtis M. Scaparotti’nin bulunduğu deneyimli bir ekip, bir süredir üzerinde çalıştıkları raporu 15 Aralık 2023’te yayımladı. Özetle Türkiye’ye havuç ve sopa gösteren, önerileriyle Montrö’yü hedef alan bu rapor, nihayetinde Karadeniz’i bir NATO gölü yapmak istiyor.

Sonraki yazımızda bu raporu ayrıntılı inceleyeceğiz.

Cumhuriyet

HÜDA PAR'lılar 'Cenk, cihat, şehadet' sloganlarıyla yürüdü + İHH'nin mitinginde 'hilafet sancağı' açıldı (soL)

 HÜDA PAR'lılar 'Cenk, cihat, şehadet' sloganlarıyla yürüdü.

Batman'da "Selahaddin Eyyubi'nin torunları Gazze için yürüyor" başlıklı yürüyüş düzenleyen HÜDA PAR Gençlik Kolları "Cenk, cihat, şehadet" sloganları attı.

Batman'da Hür Dava Partisi (HÜDA PAR) İl Gençlik Kolları "Selahaddin Eyyubi'nin torunları Gazze için yürüyor" başlıklı yürüyüş düzenledi.

Çarşı Mahallesi Gök Taksi'de bir araya gelen kalabalık, "Cenk, cihat, şehadet" sloganları atarak ve tekbir getirerek Gülistan Caddesi'ne kadar yürüdü. "Selahattin Eyyubi'nin torunlarından Ebu Ubeyde ve arkadaşlarına selam olsun" yazılı pankart açan gruba Kelime-i Tevhid bayrağı taşıyan 2 atlı öncülük etti. 

DHA'nın aktardığına göre basın açıklamasını okuyan HÜDA PAR Sason İlçe Gençlik Kolları Başkanı İshak Aksoy, "Filistin meselesi ümmetin ortak meselesidir. Mescid-i Aksa ve Kudüs, Müslümanların ortak değeridir. Bu bilinç kaybolmamalı ve nesiller boyu diri tutulmalıdır. HÜDA PAR olarak tekrar ediyoruz; Kudüs davası davamızdır. Filistinli kardeşlerimizi tüm imkanlarımızla desteklemeye devam edeceğiz. Onlar yalnız ve sahipsiz değildir" dedi.

                                                                 /././

 İHH'nin mitinginde 'hilafet sancağı' açıldı 

İHH'nın İstanbul'da düzenlediği yürüyüşte Osmanlı hilafet sancağı ve tevhid bayrakları açıldı, tekbir getirildi.

İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfı, Filistin için İstanbul’da yürüyüş düzenledi. Kadıköy’de yapılması planlanan yürüyüşün yeri değiştirilerek Ümraniye'ye alındı. Yer değişikliğine ilişkin tartışmalar sürerken, yürüyüş Yamanevler Metro durağında başlayarak Ümraniye Metro durağında sona erdi. 

Geçen gün başka bir eylemde tevhid bayrağı açılmasına ilişkin tartışmalar sürerken, yapılan eylemde Osmanlı hilafet sancağı ve tevhid bayrakları açıldı.

Yürüyüş kortejinde anons yapan vakıf yetkilileri, "Tevhid bayrağının yeşili şühedanın kanlarıyla boyanmış Türkiye bayrağı. Dünya görsün. En kutlu sloganımızı en kutlu sancağımız tevhid bayrağı altında haykıralım" diyerek tekbir getirdi. 

Cumhuriyet'ten Rengin Temoçin'in haberine göre burada toplanan grup, tekbir getirerek sloganlar attı. Yamanevler durağından Ümraniye durağına kadar polis eşliğinde giden grup, hilafet bayrakları ve tekbir getirerek eylem yaptı. Eylemin ardından kuran ve dua okundu.  

Burada konuşma yapan İHH yönetim kurulu üyesi Muhammed Cihat Çelik, "57 islam ülkesi hâlâ Refah Kapısı'nı açtıramadık. Şimdi ben sizlere soruyorum. Bu insanların bu sivillerin, bu kadınların, bu bebeklerin ölümüne sebebiyet veren işgalcilerin silahları mıdır yoksa bizim kendi sınırlarımızı açmaya dahi güç getiremeyen aciziyetimiz midir?" dedi. 

Tevhit tartışmalarına ilişkin konuşan Çelik, "Herkes şunu bilmeli ki bizim insanımızın ne dün ne bugün ne de yarın, Kelime-i tevhit ile ne de onun manasıyla bir derdi olmamıştır. Türkiye'nin kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına 81 ilinin hiçbir mahallesinde hiçbir köyünde, hiçbir ilçesinde hiç kimse Kelime-i tevhit ile kavga etmemiştir. Bugün bu oluşturulan suni gündemlerle itibar etmiyoruz. Takım elbiseli provokatörlerin gündemi değiştirmek, meseleyi başka yerlere taşımak, insanların enerjilerini sömürmek için ortaya attıkları bu günlerde de aldırış etmeyeceğiz. Bugün meselemiz Filistin" ifadelerini kullandı.

(soL)




 

CHP'liyken Erdoğan'a diploma desteği vermişti: Aydın Ayaydın AKP'nin Muğla adayı oldu+AKP'ye geçip teşvik aldı, işçileri dövüp fabrikadan attı: Hatipoğlu Eskişehir adayı oldu+Kazdağları'ndaki ağaç katliamını savunmuştu, AKP'nin Çanakkale adayı oldu (soL)

CHP'liyken Erdoğan'a diploma desteği vermişti: Aydın Ayaydın AKP'nin Muğla adayı oldu

ANAP ve CHP'den daha önce milletvekilliği yapan Aydın Ayaydın, AKP'nin Muğla Büyükşehir Belediye Başkan adayı oldu. Ayaydın 2014'te Erdoğan'a diploma tartışmalarında destek vermişti.

AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, partisinin Muğla Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı için adayının Aydın Ayaydın olduğunu açıkladı.

Mardin Derik doğumlu olan Ayaydın, 1993'te Turgut Özal tarafından atandığı YÖK üyeliğinden 1995'te istifa ederek DYP'den milletvekili adayı olup seçilememişti. 1997-1999 yılları arasında Rekabet Kurumu Başkanlığını yürüten Ayaydın daha sonra 1999-2002 yılları arasında Anavatan Partisi'nden bir dönem milletvekili olmuş, 2011 seçimlerindeyse CHP'den İstanbul milletvekili seçilmişti. 

2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Erdoğan'ın diploma tartışmaları Meclis’te de gündeme geldiğinde Erdoğan’a destek CHP’li milletvekili Aydın Ayaydın’dan gelecekti. Ayaydın henüz başbakan olan Erdoğan için “Sayın başbakanın 4 yıl boyunca hem derslerine girdim, hem sınavlarını yaptım, dolayısıyla sayın başbakan 4 yıllık üniversite mezunudur” diyecekti.

Aradan yıllar geçtikten sonra 2022’de verdiği bir mülakattaysa Ayaydın, Tayyip Erdoğan’ın gece öğrencisi olduğunu, okula sınavdan sınava geldiğini söyleyecek ve “Ben hiçbir zaman Erdoğan’ın diplomasını gördüm demedim” diye açıklama yapacaktı.

2011 yılındaysa Ayaydın AKP hükümetini IMF programını terk etmekle suçlamıştı. O dönemde Cumhuriyet gazetesine yaptığı değerlendirmede Ayaydın “AKP yönetimi şimdi de kabadayılık yaparak biz IMF’siz de yola devam edebiliriz diyor. Bu anlayıştaki hayali ekonomi politikalarının da sonu geldi. AKP iktidarının ekonomi kurmayları, artık freni patlamış bir kamyon gibi ardı ardına kriz kapıda açıklaması yaparak teslim bayrağı çekme noktasındalar” demişti.

Aydın Ayaydın'ın kızı Derya Ayaydın da 14 Mayıs 2023 genel seçimlerinde AKP'den İstanbul milletvekili seçilmişti.

                                                          /././

AKP'ye geçip teşvik aldı, işçileri dövüp fabrikadan attı: Hatipoğlu Eskişehir adayı oldu

AKP'nin Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı, İYİP'ten istifa ederek AKP'ye geçen Eskişehir Milletvekili Nebi Hatipoğlu oldu.

AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bugün Haliç Kongre Merkezi'nde 11'i büyükşehir olmak üzere 26 ilin belediye başkan adaylarını açıkladı.

31 Mart'ta yapılacak yerel seçimde, AKP'nin Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı, İYİP'ten istifa ederek AKP'ye geçen Eskişehir Milletvekili Nebi Hatipoğlu oldu.

Peki Nebi Hatipoğlu kim? 

AKP'ye geçti, teşvik aldı

"AKP iktidar olursa AK Parti’ye geçer misiniz?" sorusuna "Tabi ki geçmem. Ne işim var? Türkiye’de iki tip siyasetçi var. Siyaseti iş olarak yapanlar ve hizmet olarak yapanlar. Biz siyaseti hizmet olarak yapacağız. İş kolu olarak yapmayacağız. Allah siyaseti iş kolu olarak yapmayı nasip etmesin" diyen Hatipoğlu, son seçimde İYİP'ten Eskişehir vekili seçildi, daha üzerinden altı ay geçmeden İYİP'ten istifa ederek AKP'ye katıldı.

Hatipoğlu da TBMM'deki vekillerin çoğu gibi patron. Eskişehir'deki PVC pencere üreten Europen'in sahibi. Nitekim, AKP'ye geçişinde de patronluğun izleri görülüyor. Nebi Hatipoğlu’nun büyük ortağı olduğu Europen Endüstri İnşaat Sanayi ve Ticaret Şirketi’nin, AKP transferinin ardından Sanayi Bakanlığı’ndan 1,3 milyar liralık teşvik aldığı ortaya çıkmıştı.

'Ben kimim?' diye soruyor, tanıyamayanı dövüyor

soL'dan Yekta Armanc Hatipoğlu, "Peki, Hatipoğlu nasıl bir patron?" sorusunun yanıtını, Hatipoğlu'nun fabrikasında çalışan işçilerden işçilerden almıştı. Hatipoğlu'nun fabrikasında çalışan işçilerin çizdiği tablo ise durumun vahametini gözler önüne sermişti.

Hatipoğlu'nun fabrikasında çalışan bir işçi onu şöyle anlatıyor:

"Nebi Hatipoğlu bir gün fabrikada dolaşıyor. Biz işçilere tek tek ‘Ben kimim?’ diye soruyor. Bir arkadaşımız tanıyamadı kim olduğunu. Hatipoğlu, kendisini tanıyamayan işçiyi dövdürtüp işten çıkarttı. Mafya gibi dolaşıyor fabrikada."

Sendikaya yasak

Ayrıca fabrikada çalışan işçiler Hatipoğlu’nun fabrikaya sendika sokmak isteyen işçileri tehdit ettiğini söylerken, ek mesai ücretlerinin düzensiz şekilde elden yatırıldığını ve bu durumun da emekliliklerini etkileyeceğini belirtiyor.

Fabrikaya sendika sokmak isteyen işçiler işten atılmakla tehdit edilirken, patron ve adamlarının da fabrikadaki işçilerin birliğinin önüne geçmek için, işçiler arasında "patrona yakınlık" üzerinden ayrımlar yaratmaya çalıştığı biliniyor.

Daha "makbul" sayılan işçiler, daha uzun mola süresine sahipken, patrona yakın olan işçilerin diğer işçilere kıyasala iş yükü azalırken, mola süreleri ise uzuyor. Söz konusu ayrımın yalnızca bunlarla da sınırlı kalamdığını aktaran bir işçi şöyle konuşmuştu:

"İşçiler arasında da bir bölünmüşlük var. Operatörler, kendi bakmaları gereken makineleri işçilere zimmetliyor. Üç makineye bakan işçi, iki makineye daha bakıyor. Onlar operatörlerin makinesi oluyor. Ama tabii ki işçi baktığı bu iki makine üzerinden herhangi bir ek ücret falan almıyor. Duruma tepki gösteriyoruz, bu sefer ücretimizi kesmekle tehdit ediyorlar."

Korku: Çalışma sonrası fabrika önüne polis dikti

Patronların Ensesindeyiz (PE), baskı, mobbing ve kötü çalışma koşullarına karşı fabrika önünde çalışma yapmış ve işçilere, kötü çalışma koşullarına karşı bir araya gelme çağrısı yapmıştı.

Hatipoğlu ise PE çalışmasından sonra fabrikasının önüne polis dikmişti. Yalnızca fabrikanın önüne polis dikmekle de kalmayan Hatipoğlu, mola alanlarını kapatarak bahçeye çadır kurmuştu. İşçiler, ısıtıcı olmayan bu çadırlarda mola vermek zorunda bırakılmıştı.

                                                           /././

Kazdağları'ndaki ağaç katliamını savunmuştu, AKP'nin Çanakkale adayı oldu

AKP'nin Çanakkale belediye başkan adayı İskenderoğlu, Kazdağları'nda Kanadalı şirket için yapılan ağaç katliamını "kesen bizim devletimiz, kesen orman bölge müdürlüğümüz" diye savunmuştu.

AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan partisinin Çanakkale Belediyesi Başkanlığı'na önceki dönem AKP Çanakkale milletvekili olan Jülide İskenderoğlu'nu gösterdi.

İskenderoğlu'nun 2019 yılında milletvekili olduğu dönemde Çanakkale Kirazlı'da Kanadalı şirket Alamos Gold'un projesi için Kazdağları'nda gerçekleştirilen ağaç katliamını savunan ifadeleri tepki çekmişti.

İskenderoğlu yaptığı açıklamada sürecin yasal çerçevede gerçekleştiğini ileri sürerek "Kesen hiçbir firma değil, kesen bizim devletimiz, kesen orman bölge müdürlüğümüz. Hiçbir şey kontrol dışında gerçekleşmiyor. Bugün kağıdı kullanıyorsak, ahşap masada yemeğimizi yiyorsak aslında bunlarda bu kesilen ağaçlardan yapılan ürünler" demişti.

Sözcü gazetesi o dönemde İskenderoğlu'nun açıklamalarını şöyle aktarmıştı:

Önümüzde gündem ile ilgili bir konu var. Biz bir kere hiçbir madenin avukatı değiliz. Bu memleketin her ağacı, her suyu, her denizi bize emanettir ancak yapılan bir maden kanunu ile birlikte biliyorsunuz ki dünyanın her yerinden maden çıkartma yasası var bununla ilgili. Doğru yapılıyor mu kısmında eminim müdürlerimiz bize gereken açıklamayı verecektir ama Çanakkale’de bugün bin 800 noktada ağaç kesiliyor.

Kesen hiçbir firma değil, kesen bizim devletimiz, kesen orman bölge müdürlüğümüz. Hiçbir şey kontrol dışında gerçekleşmiyor. Bugün kağıdı kullanıyorsak, ahşap masada yemeğimizi yiyorsak aslında bunlarda bu kesilen ağaçlardan yapılan ürünler. Çanakkale’nin her ağacı bizim için kıymetli. Kesilen ağaçların yerine 3 milyon ağaç dikiyoruz kesilenleri söylerken kimse dikilenleri söylemiyor."

(soL)




7 Ocak 2024 Pazar

KISA KISA GÜNDEM BAŞLIKLARI -7 OCAK 2024 -

 

AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın damadı Selçuk Bayraktar ile eşi Sümeyye Erdoğan Bayraktar'ın kurucusu olduğu Kültür ve Medeniyet Vakfı'nın kuruluşuna ilişkin ilan Resmi Gazete'de yayımlandı.(https://www.birgun.net/haber/selcuk-bayraktar-ve-sumeyye-erdogan-vakif-kurdu-496459)

Menzil Cemaati’ni yöneten üç kardeş arasındaki miras kavgasının görüntüleri de ortaya çıktı. Muhammed Saki Elhüseyni taraftarları Menzil köyündeki medreseden zorla çıkarıldı, eşyalar ise sokağa atıldı. Yapılan açıklamada, “Hocalarımızı ağlatarak zorla sınıftan çıkardılar” denildi.(https://www.birgun.net/haber/menzildeki-miras-kavgasinin-goruntuleri-de-ortaya-cikti-esyalari-attilar-hocalarimizi-aglatip-zorla-cikardilar-496248)

İsmailağa’ya dokunulmuyor (İsmail Arı-Birgün)
İsmailağa Cemaati, Bursa’da tarım arazisine kaçak olarak devasa bir külliye inşa ediyor. CHP’li Yılmaz, “Yeri geldiğinde vatandaşın gecekondusunu yıkan belediye, cemaatin kaçak yapısını görmezden geliyor” dedi.(https://www.birgun.net/haber/ismailagaya-dokunulmuyor-496393)

Kuran kurslarında öğreticiler lise mezunu: Çocuklarımıza yazık (Mustafa Bildircin-Birgün)
Diyanet’in 4-6 yaş Kuran kurslarında öğreticilerin sadece yüzde 18’inin üniversite mezunu olduğu ortaya çıktı. Öğreticilerin, öğrencilerin gelişim özelliklerini bilmede ve anlamada yeterli olmadığı belirlendi.(https://www.birgun.net/haber/kuran-kurslarinda-ogreticiler-lise-mezunu-cocuklarimiza-yazik-496398)

Gerici vakfın yarışması için okullarda kitap dağıtıldı (Berkay Sağol-Birgün)
MEB, “Ufka Yolculuk” bilgi yarışması için yine okulların kapısını açtı. Nakşibendilere yakın Server Yaşam Vakfı’nın düzenleyeceği yarışmanın kitaplarının ve broşürlerinin okullarda dağıtıldığı öğrenildi.(https://www.birgun.net/haber/gerici-vakfin-yarismasi-icin-okullarda-kitap-dagitildi-496400)

Esenler Belediyesi'nden AKP'li isimlere 'bilim kurulu' ödemesi: 'Proje bazlı para verildi' - soL

 AKP'li Esenler Belediyesi'nin iktidar ve çevresindeki isimlere ''bilim kurulu üyeliği'' adı altında ''proje bazlı'' ödeme yaptığı öğrenildi.

İstanbul Esenler Belediyesi bünyesinde 2012 yılında kurulan Prof. Dr. Sadettin Ökten Şehir Düşünce Merkezi’nin "bilim kurulu" adı altında AKP'li ve AKP'ye yakın isimlere ödeme yapıldığı ortaya çıktı.

AKP milletvekili Özlem Zengin, eski Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati ve İhsan Aktaş gibi isimlerin yer aldığı bilim kurulu üyelerine görev ödeneği, huzur hakkı ve yetki tazminatı adı altında ayda 200 bin lira ödendiği iddia edildi.

Duvar'ın haberine göre,(https://www.gazeteduvar.com.tr/esenler-belediyesi-bilim-kurulu-uyelerine-200-bin-lira-huzur-hakki-odendigi-iddiasini-reddetti-haber-1659788) Esenler Belediyesi iddiayı reddetti ancak proje bazlı ödeme gerçekleştirildiğini bunun da bazen 50 bin lira bazen de 200 bin lira olduğunu belirtti.

Esenler Belediye Başkan Yardımcısı Dr. Hasan Taşcı, daimi üyelere ayda 6 bin lira verildiğini söyledi.

Nebati: Ben bir bilim adamıyım

Bilim kurulunda yer alan isimlerden Nureddin Nebati de ''200 bin lira'' iddialarını reddetti.

Sosyal medya hesabından açıklama yapan Nebati, ''bilim insanı'' olduğunun altını çizerek, iddia sahiplerine ''Allah belanızı versin'' dedi.