16 Ocak 2024 Salı

Barolar düşük ücrete isyan etti, ikinci barolar 'grev kırıcılık' peşinde - Burcu Günüşen / soL-Özel

 

Avukatlar CMK ücretlerindeki düşük artışa karşı harekete geçti, TBB iptal için dava açarken, bazı barolar boykota başladı. İstanbul’da 2. Baro’nun “grev kırıcı” tavrının boykota etkisi tartışılıyor.

Son günlerde "yargı krizi" yüksek yargıdaki çatışmalarla gündeme gelse de, en az onun kadar büyük bir başka yargı krizi yaşanıyor. Bu defaki kriz, özellikle yoksulları doğrudan vuruyor.

Gündem, yoksul vatandaşların da hak ettikleri şekilde yargı sistemine dahil olmaları için avukata erişimleri. Hükümet Ceza Muhakemeleri Kanunu 2024 Ücret Tarifesi'ni açıkladı. Avukatlar yeni tarifedeki düşük artışa itiraz ederken, Türkiye Barolar Birliği (TBB) tarifenin iptali için dava açtı, bazı barolar bu tarifenin meslek onuruna ve emeğe saygısızlık olduğunu belirterek CMK atamalarını durdurdu. 

Öte yandan, bu başlıkta hükümetin kısıtlayıcı tavrı yalnızca avukatların emeğini ucuza getirmeye çalışması değil.

AKP-MHP iktidarının hukuk alanına müdahale ve meslek örgütlerini güçsüzleştirme adımlarından biri olan “çoklu baro” uygulaması şimdi de “grev kırıcı” yüzüyle gündemde.

"İkinci barolar" bugüne dek yalnızca İstanbul ve Ankara’da kuruldu. İktidara yakın avukatlarca kurulan bu barolar yola “siyasetten çok meslek sorunlarına öncelik verecekleri” iddasıyla çıktı. Ancak gelinen noktada ikinci baroların, mesleki hakları için mücadele eden meslektaşlarının önüne set çekme işlevini de üstlendiği görülüyor.

İstanbul Barosu'ndan anket

Türkiye’nin en çok üyeye sahip barosu olan İstanbul Barosu yeni tarifeyi kabul etmediğini açıkladı, ancak henüz bir eylem kararı almadı. Nedeniyse İstanbul 2 Nolu Baro’nun daha önce 2022 yılında yapılan CMK atama durdurma eylemine katılmaması ve bu yüzden o dönemde eylemin istenilen sonucu vermemiş olması.

“Beklentileri karşılamayan CMK ücret artışı karşısında gerçekleştirilecek eylemlerden birisi de CMK atamalarının durdurulmasıdır” açıklamasını yapan İstanbul Barosu CMK’da görev alan meslektaşlarına görüşlerini almak için SMS'le bir anket gönderdi.

Ankette daha önce 22 Aralık 2022 tarihinde kadına veya çocuğa karşı şiddet, cinsel saldırı veya cinsel istismar eylemleri dışında 24 saat boyunca zorunlu müdafiliğe ilişkin CMK atamalarının durdurulması kararı üzerine İstanbul’da 2 No’lu Baro tarafından bu atamaların devam ettiği ve yapılan eylemde istenilen sonuca ulaşılamadığı hatırlatıldı. Bu nedenle süreli ya da süresiz bir CMK atama durdurma eylemi konusunda üyelerinin görüşüne başvurulduğu bildirildi.

Anket süresi bu akşam dolarken soL’un edindiği bilgiye göre birçok avukat eylemin 2. Baro’nun boykot kırıcı tutumuna karşın eylemin yapılmasından yana görüş bildirdi.

Ankara ve Diyarbakır baroları CMK atamalarını durduruyor

Öte yandan Ankara Barosu ve Diyarbakır Barosu eylem kararı aldı.

Ankara Barosu’ndan yapılan açıklamada özellikle soruşturma aşamasında işkence ve kötü muamelenin önlenmesi amacıyla getirilen zorunlu müdafilik müessesesinin ceza yargılamasında hak arama özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının olmazsa olmazı olduğu vurgulandı. 

Açıklamada “Ancak görüyoruz ki ceza yargılamasında zorunlu müdafilik kapsamında yapılan görevlendirmelerin hukuk devleti içerisindeki rolü ve bu kapsamda Avukatlarca verilen hizmet iktidar tarafından hala tam olarak anlaşılamamakta veya bu hizmetin verilmesi bilinçli olarak tercih edilmemektedir” denildi.

Yoksul yurttaşlar için verilen adli yardım hizmetlerinde de yeterli kaynak aktarılmadığı için avukatların ücretlerini zamanında alamadığını da bildiren Ankara Barosu “iktidar bu nedenle avukatlara olan yığılmış borcunu ödeme yönünde hiçbir adım atmamakta, verilen sözler tutulmamaktadır” ifadelerini kullandı.

KDV muafiyeti veya KDV’nin düşürülmesi yönündeki taleplerinin de karşılanmadığına dikkat çeken Ankara Barosu “Bu koşullarda zorunlu müdafi hizmetinin sürdürülmesi mümkün değildir” diye belirtti.

Ortak bir eylem kararına dek Ankara Barosu’nca şimdilik belirsiz süreli olarak saat 22.00’dan 08.00’a kadar çocuk, şiddet mağduru kadın ve engelli vatandaşlar dışında görevlendirme yapılmamasına karar verildi.

Baronun CMK sistemindeki mazeret seçeneklerine de “Bu tarifeyi kabul etmiyorum” butonu eklendi.

'Angaryaya dönüştü'

Diyarbakır Barosu’ndan yapılan açıklamaya göre ilan edilen CMK ücret tarifesindeki ücretler 2024 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifeleri'nde (AAÜT) aynı işlere yönelik belirlenen ücretlerin dörtte birine denk geliyor. Bir diğer deyişle, devlet, yoksul vatandaşın ihtiyacı için avukatlara asgari ücretin dörtte birini vermek istiyor.

Diyarbakır Barosu CMK ücretlerindeki düşük artış nedeniyle CMK görevlendirmelerinin avukatlar yönünden angaryaya dönüştüğü, ücretlerin gerçek enflasyon verileri ile AAÜT ile uyumlu hale getirilmesi gerektiği düşüncesiyle Otomatik CMK Atama Sistemi'ni (OCAS) bir hafta süreyle kapatılma kararı aldı. Bu bir haftalık sürenin sonundaysa CMK görevlendirmelerinin (çocuklara ve kadınlara yönelik şiddet ve istismar dosyaları ile acil görülen diğer işler dışında) tamamen durdurulmasına karar verildi.

Şanlıurfa Barosu da kapatıyor

Şanlıurfa Barosu da mevcut CMK Tarifesi kapsamında zorunlu vekillik/müdafilik hizmetlerinin yerine getirilmesinin ekonomik koşullar nedeniyle imkansız olduğunu belirterek yarın saat 08.00'den itibaren kadın ve çocuğa yönelik şiddet ve istismar dosyaları hariç süresiz olarak CMK OCAS sistemini tüm atamalara kapatacağını açıkladı.

İzmir Barosu'ndan eylem

İzmir Barosu da Bayraklı Merkez Adliye Binası'nda "belirlenen bu sefalet ücretlerine karşı" oturma eylemine başladı. İzmir Barosu ayrıca 15 Ocak'tan itibaren bir hafta süreyle CMK sistemini kadın ve çocuğa yönelik şiddet ve istismar dosyaları ile acil görülen diğer işler hariç olmak üzere kapattığını duyurdu.

CMK ücret tarifesinin iptali için Danıştay’da dava açan Türkiye Barolar Birliği 17 Ocak Çarşamba günü baro başkanlarını toplantıya çağırdı. Söz konusu toplantıda olası bir boykot kararının ve olağanüstü genel kurulun da görüşülmesi bekleniyor.

CMK ataması nedir? Tarife nasıl belirleniyor?

Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK) gereği şüpheli ya da sanıklara zorunlu müdafi ve vekil atamaları barolarca yapılıyor.

CMK görevleri için avukatların ücret tarifesi Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) görüşü alınarak Adalet ve Maliye bakanlıklarınca her yıl Aralık ayında belirleniyor ve Ocak ayında o yıl geçerli olacak tarife Resmi Gazete’de yayımlanıyor.

Bu yılki tarife 13 Ocak’ta Resmi Gazete’de yayımlandı. Yeni tarifede ücretlerde ortalama yüzde 58,40 oranında artış yapıldı.

Barolar Birliği ne yapacak?

İstanbul ve Ankara’daki “iki numaralı baroların” da bağlı olduğu Türkiye Barolar Birliği, enflasyon oranının da altında yapılan bu ücret artışının kabul edilemez olduğunu belirterek tarifenin iptali için Danıştay’da yürütmeyi durdurma talepli dava açtı.

TBB’den yapılan açıklamada “2024 Yılı CMK Ücret Tarifesi'ni, yürüttüğümüz kamusal hizmetin niteliğine, mesleğin onuruna, vakarına aykırı ve kabul edilemez buluyoruz” denildi.

Adalet Bakanlığı’nın 7 Aralık’ta TBB’ye görüş için tarife taslağı ilettiği, bu taslakta ilk iki kalem için yüzde 61,99, diğer kalemler için ortalama yüzde 90 oranında artış öngörüldüğü, TBB’nin bu oranları düşük bularak itiraz ettiği belirtildi.

Ancak yayımlanan ücret tarifesi bakanlığın taslakta önerdiği ve TBB'nin itiraz ettiği oranın da altında kaldı.

TBB bu ücretlerin “sarf edilen emek ve zamanın karşılığı olmadığı ve Anayasa’da düzenlenen angarya yasağına aykırılık teşkil ettiği”ni ve kabul edilemez nitelik taşıdığını belirterek tarifenin iptali istemiyle Danıştay’a dava açtı.

TBB ayrıca “CMK Ücret Tarifesi'ni, biriken Adli Yardım Ücretlerinin ödenmesini, önemli mesleki sorunlarımızı görüşmek ve Olağanüstü Genel Kurul toplantısını değerlendirmek üzere 17 Ocak 2024 (Çarşamba) tarihinde TBB'nin ev sahipliğinde Baro Başkanları toplantısı yapılacaktır” açıklamasını yaptı.

Yoksul avukatlar, yoksul şüpheli ve sanıklar... Adalet zenginlerin işi mi?

CMK görevi çoğunlukla mesleğe yeni başlamış ya da işçi avukatlarca yerine getiriliyor. Ücretlerin düşük olması ve ödemelerin bazı örneklerde 4-5 ay sonraya kadar sarkması çoğu avukatın bu görevi kabul etmemesine yol açıyor. Bu durumda mağdur olan yine yoksul ve avukat seçemeyen yurttaşlar oluyor. 

Bir başka sorunsa adli yardım ödeneklerinin geç ödenmesi. Harç ve vekalet ücretlerini ödeyecek maddi gücü olmayan yurttaşlar adli yardım başvurusu yapabiliyor. Bu sayede barolarca yurttaşa gönüllü avukat ataması yapılıyor. Ancak birçok baroya ödenek gönderilmediği ya da geç gönderildiği için gönüllü avukat ataması yalnızca “hayati” olarak değerlendirilen konularda yapılmak zorunda kalınıyor.

Son olarak geçtiğimiz Ağustos ayında soL’da Ali Ufuk Arikan imzalı haberde şiddet gördüğü eşinden boşanmak için Karaman’da adli yardım başvurusu yapan bir kadına, baroda ödenek olmadığı için gönüllü avukat ataması yapılamadığı ortaya çıkmıştı.

Avukat Çisel Demirkan özelikle taşradaki barolarının bir süredir ödenek alamadığı, bu sebeple adli yardım için gönüllü avukat ataması yapılamadığının tespit edildiğini söylemiş ve "Adli yardım, emekçi ve yoksul halkın hak arama, yargı yoluna başvurmada tek seçeneği artık. Artan harç bedelleri, yükselen vekalet ücretleri, geçim sıkıntısı, asgari ücret bile alamayan emekçinin adli yardım dışında yargı süreci için çözümü bulunmamaktadır. Barolar tarafından adli yardım desteği ile gönüllü avukat ataması yapılmazsa seçeneksiz kalan emekçiler haklarını aramaktan vazgeçmek zorunda kalıyorlar” demişti.

“Ödenekler ve harcamalar belirlenirken emekçinin ihtiyaç ve gereksinimleri ön planda olması gerekirken, en temel hakkı olan savunma hakkından dahi yararlanması engelleniyor” diyen Demirkan, “Büyükşehirlerdeki barolar ise ödenek eksiğinden, sadece önem ve öncelik atfedilen dosyalara avukat ataması yapabiliyor” ifadelerini kullanmıştı.

CMK ücret tarifesi ve adli yardım ödeneklerinin geciktirilmesi emekçi avukatlar açısından bir geçim sorunu olduğu kadar tüm emekçilerin savunma hakkını da riske atan bir sorun niteliği taşıyor.

Burcu Günüşen / soL-Özel

Akkuyu Nükleer Santrali inşaatında menenjit salgını gizleniyor: '5 işçi öldü' iddiası + Atanmayan öğretmen Akkuyu inşaatında hayatını kaybetmişti: Şirket sorumluluk kabul etmedi (soL-Özel)

Akkuyu Nükleer Santrali inşaatında menenjit salgını gizleniyor: '5 işçi öldü' iddiası (Yalçın Cuğ-soL/Özel)

Akkuyu Nükleer Santrali inşaatında menenjit salgınının baş gösterdiği ve 5 işçinin hayatını kaybettiği öne sürüldü. Firmanın, işçilere attığı mesajda menenjit vakasının tespit edildiği belirtildi.

İş cinayetleri, zehirlenme vakaları, kötü çalışma koşullarıyla sıkça gündeme gelen Akkuyu Nükleer Santrali inşaatı şimdi de menenjit salgın iddialarıyla gündeme geldi.

soL, çeşitli kaynaklardan salgına dair veriler elde etti.

Yaklaşık bir haftadır sürekli olarak ambulansların girdiği inşaat alanından gelen haberler, işçilerin menenjit salgını nedeniyle hastaneye kaldırıldığına işaret ediyor. Bugüne kadar 5 işçinin menenjit nedeniyle hayatını kaybettiği öne sürülüyor.

İşçiler ve sağlık personeli ölümleri doğruluyor

soL'a konuşan Akkuyu Nükleer Santral inşaatında çalışan işçiler, 5 çalışma arkadaşlarının menenjit nedeniyle kaldırıldıkları Silifke Devlet Hastanesi'nde hayatını kaybettiğini söyledi. Silifke Devlet Hastanesi'nde çalışan bir sağlık emekçisi, işçilerin iddialarını doğruladı.

Yaşamını yitiren işçilerden Mustafa Avşar'ın bir yakını tarafından dün sosyal medyadan taziye mesajı paylaşıldı. Yaşamını yitiren işçinin bir akrabası, Avşar'ın yaklaşık bir hafta hastanede tedavi gördüğü ve ölüm nedeninin net olarak bildirilmediğini aktardı. 

Hastanede önlem alınmaya başlandı

Silifke Devlet Hastanesi'nde maske ve koruyucu ekipman zorunluluğu getirildi. Bu önlemin, salgının artması ihtimaline karşı alındığı düşünülüyor.

Hastanede çalışan sağlık emekçilerinden edinilen bilgiye göre, salgına karşı sağlık personeline aşı yapılmaya başlandı.

Hastanedeki yoğunluğun artması durumunda da işçilerin Mersin Şehir Hastanesi'ne sevk edilebileceği belirtiliyor.

Santral çok sayıda antibiyotik sipariş etti

soL'un edindiği bilgiye göre, Silifke’deki eczanelerden çok sayıda siprofloksasin etken maddeli antibiyotiğin şirket tarafından istendiği belirtildi.

"Siprofloksasin"in, akut menenjit tedavi protokolünde hastayla teması olabilecek yetişkinlere profilaktik (önleme) amaçlı verildiği bilinmekte.

İnşaatta maske dağıtımı ve izolasyon uygulaması

Hastane yetkililerinin ve Mersin İl Sağlık Müdürlüğü'nün, işçilerin ölüm nedenini ve ölen işçilere dair bilgileri vermediği, bilgilerin özellikle kamuoyundan gizlendiği belirtiliyor.

Akkuyu Nükleer Santral inşaatında çalışan işçilerden alınan bilgilere göre salgının ciddi boyutta olduğu, maske dağıtımının yapıldığı ve bazı işçilerin izolasyona tabi tutulduğu da öğrenildi.

İşçiler rahatsızlanmalarının ardından revirde tedavi altına alınırken, işçilerin durumu kötüleşmeden ambulans çağrılmadığı da gelen iddialar arasında.

İşçilere mesaj: 'Sahada menenjit hastalığı tespit edilmiştir'

soL, inşaat firmasının, işçilere attığı bilgilendirme mesajına da ulaştı. Söz konusu mesajda, inşaat sahasında menenjit vakasının tespit edildiği belirtildi.

Hastalığa karşı önlem alınmasına yönelik çağrıda bulunulan mesaj şöyle:

"Sayın formenler, ustabaşları ve çalışma arkadaşlarım. Sahada yüksek ateşi, halsizliği boyun sertleşmesi, şiddetli baş ağrısı, vücudunda kasılma olan, yüksek ateşle birlikte kendini iyi hissetmeyen personellerimiz var ise hemen hastaneye gönderelim. Sebebi ise sahada menenjit hastalığı tespit edilmiştir.

Bize de yayılma ve bulaşma riski var, durum ciddi. Ekiplerimize soralım bu tür şikayetleri olan varsa derhal hastaneye gönderelim. Kamplarda yatan, işe çıkmayan arkadaşlara da soralım ve bilgisini verelim. Kimse ile tokalaşmayın, temas etmeyin. Korona virüs zamanındaki gibi aranıza mesafe koyun, bol bol elinizi sabunla yıkayın. Dikkat edin kendinize. Herkesin bilgisine."

                                                             /././

Atanmayan öğretmen Akkuyu inşaatında hayatını kaybetmişti: Şirket sorumluluk kabul etmedi-(20/10/2023)

26 yaşındaki öğretmen İlyas Bul, Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nin inşaat sahasında yüksekten düşerek hayatını kaybetti. Şirket, iş cinayetinin sorumluluğunu üstlenmedi.

Bugün yeni bir genç ölümü haberi, bu kez Mersin'den geldi. Ataması yapılmayan 26 yaşındaki İngilizce öğretmeni İlyas Bul, 14 Ekim günü Mersin’de yapımı süren Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nin (NGS) inşaat sahasında yüksekten düşerek yaralanmış ve hastaneye kaldırılmıştı. İlyas Bul, dün tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirmişti.

Bul'un hayatını kaybetmesinin ardından Akkuyu Nükleer A.Şiş cinayetine ilişkin açıklamada bulundu. Daha öncesinde de işçilerin kötü çalışma koşulları nedeniyle sıkça gündeme gelen şirket, iş cinayetinin sorumluluğunu üstlenmedi.

Açıklamada, şirketin, Akkuyu NGS sahasında inşaat ve montaj işlerini yürüten yüklenicilere karşı asıl işveren statüsünde olmadığı öne sürülürken, cinayetin sorumlularının kim olduğuna da işaret edilmedi.

'Kolluk kuvvetlerine gerekli tüm yardım sağlanmakta' iddiası

Akkuyu Nükleer A.Ş. tarafından yapılan açıklama şöyle:

“Akkuyu Nükleer A.Ş., Türkiye Cumhuriyeti’nin yürürlükteki mevzuatı kapsamında Akkuyu NGS sahasında inşaat ve montaj işlerini yürüten yüklenicilere karşı asıl işveren statüsünde olmamakla birlikte, iş sağlığı ve güvenliği gerekliliklerinin ihlalinden sorumlu olanların adalet önüne çıkarılması için kolluk kuvvetlerine gerekli tüm yardımı sağlamaktadır.”

Dokuz ayda 1409 iş cinayeti

Bu yılın ilk dokuz ayında 1409 işçi çalışırken hayatını kaybetti. İşçilerden 174'ü tıpkı İlyas Bul gibi yüksekten düşme nedeniyle yaşamını yitirdi.

İSİG Meclisi tarafından yayımlanan rapora göre; enerji iş kolunda son 10 yılda 372 işçi çalışırken yaşamını yitirdi. Enerji işkolunda iş cinayetlerinin yaş gruplarına göre dağılımınında yer aldığı rapora göre ölen işçilerden biri 14 yaşının altında çocuk işçiydi.

(soL)


 

2023 yılı vergi karnesi - Murat Batı / T24

 Bütçe, 2023 yılı bütçe kanununda hedeflenen 660 milyar TL'lik bütçe açığının iki katından fazla açık verdi.

Hazine ve Maliye Bakanlığı kendi internet sitesinde 2023 yılı Ocak-Aralık ayı yani 2023 yılının bütçe gerçekleşmelerini 15 Ocak günü yayımladı.

Bütçe, 2023 yılı bütçe kanununda hedeflenen 660 milyar TL'lik bütçe açığının iki katından fazla açık verdi.  Bütçe açığı 1 trilyon 375 milyar TL olarak gerçekleşti. Geçen yıla göre ise bütçe açığı yüzde 864 arttı.

Aşağıda detaylı şekilde göreceğiniz üzere vergi gelirlerinin yüzde 53'ü KDV ve ÖTV'nin toplam tahsilatından oluşmaktadır.

Ek motorlu taşıtlar vergisinden tahsil edilen toplam tutar 30 milyar 74 milyon TL oldu. Hedeflenen tahsilatı yaklaşık 32 milyar TL olan Ek MTV'den 2 milyar TL tahsil edilememiş.

Ayrıca beyana dayalı kurumlar vergisi tahsilatı geçen yıl aynı döneme nazaran 20 kat arttı. Ek kurumlar vergisinden tahsil edilen tutar ise 73 milyar 502 milyon TL olmuştur.

Diğer kalemlerin akıbetini ise aşağıda izah etmeye çalışayım.  

2023 yılı merkezi yönetim bütçe gerçekleşmeleri

2023 yılı merkezi yönetim bütçe giderleri 6 trilyon 585,5 milyar TLbütçe gelirleri 5 trilyon 210,5 milyar TL ve bütçe açığı 1 trilyon 375 milyar TL olarak gerçekleşmiştir.

Ayrıca, faiz dışı bütçe giderleri 5 trilyon 910,8 milyar TL ve faiz dışı açık ise 700,4 milyar TL olarak gerçekleşmiştir.

Aşağıdaki tabloda 2023 yılı merkezi yönetim bütçe kalemleri bulunmaktadır.

2023 yılı bütçe gelir gerçekleşmeleri

Merkezi yönetim bütçe gelirleri 2023 yılında 5 trilyon 210 milyar 488 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Vergi gelirleri 4 trilyon 500 milyar 866 milyon TL, genel bütçe vergi dışı gelirleri ise 596 milyar 279 milyon TL olmuştur.

2023 yılı bütçe gider gerçekleşmeleri

Merkezi yönetim bütçe giderleri 2023 yılında 6 trilyon 585 milyar 456 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Faiz harcamaları 674 milyar 615 milyon TL, faiz hariç harcamalar ise 5 trilyon 910 milyar 841 milyon TL olarak gerçekleşmiştir.

2023 yılı vergi tahsilat tutarları

Aşağıdaki tabloda 2023 yılı (Ocak-Aralık) vergi gelirleri ve bu vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payları gösterilmiştir.

Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere 2023 yılında KDV ve ÖTV'nin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 53; dolaylı vergilerin payı yüzde 64,5 ve dolaysız vergilerin payı ise yüzde 35,5 olarak gerçekleşti.

2023 ile 2022 yılı vergi tahsilat tutarlarının karşılaştırılması

2023 yılı vergi gelirleri tahsilatı 2022 yılına göre yüzde 91,24 oranında artarak 4 trilyon 500 milyar 866 milyon TL olmuştur.

Aşağıdaki tabloda vergi kalemleri bazında 2023 yılı tahsilat tutarları ile 2022 yılı tahsilat tutarları ve değişim oranları bulunmaktadır.

Yukarıdaki tabloya göre 2022 yılına nazaran tahsilat oranı en fazla olan gelir kalemi beyana dayanan kurumlar vergisidir. Yüzde 2.000 yani yaklaşık 20 kat artmış.

ÖTV ise geçen yıla göre yüzde 121,10 oranında artmış. 2022 yılında 419 milyar 791 milyon TL tahsilatı olan özel tüketim vergisi, 2023 yılında geçen yıla nazaran yüzde 121,10 oranında artarak 928 milyar 195 milyon TL'ye yükselmiştir.

Dayanıklı tüketim mallarında ÖTV yüzde 125, kolalı gazozlarda yüzde 99 ve motorlu araçlarda ise geçen yıla nazaran yüzde 164 oranında artmış.  

Diğer taraftan gümrük vergisi tahsilatı da geçen yıla göre yüzde 86; dâhilde alınan KDV yüzde 186,60; damga vergisi ise yüzde 96,90 oranında artış göstermiş. Şans oyunları vergisi de yüzde 175,70 oranında artmış.

Murat Batı / T24


15 Ocak 2024 Pazartesi

KISA KISA GÜNDEM - 15 OCAK 2024 -

 

Bütün muhalefeti 'terör'le suçlamıştı: Küçük ortak Mustafa Destici 'özerklik' de istemiş (Cumhuriyet)

BBP lideri Mustafa Destici’nin 2012 yılında “Özerkliği kabul edebiliriz” dediği sosyal medya paylaşımı ortaya çıktı. Destici, bu paylaşımını gündem olmasının ardından açıklama yapmadan sildi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/butun-muhalefeti-terorle-suclamisti-kucuk-ortak-mustafa-destici-2163064)

Sultanbeyli'de işçi konteynerinde yangın: 3 genç işçi öldü! (Birgün)

İstanbul Sultanbeyli'de çelik yapı malzemeleri üreten bir şirkette çalışan işçilerin kaldığı konteynerde yangın çıktı. Yangında 17, 18 ve 21 yaşındaki üç emekçinin hayatını kaybettiği belirlendi. İstanbul Valiliği'nden yapılan açıklamada yangının çıkış sebebi ile ilgili incelemenin sürdüğü belirtilirken, Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı yangınla ilgili resen soruşturma başlattı.(https://www.birgun.net/haber/sultanbeyli-de-isci-konteynerinde-yangin-3-genc-isci-oldu-498443)

Hanri Benazus hayatını kaybetti (Cumhuriyet)

Türk yazar, iş insanı, koleksiyoncu Hanri Benazus, 94 yaşında hayatını kaybetti. Ömrünü Atatürk'ü ve onun hayalindeki Cumhuriyeti anlatmaya adayan Benazus, oluşturduğu 20 binden fazla parçadan oluşan Atatürk fotoğrafları koleksiyonu ile tüm dünyayı dolaştı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/kultur-sanat/hanri-benazus-hayatini-kaybetti-2163075)

ÇEDES hız kesmiyor: Öğrenciler camilere götürülüyor, müftüler ve din görevlileri okullarda seminer düzenliyor (Sena Tufan-Cumhuriyet)

Uzmanların tüm uyarılarına karşın ÇEDES Projesi ile laik eğitim aşındırılıyor. Çeşitli kentlerde öğrenciler camilere götürüldü, din görevlileri okullara giderek seminer verdi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/egitim/cedes-hiz-kesmiyor-ogrenciler-camilere-goturuluyor-muftuler-ve-din-2162994)

Birgün KÖŞEBAŞI + 1 çeviri ( - 15 OCAK 2024 - )

 

“Enflasyona ezdirmedik ve kaynak yok” aldatmacası: Emeklileri ezdiler! (Aziz Çelik)

Emekliler konusunda “Enflasyona ezdirmeyeceğiz”, “Kaynak yok” demagojisi tekrarlanıyor. Bu iki iddia da gerçek dışı. Emekli aylıklarının GSYH içindeki payı da bütçeden emekliler için ayrılan kaynaklar da düşüyor.

Emekli aylıklarının ne kadar artacağı ve en düşük emekli aylığının nereye çekileceği hâlâ muamma. Ocak ayı emekli aylıkları ayın 17’sinde ödenmeye başlanacak ama belirsizlik sürüyor. İşçi ve Bağ-Kur emekli aylıkları yasa gereği yüzde 37,6, memur emeklileri aylıkları ise toplu sözleşme gereği yüzde 49,25 artacak. İşçi ve Bağ-Kur emeklileri de aynı oranda zam istiyor.

Ancak emekli aylıklarının 6 aylık resmi enflasyondan daha fazla artırılması için de yasa değişikliği gerekiyor. İşçi ve Bağ-Kur emekli aylıklarına 5510 sayılı yasa gereği Ocak 2024'te 6 aylık resmi enflasyon oranı olan yüzde 37,6 oranında artış yapılacak. Bu artış halen ellerine geçen 7 bin 500 TL (tamamlanan emekli aylığı) üzerine değil emeklilerin kendi kök aylıklarına yapılacak. En düşük emekli aylığı halen Hazine tarafından 7 bin 500 TL'ye tamamlanıyor.

Tamamlama sınırının yükselmesi için de yasa değişikliği gerekiyor. Yasa ile tamamlama sınırı henüz yükselmediği için Ocak 2024'te kök emekli aylığı 5 bin 450 TL ve altında olan emekliler ve hak sahipleri sıfır (0) zam alacak. 6 bin TL kök aylığı olan emekliler yüzde 10 zam ile 8 bin 256 TL, 6 bin 500 TL kök aylığı olanlar yüzde 19,2 oranında artışla 8 bin 944 TL alacak ve 7 bin TL kök aylığı olanlar ise yüzde 28,4 artışla 9 bin 632 TL alacak.

Yasa değişikliği nasıl yapılacak, tamamlama miktarı (en düşük aylık) ne olacak, artışlar ne oranda olacak henüz belli değil! Meclis 16 Ocak'ta açılacak. Emekli aylıkları 17 Ocak’ta ödenmeye başlıyor. Değişikliğin bu aya yetişmesi mümkün değil! Bir yandan “hazırlıklar ve hesaplar yapılıyor” şeklinde haberler çıkıyor. Öte yandan en yetkili ağızlardan “emeklileri enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz” açıklamaları yapılıyor. Oysa yapılması gereken değişiklik atla deve değil. Şimdiye kadar çoktan yapılırdı.

Emekliye verilecek üç kuruş artış için neden bu kadar ayak direme var? Ekonomi yönetiminin (Maliye Bakanlığı, Merkez Bankası) “kaynak yok, yük artar, enflasyona sebep olur” gibi bahanelerle emeklilere dönük iyileştirmeye karşı çıktığı biliniyor. Emekliler bir yandan “enflasyona ezdirmeyeceğiz” diğer yandan “kaynak yok, yük artar” aldatmacası ile sefalet aylıklarına mahkum ediliyor.

Bu yazımda enflasyona ezdirmedik ve kaynak yok aldatmacasının ve emeklilerin nasıl yoksullaştırıldığının iç yüzünü yazacağım. Bu hafta yine emeklileri ele alacağım çünkü emekliler ve hak sahipleri 16 milyona yaklaşan sayıları ile işçilerden sonra Türkiye’nin en büyük toplumsal grubu. Emekliler Türkiye’nin en büyük toplumsal gruplarından biri olmasına rağmen en örgütsüz ve sesleri en az duyulan gruplarından.

RESMİ ENFLASYON DEĞİL BÖLÜŞÜM!

Emekli aylıkları, asgari ücret ve memur maaşları söz konusu olduğunda hükümet ve AKP yetkilileri “enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz” nakaratını tekrarlayıp duruyor.  “Enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz” demagojisi gerçeği perdeliyor ve karartıyor. Emekli aylılarını ve diğer emek gelirlerini resmi enflasyona hizalama yaklaşımına karşı çıkmak gerekiyor. Bu büyük bir aldatmaca ve kandırmacadır. Öncelikle enflasyon doğru ölçülmüyor. TÜİK’in resmi enflasyon verileri şaibelidir ve güvenilir değildir. TÜİK enflasyon verileri güvenilir hale gelmeden resmi enflasyonu esas alan herhangi bir iddia inandırıcı olamaz.

Dahası enflasyon gelir gruplarına göre ayrı ayrı ölçülmediği için de yanıltıcıdır. Resmi enflasyona hapsedilmiş gelir artışı gerçek tabloyu ortaya koymaz. Dahası enflasyon doğru ölçülse bile enflasyonla sınırlı gelir artışları yanıltıcıdır. Bakılması gereken ekonomik büyüme, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) artışıdır. Emekli aylıklarına da buradan bakmak gerekir. Ülke büyürken emekli aylıkları ne olmuş? Emekli aylıklarının GSYH (pasta) içindeki payı ne olmuş? Kısaca resmi enflasyona değil bölüşüme bakmak gerekir.

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ve Strateji Bütçe Başkanlığı (SBB) verilerine göre toplam emekli aylıklarının (hak sahipleri dahil)  GSYH’ye oranı en son veriye sahip olduğumuz 2022 yılında yüzde 4,5’tir. Bu oran meşhur “sosyal güvenlik reformunun” (5510 sayılı Yasa) başladığı 2008 yılında 5,9’muş! 2019’da 6,9’a kadar yükselen bu oran son yıllarda emekli aylıklarının dibe vurmasıyla 4,5’e gerilemiş durumda. 2020 itibariyle emekli aylıklarının GSYH içindeki payı AB ülkelerinde ortalama yüzde 12 düzeyindedir.

Emekli aylıklarının GSYH içindeki payı sözde emeklilik reformunda bu yana (2008) ciddi biçimde gerilerken, emeklilerin ve hak sahiplerinin toplam nüfus içindeki payı yüzde 12,2’den 2022’de yüzde 16,3’e yükselmiş durumda (Tablo). 2023’te bu oran yüzde 18’e yaklaşabilir.  Zurnanın zırt dediği yer burasıdır. Emeklilerin toplam nüfus içindeki payı artarken, emekli aylıklarının milli gelir içindeki payı geriliyor. Oysa emekli aylıklarının nüfus GSYH içindeki payının en az nüfus içindeki pay artışı kadar artması gerekirdi. Bu nedenle “enflasyona ezdirmedik” söylemi palavradır.

Bu nasıl mı oluyor? Ayrıntıları geçen haftaki (8 Ocak 2024) BirGün yazımda anlatmıştım. Emekli aylıkları hesaplanırken (güncelleme katsayısında) GSYH artışının payı yüzde 100’den yüzde 30’a düşürüldü. Aylık Bağlama Oranları (ABO) düşürüldü. Emekli aylık artışları resmi enflasyona hapsedildi ve emekliye ekonomik büyümeden pay verilmedi. Ülke büyüdü ancak emekliler bundan pay alamadı. Tersine payları küçüldü. Emekliler fena halde ezildi ama bu gerçek saklanıyor.

EMEKLİ AYLIKLARI YÜK DEĞİL!

Emeklilere yapılacak sınırlar artış için bile büyük bir direnç var. Ekonomi yönetimi kaynak olmadığını, bu artışın Hazineye yük olacağını iddia ediyor. Bu yüzden çoktan çözülmesi gereken mesele sürüncemede kalıyor. Emeklilerin beklentileri ile oynanıyor.

Bilindiği gibi SGK emekli aylıklarını iki kaynaktan ödüyor. İlki SGK’nin kendi gelirleri. Bu gelirleri esasen primlerden oluşuyor. 2008’den bu yana devlet de SGK’ye düzenli katkı yapıyor. Devlet katkısı yasa gereği. Devlet katkısı miktarı SGK açığı anlamına gelmiyor. Devlet de sosyal güvenliğin finansmanına katlıyor. Bu zaten sosyal devlet ilkesinin gereğidir. Bunun dışında en düşük emekli aylığının tamamlanma işleminde olduğu gibi Hazine tarafından SGK’ye ek kaynak aktarılıyor. Bütün bunlar SGK’ye bütçe transferleri olarak biliniyor. SGK’ye yapılan bütçe transferlerinin GSYH’ye oranı bakmamız gereken bir diğer ölçüt.

Sözde sosyal güvenlik reformunun yapıldığı 2008 yılında SGK’ye yapılan bütçe transferlerinin GSYH’ye oranı yüzde 3,5’ti. 2022 yılında bu oran yüzde 2,6’ya geriledi. 2020 yılında yüzde 4,9’a kadar yükselen bütçe transferleri emekli aylıklarının aşağıya doğru bastırılması nedeniyle hızla geriledi. Emeklilerin toplam nüfusun yüzde 16,3’ünü oluşturduğu 2022’de yüzde 2,6 düzeyinde bir bütçe katkısı komik düzeydedir.

İşte bu yüzden emeklilere yapılacak artışların bütçeye “yük” olacağı iddiası, “kaynak yok” iddiası dayanaksızdır. Bütçe transferleri yüzde 5’in üzerine çıktığında bu nasıl mümkün olduysa şimdi de ek artışlar mümkündür. “Kaynak yok” iddiası saçmadır. Kaynak sorunu yok tercih sorunu var. Mesele kaynakların kimlere aktarılacağıdır. Bütçeden SGK’ye bugünkü oranın iki katı kadar kaynak aktarmanın önünde hiçbir engel yoktur. Tek engel neoliberal zihniyettir.

Gerek emekli aylıklarının GSYH içindeki payının düşmesi gerekse SGK’ye yapılan bütçe transferinin gerilemesi aynı gerçeği teyit ediyor. Emekliler ülkenin büyümesinden pay alamıyor, eziliyor. İnsanca bir yaşam süremiyor. Ülke zenginleşirken emekliler yoksullaşıyor. Emeklilerin pay alamadığı büyümeden payı zengin sınıfların aldığı sır değil elbette.

EMEKLİLERE MÜSTAHAK MI?

Emeklilerin hali pürmelaline ilişkin her yazımdan sonra ilginç bazı tepkiler alıyorum. Bu tepkileri şu şekilde özetlemek mümkün: “Emeklilere müstahaktır. Durumlarının farkında değiller. Hallerinden memnunlar. Memnun olmasalar kendilerini bu duruma düşüren iktidara neden oy veriyorlar?” Bu şekilde özetlenebilecek değerlendirmelere katılmam mümkün değil. Sadece emekliler değil emekçi sınıfların önemli bir bölümü de benzer siyasal davranış içinde. İnsanların kendi durumlarının siyasal ve sosyal nedenlerini anlamaları otomatik bir şekilde olmuyor. İktisadi durum otomatik bir siyasal bilinç yaratmıyor.

Emeklilerin yaşadıklarının sorunlarının sebeplerini anlamalarının önünde sayısız engel var. Kuşkusuz bu durum eleştirilebilir ama burada asıl sorumluluk onlara ulaşması gereken siyasal yapılardadır. Şairin dediği gibi “sevmek anlamak değildir, şuurun uzun bir köprüsü var sevmekle anlamak arasında.” Emeklilerin ve emekçilerin sevdikleri/destekledikleri siyasi zihniyet ile anlamaları gereken gerçekler arasında da “şuurun uzun bir köprüsü var.”

                                                               /././

Sütümüz nasıl bozuldu? (Ozan Gündoğdu)

Ulusal Süt Konseyi, 13 Ocak’ta toplandı ve yeni çiğ süt tavsiye fiyatını açıkladı. 2023 yılının Ocak ayından Temmuz ayının sonuna dek 8,5 TL olan, Ağustos’tan bu yana 11,5 TL olarak duyurulan çiğ süt tavsiye fiyatına yüzde 17 zam yapıldı. Böylece yeni çiğ süt tavsiye fiyatının 22 Ocak’tan itibaren 13,5 TL’ye çıktığı duyuruldu.

Tüketiciler zamma tepkili olmakta haklı. Çünkü 1 litre sütün market fiyatı 35 liraya ulaşmış durumda. Süt ürünleri ise daha fena… 1 kilo yoğurt 50 TL’yi geçiyor. 1 kilo beyaz peynir 300 TL’nin üzerinde… Tüketici şikayetinde haklı ama süt üreticileri daha da tepkili. Kimdir süt üreticisi? Verilere göre Türkiye’de toplanan sütün yarısından fazlasını küçük aile çiftçileri sağlıyor. Köyünde, iptidai şartlarda, bir elin parmağını geçmeyecek sayıda ineğiyle geçinmeye çalışanlar üretiyor sütü. Haliyle bu üreticiler için nakit dengesi son derece hassas. Yem fiyatları ise maliyetin neredeyse tamamını oluşturuyor. Sadece kasım ve aralık aylarında süt yemine 5 kez zam geldi. 9 Kasım’da 8,14 TL olan süt yemi, 18 Aralık’ta 9,64 TL’ye yükseldi. Sadece 2 ayda yeme gelen zam yüzde 18. Sadece bu değil, yıl boyunca asgari ücret 2 katına çıktı. TÜİK’in açıkladığı 12 aylık ortalama Tarım ÜFE yüzde 78. TÜFE yüzde 64. Buna karşın çiğ süt fiyatındaki yıllık artış yüzde 58. Üstelik belli ki, birkaç ay daha aynı fiyat devam edecek. Bu tabloda tüketici de üretici de mutsuz. Peki kim mutlu?

SÜT SANAYİNİN HAMMADDESİ

Konu süt olunca, tarafları tüketiciler ve çiftçiler olarak belirlemek yanlış. Çünkü süt, 21’nci yüzyılda geldiği aşama itibariyle trilyonlarca dolarlık bir sanayi hammaddesi. Süt, alelade bir tarım ürünü olmaktan çıkalı çok oldu. 8 milyar insan, süt üretimi için 1,5 milyar inek besliyor. Bu ineklerin yemleri için Kanada büyüklüğünde tarım arazisi kullanıyor. Artık ürün yelpazesiyle gıda ve kozmetin sanayiinin en önemli ham maddesini bizlere inekler sağlıyor. Böyle bir emtianın kontrolünü ise gelişmiş ülkeler kaybetmek istemiyor. Küresel arenada süt endütrisinin en büyüğü ABD. Toplanan süt miktarına göre dünyanın en büyük süt sanayicisi ABD’li “Dairy Farmers of America” ya da kısa adıyla DFA Milk. Bu şirket, yılda 29 milyon ton süt topluyor. Tek başına dünyada tüketilen her 100 litre sütün 3,5 litresi bu şirketin makinelerinde işleniyor. Süt endüstrisi yan ürünleriyle birlikte trilyonlarca dolarlık bir sektör.

Dolayısıyla süt fiyatı üretici ve tüketiciyi ilgilendirdiği kadar, irili ufaklı sanayiciyi ve küresel tedarik zinciri içindeki ortakları da ilgilendiriyor. Ulusal ölçekte dahi, çıkarların çatıştığı, toplam pastanın da milyarlarca dolarla ölçüldüğü böyle bir endüstri, dünyanın her yerinde kamu gücü tarafından regüle ediliyor.

Bizde süt endüstrisi çok uzun yıllar boyunca Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) eliyle yönlendirildi. SEK’in amacı, kar maksimizasyonundan ziyade, piyasadaki arz ve talep dengesini sağlamaktı. Fakat SEK’in 1995’te özelleştirilmesiyle birlikte devlet bu alandan büyük ölçüde çekildi. Böylece süt endüstrisinin kontrolü, temel amacı kar maksimizasyonu olan piyasaya devredildi. Sektörün büyümesiyle birlikte SEK’ten başka büyük firmalar da oluştu; Sütaş, Pınar, Eker, Çallı, Gönenli ve dahası… Böylece ABD ve Avrupa’daki ile aynı ölçekte olmasa da işleyişi bakımından benzer bir kapitalistleşme süreci Türkiye’de de yaşandı.

FİYAT TEKELİ ŞART AMA...

Fakat, süt endüstrisindeki aktörlerin sayıca çoğalması, kamu regülasyonunu da şart koşuyordu. Çünkü kamu piyasadan çekilince sanayiciler, üreticilerden süt alırken, birbirinden farklı fiyatlar veriyor, çiftçiler büyük ölçüde bu rekabetten faydalanarak, sütlerini sanayicilere daha pahalı satabiliyorlardı. Karayollarının genişlemesi, soğuk zincirin korunmasını sağlayan teknolojinin gelişmesiyle birlikte Türkiye’nin her yerine süt taşınabilmek kolaylaşınca, her bölgede farklı fiyatların oluşması endüstriye zarar veriyordu. Sorunu çözecek ve fiyat tekeli oluşturacak bir düzenleme şarttı. Fakat Türkiye’yi yöneten AKP fiyat tekelini ve sektörün iplerini sanayicilere vermeyi tercih etti. İktidar, kontrolün büyük şirketlerde olmasını istiyordu. Ama tüm sanayicilerin bir araya gelip fiyat belirlemesi de Rekabet Kanunu’na göre kartel oluşturmak anlamına gelecekti. Bu konudaki yasal engel 2006 yılında çıkarılan 5488 sayılı Tarım Kanunu ile aşıldı. Bu kanunun 11. Maddesine dayanarak 2009 yılında Ulusal Süt Konseyi kuruldu. Dünyanın geri kalanında örnekleri görülen Konsey, Türkiye’de adeta yasal bir kartel haline getirildi. Konunun tarafları, tüketiciler, küçük çiftçiler, büyük üreticiler ve sanayiciler olarak 4’e ayrılabilir. Fakat fiyatı belirleyen Konsey’i, kurulduğundan bu yana hep sanayiciler yönetti.

YASAL BİR KARTEL OLARAK KONSEY

2009’da kurulan Konsey’in ilk başkanı Yörsan’ın sahibi Murat Yörük oldu. Bu haliyle, YÖRSAN, küçük çiftçiyi mutlu etmek ister mi? İstese çıkarları buna mani olmaz mı? Ardından gelen başkan Harun Çallı. SEK Süt’ün sahibi Çallı Gıda’nın patronu… Harun Çallı, kişisel olarak yüce gönüllü bir insan olsa dahi, çıkarları çiftçinin korunmasına izin verir mi? Sonraki başkan, Gönenli Süt’ün Genel Müdür Yardımcısı Sabit Karaca. Şimdiki başkan ise Eker Süt’ün Genel Müdür Yardımcısı Hamit Can. Bu kişiler, konumları itibariyle, sanayiciyi korumak zorunda olan ve yine konumları nedeniyle, küçük çiftçilerle çıkar çatışmaları olan kimseler. Ancak küçük çiftçinin elindeki sütü sanayiciye kaç paraya satacağına da yine bu kimseler karar veriyor. Konsey de bu yetkiyi devletten alıyor. Devleti de AKP yönetiyor. Bu haliyle, süt endüstrisinin büyük şirketleriyle iktidar partisi arasında bir çıkar birliği kurulmuş oluyor. Aslında karşımızda, fiyat belirleme kudretine kavuşmuş yasal bir kartel duruyor.

Bu kartel hükmünü sürdürdükçe, piyasa çarkları üretici ya da tüketici için değil, kapitalistler için dönecek. Çarkların içinde ezilense, süte ulaşmaya çabalayan geniş halk kesimleri ve çiftçiler olacak. Sütümüzü işte bu çarklar bozuyor. Bu çarklar aynı şekilde döndüğü sürece, küçük çiftçiler süt ineklerini kesmeye devam edecek. Halk kesimleri için süt giderek daha pahalı hale gelecek. Türkiye, bir süre sonra küresel süt markalarının hüküm sürdüğü bir pazar haline gelecek. Yerli ve milli bir pazar…

                                                            /././

Erdoğan’ın başı Cumhur’la dertte (Yaşar Aydın)

Seçimi kazandı ama halkın büyük bölümünün güvenini kazanamadı. Erdoğan’ı başarılı bulanların sayısı her geçen gün azalıyor. İttifak ortaklarının ve iktidarın parti içindeki kliklerin güç mücadelesi ‘Reis’i kuvvetten düşürüyor.

Milyonlarca emekli aileleriyle birlikte Erdoğan kabinesinden gelecek zam haberini bekliyor. Metal işçileri patron örgütü MESS’in insafına bırakılmayı reddederek geve hazırlanıyor. Bir ay içinde sınır ötesinden gelen asker ölüm haberleri hamasi nutukların gölgesinde kalan “neden” sorusunu gün ışığına çıkarıyor. Hayat pahalılığı çalışanı da canından bezdirmiş durumda. Tüm bu koşulların doğal sonucu ise dönemin iktidarının ve liderinin güç kaybetmesi.

Hakkını vermek lazım ki Erdoğan bu koşullarda bile durumu iyi idare ediyor. Erime çok yavaş. Ama şu var ki; Yavaş ilerlese de erime devam ediyor ve bu durum Erdoğan’ı tek başına hükmetme konusunda zayıf bırakıyor.

Kamu yoklamaları da bu fotoğrafı doğrular nitelikte. Son açıklanan 3-4 ankette Erdoğan’ı başarısız bulanların oranı yüzde 55‘lerin üstünde. Başarılı bulanlar ise yüzde 35’i aşamadı. Yerel seçim öncesi bu tablo Erdoğan için alarm zillerinin çalması anlamına geliyor. Üstelik bu durumu tersine çevirecek elinde çok fazla aracı kalmamışken. Terör demagojisi de bir yere kadar.

 TEK SORUN HALK DEĞİL

Erdoğan’ın başını ağrıtan sorun sadece halkın güvenoyu olsa çok dert etmezdi. Halkı ikna kabiliyetinin olduğuna çok inandı ve her defasından bunu başardı. Ama sorun başka yerdeydi. Yani turpun büyüğü heybede kalmıştı. Cumhur İttifakı çoktan miadını tamamlamış, rafa kaldırılmış olması gerekirken ona duyulan ihtiyacın devamı birçok şeyin önüne geçti.

28 Mayıs seçimin hemen ertesi gün Cumhur İttifakı içinde yer alan tüm partilerin ve siyasi aktörlerin kafasında aynı soru vardı: Şimdi ne yapacağız?

Erdoğan 2014-2023 döneminin bir daha tekrarlanmayacağının farkındaydı ve son bir beş yıl için yetki istemişti. Bu durum olası kriz başlıklarını kaçınılmaz kılacaktı ve nitekim öyle oldu. Ama Erdoğan bile içerideki kavganın bu kadar erken başlayacağını ve bu kadar sert olacağını tahmin edememişti.

MHP dümene o kadar güçlü sarıldı ki Erdoğan’a santim manevra yapma şansı bırakmadı. Erbakan liderliğinde YRP ise süratle Erdoğan’ın gölgesinden kurtulmaya çalıştı-çalışıyor. BBP ve Hüda-Par bile pozisyon almak için el yükseltti. Biri eyalet sistemi önerirken diğeri muhalefet cenahında yer alan onlarca partiyi terörle ilişkilendirdi. Cam bir evin içinde oturup etrafı taşlayan Destici’nin bu davranışı ancak Cumhur İttifakı’nın içinde yaşananlarla açıklanabilir.

FOTOĞRAF NEDEN ÖNEMLİ?

Erdoğan’ın kabinesinde her zaman öncelikli olanlar oldu. Bu isimler ana kadro olarak yorumlandı. Kabine dışında da sürekli yanında tuttuğu ya da yanında tutması tavsiye edilen isimler oldu. Bunlardan iki isim var ki on yılı aşkın bir süredir Erdoğan’ın hep en yakınında oldular. MİT Başkanı İbrahim Kalın ve Dışişleri Balanı Hakan Fidan. Bu isimler cumartesi günü Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleşen güvenlik zirvesinde yer aldılar. Artık buraya Ali Yerlikaya’yı da eklemek lazım. AKP’nin daha doğrusu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen Saray rejiminin bundan sonraki dönemin kilit isimleri olacaklar. Bu isimler en az Cumhur ittifakı içinde yer alan partiler kadar Erdoğan üzerinde ağırlık merkezi oluşturabilecek kabiliyette olduklarını bugüne kadar defalarca gösterdiler. Şimdi de başta uluslararası ilişkiler ve buna bağlı olarak da iç politikayı dizayn etmek için yoğun çaba içindeler. Erdoğan’ı mümkün olduğu kadar çevreleyip içeriden ve dışarıdan gelecek etkileri en aza indirmeye çalışıyorlar. Bu zamana kadar ekonomi ve dış politika başlıklarında başardıklarını söylemek mümkün. Bu isimlerle Cumhur İttifakı’nın diğer ortakları arasında olası gerilimlerin de eli kulağında olduğunu söyleyebiliriz.

MUHALEFET YİNE YAPAMAZSA

Tüm bu yaşananlar ülkenin tamamını etkileyen sonuçlar üretmiyor olsa bir partinin ya da ittifakın içinde yaşananlar der geçerdik. Ama Erdoğan’ın merkezde olduğu bu saltanat kavgası milyonların acil sorunları çözümsüz kıldığı gibi toplumu çürüten sonuçlar üretiyor. Meclis dahi tüm kurumları işlevsiz hele getiriyor. Üstelik bu durumun yakında zamanda sona ermesi gibi bir durumda yok. 2028’e kadar periyodu sıklaşan sert sancılar şeklinde yaşayıp duracağız.

Bu durumun ilacı iktidarda yok. Ellerinde ağrı kesici dışında halka verecekleri bir hap bile kalmadı. Çözerse halk yapacak, muhalefet yapacak. Ama nasıl ve hangi muhalefet yapacak.

Bu meselenin özü olduğunu düşündüğümüz Hatay meselesine kısaca değinip bitirelim.

İlk kez BirGün gazetesinde bir adayla ile ilgili tavır belirledik. Neden aday olmazın haberini de yaptık. Hatay ve diğer deprem illeri ülke için başka bir anlam taşıyor. Yıllarca uygulanan politikaların en somut ve en acı sonucudur orada yaşanalar. Bu yüzden kimsenin sorumluluktan kaçma şansı yok. Gerekçe ne olursa olsun.

Diğer önemli yanı da nasıl bir muhalefet sorusuna verilecek yanıtın Hatay’da saklı olmasından kaynaklı. Ya bildik isimler üzerinden siyaset izleyeceksiniz (ki bunun starı Türkiye’de Erdoğan’dır) ya da sonucu hemen alınmasa bile halkla birlikte yeni ve örgütlü bir yola çıkma cesareti göstereceksiniz. CHP bu şansını Hatay’la yakaladı ama kullanamadı ya da kullanmadı. Partinin bu tercihini değiştirmek için yapacak çok şey yok.

Ama Saray’ın içinde dönen dolapların ülkeyi uçuruma sürüklemesine razı olmayanların sözü de bu sözü eyleme dönüştürecek kuvveti de cüreti de mevcut. Düğümü de burada çözülecek.

                                                            /././

İsrail’in inkâr politikası (Tanupriya SINGH-Birgün/Çeviri)

Güney Afrika’nın “soykırım” suçlamasıyla UCM’de açtığı davada İsrail savunmasını yaptı. İsrail’in avukatları sorulara doğrudan yanıt vermezken, verilen yanıtlar da İsrail’in aylardır dillendirdiği söylemlerin tekrarıydı.

Güney Afrika’nın Uluslararası İsrail’in Gazze’de işlediği suçlara yönelik Ceza Mahkemesi’ne (UCM) taşıdığı soykırım davasının ikinci duruşması 12 Ocak günü görüldü. Üç saat süren duruşmada bir gün önce Güney Afrika’nın yasal temsilcileri tarafından seslendirilen suçlamalara İsrail tarafı yanıt verdi.

İsrail’in kuşatma altındaki Gazze’ye yönelik apansız saldırıları 12 Ocak itibarıyla 98’inci günündeydi. UCM’de görülen 24 saatlik dava sırasında İsrail yaklaşık 151 Filistinliyi öldürdü. Filistin Sağlık Bakanlığı’nın cuma günü paylaştığı verilere göre ekim ayından bu yana toplam 23 bin 700 insan öldürüldü ve 60 bin kişi yaralandı.

11 Ekim günü görülen duruşmada Güney Afrika, Gazze’de İsrail’in soykırım suçu işlediğine dair kapsamlı kanıtlar sundu. Adila Hassim ve Blinne Ni Ghralaigh isimli avukatlar, Gazze’de kitlesel yerinden edilme olgularına ve bölgede yaşanan derin insani krizin detaylarına yer verdi. Sivillerin “açlık, susuzluk ve hastalık” kaynaklı ölüm riskiyle karşı karşıya olduklarının altını çizdi.

İsrail, savunmasında sunulan delillere “karşı veriler” ile cevap vermeyi reddetti. İsrail Dışişleri Bakanlığı’nı temsil eden Tal Becker, açılış konuşmasında Güney Afrika’nın “maddi ve hukuki gerçekleri çarpıttığını” öne sürdü ve “soykırım kavramının İsrail’e karşı silah olarak kullanıldığını” öne sürdü.

SUÇLU HAMAS MIYMIŞ?

Güney Afrika’nın UCM başvurusu Gazze’de yaşananları Nakba, istila, apartheid ve kuşatmadan oluşan tarihsel bağlamın içinde ele alıyordu. Becker ise “bu savaşı başlatan tarafın İsrail olmadığını” öne sürdü ve İsrail devletinin kendini Hamas ve benzeri Filistinli örgütlerden koruduğunu iddia etti. İsrail temsilcilerinden Malcolm Shaw da duruşmanın ilerleyen kısımlarında bu argümanları tekrar etti, yaşanmakta olan çatışmaların “gerçek bağlamının” 7 Ekim saldırısıyla başladığını söyledi.

İsrail Dışişleri Bakanlığı, perşembe günü yaptığı açıklamada Güney Afrika’yı “Hamas’ın yasal kolu” olarak tanımladı. Becker da konuşmasında bu iddiaları tekrar etti ve Güney Afrika’nın Hamas ile “yakın bağlarından” dem vurdu. Güney Afrika’nın UCM’ye yaptığı başvuruyu ise “İsrail’in kendini savunma hakkına engel olmayı amaçlayan bir iftira kampanyası” olarak tarif etti.

Söz konusu “öz savunma” hakkı 2004 yılında da UCM’de görülmüştü ve mahkeme İsrail’in bu hakkının “işgal ettiği topraklarda” geçerli olmadığına hükmetmişti. Soykırım Sözleşmesi’nin belirli maddelerine temas eden suçlamalara yanıt vermekten kaçınan İsrail, uluslararası insani hukuka uygun hareket ettiğini öne sürdü.

Becker’in savunmasında kilit önem arz eden diğer bir argüman da, İsrail’in aylardır dillendirdiği söylemlerin tekrarıydı. Hamas’ın askeri yapılanmasını “sistematik ve hukuksuz bir şekilde sivillerin yoğun olduğu yerlerde konuşlandırdığını” öne sürdü.

Yeraltı tünellerinden söz etti ve “evlere, camilere, Birleşmiş Milletler tesislerine, okullara ve hatta hastanelere bağlanan” binlerce giriş noktası olduğundan söz etti. Bu savaş taktiğinde Hamas’ın “sivilleri ve hassas tesisleri” kendine kalkan yaptığını öne sürdü. Buradan hareketle de İsrail’in konutlara, okullara ve hastanelere yönelik saldırılarının “meşru askeri hedeflere yönelik saldırılar” olarak görülmesi gerektiğini iddia etti.

Becker’dan sonra söz alan hukukçu Malcolm Shaw, Güney Afrika’nın başvurusuna dair bazı prosedürel ve teknik konulardan uzun uzadıya söz etti. Pretoria hükümetinin İsrail’e “konuya dair istişarede bulunacak” fırsatı vermediğinden, bu konuya Soykırım Sözleşmesi’nin 9’uncu Maddesi’nde değinildiğinden söz etti.

‘GELİŞİGÜZEL SÖYLEMLER’

İsrail’in Gazze’de soykırım gerçekleştirmek istediğine yönelik iddialar perşembe günkü duruşmada detaylıca ele alınmıştı. Güney Afrikalı ekipten Tembeka Ngcukaitobi, “İsrail’in soykırım gayelerinin dayanağı, düşmanı yalnızca Hamas’ın askeri kanadı olarak değil, Filistinlilerin yaşamına derinlemesine nüfuz eden Hamas’ın tamamı olarak tanımlaması” dedi.

“Kanıtlar arasında yer verdiğimiz ifadeler ve açıklamalar devlet yöneticilerine ait ve devlet politikalarının tarifi niteliğindedir” dedi ve İsrailli askerlerin dans ederek “Gazze’deki kimse masum değil” sloganları attıkları videoyu; Binyamin Netanyahu’nun kullandığı “Amalek benzetmesini” kanıt gösterdi.

Fakat Shaw,“İsrail’in Filistin halkını kısmen ya da tamamen yok etmek istediğine dair gelişigüzel söylemlerden başka bir kanıt yok” iddiasını öne sürdü. Devlet yöneticilerinin açıkça belgelenmiş soykırım çağrılarını “bazı İsrailli siyasetçilerin münferit yorumları” ve “gelişigüzel alıntılar” olarak tasvir etmeyi tercih etti.

Bu kişilerin devlet yöneticileri olması Shaw tarafından görmezden gelindi. Halbuki Filistinlilere “hayvani insanlar” yakıştırmasını yapan ve “her şeyi yok edeceklerini” söyleyen kişi İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’tan başkası değildi.

Diğer önemli bir detay da, İsrail başsavcısının duruşmalardan 2 gün önce, 9 Ocak günü yaptığı basın açıklamasıydı. Açıklamada “Çatışmalara taraf olmayan sivillere yönelik şiddet çağrıları suç niteliğindedir ve halkı tahrik olarak ele alınabilir” dendi. İsrail Meclisi yardımcı sözcüsü Nissim Vaturi de bu açıklamaya cevaben ertesi gün konuştu ve “Gazze’yi yakıp yıkın” sözlerinin arkasında durduğunu söyledi ve “Gazze’deki hiçbir insanın masum olmadığını” söyledi.

Shaw, cuma günkü savunmasında İsrail’in “sivillerin zarar görmesini asgari düzeye indirmek” için ne gibi önlemler aldıklarından söz etti. Yayımlanan uyarılardan, telefon görüşmelerinden, dağıtılan broşürlerden ve bölgeye “erişimi sağlanan” insani yardım malzemelerinden söz etti. Tabii söz konusu savunmada Gazze’ye neyin girip çıktığını hangi hakla ve ne şekilde kontrol ettiklerine değinmedi.

Shaw’ın ardından İsrail Adalet Bakanlığı Uluslararası Adalet Birimi’nden Galit Raguan söz aldı. O da Gazze’deki sivil ölümlerinden Hamas’ın sorumlu olduğunu, “şehir savaşlarının daima sivil ölümlerine sebep olduğunu” söyledi. Sivil ölümlerini “İsrail’in askeri hedeflere yaptığı saldırıların kasıtsız fakat yasal sonuçları” olarak tanımladı.

Raguan iddialarını sürdürdü ve Hamas’ın hastaneleri askeri amaçlar için kullandığını iddia etti. İsrail’in hastaneleri bombalamadığını, hastane “yakınlarında” gerçekleşen çatışmalarda bu tesislerin “zarar gördüğünü” iddia etti.

Raguan, İsrail’in “sivil zararları azaltma birimine” değindi ve sivillerin seyahat edebilmeleri için güvenli rotalar oluşturulduğundan söz etti. Bu rotalarda gerçekleşen İsrail saldırılarına değinmedi. Sivilleri uyarmak için hazırlanan broşürlerden, televizyon yayınlarından, sosyal medya içeriklerinden söz etti. Gazze nüfusunun haftalardır telekomünikasyon ağlarına ve internete düzgün erişemediğinden bahsetmedi.

ŞİMDİ NE OLACAK?

UCM’de görev yapan 15 hakime ilaveten İsrail ve Güney Afrika tarafından atanan iki hakimden oluşan heyet, şimdi iddiaları görüşmeye koyulacak. Ara kararın önümüzdeki haftalarda çıkması bekleniyor. Fakat Güney Afrika’nın mahkemeye ilettiği dosyaya dair nihai kararın çıkması yıllar alabilir. UCM kararlarının hukuki bağlayıcılığı bulunuyor.

Cuma günü Almanya, İsrail’i desteklediğini beyan eden bir açıklama yayımladı. Soykırım iddialarının “herhangi temelden yoksun” olduğunu söyledi. Hükümet sözcüsü Steffen Heberstreit, Almanya’nın üçüncü taraf olarak davaya resmi müdahalede bulunacağını da sözlerine ekledi.

Çeviren: Fatih Kıyman - Kaynak: People’s Dispatch