16 Şubat 2024 Cuma

Anagold, işçiler siyanürlü toprak altındayken verdiği 'eleman aranıyor' ilanını geri çekti - Osman Çaklı / duvaR

 

İliç’teki felaketin ardından 9 işçiyi arama çalışmaları sürerken Anagold iş ilanı açtı. Şirket "İnsanları önemseyen şirket kültürü" ifadesini kullandığı ilanı gece saatlerinde geri çekti.

Erzincan İliç’te 13 Şubat'ta meydana gelen maden faciasının ardından, siyanürlü toprak yığını (liç) altında kalan resmi açıklamaya göre 9 işçiyi arama çalışması devam ediyor. Milyonlarca metreküplük liç yığınında çalışmalar devam ederken Anagold şirketi, 15 Şubat Cuma günü kalite kontrolcü, örnekleme gibi alanların da bulunduğu toplam 8 birimi için iş başvurusu almaya başladı. 12 kişinin başvurduğu ilan bir süre sonra geri çekildi.

'İNSANLARI ÖNEMSEYEN ŞİRKET KÜLTÜRÜ'

Bugün Linkedln hesabından iş ilanı açan Anagold Madencilik A.Ş., liç alanındaki çökmenin ardından yaptığı açıklama ile bütün faaliyetlerin durdurulduğunu açıklamıştı.

"İnsanları önemseyen şirket kültürü" vurgusu yapılan ilanda şu ifadeler kullanıldı: "Dünya çapında hızla büyüyen altın madenciliği ve malzeme şirketimiz Anagold Madencilik için Maden Jeologu arıyoruz. Size şunları sağlayacağız:

- İnsanları önemseyen bir şirket kültürü
- Altın madeni sektöründe dünyanın en ayrıcalıklı tesislerinden birinde kariyer yapmak
- Hem kişisel hem de mesleki gelişim için mükemmel öğrenme deneyimi ve fırsatlar
- Şirket desteği konaklama ve diğer avantajlar/ayrıcalıklar

'ARTIK BAŞVURU KABUL ETMİYOR'

İlerleyen saatlerde şirtek 'eleman aranıyor' ilanını geri çekti. Şirketin Linkedln profilindeki ilanda "Başvuruları artık kabul etmiyor" uyarısı yer aldı. 

 

UYARILARA RAĞMEN MADENCİLİK FAALİYETLERİNE DEVAM EDİLDİ

2010 yılından itibaren Çöpler Altın Madeni'ne karşı hukuk mücadelesi veren köylüler, çevreciler ve meslek örgütleri Anagold’un bölgedeki faaliyetlerinin durdurulmasını talep ediyor.

Madenin sınırlarını genişletmek için yaptığı başvurulara TMMOB, açtığı davalarda madenin liç alanında çökme yaşanabileceğini ve çevre felaketi yaşanabileceği uyarısında bulunmuştu. 

İtirazlara rağmen Çöpler Altın Madeni için 3 kat kapasite artışının Murat Kurum'un Çevre ve Şehircilik Bakanı olduğu dönemde onaylandığı ayrıca Kurum’un maden ile ilgili bir önergeye, "Gerekli değerlendirmeler sonucu ÇED kararı verilmiştir" yanıtı verdiği ortaya çıkmıştı.  

Madene ÇED raporunu veren SRK Danışmanlık'ın yönetim kurulu üyesi Ahmet Oğuz Öztürk'ün de daha sonra Anagold şirketi yöneticisi yapıldığı anlaşılmıştı.

Osman Çaklı / duvaR

T24 KÖŞEBAŞI - 16 ŞUBAT 2024 -

 

"Sömürge madenciliği" (Çiğdem Toker)

Ceza etkili olsa, Bakanlığın açıkladığı gibi denetimler, takipler titizlikle sürse, İliç'te uzun vadeli etkilerini daha bilemediğimiz, henüz ölçemediğimiz bu facia ortaya çıkar mıydı?

Toprak altında kalan dokuz işçinin dört gündür arandığı Çöpler (İliç) altın madenindeki felaket, göstere göstere geldi.

Aynı sahada 21 Haziran 2022'de meydana gelen siyanür sızıntısını hatırlar mısınız? Siyanür içeren sıvı atık, toprağa karışmış Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Kanada-Türk ortak şirketi Anagold'a para cezası uygulayıp faaliyeti durdurmuştu. 16 milyon 441 bin 440 TL para cezası uygulanmış.

Faaliyet durdurma sadece üç ay sürdü. Altın madeni Eylül 2022'de yeniden faaliyete geçti. Şirket açıklama yapıp iyileştirme kontrol sisteminin Enerji Bakanlığı gözetiminde daha hassas hale getirildiğini duyurmuştu. Bakanlık da gerekli tüm denetimlerin yapıldığını, insan ve çevre sağlığı bakımından risk olmadığını bildirdi. Bakanlığın, Kahramanmaraş Milletvekili Ali Öztunç'un soru önergesine, o dönem verdiği yanıtta, önemli ayrıntılar yer alıyordu:

"Yapılan denetim ve incelemeler neticesinde; yığın liç sahasına ait siyanür içerikli solüsyon taşıyan boru hatlarında arıza sebebiyle basınç düşüşü olduğunun görülmesi üzerine tesis tarafından alanda yapılan kontrollerde, boru hattına ait kaynak noktasında kopma olduğunun, akabinde tesis tarafından acil müdahale çalışmaları kapsamında sahada bulunan besleme operasyonunun durdurulduğunun ve boru hattındaki solüsyon ile kirlenen alanlara gerekli kimyasallar ile müdahale edilerek buradaki kontamine olmuş malzeme toprak yüzeyden sıyrılarak geçirimsizliği sağlanan güvenli alana taşındığının tesis tarafından beyan edildiği ve proseste kullanılan yaklaşık 20 m3 olduğu beyan edilen solüsyonun saha içine ve dışına aktığı tespit edilmiştir."

Bu kadar kritik bilgileri tek bir cümleye sığdırmaya çalışarak içinden çıkılmaz, anlaşılmaz hale getiren bakanlık şunu diyordu aslında:

Eksik kelimeyle hakikati saklamak

- Siyanür içerikli solüsyon taşıyan boru hatları arızalanmış.

- Bu arıza nedeniyle basınç düşmüş. Yapılan kontrollerde kaynak noktasında kopma görülmüş.

- Kirlenen alanlara müdahale edilerek siyanür bulaşmış malzeme toprak yüzeyden sıyrılarak güvenli alana taşınmış.

- Proseste kullanılan 20 metreküp solüsyon saha içine ve dışına akmış.

Anagold şirketinin, açıklama yaparken kullanmaktan özenle kaçındığı kelimeleri Bakanlık kullanmış siyanür içerikli solüsyon taşıyan boru hatlarındaki arızayı Bakanlık ortaya koymuştu.

Kanada merkezli SSR Mining ile Türkiye merkezli Lidya Madencilik'in kurduğu Anagold ise bu hakikati, "olay" ve "döküntü" kelimeleriyle anlatmıştı. Siyanür sızıntısı ifadesine yer vermeyişin, şirketin Kanada ayağının borsada işlem görmesinden kaynaklanmış olabileceğine o zaman çalıştığım gazetedeki yazımda sorgulamıştım. (26 Eylül 2022/Sözcü) yer verdim.

Aynı dönemde Aydın Milletvekili Aydın Sezgin'in soru önergesine, yine Bakanlık'tan gelen yanıt ise başka bir vahameti satır aralarında yansıtıyor. (Gazeteci Murat Yetkin YouTube yayınında değindi bu vahim duruma.) Sezgin, soru önergesinde ayrıntılı sorularla tedbirleri ve denetlemeyi sorguluyor. Dönemin Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum imzasıyla gelen yanıttaki şu ifadeye dikkat:

Takip titizlikle sürüyormuş

"Bakanlığımızca yapılan denetimler neticesinde, tesisin yığın liç doğu alanındaki taşma olan bölümde eski deforme malzemenin alandan kaldırıldığı, jeosentetik kil astar ve jeomembran malzemelerin serim işlemlerinin tamamlandığı; yığın liç batı alanındaki çalışmalara yönelik ise, deforme olan malzemenin toplanmasına ve yüzey suyu toplama havuzu inşaası ve diğer proses kontrol, rehabilitasyon ve otomasyon, iyileştirme ve bakım onarım çalışmalarına devam edildiği tespit edilmiş olup. Bakanlığımızca sürece ilişkin değerlendirme ve takip işlemleri titizlikle sürdürülmektedir."

Bu yanıtın tarihi 2022 yılı Ağustos ayı. Bundan kısa bir süre sonra da maden tekrar faaliyeti açıldı zaten. Şirkete verilen 16,4 milyon TL para cezası , o tarihin kuruyla 905 bin ABD Doları'na karşılık geliyor. Bu hesabı yapmamın sebebi ise bir karşılaştırmada fikir verebilmek. İliç'teki facianın sorumlusu şirketin büyük ortağı SSR Madencilik, toprak kaymasının ardından hisselerinin işlem gördüğü NASDAQ borsasında, yaklaşık 1 milyar ABD Doları değer kaybetti.

2022 yılındaki siyanür sızıntısından sonra, Bakanlığın verdiği para cezasının şirket için ne kadar "etkili" (!) bir yaptırım olduğu herhalde daha iyi anlaşılıyordur.

Soru basit: O ceza etkili olsa, Bakanlığın açıkladığı gibi denetimler, takipler titizlikle sürse, İliç'te uzun vadeli etkilerini daha bilemediğimiz, henüz ölçemediğimiz bu facia ortaya çıkar mıydı?


Not: Başlıktaki ifade, çok uluslu şirketlerin, Batı ülkelerinde kurallar nedeniyle yapamadığı madenciliği, yerli ortaklarıyla birlikte Türkiye'de nasıl yaptığını ortaya seren araştırma kitaplarından tanıdığımız gazeteci İbrahim Gündüz'den ödünç aldım.

                                                           /././

Boğaziçi'nden "paraşüt hoca" reklamı (Füsun Sarp Nebil)

Naci İnci yönetimindeki Boğaziçi Üniversitesi, birtakım bültenlerle tersi iddia edilse de, verilere göre günden güne eriyor gibi gözüküyor...

2021 yılı başında Melih Bulu'nun rektör olarak atanmasından bu yana Boğaziçi Üniversitesi, ülkemizdeki en önemli kriz noktalarından birisi. Protestolarda polisin gözaltına aldığı öğrenciler, okul içinde güvenlik baskıları, yurtların öğrencilerin ellerinden alınması, çeşitli kulüp odalarına el konulması, mezunların binasına el konulması, hatta bilgisayar mühendisliği laboratuarlarına el konulması, akademisyenlerin protestoları ve de liyakatsız kadroların her gün başka bir olaya yol açması. Ne oluyor, neden oluyor diyoruz ama, üniversite ülkemizin en gözde eğitim kurumlarından biri iken, günümüzde ne anlamı olduğu tam bilinmeyen bir çekişmenin merkezi durumunda. Hem konuşmalarda, hem de ortalıklarda dolaşan bazı videolarda "bizim elimize geçtikten" sonra gibi ifadeler kullanılıyor.

Bu "bizim elimize geçtikten sonra" ifadesi çok tuhaf olduğu için bir kulağımız Boğaziçi Üniversitesi'nde. Bazıları "kişisel verilerin paylaşılması" gibi liyakatsız olduğu anlaşılan yöneticilerce gerçekleştirilen çeşitli olayların haberlerini daha önce yazdık.

Dün Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğünün yeni atamaları anlattığı bir bülten yayımladığı görüldü. Bülten, Naci İnci rektör olduktan sonra üniversiteye atanan akademisyenleri ve üniversite sınavında bu okulu seçen öğrencilerle ilgili bir başarı hikâyesi şeklinde veriyordu. Biz de bu nedenle bülteni ve arka planını dikkatle inceledik.

Paraşütle inen akademisyenler

Boğaziçi'nin öğrencileri bir aç gün önce aşağıdaki tweeti yayımladılar.

Burada bahsedilen sayılarının 70+ olduğu belirtilen bazı atamalar. Öğrenciler bu atamaları "PARAŞÜT" diye tanımlıyorlar. Bu kavramı yukarıdaki tweeti tıklayarak da okuyabilirsiniz. Ama biz de özetleyelim:

Üniversitede bir bölüme yeni bir akademisyen ihtiyacı doğarsa -emekli olan/ayrılan akademisyen yerine ya da yeni bir araştırma konusu nedeniyle olabilir- şöyle bir süreç işler:

  1. İlgili ihtiyaçla ilgili deneyimleri içeren bir İLAN çıkılır.
  2. Başvurular arasından seçim yapılır.
  3. Seçilen kişiler, diğer bölüm hocalarının önünde İngilizce ders verir.
  4. Seçim yapılır. 

Bu aşağıdan yukarıya yani bölüm hocalarının kendi bölümlerinde ders verecek olan akademisyeni seçme sistemi, Naci İnci döneminde şu şekle dönüşmüş:

  1. Birisinin tanıdığı (mesela bir bakanın tanıdığı ya da bir tarikat mensubu) için rektöre telkin yapılır,
  2. O kişiyi tarif eden bir ilan çıkar (mesela bir bölümde dünyada bilmem ne sıralamasında ilk 100'e giren üniversiteden doktora derecesi almak lazım denir ama aynı bölüme bir başkası alınırken, onun üniversitesi ilk 300'de olduğu için bu sefer ilk 300'e giren denir vs.)
  3. Bölüm hocaları itiraz etseler de (bu başvurunun diploması uygun değil, referansları kötü vs.) dinlenmiyor
  4. Sadece o kişi tanımlandığı için, başkası olmadan sadece o kişi başvurur ve alınır

İşte böyle tepeden aşağı inenlere "PARAŞÜT ATAMA" deniliyor..

Bir örnek şu: "Veri Bilimi ve Yapay Zekâ Enstitüsü" kuruluyor. Sonra bu enstitüye YAPAY ZEKÂ hocası almak için ilana çıkılıyor. Ama ilana başvurmak için "Fizik bölümü mezunu olmak ve nanofotonik alanında doktora yapmış olmak" şartı konuluyor. "Fizik mezunu başvurabilir" değil, "fizik mezunu dışında kimse başvuramaz" şeklinde, yani bu bilgisayar mühendisliği akademisyenleri için yapay zekâ hocalığı kapısı kapalı deniliyor.

Paraşütle atanan zorunlu ders veremiyor ise...

Çok ilginç bir örnek olduğu için o çevrelerde devamlı konuşulan, bu tür bir atamayı anlatalım. Biyomedikal konusundaki iyi bir üniversiteden doktoralı bir akademisyen, yine kendisinin tariflendiği söylenen bir ilan ile Bilgisayar Mühendisliği Bölümüne alınmış.

Göreve atanırken, "Ben ancak bu dersi verebilirim" dediği ama birinci sınıöğrencilerine giriş programlama dersini bile veremediği iddia ediliyor. Yani bilgisayar mühendisliğinin zorunlu derslerinden herhangi birini veremeyen atamalardan bahsediliyor. Diğer yandan derse kendi yerine "özel asistanım" dediği başka bir kişiyi soktuğu, bu kişinin dersin verilişinde söz sahibi olduğu gibi iddialar da arkasından geliyor.

Tabii ki akla gelen şey şu: Boğaziçi Üniversitesinde bir "Biyomedikal Mühendisliği Bölümü" de mevcut. Neden oraya başvurmamış? Anlatılan o ki, orada bir nedenle mutlu olamamış. Arkasından kendisini "yapay zekâcı" tanıttığı ve bu yolla Bilgisayar Mühendisliği Bölümüne atandığı ama temel bilgisayar mühendisliği dersleri veremediği iddia ediliyor.

Yine Bilgisayar Mühendisliği Bölümüne alınan bir başka paraşüt atama örneğinin ise başvurusunda başka hocanın tez öğrencilerini, kendi tez öğrencisi olarak gösterdiği ve bu konunun rektörlüğe "etik suç işliyor" ikazı ile şikayet edildiğinde ise, işlem yapılmadığı, onun yerine "Bu etik suç sayılmaz. Sadece özensizlik" cevabı verildiği iddiası da bir hayli tuhaf.

Rektörlükten iddialara karşı propoganda mı?

Başta da belirttik; Boğaziçi Üniversitesi gerek yokken (ÖSYM yakın değil, tercih yapacak öğrenciler için bir referans olma zamanı değil) yani "bayram değil, seyran değil" derken bir bülten yayımladı. Başlığı ve ilk paragrafı şu şekilde:

Boğaziçi Üniversitesi akademik kadrosunu dünya ölçeğinde güçlendirmeye devam ediyor

"Avrupa'nın en iyileri" listesinde yer alan, Türkiye'nin en başarılı üniversitelerinin başında gelen Boğaziçi Üniversitesi, akademik büyüme hedefi kapsamında kadrosunu dünyanın sayılı üniversitelerinden akademisyenlerle güçlendirmeye devam ediyor.

Bu bültene bakınca, aklımıza gelen şu; muhtemelen en yukarıda belirttiğimiz tweete karşı yayınmlanan bir propoganda bülteni bu. Anlaşılan Paraşüt Atama denen yöntemle, tanıdık kanalıyla okula atanan ve sayılarının 70+ olduğu kaydedilen akademisyen olayına karşı bir itibar düzeltme yapılmaya çalışılıyor.

Dünya üniversitelerinden gelen atamalar 

Rektörlükten gelen bültenin devamında şöyle diyor:

Boğaziçi Üniversitesi, orta ve uzun vadeli hedefleri kapsamında akademik kadrosunu McGill, Cambridge, Harvard, Columbia, Northwestern, King's College, ETH Zürich, Imperial gibi dünyanın önemli üniversitelerinden doktora derecesine sahip akademisyenlerle genişletiyor. Hukuktan mühendisliğe, siyasetten ekonomiye, fen bilimlerinden sosyal bilimlere, eğitim bilimlerinden veri bilimi ve yapay zekaya kadar çeşitli alanlarda uzmanlaşmış akademisyenler, artık Boğaziçi Üniversitesinde ders veriyor.

Bakıldığında çok iyi üniversitelerden geldiği kişiler var gibi gözüküyor. Ama bir okulun iyi hatta fantastik olması, acaba uzmanın da illa iyi olması anlamına gelir mi? Bu bir soru. Tabii ki paraşüt yöntemi ile olsa da istisnalar vardır. Ama üniversiteleri iyi olan kişiler acaba neden bilek gücü yerine ahbab/çavuş ilişkisi tercih ediyor?

Diğer soru ise şu: Yukarıda biyomedikal uzmanı iken bilgisayar mühendisliğine atanan örnekten de görüleceği üzere, zorunlu dersleri veremeyecek atamalar yapıldığı iddiaları var. Yani bu atamalar çok iyi üniversitelerden olsa bile 70+ kadar kişinin tanıdık, ahbab/çavuş ilişkisi gelenlerin ilgili bölümde ders veremediği örneklerden bahsediliyor.

Yeni akademisyenler üniversiteye güç katacak mı?

Rektörlüğün bültenindeki notlardan birisi de bu. Naci İnci yeni akademisyenlerin okula güç katacağını iddia ediyor. Ancak okuldan ayrılan ya da kendilerinin protestolara katılması nedeniyle okula almadıkları okulun bugüne kadar ki değerini yaratmış olan akademisyenlerden bahsedilmiyor. Bu noktada bülten şöyle devam ediyor:

Rektör Mehmet Naci İnci: Yeni akademisyenlerimiz üniversitemize güç katacak

Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Naci İnci, yeni öğretim üyelerinin akademik kadroya güç katacağını ve bu birikimin Boğaziçi Üniversitesi'nin dünyadaki sıralamasını daha da yukarıya taşıyacağını belirterek, "Göreve başladığım zamandan bu yana dünyanın en iyi üniversitelerinde yetişmiş, farklı branşlardan liyakat sahibi 90'a yakın yeni akademisyen üniversitemize katıldı. Dünyanın en iyi üniversitelerinden gelerek aramıza katılan öğretim üyeleriyle birlikte ülkemizin en saygın kurumlarından biri olan üniversitemizi akademik olarak daha da ileriye taşıyacağız." değerlendirmesini yaptı.

İstisnalar hariç, ahbab/çavuş ilişkisi ile atamalar yapılırken, Okulun bugüne kadarki değerini yaratan kadrosunun hem kendi isteği, hem de mobbing sonucu (bazılarına doçent/profesör kadrosu verilmeyerek) ayrıldığı, bunun sayısının da 50 civarında olduğu kaydediliyor. Zaten yapılmaya çalışılan da bu herhalde, gitgide okula bugünkü karakterini kazandıran ama yeni yönetim tarzını benimsemeyen, protestocu akademisyenleri yok etmek.

Boğaziçi üniversitesini tercih edenlerin sayısı yüzde 37 gerilemiş 

Rektör Naci İnci'nin bültende belirttiği bir konu da, ülkenin en yüksek puanlı öğrencilerinin Boğaziçi Üniversitesi'ni tercih etmekte oluşu. Şöyle ifade ediliyor:

İlk 100'deki 68 öğrenci Boğaziçi'ni tercih etti

Anadolu Hisarı Kampüsü'nün de katılımıyla üniversitenin mekânsal alanının daha da genişlediğini, ayrıca akademik sahada daha çok makale yayımlayan, daha çok araştırmaya imza atan bir bilim yuvası olmayı hedeflediklerini vurgulayan Prof. Dr. Mehmet Naci İnci, "Geçen yıl 3 milyon başvurunun yapıldığı üniversite sınavında ilk 100'deki 68 öğrenci üniversitemizi tercih etti.

Boğaziçi Üniversitesinin hâlâ bir adı var. Tercih edenlerin yüksek puanlı olması bunu gösteriyor ama yakında Boğaziçi Üniversitesi hâlâ bu itibarı taşıyabilecek mi? Oksijen Gazetesinin yayımladığı başka bir veri üzücü.

"Üç yıl öncesine kadar Türkiye'nin en gözde üniversitesi olan Boğaziçi'ni geçen yıl ilk sırada tercih eden öğrencilerin sayısı geçen yıl 17 bin 73 iken, bu sayı 2023'te 10 bin 783'e düştü. Bu yıl, 31 bölümden 29'unda o bölümü ilk sırada tercih eden aday sayısı azaldı."

Yani, Rektör İnci ilk 100'de 68 öğrenci tercih etmiş diyor ama okulun öğrenci başvuru sayısı son 1 yılda neden yüzde 37 düştüğünü ve hatta öğrencilerin artık ilk tercih olarak Boğaziçi Üniversitesi yazmayı bıraktığını söylemiyor. Yani okulun geldiği noktayı ifade etmiyor.

Bir başka veri de şöyle: Tercihlerde okulun sıralamasının düştüğü, mesela eskiden son girenlerin ilk 300-500 içinde olduğu bölümlerin şimdi 1000'lere kadar gittiği kaydediliyor.

Özetle Naci İnci yönetimindeki Boğaziçi Üniversitesi, birtakım bültenlerle tersi iddia edilse de, verilere göre günden güne eriyor gibi gözüküyor... İnşallah yanılıyoruzdur.

                                                            /././

Ocak ayında vergi gelir tahsilatı hızlı başladı ama 151 milyar lira açık verildi (Murat Batı)

2024 yılı Ocak ayında merkezi yönetim bütçe giderleri 768 milyar TL, bütçe gelirleri 617,2 milyar TL ve bütçe açığı 150,7 milyar TL olarak gerçekleşmiştir.

Hazine ve Maliye Bakanlığı kendi internet sitesinde 2024 yılı Ocak ayı bütçe gerçekleşmelerini 15 Şubat günü yayımladı. Aşağıda detaylı şekilde göreceğiniz üzere vergi gelirlerinin yüzde 58'i KDV ve ÖTV tahsilatı oluşturmaktadır.

Dolaylı vergilerin payı Ocak ayında yüzde 73,89; dolaysız vergilerin payı ise yüzde 26,11 gerçekleşti.

Diğer kalemlerin akıbetini ise aşağıda izah etmeye çalışayım.

2024 Ocak ayı Bütçe gerçekleşmeleri

2024 yılı Ocak ayında merkezi yönetim bütçe giderleri 768 milyar TL, bütçe gelirleri 617,2 milyar TL ve bütçe açığı 150,7 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca, faiz dışı bütçe giderleri 646,9 milyar TL ve faiz dışı açık ise 29,6 milyar TL olarak gerçekleşmiştir.

Genel görünüm aşağıdaki tabloda bulunmaktadır.  

Aşağıdaki tabloda Ocak 2023 ile Ocak 2024 bütçe gerçekleşmeleri karşılaştırılmıştır.

Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere merkezi yönetim bütçesi 2023 yılı Ocak ayında 32 milyar 243 milyon TL açık vermiş iken 2024 yılı Ocak ayında 150 milyar 719 milyon TL açık vermiştir. 2023 yılı Ocak ayında 10 milyar 883 milyon TL faiz dışı açık verilmiş iken 2024 yılı Ocak ayında 29 milyar 626 milyon TL faiz dışı açık verilmiştir.

2024 Ocak ayı bütçe giderleri

Merkezi yönetim bütçe giderleri Ocak ayı itibarıyla 767 milyar 968 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Faiz harcamaları 121 milyar 93 milyon TL, faiz hariç harcamalar ise 646 milyar 875 milyon TL olarak gerçekleşmiştir.

2024 yılında merkezi yönetim bütçe giderleri için öngörülen 11 trilyon 89 milyar 37 milyon TL ödenekten Ocak ayında 767 milyar 968 milyon TL gider gerçekleştirilmiştir. Geçen yılın aynı ayında ise 321 milyar 320 milyon TL harcama yapılmıştır. Ocak ayı bütçe giderleri geçen yılın aynı ayına göre yüzde 139 oranında artmıştır. Giderlerin bütçe ödeneklerine göre gerçekleşme oranı ise 2023 yılında yüzde 5,7 iken 2024 yılında yüzde 6,9 olmuştur.

Faiz hariç bütçe giderleri geçen yılın aynı ayına göre yüzde 115,7 oranında artarak 646 milyar 875 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Faiz hariç giderlerin bütçe ödeneklerine göre gerçekleşme oranı ise 2023 yılında yüzde 6,1 iken 2024 yılında yüzde 6,6 olmuştur. 

2024 Ocak ayı bütçe gelir gerçekleşmeleri

Merkezi yönetim bütçe gelirleri Ocak ayı itibarıyla 617 milyar 249 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Vergi gelirleri 517 milyar 201 milyon TL, genel bütçe vergi dışı gelirleri ise 88 milyar 57 milyon TL olmuştur.

2023 yılı Ocak ayında bütçe gelirleri 289 milyar 78 milyon TL iken 2024 yılının aynı ayında yüzde 113,5 oranında artarak 617 milyar 249 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Bütçe tahminine göre bütçe gelirlerinin Ocak ayı gerçekleşme oranı 2023 yılında yüzde 5,9 iken 2024 yılında yüzde 7,3 olmuştur. 2024 yılı Ocak ayı vergi gelirleri tahsilatı geçen yılın aynı ayına göre yüzde 104,6 oranında artarak 517 milyar 201 milyon TL olmuştur. Vergi gelirlerinin bütçe tahminine göre gerçekleşme oranı ise 2023 yılında yüzde 5,9 iken 2024 yılında yüzde 7 olmuştur.

Aşağıdaki tabloda 2024 Ocak vergi gelirleri ve bu vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı gösterilmiştir.

Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere 2024 Ocak döneminde KDV ve ÖTV'nin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 57,47; dolaylı vergilerin payı yüzde 73,89 ve dolaysız vergilerin payı ise yüzde 26,11 olarak gerçekleşti.

Ocak 2024 ile geçen yıl aynı dönem vergi tahsilatı karşılaştırılması

2024 yılı Ocak döneminde bütçe gelirleri 617 milyar 249 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. 2023 Ocak ayına oranla yüzde 113,5 oranında artmıştır.

2024 yılı Ocak dönemi vergi gelirleri tahsilatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 104,6 oranında artarak 517 milyar 201 milyon TL olmuştur.

Aşağıdaki tabloda vergi kalemleri bazında Ocak 2024 tahsilat tutarları ile geçen yılın aynı dönemdeki tahsilat tutarları ve değişim oranları bulunmaktadır.

Yukarıdaki tabloya göre 2024 Ocak döneminde geçen yıl aynı döneme nazaran tahsilat oranı en fazla olan gelir kalemi petrol ve doğalgazdan alınan ÖTV ile şans oyunları vergisidir. Petrolden ve doğalgazdan alınan ÖTV yüzde 292,3, şans oyunları vergisi ise yüzde 310 oranında artmıştır.

ÖTV genel toplamı ise geçen yıl aynı döneme göre yüzde 118,2 oranında artmış.

Dâhilde alınan KDV yüzde 164,6; BSMV yüzde 169,8; harçlar yüzde 95; damga vergisi ise yaklaşık yüzde 80 oranında artmıştır.

                                                            /././

Müfettiş raporundan Tuzla Piyade Okulu’ndaki 'Atatürk' kavgası: Hakaret iddiaları, Risale-i Nur ve 'Hubbifillah' WhatsApp grubu ifadelere nasıl yansıdı? (Tolga Şardan)

Müfettişlerin 44 sayfalık raporuna göre, Tuzla Piyade Okulu’nda neler oldu?

Tuzla Piyade Okulu’nda; geçen 10 Kasım’da, “Atatürkçü subaylar” ile “Atatürk karşıtı oldukları iddia edilen subaylar” arasında “Atatürk fotoğrafının üniformaya takılması” çerçevesinde yaşanan bir dizi olay gündemdeki sıcaklığını koruyor.

Millî Savunma Bakanlığı (MSB), geçen hafta yaptığı resmi bilgilendirmede, süreçte yer alan yedi teğmenin, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile “ilişiğinin kesildiğini” açıkladı. Açıklamanın Türkçesi, piyade okulunda eğitim gören yedi subayın karıştıkları olaylardan dolayı Türk Ordusu’ndan ihraç edildikleriydi.

MSB’nin ihraç işlemi, idari/disiplin soruşturma sonucu.

Ayrıca İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, yakasına Atatürk resmi takmadığı gerekçesiyle dövüldüğünü iddia eden teğmenin yaptığı suç duyurusu kapsamında adli soruşturma yürütülüyor.

Tuzla Piyade Okulu’nda yaşanan olaylar sonrasında hazırlanan ve savcılığa gönderilen disiplin soruşturma raporunun detaylarına ulaştım.

Bu konuda epeyce farklı bilgi kamuoyuna yansıdı, ancak Genelkurmay Başkanlığı’nca hazırlanan 44 sayfalık raporda oldukça ilginç ve önemli detaylar var.

Detaylara geçmeden önce rapor hakkında genel bilgi vermem gerekecek.

Şöyle ki; yedi teğmenin TSK’dan ihracıyla sonuçlanan süreci aktaran rapor, Genelkurmay Başkanlığı karargahında faaliyet yürüten Eğitim ve Doktrin Komutanlığı’nca yürütüldü. Beş kişilik soruşturmacı ekipte, TSK Eğitim ve Doktrin Komutanı Korgeneral Zorlu Topaloğlu bizzat yer aldı.

Topaloğlu’nun yanı sıra bir tuğgeneral, birisi personel diğeri piyade sınıfından iki albay ve hukuk sınıfından bir binbaşı, olaylara karıştıkları iddia edilen ve aynı zamanda piyade okulu öğrencisi 31 teğmen, takım ve bölük komutanı konumunda iki üsteğmen ve bir yüzbaşı, tabur komutanlığını yürüten bir binbaşı, Öğrenci ve Kurslar Alay Komutanı Albay Ertuğrul Çakır ve Tuzla Piyade Okul Komutanı Tümgeneral Aydın Cihan Uzun’un bilgisine başvurdu.

Rapora göre, kursiyer bir grup teğmen arasında 10 Kasım ve 13 Kasım’da iki ayrı olay yaşandı. İki olay sonrasında, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın 29 Kasım 2023 tarihli talimatıyla, Korgeneral Topaloğlu başkanlığındaki soruşturma ekibine görev verildi.

Korgeneral Topaloğlu başkanlığındaki soruşturma heyeti, 211 sayılı TSK İç Hizmet Kanunu ve 6413 sayılı TSK Disiplin Kanunu’na göre süreci yönetti.

Soruşturmacı ekip, 30 Kasım günü görev başı yaptı ve beş günlük çalışma sonrasında 4 Aralık günü hazırladıkları raporu imzalayıp Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na gönderdi.

“Atatürk’ü sevmiyor musun? Cemaatçi misin?”

Soruşturma raporunun tamamını Büyüteç’te aktarmam teknik olarak mümkün olmamakla birlikte önemli bölümlerini özetlemeye çalıştım.

İki küçük not; raporda tüm isimler açık halde olmasına karşın üst komuta kademesi dışındaki TSK mensuplarının isimlerinin kodlanması ve ifadelerde açık biçimde geçen küfürlü bölümlerin olduğu gibi yazıya alınmaması, bu satırların yazarının tercihi oldu.

Rapor; birbiri ile bağlantılı ancak üç gün arayla yaşanan iki olayla ilgili hazırlandı.

İlk olay, 10 Kasım 2023 sabahı içtimada yaşandı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yılı dönümünün anılması amacıyla okulda sabah 08.00’de düzenlenen törene giderken yakalara takılmak amacıyla dağıtılan Atatürk fotoğrafının 3. Subay Temel Kurs Bölüğü kursiyeri olan Piyade Teğmen A.A. tarafından iğnesi olmaması gerekçesi ile takılmaması.

İkinci olay ise, 10 Kasım günü yaşananların devamında 13 Kasım 2023 günü subay kursiyerlerin kaldığı 11 numaralı vardiya yatakhanesi bölgesinde gerçekleşen arbede, yani iki tarafın karşılıklı olarak birbirlerine yönelik fiziki müdahalede bulunması. 

Önce 10 Kasım’da tören düzeni sırasında yaşanan Atatürk fotoğrafının üniformanın yakasına takılması tartışmasından başlamak gerekiyor.

Olayın tarafı olan Teğmen A.A., 10 Kasım sabahı yaşananları özetle şöyle aktardı:

“(...) 10 Kasım günü Atatürk’ü Anma Töreni sebebiyle sabah 08.00’de bölük içtima alanına çıktım. Yakalarımıza takmak için Atatürk fotoğrafı ve iğnesi dağıtıldı. Bir kısım arkadaşıma ve bana iğne yetmediği için tören alanında diğer arkadaşların çevresinden toplu iğne temin etmeye çalıştım. Tören alanına gelene kadar iğne temin edemedim.

Tören alanında yakamda Atatürk fotoğrafını göremeyen Piyade Teğmen A.K.Ş. ve Piyade Teğmen U.Ç., ‘Neden Atatürk fotoğrafı takmıyorsun?’ diyerek ellerinde toplu iğne ve fotoğraf ile yakama takmaya çalıştılar.  Onlara yanıt olarak; ‘Sizin isteğinizle değil, kendi isteğimle takarım’ dedim. Bunu o anki sinirle ve inatla söyledim. ‘Atatürk’ü sevmiyor musun? Cemaatçi misin?’ gibi söylemlerle üzerime geldiler. Piyade Teğmen A.K.Ş., tören alanında ‘fotoğraf takmıyorsan s... git’ dedi.

‘Buna sen mi karar veriyorsun?’ yanıtını verdim. Daha sonra durumu Üsteğmen Y.K.’ya ilettim. Y. Üsteğmen beni yanına çağırarak neden takmadığımı sordu. Ona Atatürk’e bir düşmanlığımın olmadığını söyledim ve ardından Harp Okulu’ndan bu yana gelen süreçten bahsettim. Beni Atatürk düşmanı gibi lanse ettikleri için sinirle bu şekilde onlara yanıt verdim. Mütakiben bölük komutanına iğne ihtiyacım olduğunu söyledim. İğnenin gelmesi sonrasında bölümün arkasına geçerek Piyade Teğmen E.Ş.’den yakama fotoğraf takmasını rica ettim.

“Atatürk düşmanı mısın?”

Törenin bitmesini müteakip koğuşa geçtik, saat 09:40 sularında aynı koğuşta kalan iki arkadaşım Piyade Teğmen M.F.Ş. ve Piyade Teğmen F.A. ile koğuşta birlikte olduğunuz sırada Piyade Teğmen S.Ç., Piyade Teğmen S.Y., Piyade Teğmen T.E.E. ve Piyade Teğmen U.T. ve beraberinde tam göremediğim toplam 8-10 kişilik bir grup koğuşumuza girdi. S.Y., Atatürk fotoğrafı neden takmadığımı sordu, ‘Atatürk düşmanı mısın?’ dedi. Ona yanıt olarak ‘Atatürk’e herhangi bir düşmanlık beslemiyorum’ dedim.

Daha sonra U.T., Harp Okulu’nda, ‘Cemaatçi olmadığını beyan ediyorsun ama takip edildiniz, biliyoruz ya seve seve ya da s.. s.. takacaksın’ dedi. Ona cevap vermedim. S.Ç. de aynı cümleleri birebir tekrar etti. Yüzüme yaklaşarak bir gün gelecek hepiniz Atatürk’e secde edeceksiniz ifadesini kullandı ona cevap olarak ‘Allah’tan başkasına secde etmem’ dedim. T.E.E., diğer arkadaşlarıma ‘Nereden emir alıyorsunuz?’ şeklinde sorular sordu.

Daha sonra odaya giren dört kişi, ‘Tarikatçıların, cemaatçilerin anasını avradını sinkaf ederiz’ şeklinde sözler sarf ettiler, koridorda bulunan isimlerini bilmediğim 20-30 kadar devre arkadaşım da onlara eşlik etti. Bu esnada fiziki bir temas olmadı. Gelenler, kendilerinden dağılıp gittiler.”

“Hubbifillah” adıyla Whatsapp grubunu kurdu

Yakasına Atatürk resmi takmadığı için Atatürkçü kursiyer subayların tepkisini çeken Piyade Teğmen A.A., aynı gün öğleden sonra yaşananları müfettişlere şöyle anlattı:

“(...) 10 Kasım saat 16:30 sıralarında numarasını hatırlamadığım bir koğuşta yaklaşık dokuz yıllık sivilden tanıdığım devre arkadaşım Piyade Teğmen Ö.Y. ile oturdum. Bana ne olduğunu sordu. Bu esnada aynı koğuşta bulunan Piyade Teğmen B. İ. bana hitaben ’senin ananı avradını sinkaf ederim. O... ç...’ dedi. Yasal olarak amirlerime ve hatta savcılığa şikayetçi olmayı düşündüğüm için haksız duruma düşmemek adına karşılık vermedim ve odayı terk ettim.

Samimi arkadaşlarımla birlikte namaz kılmak amacıyla kurduğum ‘Hubbifillah’ isimli WhatsApp grubunu bana sordular. Bunun ‘Allah için sevmek’ anlamına geldiğini, bir art niyet olmadığını söyledim. Grubu kurma amacım, hadiste belirtildiği üzere cemaatle namaz kılmanın daha fazla sevabı haiz olması olduğunu, gruptaki kişilerin rızalarını alarak gönüllülük esas ile bu grubu kurduğumu söyledim. Koğuşta bulunan Piyade Teğmen A.Ş.’nin ‘Bu ifadenin, Kadir Mısırlıoğlu’nun konuşmasında geçtiğini bilmiyor musun?’ diye sordu. Yanıt olarak, ‘Bu ifadeler Peygamberimizin hadislerinde geçiyor. Google aramasında buldum’ dedim. Sonrasında kendisini bu şekilde soru sorarak beni sıkıştırdılar. Bu esnada herhangi bir darp olayı olmadı. 17:00 içtimasına çıkmak için odayı terk ettim. (...)”

“Bir yere bağlı değilim, sadece Risale-i Nur okudum”

10 Kasım sabahında yaşanan olayın öğleden sonraki devamında yaşananları Piyade Teğmen M.F.Ş. ise şöyle aktardı; müfettişlere:

(...) 10 Kasım günü akşam saatlerinde 405 nolu koğuşta ben, A.A. ve 3. Bölük‘ten arkadaşımız Piyade Teğmen B.A. varken Piyade Teğmen T.E.E  geldi ve A.A. ve beni hedef alarak, ‘Siz kime bağlısınız? Kimden emir alıyorsunuz? Hangi tarikata bağlısınız? Hangi cemaattensiniz?’ şeklinde sözler sarf etti. Ben de ‘Bir yere bağlı olmadığımı, sadece Risale-i Nur’u okuduğumu, cemaatle namaz kılmak konusunda yasak olmadığını’ kendisine söyledim. T.E.E. bunun üzerine, ‘Benim için 28 Şubat kararları geçerlidir’ dedi. Hepimiz şok olduk. Ardından da ‘Bize söyleyecekleriniz bu kadar mı?’ dedi. Biz ona cevap vermedik, daha sonra koğuşta çıktım. (...)”

“A.A.’nın yaptığını yanlış olduğunu söyledik”

Atatürkçü kursiyerlerin Piyade Teğmen A.A. ile birlikte tepki gösterdikleri Piyade Teğmen F.A. da 10 Kasım sabahı ve sonrasından yaşananları şöyle anlattı:

“(...) Tören esnasındaki olayları görmedim, olaydan sonra koğuşa geldiğimizde A.A.’nın anlattığı kadarını biliyorum. Üzerine gelindiği için anlık bir sinirle fotoğrafı yakasına takma konusunda gecikme yaşadığını anlattı. Tören alanında kendisine hakaret etmişler. Biz bunları konuşurken saat 10:00 sıralarında koğuşa hatırladığım kadarıyla Piyade Teğmen S.Ç., Piyade Teğmen S.Y., Piyade Teğmen U.T., Piyade Teğmen T.Ç. ve Piyade Teğmen O.K. geldiler. Diğerlerini hatırlamıyorum. Geldiklerinde özellikle S.Ç., U.T, ve S.Y., A.A.’ya ‘Fotoğraf neden takmıyorsun?’ diyerek tepki gösterdiler. U.T., ‘Ya seve seve ya da s.. s.. takacaksın’ dedi. Başka küfürler de söylendi.  Şimdi hatırlamıyorum. Ben ve M.F.Ş. gelenleri yatıştırmaya çalıştık. Ben hiçbir eylem ve kötü sözde bulunmadım. Diğer iki arkadaşım da karşılık vermedi. Onlara A.A.’nın yaptığının yanlış olduğunu bizim de söylediğimizi ifade ettik. Onlar öfkeli olduğu için olay büyümesin diye davrandık. O gün fiziksel bir temas olmadı. (...)”

Yarın devam edeceğim.