14 Mart 2024 Perşembe

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 14 MART 2024 -

 

‘Paralel devlet’ten çocuk istismarına (Barış Terkoğlu)

Mavi göğün altında uçsuz bucaksız sarı çiçekler. Koparmaya kıyamadığının üstüne de basmıyorsun.

Önümde bir çocuk istismarı dosyası duruyor. Okumaya başladım. Derken sanığın tuhaflıklarından şüphelendim. Sorgulayınca film gibi hikayenin içine düştüm.

Talip A. ünlü bir mobilyacı. 90’lı yılların başında yaptığı evliliği, 2004 yılındaki bir magazin haberi şöyle aktarıyor:

"Bahar ve Talip A. çifti, evlilik hazırlıkları yaparken piyasada istedikleri gibi masa ve sandalye bulamayınca mobilyacı olmaya karar vermişler."

Çeyiz arayışından mobilya devi çıkar mı derseniz, gerçek boşanırken ortaya çıktı. Bahar A. , "Evlendiğimizde hiçbir şeyi yoktu" dediği Talip A.’nın sırlarını ortaya dökmeye başlamıştı. 2010 yılında Hürriyet gazetesine yansıyan boşanma haberinden aktarayım:

"Bahar A.,eşinin 2004'te bir cemaate dahil olduktan sonra kendisi ve çocukları üzerinde baskı kurduğunu, şiddete başvurduğunu, çocuklarını okulundan alıp cemaat okuluna verdiğini, cemaate para aktardığını, kendisine ‘Biz mi cemaat mi?’ diye sorduğunda ise ‘Cemaat’ yanıtını aldığını öne sürdü."

Devir Fethullah’ın devriydi. Bahar A. karşısında bir anda FETÖ’yü buldu. Talip A.’nın karşı hamlesi gecikmedi. Söylediğine göre karısı gizli dinleme yaparak sırlarına vakıf olmuştu: “Bana 'seni yakarım, her şeyi biliyorum' dedi. Her şeyi biliyorum sözünü de elindeki telefonu sallayarak söyledi”.

Yine haberlerden aktarayım:

"Talip A., ‘eşimden ayrı yaşıyorum ama her nedense yaptığım her işten haberi var, sanırım dinleniyorum’ dedi. Mahkeme de bu dilekçeyi İstanbul Organize Suçlar Şubesi'ne göndererek iddianın araştırılmasını istedi." 

Karı-koca arasındaki boşanma davası, emniyet içinde ekip savaşlarına dönüştü. Dosyayı, FETÖ’nün kontrolündeki Organize Şube aldı. Önce Bahar A’ya, ardından dinlemeyle suçlanan iki polise operasyon yapıldı.

Bahar A., eşini dinlettiğini kabul etti. Gerekçesini şöyle anlattı: “Eşimi dinlettim çünkü mal varlığımın herhangi bir cemaate aktarılmasını istemedim".

Bahar A., boşanma davalarında gördüğümüz hatalardan birini yapmıştı. Gelgelelim, sert kayaya çarpmıştı. "Örgüt üyeliği" dahil çok ağır suçlardan yargılandı. Başlattığı "Cemaat" tartışmasının medya, yargı ve polis eliyle boğulması zor olmadı.

ÖĞRETMENİ DUYDU

Sonra…

Talip A. kendisini unutturdu. 2014 yılında yeni bir evlilik yaptı. İki kız çocuğu oldu. 15 Temmuz sonrasında FETÖ gerekçesiyle pasaportuna el konsa da ondan da kurtulmayı başardı.

Derken…

Önümdeki mahkeme dosyasını açıyorum. Bodrum’daki bir okulda, çocukların Türkçe bildiğinin farkında olmadığı bir İngilizce öğretmeni anlatıyor: "Sıra arkadaşı şöyle bir cümle kurdu. ‘O ne kadar kötü bir baba, siz onu yumruklamıyor musunuz?’ diye söyledi. Ben de kulak kabarttım. A. da bunun üzerine bizim özel bölgelerimize bakmak istiyordu. Biz istemediğimizde çok kızıyordu gibi bir şey söyledi."

Çocuk, detaylarıyla anlatmaya devam ediyordu. Öğretmen, küçük kızın sıra arkadaşına anlattıklarından dolayı nefes alamıyordu. Kendisini sınıftan dışarı attı. Okula annesi çağrıldı. Anne yaşananları doğruladı. Babası, kendi kızını istismar ettiği iddiasıyla yargılanıyordu. O baba Talip A.’aydı. 

DOSYAYA GİREN GÖRÜNTÜLER

Dosyada, çocuğun, adli psikolog eşliğinde istismarı anlattığı ifadesi var. Psikolog not düşmüş: "Kendini yeterince ifade edebilmiş ve görüşme sürecinde uyumlu olduğu gözlenmiş olup, mevcut durumda ifadelerinin itibar edilebilir olduğu düşünülmüştür."

Çocukların bakıcısının detaylı anlatımları var: "A.’nın odasından ön kısmı ıslak olarak ve külotunu çekerek çıktığını görüyordum. (…) Annenin ben söyleyene kadar hiçbir şeyden haberi yoktu, olanları benden öğrendi."

Bakıcı, Talip A. tarafının ifadesini değiştirmesi için para teklif ettiğini de söyledi.

Annenin yaptığı takibin sonunda, istismara ilişkin edindiği bilgiler anlattığı çok ağır ifadeleri de dosyada var.

İddianameye giren bazı görüntüler de var.

Dahası, anne de ifadesinde olayların ardından Talip A.’dan uzaklaştığını, yakınlaşma çabalarını reddettiğini ve sonunda kocasının cinsel saldırısına uğradığını söylüyordu.

ADIM ADIM KURTULUŞ

Talip A. ifadeye çağrıldı ama yurtdışına çıktığı anlaşıldı. Bunun üzerine yakalama kararı verildi. Bir süre sonra Türkiye’ye gelerek ifade vermeyi kabul etti. Yurtdışına çıkış yasağıyla serbest bırakıldı. 100 bin lira güvenceyle bu tedbir de kaldırıldı.

Savcılık, başlangıçta, çocuğa istismardan ve anneye yönelik cinsel saldırı suçlamasıyla iddianame yazıp, ceza istemişti. "Çocuk sevgisinin veya onlara dokunuşun sınırı olmadığını düşünüyoruz" diyen Talip A.’nın avukatları, annenin çocuğun ifade alımı sırasında odada bulunması gibi usul hatalarını gerekçe göstererek savunma yaptılar. Duruşma savcısı, üçüncü duruşmada "delil yetersizliği" gerekçesiyle beraat yönünde mütalaa verdi. 20 Mart’ta ise karar verilecek.

Kim haklı kim haksız bilmiyoruz. Bildiğimiz şey, 14 yıl önce, boşanması "paralel devlet"li bir krize dönüşen Talip A’nın, ikinci evliliğinin de "güçlü adamların yargısı" fotoğrafıyla son bulması. Adaletin yerini bulacağına kimsenin inanmadığı bu hikayede ne yazık ki kaybedilen yine çocukların masumiyeti.

Sarı kır çiçekleri ya mavi göğe inancını kaybederse?

                                                      /././

Avrupa’da faşizm moda mı oldu? (Ergin Yıldızoğlu)

Geçen perşembe yazımda, Portekiz’de “Yeter” (Chega) aldı faşist partiyi tartışmayı 10 Şubat seçimleri ertesine bırakmıştım. “Yeter”in bu seçimlerdeki performansı Avrupa’da faşizmin gençler arasında moda olmaya başladığını düşündürüyor.

‘Yeter’ siyasetin merkezinde

Portekiz’de 10 Şubat genel seçimlerinin gerçek kazananı, 18-34 arasındaki seçmenden en çok oyu alan, “Yeter” partisidir demek yanlış olmaz.

“Yeter” 2018’de kuruldu, 2019 seçimlerinde yüzde 1.6 oy alarak 230 üyeli meclise bir temsilci soktu. “Yeter” oy oranını 2022’de yüzde 7’ye, 2024’te de yüzde 18.6’ya meclisteki iskemle sayısını 12’den 48’e yükseltti. Buna karşılık hükümetteki Sosyalist Parti’nin (SP) oyları yüzde 41’den yüzde 28.66’ya iskemle sayısı 120’den 77’ye geriledi. Sosyal Demokratlar (SDP) (merkez sağ), 2022-2024 seçimlerinde oy oranlarını, iskemle sayılarını yüzde 27.66’dan yüzde 29.49’a ve 72’den 79’a çıkartarak birinci parti oldular. Sol blok ve Komünist Partisi, Yeşiller gerilemeye devam ettiler. SB’nin meclisteki iskemle sayısı 2019’da 19’dan, 2022’de 5’e ve 2024’te de 4’e geriledi. Komünist-Yeşiller toplam oy oranı 2022’de yüzde 4.39’dan, 2024’te yüzde 3.3’e ve 6 iskemleden 4 iskemleye düştü.

Şimdi ne SP ne SDP tek başlarına hükümet kurabiliyor. Portekiz’de siyasetin merkezine, beş yılda oy oranını yüzde 1’den yüzde 18’e ve iskemle sayısını 1’den 48’e çıkarmayı başaran “Yeter” yerleşti diyebiliriz.

Faşizm gençleri kendine çekiyor

“Yeter”, bu konuma, Trump, Bolsonaro, Wilder gibi toplumu ırkçılık, yabancı/Müslüman göçmen düşmanlığı üzerinden kutuplaştırarak sosyal medya üzerinden yalan haber, dedikodu, paranoya ve komplo teorileri yayarak geldi. “Yeter”in de parçası olduğu “süreç olarak faşizm” örgütlenirken ve seçim kampanyalarında özellikle 18- 34 yaş arasındaki genç seçmenin, yaşam tarzına, arzularına hayal ve düş kırıklıklarına, kimlik arayışına tercüman olarak uyum sağlayarak gelişiyor. Ancak “Yeter” yalnızca kültür savaşlarına değil aynı zamanda gençlerin istihdam, konut sorunu gibi alanlardaki kaygılarına da dikkat ediyor. Washington Post’un tüm Avrupa’yı kapsayan bir araştırmasında yazar “Yeter” için, “aşırı sağcı olmayı (siz faşist olarak okuyabilirsiniz) gençler için yeniden ‘cool’ yapmayı başaran partilerden biri” diyordu.

Washington Post bir “genç depremi Avrupa’yı sarsıyor” derken Hollanda, Danimarka, Avusturya, Almanya, Fransa, İtalya, İspanya örneklerinde “aşırı sağ” (faşist-EY) partilerin gençleri gittikçe artan oranda kendilerine çekme sürecine işaret ediyor gençlerin geleneksel sağ ve sol partileri sıkıcı, cansız yapılar olarak gördüğüne dikkat çekiyordu. Bu noktada insan ister istemez Wilhelm Reich’in Faşizmin kitle ruhu anlayışı başlıklı yapıtını anımsıyor: Reich, sosyal demokratların, komünistlerin, ciddi asık suratlı, bolca orta yaşlı erkekten oluşan ortamlarının aksine Nazilerin kızlı erkekli gençleri, piknik, kamp, spor yarışmaları, konser vb. gibi etkinliklerle canlı, eğlenceli, cinsel olarak daha serbest bir ortam sunarak partiye çektiğine işaret ediyordu. Bugün de bunlara ek olarak sosyal medya, TikTok gibi araçlar var. “Yeter”in lideri André Ventura, TikTok’ta Brezilya müziği ile “lambada” yapabiliyor. Portekiz’in en etkili ultra muhafazakâr (faşist) kadın “influencer”ı, meclis üyesi Matias, Ventura’yı yanına alıp çektiği bir video klibini Instagram’a koyunca 10 milyonluk ülkede 3.6 milyon izleyici çekmiş.

Açık ki sol-sosyalist hareket bu gelişmelere uygun bir çalışma tarzını yalnızca Portekiz’de değil hemen hiçbir yerde (henüz) inşa edemiyor. “Henüz” parantez içinde çünkü 18-34 yaş grubunu faşist, dinci hareketlere bir kez kaptırınca en azından bir “kuşak” dolayısıyla, toplumun önündeki 20-25 yıllık bir dönem kayboluyor.

Geleneksel muhafazakâr partileri ise şöyle bir ikilem bekliyor: Tek başlarına hükümet kuramadıkları durumlarda, bu “aşırı sağcı” (faşist) partilerle hükümet kursalar, her an istifa tehdidi altında o partilere tutsak olacaklar. Bir azınlık hükümeti, hatta sosyal demokratlarla, belki, Yeşiller ile bir “büyük koalisyon” kursalar hem yönetmekte zorlanacaklar hem de tek muhalefet partisi durumuna yükselecek faşist partinin eleştirileri karşısında korunmakta zorlanacaklar.

Sonuç olarak denebilir ki Avrupa çapında “süreç olarak faşizm”i durduracak bir seçenek şimdilik yok. 

                                                  /././

ABD’nin Gazze’de üs planı (Mehmet Ali Güller)

ABD ve AB, Gazze’ye gıda ve ilaç yardımı ulaştırmak için bir deniz koridoru oluşturdular: “Güney KıbrısGazze Deniz Koridoru.”

Hem Amerikalı hem Avrupalı yetkililer, karadan yardım ulaştırmanın mümkün olmaması nedeniyle bu deniz koridoruna yöneldiklerini açıkladılar.

Peki Gazze’nin beş sınır kapısı varken yardımlar neden karadan ulaştırılamıyor? Çünkü İsrail karadan yardım ulaştırılmasına izin vermiyor. Peki karadan yardım ulaştırılmasına izin vermeyen(!) İsrail, neden denizden izin veriyor?

Bombaya yardım kolisi örtüsü

Washington ve Brüksel’in planı şu: AB ülkeleri yardımları Güney Kıbrıs’a gönderecek. İsrail, Güney Kıbrıs’ta kargoları kontrol edecek. Ardından yardımlar gemilerle Gazze kıyısına gelecek. ABD, Gazze kıyısında “seyyar bir liman” inşa ederek yardımların karaya ulaşmasını sağlayacak.

Plana dair çok önemli birkaç konu var: Bir kere Pentagon’un açıklamasına göre ABD’nin seyyar liman kurması 60 günü bulacak. Demek ki İsrail’in en az 60 gün daha Gazze’ye saldırmasına, Gazze’yi ablukada tutmasına seyirci kalacaklar. Şöyle de söyleyebiliriz: Emperyalist ABD ve AB, Filistinli çocuklara mama ve ilaç verip dünyanın baskısını yumuşatırken İsrail de Filistinli öldürmeye devam edecek. Yani bombayı yardım kolisiyle örtmüş olacaklar!

İsrail’i gaz merkezi yapma hedefi

Öte yandan İsrail, bu planın gereği olarak Güney Kıbrıs’ta bir liman kiralayacak. Böylece ne olmuş olacak? ABD’nin Gazze’de, İsrail’in de Güney Kıbrıs’ta kullanacağı limanları olacak.

Mesele sadece yardım olabilir mi? Başta sorduğumuz soruyu yineleyelim: ABD ve AB’nin karadan yardım yapmasına izin vermeyen(?) İsrail, bu ülkelerin denizden yardım yapmasına neden izin(!) veriyor?

Yanıtın bir bölümü Doğu Akdeniz’in enerji-politiğinde: Gazze’nin 30 km açığında bazı araştırmalara göre 100, bazı araştırmalara göre de 280 milyar metreküp doğalgaz var.

İleri karakolu olarak İsrail’in güvenliğini garanti etmek isteyen ABD, bunun yolu olarak İsrail’i bölgenin enerji-politik güç merkezi yapmaya çalışıyor. Doğu Akdeniz’deki saflaşma, Körfez gazını Avrupa’ya ulaştırmak için boru hatlarıyla İsrail’e taşıma projesi, Çin’in liderlik ettiği Kuşak ve Yol’a karşı Hindistan’dan Avrupa’ya uzanan İsrail merkezli bir yol oluşturmak gibi hamleler bu amaçlaydı.

Biden’ın Netanyahu’ya mesajları

Meselenin bir yönü de şu: 7 Ekim bir kırılma, bir milat. 7 Ekim, toprağa gömülmeye çalışılan Filistin Devleti’ni yeniden gündeme getirdi. Öyle ki Küresel Güney’in “iki devletli çözüm” çıkışının getireceği kaçınılmaz sonuç karşısında, ABD kendisi “iki devletli çözümü” mecburen savunmaya başladı. Böylece hem süreci hem de sonucu kontrolünde tutabilmeyi hesaplıyor. Ancak Netanyahu yönetimi buna yanaşmıyor.

Biden yönetimi bu nedenle gerekirse Netanyahu’yu tasfiye edeceğinin işaretlerini verdi: Gantz’ın ABD’ye davet edilmesi, Netanyahu’nun buna “İsrail’de yalnızca bir başbakan var” diyerek tepki göstermesi, ABD İstihbarat Direktörlüğü’nün “Netanyahunun sağcı koalisyonu tehlikede, İsrail’de hükümete karşı büyük protestolar bekleniyor, daha ılımlı bir hükümet olası” içerikli raporu ve bu raporun Tel Aviv’de “Washington’un darbe girişimi” olarak yorumlanması... 

Özetle Gazze’ye yardım ulaştırmak için Güney Kıbrıs’tan bir deniz koridoru açılması ve ABD’nin Gazze’de liman kurması, gerçekte Washington’un bir üs elde ederek daha resmi kabulünden önce Filistin Devleti’nin boğazına sarılması demektir. Çünkü ABD’nin stratejisi İsrail’i gaz merkezi yaparak güvenliğini garanti etmektir.

                                                   /././

RTE başkanlığı kimseye bırakmaz (Orhan Bursalı)

Cumhurbaşkanı Erdoğan yasalara göre son kez sizden oy istiyorum deyince, bırakıyor mu, kime bırakıyor, yerine kimi bırakıyor, daha önce de üç kez son seçimim demişti... Tartışmaları ayyuka çıkınca, eski bir bakandan net açıklama geldi: Evet eğer seçime 2028’de böyle gidilirse adaylığını koyamaz ama Meclis erken seçim kararı alırsa cumhurbaşkanı yeniden aday olabilir...

Çünkü beş yıllık görevini tamamlamamış olacağı için... Anayasa böyle diyor.

Hepsini biliyorduk ayol

Ama bunu bilmek için eski bakanının açıklamasına ihtiyaç mı vardı: 2018 cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi, bütün bu tartışmalar yapılmıştı. Aslında anayasaya göre iki kez seçilme hakkını kullandığı, şimdi üçüncü kez seçileceği, seçilirse eğer 2028 seçimlerinde 4. kez seçilme hakkına da sahip olacağı ve bunu da koşullar çerçevesinde mutlaka kullanmak isteyeceği... Hepsi tartışıldı.

Ama milletimiz heyecanlandı, bırakın damadı Albayrak’ı, yok oğlu Bilal’i yerine hazırladığı gibi ucube görüşler de dile getirildi.

Komik komik şeyler.

SEÇİLEBİLDİĞİ SÜRE KADAR

“Erdoğan geçmişte de ‘Son seçimim’ demişti”, anımsatmaları bile gereksizdi. Evet o anımsatmaların karşılığı hiç çıkmadı. Ama şimdiki farklı. Erdoğan cümlesi içinde doğru bir şey söylerken kitleler karşısında takiye yapıyordu. Bu da şüphesiz, kendi seçmenini yoğun duygu sömürüsü karşısında bırakıyor ve ekonomik krizleri atlayıp “başkanları”

olarak oyunu istiyordu.

KİMSEYE BIRAKMAZ

Erdoğan yerini kimseye bırakmaz, Bilal kim ki ona bıraksın? Ama neden ününü, sülalesini sürdürebilecek bir veliaht yok ortada. Padişahlık falan hikâye, bu kendisini öyle görenlerin sorunu.

Bu millet Cumhuriyette yaşadığını ve kendisini kimin yöneteceğine oyuyla karara vereceğini, verdiğini biliyor.

Bu değişmeyecek gerçektir. Osmanlı ile “ideolojik”, “Saraylılık” yakınlığı RTE’nin özelidir. RTE ile birlikte onlar da gidicidir. Yerine gelecek başka bir “padişah” da olmayacaktır. İşaret edeceği kimseye millet teveccüh etmez. Bunları çok yaşadık.

Millet, Cumhuriyete alıştı ve seçme özgürlüğü kendini önemli kılmaktadır.

2028’DE ADAY

Eğer sağlığı vb. sorun olmazsa Erdoğan 2028’de de cumhurbaşkanı adayıdır.

Tartışmasız.

Ama hemen, erken değil. Muhalefetin zorlaması ile hiç değil. Ekonomik krizin zorlamasıyla da değil. Ama krizi atlatmadan hiç erken seçimi düşünmez.

Düşünülecek tarih, ekonomik duruma bağlı olarak, normal seçime yakın tarihtir.

Bu tarih saptamasında sağlık durumu da etkili olabilir.

Tabii önümüzdeki dört yıldan bahsediyoruz.

Coğrafyamızda ve dünyada neler olur bilmiyoruz.

Türkiye de dahil. Kim öle kim kala...

Rakibi ise başka bir tartışma konusu...

(Cumhuriyet)


Yıllarca eleştirdi, onlarca soru önergesi verdi: CHP'nin adayı şirket yöneticisinin dostu çıktı - Yalçın Çuğ / soL-Özel

 

CHP'nin yıllardır eleştirdiği Efemçukuru Altın Madeni'nin yöneticisi, CHP'nin bölgedeki adayının arkadaşı çıktı. TKP adayı ise "Sermayenin zübüklerinden hep beraber kurtulalım" açıklamasında bulundu.

İzmir'de yapılması planlanan Çamlık Barajı projesi, Kanadalı Eldorada Gold'un Türkiye'deki şirketi Tüprag'ın Efemçukuru Altın Madeni'nde faaliyete başlamasıyla rafa kaldırıldı.

Söz konusu durumu yıllardır eleştiren ve konuya dair onlarca soru önergesi CHP'nin, Menderes'te belediye başkan adayı gösterdiği İlkay Çiçek'in, Tüprag Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Yaşar Dağlıoğlu ile arkadaş olduğu ortaya çıktı.

Konuya ilişkin soL'a değerlendirmede bulunan Türkiye Komünist Partisi'nin (TKP) Menderes Belediye Başkan adayı Ulaş Erdoğan, "Edeceği kârlarından başka bir şey gözüne gelmeyen sermayenin adamı olursanız partinizin adında iki tane de 'halk' olsa halkın çıkarlarını savunamazsınız" dedi.

Altın madeni açıldı, baraj projesi rafa kalktı

İzmir'de yapılması planlanan Çamlık Barajı'nın havzasında bulunan Menderes ilçesine bağlı Efemçukuru Köyü'nde, altın arama çalışmalarına ilişkin araştırmalar 2009 yılında tamamlandı.

Araştırmaların ardından dünyanın birçok noktasında maden işletmekte olan Kanadalı Eldorada Gold'un Türkiye'deki şirketi TÜPRAG ise 2011 yılında Efemçukuru Altın Madeni'nde faaliyete başladı.

Uzun yıllar boyunca barajın bir an önce yapılması gerektiğini savunan ve bu doğrultuda görüş bildiren Devlet Su İşleri, 2009 yılı içme suyu projeleri listesinde de Çamlık Barajı'na yer vermiş olmasına karşın, bölgede başlayan madencilik faaliyetlerinin ardından aksi yönde savlar ileri sürerek barajın yapımına gerek olmadığını belirtti.

CHP yıllarca eleştirdi, onlarca soru önergesi verdi

Orman ve su havzasında bulunan maden ocağı, aynı zamanda çalışmalarını 1. derece doğal sit alanı statüsündeki bölgede yürütüyor. Bölgenin sit alanı olması ve madencilik faaliyetleri nedeniyle Çamlık Barajı'nın inşa edilememesi ise uzun yıllardır tepkilere neden oluyor.

Söz konusu durumu eleştirenler arasında yer alan CHP, konuya dair onlarca soru önergesi verdi. CHP'nin Çamlık Barajı'na ilişkin son soru önergesi de geçtiğimiz günlerde İzmir Milletvekili Yüksel Taşkın tarafından verildi.

Taşkın, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar ve Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’nın yanıtlaması için TBMM’ye üç ayrı soru önergesi verdi ve "Altın içemezsiniz ama temiz suya erişiminiz yoksa hayatta kalamazsınız" açıklamasında bulundu.

CHP'li adayın Tüprag yöneticisiyle fotoğrafı çıktı

Yıllardır maden işletmesini eleştiren ve konuya dair soru önergeleri veren CHP'nin, Menderes'te belediye başkan adayı gösterdiği İlkay Çiçek'in, Tüprag Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Yaşar Dağlıoğlu ile fotoğrafları çıktı.

Çiçek'in Dağlıoğlu ile paylaştığı ilk fotoğraf 2021 yılından. Çiçek, Dağlıoğlu'nu makamında ziyaret ettiğine ilişkin fotoğrafa, "Mahallem adına ne zaman kapısını çalsam asla geri çevirmeyip tüm ihtiyaçlarımızı karşılayıp yardımcı olan Efemçukuru Tüprag Genel Müdürü Sn. Yaşar Dağlıoğlu'nu makamında ziyaret ettim. Ayrıca kendisinden 5 adet tekerlekli sandalye sözü aldım. Güler yüzü ve hoş sohbeti için Yaşar müdürümüze mahallem adına tekrardan teşekkür ederim" notunu düştü.

2022 yılında Çiçek, Dağlıoğlu ile bir restoranın önünde çekilmiş oldukları fotoğrafı "Yaşar Dağlıoğlu abim ile yemekte buluştuk. Önümüzdeki günlerde Menderes için yararlı projelere adım atacağız. Verdiği destekler için kendisine teşekkür ederim" notuyla sosyal medya üzerinden paylaştı.

Siyasete CHP Gençlik Kolları'nda başlayan ve 22 yıldır aktif siyaset içerisinde yer alan Çiçek'in, yıllardır içerisinde yer aldığı partisinin, yaşamakta olduğu ilçedeki bir şirkete dair eleştirilerinden haberdar olmaması düşünülemez. Tıpkı CHP’nin aday gösterdiği kişinin, yıllardır eleştirdikleri maden şirketiyle göz önünde olan bağını bilmemesine olanak olmadığı gibi...

CHP adayının Tüprag yöneticisiyle olan fotoğrafları ve fotoğraflara düşülen notlardan anlaşılan yakın ilişkileri, tepkilere neden oldu.

'Neredeyse sponsor adlarıyla meydana çıkacaklar'

Türkiye Komünist Partisi'nin (TKP) Menderes Belediye Başkan adayı Ulaş Erdoğan konuya ilişkin soL'a değerlendirmelerde bulundu.

Benzer durumların ülkenin her yerinde yaşandığını vurgulayan Erdoğan, "Buna benzer başka durumların ülkenin her yerinde yaşandığını biliyoruz. O onun adamı, bu şunun kontenjanından… Neredeyse adaylar spor kulüpleri gibi sponsor adlarıyla meydana çıkacaklar. Boşuna sermayenin partileri demiyoruz" dedi. 

Düzen partilerinden aday gösterilen isimlerin ya arkasında sermayenin olduğunu ya da direkt kendilerinin sermayedar olduğunun altını çizen Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti: "Ama lafa gelince hepsi halk için aday olduğunu söylüyor. Oysaki sermayeyle halkın çıkarları birbiriyle örtüşmez. Edeceği kârlarından başka bir şey gözüne gelmeyen sermayenin adamı olursanız partinizin adında 'halk' kelimesini iki defa bile kullansanız, halkın çıkarlarını savunamazsınız. Öyle olsa ülkemiz adaletli ve kalkınmış olurdu."

'Sermayenin zübüklerinden hep beraber kurtulalım'

"Yurdumuzun her bir karış toprağında olduğu gibi Menderes de doğasıyla, verimli tarım arazileriyle, sahilleriyle sermayenin sıkarak rant çıkarmaya çalışmasına bırakılamayacak kadar kıymetli" diyen Erdoğan, sözlerini şöyle noktaladı: "Bu tablo karşısında önlerine konulan partiler arasında fark göremeyen, kötünün iyisine kendini mecbur hisseden ya da seçimde sandığa gitmek konusunda isteksiz davranan yurttaşlara çağrımızı yineliyoruz. Gelin oyunuzu TKP’ye verin sermayenin zübüklerinden hep beraber kurtulalım."

Yalçın Çuğ / soL-Özel

AKP'nin Muğla adayı Aydın Ayaydın istedi, Erdoğan Akbelen'deki kamulaştırma kararını kaldırdı: "Kararın iptali Ayaydın için bir seçim propagandası" - T24

 

"Erdoğan 2023 yılında, Ayaydın'ın Bodrum'da villasına eklediği kaçak müştemilat ve tuvaleti için ormanın sınırını değiştirmişti"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İkizköy'deki Akbelen Ormanları'nın çevresinde yer alan 190 parsellik tarım arazisinin linyit madenine açılması için iki gün önce verdiği acele kamulaştırma kararını iptal etti. Kararın yine Erdoğan'ın imzasıyla iki gün sonra iptal edilmesinden saatler önce açıklama yapan AKP Muğla Büyükşehir Belediye Başkan adayı Aydın Ayaydın, Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüşerek acele kamulaştırma kararını gözden geçirmesini talep ettiğini duyurdu. İptal kararının ardından da Erdoğan'a teşekkür eden Ayaydın, "Cumhurbaşkanımız talebimizi olumlu karşıladı" dedi. Gazeteci Bahadır Özgür ise kararın iptal edilmesini Aydın Ayaydın için yapılmış "seçim propagandası" olarak yorumladı. 

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla 11 Mart tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan kararla, Akbelen Ormanı’nın bulunduğu Milas'ın İkizköy, Çamköy ve Karacahisar sınırları içindeki 190 parsellik tarım arazisi, linyit madeni sahası olarak kullanılmak üzere Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırıldı. Kararda, tarım arazilerinin olduğu söz konusu sahanın "S:86541" numaralı linyit işletme ruhsatlı saha olduğu belirtildi.

Ancak bugün yayımlanan yeni bir Cumhurbaşkanı kararıyla, iki gün önce verilen acele kamulaştırma kararı iptal edildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan imzalı 13 Mart tarihli kararla, Akbelen Ormanları'nın çevresindeki 190 parsellik tarım arazinin acele kamulaştırılması kararı kaldırıldı.

Akbelen Ormanları'nda, Limak Holding ve IC Holding'in iştiraki YK Enerji tarafından işletilen Yeniköy-Kemerköy Termik Santrali’nin kömür sahasını genişletmek için geçen yıl 24 Temmuz'da ağaç kesimine başlanmış, yüzlerce ağaç yok edilmişti. 

TIKLAYIN - İkizköy'de Akbelen Ormanı’nın çevresindeki 190 parsellik arazi, linyit madeni sahası olarak kamulaştırıldı!

Ayaydın: Cumhurbaşkanımızdan kararın gözden geçirilmesini talep ettim

Muğla merkezli Kent TV sitesinde yer alan habere göre, Muğla adayı Aydın Ayaydın, karardan saatler önce yaptığı açıklamada, Akbelen Orman bölgesinde 190 parselin kamulaştırılması ile ilgili devreye girerek Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüştüğünü açıkladı. Ayaydın açıklamasında şunları söyledi: "Resmi Gazete'de yayınlanan düzenlemeye göre Muğla Milas'taki Akbelen Ormanı çevresinde 190 parsellik tarım arazisinin linyit maden sahası olarak kullanılmak üzere Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırıldığını üzülerek öğrendim. Bu kamulaştırma konusunda da kendimi sorumlu hissederek Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan nezdinde girişimde bulundum ve kararın gözden geçirilmesini talep ettim. 

Ayaydın'dan iptal sonrası Erdoğan'a teşekkür: Linyit sahasına içim el vermiyor

Ayaydın, Resmi Gazete'deki iptal kararının ardından X hesabından paylaştığı mesajda, "Cumhurbaşkanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan’a başta Milas İkizköy, Çamköy ve Karacahisar mahalleleri ve tüm Muğla adına hassasiyetlerinden dolayı sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Bildiğiniz üzere 11 Mart 2024 tarihinde çıkan 8247 sayılı karar üzerine derhal harekete geçtim. Enerjiye, özellikle de yerli kaynaklardan elde edilecek enerjiye olan ihtiyacımız ortada ancak Muğla’nın tarım bölgelerinin linyit sahası olarak kullanılmasına da bir Muğlalı olarak benim de içim el vermiyor" ifadelerini kullandı.

Erdoğan'a teşekkür eden Ayaydın, "Marmaris ve Fethiye körfezlerinin can çekiştiğini ilettiğim anda tüm imkanları seferber eden sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, tarım arazilerimiz ve köylerimiz adına yaptığımız girişimde de talebimizi olumlu karşıladı. Kendisine bir kez daha kamuoyu önünde tüm Muğla adına teşekkür ediyorum" dedi.

Özgür: Erdoğan, Ayaydın'ın villasına kaçak tuvalet için ormanın sınırını değiştirdi

Gazeteci Bahadır Özgür ise tepki çeken kararın kaldırılmasının perde arkasında AKP'nin Muğla Büyükşehir Belediye Başkan adayı Prof. Dr.  Aydın Ayaydın'a ilişkin "seçim propagandası" olduğunu yazdı. Özgür, "Erdoğan'ın, Akbelen'deki 190 parselin kamulaştırma kararını iptal etmesi, Muğla adayı Aydın Ayaydın için bir seçim propagandası. Bir hatırlatma: Erdoğan 2023 yılında, Ayaydın'ın Bodrum'da villasına eklediği kaçak müştemilat ve tuvaleti için ormanın sınırını değiştirmişti" dedi.


(T24)

                                                             /././

TIKLAYIN - Bursa’daki Türkiye Şeker Fabrikası'na ait taşınmaz 58 milyon 500 bin TL'ye satıldı: İki yıl önce "ticaret-konut alanı" yapılmıştı

TIKLAYIN - 8. Yargı Paketi, Resmi Gazete'de yayımlandı: AYM'nin iptal ettiği ‘örgüt adına suç işleme' fiiliyle ilgili yeni düzenleme yürürlüğe girdi!


Akbelen'de yaşananlar | Ağaç kıyımı nasıl onaylandı?

Akbelen Ormanı, dönemin Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli'nin imzasıyla Muğla Milas’taki iki termik santralına kömür sağlamak amacıyla 2020 yılında Limak Holding ve IC Holding ortak iştiraki Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret AŞ’ye (YK Enerji) devredilmişti. Özelleştirme kararı sonrası bölgede ağaçların kesildiğini iddia eden köylüler, duruma itiraz ederek Akbelen'de nöbet tutmaya başladı.

Temmuz 2021'de İkizköylülerin Orman Genel Müdürlüğü'ne karşı Muğla 1'inci İdare Mahkemesi'nde açtığı yürütmeyi durdurma davası sürerken; Akbelen Ormanı'nda yaklaşık yüz ağaç kesildi. İkizköylülerin ve çevre aktivistlerinin protestoları sonrası ağaç kesimi durdu.

1 Mart 2022'de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın Resmi Gazete'de yayımlanan Maden Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkındaki Yönetmelik ile “Elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetleri” kapsamında, Akbelen'de madencilik faaliyetlerinin yapılmasına izin verildi. Bakanlığın bu kararının ardından 2021'den beri nöbet tutulan alanda bulunan ağaçların kesimi, 24 Temmuz 2023'te yeniden başladı.

Erdoğan'dan Gezi göndermesi: "Marjinaller" ve "provokatif eylemler" 

7 Ağustos'taki Cumhurbaşkanlığı Kabinesi toplantısının ardından gündeme ilişkin değerlendirmeler yapan Recep Tayyip Erdoğan, Akbelen'de ağaç kesimine karşı eylem yapan bölge halkı ve yaşam savunucuları için "çevreci marjinaller" demişti. İlk kez konuya ilişkin konuşan Erdoğan, Akbelen'deki eylemleri "provokatif eylemler" olarak nitelendirerek, "Avrupa'nın hiçbir yerinde kömürle üretimin artırılmasına karşı çıkılmazken, Türkiye'de ağaç sevgisi adında provokatif eylemler yapılmaktadır. Ülkemizin ormanlarının arttığı ilgili kurumlar tarafından sürekli olarak açıklanmıştır. Kampanyaları ağaç sevgisiyle izah edemeyeceğimiz açıktır" diye konuştu

Olağanüstü toplanan Meclis'te tüm önergeler reddedildi

Tatilde olan Meclis ise CHP'nin çağrısı üzerine 8 Ağustos'ta Akbelen gündemiyle olağanüstü toplandı. Toplantı yeter sayısının sağlanmasının ardından CHP'nin Akbelen Ormanı'nda yaşanan kıyıma ilişkin genel görüşme önergesi ele alındı. Müzakerelerin ardından muhalefetin verdiği genel görüşme önergeleri AKP ve MHP oyları ile reddedildi

TIKLAYIN | Akbelen için olağanüstü toplanan TBMM'de, tüm önergeler reddedildi

Mehmet Y. Yılmaz yazdı | İçişleri Bakanlığı her sözü kaldıramıyor!

Umur Talu yazdı | İnsana, tabiata, ağaca karşı… İmtiyaz koruyan devlet gücü!

Gökçer Tahincioğlu yazdı | Konuştuğu gibi yaşayamamak: Akbelen'den Hasankeyf'e katliamlar ve sahipleri

Çiğdem Toker yazdı | "Oldukça küçük" Akbelen

Rıza Türmen yazdı | Akbelen neden önemli?

Yalçın Doğan yazdı | Portekizli Guterres'i en çok Akbelen köylüleri anlıyor

İklim Masası yazdı | Akbelen'i korumak adil geçişle mümkün

Bengi Başaran yazdı | Biz yokken burada olan ağaçlar biz giderken selam durabilsin diye Akbelen


Beş siyah kuğu yavrusu - Gökçer Tahincioğlu / T24

 

                                                         Kuğulupark

Üzerinden öylece geçtiğiniz, varlığına alışkın olduğunuz rutinin gerçek anlamını sadece şanslı insanlar kaybetmeden önce anlayabilir. Yoksa sadece kaybettiğiniz bir bakışın, bir gülüşün yasını tutmak için bu parka gelirsiniz.

Bir zamanlar kavakların sıralandığı toprakta arabalar vızır vızır.

Kavak ağaçların önünden akıp giden dere, asfaltın altında sessiz sessiz yaşam mücadelesi veriyor.

Oysa iki adım ilerideki Polonya Büyükelçiliği’nin bahçesindeki kısmı, yazları sıcak ve kurak, kışları ayaz Ankara’nın doğasına uygun özgürce salınıyor.

Budanmış ağaçların bir kısmı söylendiği gibi yeşerememiş yeniden, küçüle küçüle bir avuç kalmış parkı yine de gölgeliyor görkemli gövdeler.

Kuğulupark burası…

Neden bu kadar sevildiği asla anlaşılamayan, ilk kez görenlerin “Bu muymuş?” diye burun kıvırdıkları, asla burun kıvırılamayacak dünyanın en güzel parkı…

***

Bir kısmı Avusturya’dan, bir kısmı Çin’den hediye gelen kuğuların vatanı aslında park.

Uzun yıllardır bu parkta varlıklarını sürdüren kuğuların arasına beş yeni yavru katıldı geçen günlerde.

Neredeyse anlamsız bir tarifsiz sevinç.

Görenlerin birbirine yeniden gösterdiği, görmeyenlerin fotoğraflarına bakıp gülümsedikleri beş siyah kuğu yavrusu yumurtadan çıktıktan iki gün sonra suya kavuştular.

***

İnsanın bir kıymetin kıymetini zorunlu olarak anlamakla arasındaki mesafe aslında sadece birkaç saniyedir.

Kuğulupark’ın önünden kimsenin geçmediği tek bankında olur da fırsat bulur da oturabilirseniz, ki özellikle kar yağdığında ve geç saatlerde bu fırsat her zaman vardır, kıymet üzerine düşünebilirsiniz.

Üzerinden öylece geçtiğiniz, varlığına alışkın olduğunuz rutinin gerçek anlamını sadece şanslı insanlar kaybetmeden önce anlayabilir.

Yoksa sadece kaybettiğiniz bir bakışın, bir gülüşün yasını tutmak için bu parka gelirsiniz.

***

Kuğulupark, 1970'ler

Türkiye, uzun zamandır mutsuz bir ülke. Görüşleri, sevinçleri iktidarda olanların bile kazandıklarını korumak için kendini mutsuz ettiği, mutsuz oldukça başkalarının mutsuzluklarından da keyif aldığı bir ülke.

Asla başkası için sevinemeyen, asla karşındakinin mutluluğu ile mutlu olamayan, asla kendisi dışında bir başkası için iyilik dilemeyen, kendi hayatından başkasını önemsemeyen eski sevgililer, kötü arkadaşlar gibi.

***

Mutsuzluğun nasıl bir gücü varsa, zamanı bazen fazla ağırlaştırıp bazen fazla hızlandırıyor. Zaman asla gerçek anlamı ve doğal ritminde akıp gidemiyor bir mutsuzluk ülkesinde.

Sadece bir yılda geçip gidenlere bakıyorsunuz.

Deprem, çığlıklar, feryatlar.

Seçim, verilen ve tutulmayan sözler, ihanetler.

Cinayetler, hayvan katliamları.

Şiddet, silah, zulüm…

Çığrından çıkmış, gerçekle bağını koparmış futbol ve taraftarlar.

Hep kazananın nasılsa mağdur, hep kaybedenin nasılsa suçlu sayıldığı bir garip hakikat bozukluğu…

***

Ve bütün bunların içerisinde sürüp giden bozuk bir düzen var.

Faili meçhul cinayetler ve bu cinayetlere ilişkin davalar misal. Öldürülenin suçlu, öldürenin kahraman ilan edildiği, gerçeğin bu olmadığını bilenlerin bile sessiz kaldığı bu davalar bir bir kapatılıyor.

Kadın cinayetleri durmadan artarken, kadınların alanlarını daha da daraltabilmek için “aile elden gidiyor” masalları anlatanlar, aileleri dağıtmaya devam ediyor.

Çocukları korumak için artık özel alanlar, özel gayretler gerekiyor.

Doğayı zaten önemseyen yok ama ciddi ciddi bütün hayvanları öldürebilmek üzerine kampanya yapılıp, yüksek yüksek fikirler de anlatılabiliyor.

Herkes medeni bulduğu yerlerin kendine uyan kısmını alıyor.

***

Beş siyah kuğu yavrusu

Beş siyah kuğu yavrusu bazen mutlu eder insanı.

Mutlu ülkelerde daha çok.

Mutsuz ülkelerde bile mutlu edebiliyor, belki hasrettendir.

Güleryüzlü bir umut ancak küçücük bir kediye işkence yapıp öldürenlerin hak ettiği cezayı aldığı, insan öldürenlerin hak ettiği cezayı aldığı, işkence yapanların hak ettiği cezayı aldığı, sloganların değil hakikatin konuşulduğu, bu dünyanın düzenine kanmamış bir memlekette mümkün.

Ama yine de umudu diri tutmak gerekiyor.

Ve görüyoruz işte…

Bozkırın ortasındaki küçücük bir parkta yaşayan kuğular da hayatı yenilemeye devam edip, insanlara direnmeleri için, hayatı anımsatarak, güç verebiliyor.

Gökçer Tahincioğlu / T24

13 Mart 2024 Çarşamba

Bir etnoturizm arsızlığı: ‘Mübadele’ ismiyle kokteyl satmak - Kavel ALPASLAN / duvaR

 

İnsanların türlü acılar içerisinde değiş tokuş edildiği 1922 Nüfus Mübadelesi'nin ismini bir kokteyle vermek? Bu toprakların tarihinde işlenmiş belki de en fantastik insanlık suçlarından biri olan mübadeleyi her şeyden soyutlayıp içki ismi yapmak? İşte bu sadece ‘rant gölgesi altında yok olan kasaba kültürü’ nostaljisi ile açıklanamayacak, daha vahim bir durum.

Urla, uzun zamandır pek çok insanın gözünde bir kasaba isminden çok bir marka ismini tarif ediyor. ‘Satılık Rumsuz Rum evleri’ burada da hızla satın alınıp kalburüstü bir turist profilinin kullanımına açıldı. Düne kadar av malzemeleri ve tarım ilaçları satan dükkanların bulunduğu Zafer Caddesi’nin ismi kısa sürede ‘sakin Ege kasabası’ hayalini gerçekleştiren zengin atölye-dükkan sahiplerinin eline geçti, sokağın ismi de Sanat Sokağı oldu.

Buraya kadar hikayenin fazla özgün bir yanı yok. Güneş gözlükleri, pahalı arabalar, 34 plakalar, parfüm kokuları, şarap tadımları, yemek tabağı fotoğrafları, Instagram hikayeleri… Alaçatı, Ayvalık ya da Bodrum'un kaderi, gecikmeli olarak Urla’nın da kaderi oldu.

Hali vakti yerindeki şehirlilerin Urla’yı kendi lunaparklarına çevirişi, eğer çocukluğunuz burada geçmişse sizin için hüzünlü olabilir. Fakat rant meselesi hariç tek başına bu hüzün bizi romantizme sürükleyebilir. Sonuçta Urla öncesinde de her yer gibi bir yerdi, Ege kıyısındaki herhangi bir kasabaydı. Dolayısıyla uzun uzun kaybolup gidenlere mersiye yazmaya gerek yok.

Aslında benim için de durum bundan farklı değildi. Büyüdüğüm kasaba olan Urla’ya her gidişimde yeni dükkanlar, yeni insanları görüp şaşırıyordum. “Burası eskiden bilmem neydi şimdi AVM olmuş” gibi bitmeyen serzenişlerle çevremdeki dostlarımın sabrını zorlardım. Geçtiğimiz gün de yine böyle bir gündü. Günübirlikçi işgali altındaki İskele’de yürüyüşe çıkmıştık. Bu yürüyüş sırasında biraz da mekanların pahalılığından şikayet etmek üzere Batis’in Kahvesi önünde yavaşlayıp Rast Urla isimli mekanın önünde asılı duran menüye göz gezdirdik. Fakat fiyatlara şaşırmayı beklerken çok daha korkunç bir sürprizle karşılaştık: Mübadele Kokteyli!

İnsanların bir besi havanıymışçasına türlü acılar içerisinde değiş tokuş edildiği 1922 Nüfus Mübadelesi’nin ismini bir kokteyle vermek? Bu toprakların tarihinde işlenmiş belki de en fantastik insanlık suçlarından biri olan mübadeleyi her şeyden soyutlayıp içki ismi yapmak? İşte bu sadece ‘rant gölgesi altında yok olan kasaba kültürü’ nostaljisi ile açıklanamayacak, daha vahim bir durum.

EGZOTİK BİR KOKTEYL OLARAK İNSAN ACISI

Urla, zamanında Karaburun, Çeşme ve Foça gibi İzmir kırsalında Yunan nüfusun en yoğun olduğu yerleşimlerden biriydi. Tıpkı diğer yerleşimler gibi Urla’da da bu geçmiş tüm tarihsel bağlamdan ayrıştırılarak etnoturizm için bir meze haline getirildi. Mesele otantikleştikçe tarihsel bir hesaplaşma yerini tarihi romatizme bıraktı. Olayın ciddiyeti ve vahameti turizm potasında eridi.

Bunun sebebi bilinçli bir merkezi politika değildir belki. Ancak hiç şüphe yok ki çarpık merkezi tarih anlatısının yarattığı fazlasıyla bilinçsiz bir tavırdır. Bir insanın -ve hatta o insana ait mekanların- nasıl siyasetten, tarihten ve toplumsal hayattan soyutlanıp etnoturizm aracılığıyla ‘egzotik bir meyveye’ dönüşebileceğine dair Ötekinin Üçüncü Hali: İmroz’da Otantiklik ve Turizm başlıklı yazısında Hasan Münüsoğlu şöyle diyor:  

“Günümüzde niceliğin artan vurgusuna paralel olarak özelde İmroz’da genelde ise Türkiye’de, söylem düzeyinde de olsa artık tehlike olmanın dışına çıkmış olan Rumlar, nostaljik ve folklorik öğe algısını da aşarak sahip oldukları başta mekanlar olmak üzere, maddi kültür ürünleriyle de ‘etnografik malzemeye’ dönüştürülmektedirler. Dolayısıyla sosyal bilimleri meşgul eden ve özellikle antropolojide artık aşıldığı kabul edilen ‘özne-nesne’ ilişkisi, turizm bağlamında işlemeye devam etmektedir. Turizm, kapitalizme paralel olarak, maddi kültür ürünlerinden insan-tekine kadar her şeyi bir ürün olarak görmekte ve pazarlanabildiği ölçüde ‘metalaştırmaktadır’. Gelişen iletişim teknolojileri, ulaşım teknikleri sayesinde, orta sınıf kesimler için deniz turizminin her yıl gerçekleştirilen bir rutin haline gelmesi ve bu kesimlerin ‘farklılığı keşfetmek’ adına yeni arayışlar içine girmeleri etnoturizmi hızlandırmıştır.”(1)

Geçmişin apolitik bir bilinçsizlik içerisinde sermaye tarafından nasıl pazarlaştırıldığını ve nihayetinde nasıl bir simülasyon gibi müşterilere Ege ile özdeş kılınan Yunan kültürü ikram edildiğini Umut Sarıkaya, ‘Yorgo Babanın Yeri’ çiziminde harika bir şekilde karikatürize ediyor:

Yorgo Baba'nın Yeri, Karikatür: Umut Sarıkaya

Ancak 'mübadele kokteyli'nde artık daha da başka bir arsızlık seviyesi ile karşı karşıyayız. Rast Urla’nın sahipleri ‘Yorgo Babanın Yeri’ndeki gibi dolaylı değil, doğrudan acıları metalaştırıyor. Akıl tutulması da burada başlıyor. Çünkü kelimenin tam anlamıyla insanların acıları üzerinden kâr elde ediliyor. Bilinçsizlik ve yabancılaşma öyle seviyelere geliyor ki ‘mübadele’ kelimesi, bir içkinin içine sakız likörü koyulunca akıllara gelebiliyor.

Turizm gerçekten de otantik olanı arama arzusudur. Her şeyin tüketilebilir oluşu turizm endüstrisi için bu arzu üzerinde tepinme fırsatı doğuruyor. Hal böyle olunca sermayenin dizginlenemez doğasını çekirdeğinde taşıyan turizm endüstrisi için, en çıplak haldeki acılar bile kelimenin tam anlamıyla masalara meze olabiliyor.

Bu noktada şöyle düşünebilirsiniz “Karşı kıyıda yaşanan acıların üzerinden bir süre geçti. Üstelik biz de orada yaşamıyoruz. Dolayısıyla acılarla hemhal olmak mümkün değil”. Böyle düşünürsek, mekan sahiplerinin mübadele kelime anlamını bilmediklerini varsaymak gerekecek. Öte yandan yüz yıl, üç-dört jenerasyona sığacak kadar kısa bir zaman dilimidir, dolayısıyla ‘zaman aşımı’ da pek geçerli bir sebep değildir. Ancak yine de bunları bir kenara bırakalım. 'Mübadele kokteyli'ni aklamak için herhangi bir gerekçe bulunamayacağını daha yakından bir örnek ile açıklayalım: Rast Urla ya da benzeri mekanların menüsünü hazırlayan bu insanlar öylesine dar bir fanus içerisinde yaşıyor ki ‘mübadele’ ismini bir kokteyle vermenin sadece Urla’dan gidenler için değil gelenler için de aşağılayıcı olabileceğini akıllarına getiremiyorlar! Bir saniyeliğine düşünün, aileniz Girit’ten, Kavala’dan, Rodos’tan, Yanya’dan ya da Selanik’ten mübadele ile yerini yurdunu bırakıp zorla buralara gelmiş. Hemen hemen hepsi ya yolda, ya geldiklerinde çeşitli zorluklarla karşılaşmış. Giden de gelen de yeni ‘memleketlerinde’ hor görülmüş, türküler yakmış. Kolay mı nesillerdir yaşadığın memleketi geri dönmemek üzere bir anda kaybetmek? Öyle görünüyor ki mekan sahiplerinin bakış açısına göre bu yolculuk ‘harika anıların biriktirildiği bir road-trip’…

Karikatür: Umut Sarıkaya

YENİDEN KURULAN ŞEHİR

Gelelim ‘mübadele kokteyli’ satan mekanın geçmişine. İskele’nin kalbinde yer alan ve Batis’in Kahvesi olarak bilinen bu yapı, kıraathane işlevini yitirdikten sonra harabeye döndü ve etrafı çitlerle kapatıldı. Kısa bir süre önce -yanlış hatırlamıyorsam 10-15 yıl kadar önce- restore edildi. Tahta tabureli bu mekanın dış cephesi yenilense de, bambaşka bir yüz ile geri döndü. Bir tarafında suşici (evet, yanlış duymadınız) diğer tarafına ise söz konusu mekan açıldı. Binanın üst katı ise geceliği 4 bin 5 yüz liradan başlayan odaların bulunduğu bir konaklama işletmesine ayrıldı.

Bugün sadece belli bir sosyal sınıfın kullanabildiği bu yapıyı özel kılan bir diğer şeyse eski günlerinde çekilmiş fotoğraflarda karşımıza çıkıyor. Urlalı şair/yazar Yorgo Seferis, henüz çocukken kardeşleriyle birlikte kahvenin sütunları altında hoş bir fotoğraf çektirir. Fotoğrafın çekildiği tarihten birkaç yıl sonra ise sırtını Batis’in kahvesine dayayarak fotoğrafı çekilen çocuklar, İskele’yi kendi iradelerinin dışında yaşanan gelişmeler sonucunda terk ederler.

Yorgo Seferis - Urla

Yıllar sonra memleketini ziyaret ettiğinde ise Seferis şöyle yazar: “Nasıl ki / kalkar, doğup büyüdüğün şehre / gidersin bir gece / ve bakarsın temelinden yıkılıp yeniden kurulmuş o şehir. / Ve yakalamaya çalışırsın geçen yılları / yeniden bulmanın umudu içinde.”(2)

İşte şimdi, yıkılıp yeniden kurulmuş o şehirde, aynı sütunun altında ‘mübadele kokteyli’ yudumlanıyor.

Anlayacağınız mübadele kokteylini gördüğünüzde tüylerinizin diken diken olması için ille de ailenizin mübadil olması gerekmiyor, asgari bir kelime bilgisi ve vicdan zerresi yeterli olacaktır.

Kavel ALPASLAN / duvaR 


NOTLAR:

(1) Rum Olmak, Rum Kalmak (İstos)

(2) Yorgo Seferis, Bir Şairin Günlüğü (Can Yayınları)