Hesabı neden emekçi/emekli ödüyor? (Çiğdem Toker)
Bu genel kurulun faydası şu olacak: Merkez Bankası'nın işini, hesabını zorlaştırdığı halde eleştirel bir tutum getiremediği, zengini daha zengin etmek üzere emekçi aleyhine kurgulanmış KKM'nin, memleket ekonomisine faturasını daha iyi görebileceğiz.
Merkez Bankası'nın mart ayında yapılması gereken genel kurul tarihi, nisan ayına alındı. Bunun yapılabilmesi için ana sözleşmenin değiştirilmesi gerekiyordu. Ana sözleşmenin değişmesi için de olağanüstü genel kurul toplanmak zorundaydı.
Bütün bu işlemler geçtiğimiz haftalarda yapıldı, bitti. Ticaret Sicili'nde 3 Nisan'da yayımlanan kararla genel kurul toplantılarının her yıl nisan ayı içinde, Banka Meclisi'nin saptayacağı günde toplanacağı hükme bağlanarak kesinleştirildi.
Merkez Bankası'nın 5 Nisan tarihli Ticaret Sicili'nde yayımlanan kararıyla da genel kurulun 30 Nisan'da yapılacağı duyuruldu. Genel Kurul'da, Banka Meclisi ile Denetleme Kurulu'nun 2023 yılına ilişkin hesap raporları okunacak. Yine 2023 yılına ilişkin kâr ve zarar hesabı oylanacak. (Banka Meclisi'nin iki, Denetleme Kurulu'nun da bir olmak üzere boşalacak üyelikleri için seçim yapılacak.)
"Normalleşmenin parçası"
Aslında Merkez Bankası'nın 30 Nisan'a alınan bu genel kurulun mart ayında yapılması gerekiyordu. Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan, bu değişikliği yani genel kurul tarihinin nisana alınmasını, "Normalleşmenin bir parçası" olarak niteledi. "Fabrika ayarlarına dönüyoruz" diyen Karahan bu açıklamaları, Banka'nın olağanüstü genel kurul toplantısında yaptı.
Ne var ki Başkan böyle söylese de tarih değişikliğinin, yerel seçim ile çakışmasının istenmemesinden kaynaklandığı sıklıkla dile getiriliyor. Çünkü Merkez Bankası'nın, 30 Nisan'a alınan genel kurulunda zarar açıklaması bekleniyor. Açıklanacak zararda, özellikle -TL'nin değer kaybını önlemek için icat edilen- Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesabından kaynaklanan yükün etkili olduğu belirtiliyor.
KKM hesapları
Şahap Kavcıoğlu'nun Merkez Bankası başkanı olduğu dönemde çok tartışılan KKM hesapları ve yükünün Merkez Bankası'na aktarılması, özellikle son iki yıldır önemli bir soruna dönüştü. Hazine ve Maliye Bakanlığı'na Şimşek'in getirilmesi öncesinde, ekonomi yönetimi KKM hesaplarında şeffaflıktan kaçındı. Zengini daha da zengin eden bu hesaplar için bütçeden aktarılan miktar uzun bir süre açıklanmamış, hatta dönemin başkanı Kavcıoğlu, TBMM'de bu konudaki soruları yanıtsız bırakmıştı.
Faturayı göreceğiz
Banka'nın bir şirket olması nedeniyle ancak hesap dönemi sonunda kâr/zarar açıklayacağı gerekçesiyle cevaptan kaçınılması üzerine, Plan ve Bütçe Komisyonu'nun muhalefete mensup üyeleri ısrar etmiş ancak buna rağmen açıklama yapılmamıştı.
Merkez Bankası'nın 30 Nisan'da yapılacak genel kurulunda, bilançoyla birlikte gerek KKM hesapları gerekse kur farkı riski konularının açıklık kazanması bekleniyor. Bu genel kurulun seyri, Merkez Bankası'nın son mektubunda "asgari ücret yılda bir kere güncellensin" mesajına da ışık tutacak. Aslında, Merkez Bankası'nın bu mesaj ile "Enflasyonun faturasını emekçiler ödemeli" dediğini anlıyoruz elbette.
Yine de bu genel kurulun faydası şu olacak: Merkez Bankası'nın işini, hesabını zorlaştırdığı halde eleştirel bir tutum getiremediği, zengini daha zengin etmek üzere emekçi aleyhine kurgulanmış KKM'nin, memleket ekonomisine faturasını daha iyi görebileceğiz.
/././
180. yaşına adım atan Türk Polis Teşkilatı...(Tolga Şardan)
350 bin kişilik teşkilatın başındaki yöneticinin Şeref Defteri'ne yazdığını düşündüğümüz bağlılık mesajlarına karşın teşkilatın içinde bulunduğu tablonun örtüşmediğini, deyim yerindeyse "sokaktaki insan" biliyor artık
Ülkenin en büyük üniformalı ve silahlı kamu kurumu niteliğindeki Türk Polis Teşkilatı, 179. yaşını tamamladı, 180. yaşından gün almaya başladı 10 Nisan'dan itibaren.
Osmanlı'nın 31. Padişahı ve aynı zamanda Tanzimat Fermanı'nı yayımlayan Batılı görüşlere sahip Sultan Abdülmecit'in 10 Nisan 1845'te kurduğu polis teşkilatı, günümüze kadar ulaştı.
Sultan Abdülmecit'in polis teşkilatının kurulmasını sağlayan özel nizamnameye tuğrasını vurduğunda 5 yıllık padişah ve 24 yaşında olduğunu belirteyim. Dönemine göre vizyoner bir yaklaşım.
Bu arada Türk Polis Teşkilatı'nın, Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) "muvazzaf personel" bakımından daha kalabalık olduğunun altını çizeyim.
TSK'da vatani görevini yapan er ve erbaşlar dışındaki tüm - 235 bin dolayındayken, Emniyet teşkilatında – 2024 Performans Programına göre – 336 binden fazla üniformalı ve silahlı personel var. Bu sayının 24 bini komiser yardımcısından birinci sınıf emniyet müdürü arasında yönetici konumunda. Sivil idari kadrolarla birlikte 352 bini aşan kadrolu personel teşkilatta görev yapıyor.
Emniyet Genel Müdürlüğü, resmi internet sitesinde kurumun stratejik planını yayımlıyor.
Günümüz işletme biliminde "misyon ve vizyon" konusu oldukça önemli ve dikkat çekici bir olgu.
Dileyen herkesin kolaylıkla ulaşabileceği yayına biraz göz gezdirildiğinde, teşkilatın misyonu şöyle açıklanıyor:"Hukuk devleti ve insan hakları ilkeleri çerçevesinde, toplumun desteğini alarak, huzur ve güvenliği sağlamak amacıyla suç ve suçlularla mücadele etmek, bireylerin hak ve özgürlüklerini korumak."
Vizyon içinde şu değerlendirme var aynı planda:
"Toplumla etkili iletişim ve iş birliği içerisinde suçla etkin mücadele eden uzmanlığa değer veren ve dinamik bir kurum olmak."
Ülkenin en büyük üniformalı ve silahlı kamu kurumu niteliğindeki Türk Polis Teşkilatı, 179. yaşını tamamladı, 180. yaşından gün almaya başladı 10 Nisan'dan itibaren.
Osmanlı'nın 31. Padişahı ve aynı zamanda Tanzimat Fermanı'nı yayımlayan Batılı görüşlere sahip Sultan Abdülmecit'in 10 Nisan 1845'te kurduğu polis teşkilatı, günümüze kadar ulaştı.
Sultan Abdülmecit'in polis teşkilatının kurulmasını sağlayan özel nizamnameye tuğrasını vurduğunda 5 yıllık padişah ve 24 yaşında olduğunu belirteyim. Dönemine göre vizyoner bir yaklaşım.
Bu arada Türk Polis Teşkilatı'nın, Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) "muvazzaf personel" bakımından daha kalabalık olduğunun altını çizeyim.
TSK'da vatani görevini yapan er ve erbaşlar dışındaki tüm - 235 bin dolayındayken, Emniyet teşkilatında – 2024 Performans Programına göre – 336 binden fazla üniformalı ve silahlı personel var. Bu sayının 24 bini komiser yardımcısından birinci sınıf emniyet müdürü arasında yönetici konumunda. Sivil idari kadrolarla birlikte 352 bini aşan kadrolu personel teşkilatta görev yapıyor.
Emniyet Genel Müdürlüğü, resmi internet sitesinde kurumun stratejik planını yayımlıyor.
Günümüz işletme biliminde "misyon ve vizyon" konusu oldukça önemli ve dikkat çekici bir olgu.
Dileyen herkesin kolaylıkla ulaşabileceği yayına biraz göz gezdirildiğinde, teşkilatın misyonu şöyle açıklanıyor:"Hukuk devleti ve insan hakları ilkeleri çerçevesinde, toplumun desteğini alarak, huzur ve güvenliği sağlamak amacıyla suç ve suçlularla mücadele etmek, bireylerin hak ve özgürlüklerini korumak."
Vizyon içinde şu değerlendirme var aynı planda:
"Toplumla etkili iletişim ve iş birliği içerisinde suçla etkin mücadele eden uzmanlığa değer veren ve dinamik bir kurum olmak."
* * *
Emniyet Genel Müdürlüğü'nün sadece ülkeye değil, dünyaya açıkladığı "bilimsel yaklaşım" çerçevesindeki misyon ve vizyonuna ne kadar bağlı olduğunun olumlu ya da olumsuz örnekleri gündelik yaşamda sıkça karşımıza çıkıyor.
Olumluların pek konuşulmadığı aksine olumsuz örneklerin toplum üzerinde etkili olduğundan hareketle polisin, diğer üniformalı kurum olan askere göre daha çok halkın içinde yer almasından kaynaklanıyor kuşkusuz.
Gazeteci olarak 35 yılı aşkın süredir emniyet teşkilatını yakından izleyip, olayları ve gelişmeleri takip ediyorum.
Bu süre içinde, her zaman kurumsal sorunlar/problemler olageldi. Kimisi siyasetten kaynaklandı, kimisi yönetim zafiyetlerinden, eksikliklerinden. Bazıları aşıldı, ancak teşkilatın önünde engel olacak biçime dönüşenler de yok değil.
Bunlardan en önemlisi; teşkilatın, -en azından benim izlediğim dönemlerde- siyasi iradenin aparatı haline dönüşmesi ne yazık ki.
Özellikle 1980'den sonraki siyasi iklim ve atmosfer içinde, teşkilat üniformalı ve silahlı kamu haklarını savunan, yurttaşının yanında olan bir teşkilat özelliğini kaybetti. Özellikle sağ iktidarlarda tamamen siyasetin emrine girerek biçim değiştirdi. İktidarlar, polis teşkilatını her zaman bilhassa askere karşı alternatif olarak konuşlandırdı. Merhum Turgut Özal'la başladı bu yaklaşım.
Benzer biçim değiştirme artık tüm kamu kurumlarında yaşandı / yaşanıyor bir süredir. Haklısınız. Ancak bu değişimin asker ile polis gibi silahlı / üniformalı kurumlarda yaşanmasının sonuçları ülke ve toplum için daha ağır olur. Ki bunun örneğine, önce 12 Eylül'de, yakın zamanda da 15 Temmuz'da bizzat tanık oldu bu ülke.
Kurumun stratejik planında "teorik" olarak yer almasına karşın "saha pratiği"nde uygulamaya konulmayan ya da konulamayan misyon ve vizyon tanımları, karşımıza bugünkü polis teşkilatını çıkardı kaçınılmaz olarak.
Siyasete teslim olan bir polis teşkilatı!
Üzerinden henüz iki hafta geçen yerel seçimlerde kabine üyesi bakanlara özenerek yeğeni için memleketine gidip "siyasi destek görüntüsü" veren Emniyet Genel Müdürü gördü bu ülke. Oysa asli görevi kamu güvenliğinin sağlanması için gerekli organizasyonu yapmaktı Erol Ayyıldız'ın.
Ayyıldız, teşkilata yeni bir soluk vermek, kamu güvenliğini sağlanmasında yeni stratejiler üretmek yerine, "yukarıdan gelenleri aşağıya iletmekte aracılık" yapıyor sadece. Ya da tam tersini.
Emniyet içinde "etkisiz eleman" olarak tanımlanıyor kendisi. Hem de yakın çalışma ekibince.
Ayyıldız da tıpkı selefi Mehmet Aktaş gibi mülki idare mensubu konumuyla atandığı görev sırasında resmi üniforma giymeyen bir yöneticilik örneği sergiliyor.
Teşkilatın kuruluş yıldönümü çerçevesinde hafta başında Anıtkabir'e giden Emniyet Teşkilatı yöneticilerinin lideri Ayyıldız'dı. Polis müdürleri üniformalarıyla gelirken Ayyıldız, sivil elbiseyi tercih etti.
Bu fotoğraflar resmi sosyal medya hesaplarından yayımlanıyor; polis elbisesi giymekten kaçınan bir genel müdürü gören teşkilat mensubunun da üniformasına saygı göstermesini beklemek hayalcilikten öteye gitmez kuşkusuz.
Emniyet Genel Müdürlüğü'nün sadece ülkeye değil, dünyaya açıkladığı "bilimsel yaklaşım" çerçevesindeki misyon ve vizyonuna ne kadar bağlı olduğunun olumlu ya da olumsuz örnekleri gündelik yaşamda sıkça karşımıza çıkıyor.
Olumluların pek konuşulmadığı aksine olumsuz örneklerin toplum üzerinde etkili olduğundan hareketle polisin, diğer üniformalı kurum olan askere göre daha çok halkın içinde yer almasından kaynaklanıyor kuşkusuz.
Gazeteci olarak 35 yılı aşkın süredir emniyet teşkilatını yakından izleyip, olayları ve gelişmeleri takip ediyorum.
Bu süre içinde, her zaman kurumsal sorunlar/problemler olageldi. Kimisi siyasetten kaynaklandı, kimisi yönetim zafiyetlerinden, eksikliklerinden. Bazıları aşıldı, ancak teşkilatın önünde engel olacak biçime dönüşenler de yok değil.
Bunlardan en önemlisi; teşkilatın, -en azından benim izlediğim dönemlerde- siyasi iradenin aparatı haline dönüşmesi ne yazık ki.
Özellikle 1980'den sonraki siyasi iklim ve atmosfer içinde, teşkilat üniformalı ve silahlı kamu haklarını savunan, yurttaşının yanında olan bir teşkilat özelliğini kaybetti. Özellikle sağ iktidarlarda tamamen siyasetin emrine girerek biçim değiştirdi. İktidarlar, polis teşkilatını her zaman bilhassa askere karşı alternatif olarak konuşlandırdı. Merhum Turgut Özal'la başladı bu yaklaşım.
Benzer biçim değiştirme artık tüm kamu kurumlarında yaşandı / yaşanıyor bir süredir. Haklısınız. Ancak bu değişimin asker ile polis gibi silahlı / üniformalı kurumlarda yaşanmasının sonuçları ülke ve toplum için daha ağır olur. Ki bunun örneğine, önce 12 Eylül'de, yakın zamanda da 15 Temmuz'da bizzat tanık oldu bu ülke.
Kurumun stratejik planında "teorik" olarak yer almasına karşın "saha pratiği"nde uygulamaya konulmayan ya da konulamayan misyon ve vizyon tanımları, karşımıza bugünkü polis teşkilatını çıkardı kaçınılmaz olarak.
Siyasete teslim olan bir polis teşkilatı!
Üzerinden henüz iki hafta geçen yerel seçimlerde kabine üyesi bakanlara özenerek yeğeni için memleketine gidip "siyasi destek görüntüsü" veren Emniyet Genel Müdürü gördü bu ülke. Oysa asli görevi kamu güvenliğinin sağlanması için gerekli organizasyonu yapmaktı Erol Ayyıldız'ın.
Ayyıldız, teşkilata yeni bir soluk vermek, kamu güvenliğini sağlanmasında yeni stratejiler üretmek yerine, "yukarıdan gelenleri aşağıya iletmekte aracılık" yapıyor sadece. Ya da tam tersini.
Emniyet içinde "etkisiz eleman" olarak tanımlanıyor kendisi. Hem de yakın çalışma ekibince.
Ayyıldız da tıpkı selefi Mehmet Aktaş gibi mülki idare mensubu konumuyla atandığı görev sırasında resmi üniforma giymeyen bir yöneticilik örneği sergiliyor.
Teşkilatın kuruluş yıldönümü çerçevesinde hafta başında Anıtkabir'e giden Emniyet Teşkilatı yöneticilerinin lideri Ayyıldız'dı. Polis müdürleri üniformalarıyla gelirken Ayyıldız, sivil elbiseyi tercih etti.
Bu fotoğraflar resmi sosyal medya hesaplarından yayımlanıyor; polis elbisesi giymekten kaçınan bir genel müdürü gören teşkilat mensubunun da üniformasına saygı göstermesini beklemek hayalcilikten öteye gitmez kuşkusuz.
* * *
Son yıllarda, FETÖ tasfiyesi sonrasında boşalan kadrolar için açılan polislik sınavlarındaki siyasi torpil olayları, iktidarın kendi tabanından bile tepki görmeye başladı.
Keza atamalar ve tayinler var. Siyasilerden gelen talepler adeta emir telakki edilerek yerine getirilince uçurumun kenarına doğru hızla giden bir polis teşkilatı görüntüsünü izlemek kaçınılmaz oluyor haliyle.
Bu işler geçmişte yok muydu? Elbette vardı. Ancak bu kadar pervasız ve kör göze parmak sokacak şekilde değildi.
Bırakın yurttaşı, teşkilatın kendi mensupları, görev veya kariyerlerinde olumlu değişim yapabilmek amacıyla siyasilerin peşindeler. Yurttaş ne yapsın?
Bir önceki genel müdür Mehmet Aktaş'ın iktidardan gelen talepler ve memleketi Elazığ'dan gelen hiçbir talebe hayır demediğini söylesem yeridir. Teşkilat mensupları içinde "düşük profil" tanımlaması sıkça yapılan Aktaş, kendi hemşehrisi bir polis müdürünü hak etmediği şekilde terfi ettirmeye ön ayak olunca İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'nın hışmına uğradı. Yerlikaya bir gecede yaptığı görev değişikliği ile Aktaş'ın Emniyet'teki sorumluluğuna son verdi.
Yeri gelmişken hatırlatayım; Yerlikaya'nın onayladığı birinci sınıfa terfi edenler listesinde olmayan polis müdürleri, şimdi idari yargıya gidiyor. Örnek olarak da söz konusu terfiyi örnek veriyorlar.
Misyon ve vizyondaki uzmanlık yani liyakat, kıdem, görev ve sorumluluk için gereken yeterlilik, şeffaflık, insan haklarına saygılı olmak lafta kalmış görünüyor.
Son yıllarda, FETÖ tasfiyesi sonrasında boşalan kadrolar için açılan polislik sınavlarındaki siyasi torpil olayları, iktidarın kendi tabanından bile tepki görmeye başladı.
Keza atamalar ve tayinler var. Siyasilerden gelen talepler adeta emir telakki edilerek yerine getirilince uçurumun kenarına doğru hızla giden bir polis teşkilatı görüntüsünü izlemek kaçınılmaz oluyor haliyle.
Bu işler geçmişte yok muydu? Elbette vardı. Ancak bu kadar pervasız ve kör göze parmak sokacak şekilde değildi.
Bırakın yurttaşı, teşkilatın kendi mensupları, görev veya kariyerlerinde olumlu değişim yapabilmek amacıyla siyasilerin peşindeler. Yurttaş ne yapsın?
Bir önceki genel müdür Mehmet Aktaş'ın iktidardan gelen talepler ve memleketi Elazığ'dan gelen hiçbir talebe hayır demediğini söylesem yeridir. Teşkilat mensupları içinde "düşük profil" tanımlaması sıkça yapılan Aktaş, kendi hemşehrisi bir polis müdürünü hak etmediği şekilde terfi ettirmeye ön ayak olunca İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'nın hışmına uğradı. Yerlikaya bir gecede yaptığı görev değişikliği ile Aktaş'ın Emniyet'teki sorumluluğuna son verdi.
Yeri gelmişken hatırlatayım; Yerlikaya'nın onayladığı birinci sınıfa terfi edenler listesinde olmayan polis müdürleri, şimdi idari yargıya gidiyor. Örnek olarak da söz konusu terfiyi örnek veriyorlar.
Misyon ve vizyondaki uzmanlık yani liyakat, kıdem, görev ve sorumluluk için gereken yeterlilik, şeffaflık, insan haklarına saygılı olmak lafta kalmış görünüyor.
* * *
Her türlü olumsuzluğa rağmen, namusuyla ve şerefiyle görev yapanların üniformalarına taktıkları Polis Arması vardır.
Yıldızdaki her okun bir anlamı vardır. Özellikle sekiz ana okun anlamı; Atatürkçü, Cumhuriyetçi, Tarafsız, Bilgili, Bayrağa saygılı, Ulus sevgisi, Yurt sevgisi ve Üniformaya saygılı şeklinde tanımlanır.
Buraya bir örneğini bırakayım; daha iyi anlaşılması için.
İşte bu sekiz ana unsur içindeki "Atatürkçü ve Cumhuriyetçi" başlıklarında günümüzde sorun olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Büyüteç'in sürekli takipçileri zaman zaman bu konudaki yazıları hatırlayacaktır.
Takip etmeyenlere yönelik ise tabloyu ortaya koymak bakımından şunları söylemek mümkün:
Son yıllarda özellikle AKP iktidarı döneminde, emniyet teşkilatının cemaatlerin ve tarikatların güce kavuştuğu, her türlü aksiyonu gösterdiği, devlet yerine tarikat veya cemaat liderlerinden talimat alanların söz sahibi olduğu kurum haline dönüştüğünü gördük / görüyoruz.
12 Eylül'den sonra başlayan dini grupların kamu idaresine yerleşme ve etkinleşme faaliyetlerinden emniyet teşkilatı da nasibini aldı. Bugün belli başlı ne kadar cemaat ve tarikat varsa, emniyet teşkilatı içinde mutlaka uzantıları mevcut.
Hatta kamu güvenliğini sağlanması çerçevesinde kimi olayların ve süreçlerin yürütülmesi çerçevesinde aktif dini grup ve cemaatlerden referans alındığının örneklerini muhatapları gayet net biliyor.
Atamalar, terfiler, görevlendirmelerin büyük bölümü tarikat ve cemaatlerin referanslarına göre şekilleniyor.
Mesela, bir tarikat ve cemaate karşı yapılan bir uygulamanın karşılığında bir telefonla söz konusu uygulamayı yapan polis müdürü görevden alındı bu ülkede.
Mesela, kısa süre önce Trabzon'daki Fenerbahçe maçında yaşanan olaylarda Fenerbahçe Kulübü Başkanı Ali Koç'un "sorumluluğunun bulunduğunu öne sürdüğü" Trabzon Emniyet Müdürü'nün görevden alınamamasının arkasında da aynı güç var.
Mesela, son dönemde emniyet içindeki kadrolaşma mücadelesinin içinde de tarikat ve cemaatlerin kendi aralarındaki çekişmeler var.
Mesela, teşkilat içinde "ağabey" konumunda ihtiyaç duyulan bir meslek büyüğü / büyükleri yok. Kendilerinin "var olduğunu düşünenler", makam derdine düşmüşler.
Mesela, kripto FETÖ'cü oldukları iddia edilen kimi üst yöneticilerin halen görev başında bulunmalarının ardında da bu tablo var.
Mesela, terfilerde ve atamalarda liyakat ve kıdem yerine cemaat ve tarikatlardan gelen referansların kabul edilmesi sağlıklı sonuçlar verir mi?
Mesela, geçen yıl çıkartılan İl Emniyet Müdürleri kararnamesinde, görevde olan Alevi kökenli emniyet müdürlerinin tamamının merkeze çekilmesini nasıl açıklamak lazım?
Mesela, organize suç örgütleriyle bağlantıları olduğu tespit edilen ve haklarında soruşturma açılan kimi üst düzey polis müdürlerinin arkasındaki siyasi güç nedir?
Mesela, bir önceki dönemde görev yaptıkları gerekçesiyle mevcut Bakan Yerlikaya tarafından görevden alınmak istenilen polis müdürlerine arka duran cemaatin özel mektup yazması normal mi?
Örnekleri artırmak mümkün.
Emniyet Genel Müdürü Erol Ayyıldız, kuruluş yıldönümü çerçevesinde Anıtkabir'i ziyaret etti ve Şeref Defteri'ni imzaladı. Ayyıldız'ın liderliğindeki Anıtkabir ziyareti kurumun resmi internet sitesinde yok! X ve benzeri sosyal medyadan paylaşımlar yapıldı.
Buna karşın, Ayyıldız'ın dini bayram ve kuruluş yıldönümü mesajları aynı mecrada mevcut. Hatta, Cumhurbaşkanlığı'nca verilen iftarın fotoğrafları da olmasına karşın Anıtkabir'den kamuoyuna paylaşım yapılmasına ihtiyaç duyulmamış.
Dolayısıyla Ayyıldız'ın Şeref Defteri'ne ne yazdığını bilemiyoruz. Büyük olasılıkla "Atatürk senin izindeyiz, Cumhuriyet'in bekçisiyiz" benzeri cümleler yer aldı.
350 bin kişilik teşkilatın başındaki yöneticinin Şeref Defteri'ne yazdığını düşündüğümüz bu bağlılık mesajlarına karşın teşkilatın içinde bulunduğu tablonun örtüşmediğini, deyim yerindeyse "sokaktaki insan" biliyor artık.
Her türlü olumsuzluğa rağmen, namusuyla ve şerefiyle görev yapanların üniformalarına taktıkları Polis Arması vardır.
Yıldızdaki her okun bir anlamı vardır. Özellikle sekiz ana okun anlamı; Atatürkçü, Cumhuriyetçi, Tarafsız, Bilgili, Bayrağa saygılı, Ulus sevgisi, Yurt sevgisi ve Üniformaya saygılı şeklinde tanımlanır.
Buraya bir örneğini bırakayım; daha iyi anlaşılması için.
İşte bu sekiz ana unsur içindeki "Atatürkçü ve Cumhuriyetçi" başlıklarında günümüzde sorun olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Büyüteç'in sürekli takipçileri zaman zaman bu konudaki yazıları hatırlayacaktır.
Takip etmeyenlere yönelik ise tabloyu ortaya koymak bakımından şunları söylemek mümkün:
Son yıllarda özellikle AKP iktidarı döneminde, emniyet teşkilatının cemaatlerin ve tarikatların güce kavuştuğu, her türlü aksiyonu gösterdiği, devlet yerine tarikat veya cemaat liderlerinden talimat alanların söz sahibi olduğu kurum haline dönüştüğünü gördük / görüyoruz.
12 Eylül'den sonra başlayan dini grupların kamu idaresine yerleşme ve etkinleşme faaliyetlerinden emniyet teşkilatı da nasibini aldı. Bugün belli başlı ne kadar cemaat ve tarikat varsa, emniyet teşkilatı içinde mutlaka uzantıları mevcut.
Hatta kamu güvenliğini sağlanması çerçevesinde kimi olayların ve süreçlerin yürütülmesi çerçevesinde aktif dini grup ve cemaatlerden referans alındığının örneklerini muhatapları gayet net biliyor.
Atamalar, terfiler, görevlendirmelerin büyük bölümü tarikat ve cemaatlerin referanslarına göre şekilleniyor.
Mesela, bir tarikat ve cemaate karşı yapılan bir uygulamanın karşılığında bir telefonla söz konusu uygulamayı yapan polis müdürü görevden alındı bu ülkede.
Mesela, kısa süre önce Trabzon'daki Fenerbahçe maçında yaşanan olaylarda Fenerbahçe Kulübü Başkanı Ali Koç'un "sorumluluğunun bulunduğunu öne sürdüğü" Trabzon Emniyet Müdürü'nün görevden alınamamasının arkasında da aynı güç var.
Mesela, son dönemde emniyet içindeki kadrolaşma mücadelesinin içinde de tarikat ve cemaatlerin kendi aralarındaki çekişmeler var.
Mesela, teşkilat içinde "ağabey" konumunda ihtiyaç duyulan bir meslek büyüğü / büyükleri yok. Kendilerinin "var olduğunu düşünenler", makam derdine düşmüşler.
Mesela, kripto FETÖ'cü oldukları iddia edilen kimi üst yöneticilerin halen görev başında bulunmalarının ardında da bu tablo var.
Mesela, terfilerde ve atamalarda liyakat ve kıdem yerine cemaat ve tarikatlardan gelen referansların kabul edilmesi sağlıklı sonuçlar verir mi?
Mesela, geçen yıl çıkartılan İl Emniyet Müdürleri kararnamesinde, görevde olan Alevi kökenli emniyet müdürlerinin tamamının merkeze çekilmesini nasıl açıklamak lazım?
Mesela, organize suç örgütleriyle bağlantıları olduğu tespit edilen ve haklarında soruşturma açılan kimi üst düzey polis müdürlerinin arkasındaki siyasi güç nedir?
Mesela, bir önceki dönemde görev yaptıkları gerekçesiyle mevcut Bakan Yerlikaya tarafından görevden alınmak istenilen polis müdürlerine arka duran cemaatin özel mektup yazması normal mi?
Örnekleri artırmak mümkün.
Emniyet Genel Müdürü Erol Ayyıldız, kuruluş yıldönümü çerçevesinde Anıtkabir'i ziyaret etti ve Şeref Defteri'ni imzaladı. Ayyıldız'ın liderliğindeki Anıtkabir ziyareti kurumun resmi internet sitesinde yok! X ve benzeri sosyal medyadan paylaşımlar yapıldı.
Buna karşın, Ayyıldız'ın dini bayram ve kuruluş yıldönümü mesajları aynı mecrada mevcut. Hatta, Cumhurbaşkanlığı'nca verilen iftarın fotoğrafları da olmasına karşın Anıtkabir'den kamuoyuna paylaşım yapılmasına ihtiyaç duyulmamış.
Dolayısıyla Ayyıldız'ın Şeref Defteri'ne ne yazdığını bilemiyoruz. Büyük olasılıkla "Atatürk senin izindeyiz, Cumhuriyet'in bekçisiyiz" benzeri cümleler yer aldı.
350 bin kişilik teşkilatın başındaki yöneticinin Şeref Defteri'ne yazdığını düşündüğümüz bu bağlılık mesajlarına karşın teşkilatın içinde bulunduğu tablonun örtüşmediğini, deyim yerindeyse "sokaktaki insan" biliyor artık.
* * *
Böylesi eleştirlere karşın, hiç iyi bir şey olmuyor mu polis teşkilatında?
Bakan Ali Yerlikaya'nın motivasyonuyla "bir şeyler" yapılıyor. Önceki dönemde suçla mücadele etmesi gereken bir teşkilatın suçla anılan halinin yavaş yavaş değişmeye başladığını söylemek mümkün.
Bakan Yerlikaya daha birkaç gün önce yaptığı bilgilendirmede, sadece çetelerle mücadele kapsamında 1 Haziran 2023 - 4 Nisan 2024 arasında ülke genelinde 14 uluslararası, 38 ulusal, 69 bölgesel ve 303 yerel olmak üzere tam 424 organize suç örgütünün çökertildiğini duyurdu.
Bu çeteler, bir günde, bir haftada, bir ayda, bir yılda oluşmadı elbette!
Süleyman Soylu'dan koltuğu devralan Yerlikaya'nın "çalışmaya yönelik baskıcı yönetim yaklaşımı" mevcut tablonun yaratılmasında önemli.
Diyelim ki Yerlikaya gitti, ne olacak? Emniyet teşkilatının sistematiği var mı? Yoksa eskiye mi dönülecek tekrar?
Misyon ve vizyondaki mesajlar nasıl gerçekleşecek?
/././
Böylesi eleştirlere karşın, hiç iyi bir şey olmuyor mu polis teşkilatında?
Bakan Ali Yerlikaya'nın motivasyonuyla "bir şeyler" yapılıyor. Önceki dönemde suçla mücadele etmesi gereken bir teşkilatın suçla anılan halinin yavaş yavaş değişmeye başladığını söylemek mümkün.
Bakan Yerlikaya daha birkaç gün önce yaptığı bilgilendirmede, sadece çetelerle mücadele kapsamında 1 Haziran 2023 - 4 Nisan 2024 arasında ülke genelinde 14 uluslararası, 38 ulusal, 69 bölgesel ve 303 yerel olmak üzere tam 424 organize suç örgütünün çökertildiğini duyurdu.
Bu çeteler, bir günde, bir haftada, bir ayda, bir yılda oluşmadı elbette!
Süleyman Soylu'dan koltuğu devralan Yerlikaya'nın "çalışmaya yönelik baskıcı yönetim yaklaşımı" mevcut tablonun yaratılmasında önemli.
Diyelim ki Yerlikaya gitti, ne olacak? Emniyet teşkilatının sistematiği var mı? Yoksa eskiye mi dönülecek tekrar?
Misyon ve vizyondaki mesajlar nasıl gerçekleşecek?
/././
30 yıl sonra Beyoğlu: Yeni başkan, yazarlar ve sanatçılar anlatıyor (Aslı ATASOY)
"Beyoğlu artık bitti" denildiği zamanlarda bile hakkında konuşulması bitmediğini gösterirken soruyoruz: Cihangir varken Beyoğlu hiç biter mi?
Fotoğraf: Ara Güler
Çok eski zamanlarda içinde derelerin aktığı, üzerinde poyrazların estiği platosuyla bir vadi olan Beyoğlu 16. yüzyıla uzanan tarihiyle simgesel bir yer. İlk çağlara dayanan geçmişinde Sykai (incir), Galata (süt) ve Pera (öte, karşı yaka) isimlerini taşır. Evliya Çelebi'nin anlatılarında bağlarla çevrili, gönül açıcı ferah köylerin olduğu bu yer, İstanbul'un Fethi'nden sonra Beyoğlu adıyla anılır.
Kilise, sinagog ya da camii
Beyoğlu içindeki mücevher zarafetindeki binaları, muhtelif inançların kutsal mekanları, kültür odakları ve sakinleri ile göz alıcıdır. Taksim Meydanı'ndan Tünel'e uzanan, tarihte Cadde-i Kebir ya da Grand Rue de Pera olarak adlandırılmış İstiklal Caddesi ile Galata'dan aşağılara doğru inen muhiti hep gözdedir.Beyoğlu, ilklerin de ev sahibidir. Araştırmalar tersane, tramvay, tiyatro, sinema ve hatta iddiaya göre yapılan ilk camiinin onun bağrından çıktığını söylüyor. İstanbul'un simgesi haline gelmesi bu yüzdendir.
Fotoğraf: Ara Güler
Sağda geçen 30 yıl
Türkiye'nin en havalı yeridir Beyoğlu. En ünlü caddesi İstiklal günün her saati hiç yorulmadan misafirlerini ağırlar. İsteyenlere aşk, eğlence isteyenlere filmlere konu olacak türden maceralar yaşatır. Aradığınız her ne ise fazlasını bulacağınızı garanti eden tek yerdir. Bulmanız için tek koşul aramanızdır. Aksi halde sizinle ilgilenmez ve en fazla Meydan'da bir ıslak hamburger yedirip geldiğiniz yere gönderir. Bu haliyle övgüye değerdir ve geçip giden uygarlıklar İstanbul'a, İstanbul ise Beyoğlu'na meftundur.
İktidarlar güce meraklıdır, güçlerini gösterebilecekleri gözde mekanları çok önemser. Bu nedenle Beyoğlu her dönem siyasi iklimin net şekilde hissedildiği yerlerin başında gelir. İçindeki 45 mahalle ile son otuz yılını sağcı partilerin yönetiminde geçiren Beyoğlu, 2004 yılından bu seçime dek AKP iktidarının belediyecilik anlayışına uygun olarak yönetildi. Başlarda belli edilmese bile değişim zamanla zorunlu kılındı. Farklı bir Beyoğlu inşasına niyetlenildi ama son sözü Beyoğlu'nun söyleyeceği hesaba katılmadı.
Gezi'den önce
Beyoğlu'ndaki dönüşüm için aslında Gezi Direnişi öncesine bakmak zorunlu. Taksim Meydanı'nda 2009 yılında kutlanan 1 Mayıs'ta değişim için net adımlar atıldı. 30 yılın ardından ilk kez yapılan 1 Mayıs'a polis, eylemcilere gaz bombaları atarak ve coplayarak katıldı. Onca yıl sonra daha eşit bir dünya özlemi için alana çıkanlar Cihangir'den Harbiye'ye pek çok yerde göz altına alındı. Türkiye soluna bir mesaj verilmeye çalışıldı. Ardından 2010 yılı 1 Mayıs ve "İnternetime Dokunma" yürüyüşleri (2011) olaysız ama gerilimli protestolara dönüştü.
Kalk oradan!
Bu süreçte Beyoğlu Belediyesi değişim için kendi formülünü buldu. Yıllardır ruhsat ve vergi gibi konularda özellikle alkol satan işletmelere sürekli yaptırım uygulayan Belediye, zabıta aracılığıyla 2011 yılında mekanların önündeki masa ve sandalyelere ceza keserek bu işi hızlandırmaya karar verdi. Tepkiler çığ gibi büyüdü.
Beyoğlu'nda masa ve sandalyele yasakları protestolarından
İlerleyen günlerde yapılan "Sokak Hayvanları" (2012) yürüyüşü yüksek katılımı ile ses getirdi. LGBTİ+'nin 2003 yılında 15-20 kişi ile başladığı yürüyüş 2010'lara gelindiğinde binlerce kişinin katıldığı eyleme dönüşmüştü. Elbette İstiklal'de yapılan tüm bu eylemler, iktidarın asabını fena halde bozdu. Uygulanan şiddet aslında bu asap bozukluğunun da bir tepkisiydi. Ancak Newton'un kulaklarını çınlatırcasına Etki Tepki Yasası devreye girdi ve Gezi Parkı eylemlerinde başkalarının da asabının bozulduğu anlaşılmış oldu.
Gezi protestoları sırasında İstiklal Caddesi
Gezi Parkı olayları Beyoğlu'nda yapılan en büyük sivil itaatsizlik eylemi olarak tarihe geçti.
Gezi protestoları sırasında İstiklal Caddesi
Hemen sonrasında olan 15 Temmuz ise neredeyse tüm toplumsal muhalefetin önünü kesti. Yürüyüşlerin sürekli gerçekleştiği İstiklal Caddesi son 10 yıldır sadece yayaların gezdiği bir yere dönüştü. Cadde ve Taksim Meydanı çevre düzenlemeleri ile kimliğini yitirirken son yıllarda defalarca döşenen taşların yapıldıktan birkaç gün sonra yerinden oynamaya başlaması reva görülen kalitesizliğin de adeta kültürel simgesi oldu.
Müdavimler gitti
Evet, Gezi sonrasında mekanlara uygulanan yaptırımlar Beyoğlu müdavimlerini uzaklaştırmaya yetti. İstenen olmuştu. Kimse sürekli gaz atılan ya da oturduğu masanın altından alındığı bir ortamda eğlenmeyi tercih etmedi. Beyoğlu kültürel anlamda pek çok mekanını zamanla kaybetti. Babylon, Jazz Cafe, Hayal Kahvesi, Refik Meyhanesi, Merih Meyhanesi, Maksim Gazinosu, Denizler Kitabevi, Robinson Crusoe, SinePop, Emek ve Alkazar artık hayal meyal anılarımızda. Listeyi uzatmak da mümkün. Bu esnada yeni yerler keşfedildi ve Beşiktaş ile Kadıköy sığınak görevi gördü.
Geldiler ve gitmediler
Beyoğlu yine de eğlence merkezi olma özelliğini yitirmedi. Yerli ziyaretçiler bölgeyi yavaş yavaş terk ederken Orta Doğu coğrafyasının sakinleri Beyoğlu'na coşkuyla geldiler ve gelmeye devam ediyorlar. Terk etmeyi de hiç düşünmediler. Öyle ki Taksim'de 13 Kasım 2022'de gerçekleşen bombalı saldırının ertesi günü İstiklal Caddesi'nde onlar vardı. Geçen sene gerçekleşen depremden sonra tüm Batılılar koşarcasına kaçarken onlar Beyoğlu'ndaydı. Buradan Beyoğlu esnafı ve elbette Vergi Dairesi adına onlara kocaman bir teşekkür yollamak boynumuzun borcu.
Beyoğlu biter mi?
Herkes Beyoğlu'nun değiştiğini söylüyor. Çünkü İstiklal Caddesi, mekanlarındaki müzikler ve tabelalarındaki fontlarla yüzünü yavaş yavaş Doğu'ya döndü. Son 10 yıldır gelen İran, Lübnan, Suriye, Irak, Mısır ve Cezayir vatandaşları özellikle Beyoğlu'nun kısmen başka bir yer yaptı. Kendi ihtiyaç ve zevklerini karşılayan, kendi dillerini konuşan yerleri yarattılar.
İstiklal Caddesi kent ve ülke belleğinin en önemli yerlerinden. Circle D'Orient'ten 6. Filo eylemlerine, Cumartesi Anneleri'nden Feminist Gece Yürüyüşü'ne uzanan tarihi ile bizlere çok şey anlatıyor. "Beyoğlu artık bitti" denildiği zamanlarda bile hakkında konuşulması bitmediğini gösterirken soruyoruz: Cihangir varken Beyoğlu hiç biter mi?
Feminist Gece Yürüyüşü (2018)
Gidenler döner mi?
Son yerel seçimlerde CHP'li İnan Güney'in Beyoğlu Belediye Başkanı olması ile yeni bir dönemin başladığına kesin gözüyle bakılıyor. Artık zabıtanın eğlence mekanlarını zorlu kurallarla bezdirmeyeceği, son beş senedir hayata kazandırılan kültürel miras simgelerinin artarak çoğalacağı ve çevre düzenlemeleri ile zevkli bir dönemin başlayacağı umutlar arasında. Sinemaların, tiyatroların, eğlence mekanlarının müdavimleri ile geri dönmesi için gün sayılıyor.
İşte bu eksende kişisel tarihlerinde önemli bir yer tutan Beyoğlu'nu Ahmet Ümit, İnan Güney, Murat Germen, Su Yücel, Cem Selcen, Uğur Yücel ve Tuğrul Eryılmaz ile konuştuk.
/././
Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney: Kaybettiklerimizin telafisi için çalışacağım (Aslı Atasoy)
İstiklal Caddesi yine koşa koşa keyifle gittiğimiz, anı biriktirdiğimiz bir yer olacak
Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney
CHP'nin adayı olarak seçime giren İnan Güney, Beyoğlu'nun 25. Belediye Başkanı olarak adını siyaset tarihine yazdırdı. Bu işin zorlu kısmı olarak Güney'in başarı hanesinde yer alacak. Ancak gerçek başarının Beyoğlu'na kattıkları üzerinden değerlendirileceği aşikar. İnan Güney'in, genç, dinamik ve halkın içinde bir belediye başkanı olarak oturduğu koltukta işinin çok kolay olmadığı ortada. Güney ve yapacakları ile ilgili merak edilen çok şey var. Yeni Başkan'a Örnektepe'den Meşrutiyet Caddesi'ne uzanan serüveninde sıcağı sıcağına sorularımızı yönelttik.
- "Beyoğlu bizim anılarımız, hayallerimiz, umutlarımız ve evimiz" diyorsunuz. Buradan başlayalım, Beyoğlu kişisel tarihinizde nasıl bir anlam taşıyor?
Beyoğlu doğduğum, büyüdüğüm, kendimi bulduğum, kimliğimi, dünya görüşümü oluşturan bir yer. Burada okudum, eşimle burada tanıştım. Siyasete burada başladım. Hayatımın her bir köşesinde Beyoğlu var.
- İnan Güney'in ilk gençlik yıllarında İstiklal Caddesi nerede duruyor?
Gençliği İstanbul'da geçmiş hemen herkesin bir anısı vardır herhalde İstanbul'da. Bizim daha fazla tabii. Kabataş Erkek Lisesi'nde okurken İstiklal Caddesi'ni yürür, okula giderim. Verdiği o özgürlük hissi, rahatlık hoşuma giderdi. Üniversiteyi Bursa'da okudum ben. Dört sene boyunca İstanbul'a geldiğimde ilk adresim yine İstiklal Caddesi olurdu. İstiklal'e geldiğimde anlardım İstanbul'da olduğumu. Sanırım en fazla geldiğim, adım adım gezdiğim yer. Bütün mekanlarına gitmişliğim vardır. Çok değişti tabii artık. Hâlâ çok seviyorum, hâlâ kendimi burada mutlu ve özgür hissediyorum.
- "İstiklal Caddesi hak ettiği değeri kazanacak" diyorsunuz. Bunu anlatmanızı rica etsek…
İstiklal Caddesi hafıza mekanlarıyla, kültür sanat alanlarıyla, kafeleriyle güzel, canlı, dopdolu bir yerdi. Bir gün yetmezdi İstiklal'de. Çok kan kaybetti, hafıza mekanları birer birer kaybedildi, kimliksizleştirildi, esnafı mutsuz. Seçim çalışmaları sırasında "Artık İstiklal Caddesi'ne gitmiyorum, ayaklarım gitmiyor" lafını o kadar duydum ki… Bu çok acı bir şey. Dünyanın gözbebeği olması gereken bir yere insanlar artık işi düşmediği sürece gelmek istemiyor. Beşiktaş'a, Kadıköy'e gidiyor. Arkadaşlarıyla başka yerlerde buluşuyor. Kültür sanat ihtiyacını karşılayan yeni odak noktaları oluştu. Şimdi en büyük projelerimden birisi Beyoğlu'na eski kimliğini yeniden kazandırmak. Yeniden odak noktası haline getirmek. Yeniden insanların büyük bir keyifle, merakla geldiği bir yer haline getirmek. Ona vermemiz gereken özen ve önem budur. O nedenle hak ettiği değeri yeniden kazanacak diyorum. Hepimizin kişisel tarihinde, bu ülkenin tarihinde çok önemli bir yer tutuyor.
"İstiklal Caddesi, dünyanın kalbi"
- Beyoğlu'nun 45 mahallesini çok iyi biliyorsunuz. Simgesi olan İstiklal Caddesi, Galata çevresi ve Taksim Meydanı için neler söylersiniz?
Bütün hayatım Beyoğlu'nda geçtiği için her mahallesini bilirim. Her mahallenin sorununu, hangi hemşehri grubu yaşıyor, ne istiyor, neye ihtiyacı var bilirim. Beyoğlu'nda yaşayanlar ile Beyoğlu'na gelip ziyaret edenlerin bakış açısı biraz farklı. Yerli olsun yabancı olsun fark etmez; turistler Beyoğlu'nda İstiklal Caddesi'ni, Galata Kulesi'ni, Taksim Meydanı'nı ziyaret eder. Bizim dünyaya açılan kapımızdır buralar. Tarihiyle, kültürüyle, yeme-içme mekanlarıyla, kültür sanat mekanlarıyla özgün ve biriciktir. Hayatım Beyoğlu olduğu için midir bilmiyorum ama bana İstiklal Caddesi dünyanın kalbi gibi gelir.
- Murat Germen'in bir umut simgesi olan ikonik İstiklal Caddesi fotoğrafında yer alan ağaçların artık olmayışı yitip giden güzel günlerin kısacası kaybettiklerimizin de simgesi olarak yorumlanıyor. Buna katılır mısınız?
En çok gelen soru ve yorumlardan biri. İstiklal Caddesi'nin ağaçlı hâli, kar altındaki hâli. Orada hem kendi gençliğimize hem de şehrin eski haline özlem var. Kaybettiklerimiz Beyoğlu'ndaki değerler kadar, gençliğimiz de. Beyoğlu'ndaki güzel anılarımızı hatırlıyoruz, o günlerimize özlem duyuyoruz.
Fotoğraf: Murat Germen
- 90'lı yıllar özlemi için neler söylersiniz?
90'lar benim de özlem duyduğum bir dönem. Gençliğim, yaşama tutunma çabam, okul hayatım, hayallerim, hedeflerim geliyor aklıma. Arkadaşlarımla geçirdiğim güzel vakitler, bir kentin parçası olma ve buraya ait olma duygusu geliyor.
- O fotoğrafı alıp Beyoğlu Belediyesi'nde görünen bir yere koyma fikriniz var mı?
Aklıma gelmedi açıkçası ama neden olmasın. Beyoğlu'nun farklı dönemlerini, -iyisiyle kötüsüyle- gösteren bir galeri yapabiliriz Beyoğlu Belediyesi'nde.
"Ortak akılla çözeceğiz"
- Eğlence mekan sahipleri ruhsat, dışarı masa koyma vb. konularında çok sıkıntılı bir 20 yılı geride bıraktı. Özellikle onlar için bir mesajınız var mı?
Seçim çalışmaları sırasında çok sayıda esnafla bir araya geldik. İstiklal Caddesi esnafıyla toplantılar düzenledik. Sorunlarını biliyorum. Hiç kolay süreçlerden geçmediler, halen de kolay değil. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir yasak uyduruldu, masa sandalye yasağı. Ardından sigara yasağı geldi ki bu yasağa karşı değilim. Ardından pandemi geldi. Yüksek kiralar, 10 yıldan uzun süredir kiracı olanların çıkartılması, ruhsat sıkıntıları... Esnafın yükü ağır. Müşteri profili değişmeye başlayınca mekanlar da değişmeye başladı. Beyoğlu yavaş yavaş kimliğini kaybetmeye doğru ilerledi. Şimdi adım adım bu gidişatı düzelteceğiz. Burada vatandaşın da hakkını gözeteceğiz, esnafın da. Bunu nasıl yapacağız, ortak akılla. Esnaf masa sandalye işgaliyesinde vatandaşın rahatça yürüme hakkını gözetecek, yaşam koridoru açılmasının önüne geçmeyecek, biz de belediye olarak onların önüne engel çıkaran değil, işlerini kolaylaştıran, sorunlarını çözen bir kurum olacağız.
Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney
"Muhafazakârlık dendiğinde, kentimizi korumayı algılıyoruz"
- Geride bıraktığımız 20 yılı, muhafazakârlaşma diye de tanımlanan dönemin getirdiği değişimleri nasıl yorumlarsınız?
Kendisini muhafazakâr olarak tanımlayan vatandaşlarımıza haksızlık etmiş oluruz. Muhafazakârlaşma yerine kültürsüzleşme diyebiliriz bu yaşadığımız döneme. Biz muhafazakârlık dendiğinde, kentimizi koruma, kenti muhafaza etmek, kentsel alandaki ihtiyaçları gözetmek olarak algılıyoruz. Ekrem Başkan bunu "kente muhafızlık etmek" olarak defalarca kez çok güzel anlatmıştı. Biz karşımızdaki tabloyu daha farklı değerlendiriyoruz, bu tabloda ticaret kenti biçimlendiriyor. Daha önce, gelen turist, Beyoğlu'nun kentsel dokusunu, tarihini ve yapılarını görmek için uğrarken, son zamanlarda birdenbire gelen turiste göre Beyoğlu'nun bütün kentsel dokusunu değiştirilmesi yönünde bir sürece tanık olduk. Bu doğru bir yaklaşım değil, çünkü buraya gelen herkes buranın özgünlüğü, orijinaliteyi deneyimlemek için geliyor aslında. Gelen kişiye göre sürekli olarak kentsel dokuyu değiştirmeye çalışmak aslında kendine olan güvensizliğin de en önemli ifadesi. Bizim açımızdan bunun bir muhafazakârlaşmadan daha çok, ticarileşme odaklı yanlış bir yönetim süreci olarak değerlendiriyorum. Beyoğlu çok kültürlü kimliği bilinen, dünyada marka olmuş bir kent. Onu tek bir bakış açısının baskısı altına sokamayız. Biz kendi özgün, çoklu kimliğimizle güzeliz ve güçlüyüz. Osmanlı'dan çok daha önceden aldığımız ve Cumhuriyetle geliştirdiğimiz özgünlüğümüz bizim gücümüz. Tatlıcı ve nargileci dayatmasıyla Beyoğlu kimliğine sahip çıkamayız. Beyoğlu'na gastronomi turizmi için gelen de var, kültür sanat için de Mevlevihane'ye, kiliselerimize inanç turizmi için gelen de var mekanlarında eğlenmeye gelen de. Herkesin kendi için bir şeyler bulabildiği bir yer burası. Çok kültürlü, çok sesli kimliğimizi yeniden kazanmamız gerekiyor.
- Siz Beyoğlu'nu hiç terk etmeyenlerdensiniz. O güzel günler ve giden insanlar gelecek mi? Yanıtınızın evet olduğunu bildiğim için soruyorum. Nasıl?
Seçim sonuçlarının açıklanmasından bu yana bile atmosfer değişti, insanların yüzü gülüyor, insanlar umutla dolu. Evet bazı hafıza mekanlarımızı kaybettik, insanlar taşındı, taşınıyor. Beyoğlu diğer ilçelerle kıyasladığınızda nüfusu azalan bir ilçe. Yüksek kiralar ve yaşam zorluğu nedeniyle insanlar taşınıyor. Ama biz uygulayacağımız politikalarla bu kan kaybını durdurabiliriz. Özellikle Beyoğlu'nun kimliği ile özdeşleşmiş, Beyoğlu'nu Beyoğlu yapan mekanların sahipleriyle buluşmak, onlar için neler yapabiliriz bunları masaya yatırmak istiyorum. Her şeyi eski yerine koyamayabiliriz ama kaybettiklerimizin telafisini sağlamak için uğraşacağım.
- Özellikle İstiklal Caddesi bundan sonra neyi simgeleyecek?
İstiklal Caddesi aynı geçmişte olduğu gibi özgürlüğün, çok sesliliğin, çok kültürlülüğün simgesi olacak. Yine bizim koşa koşa keyifle gittiğimiz, anı biriktirdiğimiz bir yer olacak.
"Geri dönmesi" beklenen Beyoğlu'nda seçim sonrası ilk hafta; "İnsanların Beyoğlu’na çıkası geldi" (Gözde Yel)
90'lı yıllarla birlikte, sadece İstanbul'un değil, Türkiye'nin gece hayatı deyince akla gelen ilk yer olan Taksim, Gezi eylemleri sonrası kabuk değiştirdi. İstiklal Caddesi ve Taksim, bir dönem kendisini oraya ait hissedenlerin, İstanbul'da hangi üniversitede okursa okusun, yolu mutlaka oradan geçenlerin, gençlerin, sevgililerin, dostlukların, arkadaşlıkların merkezi halinden hızlı bir dönüşüme uğradı.
Mart 2016'da düzenlenen canlı bomba saldırısı ile yüz yıllık pastaneler, kitapevleri, canlı müzik mekânları bir bir kapandı, ünlü markalar başka adresleri mesken tuttu. Neredeyse özgürlük simgesi haline gelen İstiklal Caddesi bugün bambaşka bir yere dönüştü. Kimileri ruhunu kaybettiği konusunda hemfikir, kimileri de "Biz gitmedik, hep buradaydık" diyor. Ancak bir gerçek var ki, İstiklal Caddesi ve Beyoğlu, bugün artık başka bir yer haline geldi.
Bu sebeple 31 Mart yerel seçimlerinden beklenmedik şekilde birinci parti olarak çıkan CHP’nin başarısının domine ettiği Twitter’da öne çıkan paylaşımlardan biri de Beyoğlu ilçesiyle ile ilgiliydi: “Make, Beyoğlu great again!”
Son olarak eski ABD Başkanı Donald Trump’ın kampanyalarında kullandığı sloganın bu versiyonu ile, tarihinde ilk kez Beyoğlu yönetimini kazanan CHP’nin başkanı İnan Güney’den Beyoğlu’nu yeniden “mükemmel” yapması bekleniyordu. Kendisi de görmezden gelmeyerek, altı milyon kişiye ulaşan bu tweet’e “Hep birlikte” yanıtını vermeyi ihmal etmedi elbette. Zira, seküler gece hayatının öne çıkan bölgesiyken AKP’nin elinde yaşadığı kültürel dönüşümle “eski tadı kalmayan” Beyoğlu’nun, özellikle Asmalı Mescit, Galata, İstiklal Caddesi ve Nevizade’nin anlamı büyüktü.
Önce 2011’de dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın rahatsızlığı sebebiyle sokaklardaki masaların toplatıldığı, ardından 2013’teki Gezi eylemleri sonrası eskiye göre “tenhalaşan” Beyoğlu’nda esnafın peş peşe kutlama indirimi yapması da bunu doğrular nitelikteydi.
Altı boş gerekçelerle ülke genelindeki festivalleri iptal etmekten geri durmayan iktidarın elinden alınan Beyoğlu’nda muhalif seçmen, geri dönmesini umduğu “cıvıl cıvıl” gece hayatının provalarına, seçim kutlaması için düzenlenen sokak partisiyle Asmalı Mescit’te, seçimlerden iki gün sonra (2 Nisan) başladı.
Salı günü olmasına rağmen partinin düzenlendiği Asmalı Mescit Şehbender Sokak’tan taşan bir kalabalık vardı. 31 Mart’ta Saraçhane’deki kutlamadan farklı olarak daha çok gençlerden oluşsa da duygu aynıydı: Rahatlamışlık ve coşku.
Bin kişiden fazla olduğu rahatlıkla söylenebilecek kabalık, saatlerce şarkılar söyleyerek dans etti. Birbirini tanımayan ama ortak bir duyguda birleşen insanlar, Galatasaray’ın yıldızı Icardi ile özdeşleşen şarkıyı Beyoğlu için söylerken kadehlerini tokuşturuyordu: “Gel bir sarayım, aşkın olayım.”
Partiye gelenlerden bazılarıyla konuştuğumda Beyoğlu’na artık pek uğramadıklarından bahsettiler; sevdikleri meyhanelerin, barların kapandığından, Beyoğlu kitlesinin değiştiğinden ve mecburen ayaklarını çektiklerinden… Bazıları ise biraz övünerek biraz da aidiyet hissinin verdiği duygusallıkla Beyoğlu’nu hiç bırakmadıklarından, evet eski tadı olmasa bile yerinin ayrı olduğundan bahsetti: “Biz Beyoğlu’ndan hiç gitmedik, hep buradaydık.”
Hepimizin en az bir kez duyduğu, dilden düşmeyen “eski Beyoğlu”nu sorduğumda ise dünyaca ünlü grupların konsere geldiği, kültür-sanat etkinliklerinin çeşitliliği konusunda insanları kararsız bırakan o Beyoğlu’nun tam olarak geri dönmeyeceğini düşünenler az değildi. Çoğunluk, “5 yıl önceye, eğlence kültürünü doyasıya yaşadığımız, kitlenin daha kaliteli olduğu zamana dönse yeter” diyordu ve bunun olacağına inanıyorlardı.
Akşam boyunca ağırlıklı olarak Mor ve Ötesi, Duman ve Tarkan’ın eski şarkıları eşliğinde, en ufak bir taşkınlığın bile yaşanmadığı partide doyasıya eğlenen kalabalık, gece yarısına doğru müziğin kapanmasıyla, biraz bitap düşmüş bir şekilde Asmalı’dan ayrılmaya başlamıştı.
“Yerel yönetimin daha çok yanımızda olmasını bekliyoruz”
Evet, özellikle hafta sonları Beyoğlu’nun kalabalık olmadığını kimse söyleyemez ama bayram tatili için şehirden ‘kaçan’ İstanbulluya rağmen bu cuma ve cumartesi günü her zamankinden fazla bir kalabalık vardı.
Genelde iyi kötü yer bulunabilen, Mis Sokak-Pera arasındaki eğlence mekânlarının doluluğu da bunu kanıtlıyordu.
Asmalı’da meyhane işleten orta yaşlı bir esnafa, masalardaki ihtiyaçları kontrol ettiği sırada kalabalığı sorduğumda, “Hemen cafcaflı günlere dönmez tabii ama insanların seçim sonrası Beyoğlu’na çıkası gelmiş” yorumunu yaptı hemen. Lafı uzatması ve heyecanlı ses tonu, şimdiden beklentiye girdiğini gösteriyordu:
“Eskiden mekânlar arası çok güzel rekabet ederdik, bu da kaliteyi artırırdı. Müşteriyle daha sıcak iletişim vardı, yine var ama müdavim kültürü daha başkaydı. Şimdi beklentimiz, belediyenin esnafın daha çok yanında olması, karar alırken işin içine bizi de sokması, gelip bizi dinlemesi... İşgaliye konusuna, dışarıya atılan masa konusuna, ruhsat konusuna eğilirlerse esnafın da yüzü güler müşterinin de. Beyoğlu kazanırsa İstanbul da kazanır, devlet de kazanır. Bu bir süreç tabii ama ne yalan söyleyelim biz umutluyuz.”
Pera’da bir 'after' mekânının dışında keyifli ve biraz yorgun şekilde sıra bekleyen, 30'larının başlarında olduğu anlaşılan kadına ise Beyoğlu’nun değişimini sorunca yakınsa da kapıyı açık bıraktı:
“Çok Orta Doğu turisti odaklı bir yer hâline geldi burası. Adım başı parfümcü, adım başı nargile kafe… İstiklâl’de yürürken burnuma parfüm dayansın istemiyorum mesela. Sevdiğimiz meyhanelerin çoğu da kapandı, sadece lezzetli yemek için bile kalkıp gelirdik buraya. Artık 1-2 mekân kaldı gittiğimiz... Kısacası yerel halka hitap etmemeye başladı Beyoğlu. Ama giden esnaf geri gelirse, vasatlaşan kalite iyileşirse seve seve daha sık geliriz.”
Yakın olduğunuz ama görüşemediğiniz arkadaşınızla yıllar sonra hiç kopmamış gibi kaldığınız yerden devam edersiniz ya, bu hafta Beyoğlu’nda böyle bir buluşma vardı sanki. İyileşmesi umulan 'Beyoğlu ruhuyla' hasret giderme telaşı, erken başlamıştı.
/././
"Giden esnaf şimdiden Beyoğlu'na dönmek istiyor" (Gözde Yel)
Beyoğlu Esnaf ve Eğlence Yerleri Derneği Başkanı, Beyoğlu'ndaki dönüşümü anlattı: Gezi'de esnaf olarak iyi sınav verdik ama halk bizi terk etti, onlar gelmedikleri için Orta Doğulu turistler geliyor...
Geçmişte çok kültürlülüğün, özgürlüğün simgesi olan, eğlencenin, sanatın merkezi olarak anılan ancak birtakım yasaklar ve Gezi eylemlerinin ardından kabuk değiştiren Taksim'in bağlı olduğu Beyoğlu ilçesini ilk kez CHP'nin kazanması, İstanbullularda bir heyecan dalgası yarattı. "Beyoğlu'na geri dönüyoruz" ve "Beyoğlu, eski günlerine dönüyor" cümlelerini seçimlerin ardından sıkça duymaya başlasak da karşılık olarak "Biz hep buradaydık, hiçbir yere gitmedik" diyenler de az değildi.
Seçim döneminde de sonrasında da seçmenin "Beyoğlu'nun çocuğu" olarak tanımladığı İnan Güney'in belediye başkanlığı koltuğuna oturması, bugün kimliksizleştiğini söyleyebileceğimiz ilçenin en önemli bileşenlerinden olan esnafta da hareketliliğe neden oldu. Öyle ki, Gezi eylemleri sonrası Beyoğlu'nu terk ederek Kadıköy'e, Beşiktaş'a giden esnafın bir bölümünde geri dönme telaşı şimdiden başladı.
Peki, Beyoğlu'nun gerçekten "cıvıl cıvıl" günlerine geri dönmesini beklemek hayalperestlik mi? Esnaf, İstiklâl'in, Nevizade'nin, Galata'nın kabuk değiştirme süreci hakkında ne düşünüyor, öngörüleri ve beklentileri neler?
Yerel yönetimin değişmesiyle birlikte “Beyoğlu eskiye dönüyor” heyecanı başladı. Genç kuşak için betimleyebilir misiniz, ne demek isteniyor bu “eski Beyoğlu” ile, nereye gitmişti Beyoğlu?
‘Eski Beyoğlu’ lâfını ben pek doğru bulmuyorum, Beyoğlu Beyoğlu’dur. Ama eskiden kaliteli daha fazla mekân vardı. Mesela Kemancı… Kemancı’dan, Teomanlar, Şebnem Ferahlar, Özlem Tekinler çıktı. Büyük konserler olurdu. Metallica stada konsere gelmişti, sonra Kemancı’ya çıkmışlardı mesela.
Genele vurursak gelen kitle de daha kültürlüydü; nasıl davranacağını, nasıl tüketeceğini bilen bir kitleydi. ‘Beyoğlu’na çıkma’ diye bir şey vardı eskiden... İnsanlar giyimine kuşamına dikkat ederek eğlenmeye, yemeye içmeye gelirdi.
Avrupalı turistler de daha çok gelirdi. Haliyle esnaf da ona göre bir profil düzenliyordu, ancak son yıllarda bir Arap furyası başladı. Esnaf da kendisini, gelen profile göre dizayn etti.
"Buraya gelen turistlerin 3’te 2’si nargile içiyor"
Yani mekânlarda yaşanan dönüşümler, nargilecilerin, tatlıcıların bu kadar fazla olması, gelen profilin talebi doğrultusunda şekillendi diyorsunuz.
Evet, her yer nargileci diyebilirsiniz ama talep var buna. Buraya gelen turistlerin 3’te 2’si nargile içiyor. Talebi karşılamazsan olmaz ama tabii sınırında olmalı bu, abartmamak lazım, limit koymak lazım.
Esnaf kendisini değiştirmek zorunda kaldı. Personel sigortaları, yüksek kiralar, bunlar hep işletmeciye dokunan konular. Dolayısıyla giderleri ödemek, para kazanmak için dönüşüm geçiriyor esnaf da. Ortalama 250-300 bin lira kira ödüyoruz biz. Nereye kadar böyle gidecek, nasıl ödenecek diğer türlü? Yoksa İstiklal Caddesi’nin vizyonu parfümcü, tatlıcı değil.
“Limit koymak lazım” derken ruhsat veren belediyeyi kastediyorsunuz sanırım?
Tabii yerel yönetim bütün bunlar olurken Beyoğlu’nun kültürel dokusunu düşünerek ‘belge vermiyorum’ diyebilirdi. İhtiyaç nedir, Beyoğlu’nun kafeye mi, bara mı neye ihtiyacı var diye bakılıp ona göre ruhsat verilebilirdi. Beyoğlu’nun her tarafı bar, kafe, gece kulübü olsun da demiyoruz, olmasın. Bir sokağa girince sokak kültürü olması lazım; Beyoğlu, sokaktır. Manavı, berberi, kafesi, meyhanesi orada olacak. ‘Manavı kapatalım kafe-bar açalım’ düşüncesiyle kaybederiz.
"Lebon'un olduğu yerden parfümcü olan bir İstiklâl'e evrildi"
İnci Pastanesi’nin, Lebon’un olduğu bir yerden; parfümcü, tatlıcıdan oluşan bir İstiklâl Caddesi’ne evrildi. Vermesinler o kadar belge... Eğlence mekânı işletenlere ‘okul ve caminin 100 metre yakınında olamaz’ diye şart koşuyorlar, diğerlerine de benzer şartlar koşulabilirdi.
Bunun dışında mal sahiplerine de görev düşüyordu. Ressam atölyesinden aldığı kira 5 bin lira ise, bara verdiğinde aldığı kira 20 bin lira oldu ve bu mantıkla gittiler. Mal sahipleri de Beyoğlu’nun kültürel dokusunu düşünmeden hareket etti.
“Gezi’de esnaf iyi bir sınav verdi ama insanlar bizi terk etti”
Beyoğlu’nun kabuk değiştirme süreci nasıl ilerledi, neler yaşandı?
Aslında pek çok dönüm noktası var. Sigara yasağıyla birlikte dışarıya atılan masa-sandalyelerin önemi arttı. Sonra 2011’de yaşanan olay üzerine* sadece Asmalı Mescit olarak lanse edilse de bütün Beyoğlu’nda masa sandalyeler kaldırıldı, alkolde fahiş fiyatlar vs. derken böyle ilerledi süreç.
Ancak asıl 2013’ten yani Gezi eylemlerinden sonra Beyoğlu kabuk değiştirdi. Kaliteli esnaf grupları buradan ayrıldı, istemediler burada olmayı, süreç herkesin malumu... Esnafın en az yarısı 1100 civarında esnaf gitti, el değiştirdi.
Biz Gezi’de esnaf olarak çok iyi sınav verdik ama insanlar tarafından ihanete uğradık. Mekânlarımızı açtık, mücadele verdik ama onlar bizi terk ettiler. Ölen kardeşlerimizle hiçbir şekilde mukayese edilmez ama esnaf olarak biz de bedel ödedik, insanlar bizi yalnız bıraktı. Üzerimize gelindi, baskılar yapıldı, haksız yere yüksek cezalar uygulandı. Belediyeler, valilik, emniyet, bakanlık hepsi tarafından baskı yapıldı. Müziği kapatın, ışıkları açın, kimlikleri çıkarın gibi baskılar… İnsanlar bu baskılardan sonra gitmeye başladılar.
"Kadıköy'ü, Beşiktaş'ı yaratan Beyoğlu'dur"
Kadıköy ve Beşiktaş, Gezi’den sonra yaratıldı zaten, buraları yaratan Beyoğlu’dur. Çarşamba, cuma, cumartesi günleri kutsal günler olurdu burada, Kadıköy’den, Beşiktaş’tan akın akın insanlar gelirdi. ‘Beyoğlu tekel olsun, her şeyin merkezi olsun’ demiyoruz tabii ki. Beşiktaş’ta da Kadıköy’de de yaşam, kültür-sanat, eğlence olsun; ama bizden gidenler olduğu için oralar bu hale geldi.
“Beyoğlu, bacası olmayan bir fabrikadır”
Ancak Beyoğlu, bu işin merkezidir; bacası olmayan bir fabrikadır, hep üretir. Kültüre-sanata yaşama karşı üretkenliği vardır. Dünyada eşi benzeri olmayan bir yerdir. Herkesin evi kendisine güzeldir ama 45 mahallesi olan Beyoğlu farklıdır; 100’e yakın camisi, kiliseleri, konsoloslukları olan, sinagogları barındıran, kültür ve sanatın, yaşamın içinde olduğu bir yerdir, kültürün ve sanatın ağa babasıdır.
Sanatçılarımız, ressamlarımız, heykeltıraşlarımız hep buradalar… Aşağı iniyorsunuz Kasımpaşa başka bir ideoloji, Beyoğlu’nda karma bir hikâye var.
“İnsanlar Beyoğlu’nu sahipsiz bıraktı”
Taksim’e gelmeyi bırakan/azaltanların önemli bir bölümü de “Orta Doğu’dan çok turist var, artık semt yerele hitap etmiyor, mekânların çoğu kapandı, Beyoğlu bitti” gibi gerekçeler sunuyorlar.
“Beyoğlu bitti” diyenlerin kendilerinin bittiğini düşünüyorum ben. Bunlar bahane. Asıl böyle diyenler gelmediği için Araplar geliyor. İnsanlar Beyoğlu’nu sahipsiz bıraktı. Gelmelilerdi, sana hitap eden mekân yok mu? Var, kimse yok diyemez. Eski markalarımız hâlâ açık. Çiçek Pasajı var, güzel after mekânları var. ‘Beyoğlu’na AVM açalım’ diyorlar, biz isyan ediyoruz ya, Beyoğlu’nun kendisi AVM’dir, her şeyi bulabiliyorsun Beyoğlu’nda. Mazeret olarak görmüyorum bunları.
Burayı 16 milyon İstanbullu karar alsa yine bitiremez. Bu kadar badireler atlatmış/atlatmakta olan ama hâlâ ayakta olan bir yer burası. Öyle bir ilçe düşünün ki 18 bomba görmüş, Gezi’yi görmüş, pandeminin etkisini derinden yaşamış, 1 Mayıs'ta, 8 Mart'ta kapatılan, bir açık bir kapalı ama hâlâ ayakta olan bir ilçe burası…
Eskiyle kıyaslandığında şu an Beyoğlu’nda tüketiciyi ve esnafı etkileyen hangi sorunlar öne çıkıyor?
Ekonomi sadece Beyoğlu’nun değil bütün ülkenin sorunu tabii ama eskilerden konuştuğumuz için değinmek istiyorum. Eskiden eğlenmeye gelenler önce meyhaneye giderdi, sonra canlı müziğe ya da dans etmeye giderdi. Böylece gelen insanlar birkaç yere uğrar hem ülke ekonomisine katkı sağlardı hem de mekânlara sahip çıkmış olurdu. Şu an ekonomik şartlar elvermiyor buna. Bugün bir ocak başına, meyhaneye gidince 2 bin liradan aşağı çıkamıyorsunuz. İnsanlar rahat bir şekilde eğlenirdi, tüketirdi. 50 liraya da eğlenebilirdin, 5 bin liraya da eğlenebilirdin, öğrencisi de eğlenebilirdi, çalışanı da eğlenebilirdi.
Taksi problemimiz yoktu. Şu an en büyük şikâyet taksi sorunu... Hem büyükşehir hem yerel yönetim olsun bunu konuştuk, en azından metrolar 24 saat olsun, İstanbul 7-24 yaşayan bir şehir, neden sabaha kadar ulaşım yok? Personelin ulaşımı için de çok büyük bir sorun yaratıyor bu.
Otopark konusu da en büyük sorunlardan biri. Otopark fiyatları çok yüksek, gelen müşteri bunu da bir kalem olarak düşünmek zorunda kalıyor. İspark modeli gibi modeller çoğaltılmalı.
“Beyoğlu’na dönmek isteyen bir esnaf grubu var”
Beyoğlu’nda yönetimin AKP’den CHP’ye geçmesi esnafta nasıl karşılık buldu, İnan Güney’in başkanlığı bir heyecan yarattı mı?
Seçimden sonra telefonlarım çalmaya başladı. Kadıköy’den, Beşiktaş’tan arkadaşlarımız arıyorlar. ‘Başkan, önümüzde 5 yıllık bir süreç var, gelmek istiyoruz’ diyorlar. Dönmek isteyen bir esnaf grubu var yani. Haliyle misafirlerimiz de geri gelecek. Esnaf her zaman kaliteli insan ağırlamak ister mekânında. Bir heyecan başladı. Bu da rekabeti doğuracak, kaliteyi artıracak. Beni çok heyecanlandırdı bu. Tabii esnaf tercih ediyor diye umarım kiralar da artmaz. Mal sahipleri de yarını düşünmeli ve düzgün kiracılara sahip çıkmalı.
İnan Güney’den de büyük beklentiler içinde esnaf. Beyoğlu’nun çocuğu olduğu için konulara, sorunlara vakıf. Az yoruluruz ona bir şey anlatırken... Beyoğlu esnafının, Beyoğlu halkının, İstiklâl’in, Tarlabaşı’nın problemlerini çok iyi biliyor. Mesela seçim öncesinde esnafla bir araya geldi, bizim soracağımız bütün soruları önden cevapladı. Esnafta ciddi bir güven var. Beklentinin altında kalacağını düşünmüyorum.
Ne gibi beklentileriniz var, masa-sandalye konusunun çözüleceğini düşünüyor musunuz?
Biz diyoruz ki Beyoğlu ile ilgili karar alınıyorsa masada biz de olalım. Fikirlerimizi tartışalım, fikirlerimizi sunalım. Böyle bir masa kurulursa Beyoğlu için kıymetli olur. Ortak hedefimiz Beyoğlu ise yapılmayacak şey yok. Paydaş olalım.
Mesela konuşulması gereken önemli şeylerden biri, turizmin sokağa inmesi. Biz dışarıya masa atarken orada gezen insanların da yolunu kapatmamalıyız, kimse mağdur olmamalı. Her yere masa sandalye atalım demiyoruz, yolda yürüyen insanları, itfaiyeyi, acil durumu da düşünmeliyiz. Buna göre standartlar belirlenebilir. Şehir planlamacısı olsun içimizde, yerel yönetim temsilcileri olsun, mali boyutu için mali müşavir olsun, mimar olsun, emniyetten yetkililer olsun, toplanıp hep beraber karar verelim. Beyoğlu planlamasını beraber yapalım, orta yolu bulalım.
Ortak kararlar alınırsa Beyoğlu esnafı buna uyar, yeter ki ‘benim arkamda yerel yönetim, kaymakam, emniyet var’ desin. Buranın yerel unsurları bizleriz. Kurumların, koltuk sahiplerinin hepsi gelip geçici. Biz herkesle Beyoğlu için her yerde her şartta varız.
Anladığım kadarıyla Beyoğlu’nun özlenen günlere geri döneceğini de düşünüyorsunuz.
Düşünüyoruz ve heyecanlıyız. Direkt “eski” değil ama üzerine bir şeyler katarak gidilmesi gerektiğini düşünüyorum. Teknolojinin ve çağın gerekliliklerine elbette ayak uydurmak gerekiyor ama bunu yaparken mimari yapımızla ilgili, yaşamımızla ilgili noktaları da kaybetmememiz gerekiyor. Kültür-sanat faaliyetleri, özlenen büyük konserler de zamanla artacaktır. Bir yerde kültür-sanata ağırlık verirseniz insanlar oraya gelirler.
Ancak biz tarihi bir bölgedeyiz. Tarihi bölgede her şeyi kafana göre yapamıyorsun. Sorunları çözmek için bir süre gerekiyor, bu bir süreç farkındayız.
* 2011'de, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın 15 Temmuz’da yaptığı Beyoğlu gezisinde, aracının Asmalı Mescit'te bir kafenin önünde çok fazla masa olması nedeniyle buradan geçememesi sonucu, bölgede masa-sandalyelere yönelik operasyonlar başlatılmıştı. Esnaf, yapılan kontrollerde turistin altından sandalye çekme, müşterinin yemek tabağına el koyma gibi sahnelerin yaşandığını ve uygulamalanın müşteriyi kaçırdığını iddia etmişti.
(T24)