Tasarruf mu dediniz?(Oğuz Oyan)
Kamu maliyesinde çok daha ciddi “tasarruflara” ihtiyaç olduğu açıktır, ama bunun ucu sermayeye ve yolsuzluk ekonomisine dokunacağı için yasak alandır. Her durumda Şimşek’in boyunu ve meşrebini aşar.
Tayyibistan’da 22 yıllık iktidar dönemi sonrasında bazı devletluların fikri gelmiş: “Biraz tasarruf mu yapsak acaba”? Tabii bunu zorlayan nedenler olmasa gene de kimsenin aklına geleceği yoktu. Neler zorlamış olabilir?
Birincisi, Haziran 2023’ten beri uygulanan istikrar programı “kemerleri sıkma” aşamasından Nisan 2024’ten itibaren artık “boğazları sıkma” aşamasına geçmiş durumda. Emekçi halkın gelirlerini enflasyonun altında tutarak, emeklileri mutlak yoksulluğun pençesine atarak sürdürülecek bir programa halkın razı edilmesi için tepelerde de bir takım göstermelik icraat olmalı ki toplumsal tepkiler yatıştırılabilsin. Yoksullaşan halkın en büyük özveriyi yapması beklenirken iktidarın kamu harcamalarında da bir takım sözde tasarrufları zorunlu oldu. Dolayısıyla bu paket, programın psikolojik ve ideolojik zemininin hazırlanması, geniş halk kesimlerinin kendi aleyhlerine çalışacak bir programa razı edilebilmesi açısından da farz oldu.
İkincisi, 31 Mart yerel seçim sonuçları, iktidardaki siyasal İslamcıların halktan rıza üretmekte artık zorlandıklarını ve zorlanacaklarını gösteren yeni bir eşik oldu; yanısıra, iktidar partilerinden muhalefete geçen belediyelerde makam odalarından başlayarak inanılmaz bir şatafatın, israfın görüntüleri ile giderayak hatta seçim gecesinde bile yolsuz harcamalara başvurmaktan çekinmeyen bir pervasızlığın ibretlik manzaraları halkın gözleri önüne boca edildi. Üstelik ötedenberi başta Saray olmak üzere tüm merkezi idarelerin ortaya saçtığı manzaranın da bundan farklı olmadığı bilinçlerde birleşmiş oldu. Saray, uçak ve araç koleksiyonu yapmaya meraklı bir “başyüce” bu manzaranın tam tepesinde oturuyordu. Milletin en çok gözüne batan ise, araba saltanatı ve çoklu maaşlar, astronomik ücretler ve hakkı huzur rezaletleriydi. İktidar milletvekillerinin lüks tüketim mallarına olan merakı ve bunlarla caka satma sevdaları da son zamanlarda adeta halkın gözüne sokulan arsızlık ve şımarıklık belgelerine dönüşmüş durumdaydı. Lale Devri şatafatını bile fersah fersah aşan bir görgüsüzlüğün bugünkü iletişim çağında dar bir çevre ve mekanda hapsolması da düşünülemezdi. Dolayısıyla iktidarın bu görüntüleri dengelemek ihtiyacı her zamankinden fazla kendini dayatmakta.
Üçüncüsü, iktidar partisi “faiz sebep enflasyon netice” saptırmasından “ücretler sebep enflasyon netice” çarpıtmasına çok hızlı bir geçiş yaptı. Öyle ki kendi sadık seçmeninin bile uyum sağlaması mümkün olamadı. İktidar, Mayıs 2023 öncesinde seçim almaya odaklı ama iktisaden akla ziyan politikalarla üç belayı toplumun başına sarmış durumda: -hesapsız faiz indirimleri sonucunda çift hanelerin üst noktalarına kadar çıkan ciddi bir enflasyon birikiminin oluşması; -dövizi tutmak için KKM yoluyla bütçe ve Merkez Bankası üzerinden (dolayısıyla vergi mükellefi geniş emekçi kesimlerden) zengin hanelere ve özellikle şirketler kesimine (KKM’ye en çok bunlar yatırım yaptı) büyük gelir transferlerinin yapılmış olması ve bu sorunun geleceğe de önemli tortular da bırakmış olması; -kur-enflasyon geçişkenliğini önlemek adına (yoksa enflasyon üçlü hanelere de gidebilirdi) döviz rezervleri eritilerek kura müdahale edilmesi. Bugün eğer bir istikrar programına ihtiyaç duyuluyorsa, bu sorunlar nedeniyledir. Ama yeni ekonomi yönetimi “rasyonel politikalar geçmek dışında çare kalmamıştır” ifadesinden başka bir cümle kurmamıştır. Bütün resmi belgelerde ve açıklamalarda, “Erdoğan ve eski ekonomi yönetiminin sorumluluğu nasıl örtbas edilir” tutumu sergilenmektedir. Tasarruf paketi işte “devlet de üzerine düşeni yapıyor” algısının oluşturulması ihtiyacına da cevap vermekte.
Yukarıdaki üç maddede dillendirilenler, tasarruf paketinin mali amaçlı olmaktan ziyade siyasi/ideolojik amaçlı olduğunu gösterir. Bununla birlikte, kamu maliyesinin gerçekten de bir kriz içine yuvarlanmış olmadığı anlamına da gelmez.
Demek ki dördüncüsü, şimdilik paketteki önlemler derde deva gözükmese de olayın bir mali boyutu olduğunu da vurgulamadan geçemeyiz. 2023 yılında Merkezi Yönetim Bütçesi başlangıç öngörüsünün yaklaşık iki katı düzeyinde yani 1 trilyon 375 milyar TL açıkla kapandı. Bu açık GSYH’nin yüzde 5,4’üne denk geliyordu ve AKP döneminin rekoruydu. Mehmet Şimşek dünkü basın toplantısında bu konuda şunu söylüyordu: “Tabii ki bugüne kadar tasarruf yapılmadı değil. Geçen sene aldığımız tedbirler olmasaydı GSYH’ye oranla yüzde 9-10'lara çıkacak bütçe açığını yüzde 5 gibi daha makul düzeye çekebildik. AK Parti hükümetlerinin en önemli özelliklerinden biri mali disiplindir. 20 yıllık performansa baktığınız zaman mali disiplinin AK Parti'nin önemli özelliği olduğu ortaya çıkacaktır”.
Bu kof böbürlenme, AKP’nin IMF programı altında geçen ilk yıllarını (hatta 2015’e kadarki dönemi) bir ölçüde tanımlayabilir; ancak sonrasında IMF tarzı bir mali disiplinden eser kalmamıştır. Öte yandan, Şimşek’in 2023 potansiyel bütçe açığı için söyledikleri bir itiraftır da. Nitekim, Haziran 2023’ten itibaren tüm KKM hesaplarını TCMB’na yıkarak, dönem sonunda KKM’nin TCMB’ye 833 milyar TL’lik maliyet yüklemesi olgusunun sanki kendi dönemini ve kamu kesimini ilgilendirmiyormuş gibi yaparak, bütçe açığını daha küçük göstermenin (ki o haliyle de bir rekordu) operasyonunu yapan ve “aldığımız tedbirler” sayesinde diyerek övünen Şimşek’ten başkası değildir.
Şimdi bu tasarruf paketiyle 2024 yılında 100 milyar TL’lik bir tasarruf yapılacağı söylendiğine göre bunu karşılaştırarak anlamlandıralım. 2024 yılı Mörkezi Yönetim Bütçesi başlangıç açığı 2 trilyon 652 milyar TL’dir. Bu, GSYH’ya oranla yüzde 6,4 eder ki yeni bir rekor değerdir. 2025 ve 2026’da da 1,8 trilyon TL’lik açıklar öngörülüyor. Böylece tasarruf paketiyle yapılacağı söylenen tasarrufun -eğer yapılabilirse-bu tablodaki gerçek değeri konusunda bir görüşe sahip olunabilir.
Beşincisi, iktidarın bugünkü birikmiş mali-ekonomik sorunların sorumluluğundan kendini sıyırıp çıkarma çabaları, başka gündemlere de sarılmasına yol açmakta. Anayasa gündemini zorlamak bunun bir yolu; ama yetmiyor çünkü halkın ekonomik gündeminin önüne geçemiyor. Ancak iktidar gündem değiştirmek kadar kendi gündeminde yol almak programından da vazgeçiyor değil. Anayasa bu konuda tek başlık değil. Yeni yargı paketi ile her türlü muhalif sesi daha da baskılamak arayışı, bu arada “Türkiye üzerine sözde kara propaganda yürütenleri” “etki ajanlığı” gibi faşizme özgü kapsamı belirsiz muğlak suçlamalarla hedefe koymak (bu arada suçta ve cezada kanunilik ilkesini de berhava etmek) niyetleri tam da bunun tezahürleridir.
Hangi tasarruf önlemleri?
Kamuda görgüsüz ve doyumsuz bir gösteriş tüketimi 22 yıldır sürdürülürken, şimdiki tasarruf paketi adeta şaka gibi durmaktadır. Bu paket konusunda birkaç gündür yazılıp çizildiği için bu aşamada fazla didiklemenin anlamı olmayabilir.
Ancak şunu söyleyebiliriz: Bu paketi yenilerinin izlemesi beklenebilir. Örneğin “asgari Kurumlar Vergisi” diye bir yenilikten bahsediliyordu ama bu paketten çıkmadı. Şöyle bir arayış olduğu tahmin edilebilir: Bir milyona yakın kurumlar vergisi (KV) mükellefinin yüzde birinden azı anlamlı sayılabilecek tutarda KV ödüyor. Akla şu geliyor: KV için tıpkı bir zamanlar Gelir Vergisi mükellefleri için uygulanan “Hayat Standardı” ilkesi gibi bir “zorunlu asgari KV ödemesi” mi getirilecek? Öyle bile olsa yani bu önlem dahi pakete eklense, bu paketten büyük sermayeyi rahatsız edecek hiçbir şey çıkmazdı. Ne rahatsız ederdi peki? KV’nin yüzde 50’si düzeyinde olan 657 milyar TL’lik KV istisna ve muafiyetlerinin kaldırılması, hatta örneğin sadece yarısının ayıklanması. Yarısı ayıklansa 327 milyar TL kaynak yaratılmış olurdu mesela, yani mevcut paketin 3,3 katı kadar. Ama bu sermayeyi ayağa kaldırmaya yeterdi. Peki ama sermayenin iktidarı sermayenin çıkarlarına dokunabilir mi? Onu bırakın, anamuhalefet bunu sadece dillendirmekten bile dehşetli ürker. 2,2 trilyonu bulan toplam vergi istisnalarından veya bunun sermayeye yönelik 1,6 trilyon TL’lik vergi teşviklerinden hiç bahsetmiyoruz bile.
Kamu harcamalarında tasarruf iç ve dış sermaye çevrelerinin öteden beri savundukları şeydir. Örneğin Rahmi Koç’a kalsa kamu personelinin yüzde 60’ını kapıya koymayı önerecektir (zaten önermişti); bu önerinin burjuvazinin geniş kesimlerince benimseneceğine de kuşku yoktur. Şimdiki pakette de çekingen de olsa “kamu istihdamında tasarruf” öngörülmektedir; ama tabii imam karolarında değil!
Pakette, “bazı erken aşama altyapı projelerinin, özellikle fiziki ilerlemesi yüzde 75’in altındaki projelerin yavaşlatılması” maddesi bulunuyor. Hatta “önümüzdeki üç yıl boyunca gerekli görülmedikçe yeni projelerin hayata geçirilmemesi” planı da var. Ama henüz kimse “İstanbul Kanalı” projesinden vazgeçtik sözünü iktidar cenahından duymuş değil. Erdoğan’ın Saray ve makam odaları çeşnisine şimdi de Haliç manzaralı Divanhane’de yeni “çalışma ofisleri” eklenmesi de zaten tasarruf kapsamına giremezdi değil mi? TCMB’nin İstanbul Finans Merkezindeki İsraf Kulesi de giremezdi elbette. Üstelik TCMB kulesi işini 2023’te bitirmiş olması gereken yapımcı Limak şirketine 6 ay ek süre ve yüzde 15 fiyat farkı verilmesi de tasarruf paketine uğrayamazdı.
“Hükümet tarafından kullanılan araç ve mülklerin satın alınması ve kiralanmasının durdurulması”na da yer veriliyor. Bir kere bu önlem için 2024 bütçe yılı önemli ölçüde kaçırılmış durumda, çünkü tasarruf paketinin geleceğini de öngörüsüyle alan aldı, kiralayan kiraladı. Artık nasipse 2025’e!
Bu arada tasarruf paketinin samimiyetini ölçmek için fazla uzağa gitmeye de gerek yok. Taşıt Kanunu neden uygulanmaz? Bu kanunda Diyanet İB’na tek bir binek araç tahsisi varken, vakıf üzerinden kanunu dolanmak ne oluyor?
Kamu mal ve hizmet alımları ile yatırım harcamalarında sırasıyla yüzde 10 ve 15’lik kısıntılar ise -eğer yapılabilirse- ekonomik sonuçları daha fazla olacak önlemler gibi gözükmektedir. Kamu yatırımlarının, kısıntı denilince zaten akla ilk gelen kalem olması, yatırımsızlık sorunuyla boğuşan eğitim ve sağlık gibi hizmet alanlarını daha da olumsuz etkileyebilecektir.
Daha korunaksız kamu personelinin haklarına ise dokunan bir paket bu: Lojman ve sosyal tesis hakları, servis hizmetlerinden yararlanma hakları aşındırılan; nitelikli istihdam kayıplarının telafisi için üzerlerine daha fazla iş yükü bindirilecek olan memurların çalışma ve ücret dışı nemalanma koşulları ağırlaşacaktır.
Sonuç: Asıl karadelikler nerede?
Gerçek şu ki, kamu maliyesinde çok daha ciddi “tasarruflara” ihtiyaç olduğu açıktır, ama bunun ucu sermayeye ve yolsuzluk ekonomisine dokunacağı için yasak alandır. Her durumda Şimşek’in boyunu ve meşrebini aşar.
En görüneni KÖİ ve YİD projeleri üzerinden halkın vergisinin ve kamu varlıklarının soyulmasıdır. Daha genel olan saptama ise, yolsuzluk ekonomisinin AKP döneminde doruğa çıkmış olmasıdır. İhale ve imar yolsuzluklarını, kentsel rantların yağmalanmasını da içeren bir kara-ekonomi düzeni tüm kamu ekonomisini sarmış durumdadır. Özelleştirme talanını yaşadık ama hala geride kalanlar var ve Hazine arazileri peşkeşi sürüyor. Türkiye Varlık Fonu rezaleti de ayrı bir bahis.
Bu bağlamda, bu paket kamuda gerçekten olması gereken bir tasarruf anlayışından yan çizme paketidir aslında.
/././
Kemerde sıkacak delik aranıyor: Şimşek'in tasarruf paketinde olmayan ne?(soL)
"Şimşek programı"nın tasarruf paketinden kamu hizmetlerine ve çalışanlarına kısıtlama çıktı. Sermayenin bütçe üzerindeki yükü unutuldu. Hal böyle olunca pakette olanlardan çok olmayanlar öne çıktı.
"Enflasyonla mücadele" adı altında hayata geçirilen kemer sıkma politikalarının son halkası bugün açıklanan "Kamuda Tasarruf ve Verimlilik Paketi" oldu.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ile Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Saray'da düzenledikleri toplantıyla paketin kapsamını kamuoyuyla paylaştı.
Cevdet Yılmaz paketle hem zorunlu olmayan harcamaları azaltacakalarını hem tüketim ve yatırım harcamalarını "verimli" kılacaklarını yani kısıtlayacaklarını söyledi.
Mehmet Şimşek'se, "ilk değil son da olmayacak" dediği paketin enflasyonun gerilemesine katkıda bulunacağını söyledi. Tasarruf tedbirlerine uyulup uyulmadığını "güçlü bir izleme ve raporlama" ile takip edeceklerinin altını çizdi.
Kamu hizmetleri kısıtlanacak, kadro daraltılacak
Pakette öne çıkan tedbirler şöyle:
- 3 yıl boyunca, emekli olanların sayısı kadar kamuya yeni personel alınacak.
- Destek personeli sayısı azaltılacak. Esnek ve uzaktan çalışma modelleri geliştirilecek.
- Kamuda personel servisi hizmeti, toplu taşıma olan yerlerde kaldırılacak
- Kamuda yeni araç satın alma ve kiralama 3 yıl durdurulacak
- İhtiyaç fazlası ve ekonomik ömrünü tamamlamış taşıtlar tasfiye edilecek
- Bütçe dışı kaynaklardan taşıt kullanımı kurallara tabi tutulacak
- Yabancı menşeili araç kullanımı yasaklanacak
- 3 yıl süreyle yeni hizmet binası alımı ve yapımı durdurulacak
- Yeni bina kiralanmayacak. Yeni lojman ve sosyal tesis alımı/yapımı yasaklanacak
- Yönetim kurulu ücretlerine tavan sınır getirilecek. Sadece bir kurumdan yönetim kurulu ücreti alınabilecek.
- Hizmet içi eğitim, toplantı vb faaliyetler kamu tesislerinde yapılacak.
- Yurt dışı geçici görevler sınırlandırılacak.
- Sokak ve cadde ışıklandırılmasında LED dönüşümü hızlandırılacak. Kamu binalarında enerji verimliliği artırılacak.
Önceki 'tasarruf' girişiminde ne olmuştu?
Bu Şimşek yönetiminin açıkladığı ilk tasarruf önlemi değil. 10 ay önce de kamu kurumlarına "tasarruf genelgesi" yollamış, taşınmaz ve taşıt kullanımı, haberleşme giderleri, basın ve yayın giderleri, kırtasiye alımı, temsil, tören ağırlama giderlerinde tasarruf istemişti. Ancak genelgenin ilan edildiği Temmuz 2023'te 43 milyon lira olan temsil ve ağırlama giderleri Aralık ayında 620 milyon lirayı görmüştü. Yılın bütünündeyse 1 milyar lira olan başlangıç ödeneği neredeyse ikiye katlanarak 1,9 milyar lira harcanmıştı.
Tablo 2024'te de değişmedi. Yılın ilk üç ayında 825 milyon lira harcanarak yıl sonunda hedeflenenin yarısına yakını şimdiden harcanmış oldu. Bugün açıklanan tasarruf paketinin temsil ve ağırlama harcamalarındaki tırmanışın önüne geçip geçemeyeceği merak konusu.
Patronlardan alacak 1,8 trilyon liradan vazgeçildi
Öte yandan pakette ele alınmayan birçok tasarruf alanı bulunuyor. Bunların başında patronlara sağlanan vergi istisna ve muafiyetleri yer alıyor.
Devletin 2024'te vazgeçtiği vergi geliri 2,2 trilyon lira. Bundan asgari ücrete tanınan muafiyet gibi emekçilerin kazanımı olan kalemler düşüldüğünde geriye 1,8 trilyon lira kalıyor. Bu tutarın neredeyse tamamı sermayeye tanınan vergi muafiyeti ve istisnalarından oluşuyor.
Örneğin, SPK verilerine göre Koç grubuna ait Arçelik, 2023'de 7,1 milyar lira kâr elde etti. Ancak şirket, kurumlar vergisi oranı yüzde 25 olmasına karşın, kârının sadece yüzde 2’si kadar yani 152 milyon lira vergi ödedi. Ödemesi gereken vergi 1 milyar 789 milyon liraydı. İktidar teşvik, muafiyet, indirim vb. uygulamalarla Arçelik’ten alacağı verginin 1 milyar 637 milyon lirasından vazgeçti.
Bütçenin saklı yükü: Yatırım teşvikleri
Kamunun, almaktan vazgeçtiği kadar dağıttığı teşvikler de var. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, 2023'ün Eylül ayından bu yana binlerce şirkete dağıttığı teşvik tutarlarını açıklamıyor. Bakanlığın bundan önce açıkladığı son teşvik listesiyle 1301 şirkete 78,9 milyar lira verilmişti.
Yine 2023'te İşsizlik Fonu kapsamında patronlara yapılan ödeme tutarı 39,9 milyar lirayken, işsizlere ödenen tutar 21 milyar lirada kalmıştı.
Garantili projelere milyarlar akacak
2024 bütçesinden Kamu Özel İşbirliği ile yapılan köprüler, otoyollar ve Avrasya Tüneli ile yap-kirala-devret modeliyle yaptırılan şehir hastanelerine toplam 162 milyar 435 milyon lira garanti tutarı ödenecek.
Bu projeler için 2017-2023 arasında bütçeden toplamda 221 milyar lira, yaklaşık 16 milyar 844 milyon dolar harcandı. Orta Vadeli Program’da esas alınan ortalama dolar kuruna göre bu projeler için gelecek yıl 4,7 milyar dolar ödenecek.
Benzer modelle inşa edilen havalimanları için de 2023'te 199,7 milyon avro ödendi.
Şimşek'in bütçe hedefi ne?
Mehmet Şimşek'in ekonomi programındaki hedeflerden biri de Maastricht Kriterini tutturmak. Bütçe açığı ile milli gelir arasında bir denge olmasını şart koşan bu kriteri sağlamanın bir yolu vergi gelirlerini artırmak. Ancak Şimşek yönetimindeki ekonomi bu hedefin oldukça gerisinde.
Maastricht Kriteri nedir? Avrupa Birliği'nin üyelik kriterleri arasında yer alan esaslara göre, bütçe açığının GSYİH'ya oranı yüzde 3'ü geçmemelidir.
Orta Vadeli Plan'daki GSYH projeksiyonlarına göre 2023 yılında bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 5,4 olarak kaydedildi. Bu 2003'ten bu yana en yüksek seviye. Maastricht Kriterinin de yaklaşık iki katı. Aynı oranın 2024 sonunda yüzde 8,3'e ulaşacağı öngörülüyor.
/././
'Tasarruf' eğitimi vurdu, mülakattan beteri geliyor (Burcu Günüşen)
Hükümetin “tasarruf” programı en temel kamusal hak olan eğitimi vurdu. Kendi açıkladıkları kuralı bile tanımadılar. KPSS ve mülakattan sonra atamalara yeni engel de cabası…
Kamuda öğretmen kadroları erirken, yeni öğretmen atamaları geçen yıl emekli olan öğretmen sayısının dahi altında kaldı.
Ülkede atama bekleyen öğretmen sayısı 1 milyonu bulurken, hükümet şimdi de KPSS ve mülakattan sonra öğretmen atamalarında sayıyı daha da azaltmak için Milli Eğitim Akademisi sistemini dayatmaya hazırlanıyor.
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in öğretmen ihtiyacını 68 bin olarak duyurmasına karşın bu yıl yalnızca 20 bin öğretmen atanacağı açıklandı.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in dün açıkladığı “kamuda tasarruf tedbirleri”nden biri de kamuya 3 yıl süreyle yalnızca emekli olanlar kadar personel alınacağı oldu.
Milli Eğitim'deyse bu kurala bile uyulmadı. Geçen yıl emekli olan öğretmen sayısı 20 bin 898, istifa, ölüm vd. sebeplerle ayrılan öğretmen sayısı 2 bin 772’ydi.
Yani geçen yıl sistemden 23 bin 670 öğretmen çıktı. Eğer bu sayı Eylül’e kadar hiç artmazsa, o tarihte göreve başlaması beklenen 20 bin öğretmenle sistemde geçen yıla göre 4 bine yakın öğretmen açığı oluşmuş olacak.
Eğitim-İş Sendikası Genel Başkanı Kadem Özbay “Kamu kaynaklarını kendileri keyfi şekilde kullananlar tüm bu harcadıklarının, borçlandıklarının faturasını emekçiye, emekliye kesiyorlar” diyerek tepki gösterdi.
Sınıflar kalabalık, öğretmen ihtiyacı açıklanandan fazlaMilli Eğitim Bakanı Tekin, öğretmen ihtiyacının 68 bin olduğunu açıklamıştı, üçte birinden az atama yapıldı.
Sınıfların halen kalabalık olduğunu ve aslında Bakan Tekin’in açıkladığı 68 binden çok daha fazla öğretmene ihtiyaç olduğunu belirten Özbay, 2019 yılında Sayıştay’ın 138 bin öğretmen ihtiyacı tespit ettiğini hatırlattı.
O tarihten bu yana nüfus arttı ancak bir daha Sayıştay’dan böyle bir rapor gelmedi. Çünkü Özbay’a göre bugün kamuda tasarruf diyenler kamu eliyle denetim mekanizmalarını da ortadan kaldırdılar:
“Ondan sonra Sayıştay’ı da bunu tespit ettirmez hale getirdiler. TÜİK’te olduğu gibi gerçek rakamları göstermeyerek devletin tüm kurumlarını kendi isteklerine uygun ses verecek bir hale getirdiler."
'Tasarruf yapacaklarsa saraylarından yapsınlar'
Kamu harcamalarının denetime tabi olması gerektiğini dile getiren Özbay, bunun amacının da halkın kamu hizmetlerinden nitelikli yararlanması olduğuna işaret etti.
Özbay “Tasarruf yapacaklarsa önce kendi saraylarından, lükslerinden yapacaklar. Halk zaten her geçen gün daha da yoksullaştırılmış durumda. Kamuda nitelikli hizmetten daha da kısılacağını ve işçilerin daha da yoksullaştırılacağını gösteriyor bunlar” dedi.
Atanmayan öğretmenlere şimdi de 'akademi' engeli
Eğitim kurumlarında öğretmen kadroları erirken, 1 milyona yakın öğretmen atanmayı bekliyor. AKP hükümetiyse atanmayan öğretmenlerin önüne KPSS ve mülakattan sonra yeni bir engel oluşturmaya hazırlanıyor: Milli Eğitim Akademisi…
Konuya ilişkin basına yansıyan haberlere göre Milli Eğitim Akademisi'ne dair yapılan yeni düzenlemeyle, Maliye Bakanlığı tarafından belirlenen kadro sayısı kadar “öğretmen adayı” KPSS puanına göre akademiye alınacak ve “başarı kriterlerini sağlayanlar” sözleşmeli olarak atanacaklar.
Yani eğitim fakültesinden mezun olan, KPSS’de başarılı olan öğretmenlere atanmak için bir de MEB’in “akademi” tedrisatından geçmeleri şartı koşulacak.
Eğitim-İş Genel Başkanı Özbay’a göre bu girişim “eğitim fakültelerine bir hakaret”.
MEB bir süredir Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği Öğretmenlik Meslek Kanunu’na ilişkin yeni bir taslak hazırlığında olduğunu açıklamıştı. Milli Eğitim Akademisi’ne ilişkin düzenlemenin de bu taslakta yer alabileceği belirtiliyor.
'MEB'in yetkisi yok'Eğitim-İş Başkanı Özbay 10 Mayıs'ta Ankara'daki eylemde ortak basın açıklamasını okumuştu.
Özbay’a göre Milli Eğitim Bakanlığı’nın böyle bir akademi kurmak için ne bir yetkisi ne de bir görevi var. Atanmak için öğretmenlerin önüne KPSS ve mülakattan sonra yeni bir engel oluşturulmaya çalışıldığını söyleyen Özbay “Şu anda ülkede 100’e yakın eğitim fakültesi var. Bu, eğitim fakültelerine hakaret” dedi.
Öğretmenlik mesleği eğitiminin yükseköğretim düzeyinde yapıldığını vurgulayan Özbay “Üniversitedeki hocanın, akademinin yapamadığını Milli Eğitim Bakanlığı hangi yetkinlikle, hangi kişilerle yapacaktır? Bu aslında AKP’nin kendi memurunu seçmek, öğretmeni de tamamen kendisinin emin olduğu, yandaşlığıyla, sadakatiyle itaat edeni seçmek için kullanmak istediği bir sistem” değerlendirmesini yaptı.
Özbay “Siyasi iktidar anayasada tarif edilen tüm yurttaşların kamuda görev alma, çalışabilme hakkını sanki bir lütufmuş gibi dağıtıp keyfi şekilde gasp ediyor” diye ekledi.
MEB’in daha önce yaptığı gibi yine öğretmenlerin görüşünü almadan bir meslek kanunu hazırlamaya çalıştığını dile getiren Özbay, İstanbul’da özel okul müdürü İbrahim Oktugan’ın okulda uğradığı silahlı saldırıda yaşamını yitirmesinin ardından Bakan Tekin’in eğitimcilere yönelik şiddete dair cezayla ilgili açıklamalarına da dikkat çekti.
Öğretmenlik Meslek Kanunu’na şiddete ilişkin cezalarla ilgili maddeler eklenerek bakanlığın kanundaki diğer olumsuz düzenlemeleri kamuoyunun gözünden kaçırmaya çalışacağını öngören Özbay şu ifadeleri kullandı:
“En son şiddet olayı kamuoyunda çok ciddi tepki çekince içine bunu yerleştirerek aslında yine öğretmenlerin fikrinin alınmadığı, kazanımdan çok yeni kayıplar getirecek bir sözde kanunu bize dayatacaklar gibi görünüyor.”
Öğretmenlerden son yılların en büyük eylemiOkul müdürü İbrahim Oktugan'ın öldürülmesinin ardından yüz binlerce öğretmen iş bırakma eylemi yaptı.
Oktugan’ın yaşamını yitirmesinin ardından eğitim sendikaları iş bırakmış, binlerce öğretmen Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı’ndan Meclis’e yürümüştü.
Türkiye’de uzun zamandır yapılmış en büyük öğretmen eylemine ilişkin “Sendikal anlamda da katılımın çok yüksek olduğu, hatta sendikasızların da çok katıldığı bir eylem oldu” diyen Özbay, orada da eğitimde şiddetin yalnızca yasa maddeleri ve cezalarla engellenemeyeceğini vurguladıklarını kaydetti:
“Biz eğitimciler olarak şunu söyledik: Şiddetin tek bir faili yoktur, azmettiricilerin kimler olduğunu biz biliyoruz. Öğretmenlik mesleğini itibarsızlaştıran, mesleki ve ekonomik olarak tüketen siyasi anlayıştır en başta sorumlusu.
Biz yıllardır, 'itibarsızlaştırıldık, yoksullaştırıldık, baskıya, şiddete uğruyoruz' diye uyardık, en son 'can mı vermemiz gerekiyor' derken can verdik.
Bunun üzerine kendileri yine kamuoyu önünde 'bakın biz yasal bir düzenleme yaptık, sahip çıkıyoruz' diyorlar. Sadece günü kurtarma çabası bu. Ama gerçek tedbirler sadece yasal madde yazmakla olmuyor. Ülkede anayasayı da tanımayan bir anlayış var.”
'Okullar okul olmaktan çıktı'
Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı protokollerle “elini kolunu sallayanın” okulara girdiğini belirten Özbay “Bugün okullar okul olmaktan çıktı” diyor ve öncelikle yapılması gerekenin öğretmenlik mesleğinin itibarının iadesi olduğunun altını çiziyor.
Özbay’a göre “okullarda daha fazla din dersi, tarikat ve cemaatlerin daha fazla okullara girmesi”ne çabalamak yerine, bakanlık şiddeti de önlemek üzere okullara acilen daha fazla rehberlik öğretmeni almalı ve okullarda kamunun sağlayacağı güvenlik tedbirlerini uygulamaya koymalı.
/././
Eşitlik olmadan vergide adalet ne işe yarar?(Selahattin Kural)
Derdimiz halka kemer sıkma politikaların dayatıldığı bir durumda sorunun kaynağınının çarpıtılmasıdır. Mesele ne tasarruf, ne vergidir. Sorun ülkede hüküm süren sermaye egemenliğidir.
Bugün yoksulluk ve eşitsizlik ülkenin en temel gündemleridir. Bir yandan yoksulluk artıyor, diğer yandan eşitsizlikler. Ancak bu iki başlık arasındaki ilişki ısrarla yok sayılıyor. Halbuki bu iki başlık birbirinden ayrılamaz. Ayrıldığında sınıfsal ayrımların üstü örtülür.
Ülkede eşitsizlik çığ gibi büyümüş durumda. Fabrikalarda, madenlerde işçiler ölümüne çalıştırılıyor. Halkın eğitim, sağlık, barınma, aydınlatma, ısınma gibi temel yaşamsal gereksinimlerinden kârlar elde ediliyor. Büyük halk kesimleri sürekli yoksullaşırken küçük ayrıcalıklı bir sınıf sürekli zenginleşiyor.
Ancak iktidarından, muhalefet partilerine kadar ısrarla konu bu temel düzlem yok sayılarak düzen içi argümanlara sıkıştırılıyor.
Örneğin dün, öncesinde büyük bir beklenti yaratarak kamuda tasarruf paketi açıklandı. Muhalefetin de ağırlıklı olarak tasarruf politikalarına karşı tutum alması iktidarı bu yönde adımlar atmaya götürdü. Bir beklenti yarattı. Sonuçta tasarruf paketinden "halka daha fazla tasarruf" yaptırmak çıktı. Ama yine meselenin temeli geçiştirildi.
Özellikle son birkaç haftadır, kamuda tasarruf tartışmasına paralel olarak vergide adalet talebi öne çıktı.
Vergide adalet yakın zaman içinde DİSK tarafından gündeme getirildi. Yoksulluğun arttığı bir dönemde bu talep büyük bir kampanya olarak sunuldu. Aynı talebi çeşitli versiyonlarıyla CHP'den Özgür Özel, DEM'den Sezai Temelli ve Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'ten de duyar olduk.
İsviçre'nin Davos kentinde yapılan Dünya Ekonomik Forumu toplantılarında dünyanın süper zenginleri son yıllarda devletlere, "bizden vergi alın" diye çağrı yapıyor. En son 2024'ün Ocak ayında yapılan toplantısında bir mektup yayınlayarak bu çağrıyı yinelediler:
"Talebimiz basit: Toplumun en zenginleri olarak bizden vergi almanızı talep ediyoruz. Bu vergi bizim yaşam standartlarımızda temel bir değişime yol açmayacak, çocuklarımızı mahrumiyete düşürmeyecek veya ülkelerimizin ekonomik büyümesine zarar vermeyecektir. Fakat aşırı ve verimsiz özel servetleri ortak demokratik geleceğimiz için bir yatırıma dönüştürecek."
Evet, dünyanın başına çöreklenmiş asalaklar bizi vergilendirin diyor. Ama bunun arka planında yatan nedeni daha önceki toplantılarda ağızlarından çıkardılar. Düzenlerinin bozulmasından korkuyorlar. Dünyada eşitsizliklerin çığ gibi büyüdüğü bir dönemde milyarderlerin bunu söylemelerinin anlamı, sömürdükleri işçilerin ayağa kalkmasını engellemek, toplumdaki huzursuzluk ortamını biraz daha yumuşatmaktan başka bir şey değildir.
Her şeyden önce vergide adalet ayrıştırıcı bir talep değil, birleştirici bir talep. Mehmet Şimşek de, AKP'li isimler de, büyük patronlar da, muhalefet de, sendikalar da bu talebi dile getiriyor. Bu kadar farklı kesimlerin ortak tutum almışlar gibi davranması sorgulanmalıdır.
Peki vergide adalet nedir?
Çok geliri olandan daha çok vergi alınacak. Elde ettiği gelirin kaynağına bakılmadan kazançları oranında vergilendirilecek.
O halde bu ülkede emekçileri sömürerek kârlarını artıran patronların elde ettiği haksız kazançlar vergilendirilerek meşrulaşmasına neden olmuyor mu? Eşitsiz bir toplumda "azdan az, çoktan çok vergi alınsın" demek eşitsizliğin kabul edilmesi anlamına gelmiyor mu? Kamu kaynaklarını ve işletmelerini özelleştirmelerle kendi hanesine geçiren patronların elde edilen kârların bir kısmını vergi olarak vermesi özelleştirme politikalarını aklamıyor mu?
Türkiye'de vergi geleneğine, "vergilendirilmiş kazanç kutsaldır!" sözüyle bir önem atfedilir. Cumhuriyet tarihi boyunca en çok vergi veren patronlar listesi yayınlanıyor. Ve bu listenin başında olanlar bir nişane gibi onu göğüslerinde taşıyorlar. Çünkü o nişane yaptıkları her türlü hırsızlığı gizlemenin aracıdır. Zenginliğinin sigortası olarak ödenen bir bedel gibidir.
Örneğin, Koç Holding yıllarca vergi rekortmeni listesinde hep başa güreşti. Bunu övünerek paylaştılar. Devletin yetkili isimleri onları örnek gösterdi. Bir maske gibi bunu kullandılar.
Bir yandan dürüst, vergisini veren bir patron imajı çizerken, diğer yandan halka ait olan kaynakları özelleştirmelerle kendi hanelerine geçirdiler. El koyduğu işletmelerden elde ettiği gelirlerin vergisini de vererek bir güzel kutsadılar.
Derdimiz bu kadar ağır bir ekonomik tabloda, halka kemer sıkma politikaların dayatıldığı bir durumda sorunun kaynağınının çarpıtılmasıdır. Mesele ne tasarruf, ne vergidir. Sorun ülkede hüküm süren sermaye egemenliğidir.
Ülkenin doğusunda, batısında ilkokul çağında çocuklar fabrikalarda, atölyelerde çalışmak zorunda kalıyorlar. Geçinebilmek, ailesini geçindirebilmek için. Mevcut düzen çocuk emeğine ihtiyaç duyuyor. Asgari ücretin yarısından daha az ücretlere ölümüne çalıştırılan çocukların sömürüsünü sorgulamayıp, çok geliri olandan daha fazla vergi alınsın denemez.
Elektrik ve doğalgaz santralleri halka aitti, özelleştirildi. Patronlar birbiri ardına kapıştılar. Halkın gereksinimlerinden zenginleştiler, gelirleri arttı. Vergide adalet söylemi, elektrik ve doğalgazdan elde edilen kârdan devlete daha fazla vergi verilsin demektir. Oysa bugün elektrik ve doğalgaz santrallerinin onlara el koymuş bir avuç patrondan geri alınması gerekiyor.
Aynı şey eğitim, sağlık için de geçerlidir. Eğitim ve sağlık haktır. Sağlığın ve eğitimin özelleştirilmesine hep karşı çıkılır. Temel düzlem noktası buradır. Bunun altına düşerseniz hastane ve özel okul patronları daha çok vergi versin dersiniz. Özel okullar, hastaneler meşrulaştırılamaz, aksine hepsi devletleştirilmelidir.
Bugün bu düzlem kaybedildi, kaybedildiği için de sendikalar, düzen partileri peş peşe vergide adalet, servet vergisi, tasarruf gibi söylemlere sarılıyor. Ancak tüm bu söylemler gri bir alan yaratıyor. Patron ve işçi ayrımını yok ediyor. Sömürüyü gizliyor, mevcut düzeni meşrulaştırıyor.
Mesele kimden ne vergi alındığı değil sömürüye dayalı düzenin kendisidir. Çözüm de 'vergide adaletle' değil, patronların egemenliğine son verilmesi ile ancak mümkün olacaktır. Mesele elektrik ve doğalgaz santrallerinin, tesislerin, okulların, hastanelerin, fabrikaların vergilendirilmesi değil, devletleştirilmesi meselesidir.
(soL)