27 Mayıs 2024 Pazartesi

KISA KISA GÜNDEM (27 Mayıs 2024)

 Rayında giden tek şey sizin şatafatınız (Birgün)
Ekonomide “Her şey rayına oturuyor” diyen Erdoğan, sermeye gruplarından medet umarken halkın tepkisini de dizginleme peşinde. Ancak iktidara karşı itirazını yükselten halk yoksulluğa, eşitsizliğe ve işsizliğe karşı ayakta.(https://www.birgun.net/haber/rayinda-giden-tek-sey-sizin-satafatiniz-532742)

                                                                      *

Talim Ve Terbiye Kurulu yeni müfredatı onayladı | Binlerce görüşü bir haftada nasıl değerlendirdiniz?(Damla KIRMIZITAŞ-EVRENSEL)

Talim ve Terbiye Kurulu MEB’in müfredat taslağını onaylarken 67 bin görüşün tek tek tasnif edildiğini savunurken, eğitimciler o kadar görüşün bir haftada değerlendirilemeyeceğini belirtti.(https://www.evrensel.net/haber/519217)

                                                                *

Özel sektör öğretmenleri hakları için barikatı aştı (ETKİ CAN BOLATCAN-Birgün)

Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası, Milli Eğitim Bakanlığı önünde eğitimde yaşanan sorunlara dair basın açıklaması yaptı. Öğretmenler, polis müdahalesine rağmen Meclis'e yürüdü. Bir polis öğretmenlere silah çekti.(https://www.birgun.net/haber/ozel-sektor-ogretmenleri-haklari-icin-barikati-asti-532591)

                                                                 *
Açlık-yoksulluk Mayıs 2024 araştırmasında çarpıcı sonuçlar: Son bir yılda açlık sınırı 8 bin 116, yoksulluk sınırı da 28 bin 201 lira arttı.(Birleşik Kamu İş)

- AÇLIK SINIRI MAYIS’TA BİR ÖNCEKİ AYA GÖRE 36 LİRA DAHA ARTARAK 19 BİN 926 LİRAYA KADAR YÜKSELDİ. -MAYIS’TA YOKSULLUK SINIRI İSE 1.148 LİRA ARTARAK 59 BİN 353 LİRAYA KADAR ÇIKTI. -SON BİR YILDA AÇLIK SINIRI  8 BİN 116, YOKSULLUK SINIRI DA 28 BİN 201 LİRA ARTTI.

Yıllardır süren adı konulmamış ekonomik kriz süreci, ülkedeki açlık ve yoksulluk sınırını büyütmeye devam ediyor.  Açlık sınırı sebze fiyatlarında yaşanan mevsimlik düşüşün ve et fiyatlarının yerinde saymasına rağmen Mayıs’ta 36 lira artarak 19 bin 926 liraya yükselirken, yoksulluk sınırı ise 1.148 lira artarak 59 bin 353 liraya çıktı. Yılın ilk beş aylık döneminde ise açlık sınırı 3 bin 443 lira, yoksulluk sınırı ise yüzde 12 bin 368 lira arttı.

Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu, Ar-Ge birimi KAMU-AR’ın dört kişilik bir ailenin, dengeli ve sağlıklı beslenebilmesi için tüketmesi gereken gıda ile beslenmenin yanı sıra diğer ihtiyaçlarını da insan onuruna yaraşır bir şekilde ve yoksunluk hissi çekmeden karşılayabilmesi için yapması gereken harcamaları dikkate alarak hesapladığı açlık-yoksulluk sınırı araştırmasının Mayıs 2024 sonuçlarını açıkladı.

Açlık sınırı Mayıs’ta bir önceki aya göre 36 lira artarken, gıda dışındaki ihtiyaçlar için yapılması gereken harcama ise 1.110 liralık artışla 39 bin 426 liraya çıktı. Her ikisinin toplamından oluşan yoksulluk sınırı ise önceki aya göre 1.148 lira arttı. Son bir yıllık dönemde ise açlık sınırı 8 bin 116 lira, gıda dışındaki ihtiyaçlar için yapılması gereken harcama 20 bin 84 lira ve yoksulluk sınırı ise 28 bin 201 liralık artış kaydetti.

AÇLIK SINIRI

Ankara’da en fazla alış-veriş yapılan marketlerden derlenen fiyatlara göre, dengeli beslenebilmek için et- balık- yumurtaya aylık olarak harcanması gereken tutar Mayıs’ta bir önceki aya göre 2 lira azaldı, yıllık olarak ise 2 bin 541 lira artarak 5 bin 995 lira oldu.

Kuru bakliyat için yapılması gereken harcama önceki aya göre değişmedi, geçen yılın aynı ayına göre ise 166 liralık artışla 422 liraya yükseldi.

Bir önceki aya göre 160 lira artarak 4 bin 545 liraya yükselen süt, yoğurt ve peynir için yapılması gereken harcama son bir yılda ise 1.774 liralık artış oldu. Meyve için harcanması gereken para Mayıs’ta 86 lira, geçen yılın aynı ayına göre ise 992 lira artarak 1.972 lira, sebze harcaması ise önceki aya göre 316 lira azalarak, geçen yılın aynı ayına göre ise 768 lira artarak 2 bin 131 lira oldu.

Ekmek, un ve makarna gibi ürünler için yapılması gereken harcama Mayıs’ta 31 lira artarak 1.572 liraya yükselirken, pirinç ve bulgur harcamaları   değişmedi ve 826 lirada kaldı. Yağ için yapılması gereken harcama ise 14 lira artarak 566 lirayı buldu.

Şeker, bal, pekmez, reçel gibi gıda maddelerine yapılması gereken harcama Mayıs’ta önceki aya göre 63 lira artarak 1.310 lira oldu. Aynı ailenin zeytin için yapması gereken harcama ise 586 lirada kaldı.

Yetişkin erkek için 2.800, kadın için 2.200, genç için 3.000 ve çocuk için de 1.600 kalori esas alınarak yapılan hesaplamaya göre Mayıs ayında açlık sınırı yetişkin erkek için 5 bin 818 lira, yetişkin kadın için 4 bin 567 lira, çocuk için 3 bin 316 lira ve genç için de 6 bin 225 lira oldu.

Açlık sınırı bu yılın ilk beş aylık döneminde ise toplam 3 bin 443 lira artış kaydetti.

GIDA DIŞI HARCAMALAR

Yoksulluk sınırının belirlenmesinde gıda dışı gereksinimlerin fiyat değişimleri de esas alınarak yapılan araştırmaya göre, dört kişilik bir ailenin gıda dışındaki gereksinimlerini “yoksunluk hissi duymadan” karşılayabilmesi için gereken harcama tutarı da Mayıs’ta 39 bin 426 liraya kadar çıktı.

 Mayıs’ta dört kişinin giyim ve ayakkabı harcamaları bin 785 liraya yükselirken, barınma (kira dâhil) harcamaları 8 bin 877 liraya, ev eşyası harcamaları 5 bin 107 lira, sağlık harcamaları 1.645 lira oldu. Ulaştırma harcamaları 12 bin 323 liraya yükseldi. Haberleşme harcamaları 1.271 liraya, eğlence ve kültür harcamaları 1.213 liraya, eğitim harcamaları 840 liraya, tatil-otel harcamaları 4 bin 200 liraya ve çeşitli mal ve hizmetlerle ilgili harcamalar 2 bin 166 liraya çıktı. Gıda dışı harcamalarda bu yılın ilk beş aylık dönemde 9 bin 72 lira artış gösterdi.

 YOKSULLUK SINIRI

Dört kişilik bir ailenin insan onuruna yaraşır şekilde yoksunluk hissi çekmeden yaşayabilmesi için yapması gereken gıda ile gıda dışı harcamaların toplam tutarını gösteren yoksulluk sınırı ise Mayıs’ta 1.148 lira daha artarak 59 bin 353 liraya yükseldi. Yoksulluk sınırında yılın ilk beş ayındaki artış ise 12 bin 516 lira oldu. Yoksulluk sınırında, son bir yıllık dönemdeki artış ise 28 bin 201 lira olarak gerçekleşti.                                   *

‘Sudan ucuz’ sözü tarihe karışıyor (Tuğçe GÖBEKÇİN)

Ekonomik kriz ve hayat pahalılığı nedeniyle en temel ihtiyaç olan suya erişmek bile lüks haline geldi. 19 litrelik ambalajlı su fiyatları son zamlardan sonra 100 TL'yi aştı. Bir bardak suyun maliyeti 1 TL'ye ulaştı.(https://www.birgun.net/haber/sudan-ucuz-sozu-tarihe-karisiyor-532726)

soL KÖŞEBAŞI (27 Mayıs 2024)

Pasifik’ten Kafkasya’ya Fransa’nın acıklı hikayesi (Engin Solakoğlu)
Ziyarete başlarken “Güneş Kral” 14. Louis havaları takınan Macron, ayrılırken daha ziyade Devrim’in Parisi’nden tüymeye kalkışan 16. Louis’yi andırıyordu.

Geçen hafta Fransa’nın Pasifik bölgesindeki en önemli sömürgesi Yeni Kaledonya’da, yerli halkın verdiği isimle Kanaky’de,  yaşanan olayların arka planına değinmiştim. Bu hafta resmi biraz daha genişletmeye çalışarak devam edeceğim. Fransa’dan bize ne diyenlere söyleyecek bir sözüm yok ama dünya kapitalizminin başat ülkelerinden birinde olup bitenleri merak edenler okumaya devam edebilir.

Kanaky’de yerli halk yani Kanakeler, sömürge idaresi tarafından getirilmek istenen yeni seçim sistemine karşı direnişini sürdürüyor. Bu seçim “reform”u Fransa’dan getirilerek adaya yerleştirilenlerin oy kullanma hakkını genişletmeyi öngörüyordu. Bunun mantıksal sonucu, fiili nüfus bağlamında zaten azınlık durumuna düşürülmüş olan Kanakelerin kendi ülkelerinde bu kez siyasi anlamda da azınlığa dönüşmeleri olacaktı. Her ne ise, olaylar yatışmayınca, Fransa’nın bankacı Cumhurbaşkanı Macron geçen hafta adaya bir ziyaret gerçekleştirdi. Kanake hareketinin liderleriyle görüştü ve basına yansıyanlara bakılırsa onlara kimi güvenceler verdi. Macron’un ziyareti sırasında bir Kanake daha öldürüldü. Üstelik görev başında olmayan bir polisin açtığı ateş sonucu. Başkent Noumea ve banliyölerinde gerginlik arttı. Fransız turistlerin adadan tahliyesine yönelik bir operasyon başlatıldı. Noumea havalimanı 2 Haziran’a kadar sivil uçuşlara kapalı kalacak. Demek ki, durum ciddi.

Ziyarete başlarken “Güneş Kral” 14. Louis havaları takınan Macron, ayrılırken daha ziyade Devrim’in Parisi’nden tüymeye kalkışan 16. Louis’yi andırıyordu. Fransa Cumhurbaşkanı Kanaky’yi terkederken “gerekirse bir referandum daha yaparız” dedi. Adanın bu noktaya önceki yıllarda düzenlenen üç referandumdan sonra geldiğini unutursak çok özgün bir fikir! 

Fransız sermaye basını ise olayların ardındaki “karanlık güçleri” aramaya devam ediyor. Fransız basını bir süredir Kanaky’deki ayaklanmanın arkasında Azerbaycan’ın bulunduğuna dair iddialara yer veriyordu. Bu iddiaların kaynağında ise “Bağımsızlık yanlıları ile Azerbaycan arasında temaslar bulunduğunu söyleyen” İçişleri Bakanı Darmanin var. Ulusal Meclis’te yaptığı bir konuşmada “Azerbaycan’ın ayaklanmadaki olumsuz etkisi”nden söz eden Darmanin devlet televizyonunda da bunun bir fantezi değil gerçek olduğunu ısrarla vurguladı.

Çok uzun yıllar önce bir haber yayını olmaktan çıkıp sermayenin akort tutmayan borazanı haline gelen haftalık Le Point dergisi, bu hafta Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’i “Fransa’nın istikrarını bozmak isteyen diktatör” başlığıyla kapak konusu yaptı. Le Point Kanaky’deki olayların da ötesine geçerek Azerbaycan’ın Fransa ölçeğindeki lobi faaliyetlerini mercek altına aldı. Dergi, Bakü’nün “rüşvet” silahını cömertçe kullanarak Fransa’da etkin olduğunu ileri sürdü.

Azerbaycan’ın salt Fransa’da değil dünyanın belli başlı bütün ülkelerinde etkin bir lobicilik faaliyeti sürdürdüğü bir gerçek. Bu konuda Türkiye’nin fersah fersah ilerisinde olduğu da yadsınamaz. Lobicilik dediğimiz faaliyetin ahlaki bir tarafını aramak boşa bir çaba elbette. Yine de bu konunun Fransa bakımından acıklı bir yönü var. Dünyanın altıncı büyük ekonomisine, en büyük donanmalarından birine, nükleer silaha sahip ülkelerinden biri, Avrupa Birliği gibi siyaseten olmasa da ekonomik alanda dünyanın üçüncü büyük kutbu olan bir oluşumun Almanya ile birlikte lider sayılan ülkesi, Azerbaycan gibi küçük bir ülkenin lobicilik faaliyetleri sonucunda istikrarını yitirme korkusu yaşadığını itiraf ediyor.

Diğer yandan lobicilik konusunda şu sıra Azerbaycan’ı parmakla gösteren Fransa uzun yıllardır Katar sermayesinin arka bahçesi sayılıyor. İsrail’in Fransa’daki gücü bir başka konu. Ulusal Meclis’teki bir milletvekili doğrudan Likud uzantısı gibi hareket ediyor. Ülkedeki en güçlü “sivil toplum” örgütlerinden biri olan CRIF (Fransa Yahudi Örgütleri Temsil Kurulu) İsrail’in Apartheid rejiminin aleni savunucusu konumunda. Geçtiğimiz yarım yüzyıl boyunca Arap rejimlerine yakın tutum sergileyen Fransa’nın Filistin halkına yönelik İsrail saldırısı bağlamında ortaya koyduğu garip ve ikircikli tavrın ardında bu var. 

Fransa’da yaşayanların çoğunluğu yaşanan soykırıma tepki gösteriyor. Eski dışişleri ve savunma bakanlarından oluşan, içinde gayet namlı sağcıların da bulunduğu etkili isimler “İsrail yanlısı tutumun Fransa’nın Orta-Doğu’daki çıkarlarına ve dünyadaki saygınlığına zarar verdiğini” yineliyorlar. Benzer bir tutumun Fransız ordusu ve Dışişleri’nde de bulunduğunu gözlemek mümkün.  Buna karşılık Macron yönetiminin Filistin bağlamında attığı “suret-i haktan” görünmeye yönelik her adım, sermaye temsilcilerinin de içinde bulunduğu CRIF tarafından şiddetle eleştiriliyor. Fransa, deyim yerindeyse, havra ile cami arasında bilinçsizce koşuşturan bir horoz görünümü sergiliyor.

Bunun son örneği de Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) savcısı Kerim Han’ın İsrail ve Hamas’lı yöneticilerin tutuklanmalarına dair talebi bağlamında yaşandı. İran-İsrail düellosu sırasında, ABD ve İngiltere’yle birlikte savaş uçaklarını bölgeye göndererek İsrail’in yardımına koşan Fransa, bu kez Washington ve Londra’dan ayrı düştü ve UCM kararlarını tanıyacağını duyurduğu gibi, ABD’den UCM’ye gelen tehditleri de kınadı.

İşte böylesine kaotik bir ortamda Kanaky’de yaşananları, Bakü’nün “başarı” hanesine yazmaya kalkışmak, hatta “koskoca” Fransa’nın istikrarını Aliyev yönetiminin tehdit ettiğini ileri sürmek, neresinden baksanız en hafif deyimle sersemlik. 21. Yüzyıl’da 19. Yüzyıl kafasıyla sömürgecilik yapmakta ısrar etmenin ne izahı ne de mizahı olabilir. Kaldı ki, Fransa’nın yaşadığı sıkıntılar, dış etkilere açık, yapısal anlamda zayıf bir ülke olmasından değil, çetinleşen uluslararası rekabet koşulları yüzünden kuduran ve “kâr hadleri”nin ötesini göremeyen sermaye tarafından kötü yönetilmesinden kaynaklanıyor.

Ülke her fırsatta aşırı sağcı reçetelere başvuran bir merkez sağ ile “aslında merkez sağ benim” iddiasındaki aşırı sağ muhalefet arasına sıkışmış durumda. Geçen seçimlerde belirli bir umut yaratan Mélenchon liderliğindeki sol muhalefet bloku kısa sürede parçalandığı için etkili olamıyor.

Bu köşede daha önce de değinmiştim. Mélenchon hareketinin birçok handikapı var. Birincisi karizmatik lider hareketi sınırlarını aşamamış olması. Mélenchon kitlelere seslenebilme yeteneğine sahip bir lider. Ancak inatçı ve öğrenme iştahını yitirmiş. Dediğim dedik öttürdüğüm düdük kafasıyla Fransız aydınlarını ve emekçilerinin tamamını kazanması çok güç.   İkincisi kurduğu partinin “solculuk” yaparken temel referanslardan uzaklaşmayı tercih etmiş olması. Hareketin tüzüğünde, programında Sosyalizmi çağrıştıran pek çok unsur var ama Sosyalizmin adı yok. Üçüncü büyük handikap “Hareket”le önceki seçimlerde ittifak yapan Fransız merkez solunun artık solla hiçbir ilişkisinin kalmamış olması. Fransız Sosyalistleri (PS) uzun yıllardır -affedersiniz- CHP kadar dahi “solcu” değiller. Yeşiller ya da Fransa’daki ismiyle Çevreciler ise çiçek böcek sevdasıyla, üreten kitlelerden tümüyle kopmuşlar. İdeolojiden yoksunlukla malul Çevrecilik Fransa’da bir tür bahçe düzenlemesine indirgenmiş durumda. İttifakın bir diğer üyesi olan Fransız Komünist Partisi ise bir anlamda müzede sergilenmesi gereken değerli ama sessiz bir arkeolojik buluntuya dönüşmüş halde. Dolayısıyla bu toplamın halka somut vaatlerde bulunabilmesi, sermaye iktidarını sarsabilmesi yakın vadede mümkün değil.

Haziran ayı başında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağcı RN'nin (Ulusal Birleşme ya da benim tercih ettiğim isimle Toplaşma) oyların neredeyse üçte birini alacağı, Macron’un partisinin yüzde 20’yi zor bulacağı, seçimlere darmadağın giren sol partilerin ise yüzde 10’u aşmayan oranlarla nal toplayacakları anlaşılıyor.

Kanaky’de başı sıkışınca “dış düşman” arayışına giren Fransa’nın hali özetle böyle. Bizim halimizi ise en iyi “bilge lider” özetlemiş bu hafta. Öğlen sıcağında uyuyanları toplayacaklarmış. Siz siz olun, toplamaya kalkışanları toplayacağımız güne kadar uyanık kalın.

Bu arada, aklını ve bilincini toplatmamış olanların 27 Mayıs’ı kutlu olsun.

                                                            /././

27 Mayıs: Utanç duyulacak bir darbe mi yoksa devrimci bir ruh mu? (Nazım Emre Yücetepe)

Yeniyi kurma ufku onun içinde bulunmuyordu, yeni kurulamadığı müddetçe de eskinin tekrar etme huyu vardır. Buna rağmen bu ufka sahip olabilecek solun önü 27 Mayıs’la beraber daha da açılmıştır.

27 Mayıs’ı ele almanın her olguda olduğu gibi birden fazla yolu var. Fakat bu ‘‘darbe’’nin öyle bir özelliği var ki 1960 yılıyla günümüzü birleştiriyor: Düzen 27 Mayıs’ın ruhundan korkuyor. 

O halde altmış dört yıl önce gerçekleşene iyi bakmamız, resmi anlatıda “Türk demokrasisinin utanç tarihi”* olarak geçen bu dönemeci daha iyi anlamamız; bunun için de 27 Mayıs’ı tarihsel meşruiyet kavramının merceğinden incelememiz gerekiyor.

'27 Mayıs' 1950’de başlar

27 Mayıs on yıllık Demokrat Parti iktidarının üzerine yaşanmıştı. 

1946 yılında CHP’nin içinden daha önce de başbakanlık yapmış olan Celal Bayar ve Adnan Menderes gibi isimlerle birlikte ayrılan bir kadro toplamı Demokrat Parti’yi kurmuş; aynı yılın temmuz ayı seçimlerinde 61 milletvekili çıkarmayı başarmıştı.

Partilerin, sermaye sınıfının ihtiyaçlarına yanıt üretebilmek için, birbirini doğurma süreci başlıyordu. CHP’nin içinden DP, Refah Partisi’nin içinden AKP çıkacaktı. Tarihte tesadüfe pek az yer vardı.

DP’nin sloganı ‘‘Yeter, söz milletin!’’ idi. Bunun sınıfsal tercümesi ‘‘Yeter, söz toprak ağalarının ve sermaye sınıfının!’’ olacaktı. Yıllar geçtikçe bu daha da iyi anlaşılmaya başlanıyordu.

İktidara geldiği yıl başlayan Kore Savaş’ı DP’nin NATO’ya katılma konusunda ne kadar hızlı olduğunu gösterecekti. Menderes Hükümeti, meclis onayını beklemeden 25 Temmuz gecesi Bakanlar Kurulu toplantısı neticesinde almış olduğu kararla Kore’ye asker gönderme girişiminde bulunmuştu.

“Kızıl korku” tedirgin etmeliydi… ABD ne kadar korkuyorsa Demokrat Parti de o kadar korkuyordu ve belki de daha fazla. 

Dozu kaçırılan Amerikancılığın yanında, nüfusun hâlâ büyük bir bölümünü oluşturan köylülere, küçük toprak sahiplerine yönelen ekonomik saldırılar, emekçi sınıfların ayağa kalkmasına karşı alınan sert önlemler sınıfsal mücadeleyi kızıştırıyordu. 

“Türkiye’nin düzen”i kendine yeni meşruiyet kanalları açmakta zorlanıyordu. Bunun için CHP’nin 1965 seçimleri öncesinde kendisini ‘‘ortanın solu’’ olarak konumlandırması ve yavaş yavaş emek-sermaye karşıtlığını gizleyecek yeni karşıtlıkların türetilmesi gerekecekti.

Dolayısıyla iktidara karşı patlak veren olaylar belli bir sınıfsal arka plana, tarihsel ve toplumsal bir meşruiyet problemine işaret ediyordu.

28-29 Nisan olaylarıyla beraber krizin mevcut enstrümanlarla çözülemeyeceği tasdiklenmişti artık. Kaldı ki darbenin gelişi muhtemelen bu olaylardan daha öncesine dayanıyordu ve belliydi.

27 Mayıs’ı yapanlar ve 27 Mayıs’ı taşıyanlar

27 Mayıs sabahı erken saatlerde DP iktidarına son verilmişti. Darbeyi duyuran ise tanıdık bir isimdi: Alparslan Türkeş.

İsim tanıdık, MHP’nin kurucu kadrolarının başını çeken, ABD ile her zaman dirsek temasında olan, NATO tedrisatından geçmiş bir isimdi. Fakat ordu içindeki eğilimler savaşı sonucunda Türkeş ve çevresindeki milliyetçi subaylar darbeden kısa süre sonra darbenin yetkili organı olan Milli Birlik Komitesi’nden tasfiye edileceklerdi. 

Nitekim 12 Eylül’ün övgüsünü ülkücülerin ağzından kolaylıkla duyabilirsiniz fakat 27 Mayıs övgüsü pek bulunamaz. 27 Mayıs sonrasında kendileri sürgündedir fakat fikirleri 12 Eylül için söyledikleri gibi iktidarda değildir.

27 Mayıs ruhu nedir?

Öyleyse 27 Mayıs ruhu neye karşı harekete geçmişti? 27 Mayıs’ı diğer darbelerden ayrı bir yere koyan neydi?

Türkiye’nin devrimci tarihinde aydın-asker bölmesinin bir aradalığı ve öncü rolüyle ilk kez karşılaşmıyorduk. İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1908 Devrimi, Hareket Ordusu’nun 31 Mart ayaklanmasını bastırması, 1923 ve sonrası ve daha birçok örnek ortadadır.

27 Mayıs’a devrimci demokrat rengini verenler de DP iktidarının karşı-devrimci saldırılarıyla yarattığı krize müdahalede bulunmuşlardı. Devrimin ileri yönlerini taşıyan son kalıntıların son bir saldırıya geçmesi ve ülkeye müdahalesiydi bu. 

Bir programları yoktu, sosyalist bir ülke düşüncesi yoktu ortada fakat devrimin kazanımlarına saldıranlardan hesap sormak vardı. Elbette bunun da sınırları vardı. 27 Mayıs bu sınırları aşamazdı.

Yeniyi kurma ufku onun içinde bulunmuyordu, yeni kurulamadığı müddetçe de eskinin tekrar etme huyu vardır. Buna rağmen bu ufka sahip olabilecek solun önü 27 Mayıs’la beraber daha da açılmıştır.

Ama en önemlisi, 27 Mayıs’ın ruhundan günümüz için çıkarılabilecek en önemli derslerden biri devrim yapma, devrimi koruma hakkıdır. Çünkü devrim hakkı emekçi sınıfların şu köhnemiş düzen içerisindeki biricik ve en meşru hakkıdır.

(Nazım Emre Yücetepe)

Parola: Siyaset üstü (Salih Bostancı)
Kim bu emeğimiz, kanımız, canımız, ülkemiz üzerinde tepinen lanet olası sermaye düzeniyle, onun iktidarıyla normalleşmeye, uzlaşmaya çağırıyorsa hain odur.

Diyalog zemininde çözüm, normalleşme, uzlaşı kültürü, çözüm siyaseti, siyasi mutabakat, hellaleşme, kazanım siyaseti, çözüme şans vermek, yapıcı muhalefet vesaire, bunlar kimi konjonktürlerde hem iktidar hem muhalefet tarafından sık kullanılır. Mesajdır, bundan anlaşılmalıdır ki, sermayenin o dönem için kimi hedefleri, kurguları vardır ve yalandan da olsa aykırı kimi sesler, çıkışlar istememektedir. "Her şey Türkiye içindir" ve iktidar da muhalefet de bu "ulu amaç" için kendilerinden "ödünler" vermektedir.

Bir de parolalar vardır; şimdi siyaset zamanı değil, bu meseleye siyaset karıştırılmasın, siyaset üstü... Paroladır. Kriz zamanlarının parolası; sermayenin, patronların düzene dair bir tehdit, risk gördüğü zamanların parolası. Peşkeş çekilmiş bir madende, gerekli güvenlik önlemleri alınmadığı için katliam olur, 301 işçi ölür. İktidarı muhalefeti bir ağız olur; gün siyaset günü değil, mesele siyaset üstü.

Deprem olur, para için imar affı verilmiş binalar, rüşvet ile ruhsat almış çürük binalar, rant için yağmaya açılmış şehirler yerle bir olur, on binlerce insan ölür, günlerce ne merkezi ne yerel yönetimler ortada yoktur. İktidarı muhalefeti bir ağız olur; gün siyaset günü değil, mesele siyaset üstü.

Geçtiğimiz günlerde de Özgür Özel, Tayyip Erdoğan'ı ziyaret etti, aralarında yaklaşık 1,5 saatlik bir görüşme gerçekleşti. Görüşme sonrasında görüşme içeriğine, ne konuşulduğuna dair detaylı bir bilgi verilmedi, parola söylendi, "siyaset üstü" dendi. Tercümesi; "Sermayenin, patronların, ağaların düzenin bekası konuşuldu, siz marabaları ilgilendiren bir şey yok."

Sonrasında Özgür Özel, Denizlerin, Üç Fidanın mezarı başında "Bu ülkede normalleşmeyi, yumuşamayı en çok ben istiyorum" dedi.

Başka konuşmalarında ülkenin altında ezildiği en ağır sorunlarla ilgili 4 yıl sonraki seçimi işaret etti.

Oysa daha 1 yıl geçmedi, iki seçim yaşandı.

Bu iki seçimde de daha önceki her seçimde kullanılan kimi argümanlar, bu zamana kadarkilerle kıyaslanamayacak doz ve şiddette kullanıldı. Ne dendi?
"Artık son çıkış, bu son seçim bir daha seçim olmayacak, hilafet ilan edilecek, bu seçim artık ölüm kalım meselesi"
Evet "Ölüm kalım meselesi" dendi, seçim bitti, bu seçimlerden sonra yüzlerce işçi, çocuk, kadın; yoksullukta, iş cinayetlerinde, kadın cinayetlerinde öldü. Hep ölenler ölmeye devam etti, hep kalanlar kalmaya devam etti.

Ama o argümanlar üstünden, genel seçimde Millet İttifakı'nın, yerel seçimde İmamoğlu'nun, Mansur'un arkasında hizaya geçmeyen, AKP'nin ekmeğine yağ sürmek ile suçlandı, hatta "hain" ilan edildi.

Evet bu ülke için yıllardır mücadele yürüten devrimciler, komünistler Torosçu Meral Akşener'in, Madımak katliamının sorumlularından Karamollaoğlu'nun, sermaye gruplarının, müteahhitlerin arkasında hizaya geçmediği için hain ilan edildi.

Hain kim?

Nüfusun sadece yüzde 1'lik bir asalak kısmı, ülke gelirinin yüzde 40'ını gasp ederken,
AKP Cumhuriyetin, laikliğin son kırıntılarını yok etmeye, Cumhuriyeti kağıt üstünde bile bırakmamak için yeni anayasaya hazırlık yaparken,
Emekliler 10 bin TL maaş ile adeta ölüme terk edilmişken,
Patronların milyarlarca borcu silinip, emekçiler borçları nedeniyle intihar ederken,
Sermaye eşi zor görülür bir gözü dönmüşlükle ülkeyi yağmalarken,
İnsanımız, "ucuz" et kuyruğunda uzatılan mikrofona ağlayarak "500 gram kıyma alacağım, 3 saattir sırada bekliyorum" derken...
Kim seçimi işaret edip 4 sene daha bekleyin diyorsa,
Kim AKP ile anayasa görüşmesi yapmaya, anayasa yapmaya çağırıyorsa,
Kim bu emeğimiz, kanımız, canımız, ülkemiz üzerinde tepinen lanet olası sermaye düzeniyle, onun iktidarıyla normalleşmeye, uzlaşmaya çağırıyorsa hain odur.

(soL)





Sahaflar Çarşısı (VII) - Yaşamayan biri yazabilir mi devrimin romanını? Öyleyse 'Birgün bile yaşamak' (Özkan Öztaş - soL/Kültür)

 Sahaflar Çarşısı'nın bu haftaki buluşmasında Yusuf Şaylan'la birlikte, Ekim Devrimi'ne Türkiye'den yazılan bir metni, Orhan İyiler'in 'Birgün Bile Yaşamak' romanını konuşuyoruz.

Hava sabahtan yağmurluydu. Kaldırımlar ıslak; kapalı bir Ankara havası var. Olgunlar'da buluşalım dedim Yusuf Şaylan'a. Karşımızda eskiden sahaflar çarşısı olan küçük dükkanları gören bir kafeye oturuyoruz. Eskiden börekçiydi burası. Şimdilerde farklı bir markanın kahveci dükkanı olmuş. 

Yusuf ağabey erken geliyor. Oysa bende biriken işler henüz bitmiş değil. Elinde kocaman bir bez torba içi dolu kitap gülümseyerek giriyor içeri. Bendeki işlerin bitmediğini masanın dağınıklığından anlayarak "Hava tertemiz, ben azıcık dışarda oturayım sen de elindeki işleri toparla" diyor. Çıkarken de garsona ıhlamur soruyor. 

Sırtını sokağa dayamış Ankara'daki meşhur Madenci Heykeli'nin peşi sıra dizilen kitapçıların olduğu bir sokak Olgunlar. Şimdilerde birçok örneği gibi sadece ders kitapları satarak ayakta kalabiliyor. Oysa bir zamanların en müstesna kitaplarının bulunabileceği üç beş çarşıdan biriydi burası. Yusuf ağabeyin yanına geçiyorum hemen işleri hafifletip. "Haydi ben hazırım" deyince "Dışarısı biraz serin içerde oturalım" diyor. Henüz ıhlamuru gelmemiş. Ihlamuru da alıp üst katta sakin bir yere geçiyoruz. 

"Olgunlar 90'ların başında parlayan bir yıldız gibiydi. Mesela Külüstür Turgut vardı burada. Buranın iyi sahaflarındandı. Sonra biri daha vardı. Dur onu Cevat bilir" deyip telefona sarılıyor. Azıcık istişare ediyorlar, sohbette birkaç isim daha telafuz ediliyor ve ekliyor, "Sonra mesela Topal Selim. Sen bilirsin ya Selim'i. Hala Kızılırmak'ta, Kızılırmak Sineması'nın hemen önünde ya da az ilerisinde tezgahını yere seren arkadaş yok mu? İşte o Topal Selim. Çok eski sahaftır o da. Şimdilerde Mehmet Tataroğlu kaldı herhalde burada en eskilerden" diyor. Ihlamuru demlenmiş, fincanına dolduruyor anlatırken. 

Bir çuval kitapla gelmiş nerdeyse Yusuf Şaylan yine. Bu sefer mevzu yine derin. Türkiye'den Ekim Devrimi'ne yazılmış bir romanı konuşacağız. "Yahu bu kadar kitapla mı dolaşıyorsun sabahtan beri. Yorulmadın mı?" diye sorunca gülümsüyor. "Koyuna kuyruğu kendine yük olmazmış" diyor gülerek. Bir göz işareti yapıyor.

                                                       Olgunlar Sokak

'Okunmaktan yıpranmıştı kitap'

Orhan İyiler'in Birgün Bile Yaşamak romanı Türk edebiyatının belki de en ilginç örneklerinden biri. Ekim Devrimi'ni anlatan bu roman aynı zamanda akıllara "Devrimi birebir yaşamamış bir insan nasıl böyle sahici bir roman yazabilir?" sorusunu getiriyor. Sorudaki "sahici" kelimesi Yusuf ağabeyden emanet tabii. 

"O kadar çok okumuşum ki bu kitabı bir ara yıpranmış, kapağı falan dağılmıştı. Eksen Yayınları'ndan çıkmış bendeki baskısı. Kızıl Bayrak Dergisi çevresinin yayıneviydi hafızam yanıltmıyorsa eğer. Güzel kitapları vardı bu yayınevinin. Ama garip olan şey ne biliyor musun? Bu kitap için de internette doğru düzgün bir şey bulamadım. Böylesi önemli kitaplar için hiçbir şey yazılmamış olmasını aklım almıyor" diyor. Biraz öfkeleniyor bir yandan. 

'Bir ilginç adam İyiler'

Kitabın yazarı Orhan İyiler'e geliyor söz. 

"Kurgu yeteneğinin iyi olduğunu yekten söyleyebilirim. Çok ilginç biridir Orhan Abi, Donanımlı, entelektüel ve etkileyici biriydi diyebilirim. Sadece bu kitabı da değil. Öldükleriyle KalmadılarDanilov Manastırı'nın ÇanlarıDevrimci Ado'nun Ölümsüzler Katında Yargılanması, akla gelen ilk kitapları olabilir. Özellikle Devrimci Ado'nun kurgusu yine muhteşemdir. Öldükleriyle Kalmadılar kitabı da Sinan Cemgil'i ve dönemini anlatır. Orhan abi, Sinan'ın anne ve babasıyla iyi arkadaştı. Nevi şahsına münhasır bir aydındır İyiler. Adnan Cemgil ve Nazife hanımla da aralarının iyi olması Cemgil'i anlatırken birebir sayılabilecek kaynaklara temas etmesini sağlamış. Çok içten bir kitaptır o da. Mesela Nazife Hanım'ın Sinan'ın Nurhak'ta öldürüldükten sonra köylülere yaptığı bir konuşma vardır. Orhan İyiler bunun tanıklarındandır. Romanda da geçiyordu yanlış hatırlamıyorsam o bölümler. Sonra Gelenek Dergisi'nde de Süleyman Demirel'e yazdığı bir mektupla konuk olmuştu Orhan Abi. Bir dönem çoğumuzun hatırasında yeri vardır. Orhan İyiler'i bilmeli okumalı herkes" diye anlatıyor Yusuf Şaylan.

'Devrimi, Türkiyeli bir yazarın kaleminden okumanın keyfi'

Kitabı kendi yazsa belki de bu kadar mutlu olurdu Şaylan. Kendi yazmış ve kendi üretmiş gibi heyecanlı kitabı anlatırken. 

"Ekim Devrimini anlatıyor roman. Sanki yaşamışçasına. 1917 Şubat'ından Ekim ayına giden o süreçteki devrimci dönemi anlatıyor. Bizler de bu sayede Türkiyeli bir yazarın kaleminden devrimi okumanın keyfini paylaşıyoruz. Adeta yaşıyorsun kitabı okurken. Orhan Abi muhtemelen ileri düzeyde dil biliyordu. Yoksa yazdığı bazı şeylerin ayrıntılarını o dönem bilmesinin başka açıklaması yok. Olanaklar ve kaynaklar bu kadar gelişkin değildi çünkü. 

Mesela Gurkiyeviç karakterinin, kitabın 158. sayfasında Bolşeviklere dair anlattığı şeyler gerçekten okunması gereken ayrıntılarla dolu bir bölüm. Bir de sadece 1917 yılı değil. Roman 1905 olaylarını da ele alıyor anlatısında. Roman Vyborgsky'de geçiyor. Anlatıcı için ise bir adada başlıyor hikaye. Vyborgsky tam bir işçi gettosu o zamanlar. Petersburg'ta bir işçi yerleşimi. Bizim Ankara'da Sincan gibi düşün" diyor. 

Kitapta aynı zamanda tarihi birçok konu hakkında da ayrıntılı diyaloglar yer alıyor. Toprak ağalarıyla köylüler, Bolşeviklerle Narodnikler arasındaki ayrımlar ve benzerlikler, sonra Lenin ve Jakobenizm gibi konular kitapta karakterlerin sohbetleri esnasında, yazarın anlattığı ve tartıştığı konular arasında yer alıyor.

'Yoksulların adını zenginlerin yanında anımsamaktan korkan bir kahraman: Adını kirletecekmişim gibi geliyor' 

Roman'da çarpıcı birçok anektod var. Herhalde en ilginç olanlardan bir tanesi 215. sayfada geçiyor. 

O dönemler Petersburg'da buğdayı ve rublesi olan birinin elde edemeyeceği bir şey yok. Gulaglar ise her ikisine de sahip. Şehirde zevk sefa içinde yiyip, içip eğleniyorlar. İşte böylesine kurulan sofraların birinde çalışan bir yoksulun aklına sevdiği insanlar, kardeşleri ve arkadaşları geliyor.

"Birden kardeşlerim geliyor gözümün önüne. Özellikle yanlarından ayrıldığımda tıpış tıpış yürümeye çabalayan küçük kız kardeşim Nataşa...şimdi sanırım yedi yaşındadır. Onu sor­mak istiyorum. Nataşa'yı kirletecekmişim, böyle bir yerde onuruyla oynayacakmışım gibi adını yutkunuyorum boğazımda" diyor romanın kahramanı.

                                                      Yusuf Şaylan

Bu döneme dair neler okunabilir sorusuyla ek seçenekleri sıralıyor Yusuf Şaylan. Mavi Defter'i yazıyor başa. Sonra Yazılama Yayınevi'nden de çıkan Ekim Fırtınası öykülerinden bahsediyor. Kendisinde olan baskısı Bilim Yayınları'ndan. Sarı sayfalarıyla bir sahaf kitabı. Yine Yazılama'dan 1917'ye Girerken kitabı ve Yordam'dan Bolşevikler İktidara Geliyor, Troçki'den Ekim Devrimi ve Sovyet Zaferi ile Tony Clif'in Lenin kitabını yanında getirmiş Şaylan. 

"Troçki bir cerrah gibi usta. En kritik esnada devreye giren ve en kritik müdahaleyi yaparak hastayı kurtaran birine benziyor. Devrimci dönemlerde böyle biri. Ama sonrasında elindeki neşteri bırakıp yerine piposunu alarak devrimi izlemeye koyuluyor gibi. Sorun da orada başlıyor sanırım. Ama Troçki'nin devrim için verdiği emekleri yok sayamaz kimse. O yüzden devrimci dönemi anlamak için okumalara onu da dahil ettim" diyor Yusuf Şaylan.

"Kitap için bu kadarı kafi" diyor. Ben de aynı kanaati paylaşıyorum. Zira anlatılan hiçbir kitap onu okuma isteğinin önüne geçecek ayrıntılara girmemeli diye düşünüyorum.

Birgün bile yaşamak romanı için de öyle. 

Kafeden ayrılıyoruz. Yusuf abi yıllardır görüşmediği Avrupa'dan gelen bir dostuyla görüşmek için ayrılıyor yanımdan. Kitaplarda aklım kaldı. "Alayım istersen ağırdır şimdi" diyorum. Gülüyor. "Yok yok. Ağır gelmez bana kitaplar. Vermem" diyor gülerek. 

Haftaya Türk edebiyatından yine ilginç bir anlatıyla devam edeceğiz diye sözleşiyoruz. Yusuf ağabey Konur Sokak'tan ayrılarak Sakarya Caddesi'ne doğru adımlıyor kaldırımları.

Özkan Öztaş - soL/Kültür 


T24 Köşebaşı (27 Mayıs 2024)

Her ihbar edene ödül verilecek mi? (Murat Batı)

Ödül verme haberlerinden sonra sanıyorum birçok kişi bu yolla bir gelir kapısı yaratma peşine düşecektir. Belki de sadece gelir elde etmek için değil ama farklı nedenlerle örneğin husumetli olduğu, sevmediği kişilerle alakalı ihbar mesajı Maliye’yi beyhude meşgul edecektir.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, vergi kayıp ve kaçağıyla mücadele etmek adına farklı yolları denemeye başladı. Bunlardan bir tanesi de ihbar müessesesini sosyal medya ve WhatsApp hatlarına taşımasıydı.

Buna göre yurttaşlar düşük KDV oranı uygulanmasını, IBAN’a para istenmesini, kira gelirinin beyan edilmemesini, fiş/fatura verilmemesi gibi durumları ya sosyal medya hesaplarından ya da WhatsApp telefon hattından ihbar ve şikâyet edebilecekler.

Ancak bu ihbar müessesesi, toplumda ve basında ihbar et ve ihbar sonucunda para ödülü al şeklinde önemli bir algı yarattı. Ve bana ihbar edersem ne kadar ödül alacağım şeklinde abartısız yüzlerce soru soruldu ve kuvvetle muhtemel de sorulmaya devam edilecek.

Hazine ve Maliye Bakanlığı bünyesinde ihbar müessesesi her zaman aktif şekilde işlemekteydi. Bu mevzu sadece şu aralar fark edildi. Örneğin Vergi İletişim Merkezi (VİMER), mükelleflerin vergi ile ilgili konularda güncel ve doğru bilgiye telefon aracılığıyla ulaşmalarını sağlamak amacıyla 25.12.2007 tarihinde faaliyetlerine başlamıştı. Hatta VİMER’ de son üç yıl içerisinde ihbar  sayılarına baktığımızda  2023 yılında 50.452, 2022’de 47.705 ve 2021 yılında 43.439 adettir. Hatta Vergi Denetim Kurulu bünyesinde de Kurul Başkanlığı merkezinde 1, Daire Başkanlıkları bünyesinde 22 olmak üzere toplam 23 İhbar ve İnceleme Taleplerini Değerlendirme Komisyonu (İİTDK) oluşturulmuştur.

Görüldüğü gibi Maliye bünyesinde zaten işleyen ihbar uygulaması vardı ve bu sosyal medyaya taşınarak sadece görünür kılındı.

Ödül hangi koşullarda alınacak?

Bu ödül verme haberlerinden sonra sanıyorum birçok kişi bu yolla bir gelir kapısı yaratma peşine düşecektir. Belki de sadece gelir elde etmek için değil ama farklı nedenlerle örneğin husumetli olduğu, sevmediği kişilerle alakalı ihbar mesajı Maliye’yi beyhude meşgul edecektir.

Hele ki sosyal medya hesaplarında kolayca ulaşılabilir bir Doğrudan (Direkt) Mesaj (DM) sistemi var ki buradan amaç dışı binlerce mesaj gelecektir.

Şu ana kadar ödenen ödül tutarı ne kadardır?

Gelir İdaresi Başkanlığı’nın faaliyet raporlarından son 10 yılın ödenen ihbar ikramiyesi tutarlarını çıkardım. Aşağıdaki tabloda da görüldüğü üzere 1905 sayılı Kanun uyarınca 2023 yılında ihbarda bulunan 176 kişiye ödenmek üzere toplam 14 milyon 832 bin 566 lira ihbar ikramiyesi ödenmiştir. Son 10 yılda ise 3 bin 59 kişiye yaklaşık 98 milyon lira ihbar ikramiyesi ödenmiştir.

İhbar Mevzuatı

Mevzuatımızda ihbar ikramiyesi ödenmesiyle alakalı usul ve esaslar 26.12.1931 tarih ve 1905 Sayılı Menkul ve Gayrimenkul Emval İle Bunların İntifa Hakları ve Daimi Vergilerin Mektumatı Muhbirlerine Verilecek İkramiye Hakkında Kanun uyarınca uygulanmaktadır. Bu Kanun, oldukça eski ve dili de çok ağırdır. O nedenle de pek bilinen bir Kanun değildir. Bu Kanun ve diğer mevzuatlar uyarınca hangi koşullarda ihbar ikramiyesi ödenir? sorusuna gelin birlikte cevap arayalım.

Ödülün ödenebilmesi için gereken şartlar nelerdir?

Öncelikle şunu belirtmek gerekmektedir ki o da ihbarı yapana muhbir denilmekte ve tüm resmi kayıtlara ihbarı yapanın adının önüne muhbir yazılmaktadır.

1905 sayılı Kanun uyarınca ikramiyenin, yani ödülün verilebilmesi için bazı şartların oluşması gerekmektedir. Bunlar aşağıda sırasıyla izah edilmiştir.

1-Muhbir kimliğini gizlememelidir. Yani ihbar eden kişi, adını soyadını, adresini ve diğer tüm kimlik bilgilerini açıkça belirtmelidir. Mesela sosyal medya hesaplarında milyonlarca sahte ve rumuzlu hesap var. O şekilde bir isimle yapılan ihbarlar dikkate de alınmamalıdır. Çünkü en baştan kimliğini gizlemiş olacaktır. 

2-İhbar, dilekçeyle yapılmalıdır. 3071 Sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun m.4 uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi veya yetkili makamlara verilen ya da gönderilen dilekçelerde, dilekçe sahibinin adı soyadı ve imzası ile ikametgâh adresinin bulunması gerekmektedir. Yani, yukarıda sayılan ibareleri barındırmayan yazıların dilekçe niteliğini haiz olması ve dolayısıyla ihbar niteliğini taşımaması gerekir. Hatta aynı Kanun m.6 belli bir konuyu ihtiva etmeyen, yargı mercilerinin görevine giren konularla ilgili olan ve dilekçe sahibinin adı, soyadı, imza ve ikametgahına ilişkin şartlardan herhangi birini taşımayan dilekçelerin incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu nedenle sosyal medya hesaplarından ya da WhatsApp’tan gönderilen ihbarların ne ölçüde ihbar dilekçesine konu olacağı hususunda Maliye Bakanlığınca bir açıklama getirilmesi yerinde olacaktır.

3-Dilekçede ihbar ikramiyesi de talep edilmelidir. 1905 sayılı Kanun’da her ne kadar ikramiyenin talep edilip edilmemesi düzenlenmemiş olsa da uygulamada Maliye Bakanlığı ikramiyeyi talep etmeyene ödeme yapmamaktadır.

4-Muhbir, ihbarından vazgeçmemelidir. Muhbir, daha sonra ihbardan vazgeçerse ve/veya şaka yaptım gibi lakayt bir şekilde ihbarını sulandırırsa o kişiye ödeme yapılmaz.

5-Her vergi, ihbar ikramiyesine konu değildir. İhbar ikramiyesine konu vergiler devamlı vergilerdirÖrneğin gelir, kurumlar, katma değer, damga, gider ve veraset ve intikal vergisi gibi devamlılık arz eden vergiler ihbar ikramiyesinin konusuna girer. O yüzden özellikle bir defaya mahsus çıkarılan vergiler ihbar ikramiyesinin konusuna girmez. Buna göre geçici vergi, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu kapsamındaki gelirler, Gümrük vergisi, Gümrük İdareleri tarafından alınan vergi ve resimler gibi alacaklar üzerinden ikramiye ödenmez.

6-İhbar edilen hususla, tespit edilen vergi kaçağı arasında bir illiyet bağı olmalıdır. Muhbir, bir kişi hakkında vergi kaçakçılığı yaptığına ilişkin bir ihbarda bulunup onu delillerle desteklemediği sürece bu ihbar için kendisine herhangi bir ödeme yapılmaz ve yapılmamalı da. Örneğin muhbir, bir dilekçeyle vergi idaresine başvurup şu şirket vergi kaçırıyor dedikten sonra bunu nasıl, hangi yollarla ve belge gibi somut bir delil sunmadığı sürece olası bir inceleme sonucunda o ihbarı doğru çıksa dahi o kişiye ikramiye verilmez. O nedenle verilecek ikramiye ihbar edilen ve delillerle desteklenen ihbarla sınırlıdır. Örneğin sadece satış fişi vermedi diye bir ihbar sonucunda o şirketin esasında sahte belge de düzenlediği tespit edilir ve şirkete yüklü bir ceza kesilmesi durumunda muhbirin şikayetiyle bu yeni durumun bir ilgisi olmaması nedeniyle ikramiye ödenmeyecektir.

Özetle yapılan ihbar üzerine yapılan inceleme ve/veya vergi idaresinin tarhiyat işlemleri sonucunda bulunan vergi kayıp ve kaçağıyla ihbar dilekçesinde iddia edilen hususlar arasında bir illiyet bağı bulunmalı ve dolayısıyla da yapılan tarh ve kesilen cezalar muhbirin dilekçesiyle birlikte verdiği somut delillere dayalı olarak tespit edilmiş olmalıdır. Aksi durumda ikramiye verilemez.

7-Geriye yönelik 5 yıllık süre içindeki işlemler ihbar edilebilir. İkramiye alınabilmesi için geriye doğru 5 yıl içinde oluşmuş vergi kayıp kaçağına neden olmuş işlemler ihbar edilebilir. Örneğin bugün itibariyle 2017 yılındaki bir işlemin ihbar edilmesi sonucunda bulunacak kayıp ve kaçağın tahakkuk/tahsil zamanaşımına uğramış olma ihtimali nedeniyle ikramiyeye konu olması pek mümkün olmayacaktır.

8-İhbar edilenle alakalı daha önce bir vergi incelemesine başlanılmamış olmalıdır. İhbar edilen konuyla alakalı vergi idaresi daha önce bir vergi incelemesine başlamışsa o zaman ihbarınız boşa düşecek ve ikramiye alamayacaksınız. 

Aynı konuyu birden fazla kişi ihbar etmişse hepsine mi ikramiye verilecek?

Aynı konuyu birden fazla kişi ihbar etmişse ilk ihbar edene ikramiye ödenir. Yani aynı konuda birden fazla ihbar yapılmışsa bu ihbarların tarihlerine bakılır ve ilk ihbarı yapana ikramiye ödenir. Diğer muhbir maalesef bu ikramiyeden mahrum kalacaktır. İlk muhbir olduğunuz nasıl tespit edilecek sorusuna ise cevap olarak resmi kayıtlara geçiş tarihi olacaktır. Hatta aynı gün aynı konuda birden fazla ihbar varsa saat önceliğine bakılacaktır.

İkramiye tutarı ne kadar olacak?

İkramiye tutarı, ihbar edilen konuyla alakalı yapılan inceleme vs’den sonra tespit edilen ve mükellefe bildirilme (tahakkuk) şartıyla öncesinde hesaplanan yüzde 10’un 1/3’ü, sonra bu tutar mükelleften tahsil edildikten sonra da kalan 2/3’ü ödenir. Örneğin yapılan ihbar sonucunda şirkete 100 bin TL vergi ve cezası tebliğ edilirse 10 bin liranın yüzde 10’u olan 10 bin lira ihbar ikramiyesi olarak ödenir. Ancak bu yüzde 10 mükellefe tebliğ edilip kesinleştikten sonra (kesinleşme idari ve yargı yollarının tüketilmesidir) 1/3’ü yani yaklaşık 3 bin 333 lirası kalan tutar ise mükelleften tahsil edildikten sonra ödenir. 

Cezalar da ikramiyeye dahil mi?

Basında cezaların yüzde 10’u ihbar edene ödenecek gibi haberlere rastladım. Ancak bu haberler kısmen doğru kısmen yanlıştır. Şöyle ki, ihbar ikramiyesi sadece devamlılık arz eden vergiler ile bu vergilerin kaybı nedeniyle kesilen vergi ziyaı cezaları üzerinden ödenecek. Onun dışında usulsüzlük cezaları, özel usulsüzlük cezaları, gecikme faizi, gecikme zammı üzerinden ödeme olmayacaktır.

Örneğin bir ihbar sonucunda kişiye 10 lira KDV, 10 lira KDV’den dolayı vergi ziyaı cezası ve 5 lira özel usulsüzlük ile 3 lira gecikme faizi kesilmişse bu kişinin şu an 28 lira itibariyle borcu olacak ama ihbar ikramiyesi sadece verginin aslı (10 lira) ve vergi ziyaı cezası (10 lira) toplamı üzerinden (20 lira) yüzde 10 olarak yani 2 TL olarak ödenecektir. O nedenle örneğin fiş/fatura düzenlenmedi diye yapılan ihbarlar neticesinde özel usulsüzlük cezası kesilecek ve bu cezalar ihbar ikramiyesinin dışında olacaktır.   

İkramiye için vergi incelemesi şart mı?

İhbar için vergi incelemesi yapılma şartı bulunmamaktadır. Konuyla alakalı Gelirler Genel Müdürlüğü’nün 01.12.1987 tarih 77486 sayılı genel yazısı ile Vergi Dairesi Müdürünün ihbar ikramiyesi hakkındaki görüşünü belirtir yazının varlığı, diğer şartların da varlığı halinde ikramiye ödemesi için yeterli görülmüştür[1].

İhbar sonucunda vergi çıkmazsa ne olacak?

İhbar sonucunda herhangi bir vergi çıkmazsa o zaman ihbar ikramiyesi ödenmeyecektir.

Sonuç itibariyle

Sosyal medya hesaplarında ve/veya WhatsApp’tan yapılacak ihbarların ikramiyelere konu olup olmayacağı hususunun Bakanlıkça açıklanması gerekmektedir. Ancak benim anladığım kadarıyla yukarıda da detaylı şekilde belirttiğim üzere kişilerin yazılı ve imzalı bir dilekçe vermemeleri sadece sosyal medya hesaplarından ve/veya WhatsApp’tan ihbar yapmaları sonucunda ve ihbarın içeriğiyle alakalı somut delil de sunmamaları nedeniyle ihbar ikramiyesi alamayacaklardır. Zaten yapılacak ihbarlar ağırlıklı olarak fiş vermedi şeklinde olacağından bu suç da özel usulsüzlük cezasını oluşturacağından ihbar ikramiyesinin konusuna girmeyecektir.

Ülkemizde ihbar uygulaması ekseriyetle VUK m.359’da düzenlenen vergi kaçakçılığı suçlarıyla alakalı yapılmaktadır. Zaten bu şekilde yapılacak ihbarlar da somut delillerle ve mevzuatın istediği usul ve esaslar dahilinde yapılmaktadır. Örneğin Instagram’dan şeker kız candy ya da süpermen rumuzuyla yapılacak gayriciddi ihbarlar olayın ciddiyetini de zedeleyecektir.

Bu nedenle Hazine ve Maliye Bakanlığı ile yazılı ve görsel basın bu yönde yanlış anlaşılmaya sebep olacak haber ve bilgi paylaşmamaları gerekmektedir. Hazine ve Maliye Bakanlığı bu uygulamayı, olası bir vergi kayıp ve kaçağının ihbar yoluyla bir caydırıcılık etkisi yaratacağını düşünerek ve iyi niyetle getirdiğini düşünmekteyim. Ancak Bakanlıkça atlanılan bir husus var ki o da bu şekilde bir yanlış anlaşılma konu hakkında bilgi sahibi olmayan yurttaşlarımızı yanlış yollara sürükleyebilecektir ki bu durum binlerce sahte ihbarı da beraberinde getirecektir.

Bakanlığın ihbar sonucunda 2023 yılında sadece 176 kişiye 14 milyon 832 bin TL ödül verdiği gerçeği ve yapılacak milyonlarca başvurunun da ödülsüz sonuçlanacağı hususu da göz ardı edilmeden yapılacak değerlendirme neticesinde halk nezdinde ciddi bir güven sorunu yaratacağı su götürmez bir gerçektir.  

[1] Birgül Dikmen; İhbar İkramiyesi Hakkında Bilinmesi Gereken Her Şey (II), Vergi Dünyası, Sayı 510, Şubat 2024, s.99.

                                                             /././

İhbar ediyorum: Maliye’yi Maliye’ye ihbar ediyorum!..(Yalçın Doğan)

Kaçakçılıkla ilgisi yok elbette ama vergi indirimi, vergi bağışıklığı yoluyla, Maliye Bakanlığı 2 trilyon 200 milyar liralık vergiden vazgeçtiği için ihbar ediyorum.

“İhbar...”

Aykırı bir durumu, kişiyi yetkili makama bildirmek anlamında.

Tam aynısı olmasa bile, aslında bir başka kavramla örtüşüyor:

“Gizli tanık” kavramıyla.

İhbar eden kişi genellikle gizleniyor.

1270’lerde Avrupa’da “engizisyon” dönemiyle yoğunlaşan, her zaman her yerde görülen bir uygulama.

Şimdi buna takılmaya gerek yok, hatırlatmak yetiyor.

Hatırlatan son günlerde kendisinden çok söz edilen Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek.

Başlangıca dönelim.

Kopyala, kes, yapıştır

“Tasarruf Tedbirlerinin...”

-Düşük ve orta gelir gruplarını daha da yoksullaştırması,

-Yüksek gelir gruplarını koruması,

-Köprüler, yollar ve hava alanları için verilen milyarlarca liralık garantilerine dokunmaması,

Varolan eşitsizliği daha da derinleştiriyor.

“Tasarruf” diye, 30 Haziran 2021 tarihli üç yıl önceki paketten “kopyala, kes, yapıştır” modeliyle hazırlanmış bir paket çıkıyor ortaya.

Üç yılda 100 milyar liralık tasarruftan söz ediliyor, bu miktar ekonominin dişinin kovuğuna gitmez!..

Dolaylı vergiler

“Paketle” birlikte vergi sistemi sorgulanıyor.

En adaletsiz vergi olan dolaylı vergilerin toplam vergiler içindeki oranı 1951 yılından bu yana ilk kez en yüksek düzeyde, yüzde 74.4.

Neden en adaletsiz?..

Herhangi bir alışverişte ekmek, su, patates, soğan, akla ne gelirse...

En düşük gelir sahibi de en yüksek gelir sahibi de, aynı miktar KDV ve ÖTV ödüyor.

2,2 trilyon liradan vazgeçildi

“Tasarruf tedbirleri” yüksek gelir gruplarına dokunmadığı gibi...

“O grupların hanesine yazılı toplam 2 trilyon 200 milyar liralık vergiden vazgeçiliyor, vergi istisnaları ve bağışıklıkları yoluyla!..

İki trilyon iki yüz milyar lira!..”

Maliye bürokrasisinde yıllarca görev yapmış, vergi uzmanlarından Nevzat Saygılıoğlu 2024 bütçe tasarısı ilan edildiğinde bir yazı yazıyor. Başlığı şöyle:

“2024’te toplam 7,4 trilyon lira vergi toplanacak ancak, 2,2 trilyon liralık vergiden vazgeçilecek”.

Yazının özeti manzarayı açıklıyor:

“2024 yılında 600’e yakın vergi kanunları dışında ve hatta ilgili diğer kanunlarda vergi ile ilgili indirim, istisna ve muafiyetlere yer verilmiş bulunuyor.

Korkunç bir sayı!..

2024 yılında devlet toplamak için çırpındığı vergilerin yüzde 30’undan bir kalemde vazgeçiyor. Gerçek bir iç kanama.

Vergi bürokrasisi bu kanamayı durdurmak konusunda istekli. Hatta, çalışmaları olduğunu duyuyoruz ancak, siyasi otorite bu hovardalıktan bir türlü vazgeçmiyor”. (www.ekonomim.com, 1 Kasım 2023).

2 trilyon 200 milyar liradan vazgeçiliyor, 100 milyar liralık tasarruf için davul çalınıyor.

İkramiye ilanı

2 trilyon 200 yüz milyar lira orada pırıl pırıl dururken, AKP iktidarı o koca kaynağa hiç dokunmazken...

Mehmet Şimşek kira gelirleri, ev satışları ve artık kim bilir nelere ek vergiler getirmekle meşgul!..

Ama, bir açıklaması var ki...

“Vergi kaçakçılığıyla mücadelede, vergi kaçakçılarını ihbar edenlere, tespit edilen vergi ve vergi kaybı cezasının yüzde 10’u tutarında ikramiye ödenecektir”.

Tamam, ben de şimdi ihbar ediyorum!..

Maliye Bakanlığı’nı Maliye Bakanlığı’na ihbar ediyorum!..

Kaçakçılıkla ilgisi yok elbette ama vergi indirimi, vergi bağışıklığı yoluyla, Maliye Bakanlığı 2 trilyon 200 milyar liralık vergiden vazgeçtiği için ihbar ediyorum.

Mehmet Şimşek’e soruyorum:

“-Son günlerde değişik gazete ve TV’lerde daha sık dile getirilen bu rakam doğru mu?..

- Maliye Bakanlığı bu konuda bir açıklama yapmıyor. Neden?..

  1. a) Çünkü bu rakam doğru,
  2. b) Vazgeçilen o vergilere dokunamıyor, 
  3. c) Düşük ve orta gelir gruplarını daha fazla kızdırmaktan çekiniyor,
  4. d) Hepsi birden.”

İkramiyesi filan kalsın, o vergilere neden dokunamıyorsunuz, onu açıklayın!..

Emekli mitingi

Merak ediyorum, Mehmet Şimşek acaba...

“- Emeklilerin dünkü mitingini kıyısından köşesinden de olsa, izlemiş olabilir mi?..

- Emeklilerin on bin lira ile nasıl geçinebildikleri konusunda bir düşüncesi var mı?..”

Ocak ayındaki o on bin lira artık on bin lira da değil, o paranın satın alma gücü bugün 8 bin 175 liraya düşmüş durumda.

Emeklilerin isyanı burada.

2 trilyon 200 milyar lira orada.

(T24)