Kim bu videoları izleyenler?(Barış Pehlivan)
“Doğukan Çep’in beni görüntülü araması esnasında, takip ettiğim Sinan Ateş isimli şahsın yanında iki kişi ile birlikte yürüdüğünü Doğukan’a ilettim. Bu esnada görüntülü arama devam ederken silah sesleri duydum.”
Bu ifade Suat Kurt’a ait. Yani Sinan Ateş cinayeti için keşif yapan sanığa...
Bilgi yağmuru altında yeterince analiz edemiyoruz, eksik kalıyor. Misal, şu soru aklımı kurcalıyor: Cinayet anında neden görüntülü arama yapılır?
Sinan Ateş davasının ek klasörlerini incelerken bu soru ayrı bir anlam kazanıyor.
Zira...
Tarih: 12 Nisan 2021.
Eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Suat Başaran, Almanya’ya gitmek üzere geldiği Esenboğa Havalimanı’nda saldırıya uğradı.
İşte o saldırıya dair yazışmalar da yine Sinan Ateş davasının eklerinde yer alıyor. Keza, Ateş cinayetinin tetikçisi Eray Özyağcı’yı kaçırmakla suçlanan Tolgahan Demirbaş’ın telefonundan elde edilen yazışmalar bize çok şey anlatıyor.
Buna göre Demirbaş, 7 Nisan tarihinde Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım’a, “Sayın genel başkanım, Suat Başaran için Ankara’da diye duyum aldım, sürekli gittikleri muhalif kafeye adam gönderdim. İhtimallerine de bakıyoruz bilginiz olsun sayın genel başkanım, arz ederim” dedikten sonra mekânda çekilmiş bir video gönderiyor.
Bitmiyor...
Saldırı sonrası yazışmada da yine video detayı dikkat çekiyor...
“Demirbaş: Efendim dönüş yolundayız, arkadaşlar bizimle, Suat programa göre devam ediyor, İstanbul beklemede.
Yıldırım: Tamam geçmiş olsun.
Demirbaş: Sağ olun efendim, hayırlı geceler.
Yıldırım: Video kimseyle paylaşılmasın.”
‘PAZARTESİ VİDEO İLE GELİN’
Başka bir saldırıya dair deliller de yine Sinan Ateş cinayeti davasının klasörlerinden çıkıyor.
Tarih: 1 Haziran 2021.
İYİ Parti Teşkilat Başkan Yardımcısı Mümin İnan saldırıya uğradı. Ancak İnan, beraberindekilerle birlikte saldırıya müdahale etti. İşte bu olay sonrası da Ülkü Ocakları Ankara İl Başkanı Ömer Şanlı, bir WhatsApp grubuna “genel başkan” diye kayıtlı bir kişiyle yapıldığı anlaşılan ve İnan’a yönelik saldırıya ilişkin yazışmanın ekran görüntüsünü atıyor. Ekran görüntüsündeki yazışmada, genel başkan ismiyle kaydedilmiş kişinin “O kadar adam gittiniz bir işi halledemediniz. Bu da size son işti” mesajını attığı görülürken sonrasında Şanlı aynı gruba, İnan’ın olaya ilişkin yaptığı açıklamanın videosunu “Rezilliğinizi seyredin” diyerek gönderiyor.
Ve bir video “talimatı” daha geliyor...
Zira bu konuşmalardan iki gün sonra Tolgahan Demirbaş, bu kez Ahmet Yiğit Yıldırım’a, “Sayın genel başkanım bu Niğdeli kişiye (Mümin İnan’ı kastediyor) karşı bir girişimde bulunmak üzere Ömer başkan tarafından bir talimat verildi. Sonuçları sıkıntı olacak şekilde. Bilgi vermek istedim, arz ederim” diye mesaj gönderiyor. Sonrasında Yıldırım, Demirbaş’a nerede olduğunu sorarak Demirbaş’ı yanına çağıracağını yazıyor. Öte yandan saldırılara ilişkin video kaydı alınmasının da “talimat” olduğu anlaşılıyor. Hem Yıldırım’ın hem de Şanlı’nın talimatlarında saldırılara ait görüntülerin istendiği görülüyor. Örneğin yazışmalardan birinde Şanlı, “Pazartesi video ile gelin” diyor.
Hatırlayın...
2022’de bıçaklı saldırıya uğrayan eski Mersin Ülkü Ocakları Başkanı Çağrı Ünel de benzer bir suçlamada bulunmuştu. Ülkücü bir grup Ünel’e saldırırken diğer yandan da o anları cep telefonuyla videoya kaydediyordu.
Demem o ki...
Bu “saldırının görüntülü kaydı” olayı, hedeflerin ayrı ama kaydı izleyenlerin aynı olduğuna işaret ediyor.
/././
İktidar olma hedefi (Öztin Akgüç)
CHP, yapılacak erken veya zamanında ilk genel seçimde iktidar olmayı hedefliyor. Seçim kazanmak, iktidarı hedeflemek, iktidar olmak ayrı olaylardır. Geçmiş örneklerde de görülebileceği gibi sadece seçim kazanmakla iktidar olunmuyor. İktidar olma, amacı hem hukuksal hem fiili olarak gerçekleştirme gücüdür. Hazırlıklarına önceden başlamak, planlamak, altyapısını oluşturmak, uygulamasına seçim sonrası hemen geçmekle amaç gerçekleştirilebilir.
CHP’nin iktidar olma amacı, bugünkü düzeni değiştirerek ülkeye yeniden Atatürk Aydınlanmasını yaşatmaktır. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi (CHS) denilen düzen, yetkinin tek elde toplandığı monarşik bir yapı, başkan ile çevresi, destekçi sınıf arasında çıkar ilişkisine dayanan patrimonyal düzendir. Bozulmuş, yıpranmış, kişisel tatmin aracı haline gelmiş, belli bir kesimin çıkarlarının korunduğu, baskıcı bir düzenden halk egemenliğine dayanan demokratik bir düzene geçmek amaçlanmaktadır. Yerleşik çıkarlar, dış ve iç etkenlerin engellemesiyle dönüşümün kolay olmayacağını öngörmek, planlamasını yapmak aşama aşama da gerçekleştirmek gerekir.
Gölge kabine oluşturmak bu bağlamda bir adımdır. Kamuya söz vermek, taahhüt anlamında bir ilk hedefler bildirgesi hazırlamak, bürokrasiyle değişim hazırlıkları yapmak, düzeltici yasa taslakları hazırlamak, CHS’nin monarşik yapısından güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş anayasasını gündeme getirmek, bu konuda da inisiyatif karar ve davranış önceliği almak, amaca ulaşmak yolunda yörüngedeki kritik noktalardır.
Bireysel ve sosyal hakları güvence altına almak, yargı bağımsızlığını, eğitim ve sağlık hizmetlerinin sağlamak, parlamenter sisteme geçiş taahhüdünü içeren bildirgenin seçim kazanıldığında halk onayından geçmesi nedeniyle bu aşamanın gerçekleştirilmesine moral ve fiili güç katar.
Kamuda işlerin yürütülmesi, uygulanması bürokratlar eliyle sağlanır. Etkin çalışan bürokrasi amaçların gerçekleşmesi için zorunludur. AKP-MHP ortak yönetiminde oluşan bürokrat kadro, her açıdan Osmanlı döneminden Cumhuriyete intikal eden kadroların da çok gerisindedir. Liyakat, ehliyet, yeterlilik, kamu yararı gözetme gibi ortamlar, meziyetler yerini biat, bağlılık, belirli çevrelere hizmet gibi tercihlere bırakmıştır. Görevi, kamu yararına, özverili, nesnel gerçekleştirme disiplini kaybolmuş; korku, hoşnut etme, emir alma, riayet kültürü oluşmuştur. Hemen her gün bürokrasiyle ilgili bir yolsuzluk, çürümüşlük bilgisi, ihbarı medyada yer almaya başlamış; bürokrasi, iktidarın muhalifler üzerindeki sopası görevini üstlenmiştir. Mevcut kadronun, liyakat esasına dayanan kadroyla yenilenmesi gerekir. Bürokrasi yönlendirilmediğinde, kişisel çıkarlar devletin çıkarlarına değer yargıları da milli ve manevi değerlere dönüştürülerek kamuya sunuluyor. Devlet çıkarı, milli ve manevi değerler, kişisel hesapların, beklentilerin alalaması oluyor.
105. yılını kutladığımız Mustafa Kemal Paşa’nın “Amasya Tamimi” ulusal kurtuluş sürecinin önemli dönemeçlerinden biridir. Paşa, ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başladığını ilan ederken beraber yürüyeceği kişilerde de azimkârlık, namus, vatanperverlik şayanı itimat olma gibi nitelikler, meziyetler aramıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında bürokrasiye egemen olan kültür, CHP iktidarında görevlendirilecek bürokrasilerde de oluşturulmalıdır.
CHP, günümüz iktidarı ile ilişkilerinde, iktidarın Kurtuluş Savaşı sırasındaki İstanbul hükümeti gibi algılanabileceğini dikkate almalıdır.
CHP, yerel yönetimlerde hukuka saygı, kamu yararı gözetme, doğayı, çevreyi, yoksulu koruma, eğitim ve üretime katkı konularında minyatür, yerel örnekler vererek iktidar hedefine gidişte yol alabilir. İktidar olma, sorunlara çözüm yükümlülüğünü de getirir.
/././
27 NİSAN SİYASİ DARBESİ '27 Mayıs’ın Ardındaki Gerçek' (Sinan Meydan)
“Ordunun politikaya karışmasını istemiyoruz. Ordu ile iktidara gelmek istemiyoruz. Bir baskı idaresini, millet kuvvetiyle yıkmak için mücadele ediyoruz.” (İsmet İnönü, 7 Mayıs 1960)
14 Mayıs 1950’de serbest seçimlerle iktidara gelen Demokrat Parti (DP), 27 Mayıs 1960’ta bir askeri müdahaleyle iktidardan indirildi. Evet, 27 Mayıs’ta, iktidar, serbest seçimlerle değil de askeri müdahaleyle değişti. Ortada bir “darbe” olduğu açık! Peki, ama 27 Mayıs neye, kime karşı darbeydi; demokrasiye mi, yoksa adım adım demokrasiyi yok edip bir baskı rejimi kuran bir iktidara mı?
BASKI REJİMİNİN AYAK SESLERİ
1957’den itibaren ekonomik sıkıntılar halkın belini büktü. DP, 1957 seçimlerinde umduğunu bulamadı. 1958’deki 9 Subay Olayı (Samet Kuşçu adlı bir subayın ihbarıyla 9 subay, DP hükümetine darbe yapacakları şüphesiyle yargılanıp bırakıldı) ve Irak’ta meydana gelen askeri darbe, DP’de darbeyle iktidarı kaybetme korkusuna yol açtı. İşte bu korku ve başka bazı nedenlerle DP, Türkiye’de bir baskı rejimi kurmaya başladı.
Adnan Menderes, 1958’de “Kin ve Husumet Cephesi” diye adlandırdığı muhalefete karşı bir “Vatan Cephesi” kurdu. Vatan Cephesi’ne katılanların adları bir DP yayın organı haline getirilen devlet radyosundan halka duyuruldu.
Menderes, 1958’de yurt gezilerinde ana muhalefet partisi CHP’ye yüklenmeye başladı. Balıkesir’de CHP’yi “seçimsiz iktidara gelmek istemekle” suçladı. İzmir’de Fransa’daki De Gaulle rejimini örnek göstererek eğer CHP’liler savcılar üstündeki baskısını sürdürürse “demokrasiye paydos” edileceğini söyledi. Buna karşılık İnönü, kimsenin “demokrasiye paydos” etmeye gücünün yetmeyeceğini söyledi. Sabah böyle bir şeye teşebbüs edenler, akşam “kendilerini zindanda bulurlar” dedi.
Yaptığı bir konuşmadan dolayı 24 Nisan 1959’da İnönü’nün dokunulmazlığı kaldırılmak istendi.
İnönü, 1959 baharında çıktığı yurt gezilerinde planlanmış saldırılara uğradı. Uşak’ta başına taş atıldı. Topkapı’da linç edilmek istendi. Kayseri Yeşilhisar’a sokulmak istenmedi.
İnönü, yayın yasağı nedeniyle basına yansımayan açıklamasında, DP iktidarını “dehşet yönetimi kurmakla” ve “insan haklarına aykırı hareket etmekle” suçladı.
BİR SİYASİ DARBE: TAHKİKAT KOMİSYONU
DP, doğrudan ana muhalefet partisi CHP’yi tamamen susturmak, muhalif basını ve üniversiteleri tamamen etkisizleştirmek için 18 Nisan 1960’da tamamı DP’li vekillerden oluşan Meclis Tahkikat Komisyonu’nu kurdu. Kararın gerekçesinde amacın, “CHP’nin yıkıcı, gayrimeşru ve kanundışı faaliyetlerini… ve matbuat sorununu… tahkik etmek” olduğu belirtiliyordu. (Karar no: 2247) Tahkikat Komisyonu için iktidar partisinden 15 üye seçildi. Komisyon, TBMM’nin veya hiçbir mahkemenin kararına bağlı olmadan hareket edecekti. (Resmi Gazete, 19 Nisan 1960, s.1178/a.)
Cumhuriyet, 19 Nisan 1960
Tahkikat Komisyonu, 19 Nisan 1960’ta “üç yasak” kararı aldı:
1. Bütün siyasi faaliyetleri,
2. Komisyonla ilgili bütün yayınları,
3. Meclis’teki tahkikat görüşmelerinin yayınını yasakladı. (Cumhuriyet, 19 Nisan 1960, s.1)
Milliyet, 19 Nisan 1960
27 Nisan 1960 tarihli, 7468 numaralı “TBMM Tahkikat Encümenlerinin Vazife ve Faaliyetleri Hakkında Kanun”, 28 Nisan 1960’ta Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Komisyona “yeni yetkiler” verildi. Bu kanuna göre Tahkikat Komisyonu, sorgu hâkimine, sulh hâkimine ve askeri adli amirlere tanınmış bütün hak ve yetkilerle donatıldı. Komisyon, tüm süreli ve süresiz yayınları yasaklamaya ve toplatmaya yetkiliydi. Her türlü belgeye, eşyaya el koyabilirdi. Her türlü toplantıyı ve gösteriyi yasaklayabilirdi. Komisyonun tüm çalışmaları gizliydi. Kimi, neden, hangi delillerle soruşturduğunu açıklamayacaktı. Bunu açıklamanın cezası vardı. Tahkikat Komisyonu kararları kesindi. Kararlara itiraz hakkı yoktu. Yargı süreci de kapalıydı. Kararlara muhalefetin cezası ise hapisti. (Resmi Gazete, 28 Nisan 1960, s.10491, s.1) Böylece DP, adeta bir sivil darbe yapıp anayasaya aykırı bir baskı rejimi kuracaktı.
Çok geçmeden Tahkikat Komisyonu çalışmaya başladı. Komisyon, sakıncalı gördüğü bazı gazete ve dergileri kapattı. Bazı gazetecileri hapse attı. Örneğin CHP aleyhine yeterince suçlayıcı ifade vermeyen gazetecileri; Kurtul Altuğ ve Cemal Yıldırım’ı hapse mahkûm etti. Komisyon, 12 Mayıs 1960’ta Osman Bağlıoğlu adlı bir hukuk öğrencisinin, CHP’li olduğu gerekçesiyle tüm evraklarına ve postlarına el koydu. Komisyon, 29 Nisan 1960’da düğün ve yaş günü gibi toplantıları bile yasakladı. Komisyon, bir araya gelip çay içen 10-15 kişiyi bile toplantı yasağına uymadıkları bahanesiyle tutukladı. Komisyon, 20 Nisan 1960’ta belediye, muhtarlık ve ihtiyar heyeti seçimlerini durdurdu.
İşte bu 27 Nisan siyasi darbesi, o 27 Mayıs askeri darbesini hazırladı.
İNÖNÜ’NÜN AÇIK UYARILARI
İsmet İnönü, Nisan 1960’taki Meclis Tahkikat Komisyonu görüşmeleri sırasında DP hükümetini şöyle uyardı: “Bu demokratik rejimi istikametinden ayırıp, baskı rejimi haline getirmek tehlikeli bir şeydir... Bu yolda devam ederseniz ben de sizi kurtaramam! Arkadaşlar, şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır.”
İnönü’nün bu sözlerini “darbe tahrikçiliği” olarak yorumlayanlar oldu. Ancak bu sözler “darbe tahrikçiliği” değil, lafı evirip çevirmeden yapılmış gerçekçi bir durum tespitiydi. İnönü, yılların verdiği birikimle ülkenin uçuruma sürüklendiğini, çok zor kurulan demokrasinin hoyratça yok edildiğini görüp sorumluları uyarıyordu.
İnönü daha da açık konuştu. Kore örneğini verdi. “Kore Başkanı Syngman Rhee kurtuldu mu? Üstelik onun ordusu, polisi, memuru elinde idi... Baskı tertipçileri bilsinler ki Türk milleti, Kore milletinden daha az haysiyetli değildir.” Bu sözleri nedeniyle İnönü’ye 12 oturum Meclis toplantılarına katılmama cezası verildi. İnönü CHP’lilerle birlikte Meclis’ten ayrıldı.
KANLI ÖĞRENCİ OLAYLARI
28 Nisan 1960’ta İstanbul Üniversitesi öğrencileri, DP’nin baskı rejimine karşı gösterilere başladılar. Öğrenciler, “Menderes istifa!”, “Kahrolsun diktatör!” diye bağırıyordu. Öğrencileri dağıtmak için güvenlik güçlerine emir verildi. Zeki Şahin adlı bir komiser, üniversite rektörü Ordinaryüs Profesör Sıddık Sami Onar’a yumruk attı; rektör yere düştü, gözlüğü kırıldı, kaşından yaralandı. Rektör Onar, zorla polis cipine bindirilip vilayete götürüldü. Beyazıt Meydanı’nda atlı polisler öğrencilerin üzerine yürüdü. Öğrencilere ateş edildi. Çok sayıda öğrenci yaralandı. İstanbul’da 28-29 Nisan öğrenci olayları sırasında iki öğrenci; Turan Emeksiz ve Nedim Özpulat vurularak yaşamını yitirdi.
Emeksiz ve Özpulat
DP hükümeti bu olaylar üzerine İstanbul ve Ankara’da sıkıyönetim ilan etti. İstanbul Üniversitesi’ni de 15 gün kapattı.
29 Nisan 1960’ta DP Meclis Grubu olağanüstü toplandı. Menderes, bu olayları, “CHP’nin kışkırtmasıyla” meydana gelen “ihtilal” ve “isyan” olarak adlandırdı. Menderes, sözlerini şöyle bitirdi: “Üniversiteye girmek değil, temelinin altına gireceğiz! Belki bu akşam, belki yarın akşam bir hususi mahkemeyi derhal kuracağız.” 29 Nisan 1960’ta bu sefer Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde başlayan öğrenci olayları Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne sıçradı. Öğrenciler, “Hürriyet, hürriyet!” ve “Menderes istifa!” diye bağırıyordu. Burada da öğrencilerle güvenlik güçleri karşı karşıya geldi. Sıkıyönetim Komutanı Namık Argüç, öğrencilerin bulunduğu Mülkiye binasına (Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne) ateş açtırdı. Sonradan, okula tam 54 askerin 540 mermi attığı anlaşıldı. Hatta bir manga askere öğrencilere ateş etmeleri için emir verildi. Fakat askeri birliğin komutanı bu emri uygulamadı. Sonunda kapılar kırılıp fakülteye girildi. Öğrenciler zorla dağıtıldı. Birçok öğrenci yaralandı. O güne, “Kanlı Cuma” denildi. Bu olaylara yayın yasağı getirildi.
Bu olaylar üzerine Sıkıyönetim Komutanlığı, İstanbul ve Ankara’da her türlü toplantıyı yasakladı.
MENDERES’İN KAÇIRDIĞI FIRSAT
İşin kötüye gittiğini gören Adnan Menderes, İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Ali Fuat Başgil’i Ankara’ya çağırdı. 30 Nisan 1960 akşamı Çankaya’da Adnan Menderes, Celal Bayar, Fatin Rüştü Zorlu ve Atıf Benderlioğlu ile görüşen Prof. Başgil, Tahkikat Komisyonu’na verilen yetkilerin anayasaya aykırı olduğunu söyledi. “Gençliğe karşı sert önlemlere başvurulmamalı” dedi. Bunun üzerine Celal Bayar, “Tenkit zamanı çoktan geçmiştir; şimdi tahrikçileri tenkil zamandır” yanıtını verdi. Menderes, Prof. Başgil’e, “bu çıkmazdan nasıl kurtulabileceklerini” sordu. Prof. Başgil, hükümetin istifa etmesini ve yetki yasasının değiştirilmesini önerdi. Celal Bayar buna da karşı çıktı.
O günlerde İnönü de Menderes’e üçlü bir formül sundu:
1. Başbakanın hemen seçim tarihini açıklaması.
2. Soruşturma komisyonuna verilen yetkilerin kaldırılması.
3. Seçim yasasında bir bilim kurulunca değişiklik yapılması.
3 Mayıs 1960’ta Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, bir mektup yazarak Menderes’e gönderdi. Mektupta, soruşturma komisyonunun kaldırılması, tutuklu gazetecilere af çıkarılması, öğrencilerin serbest bırakılması gibi öneriler vardı.
Ancak Menderes, ne Prof. Başgil’in ne İnönü’nün ne de Gürsel’in önerilerini dikkate aldı. Celal Bayar, “Zayıflık göstermeyelim” diyerek “baskı rejiminde” ısrar etti.
DP, Ankara Kızılay’da bir miting düzenlemek istedi. Ancak bunu haber alan öğrenci grupları “555K” adlı bir şifreyle harekete geçtiler: 5 Mayıs 1960’ta “5. ayın, 5. günü, akşam saat 5’te Kızılay’da” toplanacaklardı. (555K protestosu) Bunu öğrenen Menderes, tek başına göstericilerin arasına girdi. Öğrenciler, “İstifa et!” diye bağırıyordu. Bazı öğrenciler Menderes’i çekiştirdi. Saçı başı dağılan, üstü başı perişan haldeki Menderes, bir arabaya bindirilip güçlükle oradan uzaklaştırıldı.
21 Mayıs’ta Harp Okulu öğrencileri Ankara Kızılay’da sessiz bir yürüyüş yaptı.
27 Mayıs 1960 sabahı radyodan Alparslan Türkeş “ihtilal bildirisini” okudu. Milli Birlik Komitesi yönetime el koydu.
İNÖNÜ’NÜN HABERİ YOKTU
İnönü, 7 Mayıs 1960’ta bir yabancı gazetecinin, “Ordunun hissiyatından bahseder misiniz” sorusunu şöyle yanıtlamıştı: “Ordunun politikaya karışmasını istemiyoruz. Ordu ile iktidara gelmek istemiyoruz. Bir baskı idaresini, millet kuvvetiyle yıkmak için mücadele ediyoruz.” Ancak bu röportajdan sadece 20 gün sonra ordu politikaya karışacaktı.
İnönü, 27 Mayıs sabahı, Ankara’da Ayten Sokak’taki evinde “İhtilal oldu” haberiyle uyandırıldı.
28 Mayıs sabahı Orgeneral Cemal Gürsel, telefonla İnönü’yü aradı. Gürsel, İnönü’ye şunları söyledi: “Size karşı kusurluyuz paşam! Hareketimizi size önceden haber vermedik. Fakat haber verseydik, bizi bundan caydırmak isteyeceğinizi biliyorduk. Yapacak başka bir şeyimiz kalmamıştı. Bizi affetmenizi rica ediyoruz...” Artık olan olmuştu. İnönü, doğal olarak “Mutlu ve uğurlu olsun!” dedi, “başarılar” diledi. Orgeneral Cemal Gürsel, 28 Mayıs’ta bir basın toplantısı yaptı. Gürsel, “Bu hareketi yaparken İsmet Paşa ile mutabakatınız oldu mu?” sorusuna şöyle yanıt verdi: “Asla... Esasen şu kanaatteyim: İsmet Paşa’ya daha önce bu meseleyi açsaydım: ‘Yapma!’ diyecekti.”
İnönü, 1 Haziran 1960’ta 60’tan fazla yabancı gazeteciyle bir basın toplantısı yaptı. Burada kendisine sorulan, “Askeri harekâttan önce, askeri şahıslar tarafından haberdar edildiniz mi” sorusuna, “Hiçbir surette haberdar edilmedim” yanıtını verdi. İnönü, “Eğer siz haberdar edilmiş olsaydınız, General Gürsel’i tasvip eder miydiniz, yoksa mani olur muydunuz?” sorusunu da şöyle yanıtladı: “General Gürsel bu soruya cevap vermişti. Bana haber vermediler. Haber verselerdi tasvip etmezdim.”
İnönü, bir an önce askerlerin sahneden çekilmesini, seçimlerin yapılmasını ve yeniden demokratik düzenin kurulmasını istiyordu. Herkese bunu telkin ediyordu. İnönü, Menderes ve arkadaşlarının idam edilmemeleri için de çok uğraştı. Ancak “kuyudan adam çıkarmak ve idamları durdurmak” maalesef mümkün olmadı.
***
Gerçek şu ki 14 Mayıs 1950’de serbest seçimlerle iktidara gelen DP, 10 yıl içinde anayasayı ayaklar altına alarak bir baskı rejimi kurdu. DP iktidarı, 18 Nisan 1960’ta kurulan, 27 Nisan 1960’ta yetkileri genişletilen Meclis Tahkikat Komisyonu ile Türkiye’de bir siyasi darbe yaparak baskı rejimini yasallaştırdı. İşte 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi, bu 27 Nisan 1960 siyasi darbesine karşı yeniden demokratik düzeni kurmayı amaçlıyordu. Nitekim “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” vurgusu yapan 1961 Anayasası, bunun en açık kanıtıdır. Yaşasın demokrasi.
Not: Bu konuda, gazetemizin yazarlarından değerli Prof. Emre Kongar’ın, “Menderes’in 28 Nisan 1960 Tahkikat Encümeni Darbesi” ve değerli Dr. Alev Coşkun’un “27 Mayıs Devrimi ve 1961 Anayasası” başlıklı yazılarını da öneririm.
KAYNAKLAR
1- Metin Toker, İsmet Paşa’yla 10 Yıl, Ankara, 1964.
2- Ali Rıza Akbıyıkoğlu, Demokrasi ve İsmet Paşa, Ankara, 1986.
3- Mustafa Bilgehan, Tanıkların Anılarıyla İsmet İnönü, İstanbul, 2014.
4- Altan Öymen, Ve İhtilal, İstanbul, 2013.
5- Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 4. Kitap, İkinci Bölüm, Ankara, 1999.
6- Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, C. III, İstanbul, 1999.
7- Bülent Ulus, Hakan Güngör, Parola 555K, İstanbul, 2019.
8- Hürriyet, 2 Haziran 1960.
9- Ulus, 17 Ekim 1966.
10. Cumhuriyet, 19 Nisan 1960.
11. Milliyet, 19 Nisan 1960.
12. Resmi Gazete, 19, 28 Nisan 1960.
(Cumhuriyet)