Sinan Ateş cinayeti davasında MHP nasıl temsil edilecek? (Candan Yıldız)
MHP sıradan bir parti değil, devlet içinde varlığı daim olan, Türkçülük ideolojisinin taşıyıcısı bir parti. Yani AKP’nin sırtından kolayca atabileceği bir “yük” değil…
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin kurmay ekibinin tehditlerinin muhatapları gazeteciler, siyasetçiler olsa da Sinan Ateş cinayetiyle ilgili gelişmeler; Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım’ın dosyada “şüpheli” olarak yer alması, Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’in Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul edilmesi, CHP ve AKP arasındaki “yumuşama” ya da “normalleşme” görüşmeleri, söz konusu tehditlerin siyasi coğrafyasını genişletiyor. Yani bir ucu AKP’ye de dokunuyor.
Zira Bahçeli’nin “yine erken seçim çağrısı yapar mı” yorumlarına neden olan pozisyon belirten açıklamasında Erdoğan ve AKP ayrımı yapılmış, “AK Parti içindeki gayri memnunlar” vurgusuyla “Erdoğan iyi etrafı kötü” denilmek istenmişti.
Peki MHP, Bahçeli’nin dediği gibi 1 Temmuz’da ilk duruşması görülecek Sinan Ateş cinayeti davasını fiziken katılır mı?
Ne demişti Bahçeli onu hatırlayalım… "Milliyetçi Hareket Partisi mezkur davanın 1 Temmuz 2024 tarihinde yapılacak duruşmasında mutlaka hazır bulunacak, karanlık oyunlarla ve bu oyunların figüranlarıyla Türk yargısının huzurunda hesaplaşacaktır."
Ancak Bahçeli 10.Ocak 2023 tarihli TBMM Grup Toplantısı’nda “Cinayetin gölgesi MHP'ye düşürülmek istendi. MHP ile bu cinayeti irtibatlandıranların peşlerini asla bırakmayacağız" demişti. MHP’yi yakından bilen isimler Bahçeli’nin katılmasının zor olduğunu, belki avukatlar aracılığıyla duruşmayı takip edeceğini tahmininde bulunuyor.
Çünkü MHP’nin tüzel kişiliği ile duruşmada hazır bulunması farklı yorumlara yol açabilir.
Ayşe Ateş’e bu soru sorulduğunda şu yanıtı verdi:
“Ahmet Yiğit Yıldırım’ın ismi zaten şüpheli olarak dosyada var. Eninde sonunda bir şekilde gelecek, orası muhakkak. Devlet Bahçeli bence de olmalı. Çünkü burada yargılananların neredeyse hepsi Ülkü Ocakları, MHP mensubu, şimdiye kadar korudular, çabaları boşuna gitmesin gelsinler korumaya devam etsinler yani…”
Ayşe Ateş’in dediği gibi MHP’nin katılımı sanıkları “koruma” yorumlarının önünü açabilir. Ya da “Cinayetin gölgesi MHP düşürülmek istendi” diyen bir parti hangi gerekçeyle duruşmaya katılacak? Emniyet ve yargı ayağında da dikkat çekici gelişmeler var.
Sinan Ateş’in ablası Selma Ateş’i araçla takip eden 6-7 kişilik ekipte iki kişinin Bursa Ülkü Ocakları Başkan Yardımcısı olduğunun emniyet tarafından tespit bilgisi paylaşılmıştı.
Ama Bursa Valiliği, Ülkü Ocakları ile bağlantısının olmadığını açıkladı.
Yargı alanındaki bir diğer önemli gelişme de şu oldu. Gazeteci Yavuz Selim Demirağ’a saldıranlarla ilgili davadan 11 Haziran’da karar çıktı. Yargılananlar 9’ar yıl hapis cezası aldı.
Oysa, 5 yıl önce (10 Mayıs 2019) Demirağ’a saldıranlarla ilgili dosyada uzun zaman bir gelişme olmadı. İddianame 3,5 yıl sonra yazıldı. Saldırganlar bir gün bile cezaevinde kalmadı.
Demirağ’la konuştum… Karar duruşmasında saldırganların tutuklu olan suç örgütü lideri Ayhan Bora Kaplan’ın iş yerlerinde çalışanlar, garsonlar olduğunu ifade ettiğini, Kaplan’ın iş yerlerindeki güvenlik hizmetini de eski MHP Ankara İl Başkanı Turgay Baştuğ’un güvenlik şirketinin sağladığını söyledi.
Davayı takip eden gazeteci Müyesser Yıldız da yazısında Demirağ’ın duruşmadaki şu sözlerini aktardı:
“Sinan Ateş cinayeti ile bu dosyanın da ilintisi vardır. Bana saldıracak cahil gençleri bulamayınca taşeron olarak Ankara gece alemlerinin mafyası Ayhan Bora Kaplan’ın elemanlarını kiralayanlar, Sinan Ateş için de İstanbul Maltepe’de Gülsuyu çetesini buldular.”
Sanıklar ise Kaplan’la bağlantılarının olmadığını iddia etmiş.
Sanıkların “Çok pişmanız” ifadesi, bu tür saldırıları taşere edenleri de tedirgin ediyordur mutlaka.
MHP’yi savunma pozisyonuna iten Sinan Ateş cinayetiyle ilgili kritik gelişmeler, gazetecilere saldıranlara verilen cezalar, ki hatırlayacaksınız Kayseri’de bir televizyon kanalını basan Ülkücülere de ceza yağmıştı, yargıda bir hareketlilik olduğunun delaleti.
MHP’nin kendi içinde temizliğe gidip gitmeyeceğini bilmiyoruz. Daha önceki yazılarımda İstanbul ekibinin MHP’de etkili olduğunu yazmıştım. Bahçeli’nin açıklamalarından bunun zor bir ihtimal olduğu anlaşılıyor.
Ama şu açık ki, 1 Temmuz’a doğru mesele daha da sertleşebilir. Çünkü Bahçeli’nin 2009 tarihli “Türk Milletinin Bekasına Yönelik Tehditler” değerlendirmesinde ifade ettiği gibi MHP sıradan bir parti değil, devlet içinde varlığı daim olan, Türkçülük ideolojisinin taşıyıcısı bir parti.
Yani AKP’nin sırtından kolayca atabileceği bir “yük” değil…
/././
Talepte varlıklı ve yoksul farkı (Ercan Uygur)
Yüksek gelirlilerin eğitim harcamalarındaki payı hızla artarken, düşük gelirlilerin bu konudaki harcama payları hızla düşmekte ve neredeyse sıfıra gitmektedir. Bu gelişme, sonrası için endişe vericidir
Toplam ve kişi başına milli geliri ve büyümeyi hesaplarken genellikle Gayrisafi Yurtiçi Hasılayı (GSYH) kullanıyoruz. Ama aslında kullanmamız gereken Gayrisafi Milli Gelir veya Gayrisafi Milli Hasıla’dır.
Diğer yandan, GSYH’nin reel talep veya harcama yönünden hesabında son üç yıldır dikkat çeken bir fazlalık var. Şöyle ki, reel özel tüketim, kamu tüketimi, yatırım ve net ihracat gibi kalemleri toplayınca reel GSYH’yı aşıyor.
Bu konuyu geçen yazıda açıklamıştım; fazlalık giderek artıyor ve 2024’ün ilk çeyreğinde GSYH’nın yüzde 20’sine ulaşmış durumda. Bu çok yüksek fazlalığa dikkat çekerken giderilmesi gereken köpük benzetmesi yapmıştım.
Bu konuda meslektaşlardan mesajlar aldım. “Bu nasıl olur, bu fazlalık nasıl yapılır?” sorusunu soranlar, “Konuyu iyi ki yazdın” diyenler ve “TÜİK veya ilgili bakanlık seni aradı mı?” merakında olanlar vardı. Beni kimse aramadı, öyle bir beklentim olmadı.
Meslektaşlarımız daha geniş notlar da gönderdi. Diğerlerine sonra değineceğim. Ama şimdi DPT, Dünya Bankası ve IMF uzmanlığı yanında öğretim üyeliği yapmış olan Dr. Mete Durdağ’ın yazısındaki noktaları kısaltarak özetlemek istiyorum.
Sonra, daha önceki yazılarda sözünü ettiğim ve Dr. Durdağ'ın da belirttiği gelir gruplarının talebi/harcamaları üzerinde durmak istiyorum. İlginç bir rastlantı olarak, TÜİK iki gün önce bu konuda veriler yayımladı. Bu verileri de ele almak istiyorum.
Dr. Mete Durdağ’ın görüşleri
Dr. Mete Durdağ’ın kısaltarak özetlediğim açıklama ve önerileri şöyle:
1) “Yazınızda, enflasyonun yüksek iç talepten geldiği görüşüne karşılık, bunun TÜFE’nin düşük gösterilmesinin sonucu olarak ortaya çıkan hatalı bir görüntü olduğunu belirtiyorsunuz. Bunu yaparken TÜİK’in TÜFE’de yaptığı hileyi çarpıcı şekilde göstermiş oluyorsunuz.”
2) “Fakat enflasyon sorunumuzun esas nedeninin “excess ex-ante demand” (piyasaya arz edilecek mal ve hizmet toplamından daha fazla harcama temayülü) olduğunu vurgulamalısınız.”
3) “Bu toplam “excess demand”in hangi sektör ve gelir guruplarında yaratıldığına baktığımızda, memur ve işçi kesiminin GSYH’ya yaptığı reel katkıdan daha fazla harcama talebi olamayacağı açıktır.”
4) “Dolayısıyla etkin bir enflasyona karşı mücadele için GSYH’ya reel katkısından daha fazla harcama temayülü ve imkanı olan grupların taleplerini, harcama planlarını, para-kredi politikalarından ziyade maliye politikaları ile ve özellikle kamu gereksiz yatırım ve transferlerini iptal ederek azaltmak gerekir.”
5) “Doktora tezimde Birinci Beş Yıllık Plan’ımızda enflasyon tehlikesi var mıydı konusunu incelediğim bölümün giriş paragrafını ilginç bulacağınızı düşünerek size gönderiyorum.”
Dr. Durdağ’a yazısı ve önerileri için çok teşekkür ettim. Yukarıdaki maddelere ilişkin yanıtlarım şöyledir:
I) Birinci madde için bir yanıtım olmadı, çünkü Dr. Durdağ burada benim yazdıklarımı kendi yorumu çerçevesinde ifade etmiştir. Beşinci madde için de yalnızca teşekkür ettim.
II) İkinci maddeye ilişkin şunu söyledim:
“Fazla harcama temayülü (excess ex-ante demand) kavramı elbette enflasyon açıklamasında uygun bir kavramdır. Bu, Keynesyen "gap" analizinde vardır. Kitaplarda “ex-ante talep” yerine, "planlanan talep” olarak görürüz.
Fazla harcama temayülü, Keynes'in kendisinin dediği gibi, enflasyon beklentisine yansır. Geçen yazıda ve başka yazılarda enflasyon beklentisini hep belirttim. Belki iki kavram arasındaki ilişkiyi daha açıkça belirtmek iyi olur.”
III) Üçüncü ve dördüncü maddeler için yanıtım şöyle:
“Bu maddelerdeki gelir gruplarının planlanan harcama davranışları ile ilgili görüşlerinize katılıyorum. Özellikle 'memur ve işçi kesiminin GSYH’ye yaptığı reel katkıdan daha fazla harcama talebi olamayacağı açıktır' ifadesi uygun bir açıklamadır.
Maliye politikası ve gereksiz kamu (hükümet) harcamaları ve transferleri vurgulamanızla da aynı görüşteyiz.”
Gelir gruplarında talep/harcama
TÜİK iki gün önce “Hanehalkı Tüketim Harcaması, 2023” başlıklı bülteni yayımladı. Bu bültende, hanehalkına en son 2023 yılında, ama 2022 verilerine dayanarak, uygulanan anketin sonuçları yer alıyor. (Anket 2006)
Bu anketlerde sonuçlar yüzde 20 gelir dilimlerine göre de veriliyor. En düşük gelirli grup, 1. yüzde 20 gelir grubudur, ikinci en düşük gelirli grup 2. yüzde 20 gelir grubudur... En yüksek gelirli grup, 5. yüzde 20 gelir grubudur. Hanehalkı tüketim harcamaları 13 harcama türüne ayrılmıştır.
Tablo 1’de yüzde 20’lik dilimlere bölünmüş beş gelir grubunun 2010 yılında türlere göre yaptıkları harcamaların toplam içindeki payları yer alıyor.
Örneğin, sağlık için yapılan toplam harcamanın yüzde 10’unu en düşük gelir grubu, 39,7’sini en yüksek gelir grubu yapmıştır.
Tablo 1 Hanehalkı Tüketim Harcamalarının Gelir Gruplarına Göre Dağılımı, 2010
Kaynak: TÜİK
Tablo 2 ise beş gelir grubunun 2022 yılında türlere göre yaptıkları harcamaların toplam içindeki paylarını içeriyor.
Yine sağlık örneğini verelim; 2022’de sağlık için yapılan toplam harcamanın yüzde 6,3’ünü en düşük gelir grubunun, yüzde 42,6’sını en yüksek gelir grubunun yaptığı görülüyor.
Tablo 2 Hanehalkı Tüketim Harcamalarının Gelir Gruplarına Göre Dağılımı, 2022
Kaynak: TÜİK
Bu tablolardan şu sonuçlar ortaya çıkıyor.
1) Tüm harcama türlerinde yüksek gelir gruplarının harcamalar içindeki payı 2010’dan 2022’ye 12 yıllık dönemde önemli ölçüde artmıştır. Bu artışın önemli bir bölümü son üç yılda oluşmuştur. Bu gelişimin 2023 ve 2024’te de sürdüğü anlaşılmaktadır.
2) Yüksek gelir gruplarının harcamada payları özellikle ulaştırma, lokanta-otel eğlence-kültür, eğitim, mobilya ve ev aletleri gibi türlerde görülmektedir. Karşılığında, bu türlerde düşük gelirlilerin payı azalmaktadır.
3) Lokantaların, kafelerin, eğlence kültür yerlerinin nasıl ve neden hala dolu olduğu buradaki bilgilerden anlaşılmaktadır.
4) Yüksek gelir gruplarının ulaştırma harcamasındaki paylarının artması, bu grupların hem otomobil hem yakıt taleplerinin yükselmesinin göstergesidir. Bu türden talep artışı tüketim ithalatının neden ve nasıl yükseldiğini de açıklıyor.
5) Eğitime yapılan harcamadaki gelişme, en olumsuz olanıdır. Yüksek gelirlilerin eğitim harcamalarındaki payı hızla artarken, düşük gelirlilerin bu konudaki harcama payları hızla düşmekte ve neredeyse sıfıra gitmektedir.
6) Bu gelişme, sonrası için endişe vericidir; gelir dağılımının giderek bozulacağının, yoksulun, daha az eğitimle, daha yoksul kalacağının bir göstergesidir.
7) Bu gelişme toplumsal dengeler bakımından da endişe vericidir.
Sonuç olarak, bu veriler iç talep artışı varsa, bu talep artışının yüksek gelir gruplarından kaynaklandığını gösteriyor. Enflasyona karşı alınan önlemlerde, bu gelişme ve göstergelerin dikkate alınması gerekiyor.
/././
Emniyet, İçişleri Bakanı'na operasyon mu yapıyor? (Tolga Şardan)
Gelinen noktada, önce Soylu ile çalışan ardından da genel müdür yardımcılığına terfi ettirilerek Yerlikaya ile beraber görev yapan Çorumlu'nun, Yerlikaya'ya yönelik tartışmalı adli soruşturma yürütmek isteyen devresi Yılmaz'a kalkan olması İçişleri Bakanı'nın dikkatinden kaçmasa gerek!
TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, TBMM'nin salı günkü genel kurul birleşiminde söz alıp konuştu.
Şık'ın gündem dışı konuşmasının merkezinde son dönemde Emniyet teşkilatı içinde yaşanan olaylar vardı.
Suç örgütü lideri olduğu iddiasıyla tutuklanan Ayhan Bora Kaplan'ın siyaset ve bürokrasideki bağlantılarıyla başlayıp darbe girişimi iddiasına ulaşan gelişmelerde yer alanları isim isim gündeme taşıyan Şık, yanıtlanması istemiyle sorulara da konuşmasında yer verdi.
Kürsüden yedi dakikalık konuşma yapan Şık'ın açıklamalarını TBMM tutanaklarından okudum.
Yeni yutulur cinsten olmayan iddiaları ortaya koyan ve yanıtları muhataplarından beklenen aranan soruları tutanaklar üzerinden aktarayım.
Şık, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin ilk açıklamasıyla gündem olan "polisin darbe girişiminde bulunduğu" yönündeki açıklamasına esas olarak medya ayağının bulunduğu iddiasını şu soruyla destekledi:
" 'Ankara Emniyeti 17 - 25 Aralık benzeri FETÖ'vari bir kumpas düzenliyor.' diye ilk duyuran iktidarın medyacılarından birisiydi. Bu medyacı, yayından önce Kaplan'dan rüşvet aldığı ve evinin tefrişatını yaptırdığına dair polis raporu düzenlenen Eski Ankara Başsavcısı Yüksel Kocaman ve Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mahmut Çorumlu'yla görüştü mü?"
Aslında Büyüteç'in takipçileri bu isimlere aşina.
Şık, kimi polis müdürlerinin İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'ya dönük operasyonda yer aldığının altını çizip devam ediyor:
"Sertçelik'in iddialarının ardından halefi Ali Yerlikaya'yı koltuğundan etmeye dönük bir operasyon çektiren Soylu ve tasfiye edilen ekibinde yer alan polis müdürleri var mıdır?"
Aynı zamanda gazeteci kimliği de bulunan Şık, son dönemde Emniyet'i karıştıran ve Büyüteç'e de konu olan Emniyet teşkilatında terfiler ve emeklilik işlemlerinin karar altına alındığı Yüksek Değerlendirme Kurulu'nda yaşanan krizi dillendirdi.
"İstanbul Emniyet Müdürü olmak isteyen Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Başkanı Selami Yıldız ve Ankara Emniyet Müdürü olmak isteyen Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mahmut Çorumlu, Süleyman Soylu'nun en yakınındaki kişilerden biri olan Eski Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz'ın emekli edilmesine karşı çıkarak İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'ya dönük yapılan operasyonda ittifaklarını mı genişletmek istemektedir?"
Büyüteç'te yakın geçmişte MİT'in Garson adlı gizli tanığın teslim ettiği veriler üzerinde yaptığı çalışmalar sonucunda yeni ortaya çıkan bilgiler bulunduğunu konu etmiştim.
Şık, bu konuda ciddi bir iddiayı TBMM gündemine taşıdı.
Garson'dan elde edilen veriler ışığında halen genel müdür yardımcısı konumunda bulunan iki önemli isim hakkında şu soruyu sordu:
"Makam peşinde olmalarının yanı sıra, Sertçelik'in iddialarını büyütmelerinin nedenleri arasında 'Garson' kod adlı gizli tanığın verdiği ifadeler ve listelerde, Çorumlu ve Yıldız'ın 'düşman aktif' manasına gelen 'DA' koduyla taraf değiştiren eski Fetullahçılar olarak belirtilmiş olmaları da var mıdır?"
Başsavcı vekili hakkındaki iddialar
Şık'ın gündeme getirdiği iddialar sadece Emniyet'le sınırlı değil. Aynı süreçte Ankara Adliyesi'nde yaşananları da TBMM'ye taşıdı.
Tutanaklara göre Şık, şöyle konuştu:
"Polis müdürleri hakkındaki darbe soruşturmasının talimatını Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekili Veysel Kaçmaz mı vermiştir?
Burada bir parantez açarak konunun anlaşılması için Kaçmaz'ın kim olduğundan da bahsetmek gerekiyor. Ülkücü camiadan olan Veysel Kaçmaz, Devlet Bahçeli'nin talimatıyla HSK Birinci Daire üyeliği görevinden istifa eden Hamit Kocabey'le de yakın bir isim. Kocabey ise, HSK'nin ardından getirildiği Bahçeli'nin danışmanlığı görevinden de istifa etmek zorunda kalınca Süleyman Soylu ve Servet Yılmaz'a yakınlaşan bir kişi.
Veysel Kaçmaz, Cumhurbaşkanının Özel Kalemi Hasan Doğan'a yakınlığıyla bilinen Ankara Başsavcısı Gökhan Karaköse'yi FETÖ mülki idare yapılanması dosyasına dahil etmeye çalışmış mıdır? Karaköse de bu vesileyle Kaplan dosyası üzerinden Kaçmaz'la hesabını mı görmektedir?"
Emniyet'te cemaat iddiaları
Şık'ın Emniyet merkezli yaşananlara yönelik soruları içinde teşkilatta devam eden cemaat yapılanması iddiaları da yer aldı:
"Ayhan Bora Kaplan'ın avukatından 300 bin dolar rüşvet alınıp Menzil cemaatine teslim edildiği doğru mudur?
Kaplan soruşturmasında AKP'li ve MHP'li bakan, bürokrat, milletvekili ve yöneticilerin dâhil olduğu 280 kişinin telefonları ve görüşme trafikleri takip edilmiş midir?"
Şık'ın, halen Ankara Emniyet Müdürü olarak görev yapan Engin Dinç'i hedef aldığı soruları şöyle:
"Geçmişte üst düzey istihbaratçı olmasına rağmen Hrant Dink ve Rahip Santoro cinayetleri, Ankara Gar katliamı, Merasim Sokak ve Güvenpark patlamaları, 15 Temmuz darbe teşebbüsü ile emniyet müdürü olduğu dönemde Eskişehir'deki akademisyen cinayetini siciline işleten biri olan Engin Dinç neden ve nasıl emniyet müdürü yapılmıştır?
Nurcu olarak bilinen Engin Dinç'in göreve geldikten sonra yaptığı atamalarda Nurcuların Okuyucu grubundan isimleri göreve getirdiği doğru mudur?
Atamalarda Fetullahçılardan aşina olduğumuz fişlemelere benzer şekilde 'alkol alıyor mu?, Eşinin başı kapalı mı?, Namaz kılıyor mu?' soruları esas alınmış mıdır?"
"Eskiyle farkı yok"
Sorularını sıralayan Şık, gelinen noktayı ise şöyle özetledi:
"Kaplan dosyasındaki gelişmelerin kısa özeti: Polis teşkilatında eskiyle yeni dönem arasında hiçbir fark olmadığı, sonrasında yaşananlar ise, gerçeği gizlemek için Kaplan soruşturmasının seyrini değiştirmeye çalışmaktan ibaret.
Peşinde oldukları ikbal için mafyayla birlikte devlete operasyon çektirenler, birbirine rakip tarikat ve cemaatler ve bulaştıkları kirli ilişkileri siyasi bağlantılarla örtenler arasındaki bir güç savaşı; sadece yargı ve polis teşkilatında değil, tüm bürokraside çürümüşlüğün egemen olması."
Şık'ın TBMM'deki açıklamalarının gazetecilerin gündeminde yer bulmaması da işin diğer ilginç tarafı.
Emniyet'te neler oluyor?
Emniyet'te bir süredir yaşanan kaotik sürecin sona ereceği yönünde hiçbir işaret veya emare görünmüyor maalesef.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, geçtiğimiz günlerde katıldığı video konferans sistemi (VKS) toplantısında doğu – batı tayinlerinin 10 Haziran'da çıkarılacağını duyurdu.
Takvimin sarkmasına karşın henüz bir işaret yok ortada.
Geçen mayısta toplanan Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Değerlendirme Kurulu'nda (YDK) baş gösteren kriz halen devam ediyor. Özellikle müdür sınıfındaki terfiler ve emeklilikler konusunda kurul üyeleri arasında çıkan tartışmalı kriz süreci sonuçlanamadı.
Krizin ana kaynağı Soylu'nun ekibinin emekli edilecek polis müdürleri arasında yer alması.
Büyüteç'te konuyu şu yazıyla duyurmuştum.
Yerlikaya'nın göreve gelmesinden sonra Soylu'nun ekibine yönelik kadro tasfiyesinde öne çıkan isimler var. Eski Emniyet Genel Müdür Yardımcıları Resul Holoğlu ve Ahmet Şengün, Eski Muğla Emniyet Müdürü Suvat Dilberoğlu, Eski Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz, Narkotik Başkanı İbrahim Hakkı Seydioğulları bu isimlerin başında geliyor.
Özellikle Yılmaz ve Seydioğulları hakkında devam eden adli ve idari soruşturmalar var.
Yukarıda linkini bıraktığım Büyüteç'te emekli edilecek bu isimlerin durumuyla ilgili bilgi aktardım.
YDK'nın mevcut üyelerinden Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mahmut Çorumlu, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı ve İstihbarat Başkanı Selami Yıldız ve Özel Denetleme Başkanı Suat Çelik, Yılmaz ve Seydioğulları ile Polis Akademisi'nden devre arkadaşları.
Bu nedenle, Çorumlu, Yıldız ve Çelik söz konusu iki ismin emekli edilmesine karşı konumdalar.
Bilhassa Çorumlu, yakın çevresine Yılmaz'ın emeklilik kararına imza atmayıp şerh koyacağını yakın çevresi ile paylaşıyor.
Tabii Yılmaz'ın, aynı zamanda Ali Yerlikaya ile ilgili yakın geçmişte FETÖ soruşturması başlattığını daha önce duyurmuştum.
Gelinen noktada, önce Soylu ile çalışan ardından da genel müdür yardımcılığına terfi ettirilerek Yerlikaya ile beraber görev yapan Çorumlu'nun, Yerlikaya'ya yönelik tartışmalı adli soruşturma yürütmek isteyen devresi Yılmaz'a kalkan olması İçişleri Bakanı'nın dikkatinden kaçmasa gerek!
Askıya alınan YDK çalışmalarının ne zaman başlanacağı belli değil. Kurul çalışmaları tamamlanamadığı için alınan kararlar gereği terfi edenler, henüz yeni rütbelerini takamadı.
Emniyet yönetimi, Genel Müdür Erol Ayyıldız başta olmak üzere yaşananları pek de önemser durumda gözükmüyorlar.
YDK'da kurul üyeleri arasında adeta savaş yaşanırken, Ayyıldız'ın adeta "üç maymunu" oynaması da ilginç elbette.
Yeri gelmişken, Soylu ekibinin emekli edileceği haberlerinin kamuoyuna yansıtılmasından rahatsız olan kimi YDK üyeleri var.
Çorumlu ve Yıldız bu isimlerin başını çekiyor. Özellikle yaşananları Büyüteç'te duyuran bu satırların yazarından epeyce rahatsızlıkları var.
Yine yukarıda linkini bıraktığım yazının yayımlanmasının ardından YDK'nın son birleşiminde Çorumlu'nun, bu satırların yazarı hakkında seslendirdiği yakışıksız sözleri var.
Kurul çalışmalarının nasıl olup da tarafıma ulaştığı yönünde yanlış bilgilere sahip olan Çorumlu'ya, masa etrafında yer alan diğer kurul üyelerini zan altında bırakmasından ziyade bilakis yakın çevresine bakmasını öneririm.
Yılmaz ve ekibine, kurul çalışmaları hakkındaki bilgileri kimlerin sızdırdığını araştırması yeterli olacak.
Yanlışı yanlışla yöneten sistem
Emniyet'teki tüm bu kaotik çalışma ortamına karşın işini yapmaya çalışan İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya var koltukta.
Göreve geldiğinden bu yana eldeki imkanlarla toplum yararına faaliyetler yapmaya çabalıyor.
Bu süreçte, Milletvekili Ahmet Şık'ın iddiasına konu olduğu şekliyle beraber suçla mücadele etmeye amaçlayan Emniyetçilerin kendisine yapılan operasyonda yer aldığının konuşulması bile vahim ötesi durum.
Bilmem farkındalar mı; ancak şu anda özellikle Emniyet içinde "yanlışı yanlışla kapatmayı" esas edinmiş bir yönetim modeli uygulaması var.
İdarede zafiyet yaratacak bu yöntemi uygulayanlar görevden el çektirilmediği sürece, doğru yönetim ve suçla mücadele modeline ulaşmak mümkün değil maalesef.
KURBAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN.
/././
Erdoğan'ın zor tercihi: O dosya ile "yeni anayasa" hayali arasında (Yalçın Doğan)
Erdoğan - Bahçeli ittifakı bozulur mu?.. Bunu Erdoğan belirler. Ya Sinan Ateş dosyasında, Ayşe Ateş'e verdiği söz doğrultusunda sonuna kadar gider... Ya da o dosya, bazı zanlıları dışarıda bıraktığı söylenen iddianame ile sınırlı kalır
Elinde tespih sallayarak çıkıyor adliye binasından bir katil, hiç umursamadan, İstanbul'da.
Diyarbakır'da görülen bir başka cinayet davasında ise, hiç kimse ceza almıyor.
İstanbul'da cinayete kurban giden Hrant Dink'in eşi Rakel Dink tesbih çeken katili izlerken, karalar bağlarken...
Diyarbakır'daki cinayette hayatını kaybeden Tahir Elçi'nin eşi Türkan Elçi de cinayetin faili meçhuller dosyasına girmesini izlerken, karalar bağlıyor.
Bu kararlar karşısında Rakel Dink ile Türkan Elçi'nin isyanına bizler ancak katılabiliyor, o üzüntüyü ancak paylaşabiliyoruz.
O iki kadının ruh halini ancak anlamaya çalışıyoruz.
Son yıllarda sayısız olayda yaşadığımız gibi, onlarla birlikte "adalet, adalet, adalet" diye haykırıyoruz.
Aynı gün Ankara
Türkiye'de gözler bu iki davaya dönmüşken...
Ankara'da bir açıklamayla birlikte, siyasette, daha çok iktidar kanadında aniden fırtınalar esiyor.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli Tayyip Erdoğan'a sesleniyor. Bir yandan "giderim ha bu ortaklıktan" diyerek, çıkış yaparken, diğer yandan "sen merak etme, sonuna kadar yanındayım" diye kapıyı açık bırakmayı ihmal etmiyor.
Mesele Sinan Ateş cinayeti, aradan bir buçuk yıl geçmiş olsa bile, Erdoğan'ın o cinayet dosyasıyla ilgilenmesi.
Ve de yumuşama siyaseti.
Yandaşlar önem vermedi
"Haberi çocuktan al" söylemi günümüzde değişime uğruyor.
"Haberi yandaş medyadan al!.."
Doğrudan yazıdan çiziden değil, yandaş medyanın bir haberi veriş biçimi bile, iktidar ortaklarının bir olayı nasıl değerlendirdiğini anlatıyor.
Son yıllarda hep böyle oluyor.
Önemli bir haberin veriş biçimini bile tepelerde birileri belirliyor, bazen bir haber yandaş medyanın pek çok organında aynı başlıkla yayınlanıyor, belli ki, işe birilerinin müdahalesi var.
Dün işte öyle bir gün yaşıyoruz.
Bahçeli'nin altı yıl her koşulda verdiği desteği AKP'ye hatırlatmasını yandaş medya önemsemez gözüküyor. Gazetelerinde yine birinci sayfada ama, bazılarında sayfanın altında, bazılarında tek sütün.
"Bahçeli'nin çıkışı o kadar da önemli değil" algısı yaratmaya dönük bir yorum.
Bahçeli'nin belki de ipleri kopartacak hamlesine AKP'den yanıt gecikmiyor. Çok büyük olasılıkla, yurt dışında bulunan Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla, parti sözcüsü Ömer Çelik açıklıyor:
"Cumhur İttifakı kararlılıkla yoluna devam etmektedir. Birlikte güçlü siyasetlere imza atmaya devam edeceğiz".
Yandaş medyanın Bahçeli'nin itirazını pek önemsemeyişi ile Ömer Çelik'in açıklaması yan yana geldiğinde...
Her şeye rağmen, Erdoğan MHP ile sürdürdüğü ittifakı şimdilik bozmak niyetinde değil gibi.
Ancak...
Sinan Ateş bilmecesi
31 Mart seçimleri sonrasında CHP lideri Özgür Özel'in toplumda kabul gören "normalleşme ya da yumuşama" siyasetine parti liderlerinden en başta Devlet Bahçeli karşı çıkıyor.
Sürekli beslendiği gerginlik ve sertlik politikasını devam ettiriyor:
"Bizim böyle uçuk kaçık yumuşamaya karnımız tok, yüzümüz dönüktür".
Oysa, Erdoğan öyle düşünmüyor. Özgür Özel'le hem AKP'de görüşüyor, hem CHP'ye gidiyor.
Ayrıca...
Erdoğan cinayetin peşini bırakmayan Sinan Ateş'in eşi Ayşe Ateş'i ve iki kızını kabul ediyor.
Bahçeli'nin sesini yükseltmesi Özgür Özel ve Ayşe Ateş ile görüşmesinin ertesine rastlıyor.
Yumuşamaya da, Ayşe Ateş ile görüşmesine de itirazı var.
İttifak'in geleceği
Erdoğan - Bahçeli ittifakı bozulur mu?..
Bunu Erdoğan belirler.
Ya Sinan Ateş dosyasında, Ayşe Ateş'e verdiği söz doğrultusunda sonuna kadar gider...
Ya da o dosya, bazı zanlıları dışarıda bıraktığı söylenen iddianame ile sınırlı kalır.
Sonuna kadar giderse, Bahçeli ile yollar ayrılabilir.
Vazgeçerse, ittifak devam edebilir. Etse bile, ortada artık bir güven bunalımı var.
Bozmak Erdoğan'ın işine gelmez, çünkü o zaman "yeni anayasa hayali" iyice suya düşer. MHP ile birlikte Meclis'te şu anda yeni anayasa için sayısal eksikliğe rağmen, MHP'ye yine de ihtiyacı var.
Ama acaba...
Bahçeli yerine bir başka işbirliğine yönelerek, o açığı kapatabilir mi?..
CHP ile asla ve asla olmaz, bunu dün zaten hem Özgür Özel açıklıyor, hem de son yirmi iki yılın hukuksuzluklarına, çekilen acılara, yolsuzluk iddialarına, çevre tahribatına, ekonomide yaşanan sefalete aykırı. CHP öyle bir sorumluluğa ortak olmasının hiçbir nedeni yok.
O zaman...
Başka bir çözüm düşünmüş olabilir.
Meral Akşener ile görüşmesi hâlâ sır perdesi altında!..
(T24)