23 Ekim 2021 Cumartesi

Deniz Durmay’ın davasında Burhan Kuzu’nun müdahalesi nedeniyle itiraz yapıldı+İş insanı Deniz Durmay’a verilen ‘sağlam raporu’nun ardından yüklü miktarda bağışta bulunulmuş - Miyase İlknur / CUMHURİYET

 Deniz Durmay’ın davasında Burhan Kuzu’nun müdahalesi nedeniyle itiraz yapıldı.

İş insanı Deniz Durmay’ın mal varlığını, sonradan evlendiği eşi ve üvey kızı lehine elden çıkarmasına ilişkin dava, Sedat Peker’in “Burhan Kuzu Adli Tıp sürecine müdahale etti” iddiasının ardından seyir değiştirdi.



  • İş insanı Deniz Durmay’ın malvarlığını sonradan evlendiği eşi ve eşinin ilk evliliğinden olan kızı lehine elden çıkarması ve hızla tüketmesi üzerine Durmay’ın kızları tarafından açılan kısıtlama davası Adli Tıp Kurumu tarafından verilen raporlara dayanılarak reddedilmiş, karar Yargıtay’ca da onaylanmıştı. Süreci değiştirense, Sedat Peker’in paylaşımları oldu. 
  • Peker, karara dayanak olan Adli Tıp raporunun Durmay’ın sağlıklı olduğu yönünde verilmesi için Burhan Kuzu’dan yardım istendiğini ve onun da gerekeni yaptığını belirten yazışmaları yayımlamıştı. Peker’in ifşası sonrasında savcılık yeni soruşturma açtı. Durmay’ın kızlarının avukatları İlhan Cihaner ve Mustafa Ateş, bunu gerekçe göstererek yargılamanın iadesi talebinde bulundular. Sedat Peker’in ifşa ettiği iş insanı Deniz Durmay’la ilgili dava öyle bir dava ki içinde ne ararsan var. Mafya, siyaset, ticaret ve Külkedisi masalını andıran bir evlilik. Dava dosyasında pek çok ünlü ismin adı geçiyor. Başta iş insanı Deniz Durmay, bir dönem uluslararası çöpçatanlık şirketi olan ve bekâr bakanlarımız Yıldırım Aktuna ve Gökberk Ergenekon’u evlendirmeye soyunan Zeynep Bingöllü ve şimdilerde sosyetede adını duyuran Bodrum’daki Ayşe Deliismail Çiftliği’nin sahibi Serin Kayello, Necdet Ulucan, Aydın Doğan, Burhan Kuzu, Tanfer Özkanlı ve avukat olarak İlhan Cihaner.

    Dava konusu iş insanı Deniz Durmay’ın devasa servetinin Zeynep Bingöllü ile gönül ilişkisi başlamasından itibaren hızla tüketilmesi ve servetinin bir bölümünün sonradan evleneceği Zeynep Bingöllü ile kızı Serin Kayello’nun üzerine geçirilmesi nedeniyle Durmay’ın kızlarının açtığı vasi altına alınması davası.

    Beykoz 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde görülen dava, Adli Tıp raporlarına dayanılarak aslında karara bağlanmış ve bu karar Yargıtay’ca da onaylanmıştı. Kazanan Deniz Durmay, eşi Zeynep Bingöllü ve sonradan evlat edindiği Zeynep Bingöllü’nün ilk eşinden olan kızı Serin Kayello tarafı olmuştu. Kaybeden ise babasının servetini hesapsızca tükettiği için vesayet alıntına alınmasını isteyen Deniz Durmay’ın ilk eşinden olan kızlarıydı. Artık herkes yargının verdiği kararla kaderine razı olmuştu. Ta ki Sedat Peker 7 Ağustos 2021 tarihinde sosyal medya hesabından bu davanın dayandığı Adli Tıp raporlarına Cumhurbaşkanlığı Hukuk Kurulu Üyesi Burhan Kuzu’nun müdahale ettiğini açıklamasına kadar.

    “Hocam Adli Tıp’ta tanıdık birileri var mı? Milyoner bir amcamızın pazartesi ordan sağlam raporu alması lazım. Gerekli her tür ödemeyi yapacak.”Peker, Twitter hesabından 7 Ağustos’ta Burhan Kuzu’nun WhatsApp hesabının ekran görüntülerini paylaştı. Kuzu’nun WhatsApp görüntülerinde şu diyaloglar geçiyordu:

  • Peker, Twitter hesabından 7 Ağustos’ta Burhan Kuzu’nun WhatsApp hesabının ekran görüntülerini paylaşmıştı.

  • Bu görüşmeden sonra diyalog ertesi gün de sürüyor. Bu kez aynı kişi Burhan Kuzu’ya Beykoz Sulh Hukuk Mahkemesi’nde görülen davanın dosya numarasını göndererek “Hocam görüştünüz mü Adli Tıp’la” sorusunu yöneltiyor. Kuzu’nun “İlettim” yanıtı vermesinden sonra karşı taraf “İnşallah çözer hocam” temennisinde bulunuyor. Adli Tıp’tan torpil isteyen kişi üçüncü defa iki sesli mesaj gönderdikten sonra şöyle diyor:

    “Hocam ses  kaydını ..... gönderdi. Çok basit bir iş. Kurumun başındaki adamı arayıp olumlu netice almanız yeterli. Akrabam dersiniz hocam. Çocukları para ile akli dengesi yerinde değil raporu aldırmaya çalışıyor.”

    “Çocukları para karşılığında babalarına akli dengesi yerinde değil raporu almak istiyor” diyen kişi yukarıda yer verdiğimiz ilk mesajında da “Milyoner bir amcamızın pazartesi sağlam raporu alması lazım. Gerekli her tür ödemeyi yapacak” demesi hayli ilginç.

    Bu görüşmenin Peker tarafından ifşa edilmesinden sonra Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı, Adli Tıp Kurumu’nda bu raporu verenler hakkında bir soruşturma açarken kurum da kendi içinde bir soruşturma başlatıyor. Devamında da iş insanı Deniz Durmay’ın kızlarının avukatları İlhan Cihaner ve Mustafa Ateş harekete geçerek Deniz Durmay’ın şimdiki eşi Zeynep Bingöllü Durmay, ilk eşinden olan ve sonradan Deniz Durmay’ın nüfusuna geçirdiği kızı Serin Kayello Durmay Preleviç ile Adli Tıp Kurumu yetkilileri hakkında “Görevi kötüye kullanma, rüşvet almak ve vermek, resmi belgede sahtecilik, nüfuz ticareti suçları ve bu suçlara iştirak etmek” suçundan dava açılması amacıyla suç duyurusunda bulundular. Bu kadarla da kalmayıp davanın yeniden görülmesi ve Deniz Durmay’ın vesayet altına alınması için de iki ayrı dava açılması için başvuru yaptılar.

  •     Deniz Durmay, eşi Zeynep Bingöllü ve sonradan evlat edindiği Zeynep Bingöllü’nün ilk eşinden olan kızı Serin Kayyelo ile bir arada.

    EN BÜYÜK ÇÖPÇATANLIĞI KENDİSİNE YAPTI

    Bu davaya konu olan Deniz Durmay’ın servetinin hızla tüketilmesine ve Durmay’ın yeni eşi Zeynep Bingöllü ile kızı Serin Durmay’a adım adım transferi için epey gerilere gitmek gerekiyor.

    Zeynep Bingöllü ile Durmay’ın tanıştığı 2000’li yılların başına. Hatta ondan da öncesine. Zeynep Bingöllü, kamuoyunun karşısına 15 Kasım 1991 tarihli Milliyet gazetesinin birinci sayfasında “2 milyona karıkoca” başlığıyla verilen haberle çıktı. O tarihteki soyadı Kayello soyadı ile. Herhalde Suudi Arabistan uyruklu ilk eşi Burhan Ahmet Halil Kayello’dan henüz boşanma işlemi gerçekleşmemişti. Haberde yurtdışında uzun bir süre evlendirme şirketinde çalışan Zeynep Kayello’nun, Türkiye’ye dönüşünde evliliklerin bilimsel uyumlu kimselerle yapılabilmesi için Kadıköy’de Marcom Litd. adıyla uluslararası evlilik şirketi kurduğu bildiriliyor ve şirketine abone olan bekârlara yüzde 80 uyumlu eş adayı bulma garantisi verdiği aktarılıyordu. Yüzde 80 garantili eş adayının maliyeti de 2 milyon liraymış. Halkımız çöpçatanlığın bilimsel yönünü de ilk kez Zeynep Bingöllü sayesinde öğrenmiş oluyordu.


































Zeynep Bingöllü, 15 Kasım 1991’de Milliyet gazetesinde “2 milyona karıkoca” başlığıyla haber olur. Uzun bir süre evlendirme şirketinde danışman olarak çalışan Zeynep Bingöllü, dönemin bekâr bakanları için de harekete geçmişti.

Zeynep Kayello’nun bilimsel eş bulma yöntemi çok başarılı olmalı ki dönemin bekâr bakanları Gökberk Ergenekon, Yıldırım Aktuna, Abdülkadir Ateş ve İbrahim Tez’i de başgöz etmek için harekete geçiyor. Bunu da bir yıl sonraki bir gazete haberinden öğreniyoruz. Zeynep Kayello, ilk olarak dönemin Turizm Bakanı Abdülkadir Ateş’i gözüne kestirmiş ve çöpçatanlık şirketinin broşürlerini bakanın danışmanına teslim etmiş. Kayello o dönemde bizim gazete de dahil pek çok gazetede haber olmuş. Hatta televizyona bile çıkmış. Hem de Rüstem Batum Show programına. ABD’de iç mimarlık eğitimi almış olduğunu belirten Zeynep Kayello’nun, asıl mesleği olan iç mimarlık şirketi kurmak yerine çöpçatanlık şirketi kurması da enteresan. Tabii gerçekten böyle bir eğitim aldıysa...

Verdiği söyleşilerde eş adaylarını sergi, resital ve salon toplantılarında bir araya getirdiklerini belirten Zeynep Kayello ya da sonraki adıyla Zeynep Bingöllü müşterilerine uyguladığı garantili zengin eş bulma taktiklerini bizzat kendisi üzerinde de denemiş ve başarılı olmuş.

Önce Tansaş Yönetim Kurulu Başkanı Tanfer Özkanlı ile evlenen Zeynep Bingöllü, Özkanlı’nın hapse düşmesiyle boşta kalır. Eş adaylarını sergi ve salon toplantılarında buluşturan Zeynep Bingöllü, yeni eş adayını da İstanbul Yelken Kulübü’nde bulur. Anlatılanlara göre, 2003 yılında Yelken Kulübü’nde gördüğü iş insanı Deniz Durmay’ın masasına oturarak kendisiyle tanışmak ister. Sonrasında Deniz Durmay’ın himayesine giren Zeynep Bingöllü, maddi durumunu düzeltir. Hem kendisinin ve kızının hem de cezaevindeki eşinin giderleri için gerekli desteği Durmay’dan alır.

BİNGÖLLÜ’YE TALİH KUŞU

Deniz Durmay ve Zeynep Bingöllü birkaç yıl sonra Göksu Evleri’nde Zeynep Bingöllü adına 700 bin dolara alınan evde birlikte yaşamaya başlıyorlar. Bu arada Durmay’la birlikte aynı evi paylaşırken henüz Tanfer Özkanlı’dan boşanmış değildir.

Zeynep Bingöllü’ye piyango 2008’de vuruyor. Zira Durmay, 250 milyon dolar olduğu söylenen malvarlığının yüzde 25’ini bir vasiyetname ile Zeynep Bingöllü’ye bağışlıyor.

Vasiyetnameden bir yıl sonra sağlığı bozulan ve by-pass ameliyatı geçiren Deniz Durmay, Gebze’deki plastik üretim fabrikası Boran Plastik’i aniden kapatma kararı alıyor. Öyle plastik üretim fabrikası deyip geçilecek bir işletme değil orası. Unilever, Henkel gibi uluslarası şirketlere plastik deterjan ambalajı üretiyor. Alanında tekel konumunda. Deniz Durmay, hazır siparişleri ve müşterisi olduğu halde daha yüksek bedelle satmak yerine işçilerinin tazminatlarını ödeyip kapattıktan sonra 28.4.2011 tarihinde 11 milyon TL’ye (o tarihte 8 milyon Avro) Aromsa’ya satıyor. Bilirkişi incelemesine göre satış bedeli rayicin altında değil. 

TORBA ARAZİSİ AYDIN DOĞAN’A

Fabrikanın satışından sonra Deniz Durmay’dan bir büyük satış kararı daha geliyor. Bodrum Torba’daki değerli arazisini Aydın Doğan’ın Ortadoğu Otomotiv AŞ’sine satıyor. Torba Kaynar mevkiinde de 8 bin metrekare arazinin 2014 Ağustosu’nda 6 milyon Avro (o tarihte 16.955.200 TL) karşılığında Aydın Doğan’a satıldığı günlerde ise Zeynep Bingölü kendi hesabına elden 1 milyon Avro yatırıyor. Bu para Deniz Durmay’ın arazi satıldıktan sonra kendisine hediyesi mi yoksa araziyi satmada aracılık yaptığı için komisyon parası mı belli değil.

Bilirkişi raporlarında Aromsa’ya satılan fabrika gibi Aydın Doğan’a satılan arazi de rayiç değer üzerinden gerçekleşiyor. Doğan, Deniz Durmay’dan aldığı arazi üzerine otel yapıyor.

Bodrum merkezde üç katlı villası ile arsasını 2010 tarihinde de Mehmet ve Sultan Poyraz’a toplam 365 bin TL’ye satan Durmay’ın bu satış işlemi bilirkişi raporunda satış tarihi itibarıyla 900 milyon TL değerinde olduğu ve bu nedenle satış senedinde gösterilen bedelin gerçeği yansıtmadığı kanaatine varıldığı belirtiliyor.

Deniz Durmay, Bodrum Gündoğan’da dubleks villasını da 43 milyon TL’ye Lütfiye Çıtak’a satıyor. Bilirkişi bu satışın da gerçeği yansıtmatığı kanısında. Zira o tarihte aynı mevkide benzer taşınmazların rayiç değerinin 800 milyon TL olduğunu rapora kayıt düşüyor.

Deniz Durmay ha bire mal satıyor ama elde ettiği sermaye ile kendi adına yeni bir taşınmaz almıyor. Hesaplarda nakit miktarı da artacağına eksiliyor. Altı ayda 6 milyon Avro buharlaşıyor. 

İKİ VİLLA, BİR ÇİFTLİK HEDİYE

2012’ye kadar Deniz Durmay’ı ziyaret eden kızlarının bu tarihten sonra irtibatı kesiliyor. Zira Deniz Durmay kızlarına kendisini artık ziyaret etmelerini istemediğini belirtiyor.

Deniz Durmay ve Zeynep Bingöllü, 7.11.2014’te Göksu’da birlikte yaşadıkları evde gizlice evlenirler. Zeynep Bingöllü, nikâhtan önce noterden kendisinden 25 yaş büyük Deniz Durmay’la ömür boyu bakım sözleşmesi yapmayı da ihmal etmemiş.

Deniz Durmay, gelin hanıma Acarkent’te her biri 2 milyon TL’ye (bugünkü değeri 13 milyon TL) olan iki villa hediye eder. Bu villalar daha sonra Zeynep Bingöllü’nün Suudi eşinden olan kızı Selin Kayello’nun Acarkent’te açtığı restoran için ipotek edilerek sermayeye konuyor. Sonra da Zeynep Bingöllü bu villaların birini 2017’de Rıfat Sarıcaoğlu’na 3 milyon 20 bin, diğerini de 2019 yılında Aylin Eren’e 2 milyon 800 bin lira bedelle rayicinin çok altında satıyor. 

Düğün hediyesi bu kadarla sınırlı değil. Bodrum Milas’ta 600 dönümlük çiftlik arazisi alınıyor. O günkü rayiç bedeli tam 3 milyon 753 bin TL olarak bilirkişi raporunda değer biçiliyor. Şu anda sosyetenin uğrak yeri, gazete ve televizyonların tanıtmaya doyamadığı Ayşe Deliismail Çiftliği işte bu arazi üzerine kuruluyor. İşletmesini de Bingöllü’nün kızı Serin Kayello üstleniyor. Gerçi onun da soyadı artık değişmiş, Durmay olmuştur. Zira iş insanı Deniz Durmay, soyadını eşinin kızına da vermiştir.

Ev, çiftlik tamam da araba olmadan olmaz. Deniz Durmay çiçeği burnunda eşi ile kızına BMW marka iki otomobil hediye ediyor.

LİTERATÜRE GİREN DAVA

Zeynep Bingöllü, iş insanı Deniz Durmay’a eş olurken önceki eşinden olan kızı da evlat olmak için harekete geçiyor. Nikâhtan bir yıl sonra Deniz Durmay, eşinin kızını nüfusuna geçirmek için dava açıyor.

Bu arada ilginç bir dava da evlatlık alınacak Zeynep Bingöllü’nün kızı Serin Kayello tarafından açılıyor. Davanın konusu doğum yerini düzeltmek. Hukuk literatüründe ve nüfus idaresinde daha önce hiç rastlanmayan bir durum. Serin Kayello, Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde doğmasına rağmen “Aslında ben Datça’da doğdum” diyerek tanıklarla doğum yerinin değiştirilmesi için dava açıyor. Mahkeme nüfus müdürlüğüne ve Cidde Konsolosluğu’na yazı yazarak durumun araştırılmasını istiyor. Yapılan araştırmalar sonucunda Serin Kayello’nun doğum yerinin Datça değil Cidde olduğu kesin olarak belirleniyor. Ancak mahkemede ifade veren nüfus müdürlüğü temsilcisi “Aslında Serin Kayello Cidde’de doğmuştur ama karar mahkemenin” diyor ve mahkeme de takdir hakkını kullanarak doğum yerini Datça olarak değiştiriyor. Deniz Durmay’ın kızlarının babalarının evliliğinden haberi olmadığı gibi Serin Kayello’yu nüfusuna geçirme girişiminden de haberleri yoktur. Haberleri olduğunda bu evlatlık işlemine onay vermeyince Zeynep Bingöllü’nün kızı resmi olarak evlat olamıyor ama soyadını değiştirerek Durmay yapıyor.

KIZLARINDAN VASİ TAYİNİ İÇİN DAVA

Deniz Durmay’ın banka hesaplarından sürekli yüksek miktarlarda para çekilmesi ve gayrimenkullerinin bir kısmını değerinin altında elden çıkarması üzerine, kızları vesayet altına alınması için dava açıyorlar.

                                                                                 ***

İş insanı Deniz Durmay’a verilen ‘sağlam raporu’nun ardından yüklü miktarda bağışta bulunulmuş

Sağlık raporu verilmesi için Burhan Kuzu’dan yardım istenen ve “Gerekli her tür ödemeyi yapacak” diye not düşülen Deniz Durmay davasında, Adli Tıp Kurumu’ndan sağlık raporu alındıktan sonra yeni eşi Zeynep Bingöllü’nün kızı yüklü miktarda bağışta bulunuyor.


    Fotoğraf: Durmay’a sağlam raporu veren Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesi’nin başkanı Alaattin Duran’ın, raporun verilmesinin ardından yapılan yüklü bağış sonrası Serin Kayello’ya onur plaketi verdiği görülüyor. 

Sedat Peker’in ifşasıyla kamuoyu gündemine gelen iş insanı Deniz Durmay davasında mahkeme, kararlarında bilirkişi raporları yerine Adli Tıp Kurumu raporlarını dayanak olarak gösterdi. Durmay’ın önceki evliliklerinden olan üç kızının 2015’te açtığı kısıtlama ve vasi ya da yasal danışman atama talepleri üzerine Beykoz 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde açılan davada, Adli Tıp Kurumu’na sevk edilen Deniz Durmay hakkında iki kez “sağlam raporu” veren Adli Tıp Kurumu’nun, Burhan Kuzu’nun olaya müdahale etmesi dışında da şaibeli ilişkileri ortaya çıktı.

Deniz Durmay’a “Fiili ehliyeti tamdır, kendisine vasi veya yasal danışman atanmasına mahal yoktur” raporu veren Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesi’nin başkanı Alaattin Duran’ın, raporun verilmesinin ardından Durmay’ın yeni evlendiği Zeynep Bingöllü’nün ilk eşinden olan kızı Serin Kayello’ya onur plaketi verdiği görülüyor. Aynı zamanda Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Vakfı’nın da başkanı olan Alaattin Duran’ın imza attığı onur plaketinin töreninde de Durmay’ın yeni eşi Zeynep Bingöllü Durmay ve kızı Serin Kayello ile aynı fotoğraf karesine giriyor. Adli Tıp Kurumu’nun etik değerleriyle bağdaşmayan bu durum yetmezmiş gibi, Burhan Kuzu’nun Adli Tıp’tan Durmay lehine rapor alınması için devreye sokulması şüphe uyandırdı.

NECDET ULUCAN DA DOSYAYA GİRİYOR

Deniz Durmay hakkında kısıtlama davası sürerken sahip olduğu banka hesapları ve gayrimenkuller üzerine tedbir kararı konuluyor. Bu kararla dava sonuçlanıncaya kadar mallarının elden çıkarılmasının önüne geçilmek isteniyor. Ama yasanın arkasından dolanarak hileli satışlara engel durum yok. Tedbir kararı sürerken Deniz Durmay, Bodrum Gündoğan’da denize nazır 11 bin 100 metrekare büyüklüğündeki arsa üzerine kabadayı olarak bilinen Necdet Ulucan’la kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapıyor. Davalar uzayınca Necdet Ulucan da davaya müdahil oluyor ve zarar gördüğünü söylüyor. Bu arada Necdet Ulucan, Durmay’ın eşi Zeynep Bingöllü’nün kendisinden 750 bin dolar borç aldığını ve ödemediğini öne sürerek Bingöllü’nün Ayşe Deliismeiloğlu Çiftliği’ne ipotek koyduruyor. Davalar uzayınca Durmay, Gündoğan’daki arsayı Ulucan’a vermek için 9 milyon 800 bin TL karşılığı satış vaadiyle sözleşme yapıyor. Ancak bilirkişi raporunda buranın ederinin 38 milyon TL olduğunu belirtiyor.

BİLİRKİŞİ, YASAL DANIŞMAN ATANMASINI İSTEMİŞTİ

Durmay’ın kızlarının babalarının kişisel mal varlığını savurganca tüketmesine engel olunması için 2015 yılında açtıkları vasi ya da yasal danışman atanması davasında hâkimi sürekli değişen Beykoz 1. Sulh Hukuk Mahkemesi, Türk Medeni Kanunu’nun 406. ve 429. maddelerini dikkate almadan sadece Adli Tıp Kurumu ve Zeynep Bingöllü’nün gösterdiği tanık ifadelerine dayanarak davayı reddeti.

Kızlarının dava açması üzerine sinirlenen Deniz Durmay, vasiyetini değiştirerek kızlarını mirasçılıktan çıkardı ve tüm mal varlığını eşi Zeynep Bingöllü ve onun ilk eşinden olan, kendisinin de soyadını verdiği Serin Kayello Durmay’a bırakan yeni vasiyetname hazırladı.

Yerel mahkemenin kararı, Yargıtay 18. Dairesi tarafından bozuldu. Yargıtay’ın bozma kararında kısıtlı adayı Deniz Durmay’ın “Mal varlığına ilişkin banka ve tapu hareketleri dosyaya getirilmişse de yapılan harcamaların ve harcamalardan kalan mal varlığının üzerinde yeterince durularak bilirkişi kurulundan denetime olanak veren ayrıntılı raporlar alınıp tüm deliller ile birlikte değerlendirildikten sonra oluşacak sonuç doğrultusunda karar vermek, gerekirken noksan araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir” denilerek davanın yeniden görülmesi istendi.

Yargıtay’ın bozmasından sonra yerel mahkeme bilirkişi oluşturarak Durmay’ın harcamaları ve kalan mal varlığı ile satılan gayrimenkullerin geliri ile yaptığı yatırımların belirlenerek yasal danışman atanmasının gerekli olup olmadığı yönünden araştırma istedi. Bilirkişi, raporunda yasal danışman atanması kanısına vardığını şu gerekçelere dayandırmış: 

“Deniz Durmay’ın genel mal varlığı göz önüne alındığında vesayet altına alınması hususunda gerekli koşulları tam mahiyetiyle sağlamadığı, ancak yapılan incelemede mal varlığını hızlı bir şekilde tüketmeye yönelimi olduğu, yaşı, sağlık durumu, özellikle 2011 yılından bugüne yapmış olduğu maddi tasarrufların yönelimi, yapılan harcamaların tam olarak denetlenemediği ve korunmaya değer mal varlığının oldukça fazla olması göz önünde bulundurulduğunda TMK’nin 429. maddesi gereği kendisine yasal danışman atanmasının uygun olacağı yönünde kanaat edinilmiştir.”

SEKRETERİNE 2 MİLYON 330 BİN DOLAR

Bilirkişinin raporunda, Deniz Durmay’ın sattığı gayrimenkullerden elde ettiği gelirler ile yeni hiçbir yatırım yapmadığı, banka hesaplarında da artış değil hızla erime görüldüğü belirtiliyor.

Raporda Deniz Durmay’a ait banka hesapları incelemesinde de ilginç hareketler görülüyor. Deniz Durmay’ın hesaplarından 2011-2014 yılları arasında TL hesabından 7 milyon, döviz hesabından ise 6 milyon 972 bin 200 USD, 760 bin Avro’nun çekildiği ve başka hesaplara aktarıldığı tespit edildi. 

Döviz hesabından 2 milyon 500 bin doların bilinmeyen bir hesaba aktarıldığını belirleyen bilirkişi heyeti, Durmay’ın eski asistanı ve mali işler müdürüne 2 milyon 330 bin dolar, eşi Zeynep Bingöllü’ye 1 milyon 500 bin dolar ile 450 bin Avro havale ettiğini tespit etti. İlk eşlerinden olan kızlarından birine 410 bin Avro, birine 270 bin dolar ve diğerine de 112 bin dolar göndermiş.

Bilirkişinin raporunda, Deniz Durmay’ın sattığı gayrimenkullerden elde ettiği gelirler ile yeni hiçbir yatırım yapmadığı, banka hesaplarında da artış değil hızla erime görüldüğü belirtiliyor.

MAHKEME YİNE ADLİ TIP VE TANIKLARA DAYANIYOR

Beykoz 1. Sulh Hukuk Mahkemesi, bilirkişi raporunda TMK’nin 429. maddesine göre yasal danışman atanması talebine rağmen yine Adli Tıp Kurumu’ndan rapor istiyor.

Beykoz Devlet Hastanesi Adli Tıp Kurumu’nda yataklı gözlem istemesine rağmen bunun yerine yine ayakta ilk gün muayenesinin ardından ertesi gün tekrar çağırıyor ve yine ilk raporu veren Alaattin Duran başkanlığındaki 4. İhtisas Kurulu, “Fiili ehliyeti tamdır, vasi ya da danışman atanmasına gerek yoktur” raporu veriyor.

Mahkemede Duran’ın avukatları “Müvekkilimiz mallarını satmış olabilir ama muhakkak yerine yeni yatırımlar yapmıştır” derken tanıklar ise “Yakinen tanıdığımız Deniz Durmay zaten hep cömert bir insandı ve herkese böyle yardımlar yapardı” diyor.

Bu arada Deniz Durmay’ın avukatı Nuve Kaserci’nin, Zeynep Bingöllü’nün çocukluk arkadaşı olduğunu hatırlatalım. Beykoz 1. Sulh Hukuk, sonuçta Deniz Durmay’ın elden çıkardığı menkul ve gayrimenkullerin mal varlığına oranla düşük kalması, Adli Tıp Kurumu’nun verdiği raporuna dayanarak davanın reddine karar veriyor. Bu karar, bu kez Yargıtay’da da bir üyenin muhalefet şerhine rağmen onaylanıyor.

SEDAT PEKER ÇOMAK SOKUYOR

Dava, Yargıtay’ın da onaylanması sonucu kapanmışken ağustos ayı başında Sedat Peker, Burhan Kuzu’nun telefonundaki WhatsApp kayıtlarında bu davayla ilgili yazışmaları paylaşınca, konu yeniden gündeme geliyor. Burhan Kuzu’dan kısıtlanması ve kendisine vasi tayin edilmesi istenen Deniz Durmay’ın Adli Tıp Kurumu’ndan sağlam raporu alınması için bedeli karşılığında yardım isteniyor. Bu gelişmeler üzerine kızları davanın yeniden görülmesi için harekete geçti. Avukatları İlhan Cihaner ile Mustafa Ateş de yargılamanın yeniden yapılması için dava açtılar.

Miyase İlknur / Cumhuriyet





Bakanlık sadece '12 bin çocuk işçi' tespit etmiş: İşte Türkiye'nin çocuk işçi gerçeği! -YALÇIN CUĞ / SOL

Çalışma Bakanlığı'nın raporuna göre 2020 yılında 12 bin 457 çocuk işçi tespit edildi. Gerçekte ise çocuk işçi sayısı milyonları bulmuş durumda. Bakanlığın raporunu İSİG Meclisi ile görüştük. 


Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 2022 yılı bütçe teklifinde, Türkiye'deki çocuk işçi başlığı da yer aldı.

Teklifte yer alan "bilgiye" göre, 2020 yılında tespit edilen çocuk işçi sayısı 12 bin 457 olurken, bu sayının 2021 yılının sonunda 27 bin, 2022 yılının sonunda 28 bin ve 2023 yılının sonunda ise 29 bine ulaşılacağı öngörüldü.

Ancak Haziran 2021 tarihinde yayımlanan "Çocuk işçilik yasaklansın!" başlıklı İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi raporuna göre, Türkiye'de en az 2 milyon çocuk işçi var. Üstelik bu sayı yaz aylarında ise 5 milyona yaklaşıyor.

 İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nden Murat Çakır, Bakanlığın raporunu ve gerçek tabloyu soL'a değerlendirdi.

Bakanlığın verileri ve gerçekler örtüşmüyor

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın çocuk işçi başlığında yer alan verilerinin gerçeği yansıtmadığını ifade eden Murat Çakır, 6 yıl önceki TÜİK verilerine göre çocuk işçi sayısının 693 bin, DİSK-AR'ın yayımlamış olduğu verilere göre ise çocuk işçiliğinin yaz mevsimlerinde 5 milyona yaklaştığını vurguladı.

8 yılda 513 çocuk işçi yaşamını yitirdi

Çakır, Türkiye'deki çocuk işçi sayısına net bir cevap verilememesinin nedeni olarak çocuk işçilerin kayıtdışı çalıştırılmasını, mevsimsel dönemlere göre çocuk işçi sayınının dalgalanmasını ve yaşın getirdiği bağımlılıklardan dolayı çocuk işçilerin örgütlenememesini gösterdi. Çakır, çocuk işçi sayısına net bir cevap verilemeyecek olmasına karşın Bakanlık'ın resmi verilerinde çocuk işçi ölümlerinin her yıl 0 ila 5 kişi arasında verildiğini ancak sadece 8 yılda 513 çocuk işçinin yaşamını yitirdiğini aktardı ve yalnızca bu verilerden bile yola çıkarak Bakanlık verilerinin gerçeği yansıtmadığını ifade etti.


Pandemi dönemde çocuk işçilik arttı

Çocuk işçiliğin artmasının nedeni olarak yoksullaşma ve 4+4+4 eğitim sistemine işaret eden Çakır, yoksullaşmadan kaynaklı olarak çocukların işçileştiğini ve 4+4+4 eğitim sistemi ile çocukların eğitim hayatlarını sonlandırmanın önünün açıldığı ifade etti.

Çakır'a göre, daha düşük ücretlerle çalıştırılmaları ve örgütlenememeleri nedeniyle güvencesiz iş alanının en büyük parçasını oluşturan çocuk işçilik, pandemi dönemiyle artış gösterdi.

Pandemi döneminde yürütülemeyen eğitim sisteminden de kaynaklı pek çok çocuk işçileşmiş ve çocuk işçi ölümleri meydana gelmişti.

Hukuken yasak, fiilen uygulamada

Çocuk işçilerin özellikle mevsimlik tarım işçiliğinde yoğunlaştığını ve çocuk işçiliğin olmadığı taktirde mevsimlik tarımın da olamayacağı bir tablonun yaşandığını söyleyen Çakır, 14 yaş altı çocukların çalışmasının hukuken yasak olmasına karşın mevsimlik tarım işlerinde çalışmakta olan çocuk işçilerin yaşının 5'e kadar indiğini aktardı.

Mevsimlik tarım sektörünün yanı sıra çocuk işçiler kayıtdışı olarak metal, tekstil, inşaat gibi sektörlerde çalıştırılıyor, motokuryelik yapıyor, sokakta kağıt toplayıcılığı, mendil satıcılığı gibi işlerde yer alıyor ve aile içi ücretsiz emeği karşılıyor.

Meslek liseleri üzerinden 418 milyon 591 bin TL kazanıldı

İki gün önce Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer'in yaptığı "2021 yılının ilk 9 ayında meslek liselerindeki üretimden 418 milyon 591 bin TL gelir elde edildi" açıklamasına da değinen Çakır, meslek lisesi öğrencilerinin öğrenci statüsüne sahip olmalarına karşın üretimde büyük bir alanı doldurduklarını ifade etti. Özellikle pandemi döneminde dezenfektan, maske vb. ürünlerin üretiminde yer alan meslek lisesi öğrencilerinin asıl üretimi gerçekleştiren unsurlar olduğunu vurgulayan Çakır, meslek lisesi öğrencilerinin de çocuk işçi kapsıma dahil olduğunu aktardı.

YALÇIN CUĞ / SOL




Standard & Poor's Türkiye'nin kredi notunu açıkladı + OECD'den Türkiye kararı: Kredi desteği durdurulacak - YENİÇAĞ

Standard & Poor's Türkiye'nin kredi notunu açıkladı 

Standard & Poor's (S&P), Türkiye'nin döviz cinsinden kredi notunu "B+", yerel para birimi cinsinden kredi notunu "BB-" ve görünümünü "durağan" olarak teyit etti.

Dünya.com’un haberine göre, kredi derecelendirme kuruluşu Standard and Poors (S&P), Türkiye'nin döviz cinsinden kredi notunu "B+", yerel para birimi cinsinden kredi notunu "BB-" ve görünümünü "durağan" olarak teyit etti. Kredi notu ve görünümde bir değişiklik beklenmiyordu.

S&P'nin değerlendirmesinde Türkiye'nin bu yıl sağlanan destekler, ihracatta güçlü toparlanma ve iç aktivite ile yüzde 8,6 büyümesinin beklendiği belirtildi.

S&P, net kamu borcunun GSYH'ye oranının bu yıl sonunda yüzde 34 olmasını beklediklerini açıkladı.

Açıklamada, tüm bu gelişmelere rağmen Türkiye'nin ödemeler dengesi pozisyonunun zayıf, para politikasının ise öngörülemez olduğuna vurgu yapıldı.

S&P, "Enflasyon yıllık yaklaşık yüzde 20 ile derecelendirdiğimiz 137 ülke arasında 8. sırada bulunuyor" değerlendirmesinde bulundu.

Kredi derecelendirme kuruluşu, bankacılık sisteminde risklerin artması durumunda notların düşürülebileceği uyarısı yaptı.

                                                                ***

OECD'den Türkiye kararı: Kredi desteği durdurulacak 

OECD, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu ülkelere kömür santralleri için kredi sağlamayı durduracak.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), aralarında Türkiye'nin de bulunduğu çoğu üye ülkenin kömür santralleri için ihracat kredisi sağlamayı durduracağını açıkladı.

Anlaşmaya; Avustralya, İngiltere, Kanada, Avrupa Birliği, Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda, Norveç, İsviçre, Türkiye ve ABD katıldı.

İhracat kredilerinin kapsamına, mal alımının finansmanına yardımcı olacak kamu finansman desteği, doğrudan finansman, garantiler, sigorta veya faiz destekleri giriyor.

OECD, yasağın karbon yakalama, kullanma ve depolama sistemleri olmayan tüm yeni santralleri kapsayacağını belirtti.        

                                                                ***

Fitch'ten dikkat çeken Türkiye açıklaması

Fitch Ratings'in Türkiye'den de sorumlu kıdemli direktörlerinden Erich Arispe, Reuters'a yaptığı açıklamada Türkiye'nin faiz indirimi kararını "Belirsizliği artıran yanlış politika adımlarıdır" diye yorumladı.

Fitch Ratings kıdemli direktörlerinden Erich Arispe, Merkez Bankası'nın faiz indiriminde erken davrandığına işaret ederek, "Türkiye'nin erken faiz indirimleri, belirsizliği artıran yanlış politika adımlarıdır" değerlendirmesini yaptı.

Fitch Ratings'in Türkiye'den de sorumlu kıdemli direktörlerinden Erich Arispe Reuters'a yaptığı açıklamada şunları söyledi:

"Türkiye'nin erken faiz indirimleri, belirsizliği artıran yanlış politika adımlarıdır

(TCMB'nin) faiz kararında siyasi bağlamın rol oynadığı görülüyor

Ödemeler dengesi kaynaklı belirgin baskı oluşması halinde ortodoks (politikalara) faiz artışına yeniden dönüş olabilir

TCMB'nin TL'yi savunmaya ihtiyaç duyarsa buna ilişkin çok sınırlı bir alanı var

Yılsonu için %17.2 olarak öngördüğümüz enflasyon tahminimiz üzerinde riskler yukarı yönlü."

(YENİÇAĞ)


 

BASMANE - İZMİR-Geçmişi ve geleceği şimdiye çağırmak - ŞEYDA AYAN / 1+1 Express

 China Miéville’in Şehir ve Şehir’ine nazire, semt ve semt, sokak ve sokak İzmir’in şimdisinde ve geçmişinde bir gezinti… Şair Eşref Bulvarı, artık Mardin Dağı diye de anılan Kadifekale, Haynots / Yangınlık, Fuar, “hafıza kutusu” Basmane ve görünmez sınırlar…

    Basmane'nin Tilkilik mevkii... Basmane sokakları yanan evlerine, kiliselerine, hamamlarına rağmen yüzyıl öncesine en yakın yer. Hep göçmenlere yuva olmuş, tam anlamıyla göçlerin şehri İzmir’i sokaklarında sessizce saklıyor.

Gökyüzü puslu kızıl. Muğla’nın günler süren, Atina’nın gittikçe harlanan yangınlarının isi Ege’nin eski başkentine ulaştı. Göztepe sahil yolundan Konak’a doğru ilerlerken, gözümüz göğün ve denizin apokaliptik renginde. Şehir hafta sonu ıssızlığında. Her gününe lâhavle çekilen, sessizce geçip gitmesi beklenen ağustos, bu yaz kendisinden fazlasıyla bahsettirir olmuş. İzmir ahalisi için bile alışılmış değil bu sıcak. Sohbete hevesli taksi şoförü umutsuzca şikâyet ediyor. Yangınlara kahrolmuş, hükümete belalar okuyor ve Atam kalksa da gelse diyor. Dün akşam Facebook’a da yazmış, “kalksan gelsen, yüzüne nasıl bakarız…”

Kürtler yapmış olamaz, bu fasaryaya inanmıyor. Suriyeliler yapmış olabilir bak, ona bir şey diyemez. Fakat hatırlıyor şehre geldikleri ilk zamanları. “Hatırlıyorum tabii. Sersefildi halleri. Savaş kötü şey, mahvettiler insanların yerini yurdunu. Bir adam vardı, muhasebeciymiş Halep’te. Basmane’deki halini bir görsen, insanlığından utanırsın… Çıkardım para verdim, inan verirken utandım…”

Derin bir iç çekiyor. “Ama olmuyor, bu ülke kaldırmıyor.” Kusura bakmasınlar ama, eski sefillikleri de kalmamış zaten. “Çok fenalar, mafya gibi dolanıyorlar ortada. Ben kızıma hiç karışmazdım, artık giyme kızım bu kadar kısa diyorum. Araplar pis bir millet abla, ırkçı değilim ama, İzmir’e hiç yakışmıyor. Her yerde Arapça tabelalar… Adı üstünde ‘gâvur İzmir’ burası. Kalmadı eski rahat günler…”

Şehir ve Şehir’de hayali iki şehir devletinin, Beszel ve Ul Qoma’nın sakinleri, “hayatları boyunca görmemeyi öğrenirler.” Bir parkı, caddenin sağını solunu paylaşmışlardır örneğin, ama birbirlerini görmezler, işitmezler, hissetmezler. Çocuklukları bu yeteneği kazanmaları için verilen katı eğitimle geçmiştir.

Gâvur derken, yanlış anlaşılmasınmış aman, “öyle gâvur değil”. Nasıl gâvur? “Modern yani, Avrupa gibidir ya hani. Yoksa en vatansever yer neresi? Burası. Kurtuluş savaşımız nerede bitti? Burada. Anlı şanlı hem de, denize döküldü Yunan…” Yolcusunun sessizliği hevesini kırıyor. Hava yangınların kustuğu küllerle öyle ağır ki, kafası hep karışık olagelen İzmir’i başta o susturuyor. Biraz sonra da, nefes aldırmayan hakikat, hakikati söyletiveriyor: “Bekleniyordu canım, hele böyle sıcaklarda, beklenmez mi… Durdular seyrettiler yangını, yandı memleket…”

Talât Paşa mı, şair Eşref mi?

Durağından gelen çağrıya döndüğünde, Şair Eşref Bulvarı’na geldiğimizi fark ediyorum. Ders kitaplarına giremeyen bu hiciv şairinden kaçak göçek bahseden lise öğretmenimiz Ayten Hanım da aynı anda düşüyor aklıma. Yaşadığımız şehrin belleğiyle ilgili ilk kurdu o düşürmüştü içimize. “Talât Paşa’dan daha çok yakışmıyor mu Şair Eşref İzmir’e, ne dersiniz çocuklar?”

Talât Paşa mı, diğer bulvar mı? Ne diyor bu kadın? Şehir haritasını tahtaya asıp iki büyük bulvarın kesiştiği noktayı, Alsancak Garı’nı, Tekel’i –üstüne basa basa– sadece göstermekle yetinmesi. Ve sessizlik. “Burada yangından önce kilise varmış.” Sessizlik. “Şurada yangından önce mezarlık.” Sessizlik… Ses beklediği yoktu. Kendi kendine konuşuyordu. Ve ne gariptir, o sayıklar gibi yaptığı ders, bazılarımızın hafızasında dün gibi kaldı.

Basmane’nin Patlıcanlı Yokuşu’ndaki İzmir Mevlevihanesi’nde Neyzen Tevfik de Şair Eşref’in öğrencisi olmuş. Teşbih hata kaldırır, istibdat döneminde muhaliflerin ana sürgün bölgesi haline gelen İzmir karanlık seneler içinde bir yandan da ışıl ışılmış. Abdülhamit’e korkusuzca deccal diyebilmiş kaymakam-şair Eşref de bu sürgünlerden biriymiş.

O senelerin Basmane sokaklarını mı düşündü Ayten Hoca, onu İzmir’e daha çok yakıştırırken? Talât’ı şehrin en güzel bulvarına yakıştıramazken ne vardı aklında? Neler anlatmak istedi de sustu o gün haritaya dalıp gitmişken…

Deniz ve Rahşan

Hürriyet ve Şair Eşref bulvarlarının kesiştiği noktadan hızla geçerken gözüm arkada doğruluyorum. İki bulvarın birleştiği noktada, yaklaşık iki ay önce gencecik bir kadın öldürüldü. Deniz Poyraz’ın gülümseyen yüzü arkada kaldı. Çaresizce görmek için çabalıyorum. Taksici nereye baktığımın farkında. Aynada denk geldiğimizde gözlerini kaçırıyor. Konuşmaya bunca hevesli adam, susuyor.

    Rahşan Demirel

Bu suskunluk bu kez lise kantininden bir sessizlik serisini hatırlatıyor. Newroz yaklaşırken bir arkadaş soruyor: “Birkaç yıl önce Kale’de bir kız kendini yakmış Newroz günü, duymuş muydunuz?” Kadifekale’de? “Kale’nin surlarında.” Duymadık. Nasıl duyulmaz? 1992’de 17 yaşında bir kız, Rahşan Demirel, şehrin göbeğinde, İzmir’in Kale’sinde kendini yakmış[1] ve biz duymamışız. “Çocuktuk yahu.” Ama sorduğumuz yetişkinler de duymamış. Ayten Hoca bile duymamış…

Kadifekale antik Smyrna’nın akropolisi. Agoranın yakınında, Basmane’nin yukarısında, Pagos Dağı denen tepede, MÖ IV. yüzyılın sonunda inşa edilmiş. Tüm şehre hâkim, hâlâ heybetli. 1990’larda özellikle Mardin’den yüklü göç alan semte, kimileri alayla, kimileri gururla Mardin Dağı da demeye başlamış. Köyleri yakılan, işkence görmüş, göçe zorlanmış insanların yeni yurdu haline gelivermiş bir gecekondu semti artık. Rahşan’ın ve dizlerine oturtup saçlarını taradığı Deniz’in semti.[2]

Aynı sokaklarda büyüyen iki kadın ve Kadifekale ayrılmaz halde yerleşti zihnimize. Deniz’i İzmir duydu, Rahşan’ın kaderini yaşamadı. İzmirli kadınlar hemşerilerine koştu. Cenazesine binlerce kişi katıldı. Şehre bakan surlara gülen yüzü asıldı. Taksi şoförü gözlerini kaçırsın bakalım, bunlar da oldu.

    

Kültürpark’a ölüm fermanı

Güzergâhını durağa bildirirken ona dönüyorum. “Kültürpark tarafındayım.” Hangi ara böyle anılmaya başlandı Fuar? Gülüyor, “ağzımdan öyle çıkıverdi”. Artan kent protestoları nedeniyle Kültürpark’a da kulaklar aşina. STK’lar ve meslek odaları, Şubat 2021’de Kültürpark Koruma Amaçlı İmar Planı Taslağı’nı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na sunmaya karar veren Büyükşehir Belediye Meclisi’ne tepkili.

Taslağı “ölüm fermanı” olarak niteleyen Kültürpark Platformu bileşenleri şeffaflıktan uzak, yoğun yapılaşmaya kapı aralayan meclisi hukuka ve bilime aykırı davranmakla suçluyor. Betona boğulmuş kente nefes aldıran bu 420 bin metrekarelik parkı korumak için pandemi günlerinde bile canla başla çalışıp ağaçlarımıza, anılarımıza, 90 yıllık kentsel tarihe sahip çıkalım diyerek kendilerini sürekli hatırlatıyorlar.

Haynots öyle silindi ki hafızalardan, Aras Yayınları’nın İzmir kitapları İzmirlileri şaşırttı. “Koskoca mahalleleri varmış! O kadar çok muymuş nüfusları?” “Rumları, Yahudileri, Levantenleri biliyorduk ama, Ermeni mahallesi…” “Neredeymiş bu Haynots? Nasıl hiç iz kalmaz…”

Taksi şoförü de buradan yakalıyor meseleyi. Çocukluğunun Fuar günlerinden bahsediyor, anne-babasının orada evlendiğinden, dedesinin ve ninesinin tertemiz giyinerek ziyaret ettiğinden… Öyle ki, Fuar’ın kapılarından birinin önüne gelince ceketinin düğmelerini ilikleyen dedesi hep gururla bahsedermiş bundan. İlk yıllarında “Halk Okulu” diye boşuna anılmamış desenize, öğretmenimiz Kültürpark! “E tabii, bir sürü şeyi ondan öğrenmiş bütün İzmir. Düşünsenize gariban, yıkık dökük zamanları…”

Haynots, Yangınlık ve “halk üniversitesi”

Montrö Kapısı’nda iniyorum. Gökyüzü hâlâ kızıl-gri. Gelen geçen havayı yokluyor. Fuar’ın duvarı boyunca Basmane Garı’na doğru yol alırken, demir parmaklıklardan içeriye, parka bakıyorum. Eski ismini bilenlerin çoğu hayatta değil. Yangınlık. Ondan önceki ismini kimse bilmedi. Haynots. Smyrna’nın güzel Ermeni mahallesi. 1922 Eylül’ünde yanıp kül olunca adı Yangınlık oluverdi.

Haynots öyle unutuldu, öyle silindi ki hafızalardan, Aras Yayınları’nın İzmir kitapları serisi[3] bazı İzmirlileri hayli şaşırttı. Belleğimizin boşluklarıyla yüzleşirken, yalnız olmadığımızı arkadaş sofralarında hüzünle fark ettik. “Koskoca mahalleleri varmış! O kadar çok muymuş nüfusları?” “Rumları, Yahudileri, Levantenleri biliyorduk tabii ama, Ermeni mahallesi…” “Neredeymiş peki bu Haynots? Nasıl hiç iz kalmaz…”

Atatürk 1930’larda yaptığı bir İzmir ziyaretinde, zamanın belediye başkanı Behçet Uz’a “Yabancılardan utanıyorum, şu yangın yerlerini kaldıramadık” diyerek dert yanar. Uz buna çok üzülür ve görev bilir bir “gurur bölgesi” inşa etmeyi. Okullarıyla birlikte ziyarete gelen çocuklara Fuar’ın tarihine giriş anlatısı böyle başlar. Mars gezegeni gibi çorak bir moloz alanı şehrin göbeğinde peydahlanmış ve biz onu çölün ortasında vaha yapmışız…

Gelin görün ki, bu hafızasız bembeyaz sayfa her yerinden kararır kolayca. İzmir yanmış yıkılmış günlerce, yok olmuş, düşman denize dökülmüş, düşman yakmış, asker yakmış, cahil Anadolulu başıbozuklar yakmış, Türk askeri üniforması giyen hain Rumlar yakmış, Yunan askeri yakmış, aslında eski insanlarımız kendileri gitmek istemiş, belki de giderken onlar yakmış… Bu marazi haller, tertemiz açılan beyaz sayfada ara ara belirir.

420 bin metrekarelik bu moloz alanı çölde vaha gibi olmuş, yalan değil. Sergi ve konferans salonları, açıkhava tiyatrosu, sanat merkezi, spor salonları, müzeler, havuzlar, binlerce ağaç, palmiye korusu, gül bahçeleri, modern mimarinin en güzel örneklerinden ülke pavyonları… Yangından 14 yıl sonra, 1936’da yine bir eylül günü açılışı yapılmış. “Burası bir halk üniversitesidir” diye tanımlamış Behçet Uz Kültürpark’ı.

Öyle de olmuş. Kültürpark serbestlik ruhuyla toplumsal cinsiyet rollerini rahatlatan, şehirliliği, cumhuriyet değerlerini sürekli hatırlatan, kültür kelimesinin kökenine yaraşır biçimde yetiştiren, terbiye eden bir üniversiteye dönüşürken, “geçmişin gerçek yüzü hızla kayıp gitmiş”.[4]

Sınırlar ve birbirini görmeyenler

Basmane Garı, arkasında Kadifekale’yle beliriyor. Fuar’ın büyük çemberinden ayrılıp Gar’ın önünde bekleyen kalabalığa karışırken, görünmez sınır kendini belli ediyor. Sakin şehir bitiyor, göçmenler, emekçiler sıcağın alnında sokakları dolduruyor. Altınordu taksi durağının şoförleri gölgelikte çaylarını yudumluyor. Önlerinden Anafartalar Caddesi’ne çıkmaya başlıyorum. Bakışlar yolumu kaybedip kaybetmediğimi sorguluyor. Sadece üç dakika önce olduğum yerle arasında dünyalar kadar mesafe var şimdi yürüdüğüm yerlerin. İzmir sıkı sıkı uyardı, “cadde üzerinden sakın ayrılma.”

Tilkilik yolu boyunca yürürken, büyük yangının başladığı mahalle olan Basmane, İzmir’in en az değişen yeri olduğunu yine hatırlatıyor. Yanan evlerine, kiliselerine, hamamlarına rağmen yüzyıl öncesine en yakın yer. Tarihi boyunca hep göçmenlere yuva olmuş, tam anlamıyla göçlerin şehri İzmir’i sokaklarında sessizce saklıyor. Ucuz otellerin önünde Afrikalılar, Suriyeliler gelen geçeni izliyor. Mahalle dışından gelen ziyaretçiler mi tedirgin, onlar mı, belli değil. Birbirlerinin farkında olmaları bile sert bir durum olarak ortada duruyor.

İzmir hafızasını biraz yoklasa, Bedreddin’in ve Börklüce’nin yanında, Osmanlı’ya karşı özerkliği için direnen, halkının desteğini almış İzmir Beyi Cüneyd’i bulacak. Kale’de Bedreddin’i ağırladığını, Sisam’dan Sakız’dan komşuların, Ege’nin içlerinden, kıyılarından temsilcilerin o sofrada olduğunu görecek.

Marksist yazar China Miéville, polisiye bilimkurgu romanı Şehir ve Şehir’de,[5] bölünmüş mekân ve algısal sınır meselesini deşifre etmeye çalışır. Romanda hayali iki şehir devletinin, Beszel ve Ul Qoma’nın sakinleri, “hayatları boyunca, görmemeyi öğrenirler”. Bir parkı, caddenin sağını solunu paylaşmışlardır örneğin, ama birbirlerini görmezler, işitmezler, hissetmezler. Çocukluk yılları bu yeteneği kazanmaları için verilen katı eğitimle geçmiştir. İki şehir arasında, tarihsel düşmanlık, sert sınır kuralları, vize zorunluluğu vardır. İhlâller cezalandırılır.

Göçmenlerin ucuz yuvası, iki yüz yıllık tarihi Paşa Konağı Oteli’ne yaklaşırken sardunyalı çay ocağını tanıyorum. Kaleli Ahmet yüzünden eksik olmayan gülümsemesiyle çayları getirip yanıma oturuyor. Hoşbeşten sonra ona kitaptan bahsediyorum. “Abartma abla.” Az değil ama iki sokak ötesiyle fark. “Değil tabii. Çoğu İzmirli bilmez içerileri…” Kitaba benziyor o zaman. “Ama burada çok insan var gelen giden, soran eden. Bakma, çok da çalışan var insanlar için…” Kitapta da var. Birleşmeciler deniyor onlara. Gözlerinin içi gülerek, “o zaman olur bak”.

İzmir’in hafıza kutusu

Tilkilik, Anafartalar Caddesi –Basmane içlerinin “en güvenli” bölgesi. Ara sokaklar, “yukarılar” konusunda Ahmet de uyarıyor. “Dümdüz çık git işte buradan İkiçeşmelik’e, oyalanıp ne yapacaksın?” “Abartma” diyen halinden eser yok şimdi. Cadde üzerinden Agora antik kentine doğru adımlarken, Suriyeli esnafın Türkçe tabelaları göze ilişiyor. Mithatpaşa taksicisi boşuna üzülürmüş, valilik kararıyla iki yıl önce Arapça tabelalara operasyon düzenlenmiş.[6] Türkiye’deki Yabancılar ve Alınacak Tedbirler başlıklı İçişleri Bakanlığı yazısı üzerine İzmir zabıtası hiç vakit kaybetmemiş.

    Fotoğraf: Eren Aytuğ

“Güvenli” ara sokaklar da var. Güzel Arap çocukları kapı önlerinde, sokakları serinleten asmalıkların altında oyun oynuyor. İkiçeşmelik’e doğru zikzaklar çizerek ilerliyorum. Eski Yahudi mahallesi Birinci Juderia, Suriyeli göçmenlerin yeni yuvası olmuş. Kazı çalışmaları, hamam restorasyonları çocukların oyunlarıyla, evlerden gelen yemek kokularıyla çeşnileniyor.

MS II. yüzyıla tarihlenen antik Smyrna şehrinin Agora örenyerinden çıkan bir ziyaretçi grubuna, rehberleri hararetle Basmane bölgesinin katman katman soyulası olduğunu anlatıyor. Antik şehir, Rum mimarisi, geleneksel Türk evleri, Yahudi mahallesi, erken dönem cumhuriyet yapıları… “Birçok evde ya da dükkânda bir antik mezarın, kilisenin, hamamın, havranın taşını bulabilirsiniz” diyor. “Onlarla birlikte inşa edilmişler yüzlerce yıldır.” İzmir’in hafıza kutusu Basmane’yi şiir gibi anlatıyor…

İzmir Beyi Cüneyd ve La Jétee

Çirkinlik abidesi katlı otoparkın önünden iki şehri birleştiren ortak mekân İkiçeşmelik’e çıkıyorum. Tramvay durağına meylederken, Agora’ya doğru gelen başka bir yerli turist grubu rehberlerine devasa Atatürk Maskı’nı soruyor. “O diğer tarafta, Kadifekale’ye bakan yol üzerinde.” Dev Atatürk Kadifekale’yi izliyor.

Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin modernlik özlemini en çok aynalayan şehri İzmir, rengârenk Egeli hali yanıp kül olurken, gidenlerin yanlarında götürdüğü “gâvurluğa” tutunmayı hep sevdi. Kültürpark, nam-ı diğer İzmir Enternasyonal Fuarı, ona modernliğini ve enternasyonalliğini hatırlatıp durdu, ama hafıza kazısına soyunduğunda yoluna çıkan boşlukları ne yapacağını bilemedi. Dev Atatürk Maskı son gözcüsü. Kültürpark’ın önünde düğme ilikleyenler yok çünkü artık.

Boşluklarla dolu hafızası onu bazen kibre, çoğu zaman korkuya itiyor durmadan. Kentli olamamaktan, doğulu olmaktan, dışarıdan gelenlerden bu yüzden ürküyor belki de. Öğretmenlerine çok saygılı bu çocuk, ezelden beri kendine has olmak istiyor oysa. Boşuna değil İzmir’in ülkeden farklı olduğunu düşünmek istemesi…

Hafızasını biraz yoklasa, Bedreddin’in ve Börklüce’nin yanında, Osmanlı’ya karşı özerkliği için direnen, halkının desteğini almış İzmir Beyi Cüneyd’i bulacak. Kale’de Bedreddin’i ağırladığını, Sisam’dan Sakız’dan komşuların, Ege’nin içlerinden, kıyılarından temsilcilerin o sofrada olduğunu görecek.

Göztepe tramvayı kızıllığı hafiflemiş havanın içinden geliyor. Kıyamet olmuş da bitmiş sanki… Küllerin dolduğu gökyüzü bu sefer akla başka bir bilimkurgu hikâyesini, Chris Marker’ın La Jétee (Dalgakıran, 1962) filmini getiriyor. Üçüncü Dünya Savaşı sonrası gezegen yaşanmaz haldedir. Yeni bir hayatı başlatmanın yollarını arayan bilim insanları, zamanın farklı dilimlerine yolculuk yapmak zorunda olduklarını fark eder. Denekler haliyle korku içindedir. Tramvay sahil yoluna girdiğinde apokaliptik manzarayla yeniden karşılaşınca, sırası gelen denek adamın tedirgin hali gözümün önünde canlanıyor:

“O öyküsünü anlattığımız adamdı. Korkuyordu… Kurtulma umudu zamanda yatıyordu… Deneylerin amacı şuydu: Zamanın içine gizli ajanlar göndermek. Geçmiş ve geleceği şimdinin yardımına çağırmak. Ne var ki insan aklı bu fikre yanaşmıyordu. Başka bir zamanda uyanmak, yetişkin olarak yeniden doğmak demekti.”[7]

ŞEYDA AYAN / 1+1 Express - Express, sayı 177, Güz 2021


[1] “Newrozlaşan kadınlar: Rahşan Demirel”, http://www.jinhaber1.com/Portreler/content/view/53?page=10

[2] Deniz Poyraz’ın annesi Fehime Poyraz: “Okula gittiğinde kızımın saçlarını Rahşan tarardı.” https://yeniyasamgazetesi2.com/ozgurluk-pesinde-bir-hayat-deniz-poyraz/

[3] Zakarya Mildanoğlu, İzmir Ermenileri –Ege Kıyılarının Yitip Gitmiş Sakinleri, Aras Yayınları 2017
Richard G. Hovannisian, İzmir –Tarihi Kentler ve Ermeniler, Aras Yayınları, 2018

[4] Walter Benjamin, “Tarih Kavramı Üzerine”, Son Bakışta Aşk, Metis Yayınları, 2018

[5] China Miéville, Şehir ve Şehir, Yordam Kitap, 2012

[6] https://www.yeniasir.com.tr/izmir/2019/11/09/izmirde-arapca-tabela-operasyonu

[7] https://mubi.com/films/la-jetee