KISA KISA GÜNDEM (18 ARALIK 2021)

 


1) Beştepe’ye her birinin fiyatı dünkü kurla 34 milyon lira olan 3 araç alındı.(ZEKERİYA ALBAYRAK)


TBMM KİT Komisyonu üyesi ve CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, bütçe görüşmelerinde konuştu. Yavuzyılmaz, Cumhurbaşkanlığı için alınan Mercedes S-600 Guard marka aracın faturasını açıkladı.30 Mart 2021'de sipariş edilen aracın fiyatı 474 bin 950 Euro oldu. Buna yüzde 220 ÖTV ve yüzde 18 KDV eklendi. Böylece bir araca 1 milyon 793 bin Euro (dünkü kapanış kuruna göre 34.7 milyon lira) ödendi.Kur farklarını değerlendiren CHP'li vekil zarar edilmeseydi ne tür hizmetler yapılabileceğini şöyle anlattı: “2019'daki kur farkı tutarı 10 milyar 117 milyon lira, 2018'de 25 milyar 117 milyon lira. 2014–2020 yılları arasında ödenen kur farkı toplamı ise 77 milyar 949 milyon lira, eski parayla 77 katrilyon lira oldu. Bu parayla 14 adet Avrasya Tüneli, 12 adet Osmangazi Köprüsü, 8 Çanakkale Köprüsü, 6 Yavuz Sultan Selim Köprüsü yapılırdı. 500'er yataklı 5.440 devlet yurdu yapılırdı.”

2)AKP’li belediye yerli ve milli aracı Euro ile alıyor.(MÜSLÜM EVCİ-SÖZCÜ)

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan önceki gün asgari ücreti açıklarken Türk Lirası için “Bizim paramız bellidir, o da Türk Lirası’dır ve biz Türk Liramızı yedirmeyeceğiz” dedi. Ancak AKP’li belediyenin raylı sistem araçları için Euro üzerinden sözleşme imzaladığı ortaya çıktı. AKP'li Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Memduh Büyükkılıç, altı adet raylı sistem araç alımı için harekete geçti. Alım için geçtiğimiz hafta Bozankaya Otomotiv adlı şirketle sözleşme imzalandı. Altı adet raylı sistem aracının sözleşme bedeli ise 13 milyon 326 bin Euro olarak açıklandı. İmza töreninde konuşan AKP'li Başkan Büyükkılıç araçların yerli ve milli olduklarını ifade etti ve şunları söyledi: “Her zaman bizlere yardımcı olan, uyumlu, iyi niyetli, ülkemizin gururu olan firmamıza teşekkür ediyorum. Araçlar 26 ayda teslim edilecek.

3)Havalimanındaki fiyatlar uçuşa geçti.(ÜMİT TÜRK-SÖZCÜ)

Dolar 17 TL’yi, Euro 19 TL’yi aşarken tüm ürünlerde zam dalgasına neden olan bu artış havalimanlarında ise fiyatları adeta uçuşa geçirdi. 
Havalimanlarında son dönemde satılan ürünlerin yerli yolcu tarafından alınması, deyim yerindeyse imkansız hale geldi.  Bir şişe suyun 11, bir gofretin 29, hamburgerin ise 110 TL'den satıldığı İstanbul'daki havalimanlarında yolcular yüksek fiyatlardan, işletmecilerse Euro bazlı yüksek kiralardan yakınıyor.



4)Borsa İstanbul'da sert satış: Devre kesici çalıştı.(SOL)

Borsa İstanbul'da kapanışa saatler kala yaşanan sert satış dalgası sonrasında endeks bazında devre kesici uygulanmaya başladı. Borsa İstanbul'da 15.20 sularında 2.380 puan seviyesinden başlayan düşüş 1 saatte 220 puanı buldu. Endeks yüzde 3'ün üzerinde artıdan yüzde 5 eksiye döndü. 

Borsa İstanbul'da BİST 100 Endeksinde kayıplar yüzde 5'e ulaşınca endeks bazında devre kesici uygulandı.

Borsa İstanbul'dan KAP'a yapılan açıklama şöyle; "Saat 16:24:28 itibarıyla Endekse Bağlı Devre Kesici Sistemi Devreye girmiştir. Borsamız Pay Piyasasındaki tüm sıralarda, Vadeli İşlem ve Opsiyon Piyasasında işlem gören pay ve pay endekslerine dayalı sözleşmelerde ve Borçlanma Araçları Piyasası Pay Repo Pazarı’nda işlemler geçici olarak durdurulmuştur."

5)'Zamlar mini mini gelmiştir' demişti! Hüsnüye Erdoğan'a Cumhurbaşkanlığı'nda yeni görev.(Cumhuriyet)

Doğal gaza gelen zamlar için, "Zam gelmiştir ama mini mini gelmiştir" sözleriyle büyük tepki çeken AKP'li eski milletvekili Hüsnüye Erdoğan, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Cumhurbaşkanlığı Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu Üyeliği'ne atandı.







6)Çankaya Belediyesi’nden öğrenci kimliğini gösteren herkese akşam yemeği...(Sertaç Eş-Cumhuriyet)

Geçen yerel seçimlerden önceydi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, meydanlarda “Partimizin belediyelerinin olduğu illerde akşam kimse yatağa aç girmeyecek” diye sesleniyordu. Çok sayıda belediyenin kazanılmasının ardından da aynı duyarlılığını toplantılarda dile getirdi. Geçen yılların ardından çok şey değişti. Salgın, ekonomik bunalım…

(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/cankaya-belediyesinden-ogrenci-kimligini-gosteren-herkese-aksam-yemegi-1893592)

(7)Yurtta çamaşır yıkamak 30 TL.(Berkay SAĞOL-BİRGÜN)

İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin yurdunda kalan öğrencilerin yıkadıkları çamaşırların ücreti bir gecede 3’e katlandı. Öğrencilerin çamaşır yıkamak için okulun kırtasiyesinden satın aldıkları jetonların tanesi 5 TL’den 15 TL’ye yükseldi. Öğrenciler, yurtta konaklamak için yıllık 21 bin TL ile 27 bin TL arasında değişen ücretler ödüyor. Buna rağmen, çamaşırlarını hem yıkama hem de kurutma için birer jeton satın almak zorunda olan öğrenciler, 30 TL ödemek zorunda kalıyor. Yurtta kalan öğrenciler, yurt müdürlüğüne mail atarak ücretlerin eski haline dönmesi için başvuru yaptıklarını ancak herhangi bir dönüş alamadıklarını belirtti.

8) 16 yılda tam 680 milyar TL’lik zarar: Adı gider olunca zarar yok olmaz.(Nurcan GÖKDEMİR-BİRGÜN) 


İktidarın kötü yönetim anlayışının kamu kurumlarında yol açtığı zarar, dev boyutlara ulaştı. 2021 yılında ismi, “Görevlendirme gideri” olarak değiştirilen ve iktidarın verdiği görevlerin yol açtığı eski ismiyle “Görev zararı” 11 ayın sonunda rekor kırarak 114,7 milyar TL oldu. Son 15 yılın zarar toplamı ise 680 milyar TL olarak gerçekleşti. KİT’ler tarafından üretilen mal ve hizmetlerin fiyatlarının son dönemde AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan önceki yıllarda da hükümet tarafından piyasa koşullarının altında belirlenmesi ve bu kurumlara verilen görevlerden dolayı ortaya çıkan zarar ya da mahrum kalınan kârı ifade eden görev zararı, AKP iktidarları döneminde sürekli yükseldi. 2006 yılında 7 milyar 245 milyon TL olan görev zararı, 2020 yılında 101 milyar 723 milyon TL’ye fırladı. Ekonomik buhranın yaşandığı 2021 yılının 11 ayının sonunda ise zarar tutarı, şimdiden yaklaşık yüzde 15’lik yıllık artışla bilançoya 114 milyar 747 milyon TL olarak yansıdı.


Sovyetler Birliği: Rusların değil, sınıfın tarihi-Erhan Nalçacı / SOL

 'Rusya’da, Türkiye’de, Almanya’da, ABD’de ve her yerde; patronlar her şeyini kaybedecek, ama işçi sınıfının öncülüğünde emekçiler her şeyi kazanacaklar, Dünya onların olacak.'



Rusya Devlet Başkanı Putin geçen hafta bir demeç verdi ve “Sovyetler Birliği’nin dağılması Rusların çoğu gibi benim için de bir trajedi oldu” dedi. Trajedi kısmına katılmamak elde değil, ama sonra ilave ettiği sözler Rus milliyetçiliğine ve burjuvaziye ait bir düşünceyi yüzeye çıkarıyor: “Bu, Sovyetler Birliği isimli, tarihteki Rusya’nın çöküşüydü.”

İki sene önce yaptığı açıklamada ise Sovyetlerin çözülüşünü Çin gibi merkezi bir piyasa ekonomisine geçemeyişe bağlayacaktı.

Oysa tarihe baktığımız zaman bir Rus tarihi değil, o coğrafyada yaşayan onlarca halkın emekçi sınıflarının verdiği sınıf mücadelelerini görüyoruz. Neler olduğunu çok kısaca hatırlayalım:

Çarlık düzeni kapitalizm öncesi üretim ilişkileri içinden inşa edilmiş bir feodalizmdi. Rus İmparatorluğu’nun yayılmacılığı çok halklı ama temel sınıfların soylular ve köylülerden oluştuğu bir kast sistemiyle sonuçlanmıştı.

Bütün feodal devletlerde olduğu gibi çeşitli siyasi-iktisadi krizler esnasında köylüler soyluluğa karşı ayaklandı. Binlerce ayaklanma içinde en çok akılda kalanları; 17. yüzyılda Stepan Razin, 18. yüzyılda Pugaçev önderliğindeki köylü ayaklanmalarıydı ve yıllara yayılarak çetin bir mücadeleye neden oldular.

Köylü isyanları, 20. yüzyılda işçi sınıfı öncülük edene kadar hemen hep yenilgiye uğradı. Rusya’da da Çarlığın gericiliğini ve kan dökücülüğünü yenmeyi başaramadılar.

19. yüzyılda ise giderek büyüyen Rus kentlerinde sınıfsal çeşitlilik artmaya ve küçük burjuva kökenli bir radikal demokrasi hareketi yükselmeye başladı. Bu hareketler entelektüel bir zenginliğe yol açmakla birlikte Çarlığa karşı giriştikleri terör eylemleri sonuçsuz kaldı.

Ancak Rusya’da kapitalizmin gelişmesi ile beliren eşitsiz gelişimin en şaşırtıcı sonuçlarından biri yaşandı. İşçi sınıfı partisinin bir fraksiyonu Avrupa’dakiler gibi revizyonizme saplanmayıp ısrarla devrimini 20. yüzyılın başından itibaren aramaya ve bu arayışa uygun devrime adanmış kadrolardan oluşan bir öncü parti inşasına başladı.  

1917 yılı Çarlığın yıkılmasına tanıklık etti, önce burjuvazi iktidara geldi, sonra işçi sınıfı.

Büyük Ekim Sosyalist Devrimini takip eden iç savaş yılları bir yandan büyük zorluklara yol açtı, bir yandan üst üste çakışmış iki devrimin yarattığı ideolojik bir çeşitliliğe neden oldu.

Ancak 1929’dan sonra ve bir dünya devriminden umut kesilince Sovyetler Birliği’nde görülmedik bir sosyalizm inşası başladı. Sanayileşme hızının yüksekliği bir yerde teknik bir konuydu ama esas bu süreci üstelenen milyonlarca insanın olağanüstü emeği ve çabası herkesin içinde bulunup yaşamak isteyeceği çoşkulu bir tarihsel dönem yaratmıştı.

İşçi sınıfının bu sosyalizme inanmışlığı, örgütlülüğü ve planlı ekonominin üstünlükleri korkunç Alman faşizminin saldırısını yenmeleriyle sonuçlandı. Aslında Sovyetler Birliği’nin sadece Alman faşizmini değil, gönül birliği yapmış, ABD ve İngiliz emperyalizmini de yendiği savaşın sonunda daha iyi anlaşıldı. 

Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) işçi sınıfı iktidarını korumak için burjuva demokrasisi sınırlarında davranmayacak bir beceriklilik gösterdi. Yoksa savaş öncesinde istihbaratın içine kadar sızmış Alman gizli ajanlarıyla mücadele etmek imkansızlaşacaktı.

1950’lili yıllar ise Hruşçov’un işçi sınıfı iktidarında ilk gediği açtığı döneme denk geldi. Sovyetler Birliği’nde o dönemde iki temel sınıf bulunuyordu: İşçi sınıfı ve kolektif çiftlik köylüleri.

Muhtemelen Hruşçov kolektif köylülüğün temsilcisi olarak ve ekibiyle bu müdahaleyi yaptı. SBKP’yi işçi sınıfının öncüsü olarak değil, bütün halkın öncüsü olarak tanımladı, kolektif çiftçilikte özel mülkiyeti genişletti, SBKP’yi işçiler ve köylüler olmak üzere ikiye böldü, ortak traktör istasyonlarını dağıttı vb.

SBKP bu liberal girişimi 1960’larda aşacak kadar örgütlüydü. Buna karşılık devrimci atılımını hem Sovyetler Birliği içinde hem dışında kaybettiği bir siyasi ataletten kurtulamadı.

Reform gereksinimi aslında devrimci bir atılıma denk geliyordu ama boşluğu ikincil ekonominin yarattığı burjuva ideolojisi doldurdu. Gorbaçov’un çok bilinçli olarak burjuva ideolojisini örgütleyen müdahalesi dengeleri iyice bozdu. 1991’e gelindiğinde burjuvazi işçi sınıfından daha örgütlü hale gelmişti.

1991’de Gorbaçov ve Yeltsin’e karşı başlatılan işçi sınıfı müdahalesinde komünistlerin gerek ne yapacaklarını bilmemeleri gerekse devrimci niteliklerini yitirmeleri nedeniyle Yeltsin’i tutuklamayı, medyayı kontrol altına almayı başaramadılar. ABD elçiliği sürekli Yeltsin’e istihbarat taşıyor ve müdahale ediyordu, bunu da engelleyemediler.

Sadece Sovyetler Birliği işçi sınıfı için değil, dünya emekçi sınıfları için de önemli olan ve uğrunda milyonların can verdiği orak çekiçli, yıldızlı kızıl bayrak 1991’de indirildi, yerine Rus burjuvazinin egemenliğini simgeleyen üç renkli bayrak çekildi. Sovyetler Birliği ve SBKP dağıtıldı.

1993’te Yeltsin’in siyasi temsilcisi olduğu Rus burjuvazisi Sovyet halklarının ve en nihayet dünya emekçi sınıflarına ait bütün mülkü yağmalayarak ilerliyordu. Bu yıl parlamento ile Yeltsin arasında bir sürtüşme çıktı. Muhtemelen sosyalizme geri dönülmesi değildi sorun ama özelleştirme programının içeriği ile ilgiliydi. Bu siyasi krizden yararlanan komünistler parlamentoyu işgal ettiler. Burjuvazinin kanlı yüzü bir kez daha kendini gösterdi, parlamento binası içinde binden fazla insanın öldürüldüğü bir katliam yaşandı.


      Moskova’da 4 Ekim’de burjuvaziye bağlı ordu birlikleri komünist militanların işgal ettiği parlamento binasını bombalıyor.

Ancak Putin’in bahsettiği trajedi bundan ibaret değildi. Rus burjuvazisi bağımsızlık kazanan eski Sovyet Cumhuriyetlerindeki mülklere üzülebilir. Ama Rusya işçi sınıfı bu azgın yağma karşısında milyonlarca üyesini yoksulluk, işsizlik, yetersiz tıbbı bakım, intihara varan psikolojik bunalımlarla kaybetti. Aşağıdaki grafik 90’lı yıllar boyunca yaşanan katliamı bize belgeliyor.


                  Rusya’da doğumda beklenen ortalama ömrün 90’lı yıllarda aniden nasıl azaldığı görülüyor. Özellikle erkeklerde 65  olan ortalama ömrün 57’ye kadar düştüğü izleniyor. Bu milyonlarca emekçinin haksız ölümü anlamına geliyor.

Yeltsin 1999’da sağlık sorunları nedeniyle görevini Putin’e devretti.

Bugün Çin ve Rusya’ya karşı Batı emperyalizminin en hilekâr, en çürümüş ve en savaş düşkünü siyasilerinin başlattığı kuşatma Rusya’da yaşananların özünü değiştirmiyor.

Son söz için Bakan Nebati’yi yanıtlayalım:

Rusya’da, Türkiye’de, Almanya’da, ABD’de ve her yerde;

Patronlar her şeyini kaybedecek, ama işçi sınıfının öncülüğünde emekçiler her şeyi kazanacaklar, Dünya onların olacak. 

Erhan Nalçacı / SOL



Devlet 3 bankayı kurtarmak için Türk Telekom'u satın alıyor. Türkiye Cumhuriyeti'ni soyup kaçan OGER'in bıraktığı enkaz - Yeniçağ

 

Lübnanlı Hariri ailesinin sahibi olduğu Oger Telecom, Türk Telekom'u soymasının ardından borçlu olduğu 3 bankaya hisseleri bırakarak ülkeden kaçmıştı. İktidar, 3 bankayı kurtarmak için Türk Telekom hisselerini 2026 yılında otomatikman devlet kontrolüne geçecek olmasına rağmen Varlık Fonu'na satın alıyor.

Lübnanlı Hariri ailesi ve Saudi Telecom’un sahibi olduğu Oger Telecom'un soymasının ardından borçlu olduğu 3 bankanın eline kalan Türk Telekom'un, sözleşme gereği 2026 yılında otomatikman devlet kontrolüne 'borçsuz olarak' geçmesi gereken hisselerin, iktidar tarafından bankaları kurtarmak için Varlık Fonu tarafından satın alınacağı öğrenildi. 

Türkiye Varlık Fonu, Türk Telekom’un yüzde 55 hissesine talip oldu. . Yüzde 55 hisse Akbank, İş Bankası ve Garanti Bankası’nın sahibi olduğu LYY Telekomünikasyon AŞ’ye ait.

Paramedya'da yer alan habere göre; Türkiye Varlık Fonu (TVF) azınlık paya sahip olduğu Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin toplam sermayesinin yüzde 55’ini temsil eden paylarını satın almak amacıyla LYY Telekomünikasyon AŞ ile görüşmelere başladığını duyurdu.

2017 YILINDA HAZİNE’YE AİT PAYLAR TVF’YE AKTARILDI

Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin yüzde 6.68’i Türkiye Varlık Fonu’ndaydı. 2017 yılında T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’na ait yüzde 6,68 (Yüzde 5 B Grubu, yüzde 1,68 D Grubu) oranındaki Türk Telekomünikasyon A.Ş. payı ilgili Bakanlar Kurulu kararını takiben Türkiye Varlık Fonu’na aktarılmıştı.

Akbank, Anadolu Bank, Byblos Bank, Denizbank, QNB Finansbank, Garanti Bankası, Halk Bankası , İş Bankası, TSKB, Vakıfbank, Yapı Kredi Bankası , Türk Telekom’un OTAŞ’taki yüzde 55’lik hissesini Aralık 2018’de borcu karşılığında devralmıştı. OTAŞ, Lübnanlı Hariri ailesi ve Saudi Telecom’un sahibi olduğu Oger Telecom’a aitti.

TÜRK TELEKOM BÖYLE SOYULDU

Bir zamanlar “en başarılı” özelleştirme olarak gösterilen ve Oger Telekom’un kaçmasıyla bankalara rehin düşen Türk Telekom yeniden devletin eline geçti. Devletin 6.5 milyar dolara Lübnanlı Hariri Ailesi’ne sattığı şirketin hisseleri Akbank, Garanti ve İş Bankası’nın ortak olarak kurduğu LYY Telekomünikasyon AŞ’nin kontrolüne geçmişti.

Oger’in ödemeden kaçtığı borçlarına karşılık el konulan hisseyi zorunlu olarak alan bankalar, yaklaşık 4 yıldır satmaya çalışıyordu. Ancak, imtiyaz hakkının 2026 yılında yeniden Hazine’ye borçsuz olarak devri gerekiyor. Sürenin az olması nedeniyle bu hisselere talip çıkmamış ve bankalar işletmek zorunda kalmıştı.

MADDE MADDE TÜRK TELEKOM'UN SOYULMASI

İşte tüm bu gelişmeler olurken,  Ekonomist Dr. Murat Kubilay, Türk Telekom’un dramatik hikayesini twitterde  geçen yıl 8 temmuz da bir tweet dizisi ile anlatmıştı. 

İşte o tweetler:
1.Bir zamanlar “en başarılı” özelleştirme olarak gösterilen Türk Telekom, yerli ve yabancı bankalara rehin düştü! Satıldığı ilk yıldan başlayarak içi boşaltılan, aşırı borçlandırılan ve nihayetinde posası kalmış halde devlete kakalanmaya çalışılan Türk Telekom’u gündeme taşıyalım:
2.Öncelikle Türk Telekom’un borsada işlem gördüğünü; hakkında asılsız haber ve istihbaratlarla manipülasyon yapmanın suç teşkil edeceğini belirtelim. Analizimizde doğruluğu kanıtlanamayacak ilişkiler ve bunlar üzerine kurgulanmış komplo teorilerine kesinlikle yer verilmemiştir.
3.Bu bilgiselde yer alan tüm bilgiler kamuya açık kaynaklardan elde edilmiştir. Şirkete ait verilerin neredeyse tamamı Türk Telekom’un kendi yayınladığı finansal raporlardan derlenmiştir. Bu uyarılardan sonra şirketin kuruluşundan sonraki süreci kısaca hatırlatarak başlayalım.
4.Britanya, Almanya ve Fransa’daki örneklerde olduğu gibi maliyetli posta hizmetleri ile karlı telekomünikasyon hizmetleri özelleştirme öncesi birbirinden ayrılmış; PTT’ye ek olarak Türk Telekom şirketi 1995’te kurulmuştu. Çünkü özel sektörün gözü yalnızca telekomünikasyondaydı.
5.Türkiye’de neoliberalizmi temsil eden AKP, 2002 sonrasında tek başına iktidar olunca Türk Telekom’un özelleştirilmesi yeniden gündeme geldi. 2005’teki ihale sonucunda Ojer Telekom (OTAŞ) şirketin %55 oranında hissesini 6,550 milyar dolara satın aldı.
6.OTAŞ’ın ana ortağı Lübnanlı Hariri Ailesi’nin sahibi olduğu Oger Telekom. İkinci ortak ise Suudi Telekom şirketi idi. Geriye kalan %45 hisseyse Hazine’ye aitti. 2008’de Hazine’nin %15’lik payı halka arz edildi. 2017’de de Hazine elindeki payların %6,68’ini TVF’ye devretti.

7.İhalenin yapıldığı gün Türk Telekom ile Telekomünikasyon Kurumu (2008’de ismi BTK oldu) arasında imtiyaz sözleşmesi imzalandı. Buna göre devlete ait olan şebeke, teçhizat ve gayrimenkullerin kullanım hakkı 21 yıl 3 aylığına Türk Telekom şirketine devrediliyordu.
8.Özetle Türk Telekom özelleştirmesi bu imtiyaz hakkı üzerine kuruluydu ve SÜRELİYDİ. Tekel ve Erdemir gibi diğer özelleştirmelerden farklıydı. Sözleşme sonunda (2026) OTAŞ’ın kullandığı şebeke ve teçhizatı kullanılır halde ve şirketi BORÇSUZ bırakma yükümlülüğü vardı.
9.Bu ön bilgilerden sonra OTAŞ ve Türk Telekom’da neler döndüğünü aktarmaya başlayalım. OTAŞ ihale sonrasında önce peşinatı ve arkasından kalan 5 taksitin ilkini yatırmıştı. 2007’de kalan borcun tamamını tek seferde yatırmak istediğini beyan etti. İşler yolunda görünüyordu.
10.OTAŞ, hem Türk hem de uluslararası bankalardan büyük bir kredi çekip Hazine’ye olan borcunu peşin ödeyecekti. Bankalar Türk Telekom’un ipotek olarak gösterilmesini istemişti. Fakat Türk Telekom ile yapılan sözleşme gereği bu hisseler ipotek edilemezdi.
11.Danıştay’ın itirazına rağmen usulsüz bir şekilde ipotek verilmesine göz yumuldu. İşte bu noktadan sonra Türk Telekom’un içini boşaltma operasyonu başladı. Bu aşamadan sonra okuduklarınızın kamuya açık ve tümüyle gerçek bilgiler olduğunu tekrar vurgulamak istiyorum.
12.OTAŞ uluslararası bir konsorsiyumdan krediyi almıştı; fakat bu krediyi ödeyecek başka bir geliri bulunmuyordu. Bu nedenle Türk Telekom’un içindeki nakde ve taşınmazlara göz dikildi. Türk Telekom, sürpriz bir şekilde yatırımcısına yüksek kâr payı (temettü) ödemeye başladı.
13.Öyle ki şirket Borsa İstanbul’da en yüksek temettü veren şirketler listesinde her yıl en üst sıralarda yer alıyordu. Her yıl kârın neredeyse tamamı yatırımcılara dağıtılıyordu.

14.Şaşırtıcı olan ise Türk Telekom’un sektöründe rekabetçi kalabilmesi için sürekli yatırım yapma zorunluluğunun bulunmasıydı. Ek olarak 2006’da TIM’den Avea’nın %40 hissesi (500 milyon dolar), 2015’te ise İş Bankası’ndan kalan %20 hissesi (340 milyon dolar) satın alınmıştı.

15.Tüm nakit ve oluşan kâr; temettü ödemesi ve sürekli zarar eden Avea satın almasına gidince, mecburi yatırımlar için Türk Telekom bankaların kapısını çalmak durumunda kaldı. Kasasında yaklaşık 2 milyar dolar nakitle devredilen Türk Telekom bankalara muhtaç duruma düşmüştü.
16.Bankalardan alınabilen kredi sınırına dayanıldığında 2014 yılında daha fazla borç için uluslararası yatırımcılara 1 milyar dolar ederinde dolar cinsi tahvil (borç senedi) satıldı. Artık Türk Telekom yurt içinde ve dışında birçok yatırımcıya borçlu duruma düşmüştü.
17.Aşağıdaki görselde Türk Telekom borçluluk oranları bulunuyor. 2007’den 2016’ya toplam borçların özkaynaklara oranı neredeyse 6 kat artmış. Ticari kredileri çıkarıp yalnızca finansal kredilere baktığımızda durum daha da feci. Borçluluk oranı 12 kattan daha fazla artmış.
18.İşin enteresan yanı alınan milyar dolarlık borç da temettü olarak şirketten çıkarılıyor, kurumsal yönetimden sorumlu SPK ise adeta uyuyordu. Dolar kuru yükselince, şirketin borçlanma giderleri yükselmeye başladı. Sonunda Türk Telekom zarar eden bir şirket haline dönmüştü.
19.Aşağıdaki görselde Türk Telekom’un yıllara ilişkin performansını bulabilirsiniz. Mavi çizgiler şirketin toplam satışlarını gösteriyor. 9 yılda satışlar %78 artmış. Bu artış bırakın büyüme rakamlarını 9 yıllık birikimli enflasyonun (%104) bile altında.
20.Yeşil çizgi ise FAVÖK verilerini gösteriyor. Kısaca şirketin operasyonel kârlılığı olarak tanımlanabilecek FAVÖK’teki artış ise çok daha düşük, yalnızca %46. Buradan anlıyoruz ki şirket operasyonel anlamda da başarısız olmuş.

21.Asıl çarpıcı olan ise şirket net kârını ifade eden kırmızı çizgiler. Önceki yıllarda düzenli kâr eden şirket 2016’da 724 milyon TL zarar eder hale getirilmiş. Bu zararın nedeni ise alınan dolar cinsi kredinin bedelinin dolar kuru patlayınca artması.

22.Özetle şirket 2006’dan beri kötü yönetildiği gibi sahip olduğu birçok gayrimenkul de satılmış ve oluşan tüm nakit olağanüstü oranlarda temettü ödenerek boşaltılmış. Yetmemiş şirket büyük oranda dolar cinsi borçlandırılmış ve dolar kuru patlayınca zarar kaçınılmaz olmuş.
23.Tüm bu düzeneğin neticesinde Türk Telekom’un sahibi OTAŞ milyarlarca doları Türkiye’den kaçırmış. Hikâyenin burada bittiğini ve tüm bu yaşananların tipik bir şirketin içinin boşaltması olduğunu söylemek isterdim, ancak olay bir hortumlamadan beter.
24.2013 yılına dönelim. OTAŞ o yıla kadar milyonlarca doları Türk Telekom’dan çekmişti ve bunun sonucunda bankalara olan borcunu ödemiş olduğu sanılıyordu. Ne de olsa OTAŞ Türkiye’de halka açık bir şirket değildi ve düzenli bilgilendirme yapmasına gerek yoktu.
25.Mayıs 2013’te OTAŞ’tan sürpriz bir açıklama geldi. Şirket Türk Telekom’u satın alabilmek için kullandığı krediyi yapılandırmak durumunda kalmış. Daha açık bir ifadeyle, Türk Telekom’dan çıkarılan paralarla kredi borcunu ödememiş, paralar buharlaşmış.
https://www.reuters.com/article/ojer-loan/rlpc-turkish-telecom-ojer-signs-4-75-bln-syndicated-loan-idUSL5N0E51MC20130524
26.Milyar dolarların esrarengiz bir şekilde kaybolması sonrası Oger Telekom’un diğer işleri mercek altına alınmak istendi fakat şeffaflık olmaması sonucu bu paranın nereye uçtuğu bulunamadı. Kesin olan tek şey ise Türk Telekom’un bankalara hala ipotekli olmasıydı.
27.OTAŞ’ın kredi yapılandırması Türkiye’de bankacılık sisteminin en büyük yapılandırması oldu. Yerli ve yabancı 29 banka 4,478 milyar dolar ve 212 milyon avro ederinde krediyi gönülsüzce yapılandırmak zorunda kaldılar. Ancak kâbus bununla da bitmiyordu.
28.OTAŞ yeni borçların da taksitini Eylül 2016’da ödememeye başladı. Haber bankacılık sektöründe soğuk duş etkisi yarattı. Akbank’ın 1,7 milyar dolar, Garanti Bankası’nın 1 milyar dolar ve İş Bankası’nın ise 500 milyon dolar kadar kredisi batacak gibiydi.
29.Bu noktada “bu bankalar özel sektörün, bize ne kredilerinin batıp bankaların zarar etmesinden” diyerek yaygın liberal hatanın yapılmaması gerektiğini belirtmek isterim. Çünkü ödenmeyen krediler 2001 krizinde olduğu gibi nihayetinde devlete, yani vatandaşın sırtına kalır.
30.Küçük bir hesap yapalım. Türk Telekom devredildiğinde kasasında 2 milyar dolar nakit bulunmaktaydı. 2006’dan 2016’ya kadar olan süre içinde şirket 3,5 milyar dolar net borç içine düşmüştü. Yalnızca OTAŞ’a bu süre boyunca 7 milyar dolar temettü ödenmişti.
31.Ödenen 7 milyar dolara rağmen OTAŞ borcunun çok azını ödemişti. Ağırlıklı olarak borç Türkiye merkezli bankalara yıkılmıştı. Şirket borçlulukla birlikte zarar bile eder hale gelmişti. Şirketin %30’unun Hazine’nin yani vatandaşın olduğunu belirtelim.
32.Peki tüm bu süreç boyunca şirketin hissedarlarından Hazine ne yaptı? Maalesef hiçbir şey! Borçlandırılıp temettü vermeye zorlanan şirket için herhangi bir SPK uyarısı oldu mu? Tabi ki hayır! Peki batmasına ramak kalan kredi için BDDK ne yaptı?
33.BDDK Başkanı Akben: “Biz bankalara dedik ki siz bunları takibe almayın. Hazine ya kendisi alacak ya da Suudi Telekom ya da diğerlerine satacak. Bu krediler default’a (iflas) düşmeyecek”.
34.Daha açık bir ifadeyle BDDK Başkanı’nın mesajı şuydu: Cumhuriyet tarihinin en büyük batık kredisinin duyulmasını istemiyoruz, şimdilik hasır altı edin, nihayetinde bir alıcı bulur paranızı alırsınız.
35.Ancak Akben’in öngörüsü tutmadı. İmtiyaz süresinin bitmesine 10 yıl kalmış ve şirketin içi boşaltılıp borçlu hale düşürüldüğü için ciddi bir alıcı çıkmadı. Nihayetinde alacaklı bankalar Türk Telekom’un rehin düştüğünü belirten başvuruda bulundular.
36.Tüm bu sürecin sonunda Türk Telekom’un içi boşaltılmış, büyük ölçüde borçlandırılmış, zarar eder hale getirilmiş durumdaydı. OTAŞ’ın sahipleri isi milyarlarca doları buharlaştırmıştı. Kalan borç ise Türkiye merkezli bankaların sırtına kalmıştı. Yeni bir alıcı ise ortada yoktu.
37.Bu yaşananlar esnasında “özerk” kurumlar SPK ve BDDK herhangi bir uyarıda bulunma, takibe geçme ve soruşturma açma eylemlerinde bulunmamışlardı. Ancak en enteresanı şirketin %30 hissesini bulunduran Hazine’nin eylemsizliği idi.
38.Şirket yönetim kuruluna atamalarda bulunan Hazine, tüm bu süreç boyunca temsilcisi olduğu vatandaşların hakkını koruyamamıştı. Peki bu dönemde Türk Telekom Yönetim Kurulu’nda hangi isimler yer almıştı.
39.İlk isim TBMM Başkanlığı ve AKP hükumetlerinde Ulaştırma, Savunma ve Milli Eğitim Bakanlığı yapmış olan İsmet Yılmaz’dı. Yılmaz, Türk Telekom’daki görevinin neticesinde siyasi kariyerinde en üst mevkilere çıkmıştı.
40.Bir diğer isimse Efkan Ala. Ala, bu görevi esnasında aynı zamanda başbakanlık müsteşarı idi. Kısa süre sonra İçişleri Bakanı oldu.
41.Fahri Kasırga da uzun süre Türk Telekom Yönetim Kurulu’nda yer aldı. Kasırga, adalet bakanlığı, başbakanlık müsteşarlığı ve cumhurbaşkanlığı genel sekreterliği görevlerinde de bulundu.
42.Listedeki en popüler isim ise Yiğit Bulut. Bulut, cumhurbaşkanı başdanışmanı ve Türkiye Varlık Fonu (TVF) yönetim kurulu üyesi.
43.Yönetim kurulu üyelerinin ücretlerini aşağıda bulabilirsiniz. Miktarlar milyar dolarlık şirket için yüksek olmasa da bu ücreti alanların baştan sonra başarısız olduğu bir gerçek.
44.Peki tüm olanlar gerçekten yalnızca başarısızlık mı? Yoksa ihmal mi? Ya da kasıtlı göz yumarak yolsuzluğun bir parçası olmak mı? Bu konuda yorumu okuyuculara bırakıyorum. Peki bu süre boyunca ilgili tüm kurumlar; SPK, BDDK ve Hazine’den sorumlu kişi kimdi?
45.Ali Babacan! Dolayısıyla Babacan da bu skandalı en başından beri ayrıntılarıyla biliyordu. Elbette yönetim kurulunda çalışmış kişilere kabinesinde yer verecek kadar beğenen ve güvenen dönemin başbakanı ve bugünün Cumhurbaşkanı Erdoğan da.
46.Peki şimdi ne olacak? Konuya vakıf olmayan birçok kişi Türk Telekom’un yeniden kamulaştırılması için bir fırsat oluştuğu görüşünde. Ancak atlanan gerçek şu: Türk Telekom zaten 2026’da tek kuruş ödenmeksizin çalışır halde ve borçsuz geri devredilecekti.
47.Dolayısıyla devletin geri satın alması OTAŞ’ın Türk bankacılık sistemine bıraktığı yıkımın üstlenilmesi demek. Şirket bankalara kalırsa tüm yönetim stratejisi borç ödemek üstüne olacak ve gittikçe gerileyecek. Şirketin mevcut halde borcu neredeyse 17,5 milyar TL.

48.Özetle Türk Telekom’un göz göre göre içine düşürüldüğü durumdan kolayca kurtulması ve buharlaşan milyarlarca doların bulunması mümkün gözükmüyor. Sıradan vatandaş ise geçen 12 yıl içerisinde şirketin bir dünya markası olduğunu sanıyor.

(YENİÇAĞ)

İstanbul'da mezar fiyatlarına zam+Bebek gıda ve bakım ürünlerine büyük zam! (SOL)

 İstanbul'da mezar fiyatlarına zam.(SOL)

İBB Meclisi tarafından belirlenen tarifeye göre kentte boş mezar yeri fiyatları bulunduğu gruba göre 2 bin 640 lira ile 41 bin 140 lira arasında değişiyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi Aralık ayı üçüncü birleşiminde bugün 2022 Yılı Ücret Tarife Teklifleri kapsamında mezarlık ücret ve hizmet bedelleri ele alındı.

AA'nın aktardığına göre, toplantıda 1 Ocak 2022'den itibaren geçerli olacak cenaze hizmetleri ve mezarlık fiyatları belirlendi.

Oy birliği ile kabul edilen tarifeye göre gasilhane, tahta tabut, cenaze tabut örtüsü, cenaze defin işlemleri ve İstanbul dışına nakil gibi hizmetler ücretsiz olmaya devam edecek.

Buna göre, tabutlu defin 400 liradan 440 liraya, briket lahit 700 liradan 770 liraya, yer bedeli hariç kabir nakli 2 bin 200 lira, tek katlı lahit mezar 1750 liradan 1920 liraya, çift katlı lahit mezar 2 bin 200 liradan 2 bin 420 liraya yükseldi.

Birinci grupta yer alan Karacaahmet, Nakkaştepe, Çengelköy 1. Kısım, Zincirlikuyu, Aşiyan, Nafibaba, Ulus ve Abide-i Hürriyet'te cenaze için 6 bin 600 lira olan yer bedeli değiştirilmedi.

Cenazenin yanındaki boş yer bedeli 18 bin 700 liradan 20 bin 570 liraya, boş mezar yeri bedeli ise 37 bin 400 liradan 41 bin 140 liraya yükseltildi. Çocuk cenazesi için yer bedeli ise geçtiğimiz yıl uygulanan bedel olan 6 bin 600 lirada sabit tutuldu.

Emirgan, Edirnekapı Şehitlik, Merdivenköy, Küçükbakkalköy, Bülbülderesi, Feriköy, Sütlüce, Avcılar gibi ikinci grupta yer alan mezarlıklarda 1200 lira olan yer bedeli değiştirilmezken, cenazenin yanındaki boş yer bedeli 7 bin 500 liradan 8 bin 250 liraya, boş mezar yeri bedeli 15 bin liradan 16 bin 500 liraya yükseltildi. 1200 lira olan çocuk cenazesi için yer bedeli ise değiştirilmedi.

Hekimbaşı, Kurtköy, Çekmeköy, Kilyos, Cebeci, Kayabaşı gibi üçüncü grupta yer alan mezarlıklarda cenaze için yer bedeli 100 lira olarak kalırken, boş mezar yeri 5 bin liradan 5 bin 500 liraya, cenazenin yanındaki boş yer bedeli ise 2 bin 500 liradan 2 bin 750 liraya çıkarıldı.

Daha önce köy statüsünde olan mezarlıkların bulunduğu dördüncü grupta ise cenaze için yer bedeli 100 lira olarak kalırken, cenazenin yanındaki boş yer bedeli 1200 liradan 1320 liraya, boş mezar yeri 2 bin 400 liradan 2 bin 640 liraya yükseltildi.

Gayrimüslimlere ait mezarlıklarda cenaze için yer bedeli 500 lira olarak kalırken, cenazenin yanındaki boş mezar yeri 4 bin 800 liradan 5 bin 280 liraya, boş mezar yeri 7 bin 800 liradan 8 bin 580 liraya çıktı.                                      ***

Bebek gıda ve bakım ürünlerine büyük zam!(SOL)

Bebek gıda ve bakım ürünleri zamlandı, zam gelmeyen tek bir bebek ürünü kalmadı.

Bebek bakım ürünleri fiyatlarına 1,5 yılda rekor zamlar geldi. Bebek bezi fiyatında son 6 ayda yüzde 17,5, son 1,5 yılda ise yüzde 140 zam gerçekleşti.

Bebeklerin gelişimi için önemli ürünlerden biri olan ve 0-6 ay arası kullanılan bebek sütü ve genellikle 18 ay sonrası kullanılan devam sütlerine de zam geldi.

350 gramlık bebek sütü ve 350 gramlık devam sütü son 6 ayda yüzde 19 oranında artarken, son 1,5 yılda ise yüzde 50 oranında zamlandı. 800 gramlık bebek devam sütlerinin 144 liradan 173 liraya kadar çıktığı görüldü.

125 gramlık mama yüzde 13 oranında zamlandı. 

Bu ürün grubunda son 1,5 yıldaki artış oranının ortalama yüzde 32 olarak gerçekleştiği öğrenilirken bebek mamalarının henüz bir hafta önceki fiyatı 145 lirayı bulmuştu.

Bir diğer bebek gıdası olan sütlü içeceklerde ise son bir buçuk yıldaki artış oranı yüzde 99,8 olmuş durumda.

Öte yandan, bebek bezine gelen zamlar tepki çekerken, fiyatların da son iki haftada yüzde 50 oranında zamlanarak iki katına çıktığı, Aralık ayı başında 200 lira civarında olan bebek bezlerinin fiyatının 400 lira sınırında olduğu öğrenildi. 


KISA KISA GÜNDEM (17 ARALIK 2021)



1-Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı ajansın varlıkları dövize çevrilip faize yatırıldı.(Mustafa Çakır-Cumhuriyet)



İktidar, “yastık altındaki dövizi bozdurma” çağrısı yaparken Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı’nın varlıklarını dövizde değerlendirip faize yatırması tartışma yarattı. CHP Muğla Milletvekili Mürsel Alban, “Devletin kurumları bile iktidarın ekonomi politikasına inanmıyor” dedi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ilgili kuruluşu olan Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı’nın yönetim kurulu, Bakan Mehmet Nuri Ersoy başkanlığındaki 15 kişiden oluşuyor. Sayıştay’ın ajansa yönelik 2020 denetim raporunda, ajansın vadeli mevduatları ile faiz oranlarına da yer verildi. Buna göre, 31 Aralık 2020 itibarıyla ajansın vadeli mevduatlarında 4 milyon 23 bin dolar, 13.3 milyon Avro ve 1.2 milyon sterlin gözüküyor.

2)Ordu'da bir köye 'maden' mührü! Şirketin patlattığı dinamitler evleri talan etti.(Yeniçağ)

Ordu'nun Fatsa ilçesinde mahkeme kararına rağmen altın arama faaliyetine devam eden Altıntepe Madencilik şirketinin bölgede dinamitle patlatma yapması sonucu bazı evlerde hasar oluştu. Bunun üzerine Yukarıtepe Köyü'nün 'heyelan' riski nedeniyle boşaltılması istendi.Ordu Fatsa’da senelerdir siyanürle altın ayrıştırması yapan Altıntepe Madencilik şirketine karşı açılan ruhsat iptali davasında mahkeme, yürütmeyi durdurma kararı vermesine karşın, şirket bölgedeki çalışmalarını  sürdürüyor. Odak Haber'den Seyit Ahmet Sarıtepeci'nin haberine göre, madenin olduğu Yukarıtepe Köyü’nde dinamit patlatılması neticesinde bir kaç evde çatlakların meydana gelmesi üzerine, AFAD 27 ev için oturulamaz raporu verdi. Fatsa Doğa ve Çevre Derneği Başkanı Zeki Odabaş ise şirketin evleri boşaltıp köyü maden sahası içine katmayı planladığını iddia etti.

3)Bakan Nebati: Ücretimiz 4250 lira, kira şehir merkezinde 1261 lira.(SÖZCÜ)

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, asgari ücret konusunda açıklama yaptı. Bakan Nebati, "Berlin'de asgari ücret 1585 Euro iken şehir merkezindeki bir kira 1969 Euro, Amsterdam'da 1701 Euro ücret varken 2 bin 622 Euro kira, Paris'te 1555 Euro asgari ücret varken 2 bin 750 Euro kira, Türkiye'de yeni ücretimiz 4 bin 250 lira 40 kuruş, kira şehir merkezinde 1261 Türk Lirası" dedi. 
Bakan Nebati’nin konuşmasının ardından HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş söz alarak “Düsseldorf’ta oturan bir arkadaşıma oradaki asgari ücret ve kiraları sordum. 2 bin 200 Euro brüt, 1800 Euro net asgari ücret. 3 odalı ortalama bir daire 650-800 Euro arasında değişiyor kira. Çünkü sayın bakan konuşmasında asgari ücretin kiradan daha düşük olduğunu söyledi. Bu, doğruyu yansıtmıyor. Almanya genelinde kira, gelirin üçte biri oranına düşerse gerisini devlet ödüyor. Sosyal devlet uygulaması zaten” diye konuştu.

4)Bakan 'çocuk yaşta doğumlar' sorusunu geçiştirdi.(SOL)

CHP İzmir Milletvekili Sevda Erdan Kılıç, 18 yaş altı doğum yapan çocukların sayısının arttığına dikkat çekerek konuyu Meclis gündemine taşıdı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Derya Yanık’ın yanıtlaması istemiyle soru önergesi veren Kılıç, “Son 5 yılda 18 yaş altı kaç çocuk doğum yapmıştır? Küçük çocukların evliliklerini önleme konusunda bakanlık ne gibi önlemler almaktadır? Bu önlemler sonucu 18 yaş altı evliliklerde azalma yaşanmış mıdır?” sorularını yöneltti. Önergeye yanıt veren Yanık, bakanlık tarafından erken yaşta evliliklerin yoğun olarak gerçekleştiği illere ziyaretler yapıldığını ve her il için “Erken Yaşta ve Zorla Evliliklerle Mücadele İl Eylem Planı” hazırlandığını belirtti. Yanıtında evliliklerdeki yaş dağılımının verisini paylaşmayan Yanık, “Evliliklerde yaş dağılımına ilişkin veriler Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) web sayfasında yer almaktadır” açıklamasını yaptı. Yanık, 18 yaş altı çocukların doğumuna ilişkin diğer soruların ise kendi görev alanı içinde olmadığını savunarak “Soru önergesinde yer alan diğer konular, Sağlık Bakanlığı’nın görev ve faaliyet alanı içerisinde bulunduğundan bakanlığımızca değerlendirilmemiştir” ifadelerini kullandı.

5-NATO 2022'de silahlanmaya 1,56 milyar avro daha harcayacak.(SOL)

ABD güdümlü ittifak, 'sivil' ve askeri harcamalarına ilişkin önümüzdeki yıl ayıracağı bütçeyi kabul etti.

Dünyanın en büyük askeri birliği olan NATO, 14 Aralık 2021 Salı günü yaptığı toplantıda 2022 "sivil" ve askeri bütçelerini kabul etti. NATO'nun bugün kamuoyuna duyurduğu 2022 bütçesinde sözde sivil harcamalara 289,1 milyon avro ayrılırken doğrudan silahlanma bütçesineyse 1,56 milyar avro ayrıldı. ABD güdümlü askeri ittifak tüm üye ülkelerden GSYİH'lerine oranla yeni bütçe için para talep ediyor. Sözde "sivil bütçe"nin askeri örgütün işletme maliyetleri ve "sivil program harcamaları" için fon oluşturduğu söylenirken, bu kalem 2021 seviyesine göre yüzde 8,9 arttı. Öte yandan "sivil bütçe"nin önemli bir kısmının "siber savaş" maliyetlerini karşılamak için ayrıldığı anlaşılıyor. NATO yayınladığı açıklamada "Bu maliyet artışının ana itici gücü, NATO'nun devam eden siber adaptasyonudur" dedi. Doğrudan silahlanmaya ayrılan fon olan "askeri bütçe"yse 2021 seviyesinden yüzde 3 oranında daha az oldu. Öte yandan bu iki bütçenin dışında "NATO Güvenlik Yatırım Programı" (NSIP) için ayrılan fonsa 790 milyon avro oldu.

6)Termik santralın atıkları denizlere.(BİRGÜN)

Termik santrallar sadece sağlığı ve doğayı yok etmekle kalmıyor, milyarlarca ton atık üretiyor. TÜİK’in 2020 verilerine göre santrallar tarafından 8 milyar metreküp atıksuyun yüzde 76’sı denizlere deşarj edildi.
Termik santrallar doğayı ve insan hayatını tehdit ediyor. Pek çok ülke termik santrallardan vazgeçerken Türkiye zehir saçan santrallarda ısrarcı. Ülke genelinde işletmede 34 kömürlü termik santral var. Planlanan kömürlü termik santral sayısı ise 24. Santrallar sadece doğayı ve sağlığı yok etmekle kalmıyor tehlikeli atık da üretiyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2020 yılına ait Su ve Atıksu İstatistikleri’ni yayımladı. Verilere göre belediye ve köylerde içme/kullanma suyu şebekesi ile dağıtılmak, termik santrallar, Organize Sanayi Bölgeleri (OSB) ve maden işletmeleri tarafından kullanılmak üzere 18,2 milyar metreküp su çekildi. Verilere göre 2020 yılında Türkiye’de su kaynaklarından çekilen toplam suyun yüzde 45,4ünü termik santrallar oluşturdu. Santrallar tarafından 8,2 milyar metreküp su çekildi. Çekilen bu suyun 8,1 milyar metreküpü ise denizden. Deşarj edilen atıksu miktarı ise 15,3 milyar metreküp. Yüzde 52,2'si yani yaklaşık 7,9 milyar metreküp atıksu termik santrallar tarafından yüzde 76’sı denizlere, yüzde 19,3’ü akarsulara deşarj edildi.(https://www.birgun.net/haber/termik-santralin-atiklari-denizlere-369641) 

7)DİSK-AR: Asgari ücrette 'son 45 yılın en yüksek artışı' iddiası doğru değil!(BİRGÜN)

DİSK-AR, 2022 yılı için belirlenen 4253 liralık asgari ücrete ilişkin 'Son 45 yılın en yüksek artışı' iddiasını doğru olmadığını bildirdi, "Önemli olan asgari ücretin alım gücüdür, artış oranı değil! Artış oranı tek başına yanıltıcı bir göstergedir" açıklamasını yaptı.

1976-2022 ortalama brüt asgari ücret artışlarını paylaşan DİSK-Ar, "Asgari ücrette önemli olan artış oranı değil, alım gücü ve geçinmeye yetip yetmediğidir" değerlendirmesini yaptı.

"Asgari ücret geçmişte bugünkü artış oranından çok daha fazla artmıştır" denilen açıklamada, "Ancak enflasyon ve pahalılık nedeniyle bu artışlar eriyip gitmiştir. Önemli olan asgari ücretin alım gücüdür, artış oranı değil! Artış oranı tek başına yanıltıcı bir göstergedir" ifadeleri kullanıldı.DİSK-AR'ın verilerine göre brüt asgari ücrete en fazla zam yüzde 114,6 oranıyla 1996 yılında yapıldı. Zam oranı 1999'da yüzde 111,4, 1997'de ise yüzde 105,3 oldu.DİSK-AR'a göre 2022'deki zam oranı ise yüzde 40,7 oldu.

8)Benzinde 56 kuruş zam!(BİRGÜN)

EPGİS, bu gece yarısından itibaren geçerli olmak üzere benzine 56 kuruş zam yapıldığını açıkladı.Enerji Petrol Gaz İkmal İstasyonları İşveren Sendikasından (EPGİS) alınan bilgiye göre,
Ankara'da ortalama 10,37 liradan satılan benzinin litre fiyatı 10,93 lira olacak.Benzinin litresi İstanbul'da 10,36 liradan 10,92 liraya, İzmir'de 10,43 liradan 10,99 liraya çıkacak. Akaryakıt fiyatları, Türkiye'nin de dahil olduğu Akdeniz piyasasındaki işlenmiş ürün fiyatlarının ortalaması ile dolar kurundaki değişiklikler baz alınarak rafineriler tarafından hesaplanıyor.Bu hesaplama sonucunda dağıtım firmalarınca uygulanan fiyatlar, rekabet ve serbesti nedeniyle şirketler ve kentlere göre küçük değişiklikler gösterebiliyor.

Albayrak için kurban oldu - Barış Pehlivan / Cumhuriyet

 


Bir çocuğun sünnet düğününde verdiği poza bakıyorum. Üzerinde kırmızı beyaz renkte  

“maşallah” yazan kuşak var. Giydiği gömleğe ve kafasındaki bandanaya ilişiyor gözüm. 

İkisinin de üstünde Milli Gençlik Vakfı’nın logosunu görüyorum. 

Erbakancıydı, Milli Görüş’ün kurumlarında yöneticilik yaptı ve kendi iddiasına göre bu nedenle subay olamadı. Gün gelecekti, işte o çocuk hakkında “Önce Milli Görüş Vakfı’nın içine, daha sonra TÜGVA’ya sızdırıldı” diye haber yapılacaktı. Bugün 39 yaşında olan Ramazan Aydoğdu, Sabah gazetesindeki bu suçlamayı okuduğunda artık cezaevindeydi. Bilen bilir, Fethullahçıların çok iyi başardığı bir taktik vardı: 10 sözün içine üç doğru koy ki yedi yalana da inanılsın! Gerçekler, yalana inandırmak için kullanılan bir merdivendi sadece. İşte bunun çok çarpıcı bir örneğine dair dosyayı karıştırıyorum. 

Hatırlayalım... 

Ekim ayının ilk günleriydi. Metin Cihan’ın sosyal medyada paylaştığı belgelere göre, devletin birçok kurumundaki kadrolaşmada TÜGVA’nın payı vardı. 

TÜGVA Başkanı Enes Eminoğlu, bu belgelerin “daha sonra tahliye edilen bir FETÖ tutuklusu” tarafından sızdırıldığını söyledi. “FETÖ’den tutuklandı, bunun bilgisi, belgesi Emniyet’te de var” dedi. 

Peki... 

TÜGVA belgelerini sızdırmaktan tutuklanan Ramazan Aydoğdu, TÜGVA Başkanı’nın tarif ettiği kişi miydi? Hayır. 

Yani, “Belgesi Emniyet’te de var” denilerek işaret edilen şüpheliyle tutuklanan kişi farklı mıydı? Evet. 

İddia o ki sır Berat Albayrak’taydı.

Zira...

GERÇEK SUÇLU ASLINDA KİM? 

Evet, Türkiye’nin haftalarca tartıştığı sızıntıları yapmakla suçlanan Ramazan Aydoğdu eski bir TÜGVA yöneticisiydi. Evet, mevcut TÜGVA yönetimiyle de kavga halindeydi. Evet, onların CHP’ye kurdukları bir tezgâhı da gazetecilerle paylaşmıştı. Hatta ve hatta, bunun için yeni e-posta ve sosyal medya hesapları da açmıştı. Tüm bunlar gerçekti. 

Ancak bu gerçeklik, onun kurban olarak seçilmesine yol açacaktı. Zira dosya içindeki raporlardan şunu anlıyordunuz: Sızıntılar Türkiye’yi sarstıktan haftalar sonra, Ramazan Aydoğdu da bunu fırsat bilerek TÜGVA yönetiminden intikamını almak istedi. Bunun için yaptığı ama dikkate alınmayan paylaşımlar, yapmadığı ama herkesin konuştuğu paylaşımların delili oldu. Onu tüm TÜGVA sızıntılarının faili olmakla suçlayan isimsiz bir ihbar mektubu da yazıldı. Böylece her şey tamamdı, Aydoğdu artık dört duvar arasındaydı.Şimdi...

Tam da burada çok kritik iddialar masadaydı.

Perde arkasında konuşulan şuydu:

TÜGVA, asıl sızıntıları yapan kişinin FETÖ’den cezalandırılan eski yöneticilerinden E.E. olduğunu düşünüyordu. Ancak o kişinin ifşa edilmesi, tüm gözlerin eski TÜGVA Başkanı İsmail Emanet’in dönemine çevrilmesine yol açacaktı. Emanet demek de kuzeni olduğu belirtilen Berat Albayrak demekti.

Bu kritik iddiayı tutuklu Ramazan Aydoğdu’nun avukatı Ali Aktaş’a sordum. Bakın, neler dedi: 

“TÜGVA’da 2018 Aralık ayında yönetim değişti. Ve İsmail Emanet görevi bırakarak Berat Albayrak’ın başdanışmanlarından biri oldu. Sızdırılan belgeler ise 2016 ve öncesine ait. Yani, kamuoyuna yansıyan belgelerin hukuki, siyasi ve ahlaki sorumluluğu 2016 öncesi yönetimine ait. Bu sorumluluktan kaçmak isteyenler, isimsiz bir ihbar mektubu ile Ramazan Aydoğdu’nun tutuklanmasını sağladılar. Belgelerdeki kişisel verileri TÜGVA bilgisayarlarında arşivleyenler önceki yönetimdir. Belgelerin içerdiği nepotizmin faili de onlar olmak durumundadır. Bunun toplumca ya da en azından AK Parti tabanında sorgulanmasının önüne geçmek için bu soruşturmada Aydoğdu tutuklandı.”

Sahi, TÜGVA sızıntılarına dair soruşturma dosyasından bir kopyayı incelemek için aldıran eski AKP’li bakan da kimdi acaba?

Tüm sistem tipiye tutuldu, hepimiz üşüyoruz. Ama öyle ya, karanlığın da sonu var, bir gün bahar gelecek...

Barış Pehlivan / Cumhuriyet


Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı +Gündem" -20 Haziran 2025-

  Belediyelerin öğrenci yurdu açma yetkisi kaldırıldı! Meclis’te kabul edilen yasa ile belediyelerin öğrenci yurdu açma yetkisi kaldırıldı. ...