19 Aralık 2021 Pazar

KISA KISA GÜNDEM (19 ARALIK 2021)

 


1)İzmir Kınık'ta maden ocağında patlama: 45 kişi yaralandı.(Yeniçağ)


İzmir'in Kınık ilçesindeki Polyak Eynez madeninde meydana gelen göçükte 45 işçi yaralandı. Göçük altında kurtarılmayı bekleyen işçi olmadığı açıklandı.
İzmir’in Kınık ilçesinde Polyak Eynez Enerji Üretim Madencilik San. ve Tic. A.Ş.’ye ait maden ocağında patlama meydana geldi.Patlamanın metan gazı sıkışmasından kaynaklandığı açıklandı. Olay yerine İzmir ve Manisa’dan çok sayıda sağlık ve kurtarma ekipleri sevk edildi.İzmir Valiliği'nden patlamaya ilişkin yapılan açıklamada “Kınık ilçesinde bir kömür madeni işletmesinde kısmi bir göçük olduğu ilk belirlemelere göre can kaybı ve ağır yaralı kimse olmamıştır" dendi.

2)Bunu da Sünger Bob’a çevirdiler. Siz yeter ki restore etmeyin!(Yeniçağ)

Giresun'daki Orta Çağ'dan kalma Şebinkarahisar Meryem Ana Manastırı'nın restorasyonunu 'betonlaşma' algısı nedeniyle eleştirilere neden oluyor...

Giresun’daki Orta Çağ’dan kalma Şebinkarahisar Meryem Ana Manastırı aslına uygun olmayan şekilde restore edildi. Doğal ve Tarihi Değerleri Koruma Derneği Başkanı Doç. Dr. Coşkun Erüz, yapının kimliğinin zedelendiğini belirterek, “Bu tür restorasyonlarda 'iyi koruyacağız 'diye sıva benzeri bir malzemeyi kullanmak yerine, orijinalini bilmiyorsak sıvasız kaba duvarı bırakmak bazen çok daha estetik ve daha doğal görünür” dedi.

3)'Aselsan QATAR' markası tescil edildi.(SOL)

Aselsan, Türk Marka ve Patent Kurumu’na başvurarak, 'Aselsan QATAR' markasını tescil ettirdi.

Katar'a ve BAE'ye satış iddialarına konu olan Aselsan, Türk Marka ve Patent Kurumu’na başvurarak, “Aselsan QATAR” markasını tescil ettirdi.

CHP İstanbul Milletvekili Avukat Mahmut Tanal, söz konusu marka başvurusu ve tescilini, Aselsan’ın Katar’a yönelik faaliyetlerini Meclis gündemine taşıdı. Tanal, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın cevaplandırması istemiyle TBMM Başkanlığı’na sunduğu soru önergesinde, Aselsan’ın marka başvuru ve tescili hakkında bilgi talep etti.

Aselsan'ın sitesinde yer alan iştirakleri:



4)JP Morgan TL algo işlemleri için aracılık hizmetini sonlandırdı.(Cumhuriyet)

UBS'in Türk lirası ile ilgili rapor yayımlamayı sonlandırmasının ardından Türk lirası ile ilgili bir karar da JP Morgan'dan geldi. Kurum, müşterilerine Türk lirası algo işlemleri için aracılık hizmeti vermeyi sonlandırdı. 
İsveç merkezli UBS bankasının Türk Lirası’yla ilgili rapor yayımlamayı sonlandırmasının ardından bir karar da ABD’li bankacılık devi JP Morgan’dan geldi. BloombergHT’nin aktardığına göre, bankadan müşterilerine gönderilen notta, TL bazlı yeni algoritmik işlemlerin kabul edilmeyeceği belirtilirken, varolan TL algo işlemlerinin de kısa süre içinde sonlandırılması yönünde çağrıda bulunuldu.Cari pozisyonlar için kâr alımlarının normal işlem süreçleri dahilinde sürdürüleceği de belirtildi.

5)Diyanet'in fetvacısı 'rehber' hazırladı: Gündem bu sefer evlilik.(Sefa Uyar-Cumhuriyet)

Daha önce Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi olan ve halen Türkiye Katılım Bankaları Birliği Danışma Kurulu üyeliği yapan Prof. Dr. Ahmet Yaman’ın Diyanet tarafından yayımlanan Aile Hayatı adlı kitabında, evliliğin, “evlenmediği takdirde zina yapacağı korkusu taşıyanlar” için farz ya da vacip, “eşine eziyet çektirme ve haksızlık yapma ihtimali bulunan kimseler için mekruh, zulüm ihtimalinin kesinlik taşıması durumunda ise haram” olduğu belirtildi.

6)Resimler müzeden Saray'a gitmiş.(Serfiraz Ergün-Cumhuriyet)

Osmanlı ressamlarının müzedeki 77 eseri bir protokolle Saray’a verilmiş. Protokol süresi bittiği halde tablolar hâlâ iade edilmediği için müzede fotoğrafları yer alıyor.




(https://www.cumhuriyet.com.tr/kultur-sanat/resimler-muzeden-saraya-gitmis-1893783)

7)İlaçta yüzde 120 zam kapıda.(Hüseyin Şimşek-BİRGÜN)

Bu yıl ilaç alımları için avro üzerinden belirlenen sabit kurun 4,57 TL olduğunu ve güncel kurun 19 TL’ye kadar ulaştığını ifade eden CHP’li Taşcıer, “İthal ilaç fiyatlarında yüzde 120’lik bir artış yaşanacak” dedi.

Türkiye’de her yıl Şubat ayında ilaç fiyat kararnamesinin yayımlandığını ve o sene içerisinde ithal ilaçların fiyatlandırılmasında kullanılacak sabit avro kurunun belirlendiğini ifade eden Taşcıer, “İthal ilaçlar için sabit avro kuru 2018’de 2,69 TL, 2019’da 3,40 TL, 2020’de 3,81 TL ve 2021’de de 4,57 TL olarak belirlenmişti. Bugün ise avro kuru 19,20’yi bile görmüş durumda. Görünen o ki kararname yayınlanana kadar 25 TL’yi de geçecek. Böyle bir ortamda ilaç fiyatlarında olağanüstü zamlar görmemiz artık beklenti değil, bir kesinlik haline geldi” dedi.

8) Van'da çalışan sayısını yarıya indiren çağrı merkezi, çalışanlarının mola saatlerini de iptal etti.(Evrensel)

Geçtiğimiz gün asgari ücreti karşılayamayacaklarını duyurup işçileri işten çıkaran Van'da bir çağrı merkezi şimdi de çalışanlarının mola saatlerini iptal etti.

İşten çıkarılan işçilerin olduğu 2 projede, müşteri temsilcilerinin günlük 75 dakika olan molaları kaldırıldı. Çalışan sayısını yarı yarıya düşüren şirket, bütün işleri şirkette kalan müşteri temsilcilerine yaptırmaya başladı. İşçiler iki gün önce ortalama 90 ila 120 çağrı aldığını belirtirken şimdi minimum 260 çağrı aldıklarını ifade ediyor. Evrensel'e konuşan bir işçi şunları söyledi: 'Tüm gün boyunca saniyelik çağrı düştü çağrıyı sonlandırıp anlık çağrı alıyoruz bir taraftan kısa tutun çağrıyı diyorlar bir taraftan talepleri çağrıda kapatın diyorlar, backoffice bölümü uyguna geçti. Yarın talepler patlasa yine backoffice arkadaşlarımız suçlu olacak. Arkadaşlarımızı işten çıkartıp bizlerin iş yükünü arttıranlar bugün molalarımızı iptal etmekten hiç çekinmiyorlar. Saatlerdir tuvalete gidemiyordum çağrıdayken çağrı düşmesin diye mola tuşladım, beni arayıp 'neden mola diyorlar'. Günde 9 saat çalışıp mola yapamayacak mıyız? Üstüne üstlük molalarımızda da taleplerimizi kapatıp işlem yapıyoruz" 


Eski Almanya Başbakanı Willy Brandt'ın ABD muhbiri olduğu ortaya çıktı + Willy Brandt kimin ajanıdır? / SOL

 


I)Eski Almanya Başbakanı Willy Brandt'ın ABD muhbiri olduğu ortaya çıktı 

Almanya Federal Cumhuriyeti'nde başbakanlık görevinde bulunan Willy Brandt'ın 4 sene boyunca ABD'ye muhbirlik yaptığı ortaya çıktı.

Almanya'da Sosyal Demokrat Parti'den (SPD) başbakanlık yapan Willy Brandt'ın, bu görevinden önce ABD askeri karşı casusluk teşkilatı CIC'e 1948'den 17 Mart 1952'ye kadar istihbarat sağladığı öne sürüldü.

Sputnik'in Der Spiegel'den aktardığı habere göre, CIC'nin gizliliği kaldırılan 1 Haziran 1952 tarihli listesine ulaşan dergi, listeyi ABD Askeri Tarih Merkezi'ndeki tarihçi Thomas Boghardt'a inceletti.

Tarihçi Boghardt'a göre Brandt, Amerikan hizmetleri için bir 'altın madeni' değerindeydi.

Dergi, Brandt'ın CIC'ye Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DDR) ile iktidardaki Sosyalist Birlik Partisi'nin (SED) gençlik kolları FDJ hakkında bilgi verdiğini yazdı.

Brandt'ın ayrıca tersaneler, fabrikalar, demir yolu sistemi ve Sovyet ordusunun telefon şebekesiyle ilgili bilgi verdiği öne sürüldü.

Söz konusu kaynaklara göre Brandt, kendisini 'güvenilir' olarak sınıflandıran CIC irtibat görevlileriyle 4 yıl boyunca 200'den fazla kez bir araya geldi.

4 yıl boyunca muhbirlik yapan Brandt'ın 'O-35-VIII' koduyla kayıt altına alındığı belirtildi.

                                                                  ***

II) Willy Brandt kimin ajanıdır? (Tevfik Taş-SOL)

'Willy Brandt'ın asıl ajanlığı, hizmet ettiği sınıfın çıkarına uygun olarak, işçi sınıfından yana görünmesidir.'

Amerikan arşivlerinden Almanya eski şansölyesi ''efsanevi'' Willy Brandt'ın 1948-1952 yılları arasında ABD askeri istihbarat örgütü CIC'e ajanlık yaptığı bilgisinin açığa çıkması kimi kesimlerde şok etkisi yaratmışa benziyor.

Nerede bir ''efsane-şok'' ilişkisi tasviri varsa orada tarih bilincinden yoksun bir malumatfuruşçuluğun hafızasızlığı olduğunu varsaymak gerekiyor. ''0-35-VIII'' olarak kodlanan ve en az dört yıl boyunca ABD istihbaratı tarafından sevk ve idare edilen eski Almanya başbakanı Willy Brandt, karaborsaya düşmüş şekeri kahve, sigara ve viski için başladığı ajanlık kariyerine, 250 mark aylık maaşla devam etmiş olduğunu öğreniyoruz.

Nazi iktidarına karşı mücadele ettiği rivayet olunan Willy Brandt'ın, Nazi barbarlığını yıkan SSCB ve Alman Demokratik Cumhuriyeti'ne karşı asıl mücadeleyi verdiği bir kez daha açığa çıktı. Sosyalist Almanya'da inşa edilen köprüler, fabrikalar, elektirik, su ve yol şebekeleri hep ajan Willy'in istihbarat kalemleriymiş. Spiegel Online'den Klaus Wiegrefe'nin verdiği habere göre, sıkı viski düşkünü olan sosyal demokrat ajan, yüzlerce istihbarat bilgisini ABD'lilere aktarmış.

Dışardan bakınca Alman faşistlerinin Willy Brandt için söyledikleri ve onun ''yurtsever olmadığı'' iddiası doğrulanmış gibi görülüyor. Almanya'da ana muhalafeti temsil eden faşist Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinin yetkilileri fırsatı gole çevirmek istercesine, ''biz demedik mi'' diye ortaya atıladursun, asıl gerçek başka yerde. AfD'nin faşist yöneticilerinin yurtseverlikten anladığı, faşizmdir. Emperyalist Almanya'da kim hangi yurtseverlikten söz ediyor ki!

Willy Brandt'ın asıl ajanlığı, hizmet ettiği sınıfın çıkarına uygun olarak, işçi sınıfından yana görünmesidir. Proleteryanın bağrında burjuvazinin ajanı olarak hizmet veren modern sosyal demokrasinin pespaye bir figürüdür Willy Brandt. Brandt'ın bütün siyasi pratiği sol görünüp, sermayeye hizmet etme pratiğidir. İlla da bir ''ajanlık'' aranacaksa, bakılması gereken yer burası olmalıdır. Gerisi bildik sınıf refleksleridir.

28 Ocak 1972'de dönemin sosyal demokrat şansölyesi olarak Willy Brandt, ''Aşırılar Kararnamesi''ni yürürlüğe sokarak kamu kurumlarından solun ''temizlenmesi'' için irade oluşturdu. Bu kararname ile 1986 yılına kadar 3,5 milyon insan hakkında soruşturma yürütüldü. 10 binden fazla solcu kamu kuruluşlarından uzaklaştırıldı. 2256 kişi meslek yasağı kapsamına alındı.

Vietnam Savaşı'nı protesto etmekten, OHAL'a karşı çıkmaya, fabrikada grev örgütlemekten, Avrupa'nın NATO çıkarları gereği atom silahları ile donatılmasına karşı çıkmaya dek pek çok gerekçeyle toplum üzerinde sermaye terörü estirildi. Mimarı modern sosyal demokrasiyi temsilen sermaye ajanı Willy Brandt'tır! (Tevfik Taş-SOL)

Krizi bir de böyle okuyun: ‘Fiyatlar dolardan beter yükseliyor, tezgahı Bulgarca hazırlar olduk’ - ÇAĞLAR AKYÜZ / SOL

 Son zamanlarda Bulgar turist yoğunluğuyla gündem olan Edirne'deki manzarayı kentteki işçiler ve emekçilerle konuştuk.


Son günlerde Bulgaristan’dan gelen günlük turistlerin Edirne’de yarattığı alışveriş yoğunluğu ülke gündeminde konuşuluyor. Türk Lirası'nın değer kaybı, özellikle komşu AB ülkelerinden ciddi sayıda insanın her gün sınırı geçmesine sebep oluyor.

Aslında Edirneli yurttaş için son üç yıldır bu yoğunluk olağan bir durum. Fakat son aylarda döviz kurunda yaşanan yüksek artışla bu yoğunluk katlanarak artmış durumda. Buna bir de yüksek enflasyon ile düşen alım gücü eklenince kentte trajik bir durum oluştu. Bir tarafta neredeyse yok pahasına istediği her şeyi alan turistler, diğer tarafta ise zamlar karşısında artık tezgaha bile bakamayan Edirneli emekçiler.

‘Tezgahı Bulgarca hazırlar olduk’

Bu oluşan tabloyu Edirneli emekçilere ve esnafa sormak için Cumartesi Pazarına gittik. Geçen yıla kadar Bulgar turist yoğunluğu Çarşı Merkez ve Cuma Pazarı’ndaydı. Fakat TL’nin değer kaybı ile Cumartesi Pazarı ve Margi AVM de bu yoğunluktan nasibini almış durumda. Cumartesi Pazarının esnaflarından Altay ailesinin çalıştığı tezgahı ziyaret ettik. Uzun yıllardır bu tezgahta pazarcılık yapan Ahmet Altay “Özellikle son 4 – 5 aydır müşterilerin yüzde 70’i Bulgarlar oldu. Tezgahı Bulgarca hazırlar olduk. Bu krizde Edirne esnafını ayakta tutan Bulgarlar oldu” dedi.

‘Fiyatlar dolardan beter yükseliyor’

Eski müşterilerinin de gelmeye devam ettiğini belirten Altay “Fakat kriz ortada. Fiyatlar dolardan beter yükseliyor. Yerli müşteriye fiyat söylerken utanır olduk. Örneğin eskiden 2 kg mandalina alan müşteri yarım kilo alıyor” diye konuştu.

'1 kg meyve almaktan bile çekinmemiz utandırıyor insanı’

Tezgahta alışveriş yapan Edirneli bir yurttaş ise “Ben devlet memuruyum. Daha geçen yıl gelip çeşit çeşit meyve alırdık evimize şimdi 3 çeşit seçip yarım kilo ver diyoruz. Yani dedikleri gibi porsiyonları küçülttük. Bulgarların akın etmesi çok normal. İnsanların parası kıymetli. Fakat onlar buradan kilolarca meyve sebzeyi bedava fiyata alırken bizim 1 kg almaktan bile çekinmemiz utandırıyor insanı. Bu utancın kaynağı ise iktidardır” dedi.


‘Burada çalışır gidip Bulgaristan’da tatil yapardık, şimdi durum tersine dönmüş durumda'

Yine pazarcılık yaparak geçinen 1989 göçmeni yurttaş ise “Biz göçten sonra burada çalışır gidip Bulgaristan’da tatil yapardık. Şimdi durum tersine dönmüş durumda. Aslında bu tablo Bulgaristan ile alakalı değil. Bulgaristan’da da ciddi bir ekonomik zorluk var. Fakat Türkiye batmış durumda. Batan geminin mallarını alıyorlar” ifadesini kullandı.

Tekstil fabrikasında çalışan Seçil Yumlu adlı yurttaş ise “Adamların parası değerli gelip her şeyi alıyorlar. Onlara kızmıyorum ama biz tezgahları ancak gezebiliyoruz. Haliyle birileri poşet doldururken bu ülkenin insanı olarak sadece bakmak gücüme gidiyor” dedi.

‘AVM’de otomobillerin neredeyse hepsi Bulgaristan plaka’

Cumartesi Pazarının bitişiğinde olan Margi AVM’ye geçiyoruz. Henüz öğlen olmasına karşın otoparkları dolu. Otomobillerin neredeyse hepsi Bulgaristan plaka. Arada tek tük Türk plakalı araç görüyoruz. Mağazalar dolup taşmış durumda. Bizde mola sırasında mağaza emekçileri ile konuştuk.


‘Sırbistan, Romanya gibi ülkelerden bile gelen var’

Giyim mağazasında çalışan bir emekçi son bir ayda mağazada Türk müşteri görmenin zorlaştığını söylüyor ve ekliyor “Bazen depodan ürün yetiştirmekte zorlanıyoruz. Artık Bulgaristan’ı aşmış durumda. Sırbistan, Romanya gibi ülkelerden bile gelen var. Ciddi yol yapmalarına karşın bu ucuzluk onları tatmin ediyor”.

Başka bir mağaza çalışanı ise şöyle diyor yaşananlara ilişkin:

“Ben 2020 yılında çalıştığım mağazadan dört defa alışveriş yaptım. Aslında hâlâ indirimim var ama yapamıyorum artık. Fakat Bulgaristan’da benzer mağazalarda çalışan insanlar buradan çuvalla kıyafet alıyor. Bir yıl içinde ne kadar fakirleştiğimizi düşünün.”

AVM içinde restaurantta çalışan bir emekçi ise “Eskiden yemek molasında AVM çalışanları bizden yemek yerdi şimdi insanlar ekmek arası ile gün geçiriyor. Fakat Edirne’de her gün yeni bir mekan açılıyor. Turistler bedavaya iyi yemek yerken bizim durumumuz belli” diyerek dert yanıyor.


‘Çalıştığım şube bir yılda satışlarını 3 kat arttırdı, aldığım ücret asgariyi geçemiyor’

AVM içinde büyük bir fastfood zincirinde çalışan başka bir emekçi ise “Çalıştığım şube bir yılda satışlarını 3 kat arttırdı. Bu benim için üç kat enerji demek. Fakat aldığım ücret asgariyi geçemiyor. Bulgarlar Edirne’yi ayakta tutuyor diyorlar. Ben çalışan olarak buradan elde edilen gelirden pay alamıyorum işte. Durum bu” diyor.

‘AB’nin en fakir ülkesi için cennet olduk’

Kent merkezine giderken mahalle arasında bir A101 marketine giriyoruz. Merkeze uzak bir mahalle arası olmasına rağmen içeride Bulgar turist sayısı fazla. Kasada ailesi 1989 yılında göçmüş bir emekçi var. Nuray bir yıllık çalışan ve işlerinin son beş ayda iki kata yakın arttığını söylüyor. “Yerli müşteri değişen fiyatlardan dolayı kasada almak istediği bir ürünü bırakmak zorunda kalıyor. Çünkü parası çıkışmıyor. Böyle vakalar arttı. Fakat Bulgarların alışverişi bagajlara sığmıyor” diyen Nuray ekliyor “Benim köyüm Bulgaristan’da aslında zengin bir ülke değiller. Aksine genç nüfusun çoğu Batıya gitti işsizlikten. Sanki Bulgaristan ekonomik olarak iyi durumda gibi konuşuluyor, oysa büyük sorunları var. Biz Türkiye olarak öyle kötü duruma geldik ki AB’nin en fakir ülkesi için cennet olduk.”

‘Dolar bizi ilgilendirmez diyen AKP’liler gelsin görsün bu manzarayı’

Çarşı merkezde ise Bulgar turist yoğunluğu olağan hale gelmiş durumda. Son dönemde Edirne’nin en bilinen lezzeti tava ciğere gelen zamlar gündem olmuştu. Tava ciğercide çalışan Kerim artan maliyetlerle yeni yılda bir porsiyon ciğerin 50 TL’yi bulacağını düşünüyor. Kerim “İşler turist sayesinde iyi gidiyor. Yoksa bu maliyetlerden oluşan zamlardan dolayı iş yapmak mümkün değil. Ben 9 yıldır bu sektörde çalışırım. 5 kişilik bir ailem var. Ailecek gelip ciğer yesek yanına birer ayran söylesek bize maliyeti 250 tl olur. Edirneli için doğal olan ciğer yemek artık lüks olmuş durumda. Bulgar turist ise ailece gelip bozuk para bırakıp gidiyor. Dolar bizi ilgilendirmez diyen AKP’liler gelsin görsün bu manzarayı” dedi.

Vakalar artıyor

Kentte her geçen gün turist sayısı artarken aynı oranla Covid-19 vaka sayıları da artış gösteriyor. Sağlık Bakanlığı’nın son verilerine göre ülkemizin en yüksek oranlı üç ili Kırklareli, Edirne ve Tekirdağ oldu. Artan turistle doğru orantılı artan vakaları Edirne Tabip Odası Başkanı Gürcan Altun’a sorduk. Altun daha önce defalarca uyarılmasına rağmen kontrolsüzlüğün sürdüğünü söylerken “Seyahat özgürlüğü en temel haklardan biridir. Fakat sağlık sebebi ile bunun pandemi döneminde kontrollü olması gerekir. Doğru olmamasını diliyoruz ama Bulgaristan’da sahte PCR testinin yaygın olduğu söylentisi var. Vaka ve ölüm oranlarında ise en üst sıralardalar. Bulgaristan’da çift doz aşı olanların oranı yüzde 26 civarında. Gelen turistlerin kapalı alanda bile maske takmadığı gerçeği var. Edirne ve Kırklareli’nde bulunan üç sınır kapısı var. Buralardan girerek alışveriş için Çorlu’ya kadar gidiyorlar. İşte bunun sonucunda da bu üç il vakalarda en yüksek orana erişiyor” diye konuştu.

Altun vaka fazlalığına karşın Edirne’de yoğun bakım ve ölüm oranlarının düşük olduğunu vurguladı. Gürcan Altun “Edirne’de yüksek aşılama sayesinde vakalar ölüm ve yoğun bakımı arttırmadı. Bu da aşılanmanın önemini bizlere gösteriyor. Fakat yeni varyantlarla birlikte bunun böyle gideceğinin bir garantisi yok. Yurttaşlarımız maske takmaya devam etsinler tabii bu iş kişisel önlemlerle halledilemez. Mutlaka denetim arttırılmalı. Bu konuda il hıfzıssıhha kurulu da adım atabilir. Buna yetkileri var. Bulgaristan’dan gelen turist için çift aşı kuralı getirilebilir. Bu önlemlerin kritik olduğunu düşünüyorum. Bu ekonomik krizde esnafın bu turist girişine ihtiyacı olduğu doğrudur. Fakat uzun vadede  bu durum halk sağlığı için tehlike arz eder. Yetkililerin önlem alması şart” dedi.

ÇAĞLAR AKYÜZ / SOL

18 Aralık 2021 Cumartesi

KISA KISA GÜNDEM (18 ARALIK 2021)

 


1) Beştepe’ye her birinin fiyatı dünkü kurla 34 milyon lira olan 3 araç alındı.(ZEKERİYA ALBAYRAK)


TBMM KİT Komisyonu üyesi ve CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, bütçe görüşmelerinde konuştu. Yavuzyılmaz, Cumhurbaşkanlığı için alınan Mercedes S-600 Guard marka aracın faturasını açıkladı.30 Mart 2021'de sipariş edilen aracın fiyatı 474 bin 950 Euro oldu. Buna yüzde 220 ÖTV ve yüzde 18 KDV eklendi. Böylece bir araca 1 milyon 793 bin Euro (dünkü kapanış kuruna göre 34.7 milyon lira) ödendi.Kur farklarını değerlendiren CHP'li vekil zarar edilmeseydi ne tür hizmetler yapılabileceğini şöyle anlattı: “2019'daki kur farkı tutarı 10 milyar 117 milyon lira, 2018'de 25 milyar 117 milyon lira. 2014–2020 yılları arasında ödenen kur farkı toplamı ise 77 milyar 949 milyon lira, eski parayla 77 katrilyon lira oldu. Bu parayla 14 adet Avrasya Tüneli, 12 adet Osmangazi Köprüsü, 8 Çanakkale Köprüsü, 6 Yavuz Sultan Selim Köprüsü yapılırdı. 500'er yataklı 5.440 devlet yurdu yapılırdı.”

2)AKP’li belediye yerli ve milli aracı Euro ile alıyor.(MÜSLÜM EVCİ-SÖZCÜ)

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan önceki gün asgari ücreti açıklarken Türk Lirası için “Bizim paramız bellidir, o da Türk Lirası’dır ve biz Türk Liramızı yedirmeyeceğiz” dedi. Ancak AKP’li belediyenin raylı sistem araçları için Euro üzerinden sözleşme imzaladığı ortaya çıktı. AKP'li Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Memduh Büyükkılıç, altı adet raylı sistem araç alımı için harekete geçti. Alım için geçtiğimiz hafta Bozankaya Otomotiv adlı şirketle sözleşme imzalandı. Altı adet raylı sistem aracının sözleşme bedeli ise 13 milyon 326 bin Euro olarak açıklandı. İmza töreninde konuşan AKP'li Başkan Büyükkılıç araçların yerli ve milli olduklarını ifade etti ve şunları söyledi: “Her zaman bizlere yardımcı olan, uyumlu, iyi niyetli, ülkemizin gururu olan firmamıza teşekkür ediyorum. Araçlar 26 ayda teslim edilecek.

3)Havalimanındaki fiyatlar uçuşa geçti.(ÜMİT TÜRK-SÖZCÜ)

Dolar 17 TL’yi, Euro 19 TL’yi aşarken tüm ürünlerde zam dalgasına neden olan bu artış havalimanlarında ise fiyatları adeta uçuşa geçirdi. 
Havalimanlarında son dönemde satılan ürünlerin yerli yolcu tarafından alınması, deyim yerindeyse imkansız hale geldi.  Bir şişe suyun 11, bir gofretin 29, hamburgerin ise 110 TL'den satıldığı İstanbul'daki havalimanlarında yolcular yüksek fiyatlardan, işletmecilerse Euro bazlı yüksek kiralardan yakınıyor.



4)Borsa İstanbul'da sert satış: Devre kesici çalıştı.(SOL)

Borsa İstanbul'da kapanışa saatler kala yaşanan sert satış dalgası sonrasında endeks bazında devre kesici uygulanmaya başladı. Borsa İstanbul'da 15.20 sularında 2.380 puan seviyesinden başlayan düşüş 1 saatte 220 puanı buldu. Endeks yüzde 3'ün üzerinde artıdan yüzde 5 eksiye döndü. 

Borsa İstanbul'da BİST 100 Endeksinde kayıplar yüzde 5'e ulaşınca endeks bazında devre kesici uygulandı.

Borsa İstanbul'dan KAP'a yapılan açıklama şöyle; "Saat 16:24:28 itibarıyla Endekse Bağlı Devre Kesici Sistemi Devreye girmiştir. Borsamız Pay Piyasasındaki tüm sıralarda, Vadeli İşlem ve Opsiyon Piyasasında işlem gören pay ve pay endekslerine dayalı sözleşmelerde ve Borçlanma Araçları Piyasası Pay Repo Pazarı’nda işlemler geçici olarak durdurulmuştur."

5)'Zamlar mini mini gelmiştir' demişti! Hüsnüye Erdoğan'a Cumhurbaşkanlığı'nda yeni görev.(Cumhuriyet)

Doğal gaza gelen zamlar için, "Zam gelmiştir ama mini mini gelmiştir" sözleriyle büyük tepki çeken AKP'li eski milletvekili Hüsnüye Erdoğan, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Cumhurbaşkanlığı Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu Üyeliği'ne atandı.







6)Çankaya Belediyesi’nden öğrenci kimliğini gösteren herkese akşam yemeği...(Sertaç Eş-Cumhuriyet)

Geçen yerel seçimlerden önceydi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, meydanlarda “Partimizin belediyelerinin olduğu illerde akşam kimse yatağa aç girmeyecek” diye sesleniyordu. Çok sayıda belediyenin kazanılmasının ardından da aynı duyarlılığını toplantılarda dile getirdi. Geçen yılların ardından çok şey değişti. Salgın, ekonomik bunalım…

(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/cankaya-belediyesinden-ogrenci-kimligini-gosteren-herkese-aksam-yemegi-1893592)

(7)Yurtta çamaşır yıkamak 30 TL.(Berkay SAĞOL-BİRGÜN)

İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin yurdunda kalan öğrencilerin yıkadıkları çamaşırların ücreti bir gecede 3’e katlandı. Öğrencilerin çamaşır yıkamak için okulun kırtasiyesinden satın aldıkları jetonların tanesi 5 TL’den 15 TL’ye yükseldi. Öğrenciler, yurtta konaklamak için yıllık 21 bin TL ile 27 bin TL arasında değişen ücretler ödüyor. Buna rağmen, çamaşırlarını hem yıkama hem de kurutma için birer jeton satın almak zorunda olan öğrenciler, 30 TL ödemek zorunda kalıyor. Yurtta kalan öğrenciler, yurt müdürlüğüne mail atarak ücretlerin eski haline dönmesi için başvuru yaptıklarını ancak herhangi bir dönüş alamadıklarını belirtti.

8) 16 yılda tam 680 milyar TL’lik zarar: Adı gider olunca zarar yok olmaz.(Nurcan GÖKDEMİR-BİRGÜN) 


İktidarın kötü yönetim anlayışının kamu kurumlarında yol açtığı zarar, dev boyutlara ulaştı. 2021 yılında ismi, “Görevlendirme gideri” olarak değiştirilen ve iktidarın verdiği görevlerin yol açtığı eski ismiyle “Görev zararı” 11 ayın sonunda rekor kırarak 114,7 milyar TL oldu. Son 15 yılın zarar toplamı ise 680 milyar TL olarak gerçekleşti. KİT’ler tarafından üretilen mal ve hizmetlerin fiyatlarının son dönemde AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan önceki yıllarda da hükümet tarafından piyasa koşullarının altında belirlenmesi ve bu kurumlara verilen görevlerden dolayı ortaya çıkan zarar ya da mahrum kalınan kârı ifade eden görev zararı, AKP iktidarları döneminde sürekli yükseldi. 2006 yılında 7 milyar 245 milyon TL olan görev zararı, 2020 yılında 101 milyar 723 milyon TL’ye fırladı. Ekonomik buhranın yaşandığı 2021 yılının 11 ayının sonunda ise zarar tutarı, şimdiden yaklaşık yüzde 15’lik yıllık artışla bilançoya 114 milyar 747 milyon TL olarak yansıdı.


Sovyetler Birliği: Rusların değil, sınıfın tarihi-Erhan Nalçacı / SOL

 'Rusya’da, Türkiye’de, Almanya’da, ABD’de ve her yerde; patronlar her şeyini kaybedecek, ama işçi sınıfının öncülüğünde emekçiler her şeyi kazanacaklar, Dünya onların olacak.'



Rusya Devlet Başkanı Putin geçen hafta bir demeç verdi ve “Sovyetler Birliği’nin dağılması Rusların çoğu gibi benim için de bir trajedi oldu” dedi. Trajedi kısmına katılmamak elde değil, ama sonra ilave ettiği sözler Rus milliyetçiliğine ve burjuvaziye ait bir düşünceyi yüzeye çıkarıyor: “Bu, Sovyetler Birliği isimli, tarihteki Rusya’nın çöküşüydü.”

İki sene önce yaptığı açıklamada ise Sovyetlerin çözülüşünü Çin gibi merkezi bir piyasa ekonomisine geçemeyişe bağlayacaktı.

Oysa tarihe baktığımız zaman bir Rus tarihi değil, o coğrafyada yaşayan onlarca halkın emekçi sınıflarının verdiği sınıf mücadelelerini görüyoruz. Neler olduğunu çok kısaca hatırlayalım:

Çarlık düzeni kapitalizm öncesi üretim ilişkileri içinden inşa edilmiş bir feodalizmdi. Rus İmparatorluğu’nun yayılmacılığı çok halklı ama temel sınıfların soylular ve köylülerden oluştuğu bir kast sistemiyle sonuçlanmıştı.

Bütün feodal devletlerde olduğu gibi çeşitli siyasi-iktisadi krizler esnasında köylüler soyluluğa karşı ayaklandı. Binlerce ayaklanma içinde en çok akılda kalanları; 17. yüzyılda Stepan Razin, 18. yüzyılda Pugaçev önderliğindeki köylü ayaklanmalarıydı ve yıllara yayılarak çetin bir mücadeleye neden oldular.

Köylü isyanları, 20. yüzyılda işçi sınıfı öncülük edene kadar hemen hep yenilgiye uğradı. Rusya’da da Çarlığın gericiliğini ve kan dökücülüğünü yenmeyi başaramadılar.

19. yüzyılda ise giderek büyüyen Rus kentlerinde sınıfsal çeşitlilik artmaya ve küçük burjuva kökenli bir radikal demokrasi hareketi yükselmeye başladı. Bu hareketler entelektüel bir zenginliğe yol açmakla birlikte Çarlığa karşı giriştikleri terör eylemleri sonuçsuz kaldı.

Ancak Rusya’da kapitalizmin gelişmesi ile beliren eşitsiz gelişimin en şaşırtıcı sonuçlarından biri yaşandı. İşçi sınıfı partisinin bir fraksiyonu Avrupa’dakiler gibi revizyonizme saplanmayıp ısrarla devrimini 20. yüzyılın başından itibaren aramaya ve bu arayışa uygun devrime adanmış kadrolardan oluşan bir öncü parti inşasına başladı.  

1917 yılı Çarlığın yıkılmasına tanıklık etti, önce burjuvazi iktidara geldi, sonra işçi sınıfı.

Büyük Ekim Sosyalist Devrimini takip eden iç savaş yılları bir yandan büyük zorluklara yol açtı, bir yandan üst üste çakışmış iki devrimin yarattığı ideolojik bir çeşitliliğe neden oldu.

Ancak 1929’dan sonra ve bir dünya devriminden umut kesilince Sovyetler Birliği’nde görülmedik bir sosyalizm inşası başladı. Sanayileşme hızının yüksekliği bir yerde teknik bir konuydu ama esas bu süreci üstelenen milyonlarca insanın olağanüstü emeği ve çabası herkesin içinde bulunup yaşamak isteyeceği çoşkulu bir tarihsel dönem yaratmıştı.

İşçi sınıfının bu sosyalizme inanmışlığı, örgütlülüğü ve planlı ekonominin üstünlükleri korkunç Alman faşizminin saldırısını yenmeleriyle sonuçlandı. Aslında Sovyetler Birliği’nin sadece Alman faşizmini değil, gönül birliği yapmış, ABD ve İngiliz emperyalizmini de yendiği savaşın sonunda daha iyi anlaşıldı. 

Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) işçi sınıfı iktidarını korumak için burjuva demokrasisi sınırlarında davranmayacak bir beceriklilik gösterdi. Yoksa savaş öncesinde istihbaratın içine kadar sızmış Alman gizli ajanlarıyla mücadele etmek imkansızlaşacaktı.

1950’lili yıllar ise Hruşçov’un işçi sınıfı iktidarında ilk gediği açtığı döneme denk geldi. Sovyetler Birliği’nde o dönemde iki temel sınıf bulunuyordu: İşçi sınıfı ve kolektif çiftlik köylüleri.

Muhtemelen Hruşçov kolektif köylülüğün temsilcisi olarak ve ekibiyle bu müdahaleyi yaptı. SBKP’yi işçi sınıfının öncüsü olarak değil, bütün halkın öncüsü olarak tanımladı, kolektif çiftçilikte özel mülkiyeti genişletti, SBKP’yi işçiler ve köylüler olmak üzere ikiye böldü, ortak traktör istasyonlarını dağıttı vb.

SBKP bu liberal girişimi 1960’larda aşacak kadar örgütlüydü. Buna karşılık devrimci atılımını hem Sovyetler Birliği içinde hem dışında kaybettiği bir siyasi ataletten kurtulamadı.

Reform gereksinimi aslında devrimci bir atılıma denk geliyordu ama boşluğu ikincil ekonominin yarattığı burjuva ideolojisi doldurdu. Gorbaçov’un çok bilinçli olarak burjuva ideolojisini örgütleyen müdahalesi dengeleri iyice bozdu. 1991’e gelindiğinde burjuvazi işçi sınıfından daha örgütlü hale gelmişti.

1991’de Gorbaçov ve Yeltsin’e karşı başlatılan işçi sınıfı müdahalesinde komünistlerin gerek ne yapacaklarını bilmemeleri gerekse devrimci niteliklerini yitirmeleri nedeniyle Yeltsin’i tutuklamayı, medyayı kontrol altına almayı başaramadılar. ABD elçiliği sürekli Yeltsin’e istihbarat taşıyor ve müdahale ediyordu, bunu da engelleyemediler.

Sadece Sovyetler Birliği işçi sınıfı için değil, dünya emekçi sınıfları için de önemli olan ve uğrunda milyonların can verdiği orak çekiçli, yıldızlı kızıl bayrak 1991’de indirildi, yerine Rus burjuvazinin egemenliğini simgeleyen üç renkli bayrak çekildi. Sovyetler Birliği ve SBKP dağıtıldı.

1993’te Yeltsin’in siyasi temsilcisi olduğu Rus burjuvazisi Sovyet halklarının ve en nihayet dünya emekçi sınıflarına ait bütün mülkü yağmalayarak ilerliyordu. Bu yıl parlamento ile Yeltsin arasında bir sürtüşme çıktı. Muhtemelen sosyalizme geri dönülmesi değildi sorun ama özelleştirme programının içeriği ile ilgiliydi. Bu siyasi krizden yararlanan komünistler parlamentoyu işgal ettiler. Burjuvazinin kanlı yüzü bir kez daha kendini gösterdi, parlamento binası içinde binden fazla insanın öldürüldüğü bir katliam yaşandı.


      Moskova’da 4 Ekim’de burjuvaziye bağlı ordu birlikleri komünist militanların işgal ettiği parlamento binasını bombalıyor.

Ancak Putin’in bahsettiği trajedi bundan ibaret değildi. Rus burjuvazisi bağımsızlık kazanan eski Sovyet Cumhuriyetlerindeki mülklere üzülebilir. Ama Rusya işçi sınıfı bu azgın yağma karşısında milyonlarca üyesini yoksulluk, işsizlik, yetersiz tıbbı bakım, intihara varan psikolojik bunalımlarla kaybetti. Aşağıdaki grafik 90’lı yıllar boyunca yaşanan katliamı bize belgeliyor.


                  Rusya’da doğumda beklenen ortalama ömrün 90’lı yıllarda aniden nasıl azaldığı görülüyor. Özellikle erkeklerde 65  olan ortalama ömrün 57’ye kadar düştüğü izleniyor. Bu milyonlarca emekçinin haksız ölümü anlamına geliyor.

Yeltsin 1999’da sağlık sorunları nedeniyle görevini Putin’e devretti.

Bugün Çin ve Rusya’ya karşı Batı emperyalizminin en hilekâr, en çürümüş ve en savaş düşkünü siyasilerinin başlattığı kuşatma Rusya’da yaşananların özünü değiştirmiyor.

Son söz için Bakan Nebati’yi yanıtlayalım:

Rusya’da, Türkiye’de, Almanya’da, ABD’de ve her yerde;

Patronlar her şeyini kaybedecek, ama işçi sınıfının öncülüğünde emekçiler her şeyi kazanacaklar, Dünya onların olacak. 

Erhan Nalçacı / SOL



Devlet 3 bankayı kurtarmak için Türk Telekom'u satın alıyor. Türkiye Cumhuriyeti'ni soyup kaçan OGER'in bıraktığı enkaz - Yeniçağ

 

Lübnanlı Hariri ailesinin sahibi olduğu Oger Telecom, Türk Telekom'u soymasının ardından borçlu olduğu 3 bankaya hisseleri bırakarak ülkeden kaçmıştı. İktidar, 3 bankayı kurtarmak için Türk Telekom hisselerini 2026 yılında otomatikman devlet kontrolüne geçecek olmasına rağmen Varlık Fonu'na satın alıyor.

Lübnanlı Hariri ailesi ve Saudi Telecom’un sahibi olduğu Oger Telecom'un soymasının ardından borçlu olduğu 3 bankanın eline kalan Türk Telekom'un, sözleşme gereği 2026 yılında otomatikman devlet kontrolüne 'borçsuz olarak' geçmesi gereken hisselerin, iktidar tarafından bankaları kurtarmak için Varlık Fonu tarafından satın alınacağı öğrenildi. 

Türkiye Varlık Fonu, Türk Telekom’un yüzde 55 hissesine talip oldu. . Yüzde 55 hisse Akbank, İş Bankası ve Garanti Bankası’nın sahibi olduğu LYY Telekomünikasyon AŞ’ye ait.

Paramedya'da yer alan habere göre; Türkiye Varlık Fonu (TVF) azınlık paya sahip olduğu Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin toplam sermayesinin yüzde 55’ini temsil eden paylarını satın almak amacıyla LYY Telekomünikasyon AŞ ile görüşmelere başladığını duyurdu.

2017 YILINDA HAZİNE’YE AİT PAYLAR TVF’YE AKTARILDI

Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin yüzde 6.68’i Türkiye Varlık Fonu’ndaydı. 2017 yılında T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’na ait yüzde 6,68 (Yüzde 5 B Grubu, yüzde 1,68 D Grubu) oranındaki Türk Telekomünikasyon A.Ş. payı ilgili Bakanlar Kurulu kararını takiben Türkiye Varlık Fonu’na aktarılmıştı.

Akbank, Anadolu Bank, Byblos Bank, Denizbank, QNB Finansbank, Garanti Bankası, Halk Bankası , İş Bankası, TSKB, Vakıfbank, Yapı Kredi Bankası , Türk Telekom’un OTAŞ’taki yüzde 55’lik hissesini Aralık 2018’de borcu karşılığında devralmıştı. OTAŞ, Lübnanlı Hariri ailesi ve Saudi Telecom’un sahibi olduğu Oger Telecom’a aitti.

TÜRK TELEKOM BÖYLE SOYULDU

Bir zamanlar “en başarılı” özelleştirme olarak gösterilen ve Oger Telekom’un kaçmasıyla bankalara rehin düşen Türk Telekom yeniden devletin eline geçti. Devletin 6.5 milyar dolara Lübnanlı Hariri Ailesi’ne sattığı şirketin hisseleri Akbank, Garanti ve İş Bankası’nın ortak olarak kurduğu LYY Telekomünikasyon AŞ’nin kontrolüne geçmişti.

Oger’in ödemeden kaçtığı borçlarına karşılık el konulan hisseyi zorunlu olarak alan bankalar, yaklaşık 4 yıldır satmaya çalışıyordu. Ancak, imtiyaz hakkının 2026 yılında yeniden Hazine’ye borçsuz olarak devri gerekiyor. Sürenin az olması nedeniyle bu hisselere talip çıkmamış ve bankalar işletmek zorunda kalmıştı.

MADDE MADDE TÜRK TELEKOM'UN SOYULMASI

İşte tüm bu gelişmeler olurken,  Ekonomist Dr. Murat Kubilay, Türk Telekom’un dramatik hikayesini twitterde  geçen yıl 8 temmuz da bir tweet dizisi ile anlatmıştı. 

İşte o tweetler:
1.Bir zamanlar “en başarılı” özelleştirme olarak gösterilen Türk Telekom, yerli ve yabancı bankalara rehin düştü! Satıldığı ilk yıldan başlayarak içi boşaltılan, aşırı borçlandırılan ve nihayetinde posası kalmış halde devlete kakalanmaya çalışılan Türk Telekom’u gündeme taşıyalım:
2.Öncelikle Türk Telekom’un borsada işlem gördüğünü; hakkında asılsız haber ve istihbaratlarla manipülasyon yapmanın suç teşkil edeceğini belirtelim. Analizimizde doğruluğu kanıtlanamayacak ilişkiler ve bunlar üzerine kurgulanmış komplo teorilerine kesinlikle yer verilmemiştir.
3.Bu bilgiselde yer alan tüm bilgiler kamuya açık kaynaklardan elde edilmiştir. Şirkete ait verilerin neredeyse tamamı Türk Telekom’un kendi yayınladığı finansal raporlardan derlenmiştir. Bu uyarılardan sonra şirketin kuruluşundan sonraki süreci kısaca hatırlatarak başlayalım.
4.Britanya, Almanya ve Fransa’daki örneklerde olduğu gibi maliyetli posta hizmetleri ile karlı telekomünikasyon hizmetleri özelleştirme öncesi birbirinden ayrılmış; PTT’ye ek olarak Türk Telekom şirketi 1995’te kurulmuştu. Çünkü özel sektörün gözü yalnızca telekomünikasyondaydı.
5.Türkiye’de neoliberalizmi temsil eden AKP, 2002 sonrasında tek başına iktidar olunca Türk Telekom’un özelleştirilmesi yeniden gündeme geldi. 2005’teki ihale sonucunda Ojer Telekom (OTAŞ) şirketin %55 oranında hissesini 6,550 milyar dolara satın aldı.
6.OTAŞ’ın ana ortağı Lübnanlı Hariri Ailesi’nin sahibi olduğu Oger Telekom. İkinci ortak ise Suudi Telekom şirketi idi. Geriye kalan %45 hisseyse Hazine’ye aitti. 2008’de Hazine’nin %15’lik payı halka arz edildi. 2017’de de Hazine elindeki payların %6,68’ini TVF’ye devretti.

7.İhalenin yapıldığı gün Türk Telekom ile Telekomünikasyon Kurumu (2008’de ismi BTK oldu) arasında imtiyaz sözleşmesi imzalandı. Buna göre devlete ait olan şebeke, teçhizat ve gayrimenkullerin kullanım hakkı 21 yıl 3 aylığına Türk Telekom şirketine devrediliyordu.
8.Özetle Türk Telekom özelleştirmesi bu imtiyaz hakkı üzerine kuruluydu ve SÜRELİYDİ. Tekel ve Erdemir gibi diğer özelleştirmelerden farklıydı. Sözleşme sonunda (2026) OTAŞ’ın kullandığı şebeke ve teçhizatı kullanılır halde ve şirketi BORÇSUZ bırakma yükümlülüğü vardı.
9.Bu ön bilgilerden sonra OTAŞ ve Türk Telekom’da neler döndüğünü aktarmaya başlayalım. OTAŞ ihale sonrasında önce peşinatı ve arkasından kalan 5 taksitin ilkini yatırmıştı. 2007’de kalan borcun tamamını tek seferde yatırmak istediğini beyan etti. İşler yolunda görünüyordu.
10.OTAŞ, hem Türk hem de uluslararası bankalardan büyük bir kredi çekip Hazine’ye olan borcunu peşin ödeyecekti. Bankalar Türk Telekom’un ipotek olarak gösterilmesini istemişti. Fakat Türk Telekom ile yapılan sözleşme gereği bu hisseler ipotek edilemezdi.
11.Danıştay’ın itirazına rağmen usulsüz bir şekilde ipotek verilmesine göz yumuldu. İşte bu noktadan sonra Türk Telekom’un içini boşaltma operasyonu başladı. Bu aşamadan sonra okuduklarınızın kamuya açık ve tümüyle gerçek bilgiler olduğunu tekrar vurgulamak istiyorum.
12.OTAŞ uluslararası bir konsorsiyumdan krediyi almıştı; fakat bu krediyi ödeyecek başka bir geliri bulunmuyordu. Bu nedenle Türk Telekom’un içindeki nakde ve taşınmazlara göz dikildi. Türk Telekom, sürpriz bir şekilde yatırımcısına yüksek kâr payı (temettü) ödemeye başladı.
13.Öyle ki şirket Borsa İstanbul’da en yüksek temettü veren şirketler listesinde her yıl en üst sıralarda yer alıyordu. Her yıl kârın neredeyse tamamı yatırımcılara dağıtılıyordu.

14.Şaşırtıcı olan ise Türk Telekom’un sektöründe rekabetçi kalabilmesi için sürekli yatırım yapma zorunluluğunun bulunmasıydı. Ek olarak 2006’da TIM’den Avea’nın %40 hissesi (500 milyon dolar), 2015’te ise İş Bankası’ndan kalan %20 hissesi (340 milyon dolar) satın alınmıştı.

15.Tüm nakit ve oluşan kâr; temettü ödemesi ve sürekli zarar eden Avea satın almasına gidince, mecburi yatırımlar için Türk Telekom bankaların kapısını çalmak durumunda kaldı. Kasasında yaklaşık 2 milyar dolar nakitle devredilen Türk Telekom bankalara muhtaç duruma düşmüştü.
16.Bankalardan alınabilen kredi sınırına dayanıldığında 2014 yılında daha fazla borç için uluslararası yatırımcılara 1 milyar dolar ederinde dolar cinsi tahvil (borç senedi) satıldı. Artık Türk Telekom yurt içinde ve dışında birçok yatırımcıya borçlu duruma düşmüştü.
17.Aşağıdaki görselde Türk Telekom borçluluk oranları bulunuyor. 2007’den 2016’ya toplam borçların özkaynaklara oranı neredeyse 6 kat artmış. Ticari kredileri çıkarıp yalnızca finansal kredilere baktığımızda durum daha da feci. Borçluluk oranı 12 kattan daha fazla artmış.
18.İşin enteresan yanı alınan milyar dolarlık borç da temettü olarak şirketten çıkarılıyor, kurumsal yönetimden sorumlu SPK ise adeta uyuyordu. Dolar kuru yükselince, şirketin borçlanma giderleri yükselmeye başladı. Sonunda Türk Telekom zarar eden bir şirket haline dönmüştü.
19.Aşağıdaki görselde Türk Telekom’un yıllara ilişkin performansını bulabilirsiniz. Mavi çizgiler şirketin toplam satışlarını gösteriyor. 9 yılda satışlar %78 artmış. Bu artış bırakın büyüme rakamlarını 9 yıllık birikimli enflasyonun (%104) bile altında.
20.Yeşil çizgi ise FAVÖK verilerini gösteriyor. Kısaca şirketin operasyonel kârlılığı olarak tanımlanabilecek FAVÖK’teki artış ise çok daha düşük, yalnızca %46. Buradan anlıyoruz ki şirket operasyonel anlamda da başarısız olmuş.

21.Asıl çarpıcı olan ise şirket net kârını ifade eden kırmızı çizgiler. Önceki yıllarda düzenli kâr eden şirket 2016’da 724 milyon TL zarar eder hale getirilmiş. Bu zararın nedeni ise alınan dolar cinsi kredinin bedelinin dolar kuru patlayınca artması.

22.Özetle şirket 2006’dan beri kötü yönetildiği gibi sahip olduğu birçok gayrimenkul de satılmış ve oluşan tüm nakit olağanüstü oranlarda temettü ödenerek boşaltılmış. Yetmemiş şirket büyük oranda dolar cinsi borçlandırılmış ve dolar kuru patlayınca zarar kaçınılmaz olmuş.
23.Tüm bu düzeneğin neticesinde Türk Telekom’un sahibi OTAŞ milyarlarca doları Türkiye’den kaçırmış. Hikâyenin burada bittiğini ve tüm bu yaşananların tipik bir şirketin içinin boşaltması olduğunu söylemek isterdim, ancak olay bir hortumlamadan beter.
24.2013 yılına dönelim. OTAŞ o yıla kadar milyonlarca doları Türk Telekom’dan çekmişti ve bunun sonucunda bankalara olan borcunu ödemiş olduğu sanılıyordu. Ne de olsa OTAŞ Türkiye’de halka açık bir şirket değildi ve düzenli bilgilendirme yapmasına gerek yoktu.
25.Mayıs 2013’te OTAŞ’tan sürpriz bir açıklama geldi. Şirket Türk Telekom’u satın alabilmek için kullandığı krediyi yapılandırmak durumunda kalmış. Daha açık bir ifadeyle, Türk Telekom’dan çıkarılan paralarla kredi borcunu ödememiş, paralar buharlaşmış.
https://www.reuters.com/article/ojer-loan/rlpc-turkish-telecom-ojer-signs-4-75-bln-syndicated-loan-idUSL5N0E51MC20130524
26.Milyar dolarların esrarengiz bir şekilde kaybolması sonrası Oger Telekom’un diğer işleri mercek altına alınmak istendi fakat şeffaflık olmaması sonucu bu paranın nereye uçtuğu bulunamadı. Kesin olan tek şey ise Türk Telekom’un bankalara hala ipotekli olmasıydı.
27.OTAŞ’ın kredi yapılandırması Türkiye’de bankacılık sisteminin en büyük yapılandırması oldu. Yerli ve yabancı 29 banka 4,478 milyar dolar ve 212 milyon avro ederinde krediyi gönülsüzce yapılandırmak zorunda kaldılar. Ancak kâbus bununla da bitmiyordu.
28.OTAŞ yeni borçların da taksitini Eylül 2016’da ödememeye başladı. Haber bankacılık sektöründe soğuk duş etkisi yarattı. Akbank’ın 1,7 milyar dolar, Garanti Bankası’nın 1 milyar dolar ve İş Bankası’nın ise 500 milyon dolar kadar kredisi batacak gibiydi.
29.Bu noktada “bu bankalar özel sektörün, bize ne kredilerinin batıp bankaların zarar etmesinden” diyerek yaygın liberal hatanın yapılmaması gerektiğini belirtmek isterim. Çünkü ödenmeyen krediler 2001 krizinde olduğu gibi nihayetinde devlete, yani vatandaşın sırtına kalır.
30.Küçük bir hesap yapalım. Türk Telekom devredildiğinde kasasında 2 milyar dolar nakit bulunmaktaydı. 2006’dan 2016’ya kadar olan süre içinde şirket 3,5 milyar dolar net borç içine düşmüştü. Yalnızca OTAŞ’a bu süre boyunca 7 milyar dolar temettü ödenmişti.
31.Ödenen 7 milyar dolara rağmen OTAŞ borcunun çok azını ödemişti. Ağırlıklı olarak borç Türkiye merkezli bankalara yıkılmıştı. Şirket borçlulukla birlikte zarar bile eder hale gelmişti. Şirketin %30’unun Hazine’nin yani vatandaşın olduğunu belirtelim.
32.Peki tüm bu süreç boyunca şirketin hissedarlarından Hazine ne yaptı? Maalesef hiçbir şey! Borçlandırılıp temettü vermeye zorlanan şirket için herhangi bir SPK uyarısı oldu mu? Tabi ki hayır! Peki batmasına ramak kalan kredi için BDDK ne yaptı?
33.BDDK Başkanı Akben: “Biz bankalara dedik ki siz bunları takibe almayın. Hazine ya kendisi alacak ya da Suudi Telekom ya da diğerlerine satacak. Bu krediler default’a (iflas) düşmeyecek”.
34.Daha açık bir ifadeyle BDDK Başkanı’nın mesajı şuydu: Cumhuriyet tarihinin en büyük batık kredisinin duyulmasını istemiyoruz, şimdilik hasır altı edin, nihayetinde bir alıcı bulur paranızı alırsınız.
35.Ancak Akben’in öngörüsü tutmadı. İmtiyaz süresinin bitmesine 10 yıl kalmış ve şirketin içi boşaltılıp borçlu hale düşürüldüğü için ciddi bir alıcı çıkmadı. Nihayetinde alacaklı bankalar Türk Telekom’un rehin düştüğünü belirten başvuruda bulundular.
36.Tüm bu sürecin sonunda Türk Telekom’un içi boşaltılmış, büyük ölçüde borçlandırılmış, zarar eder hale getirilmiş durumdaydı. OTAŞ’ın sahipleri isi milyarlarca doları buharlaştırmıştı. Kalan borç ise Türkiye merkezli bankaların sırtına kalmıştı. Yeni bir alıcı ise ortada yoktu.
37.Bu yaşananlar esnasında “özerk” kurumlar SPK ve BDDK herhangi bir uyarıda bulunma, takibe geçme ve soruşturma açma eylemlerinde bulunmamışlardı. Ancak en enteresanı şirketin %30 hissesini bulunduran Hazine’nin eylemsizliği idi.
38.Şirket yönetim kuruluna atamalarda bulunan Hazine, tüm bu süreç boyunca temsilcisi olduğu vatandaşların hakkını koruyamamıştı. Peki bu dönemde Türk Telekom Yönetim Kurulu’nda hangi isimler yer almıştı.
39.İlk isim TBMM Başkanlığı ve AKP hükumetlerinde Ulaştırma, Savunma ve Milli Eğitim Bakanlığı yapmış olan İsmet Yılmaz’dı. Yılmaz, Türk Telekom’daki görevinin neticesinde siyasi kariyerinde en üst mevkilere çıkmıştı.
40.Bir diğer isimse Efkan Ala. Ala, bu görevi esnasında aynı zamanda başbakanlık müsteşarı idi. Kısa süre sonra İçişleri Bakanı oldu.
41.Fahri Kasırga da uzun süre Türk Telekom Yönetim Kurulu’nda yer aldı. Kasırga, adalet bakanlığı, başbakanlık müsteşarlığı ve cumhurbaşkanlığı genel sekreterliği görevlerinde de bulundu.
42.Listedeki en popüler isim ise Yiğit Bulut. Bulut, cumhurbaşkanı başdanışmanı ve Türkiye Varlık Fonu (TVF) yönetim kurulu üyesi.
43.Yönetim kurulu üyelerinin ücretlerini aşağıda bulabilirsiniz. Miktarlar milyar dolarlık şirket için yüksek olmasa da bu ücreti alanların baştan sonra başarısız olduğu bir gerçek.
44.Peki tüm olanlar gerçekten yalnızca başarısızlık mı? Yoksa ihmal mi? Ya da kasıtlı göz yumarak yolsuzluğun bir parçası olmak mı? Bu konuda yorumu okuyuculara bırakıyorum. Peki bu süre boyunca ilgili tüm kurumlar; SPK, BDDK ve Hazine’den sorumlu kişi kimdi?
45.Ali Babacan! Dolayısıyla Babacan da bu skandalı en başından beri ayrıntılarıyla biliyordu. Elbette yönetim kurulunda çalışmış kişilere kabinesinde yer verecek kadar beğenen ve güvenen dönemin başbakanı ve bugünün Cumhurbaşkanı Erdoğan da.
46.Peki şimdi ne olacak? Konuya vakıf olmayan birçok kişi Türk Telekom’un yeniden kamulaştırılması için bir fırsat oluştuğu görüşünde. Ancak atlanan gerçek şu: Türk Telekom zaten 2026’da tek kuruş ödenmeksizin çalışır halde ve borçsuz geri devredilecekti.
47.Dolayısıyla devletin geri satın alması OTAŞ’ın Türk bankacılık sistemine bıraktığı yıkımın üstlenilmesi demek. Şirket bankalara kalırsa tüm yönetim stratejisi borç ödemek üstüne olacak ve gittikçe gerileyecek. Şirketin mevcut halde borcu neredeyse 17,5 milyar TL.

48.Özetle Türk Telekom’un göz göre göre içine düşürüldüğü durumdan kolayca kurtulması ve buharlaşan milyarlarca doların bulunması mümkün gözükmüyor. Sıradan vatandaş ise geçen 12 yıl içerisinde şirketin bir dünya markası olduğunu sanıyor.

(YENİÇAĞ)

17 Aralık 2021 Cuma

İstanbul'da mezar fiyatlarına zam+Bebek gıda ve bakım ürünlerine büyük zam! (SOL)

 İstanbul'da mezar fiyatlarına zam.(SOL)

İBB Meclisi tarafından belirlenen tarifeye göre kentte boş mezar yeri fiyatları bulunduğu gruba göre 2 bin 640 lira ile 41 bin 140 lira arasında değişiyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi Aralık ayı üçüncü birleşiminde bugün 2022 Yılı Ücret Tarife Teklifleri kapsamında mezarlık ücret ve hizmet bedelleri ele alındı.

AA'nın aktardığına göre, toplantıda 1 Ocak 2022'den itibaren geçerli olacak cenaze hizmetleri ve mezarlık fiyatları belirlendi.

Oy birliği ile kabul edilen tarifeye göre gasilhane, tahta tabut, cenaze tabut örtüsü, cenaze defin işlemleri ve İstanbul dışına nakil gibi hizmetler ücretsiz olmaya devam edecek.

Buna göre, tabutlu defin 400 liradan 440 liraya, briket lahit 700 liradan 770 liraya, yer bedeli hariç kabir nakli 2 bin 200 lira, tek katlı lahit mezar 1750 liradan 1920 liraya, çift katlı lahit mezar 2 bin 200 liradan 2 bin 420 liraya yükseldi.

Birinci grupta yer alan Karacaahmet, Nakkaştepe, Çengelköy 1. Kısım, Zincirlikuyu, Aşiyan, Nafibaba, Ulus ve Abide-i Hürriyet'te cenaze için 6 bin 600 lira olan yer bedeli değiştirilmedi.

Cenazenin yanındaki boş yer bedeli 18 bin 700 liradan 20 bin 570 liraya, boş mezar yeri bedeli ise 37 bin 400 liradan 41 bin 140 liraya yükseltildi. Çocuk cenazesi için yer bedeli ise geçtiğimiz yıl uygulanan bedel olan 6 bin 600 lirada sabit tutuldu.

Emirgan, Edirnekapı Şehitlik, Merdivenköy, Küçükbakkalköy, Bülbülderesi, Feriköy, Sütlüce, Avcılar gibi ikinci grupta yer alan mezarlıklarda 1200 lira olan yer bedeli değiştirilmezken, cenazenin yanındaki boş yer bedeli 7 bin 500 liradan 8 bin 250 liraya, boş mezar yeri bedeli 15 bin liradan 16 bin 500 liraya yükseltildi. 1200 lira olan çocuk cenazesi için yer bedeli ise değiştirilmedi.

Hekimbaşı, Kurtköy, Çekmeköy, Kilyos, Cebeci, Kayabaşı gibi üçüncü grupta yer alan mezarlıklarda cenaze için yer bedeli 100 lira olarak kalırken, boş mezar yeri 5 bin liradan 5 bin 500 liraya, cenazenin yanındaki boş yer bedeli ise 2 bin 500 liradan 2 bin 750 liraya çıkarıldı.

Daha önce köy statüsünde olan mezarlıkların bulunduğu dördüncü grupta ise cenaze için yer bedeli 100 lira olarak kalırken, cenazenin yanındaki boş yer bedeli 1200 liradan 1320 liraya, boş mezar yeri 2 bin 400 liradan 2 bin 640 liraya yükseltildi.

Gayrimüslimlere ait mezarlıklarda cenaze için yer bedeli 500 lira olarak kalırken, cenazenin yanındaki boş mezar yeri 4 bin 800 liradan 5 bin 280 liraya, boş mezar yeri 7 bin 800 liradan 8 bin 580 liraya çıktı.                                      ***

Bebek gıda ve bakım ürünlerine büyük zam!(SOL)

Bebek gıda ve bakım ürünleri zamlandı, zam gelmeyen tek bir bebek ürünü kalmadı.

Bebek bakım ürünleri fiyatlarına 1,5 yılda rekor zamlar geldi. Bebek bezi fiyatında son 6 ayda yüzde 17,5, son 1,5 yılda ise yüzde 140 zam gerçekleşti.

Bebeklerin gelişimi için önemli ürünlerden biri olan ve 0-6 ay arası kullanılan bebek sütü ve genellikle 18 ay sonrası kullanılan devam sütlerine de zam geldi.

350 gramlık bebek sütü ve 350 gramlık devam sütü son 6 ayda yüzde 19 oranında artarken, son 1,5 yılda ise yüzde 50 oranında zamlandı. 800 gramlık bebek devam sütlerinin 144 liradan 173 liraya kadar çıktığı görüldü.

125 gramlık mama yüzde 13 oranında zamlandı. 

Bu ürün grubunda son 1,5 yıldaki artış oranının ortalama yüzde 32 olarak gerçekleştiği öğrenilirken bebek mamalarının henüz bir hafta önceki fiyatı 145 lirayı bulmuştu.

Bir diğer bebek gıdası olan sütlü içeceklerde ise son bir buçuk yıldaki artış oranı yüzde 99,8 olmuş durumda.

Öte yandan, bebek bezine gelen zamlar tepki çekerken, fiyatların da son iki haftada yüzde 50 oranında zamlanarak iki katına çıktığı, Aralık ayı başında 200 lira civarında olan bebek bezlerinin fiyatının 400 lira sınırında olduğu öğrenildi.