19 Ocak 2022 Çarşamba

Hrant Dink davasında AKP'nin 'akladığı' isimler ve cinayetteki rolleri + Hrant'ın ölümünün üzerinden 15 yıl geçti: Hepsi oradaydı...(SOL)

 Hrant Dink davasında AKP'nin 'akladığı' isimler ve cinayetteki rolleri

Geçtiğimiz yıl mart ayında Hrant davası sanıklarının bir bölümü zamanaşımı adı altında tahliye ve beraat ettirildi. Peki kimdi bu isimler? Yeniden hatırlatıyoruz.

Bundan 15 yıl önce katledilen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink davasında aradan geçen 15 yılın ardından neredeyse bir arpa boyu yol alınamadı.

İktidarın ittifak bileşeni değiştikçe davanın da seyri değişti ancak aradan geçen bu 15 yılda tüm sorumluların yargılandığı ve cezalandırıldığı bir yargılama süreci hiçbir şekilde hayata geçmedi.

Dink'in katledilmesi sonrası ilk dava süreci Cemaat-AKP ortaklığının olduğu dönemdeydi. O dönem bu ittifak, Hrant'ı kendi tasfiye operasyonlarının bir aracı olarak kullanmaya çalıştı, cinayetteki kendi sorumluluklarının üzerini titiz bir şekilde örttü.

Daha sonra Cemaat-AKP kavgası davanın da seyrini değiştirdi. Bu kez Hrant'ın ölümünün sorumlusu tek başına Cemaat oldu, iktidarın cinayetteki sorumluluğunun üzeri örtüldü.

En son geçtiğimiz yıl mart ayında cinayetin sorumlusu olan bazı Cemaatçiler ceza alırken, en az onlar kadar cinayette rolü olan isimler, iktidara yakınlıkları nedeniyle aklandı.

Sadece hakkında zamanaşımı kararı verilenlerden üç isim ve beraat kararı verilenlerden bir isim haklarındaki suçlamaları kısaca hatırlatıyoruz...

Engin Dinç neyle suçlanıyordu?

"Bu cinayeti işleyecek kişileri bilmesine rağmen açık ve yakın tehlike altında bulunan Hrant Dink'in yaşam hakkını korumamıştır. Görevi gereği cinayet hazırlığı yapan suç örgütüne operasyon yaptırmayarak, Hrant Dink'i kanundan kaynaklanan koruma yükümlülüğüne aykırı hareket ederek kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi suçunu ve görevi kötüye kullanma suçlarını işlediği anlaşılmıştır."

Trabzon İstihbarat Şube müdürü olan Engin Dinç, yukarıdaki ifadelerle suçlanıyordu Dink cinayeti kapsamında.

Cinayetin en önemli isimlerinden olan Erhan Tuncel’i "muhbir" yaptığı belirtilen isimdi aynı zamanda.

Dinç, Dink suikastinin yapılacağından haberdar olan ilk isim olmasına rağmen AKP tarafından ödüllendirilerek İstihbarat Daire Başkanlığına getirilmişti.

Muhittin Zenit: Gebermişse gebermiş...

Dönemin Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli polis memuru Muhittin Zenit de hakkında 'zamanaşımı' kararı verilen isimler arasında.

Emniyet İstihbarat'ın Daire Başkanı Ergin Dinç olunca onun Özel Kalem Müdürlüğüne Muhittin Zenit atanmıştı.

Zenit'in Dink cinayetinin hemen ardından Erhan Tuncel ile yaptığı görüşme kayıtları fazla söze yer bırakmıyor:

Dink’in öldürülmesinin ardından polis memuru Muhittin Zenit ile polis muhbiri Erhan Tuncel arasındaki telefon görüşmesinde şu ifadeler yer almıştı:

- Zenit: Ne oğlum, direkt kafaya sıkmışlar.
 
- Tuncel: Öldü mü?
 
- Zenit: Tabii canım. Tek farklılık, kaçmayacaktı ama bu kaçtı.
 
- Tuncel: Yakalandı mı peki?
 
- Zenit: Yok canım.
 
- Tuncel: Hımmm... Zannetmiyorum abi bunların olduğunu ya.
 
- Zenit: Valla bilmiyorum.
 
- Tuncel: Yani şeyden değil de. Bizim yani devlete karşı boynumuz kıldan incedir. Paylaşırız.
 
- Zenit: Kardeş şimdi konuştuğumuzla o. Birbirinden farklı da.
 
- Tuncel: Konuştuğumuz farklı da, herkesin hedefinde vardı.
 
- Zenit: Biliyorum ben. Sen şimdi benle muallaklı konuşuyorsun. Koyayım ...a gebermişse gebermiş. ‘Onu kim gebertti?’ diye sorgulamıyorum. O konuda samimiyetimden şüphe duyuyorsan o ayrı bir şey.
 
- Tuncel: Yok abi yok kesinlikle. Eğer bizle alakalıysa araştırırım ederim, getirir uygun bir şekilde size de teslim ederim yani.
 
- Zenit: Ulan oğlum niye getiriyorsun? Getirmenin ne gereği var?

Celalettin Cerrah: Koruma altına alınması gibi bir görevim yok

Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü olan ve kendilerine ulaşan birçok ihbara rağmen hiçbir önlem almayan Celalettin Cerrah hakkındaki suçlamalar da 'zamanaşımı' iddiasıyla düşürüldü.

Dava kapsamında müebbet hapse çarptırılan Ramazan Akyürek, Celalettin Cerrah'ın Trabzon'dan İstanbul'a gönderilen "ses getirecek eylem" yazısının imha edilmesini istediğini söylemiş, suikastten haberi olan Cerrah'ın da önlem almadığını dile getirmişti.

Cerrah ise emniyet müdürü olduğu kentteki suikastten habersizmiş gibi bir savunma yaparak, "Öldürülen Dink’in koruma altına alınması için bir görevim bulunmamaktadır. Öyleyse bu suçu nasıl işlemiş olabilirim? Hrant Dink’e yönelik saldırı planı Trabzon ili içinde planlanmış, şüpheliler takip edilmiş ve gerekli istihbari çalışmalar yapılmıştır. İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü bilgilendirilmiş ve kendisine düşen görevi yerine getirmiştir" demişti.

Beraat kararı verilen Ahmet İlhan Güler'in rolü

Hakkında beraat kararı verilen isim Ahmet İlhan Güler de tüm süreçten bilgisi olan şüpheliler arasındaydı.

Dink ailesinin avukatı, Güler'in rolüne ilişkin şu açıklamaları yapmıştı:

 “Celalettin Cerrah ve Ahmet İlhan Güler, Hrant Dink hakkında yaşanan gelişmelerle ilgili bilgi sahibi olmalarının yanı sıra, Hrant Dink’in öldürüleceği bilgisine de sahiptirler. Celalettin Cerrah ile Ahmet İlhan Güler de tutuklanmalılar.

İstanbul Emniyet İstihbaratı’nın başında olan Güler, cinayetle ilgili olarak verdiği ifadede, Dink hakkında açılan Türklüğe hakaret davasıyla ilgili, genel bilgi mahiyetinde haberdar olduğunu söylemişti. Oysa, soruşturma kapsamında, Güler’in Dink hakkında hazırlanan pek çok evrakta imzası olduğu ortaya çıkmıştı.

Cerrah’ın ifadesinde sözünü ettiği, Dink’e yönelik eylemlerin konuşulduğu ‘il asayiş toplantıları’na, Ahmet İlhan Güler de katılmıştı.

17 Şubat 2006 tarihinde, Trabzon’dan Yasin Hayal’in Ermenilere dönük kin beslediği ve Hrant Dink’e yönelik eylem yapmayı planladığına ilişkin yazı da Ahmet İlhan Güler’in başında olduğu İstanbul İstihbarat Daire Başkanlığı’na gönderilmişti.

Dink’i hedef haline getiren en önemli olaylardan birisi, hakkında açılan "Türklüğe hakaret" davasıydı. Dava, Şişli Adliyesi’nde bulunan 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. 15 Mayıs, 4 Temmuz ve 12 Aralık 2006 tarihli duruşmalara ilişkin bilgi evraklarının altında, Ahmet İlhan Güler’in imzası var. Güler, duruşmalara kimlerin katıldığı, kapı önünde kimlerin eylem yaptığı, kimlerin konuştuğu gibi bilgilerin hepsini, Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’na rapor etti. Bu yöndeki belgeler de dava dosyasına girdi.

                                                                   ***

Hrant'ın ölümünün üzerinden 15 yıl geçti: Hepsi oradaydı...

Bu cinayet Cemaat, AKP, MİT, emniyet ve jandarmanın bilgisi dahilinde, onların seyirciliği sayesinde gerçekleşmişti. Kısacası bugünlerde birbirlerini suçlayan bu ekiplerin hepsi cinayet mahallindeydi.

19 Ocak 2007 yılında Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, gazete binasının hemen önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirmişti.

Cinayetin ardından tetikçi Ogün Samast polis karakolunda kahramanlar gibi karşılandı, polisler katille hatıra fotoğrafı çektirme yarışına girdi. 

Türkiye'nin Kırmızı Pazartesi'siydi yaşananlar. İktidar biliyor, Cemaat biliyor, polis biliyor, jandarma biliyor, MİT biliyordu...

Hepsi Dink'e yönelik saldırı planından haberdardı, elbirliğiyle cinayetin ortamı hazırlandı, tetiği çekmek Samast'a kaldı.

Bugün bu cinayetin üzerinden tam 15 yıl geçti.

Şimdi o günlerde yaşananları bir kez daha hatırlayalım.

Neler olmuştu?

Agos Genel Yayın Yönetmeni Dink, 2003 yılında Agos gazetesinde Ermeni Diasporasını eleştiren 11 haftalık yazı dizisine başladı.

Bu yazı dizisinden bir bölüm gerekçe gösterilerek hakkında birçok gazete tarafından hedef gösteren haber ve yazılara yer verildi.

301. maddeden yargılandı ve aksi yönde verilen bilirkişi raporuna rağmen 6 ay hapis cezası aldı.

Üstelik söz konusu cezanın verildiği davada bilirkişi heyeti, hazırladıkları raporda, dava konusu yazılarda "Türklüğe hakaret bulunmadığı" vurgusunda bulunmuşlardı, karar buna rağmen verildi.

2004'te ise Sabiha Gökçen’in Ermeni asıllı olduğu iddiasını içeren haber nedeniyle hedef alındı.

4 Şubat 2004 günü, daha sonra AKP'nin İçişleri Bakanı olacak Muammer Güler'in valiliği döneminde İstanbul Valiliği’ne çağırılarak iki istihbaratçı tarafından "uyarıldı".

Bu da yetmedi, “Bu haberi yayımlayan kişi ülkenin birliğine ve bütünlüğüne nifak sokuyor” diye bir açıklama yaptı Genelkurmay. 

Ülkü Ocakları, 26 Şubat’ta Agos gazetesi önünde “Ya sev ya terk et” eylemi düzenlendi, dönemin Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Levent Temiz, “Hrant Dink bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir, hedefimizdir” dedi.

Kısacası cinayetten önce ortam hazırlanmış, gerekli zemin oluşmuştu.

Oluşan bu zemin, Cemaat-AKP ittifakı döneminde "yeni bir sürecin" kapısını açacak adımlardan biri olarak görüldü ve defalarca ihbar edilmesine, neredeyse devletin tüm kurumlarınının bilmesine rağmen göz göre göre geldi cinayet.

Herkesin haberi vardı

Trabzon’da McDonalds’ın bombalanması eyleminde bombayı hazırlayan kişi olan ve Dink cinayeti planlayıcılardan olan Erhan Tuncel, polis muhbiriydi.

Sadece bu da değil, Dink’in vurulacağı, emniyete cinayet öncesinde tam 17 kez ihbar edilmişti. Bu ihbarlardan biri, Ogün Samast'ın cinayeti işlemek üzere İstanbul'a geldiğini dahi içeriyordu.

Cinayet ihbarı Trabzon'dan İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne de iletilmişti, şimdilerde dava kapsamında tutuklu olan ancak cinayetten sonra uzun süre korunan dönemin İstanbul İsthbarat Şube Müdürü olan cemaatçi Ali Fuat Yılmazer, bu ihbarın gereğini yapmamıştı.

Trabzon Terörle Şube Müdürü Yahya Öztürk, cinayet öncesinde Yasin Hayal’e “Bu bayrak düştü. Ya Yasin kaldıracak ya Erhan kaldırır, bu görev sizin” diyordu.

Yasin Hayal’in eski eniştesi Çoşkun İğci’nin cinayetten aylar önce Yasin Hayal’in planları konusunda Jandarma istihbaratına bilgi vermiş olmasına rağmen bu bilginin uzun süre gizlendiği de ortaya çıkacaktı.

Emniyet istihbaratçısı Muhittin Zenit, cinayetten sonra aradığı Erhan Tuncel'e  “Koyum ...a, gebermişse gebermiş” diyordu.

Ve belki de tüm bu sürecin finali olarak Samsun’da "yakalanan" Ogün Samast’la hem polis, hem de jandarma görevlileri Türk bayrağı önünde hatıra fotoğrafı çektirecek, elbirliğiyle işledikleri cinayeti kutlayacaklardı.

Cinayetten sonra iki açıklama...

İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah cinayetten üç gün sonra basına verdiği demeçte “Dink cinayetinin herhangi bir siyasi boyutu ve örgüt bağlantısı yok, milliyetçi duygularla işlenmiş bir cinayettir” diyecekti.

Bundan 5 yıl sonra ise bu kez Erdoğan, üstelik de cemaatle gerilimin de başladığı günlerde "Hrant Dink davası bence kişiselleştirilmiş davadır. Dink’in yazılarını, onun düşünce dünyasını kabullenmemek gibi bir nedenle yapılmıştır. Paralel yapı meselesinde ise devleti ele geçirme, ulusal güvenliği tehdit gibi büyük bir amaç var. Dink’in bu amacı gerçekleştirmelerini kolaylaştıracak devlette bir konumu yoktu ki. Bu teoriler paralel yapıyla mücadelenin hedefini saptırmadır. Mesela bu yapının parasal boyutu var" ifadesini kullanacaktı.

Şimdilerde AKP kendini aklamak için cinayette Cemaat'i işaret ediyor, tek suçlu o diyerek işin içinden sıyrılmaya çabalıyor. Oysa bu cinayet Cemaat, AKP, MİT, emniyet ve jandarmanın bilgisi dahilinde, onların seyirciliği sayesinde gerçekleşmişti. Kısacası bugünlerde birbirlerini suçlayan bu ekiplerin hepsi cinayet mahallindeydi, hepsi oradaydı...

SOL


18 Ocak 2022 Salı

KISA KISA GÜNDEM (18 OCAK 2021)



1- Orhan Yıldırım binlerce işsiz genç adına TRT'ye isyan etti! İletişim mezunları lastikçide çalışıyor, holding sahipleri, kabzımallar yorumculuk yapıyor(Yeniçağ)

Fanatik Gazetesi yazarı Orhan Yıldırım, Ömer Üründül’ün TRT’de uzun yıllardır yorumculuk yapmasına tepki göstererek, “Kadrolu olsa 3 kez emekli olurdu. Binlerce genç mezun, yüzlerce emekçi gazeteci boşta. 25-30 senedir aynı yorumcu aynı yorumlar” ifadelerini kullandı.





2- Erdoğan'dan onay yok. İstanbul'un ardından bir büyükşehir belediyesine daha izin çıkmadı(YENİÇAĞ)

Cumhurbaşkanlığı 2022 Yılı Yatırım Programı'nda Muğla Büyükşehir Belediyesi'nin projeleri için beklediği krediye onay çıkmadı. 
Cumhurbaşkanlığı 2022 Yılı Yatırım Programı açıklandı. Açıklanan program kapsamında Muğla Büyükşehir Belediyesinin beklediği kredi kullanma onayı çıkmadı.Uzun süredir Cumhurbaşkanlığı onayında olan ve bir türlü gereken izinlerin verilmediği Muğla Büyükşehir Belediyesi'nin projelerine finansman sağlayacak onay çıkmadı. Muğla Büyükşehir Belediyesine Fitch Ratings tarafından en iyi kredi notu olan AAA verilmişti. Bu nedenle birçok uluslararası kredi kuruluşu büyükşehir belediyesinin güçlü mali yapısı nedeniyle kredi kullandırabilecekleri taahhüdünde bulundu. Bu kapsamda Muğla Büyükşehir Belediyesi Muğla’nın il genelindeki su kayıp ve kaçaklarının en aza indirilmesi, yeni içme suyu hatlarının yapılması ve yenilenebilir enerji sistemlerinin kurulması için projeler hazırladı.

3- Motorine bu gece yarısı büyük zam geliyor(Yeniçağ)

Petrol fiyatlarındaki yükselişle birlikte akaryakıt fiyatlarına bu gece yarısı zam göründü. Dün 40 kuruş zamlanacağı belirtilen motorine, bu gece yarısı 52 kuruş zam yapılacak. Bir kaç gün içinde benzin de rekor zam yapılacak. 
Milli Gazete'nin haberine göre, dolar kurundaki gerilemeye rağmen Brent Petrol fiyatlarının yükselmesi akaryakıt fiyatlarına zammı da tetikledi. Benzin ve motorine yılın ilk haftalarında gelen zamların ardından yeni bir zam daha göründü.(MOTORİNE BU GECE ZAM YOLDA) Akaryakıt sektörü kaynakları dün 40 kuruş zam beklentisi olduğunu belirtmişti. Sektör kaynaklarından elde edilen güncel bilgilere göre beklenen zam miktarı 52 kuruşa yükseldi. Sektör kaynakları zammın salı gününü çarşamba gününe bağlayan gece yani bu gece gerçekleşeceğini belirtiyor.  İstanbul'da şu anda motorinin litre fiyatı 13,76 TL, gelen zamla birlikte 14,28 TL olacak. Ankara motorinin litre fiyatı 13,85 TL, gelen zamla 14,37 TL olacak. İzmir motorinin litre fiyatı 13,84 TL, gelen zamla 14,36 TL olacak.(BENZİNE DE ZAM YAKIN)Sektör kaynakları benzine de birkaç gün içinde zam beklentisi olduğunu belirtti. Beklenen zam miktarı ise 40-41 kuruş arasında.Brent petrolün varil fiyatının 87 doları aştığını, yukarı yönlü trendin devam ettiğini, uluslararası piyasalarda da benzin ve motorinin fiyatının yükseldiğini belirten sektör kaynakları; “Brent petrol 87 doları aştı. Küresel piyasalarda benzinin tonu 804 doları, motorinin tonu 764 doları buldu. Buna bağlı olarak da motorinde zam gündeme geldi” dedi.

4- Son dakika | Borsa İstanbul'da işlemler durduruldu(Cumhuriyet)

Borsa İstanbul'da BIST 100 endeksinde düşüşler yüzde 5'i aşınca devre kesici devreye girdi ve işlemler durduruldu. BIST 100 endeksi yüzde 5.08 düşüşle 1.979 puana geriledi. Bankacılık hisseleri yüzde 4,50 ile yüzde 6 arasında düşüşler sergiledi. Borsada kapanışa doğru satışların hızlanması ve kaybın yüzde 5'i geçmesi üzerinde endekse bağlı devre kesici devreye girdi, işlemler durdu. İşlemlerin bugün yeniden başlamayacağı ve seansın tamamlandığı bildirildi.

5- İmamoğlu'ndan, hedef alınan sanatçılara destek: 'Kimse gündem değiştirmek için bu sesleri kısamaz'(Cumhuriyet)

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, uzun zamandır iktidara yakın isim ve gruplar tarafından hedef gösterilen Sezen Aksu, Tarkan ve Mustafa Sandal gibi isimlere atıfta bulunarak, sosyal medya hesabından bir paylaşım yaptı. İmamoğlu, "Sanatçılar bu ülkenin iç sesidir. Kimse gündem değiştirmek için bu sesleri kısamaz" dedi. 

6- Ele geçirilen 1,5 ton eroin dosyasında AKP’li vekilin eşine rüşvet davası açıldı (Birgün)

AKP Milletvekili Emine Zeybek’in eşi emekli savcı Faruk Sarıoğlu hakkında Cumhuriyet tarihinde tek operasyonda ele geçirilen en büyük miktardaki eroin dosyasına bakan meslektaşına rüşvet teklif ettiği iddiasıyla dava açıldığı ortaya çıktı. İddianamede İranlı uyuşturucu baronu Zindaşti dosyasında adı rüşvete aracılık ettiği iddiasıyla geçen avukat Oktay Bağatır da sanıklar arasında yer aldı.
(https://www.birgun.net/haber/ele-gecirilen-1-5-ton-eroin-dosyasinda-akp-li-vekilin-esine-rusvet-davasi-acildi-373682)

7- DP’nin binası sanayi atık merkezi oldu: 'Cumhur İttifakı'na destek verin' diyorlar, bu bir rüşvettir (Birgün)

Demokrat Parti (DP) Genel Merkezi arsasının 'sanayi atık merkezi' ilan edildi.  DP Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt,
"Bunu çözün diyoruz’ 'Cumhur İttifakı'na destek verin' diyorlar. Bu rüşvettir, haksızlıktır, zulümdür. Rüşvetinizi almayacağız" dedi. 

Turgut Özal döneminde yaptırılan ve ANAP-DYP birleşmesi sonrası Demokrat Parti (DP) Genel Merkezi olan binanın arsası, ‘Sanayi Atık Merkezi’ ilan edildi. Demokrat Parti Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt ve Demokrat Parti Ankara İl Başkanı Erkin Delikanlı, DP Genel Merkezi önünde açıklama yaptı. Açıklamada öne çıkan başlıklar şöyle: "Demokrat Parti olarak adalet istiyoruz, hukuk istiyoruz, hakkımızı istiyoruz. DP Genel Merkezi Ankara’nın göbeğinde bir bina. Hemen arkası Dışişleri Bakanlığı. Ama genel merkezimiz sanayi depolama alanı ilan edildi, adeta göle döndü. Bu hak mı bu adalet mi? (BU BİR RÜŞVETTİR) Ankara’nın göbeğinde sanayi depolama alanı olarak Demokrat Parti Genel Merkez binasını mı buldunuz? “Bunu çözün” diyoruz. Diyorlar ki “Cumhur İttifakı’na destek veriniz.” Bu rüşvettir, haksızlıktır, zulümdür. Ne yaparsanız yapın, milletin yanındayız, milletle beraberiz, Millet İttifakı’ndayız. Susmayacağız, yılmayacağız, rüşvetlerinizi almayacağız ama bu zulmü de unutturmayacağız."

8- Avrupa İlaç Ajansı'ndan Turkovac açıklaması: "Bize bir başvuru gelmedi" (Birgün)

BioNTech/Pfizer, Novavax, Moderna, AstraZeneca ve Johnson&Johnson aşılarına acil kullanı onayını veren Avrupa İlaç Ajansı (EMA), Turkovac aşısıyla ilgili, aşının Avrupa'da kullanım onayı alabilmesi için kendilerine başvuru yapılması gerektiğini belirterek, "Bize Turkovac’la ilgili bir başvuru gelmedi" açıklaması yaptı. EMA’dan onaylanmayan Turkovac, dünyanın birçok ülkesinde geçersiz.
  (https://www.birgun.net/haber/avrupa-ilac-ajansi-ndan-turkovac-aciklamasi-bize-bir-basvuru-gelmedi-373680)

TKP'den HDP'nin çağrısıyla yapılan toplantıya ilişkin ilk değerlendirme - SOL

Bugün Ankara'da HDP'nin çağrısıyla düzenlenen toplantının ardından TKP MK üyesi Savaş Sarı, soL'a açıklamada bulundu.

Bugün Ankara'da HDP'nin çağrısıyla TKP, EMEP, Halkevleri, SMF, TÖP, TİP ve EHP'nin katıldığı bir toplantı gerçekleştirildi.

Toplantıya Türkiye Komünist Partisi adına katılan heyette yer alan TKP Merkez Komite üyesi Savaş Sarı, toplantıya dair soL'a değerlendirmede bulundu.

'Bütünlüklü bir mücadele çerçevesinin nasıl oluşturulması gerektiğine dair görüşlerimizi aktardık'

"HDP’nin gerek yazılı gerekse yüz yüze sözlü olarak bizlere yaptığı toplantı çağrısı üzerine bugün Ankara’da 8 ayrı siyasi yapı bir araya gelmiş olduk" diyen Sarı, "HDP’nin toplantı çağrısında da ilettiği üzere Türkiye’de düzenin yaratmış olduğu ağır baskı ve sömürü koşullarında emekçiler ve ezilenler adına neler yapılabilirin tartışılması çağrısı ile yapılan toplantıda katılımcı siyasi partiler ortak mücadele zemininin nasıl ve hangi önceliklerle oluşturulacağına dair görüşlerini aktardı. TKP adına 3 Merkez Komite üyesi olarak katıldığımız toplantıda bizler de hem somut mücadele başlıklarında ortak tutum alınması hem de daha bütünlüklü bir mücadele çerçevesinin nasıl oluşturulması gerektiğine dair görüşlerimizi aktardık" ifadesini kullandı.

'İlkesel ortaklıkları taşıyanların bir araya gelerek bir ittifak oluşturmasının daha sağlıklı olduğunu vurguladık'

Somut mücadele gündemlerinde bir araya gelebilmenin, bu mücadele başlıklarında ortak neler yapılabilir bunun tartışılmasına dönük bir iletişimin sağlanması ve bu yönlü bir çabanın önemini vurgulamış olduklarını belirten Sarı, şöyle konuştu:

"Aynı zamanda daha bütünlüklü bir mücadele programının ve bu kapsamda seçim ittifakı başlığına dair de zaten kamuoyu ile defaten paylaştığımız üzere bunun belli ilkeler üzerinden ve bu ilkelerin belirlediği bir programatik çerçevede gerçekleşmesinin bizim açımızdan doğru olduğunu belirtmiş olduk. Bu anlamda toplantıda olan veya olmayan siyasi yapılar açısından ilkesel ortaklıkları taşıyanların bir araya gelerek bir ittifak oluşturmasının daha sağlıklı olduğunu vurguladık. İlkesel ortak bir çerçevede anlaşamayan siyasi yapıların ise bir ortak programatik hat veya siyasi ittifak içerisinde bulunmasının doğru olmadığını düşündüğümüzü de belirttik."

'Üç ilkeyi örtecek bir ittifak ilişkisini kabul etmemiz mümkün değil'


"TKP açısından sermaye karşısında emekçilerin çıkarlarını ve bağımsız siyasi iradesini temsil, emperyalizme karşı bağımsızlık ve gericilik karşısında laikliği savunu ilkeleri etrafında bir programatik çerçeve ve devrimci birliktelik bugün yakıcı bir ihtiyaçtır" vurgusunda bulunan Sarı, "Bu anlamda HDP’nin sunduğu Tutum Belgesi üzerinden HDP ile bir ittifak içersinde olmamız veya bizim savunduğumuz üç ilkeyi örtecek bir ittifak ilişkisini kabul etmemiz mümkün değil. Toplantıda, bu toplantıya katılan siyasi yapıların arasındaki iletişimin güçlenmesi ve süreklileşmesi ve somut mücadele gündemleri üzerinden ortaklaşıldığı ölçüde birlikte hareket edilmesi ihtiyaç ve gerekliliği konusunda bir görüş ortaklığı oluştuğunu söyleyebiliriz" diye konuştu.

Toplantıda alınan kararlar

8 partinin anlaştığı ve imza attığı kararlar ise şu şekilde

• Ortak mücadeleyi sürdürmeyi, bu mücadele zeminlerini çoğaltmayı ve güçlendirmeyi,

• Ortak mücadele konularını belirlemek, bunları hayata geçirmeye yönelik içerik, yöntem ve takvimi oluşturmak için düzenli görüşmelere devam etmeyi,

• Mevcut katılımla kendini sınırlamayan, ortak mücadelenin Türkiye’nin bütün demokratik, sol, sosyalist ve devrimci güçlerini kapsayacak şekilde genişletilmesini hedeflemeyi karar altına aldık.

SOL

17 Ocak 2022 Pazartesi

ARAP COĞRAFYASINDA GEÇEN HAFTA (EVRENSEL)

Yemen’de bölgesel deniz savaşlarına doğru

Yemen’de sekizinci yılına giren savaşta bir yandan yeni dengeler oluşurken diğer yandan gittikçe “bölgesel deniz savaşına” evrilme emareleri görülüyor.



Yeni girdiğimiz yılın başlarında, Yemen'deki İran destekli Husiler Birleşik Arap Emirlikleri’ne ait Rawabi kargo gemisine el koydu ve mürettebatını esir aldı. Bu gelişme gittikçe bütün bölgeyi içine çeken Yemen savaşında “deniz savaşları” merhalesine adım adım yaklaşıldığının ifadesi. Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt, Husilerin BAE bayrağını taşıyan Rawabi gemisi ve mürettebatını serbest bırakması için çağrıda bulundu. Gayt, gemiye el konmasını “korsanlık faaliyeti” olarak değerlendirerek kınadı.

Son gelişme Afrika ile Asya arasında yer alan ve Hint Okyanusu’na bağlanan Kızıldeniz’de ticareti ve seyrüseferi tehlikeye atan kritik bir nokta oldu. Petrol zengini Arabistan Yarımadası’nı Hint Okyanusu’na bağlayan Kızıldeniz özellikle tankerler bakımından vazgeçilmez bir deniz yolu.

Savaşın denize taşınmasıyla birlikte savaş, başta Suudi Arabistan ve İran olmak üzere gittikçe bütün bölgesel ve uluslararası aktörleri girdabına çekecek gibi. Al Arab al Cedid gazetesinde Büşra el Maktari Yemen savaşının Kızıldeniz’e taşınma tehlikesine dikkat çekerek böylesi bir durumda en çok zarar görecek ülkelerin başında olan Suudi Arabistan’ın, Kızıldeniz’de uluslararası seyrüsefer güvenliğini koruma bahanesiyle askeri operasyonlarını tırmandırmak için yeni bir uluslararası kılıf elde edeceğini yazdı. Maktari, “Küresel ticaretin ana yollarından birinin tehdit altında olduğu gerekçesiyle Yemen limanlarına yönelik deniz ablukasının sıkılaştırılmasının gerekçesi de olacak. Bu da sekiz yıldır açlık çeken Yemenlilerin çektiği acıyı ikiye katlamak anlamına geliyor” dedi.

HUSİLER NEDEN GERİLİYOR?

Yemen’de savaşının niteliğinin yanı sıra savaşan güçler arasındaki dengeler de değişiyor. İç savaşın başladığı 2014’ten bu yana İran’ın desteklediği Husiler hep ilerleyen ve kontrol ettiği coğrafyayı büyüten taraf oldu. Ancak geçtiğimiz hafta kritik bir gelişme yaşandı. İlk kez Suudi Koalisyonun desteklediği güçler bir ilerleme sağladı. İran’ın temsil ettiği ve “direniş ekseni” olarak adlandırılan kampa yakınlığıyla bilinen Rai al Youm gazetesi, başyazısında bu durumu iki sebebe bağladı. Bunlardan ilki, gelişmiş savaş uçaklarına sahip Suudi hava kuvvetlerinin şiddetli bombardımanıydı. İkinci sebep ise makalede “BAE ve onun desteklediği güçler, özellikle Devler Tugayının, Güney Geçiş Konseyi güçleri ve İslami Islah Partisine bağlı unsurların pozisyonunda sert bir değişimin yaşanması ve tüm bu güçlerin Husi güçlerine karşı mevcut savaşa katılımı” olarak özetlendi. Bu birleşmenin arkasında Suud-BAE anlaşması olduğuna vurgu yapıldı.

İSRAİL’İN YENİ BAHANESİ AĞAÇLANDIRMA

Geçtiğimiz haftanın diğer dikkat çeken gelişmesi İsrail’in Filistinlilerin önemli yaşam alanlarından biri olan Nakab Çölü’nü ağaçlandırma bahanesiyle yeni işgalcilere açması. Konuyla ilgili al Kuds al Arabi gazetesinin başyazısında, “İsrailli yetkililer, son Nakab intifadasının merkez üssü olan Sa’wat al Atraş köyüyle ilgili olarak, ‘Çölü canlandırmak ve onu ağaçlandırmak’ istediklerini iddia ediyorlar. Ancak Nakab halkının gördüğü şey, Filistinlilerin kökünün kazınması ve Yahudilerin yerleşimi. İsrail işgal hükümetinin Yahudi yerleşimlerini ve Nakab halkına yönelik yıkımda kullandığı buldozerleri “ağaç dikme” gibi çevresel bir başlıkla örtmesi gerçekten gülünç” denildi.

-----------------------------------------------------------------------

YEMEN DENİZ SAVAŞLARI MACERALARI… HEPSİ KORSAN

Büşra el Maktari
al Arab al Cedid

İran destekli Husi grubu, Kızıldeniz’deki son askeri harekatta, 3 Ocak’ta, Birleşik Arap Emirlikleri bayrağı taşıyan “Rawabi” kargo gemisine el koydu ve Yemen’deki savaşı yeni bir askeri aşamaya getirdi. Yemen’deki Arap koalisyonunun lideri Suudi Arabistan’a, Husi grubunun tüm kırmızı çizgileri aşarak küresel ticareti hedef almasına yönelik uluslararası öfkeyi kullanarak şunları yapması olası: Kızıldeniz’de uluslararası seyrüsefer güvenliğini koruma bahanesiyle Yemen’deki askeri operasyonlarını tırmandırmak. Aynı zamanda küresel ticaretin en önemli ana yollarından birinin tehdit altında olduğu gerekçesiyle Yemen limanlarına yönelik deniz ablukasını sıkılaştırmak. Bu da sekiz yıldır açlık çeken Yemenlilerin çektiği acıyı ikiye katlamak anlamına geliyor.

Yemen’deki bölgesel taraflar ve müttefikleri arasındaki çatışmanın denize taşınması riskleri artıyor. Taraflarının çokluğu ve vekalet savaşı bağlamında yerel uzantılarının artan etkisi nedeniyle savaşın tırmanması ışığında seyir güvenliğinin sağlanmasının zorluğu artabilir.

Yemen’in kara suları, su yolları da dahil olmak üzere, savaşın ilk yıllarında bölgesel ve uluslararası çatışma çemberinin büyük ölçüde dışında kaldı. Bunun nedeni, Yemen’deki çatışmanın doğasının bölgesel olmaktan çok yerel olmasıydı. İran ve vekili Husi grubu arasındaki koordinasyon, siyasi düzeyde sınırlıydı. Askeri tarafa ve bölgesel gündemlerinin uyumlaştırılmasına kadar uzanmıyordu. Ayrıca Husi grubu deniz savaşlarını tercih etmiyordu. Çünkü Suudi Arabistan’a karşı koyabilecek bir deniz askeri gücüne sahip değildi. Buna ek olarak Husilerin dağlık alanda çarpışma doğası nedeniyle denizde muharebe kendi çıkarlarına değildi. Ardından askeri faaliyetlerini Kızıldeniz’deki Suudi gemilerini hedef alan deniz mayınlarını kullanarak gerçekleştirmekle sınırladı. Tabii ki daha sonraki aşamada ekim 2016’da Kızıldeniz’deki Mocha Limanı yakınında BAE gemisi “Swift-1”i hedef almasında olduğu gibi bir sonraki bir aşamada balistik füzelerine güvendi.

Bu saldırıların sınırlı sayıda olmasıyla muharebeler Yemen’in batı kıyılarına taşındı. Hudeyde şehrini kurtarma savaşının başlaması ve Suudi Arabistan ve BAE tarafından desteklenen yerel güçlerin yerel çatışmanın ön saflarına girmesiyle birlikte, yerel ve bölgesel güçler Kızıldeniz limanlarına hakim olmak için mücadeleye girişti. Bu duruma Suudi Arabistan ile İran arasında artan ve çatışmaların yoğunluğunu daha da üst seviyelere taşıyan bölgesel çatışma eklendi. Bunun anlamı, İsrail ile İran arasındaki gölge savaşın temsil ettiği Suudi-İran bölgesel çatışmasına paralel ilerleyen başka bir savaşın patlak vermesiydi. Geçtiğimiz üç yıl, bir yanda İsrail ve müttefikleri, diğer yanda İran ve vekilleri arasında, petrol tankerlerini, ticari ve askeri gemileri hedef almaktan Suriye ve Irak’taki askeri üslere yönelik saldırılara kadar değişen karşılıklı saldırılara tanık olundu. Uluslararası deniz yollarını denetleyen merkezi bir otoritenin olmaması nedeniyle Yemen kara suları caydırıcı bir zemin haline geldi.

Yerel partilerin müttefiklerinin gündemlerini uygulamak için ucuz ajanlara dönüşmesi de dahil olmak üzere, gerçek ve nominal egemenliklerini müttefiklerinin yararına kaybeden bağımsız devletler, çeşitli bahaneler altında yasal ve izin verilebilir devletler haline geliyorlar. İran’ın Yemen’deki ajanı olan Husi grubunun uzlaşmazlığı, bölgesel ve uluslararası güçlere Kızıldeniz’de uluslararası seyrüseferi tehdit gerekçesiyle hedeflerine ulaşma fırsatı ve müdahale gerekçesi vermesine rağmen vekalet savaşının denize uzatılması da dahil olmak üzere, çıkar hesapları, her zaman zayıf taraftan yeni ganimetler elde etmeyi kabul ediyor.

-----------------------------------------------------

YEMEN’DE BAE’NİN DEĞİŞTİRDİĞİ DENGE

Rai al Youm
Başyazı

Görünüşe göre, Husi Ensarullah hareketinin stratejik Marib kentini hızla kontrol altına alma ve “meşru güçleri” buradan çıkarma konusundaki iyimserliği son birkaç gün içinde büyük bir gerileme yaşadı. Özellikle BAE destekli General Tarık Salih’in “Devler” olarak adlandırılan güçlerinin yardımıyla kuşatılmış Şabwa vilayetini almasından ve el Bayda vilayetine doğru ilerlemesinden sonra.

Husilerin yorumlarına göre Yemen’deki savaşın dengeleri, geçici de olsa, yıllar sonra ilk kez Devlet Başkanı Abdurabbu Mansur el Hadi’nin güçleri ve onları destekleyen Suudi Koalisyonu lehine  bozuluyor. Özellikle Şabwa ve Husi güçleri tarafından aylardır kuşatılan Marib şehri üzerindeki baskı iki ana etken sayesinde hafifledi:

Birincisi, Suudi koalisyonu savaş uçaklarının yoğun hava saldırıları. Bu gelişmiş ve modern Amerikan yapımı uçakları düşürecek savunma askeri yeteneklerine sahip olmayan açıkta kalan Husi Ensarullah güçlerinin bombalanması.

İkincisi, BAE ve onun desteklediği güçler, özellikle Devler Tugayının, Güney Geçiş Konseyi güçleri ve İslami Islah Partisine bağlı unsurlar pozisyonunda bir sert bir değişimin yaşanması ve tüm bu güçlerin Husi güçlerine karşı mevcut savaşa katılımı.

Husi Ensarullah hareketinin siyasi bürosunun üyesi olan Muhammed el-Bahiti, geçen gün el Cezire kanalına verdiği röportajda Suudi Arabistan’ın BAE ile anlaşmaya varmasıyla ilgili konuştu. Bu anlaşmanın özü, Suud’un Şabwa Valiliği de dahil olmak üzere tüm Güney Yemen vilayetlerini BAE’nin başlangıçta olduğu gibi savaşta tüm askeri ağırlığını yeniden koyması karşılığında devretmesidir.

Muhammed el-Bahiti, el Cezire ile yaptığı röportajda bu konuya değinerek, “BAE’nin Yemen’den çekilme niyeti vardı. Biz ona fırsat verdik ve topraklarında düzenleyeceğimiz eylemlerle ilgili için tüm planlarımızı dondurduk. Lakin şimdi yeniden dahil oldu ve buna devam etmemesini tavsiye ediyoruz, çünkü o zaman BAE’yi topraklarının derinliklerinde vurmak zorunda kalacağız” dedi.

Şabwa, el Bayda ve Marib’deki savaş alanlarında BAE’nin siyasi ve askeri rolünün belirleyici olduğu ve son günlerde sahadaki güç denklemlerini değiştirdiği açıktır. Devler Gücünün Komutanı ve Genel Halk Kongresi (Başkan Ali Abdullah Salih’in partisi) Genel Sekreteri General Tarık Salih’e güçlerini batı kıyısından çekmesi talimatı vererek başlayan bir roldür. O dönemde pek çok soru işareti yaratan bu geri çekilmeden sonra  Şabwa ve Marib cephelerine geçiş yapılmıştı.

En önemli ve şu anda şiddetle sorulan soru, Husi Ensarullah hareketinin ve müttefiklerinin Marib ve Şabwa’daki cephelerdeki bu askeri alan kayıplarına nasıl yanıt vereceğidir. Karşılık Suudi derinliğini füzeler ve insansız hava araçlarıyla yeniden daha büyük bir güçle bombalayarak mı, yoksa BAE’yi siyasi başkenti  Abu Dabi ve ekonomik başkent Dubai şehirlerini bombalayarak mı gelecek?

Bugünlerde tüm Husi sözcüleri sessiz. Planlarını kendilerine sakladıklarından sorunun bizim için yanıtlanması zor. Ancak  el Bakhiti’nin el Cezire ile yaptığı ve BAE’yi uyardığı röportajında  güçlü bir misilleme tehdidinde bulundu. “Sürece dahil olmaya devam ederse BAE’yi vurmak zorunda kalacağız” dedi. Önümüzdeki birkaç gün içinde soruların bazılarına cevaplar ve çatışmaların yönü ortaya çıkabilir. Tek yapmamız gereken bekleme bilgeliğine bağlı kalmak!

---------------------------------------------------

NAKAB İNTİFADASI: AMAÇ AĞAÇ DİKMEK Mİ, YOKSA İNSANLARI KÖKÜNDEN SÖKMEK Mİ?

al Kuds al Arabi
Başyazı

Çöl bölgesi, tarihi Filistin coğrafyasının yaklaşık yüzde 40’ını oluşturmaktadır. Orta Filistin’in batı kıyısında Aşkelon’dan Sina sınırı boyunca Refah’a kadar uzanır. Nakab (Necef) Çölü’nde Filistin  nüfusunun yüzde 56’sını oluşturan yedi Arap topluluğu yaşıyor. Burada yaşayanlar 1948’de İsrail devletinin kuruluşundan bu yana, 35 Bedevi topluluğunun yaşadığı tahminen 13 milyon dönümlük topraklarının ele geçirilmesi sürecine maruz kaldılar.

Bu stratejik sürecin hedefleri yerleşimlere, Yahudileştirmeye ve Filistinlilerin yerinden edilmesine dayanan İbrani devletinin doğasındaki kilit unsurlarla derinden iç içe geçmiş durumda. Filistin demografisinin yıkılması ve Yahudi yerleşiminin değiştirilmesi bu planda en önemli noktadır.

Nakba’nın* ardından işgal, yaklaşık 100 bin Bedevi’yi Nakab’ı terk etmeye zorladı ve bunların çoğu Ürdün, Sina Yarımadası, Gazze Şeridi ve işgal altındaki Batı Şeria bölgelerinde, özellikle Celile, Ürdün Vadisi ve Kudüs’te mülteci oldu. Nakab Bedevileri söz konusu olduğunda, bölgenin sakinleri İsrail uyruklu olmasına rağmen siyonist devletin tavrı en saf haliyle ırkçı olarak görünüyor. İsrail devletinin politikaları on yıllar boyunca onları altyapıdan; sağlık, yol, eğitim, elektrik ve su gibi temel hizmetlerden yoksun bırakmaya çalıştı.

Nakab’la ilgili politikanın doruklarından biri, “Devletin topraklarını Bedevilerden korumak ve kontrol etmek” amacıyla kurulan Tarım Bakanlığına bağlı özel bir birim olan Ariel Şaron’un kurulmasıydı. 1976’da kurulan Ariel Şaron birimi 6 yıl sonra 1982 Lübnan işgalinden sonra Sabra ve Şatila kamplarında Filistinlilere yönelik ünlü katliamı gerçekleştirdi. Son beş yılda işgal makamları Nakab sakinlerinin evleri için 16 binden fazla yıkım emri çıkardı.

Nakab halkının yerinden edilmesiyle eş zamanlı olarak, İsrail hükümetlerinin Yahudileri yerleştirme planları devam etti. 2005 yılında onaylanan bu çerçevedeki planlardan biri, “Nakab’ın kalkınmasına yönelik stratejik ulusal plan” adı altında, Yahudi sayısını bir milyona çıkarmayı hedefliyordu. 2011 yılında, bölgeye yerleşen her Yahudi aile için 80 dönümlük bir alanın ücretsiz olarak tahsis edilmesi kararlaştırıldı ve 100 çiftlik kurulması için başka bir plan onaylandı.

İsrailli yetkililer, son Nakab intifadasının merkez üssü olan Sa’wat al Atraş köyüyle ilgili olarak, “Çölü canlandırmak ve onu ağaçlandırmak” istediklerini iddia ediyorlar. Ancak Nakab halkının gördüğü şey, Filistinlilerin kökünün kazınması ve Yahudilerin yerleşimi. İsrail işgal hükümetinin Yahudi yerleşimlerini ve Nakab halkına yönelik yıkımda kullandığı buldozerleri “ağaç dikme” gibi çevresel bir başlıkla örtmesi gerçekten gülünç. İsrail’in sol görüşlü Haaretz gazetesinin dediği gibi, ülkelerin büyükelçilerine kendilerine haber vermeden Nakab’ta kendi adlarına ağaç dikme  çağrısı yapması gibi gülünç. Bu aldatıcı siyasetin tek amacı, Awaqib köyünde 183 kez meydana gelen alçakça yıkımı örtbas etmektir.

EVRENSEL

*Nakba; Filistinliler açısından ‘felaket’ olarak görülen İsrail devletinin kuruluşunun ilan edildiği ve ardından gelen katliam ve işgallerin adıdır. İsrail’in kuruluşunu ilan ettiği 14 Mayıs 1948 tarihini takip eden gün olan 15 Mayıs, “Nakba Günü” olarak sembolleşmiştir. 

Uçan şeyhlerin dolapları - Timur Soykan / BİRGÜN

 


Türkiye, Enes Kara’nın cemaat evinde soldurulan yaşamını konuşurken gençlere hayatı zindan edecek tarikatlar sokak sokak yayılıyor. Irak ve Suriye merkezli tarikatlar laikliğin yok edildiği ülkede uyduruk kerametlerle at koştururken Enes için sokağa dökülen gençler yerlerde sürükleniyor.

Siyasal İslam, Türkiye’de laikliği parçalarken Ortadoğu’nun şeyhleri ellerini ovuşturuyordu. AKP iktidarın tarikatlara sağladığı imtiyazlar ve dokunulmazlık onlara da eşsiz fırsatlar sundu. Irak ve Suriye merkezli tarikatların önüne turkuaz halı serildi.

O kadar hızlı yayılıyor ki; Türkiye merkezli tarikatlar bile mürit kaynaklarının tüketilmesinden rahatsız.

GUANTANAMO’DAN UÇARAK KAÇMIŞ

İşte bir örnek:

Henüz 40’lı yaşlardaki Irak Musul doğumlu şeyh, ‘Accan el Hadid El Hüseyni Er-Rifai’ adını almış. Kendisine verdiği kısa isim; ‘El Hüseyni’ yani ‘Hz. Hüseyin’in soyundan gelen’. Hem babasının hem de annesinin peygamber soyundan geldiğini iddia ediyor, müritleri ona ‘Seyyid Efendi Hazretleri’ diye hitap ediyor. Şanlıurfa’daki Hadid Aşireti’nin kapısını böyle açıyor. Hangi aşiret peygamber soyundan geldiği bir hikâyeyi geri çevirir.

    Kendine ‘Accan el Hadid El Hüseyni Er-Rifai’ adını takan Iraklı şeyh, bir dönem Şanlıurfa’da geniş ilişki ağı yaratmıştı. Bir aşirete dahil olmuştu. ABD’nin peşinde olduğuna dair yalanlar söylediği öne sürülüyor.

Iraklı şeyhin Facebook sayfasındaki biyografide atış serbest. Dedesi babası şeyh. 14 yaşında büyük alimlerden ders alıyor. Babası ölünce Rifai Tarikatı’nın şeyhi oluyor. 21 tarikattan icazet almış, 22 ülkede şeriat üzerine doktora, master yapmış. Hayatının anlatıldığı YouTube videosuna göre; nasıl oluyorsa ‘Fahri doktora bile yapmış.’ Doktora konusu merak konusu.

İnternette yazılmayan kulaktan kulağa üfürülen hikâye ise daha eğlenceli. Meğer Iraklı şeyh, ABD’nin Guantanamo Kampı’ndan uçarak kaçmış. Şeyh uçuyor yani… Müride bile gerek yok.

Şeyhi, Sakarya’nın devlet protokolü dergâhında ziyaret etmişti.


Türkiye’nin gündemine ise Sakarya’da devlet protokolü tarafından ağırlanmasıyla geldi. Sakarya Milli Eğitim Müdürü Fazilet Durmuş, Sakarya Müftüsü Hasan Başiş ve Sakarya Gençlik ve Spor İl Müdürü Arif Özsoy ile poz verirken sarık ve cübbesi içinde çok mesuttu. Hatta yetmedi aynı heyet İstanbul’daki dergâhına iade-i ziyarette bulundu.

Uç şeyh uç…

Ama devlet desteği bu fotoğraflarda görünenden daha büyük.

Şanlıurfa’da camisi de olan büyük külliyesinin inşaatı 2014’te başladı. Bugün Darüsselam Külliyesi’nde yüzlerce çocuk kafalarında sarık, omuzlarında cübbe ile kursa katılıyor.

Şeyh, Şanlıurfa Haliliye’de dev bir külliye inşa ettirdi.


İstanbul’daki Darüsselam Külliyesi ise Arnavutköy’de. Facebook adresindeki sloganı ‘Ehlibeyt’in kalesi.’ Yani; ‘peygamber soyundan gelenlerin kalesi.’ ‘Uçan şeyh’, Ehlibeyt şeceresini onaylama yetkisini de almış. Listenin başına kendini yazdıktan sonra gerisi kolay olmuş.

Şeyh, İstanbul Arnavutköy’deki külliyesinde kütüphane yaptırarak alim rolünü inandırıcı kılıyor.

‘SÜREKLİ EVLENİYOR’

Şeyh bu kadar yüksekten uçunca ‘tarikat sektörü’nde rahatsızlık yaratıyor. Cübbeli Ahmet onun hikâyesini nisan ayında İsmail Saymaz’a çok farklı anlatmıştı:

“15 yıl önce Musul’dan geldi. ‘Geçimim yok’ dedi. Aylık bir şeyler gönderdim… Zaman geçti, şeyhliğini ilan etti. Müritler, tekkeler, dergâhlar… Bir dolu Türk ile evlendi… Vatandaşlık da almış. Baktım kendisine ‘Hüseyni’ diyor. Kadının biri diyor ki; ‘Arabada şahit yok nikâh yaptı’. Kaç karısı var, belli değil. Ben de ‘iş çığırından’ çıktı diye cemaati uyardım.”

Şanlıurfa yerel medyasında bu kişinin ‘ABD beni kırmızı bültenle arıyor’ diyerek insanları dolandırdığı ve Hadidi Aşireti’nden kovulduğu yönünde haberler yer aldı.

Bugünlerde ‘uçan şeyh’, ‘Cübbeli Ahmet’in Tabutunun Son Çivisi’ başlığıyla videolar yayınlayarak karşı saldırıya geçiyor.

SURİYELİ ŞEYHİN KERAMETLERİ

Türkiye’de yüksekten uçan bir başka şeyh ise Ubeydullah Hüseyni. Kadiri tarikatının şeyhi olduğu iddiasında. 1944’te Suriye’deki Amuda’da doğmuş. Kendi vakfının internet sitesindeki hayat hikâyesinde ne alakaysa “Ömründe hiç soğan ve sarımsak yemedi” yazıyor. Babasının onu 12 yaşında evlendirdiği anlatılıyor. O da ‘Peygamber torunuyum’ diyerek 34 kuşak silsile yazdırmış internet sitesine. Halvetleri yani inzivaya çekildiği dönemleri de ballandıra ballandıra anlatılıyor. Bu hikâyelerde “40 günlük halvette sadece 10 tane hurma yedi” deniliyor.

Ubeydullah Hüseyni’nin uyduruk kehanetine göre; önce “Ben Hz. İsa 

mıyım?” diye kızıyor sonra İsa’nın mucizesine imza atıyor.


Biyografisindeki uyduruk kerametlerinden bazıları şöyle:

- Bir sohbet sırasında kerametini göstermesini istemişler. Şeyh bunu kabul etmemiş ama bir müridi avucuna sigara tütünü koymuş. Şeyhin tütünü ovuşturduktan sonra açtığı avucunda badem varmış. Bu bademi halifesine ve 20 müridine yedirmiş.

Şeyh Ubeydullah 4 saat süren zikirden çıkmış. Bir hasta için şifa ayetlerinin yazılı olduğu kağıt istemişler. Şeyh kağıdı çıkardığında etrafındakiler hayrete düşmüş. Kağıdın hiç buruşmadığını, dümdüz olduğunu görmüşler. Şeyh bu kağıdı kerametle gaipten getirmiş.

- Amuda’da şeyhe doğuştan gözleri görmeyen 40 yaşında bir adam getirmişler. Şeyh sinirlenerek ‘Ben Hazreti İsa mıyım, niye bana getiriyorsunuz’ demiş. Sonra birden şeyhe cezbe hali gelmiş ve elini kör adamın gözlerinin üzerine koyarak Abdülkadir Geylani’nin beytini okuyup ‘Allah’ diye bağırmış. Kör adam görmeye başlamış. Ardından zılgıtlar, çığlıklar…

Uydurma kerametleriyle mürit toplayan Şeyh Ubeydullah’ın bir vakfı var ve etkinlikler düzenliyor.


Şeyh Ubeydullah’ın özelliği herkese halifelik dağıtması. Bu sayede çok hızlı örgütleniyor. Türkiye’nin dört bir yanındaki halifeleri sosyal medyaya koydukları fotoğrafların altına hangi bölgenin halifesi olduklarını yazıyor. Bazıları halifelikten alınınca sosyal medya karışıyor.

BİR AYAĞI SURİYE’DE BİR AYAĞI TÜRKİYE’DE

    Haznevi Tarikatı'nın Suriye’den gelen müritleri Gaziantep’te devasa bir külliye inşa etti.

Dış kaynaklı tarikatlar arasında en büyük ve en örgütlü olan Hazneviler. Gaziantep’te Suriye’den gelen yüzlerce müridin inşa ettiği devasa külliye tartışma yaratmıştı. Merkezleri Suriye Haseke’ye bağlı Tel İrfan’daki külliyeleri.

Tarikatın şeyhi Muhammed Haznevi 2005’te Medine’de geçirdiği trafik kazasında eşi, oğlu ve kızıyla hayatını kaybetti. Yerine oğlu Muhammed Muta Haznevi geçti. Babadan oğula geçen iktidarda yeni şeyhin torpilini örtmek için kutsallığına dair hikâyeler uydurulur. Baba şeyhin, Muhammed Muta Haznevi’nin başına sarığı bağlarken düzdüğü methiyeler efsane olarak müritlere tekrarlatılıyor.


Muhammed Muta Haznevi, babası öldükten sonra şeyh oldu. Şeyhlik çoğunlukla babadan oğula geçer. Dünya malı 

ailede kalır.

Hatırlarsınız; Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün, bir etkinlikte Muhammed Muta Haznevi’nin elini öpmek istediği anların görüntüleri çıkmıştı. Gül o dönem milletvekili olmadığını açıklamıştı.

İnternet sitesinde dünya malında gözü olmayan bir tarikat imajı özenle çizilirken gerçek hayatta kaçak inşaatlar, bedava çalıştırılan müritler, ticari işletmeler, sürekli güçlenen bir örgütlenme var. Gaziantep’in yanı sıra Adana’da çok etkililer. Adana Haznevi Cami onlara ait. Dergah kurdukları mahallelere Suriyeli ve Türkiye’den müritlerini yerleştirip tarikat kurallarında yaşamı oluşturuyorlar.

İthal ya da yerli, tarikatlar ve uyduruk hikâyeleri yazmakla bitmez. Keşke komik saçmalıklardan ibaret olsalar.

Ama değil.

Tarikatların en temel kuralı; şeyhin Allah katına yükseltilmesi, müritlerin ise sorgusuz sualsiz teslim olmasıdır. Mürit, mürşit arasındaki bu uçurum dipsiz bir istismar bataklığıdır. Bu tarikatların varoluşundaki kaçınılmaz gerçektir. Dindar ve kindar nesil planlarında kapana kıstırılır çocuklar, gençler. Cennet vaatli sınırsız sömürü ve istismar aygıtları inanç özgürlüğü perdesi arkasında saklanamaz.

Timur Soykan / BİRGÜN