Bağış şovunda 'özel hesap' ayrıntısı: 82 milyar lira nerede? + Bağış kampanyası bir aklanma şovu: 'Gelir adaletsizliğinin çarpıcı bir fotoğrafı' (SOL/Özel)

 Bağış şovunda 'özel hesap' ayrıntısı: 82 milyar lira nerede? 

(EMRE ALIM-SOL/Özel)

Depremlerin ardından sözü verilen bağışların toplanamadığı ortaya çıktı. Yardım için toplanan milyarlarca liranın denetimden nasıl muaf tutulduğunu Prof. Dr. Aziz Konukman soL'a anlattı.

Resmi verilere göre 48 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği depremlerin ardından kamunun organize edebildiği ilk faaliyetlerden biri “Türkiye Tek Yürek” adlı yardım kampanyası olmuştu. Kampanyanın üzerinden bir aydan fazla süre geçmesine rağmen yardım gecesi taahhüt edilen 115 milyar liranın sadece 82 milyarının AFAD hesaplarına yatırıldığı öğrenildi. Böylece milyarderlerin yanı sıra “hazine içi para transferi” eleştirilerine yol açan kamu kurumlarına ait 90 milyar lirayı aşan bağışların da henüz tamamen kampanyaya aktarılmadığı ortaya çıktı.

Vatandaşın Vergisini Koruma Derneği (VAVEK) bilgi edinme kanunu kapsamında AFAD’a yönelttiği sorularda, söz verdiği bağışı yapmayan kişi ve kurumlar ile bugüne dek toplanan bağışların akıbetini sordu. 

VAVEK'in AFAD'a yönelttiği sorular:

-Söz verdikleri tutarda bağışı yapmayan kişi ve kurumlar kimlerdir?

-Şu ana kadar toplanan bağışlar herhangi bir kuruma aktarılmış mıdır?

-Toplanan bağışın ne kadarlık kısmı depremzedeler için harcanmıştır?

-AFAD'ın 2021 ve 2022 yıllarına ait finansal tablolar neden yayınlanmamaktadır?


Kızılay hesaplarına yatırılan bağışlar ne oldu?

VAVEK üyelerinden iktisatçı Prof. Aziz Konukman ise soL’a yaptığı değerlendirmede bağışların toplanacağı belirtilen ve toplandığı açıklanan hesaplar arasındaki farka dikkat çekti. Yardım gecesinde Kızılay'ın adının da geçtiğini hatırlatan Konukman, "Televizyon duyurusunda biri AFAD biri Kızılay olmak üzere iki IBAN numarası verildi. Fakat Oktay’ın açıklamasında paranın AFAD hesaplarında olduğu söylendi. Bu muğlaklık giderilmeli. Kızılay artık bir anonim şirkete dönüşmüştür, hizmetleri ticarileşmiştir. Hizmetleri ticarileşmiş bir kuruma bağış ahlaken de mümkün değildir." dedi.

AFAD'ın denetimine 'özel hesap' önlemi

Toplanacak 115 milyar liranın yalnızca AFAD hesaplarına aktarılmasını öneren Konukman, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun 40. maddesine gönderme yaparak "para AFAD bütçesinin özel gelirler kısmına kaydedilmeli, şartlı bağışın amacına uygun biçimde kullanılması kaydıyla gidere dönüştürülmeli ve amaç dışı kullanımlar cezalandırılmalı" açıklamasında bulundu. 

Ancak AFAD'ın faaliyetlerini düzenleyen 5902 sayılı kanunun 23. maddesi nedeniyle bu yönde bir denetimde bulunabilmek mümkün değil. Bu maddeye göre kuruma ait "afet ve acil yardımların yapılması amacıyla” oluşturulan bir “özel hesap” bulunuyor. Kampanyada toplanan bağışların aktarılacağı tahmin edilen bu "özel hesap", diğerlerinden farklı olarak kamu mali yönetimi ve kontrolü ile kamu ihale kanunlarından muaf tutuluyor, yani denetlenemiyor

Ayrıca bütçe kanunlarının bazı ödeneklerini kullanımı ve harcamalarına ilişkin e-cetveline konulan düzenlemeler sayesinde "özel hesap" açma olanağı getirilen bazı bakanlıklar ve kurumlar için paralel bütçe kullanma imkanı bulunuyor.

Denetlenemeyen özel hesabın hangi amaçlarla kullanılabileceği AFAD’ın 2021 yılına ait 'Acil Yardım Harcamaları' raporunda şöyle sıralanıyor: 

-Arama kurtarma çalışmaları

-Müdahale çalışmaları

-Afetzedelere yapılan harcamalar

-Barınma ve beslenme hizmetleri

-Risk azaltma çalışmaları

'Paralel bütçe' nasıl denetlenecek?

AFAD'a ait yayınlanan son finansal tabloda kurumun 2021 bütçesi 2 milyar 85 milyon lira olarak görülüyor. Ancak buna ek olarak acil yardım harcamaları için "özel hesap"tan 1 milyar 82 milyon lira daha harcandığı görülüyor. Prof. Konukman "gizli bütçe" olarak tanımladığı hesaba ilişkin, "Bu paralel bütçedir. İlgili kanunların dışındaysa bunun denetimi nasıl yapılacak. Bu rakamların amacına uygun kullanılıp kullanılmadığını nasıl anlayacağız” uyarısında bulundu.

AFAD’ın yönetmeliğinde yer alan 35. maddeye göre özel hesaptan yapılan harcamalar her yıl ocak ayının son haftasında kamuoyu ile paylaşılmak zorunda. Yani depremin ardından toplanan yardımların nasıl kullanıldığı 2024’ün Ocak ayından önce öğrenilemeyecek. Kurumun bu yıl açıklaması gereken 2022 raporu hala açıklamadığı göz önünde bulundurulduğunda bu sürenin daha da uzayacağı tahmin ediliyor. Öte yandan raporlar yayınladığında ise kaynak tahsisinin yapılıp yapılmadığına ilişkin denetim gerçekleştirilmediği için verilere şüpheyle yaklaşılıyor.

'2024 beklenmeden kamuoyu bilgilendirmeli' 

AFAD'ın kamuoyunu acilen bilgilendirmesi gerektiğinin altını çizen Konukman, "AFAD, 2024’ün Ocak ayını beklemeden kamuoyuna açıklama yapmalı. AFAD’ın raporu beklemeden kamuoyunu düzenli biçimde bilgilendirmeli. Yeni gelecek hükümet bu tür özel tertipten harcama olanağını ortadan kaldırmalı" ifadelerini kullandı.

Türkiye Tek Yürek kampanyasında toplanan yardımlara ilişkin bir tartışma da bağışların şartlı olup olmadığı. 115 milyar liranın deprem bölgesinde kullanılmak üzere “şartlı bağış” olarak alındığını belirten Konukman, bu nedenle paranın hazineye değil, AFAD'a gideceğini kaydediyor. Bu durumda "özel hesabı" denetime tabi tutacak maddenin uygulanması halinde şartlı bağışı “amacı dışında kullananlar” için çeşitli yaptırımlar uygulanmasının yolu açılabilir.

"Şartlı bağış ve yardımın zamanında kullanılmaması nedeniyle doğacak zararlar ile amaç dışı kullanım nedeniyle yapılan harcamalar sorumluluğu tespit edilenlere ödettirilir."

5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun 40. maddesi 

AFAD'ın denetlenmesine imkan vermeyen kanun maddesinin yürürlükten kaldırılması gerektiğini savunan Konukman, "Bu düzenleme kaldırılırsa AFAD’ın raporlarını açıklamasına gerek kalmaz. Harcamaları bütçe içerisinde görebiliriz. Sosyal devlette bunlar olmaz. Bütün bunlar bağışla değil, vatandaştan toplanan vergiyle olur." dedi.

                                                              /././

Bağış kampanyası bir aklanma şovu: 'Gelir adaletsizliğinin çarpıcı bir fotoğrafı' (BAHADIR BATUR - SOL/Özel)

İktisatçı Özgür Orhangazi, bağış kampanyası hakkında 'bir cepten diğer cebe koyuluyor' derken, 'bağış şovunun' aynı zamanda ülkede gelir dağılımı eşitsizliğini gözler önüne serdiğini vurguluyor.

Maraş merkezli 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremler, 11 kentte büyük yıkıma yol açtı. Depremlerin ardından bölgeye yardımların gecikmesi, arama-kurtarma çalışmalarındaki koordinasyonsuzluk dikkat çekerken; iktidar depremin yol açtığı yıkımdan çok, bölgeye yapılan yardımların “hangi kurumlar” tarafından toplanması gerektiğine ilişkin açıklamalarda bulundu.

Maraş merkezli 11 ili etkileyen deprem için, dün ortak yayınla televizyonlarda ve radyolarda başlatılan "Türkiye Tek Yürek" kampanyasında 115,1 milyar liralık bağış tutarına ulaştığı açıklandı. Ancak kamuoyunda yapılan bağışlardan çok, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ve kamu bankalarının bağışları konuşuldu. 

Öte yandan iktidar her yıl “vergi affı” adı altında patronların devlete ödemesi gereken milyarlarca liralık vergiyi silerken, patronların yapacakları bağışların da vergi matrahından düşüleceği bildirildi. Şirketler de zaten ödemeyecekleri vergilerin bir bölümünü bağış adı altında göndermeyi taahhüt etti.

Merkez Bankası, deprem için düzenlenen bağış kampanyasında, 30 milyar lirayla en yüksek bağışçı konumunda. Merkez Bankası’nın ‘bağış’ açıklamasından sonra, TCMB’nin bağışının kaynağının 2022’ye ait bilanço kârı olacağı bildirildi.

Diğer dikkat çeken bağışçılar olan kamu bankalarınaysa Aralık 2022’de Türkiye Varlık Fonu üzerinden her biri için 20 milyar liralık sermaye aktarımı gerçekleşmişti. Söz konusu kamu bankaları olan  Ziraat Bankası 20 milyar lira, VakıfBank 12 milyar lira, Halkbank 7 milyar lira deprem kampanyasına bağışta bulunduğunu açıkladı.

Bağış kampanyasının ardından sosyal medya hesabından açıklamada bulunan İktisatçı Prof. Dr. Özgür Orhangazi,Peki izleyenler neyi izlediler? Gerçek ve saf neoliberalizmi izlediler. Bir yandan kamunun tüm gücü ve kapasitesi zayıflatılırken bir yandan da her şeyin 'zengin hayırseverler'in insafına bırakıldığı bir aklanma şovunu yorumunda bulundu.

Prof. Dr. Orhangazi paylaşımında bağışların kaynağını şu şekilde sıraladı:

  1. Şimdiye kadar kaçırılan, ödenmeyen, affedilen vergiler. 
  2. İmar, arsa, ihale, kent vs. rantları
  3. Düşük ücret yüksek sömürüye dayanan birikim rejiminin yarattığı karlar.

'Bir cepten çıkarıp, diğer cebe koymak'

soL’a açıklamalarda bulunan İktisatçı Özgür Orhangazi, kamu bankaları ve Merkez Bankası'nın yaptığı bağışları "bir cepten çıkarıp, diğer cebe koymak" olarak yorumladı. Özgür Orhangazi, "yarın alacağınız şeyi, bugün almış oldunuz" diyerek, şirketlerin yapacakları bağışların ödeyecekleri vergilerin daha önce aktarılması olduğunu ifade etti.

İktisatçı Orhangazi, şirketlerin yaptıkları bağış açıklamalarının Türkiye'deki gelir dağılımındaki eşitsizliği gözler önüne serdiğini vurguladı. Orhangazi bu konu hakkında, "Nereden kazanılıyor bu paralar, nasıl kazanılıyor? Bağışların kazandıklarının çok çok küçük bir miktarı olduğunu tahmin edersek, bu soruların da açık açık sorulması gerekiyor. Bu kadar bağış yapılabiliyorsa, Türkiye’de en basitinden acilen gelir ve servet adaletsizliğinin düzeltilmesi gerektiğini gösteriyor. Milyonluk bağışlar yapılabiliyorsa, niye asgari ücret azıcık artırıldığında maliyetler çok arttı, bunu taşıyamaz şirketler falan deniliyor?" değerlendirmesinde bulundu.

'Kamu tarafından yapılması gerekenlerin sermayenin hayırseverliğine bırakılması'

Bağış kampanyasının ardından sosyal medya hesabınızdan yaptığını paylaşımınızda ‘ne izledik?’ sorusuna, “Gerçek ve saf neoliberalizm izlendi” yorumunda bulundunuz. Bağış kampanyası konusunda görüşleriniz nedir, hem kamu kurumlarının yaptığı bağışlar hem de yapılacak bağışların şirketlerin vergi matrahından düşülmesi hususunda?

İzlediğimizin "neoliberalizm" olduğunu söylüyorum: Kamunun yapması gereken adımları atmadığı, kamunun küçültüldüğü ve kamu tarafından yapılması gereken işlerin de özel sermayenin hayırseverliğine bırakılması anlamında. Bu durum Türkiye’ye özgü değil, dünya çapında karşımızda.

Bunun en net ve en açık örneğini gördük.

İktidarın bağış kampanyasında şirketlerin yapacağı bağışları vergi matrahından düşmesi, aslında vergi ödemelerini erken toplayıp, bunu dolaylı olarak ‘bağış’ olarak gösterip aktarmak olarak mı görmeliyiz?

Benim anladığım, bu yapılan bağışları vergi kanunlarına vergi matrahından düşebiliyorsunuz. Bunun dışında bir açıklama görmedim, yine aynı şeye tabi olacağını tahmin ediyorum. 

Şu anda bu bağışı yaparak vergiden düşecek olmanız, ileride toplayacağınız – eğer toplayacaklarsa o vergileri – vergilerin düşmesi anlamına gelecek. Nihayetinde yarın alacağınız şeyi, bugün almış oldunuz. Bunun dışında herhangi bir özelliği yok. 

'Hazine’ye aktarılacak paranın zamanlamasını öne çekmiş olabilirler'

Merkez Bankası bağış yapabilir mi? Ancak daha önce de TCMB’nin ‘bağış’ olarak aktarımda bulunduğu da kaydedildi. Merkez Bankası’nın 2022 yılı için açıklayacağı bilanço kârından 30 milyar lirayı bağış olarak aktaracağı da bildirildi. Yoksa bu durum bir para genişlemesi mi, basılacak parayı şimdiden vaat etmek midir?

Bu durumda iki şey var. Birincisi, zaten kapanmış olan 2022 yılının kârından bu sene nasıl bağış yaptıklarını, nasıl bilançolayacaklarını anlayamıyorum. Bağışı şu anda yapıyorlar çünkü.

Bunu bir kenara bırakırsak, Merkez Bankası’nın elde ettiği kârların üzerine Kurumlar Vergisi öder, bu zaten Hazine’ye giden bir para. Kurumlar Vergisi ödendikten sonra kalan para da Merkez Bankası’nın ortaklarına dağıtılır. Merkez Bankası’nın en büyük ortağı Hazine olduğu için, bunun da büyük kısmı Hazine’ye gidecek. Dolayısıyla bu şartlar altında değişen hiçbir şey yok. Sadece zamanlamaya göre biraz öne çekmiş olabilirler Hazine’ye aktarılacak paranın. 

'Varlık Fonu da paralel bir hazine gibi görünüyor zaten'

Aralık ayında Türkiye Varlık Fonu, kamu bankalarına yönelik sermaye aktarımı kararı almıştı, her biri için 20 milyar liranın üzerinde olduğu bildirilmişti. Kamu bankaları da bağış kampanyasında toplamda 39 milyar lira bağışlayacaklarını açıkladılar. Bu durum hakkındaki yorumunuz nedir?

Nihayetinde bir cepten çıkarıp, diğer cebe koymaktan kastettiğim o.

Dahası bu kamu bankaları zaten, Varlık Fonu’nun altındalar; Varlık Fonu’na ait bu bankalar. Varlık Fonu da paralel bir hazine gibi görünüyor zaten. Bir anlamda dolaylı olarak o paranın bir hazineden diğer bir hazineye aktarımını yapmış oluyorsunuz.

'Gelir ve servet eşitsizliğinin ne kadar muazzam bir seviyeye ulaştığını gösteriyor'

Daha önce de dediğim gibi, birincisi kendi cebindeki parayı sağdan sola koydular. İkincisi de alınacak vergiler, biraz daha erken tahsil edildi.


Nihayetinde bu kampanyanın gösterdiği diğer şey de, Türkiye’deki bu gelir ve servet eşitsizliğinin ne kadar muazzam bir seviyeye ulaştığını gösteriyor. Telaffuz edilen rakamların büyüklüğünü düşündüğünüzde idrak bile edemiyorsunuz.

Arayıp da ‘Ben şu kadar milyon bağışlıyorum, bu kadar milyon bağışlıyorum’ diyebilecek, bunu yapabilecek insanlar var demek ki Türkiye’de. Burada da başka bir şeyden daha söz etmemiz gerekiyor. 

'Nereden kazanılıyor bu paralar, nasıl kazanılıyor?'

Belki depremden, felaketten dolayı erken, belki de tam zamanı; bilmiyorum. Nereden kazanılıyor bu paralar, nasıl kazanılıyor? Bağışların kazandıklarının çok çok küçük bir miktarı olduğunu tahmin edersek, bu soruların da açık açık sorulması gerekiyor.

Bu kadar bağış yapılabiliyorsa, bu durum Türkiye’de en basitinden gelir ve servet adaletsizliğinin acilen düzeltilmesi gerektiğini gösteriyor. Bu kadar milyonluk bağışlar yapılabiliyorsa, niye asgari ücret azıcık artırıldığında "Maliyetler çok arttı, bunu taşıyamaz şirketler falan deniliyor?" Bu sorular da geçiyor akıldan.

Gelir İdaresi Başkanlığı’nın bağış açıklamasına baktığımızda ve mevzuatta yapılan bağışların vergi matrahının yüzde 5’inden düşülebileceği görülüyor. Bağışların tutarlarını da incelediğimizde, şirketlerin bu yüzde 5’lik dilime düşecek bağışlar yaptığını görüyoruz.

Buradan hesap edebiliriz bir anlamda. Bir yerden sonra aşırı rahatsız edici bir tablo...




KISA KISA - 20 MART 2023 -

 


Seçmen listeleri bugün askıya çıkıyor, itiraz için son tarih 2 Nisan (SOL)

Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) 14 Mayıs'ta yapılacak Cumhurbaşkanı Seçimi ve 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimine ilişkin takvimine göre, muhtarlık bölgesi askı listeleri ve tutuklular ile taksirli suçlardan hükümlülere ilişkin askı listeleri, güncellenmek üzere bugün saat 08.00 itibarıyla ilçe seçim kurullarınca askıya çıkarılacak ve itiraz süreci başlayacak. Muhtarlık bölgesi askı listeleri ve tutuklular ile taksirli suçlardan hükümlülere ilişkin askı listeleri 2 Nisan'da askıdan indirilecek ve itiraz süreci sona erecek. Depremzede seçmenler, seçimde kendi illerinde veya taşınmak zorunda kaldıkları illerde oy kullanabilmeleri için adres değişikliği beyanlarını, 17 Mart 2023 saat 23.59'a kadar nüfus müdürlükleri ya da e-devlet üzerinden yaptı. Bu işlemleri henüz yapmayanlar, muhtarlık bölgesi askı listelerinin askıya çıkma tarihi olan 20 Mart 2023 ile 2 Nisan 2023 tarihleri arasında da bu işlemlerini gerçekleştirebilecek. Ayrıca yarın yurt dışı seçmen kütüğünün, Türkiye saati ile 08.00'de "www.ysk.gov.tr" adresinden ilan edilmesiyle de itiraz sürecine geçilecek. YSK'nin internet sitesinden bina esasına göre düzenlenen seçmen kayıtlarının sorgulanmasına da başlanacak.

Seçim yaklaştı, Fahrettin Altun’un kasası açıldı (Mustafa Bildircin-Birgün)

14 Mayıs’a sayılı günler kala gözler İletişim Başkanlığı’na çevrildi. Şubat 2022’de 50,2 milyon TL harcayan başkanlığın, Türkiye’nin seçim atmosferine girdiği Şubat 2023’te ise tam 188,8 milyon TL harcadığı ortaya çıktı.(https://www.birgun.net/haber/secim-yaklasti-fahrettin-altun-un-kasasi-acildi-425439)

'Atatürk Havalimanı'nı açtırmamak için pistine cami yapıyorlar'(SOL)

Millet Bahçesi'ne dönüştürülmek için pistleri kırılan Atatürk Havalimanı'nda inşaat çalışmaları sürüyor. İYİP'in İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi Ali Kıdık, sosyal medya hesabından (https://twitter.com/i/status/1637436328500494337) bir video paylaşarak, Atatürk Havalimanı'ndaki piste cami yapıldığını duyurdu. Kıdık, havalimanının kuzey-güney pistlerine 100 metre mesafede bir cami bulunmasına karşın, yeni bir cami inşaatına başlanmasına şu sözlerle tepki gösterdi:  "Zihniyetin, niyetinin anlaşıldığı yapılar yükselmeye başlamış. Atatürk Havalimanını tarihten silmek isteyenler tam karşısında 100 metre mesafede cami olmasına rağmen Millet İttifakı kazanırsa Atatürk Havalimanı'nı açtırmamak için cami inşaatını da yapmaya başlamışlar."

Bankacılık krizi: Credit Suisse'i rakibi UBS satın aldı (SOL)

İsviçre'nin en büyük bankalarından Credit Suisse'i rakibi UBS satın alıyor. İsviçre Merkez Bankası satın alma için anlaşma imzalandığını duyurdu.(https://haber.sol.org.tr/haber/bankacilik-krizi-credit-suissei-rakibi-ubs-satin-aldi-369218)

Sahte diploma skandalı: CHP'li Başarır tek tek isim saydı (Cumhuriyet)

CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır, sahte diploma skandalını geçtiğimiz günlerde Meclis gündemine taşımıştı. Başarır, "Ver mehteri” sloganıyla ünlenen sunucu Erkan Tan’ın da bulunduğu kişilerin sınava bile girmeden diploma sahibi olduğunu söyledi. Halk TV'de  yayımlanan Sansürsüz programına konuk olan CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır, sahte diplomalara dair soruları yanıtladı.Başarır, geçtiğimiz günlerde Meclis'te "Türk Hava Kurumu Üniversitesi'nde 2016-2017 ve öncesi yıllarda verilen yüksek lisans diplomalarının incelenmesi" amacıyla verilen önerge öncesinde sahte diploma verilen isimleri açıkladı. O isimler arasında A Haber sunucusu Erkan Tan, Tarım ve Orman Bakan Yardımcısı 24 ve 26’ncı dönem AK Parti milletvekili Ebubekir Gizligider, Cumhurbaşkanlığı Denetleme Kurulu Genel Sekreteri Necdet Ada, Cumhurbaşkanlığı Koruma Daire Başkanı Osman Çangal, Sağlık Bakanlığı Müşaviri Gökhan Biçkur, 2011-2013 yılları arasında Danıştay Başkanlığı yapmış Hüseyin Hüsnü Karakullukçu, Sermaye Piyasası Kurulu Başkanlık danışmanı Enes Çelebi yer alıyor. Başarır, “Ver mehteri” sloganıyla ünlenen sunucu Erkan Tan’ın da bulunduğu kişilerin sınava bile girmeden diploma sahibi olduğunu söyledi. (UZAY İÇİN KONTENJANDAN ALINAN İSİMLERE BAK) Başarır konuşmasına şu sözlerle devam etti: "Bu ülkenin Cumhurbaşkanı Türk Hava Kurumu Üniversitesi kurulduğunda çıktı 'Türkiye'de ilk olarak uzayla ilgili bir üniversite kurduk' dedi. Uzayla ilgili üniversiteye kontenjandan alınan isimlere bak: Erkan Tan, onunla uzaya gideceğiz ya da milletvekilleriniz ya da Hilmi Daşdemir, anketlerinizi yapıp algı yaratan televizyonlardaki bülbülünüz.  Gelin, bunları araştırın, üniversiteler ne hâlde! Siz mimarlık fakültesine ilahiyatçıyı, hukuk fakültesine veterineri atıyorsunuz, Türk Hava Kurumu Üniversitesini bu hâle getirmişsiniz yani 50’ye yakın isim var, saymakla bitmiyor, çoğu sizin milletvekiliniz. Yahu Osmaniye Milletvekiliniz çıksın, söylesin; okul nerede? Osmaniye Milletvekili nerede? Bakayım bir adına. Mesela Ankara Milletvekili Sayın Çam nerede? Söylesin, bu okul nerede, gitmiş mi okula?"

Kulislere yansıyan bomba iddia: AKP çareyi Müge Anlı'da arıyor (Cumhuriyet)

Gazeteci Talat Atilla, AKP’nin Müge Anlı ile AKP’ye yakınlığıyla bilinen Hasan Basri Yalçın, Hilal Kaplan, Halime Kökce ve Şebnem Bursalı’ya milletvekili adaylığı teklif ettiğini ileri sürdü.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/kulislere-yansiyan-bomba-iddia-akp-careyi-muge-anlida-ariyor-2062862)

Tam 33 ihale aynı firmaya (Uğur Şahin-Birgün)

Selin etkilediği Elazığ’da AKP’li belediyenin 6 milyon 748 bin TL’lik ‘atık su borusu’ alım ihalesini, AKP Elazığ İl Yönetim Kurulu Üyesi Yılmaz’ın şirketi aldı. Bu ihaleyle şirketin Elazığ Belediyesi’nden aldığı toplam iş 33’e çıktı. (https://www.birgun.net/haber/tam-33-ihale-ayni-firmaya-425431)

Erdoğan seçmeni böyle korkutmaya çalıştı: "Yarın elektriksiz kalırız" (BİRGÜN)

Bandırma’daki bor tesisinin açılışında konuşan Erdoğan, muhalefete yüklendi. Erdoğan, “Vatandaşımızın ‘Baba, bizi bunlara bırakma’ ifadesi sorumluluğunuzu arttırıyor. Bunlara vatandaşımız bırakılır mı? Biz can derdindeyiz, onlar mal derdinde” ifadelerini kullandı. Seçmeni de korkutmaya çalışan Erdoğan, muhalefetin iktidara gelmesi durumunda elektriksiz kalınacağını savundu. (https://www.birgun.net/haber/erdogan-secmeni-boyle-korkutmaya-calisti-yarin-elektriksiz-kaliriz-425406)

Çadır satmadıkları yer kalmamış (İsmail Arı-Birgün)

“Çadır tüccarı” olarak nitelendirilen Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın daha önce de Diyanet Vakfı’na çadır sattığı ortaya çıktı. Kızılay yöneticileri “çadır siparişine yetişemeyip müşterilerine mahcup olduklarını” da belirtmiş.(https://www.birgun.net/haber/cadir-satmadiklari-yer-kalmamis-425427)

Sığınağın kolonlarını kesip daire yapmışlar (Ramis SAĞLAM-Evrensel)

İzmir’de Gürler Sitesi'ndeki iki blokta bodrum kattaki sığınakların kolon ve kirişlerinin tahrip edilerek daireye çevrildiği iddiası yargıya taşındı. (https://www.evrensel.net/haber/485319/siginagin-kolonlarini-kesip-daire-yapmislar)


(derleyen: mstfkrc)








 


Ayfer Feray: Unutulmaz, farklı ve etkileyici - Mesut Kara / EVRENSEL

 


Tiyatroda da Yeşilçam’ın yıldız sisteminde de yıldız olmayan bir yıldızdı Ayfer Feray. Gözleri, buğulu bakışları, güçlü oyunculuğuyla her zaman farklı, her rolüyle etkileyici…

                                   İzzet Günay ve Ayfer Feray (Sevgilime Göz Kulak Ol oyunundan bir sahne)

Tiyatro sahnesinde izleme olanağı bulamadığım için üzüldüğüm oyunculardandı. Oyunlarını izleyenler sahnede de büyük bir yıldız olduğunu anlatırlar, yazarlar.

Son yıllarında hastalığıyla boğuştuğu günlerde ziyaretine giden Gazeteci-Yazar Zeynep Oral şunları yazar: “Nice başlar döndüren gözleri hiç değişmemişti: Kocaman, çekik, buğulu, çevresine ilgiyle bakan, okşarmış gibi bakan… (…) Onu en çok ‘Şahane Züğürtler’deki Tatiana rolüyle görüyorum. Yoksullukla zenginlik arasında gidip gelişini, görkemiyle sahneyi dolduruşunu… Başında tacı, kulaklarında uzun küpeleri, dekolte ‘emperyal’ elbisesi, uzun eldivenleri, çıkık elmacık kemiklerinin daha da vurguladığı ceylan gözleri, boyu posuyla tek sözcükle görkemliydi.”(1)

27 Mayıs 1928’de İzmir, Bornova’da doğan Ayfer Adsay oyunculuğa başladıktan sonra adını hecelere bölüp son heceyi başa alarak soyadını Feray olarak değiştirir.

Katıldığı bir güzellik yarışmasında ikinci seçilir. Güzellik kraliçesi seçildikten sonra Ekmel Hürol’un yönettiği 1951 yapımı “O Adam Kim filminde oynayarak sinemaya geçer.

1952 yılında Metin Erksan’ın çektiği ve devletin, sansürün gazabına uğrayan ilk filmi “Karanlık Dünya”nın oyuncuları arasında Ayfer Feray da vardır. Filmin adı sansür komisyonunca “Âşık Veysel’in Hayatı” olarak değiştirilir. Filmin çekimlerinin bitmesine çok az bir zaman kala filmin oyuncu kadrosundan Ayfer Feray, Ajlan Sayılgan ve Kemal Bekir’in de aralarında bulunduğu bir grup “komünist tevkifatından gözaltına alınır, Aclan Sayılgan ve Kemal Bekir’in Komünist Parti kurma suçundan tutuklanmasıyla 7. maddenin 5. fırkası gereğince tümden reddedilir. Daha sonra tekrar komisyona giren film şartlı olarak izin alabilir.

Ayfer Feray 1953’te I. Türk Film Festivalinde verilen “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü Lale Oraloğlu ve Nedret Güvenç’le paylaşır.

Belleklerde iz bırakan ve daha da tanınır hale geldiği, ünlendiği rolü 1968’de, Türkan Şoray ve İzzet Günay’la birlikte oynadığı, Lütfi Ömer Akad’ın yönettiği “Vesikalı Yarim” filmindeki Müjgan karakteridir. Yeni kuşaklar onu daha çok Natuk Baytan’ın yönettiği 1977 yapımı “Sakar Şakir” filmindeki Sevda rolüyle anımsar. 1978’de, Orhan Aksoy’un yönettiği “Tatlı Nigâr” filminde Türkan Şoray, Bulut Aras, Erol Taş, Aliye Rona ve Baki Tamer’le beraber oynar.

Sinema hayatında genellikle yardımcı roller üstlenen sanatçı 1965 yılında aralarında “Bitmeyen Yol”, “Haremde Dört Kadın”, “Sevmek Seni”, “Son Kuşlar”, “Murtaza” gibi önemli filmlerin de olduğu 15 filmde oynar. 1966’da Alp Zeki Heper’in yasaklı tabu filmi “Soluk Gecelerin Aşk Hikayeleri”nde yer alır. Aynı yıl Nuri Akıncı’nın yönettiği “Çingene” adlı filmin çekimlerinde çıkan yangında yüzü ve boynu ağır biçimde yanar. Tedavi için gittiği Londra’da uzun süre tedavi gören Ayfer Feray yapılan estetik ameliyatlarla hayatı da oyunculuğu da kaldığı yerden sürdürür. “Vesikalı Yarim” gibi önemli bir filmle döndüğü sinemada toplam 80 filmde oynar.

Ayfer Feray’ın sinemamızdaki yerinin, değerinin yeterince bilinmemiş olmasını

Murathan Mungan şu cümlelerle anlatır: “Ayfer Feray Fransız olsaydı şimdiye ikondu, Seda Sevinç ikondu, Sezer Sezin Amerika’da olsaydı ikondu; günümüze gelelim, Hülya Avşar’ın çok iyi bir oyuncu olduğunu ama ne yazık ki kumaşının kalitesini gösteremediğini düşünürüm, başka bir macerayı seçti o.(2)

TİYATRO SAHNESİNE BİR YILDIZ

Ayfer Feray sinema oyunculuğunun henüz başındayken tanınmaya, adından söz edilmeye başladığı günlerde Haldun Dormen’le tanıştırılır. Yılmaz Köksal, İzzet Günay, Hadi Çaman, Kemal Uzun ve daha birçok oyuncuyu tiyatro ve sinemaya kazandıran oyuncu yaratan, yetiştiren bir okul olan Haldun Dormen ve tiyatrosunun ilk kadrosunda Nisa Serezli, Metin Serezli, Erol Keskin vardır. Ayfer Feray ve Erol Günaydın aynı oyunla katılır topluluğa ve yıldızlaşırlar…

Haldun Dormen Ayfer Feray ve Erol Günaydın’ın çıkışını anılarında şöyle anlatır: “İlk andan açık sözlü ve dürüst bir kız olduğunu anladım ve aradan geçen uzun yıllara rağmen Ayfer beni bu konuda hiç yanıltmadı. ‘Sizin yanınızda çalışmasını isterim dedi nişanlısı içtenlikle. Deniz kenarında çay içiyorduk. Günaydın, Sevim ve Hamit de vardı.”(3)

Ayfer Feray “Ama ben hiç sahneye çıkmadım. Bilmem becerebilecek miyim?” der. “Ben size yardım ederim, başaracağınıza eminim” diyerek onu rahatlatmaya çalışan Haldun Dormen şöyle sürdürür anlatımını: “Birden bu kızın her şeyi çok kolaylıkla yapacağına inanmıştım. Neden bilmiyorum ama ilk andan itibaren Ayfer’le olumlu bir kontak kurmuştum. O da inanmıştı, güvenmişti bana. Dostça bakıyordu, ‘Sahneye çıksam çıksam sizinle çıkarım’ demek ister gibiydi. Ama korkuyordu gene de. ‘Ya rezil olursam’ diyordu ikide bir. (…) Yetenekli, rahat, zeki bir oyuncuydu. İlk kez sahneye çıktığına inanmak güçtü biraz. Üç dört gün sonra Ayfer Feray’ın kişiliğinde Türk tiyatrosunun yeni bir yıldız kazandığına kuşkumuz kalmamıştı. ‘Papaz Kaçtı’yla Ayfer Feray ve Erol Günaydın gibi iki yeni yıldız çıkaracaktım ortaya.” (H. Dormen, a.g.y.)

Tiyatroya Haldun Dormen Tiyatrosunda başlayan Ayfer Feray “Sevgilime Göz Kulak ol” oyununda da efsane bir kadroyla çıkar sahneye; Haldun Dormen, Altan Erbulak, Turgut Boralı, Erol Günaydın, Lale Belkıs, Erol Keskin, Füsun Erbulak, Metin Serezli ve İzzet Günay’la paylaşır sahneyi.

Daha sonra ayrılarak sırasıyla Ayfer Feray-Nisa Serezli Topluluğunu, Çevre Tiyatrosunu, A Film Yapımevini, ardından da kendi adını taşıyan Ayfer Feray Tiyatrosunu kurar. Bu tiyatronun oyuncuları arasında Osman Alyanak, Ferhan Şensoy, Şevket Altuğ, Kemal Sunal, Hadi Çaman gibi önemli isimler vardır.

Gazeteci Samim Tara’yla evlenir, bu evliliğinden sonradan tanınmış başarılı reklamcı olan oğlu Ali Tara ve Süeda Tara adlı çocukları olur.

İzmir Bornova’daki Büyükpark’ın içinde bulunan açık hava tiyatrosuna “Ayfer Feray Açıkhava Tiyatrosu” adı verilir.

Ayfer Feray ’80’li yıllarda yerleştiği Bodrum’da hastalığına yenik düşerek 13 Temmuz 1994’te aramızdan ayrılır.

Mesut Kara / EVRENSEL

(1) Zeynep Oral, “Ayfer Feray’dan kalan unutulmaz roller.” Milliyet Sanat, 15.08.1994
(2) Söyleşi: Fırat Yücel, Berke Göl, Zümrüt Burul, Altyazı Temmuz-Ağustos 2007
(3) Haldun Dormen, Sürç-ü Lisan Ettikse, Gelişim Yayınları 1977, Yeni baskılar Yapı Kredi Yayınları 2017

Karizma ve sıkıcılık - Branko MILANOVIC / BİRGÜN

 

Hiçbir komünist lider popülerliğini ya da iktidarlarını karizmayla açıklamazdı. Karizma ve bireyin halk nezdinde popülerliği sınıflı toplumlarda işe yarayan burjuva icadıydı. Komünist liderler Geist’ın vücut bulduğu bireylerdi.

Bundan birkaç yıl önce, siyaset ve tarih üzerine sohbet ettiğim bir dostum Yugoslavya’da (35 yıl süren) Tito yönetiminin o kadar uzun süre nasıl iktidarda kaldığını sormuştu. Verdiğim cevabı tam olarak hatırlayamıyorum ama arkadaşımın, söylediklerimi “Herhalde Tito çok karizmatik bir liderdi” şeklinde özetlediğini anımsıyorum.

Söylediği şey bana garip gelmişti. Arkadaşım yıllarca Arjantin’de yaşamıştı. İktidarların uzun süre işbaşında kalmasını ve liderlerin halkın gözündeki popularitesini herhalde “karizmaya” bağlıyor diye düşünmüştüm.

Ancak, söz konusu Tito olduğunda onun karizmatik bir lider olduğunu kimse iddia edemezdi. Hayatının son yıllarında oldukça beğenilen, sevilen, hatta birçok kişi tarafınan hayranlık duyulan biriydi… Ama “karizmatik”: Asla.

Bu beni, ikinci nesil komünist liderler arasında neden karizmatik figürlerin olmadığı konusu üzerinde düşünmeye sevk etti.

Elbette komünistlerin de bazı karizmatik liderleri vardı: Troçki, kısmen Lenin ve elbette Castro (fakat Raul olanı değil) akla ilk gelenlerden bazıları. Hatta Mao -ancak onu farklı bir kategoriye koyuyorum. Ancak onlar dışında başka kimse de yok.

STALİN KARİZMATİK MİYDİ?

Stalin kesinlikle karizmatik bir lider değildi ve ne de gençliğimden hatırladığım diğerleri: Todor Jivkov, János Kádár, Gustav Husak, Walter Ulbricht, Władysław Gomułka… Hepsi de renksizin de en renksizi figürler idi. Göze batıp, öne çıkacakları bir kitle yoktu. Aksine, sanki bilerek, istiyerek renksiz, sıkıcı ve “ortalama” olmaya çalışıyorlardı. Öteki liderlerin durumu da çok farklı değildi. Kruşçev cıva gibi sürekli değişken, “öngörülemez” biri idi ama karizmatik asla.

Brejnev, Kosygin, Andropov, Chernenko bu griliğin, sıkıcılığın farklı tonları idi. Jaruzelski belki biraz farkılıydı. Ancak bunun nedeni sıradan bir komünist lidere benzememesi idi: siyah gözlükler takan bir asker. Bir komünist liderden çok, Doğu Avrupalı bir Pinochet’ye benziyordu.

Çavuşesku, izlediği bağımsız dış politika ve içeride uyguladığı çılgınca politikalarla daha fazla tanınan, bilinen biriydi ama o da karizmatik olmanın çok uzağındaydı -ki böyle olduğunu Bükreş’in Victoria Meydanı’nda yaptığı -ve sık gösterilen- o son konuşmaya bakarak söyleyebiliriz.

KOMÜNİSTLER İÇİN KARİZMA

Bu karizma ya da “özgünlük” yokluğunun nedeni ile ilgili verilebilecek en basit cevap, bütün bu devrim sonrası dönemin komünist liderlerin “aparatın” bir parçası olduğudur: Bürokraside dolaplar çevirme konusunda yetkin, kapalı kapılar ardında iş çevirme konusunda becerikli insanlar. Halka hoş görünmek, seçimlere katılmak ve oy almak zorunda değillerdi. Ve bürokratik kurumlar (Kosigin ve Kadar gibi) renksiz teknokratları ya da (yukarıda bahsettiğim ötekiler gibi) genelde özgünlüğü olmayan renksiz kişileri tercih ediyordu.

Geçenlerde David Halberstam’ın “The best and the brightest” kitabını okurken şunu düşündüm: düzenin adamı olan McNamara da, entelektüel açıdan komunist liderler listesindeki “aparatnikçikleden” daha etkileyici bir olsa da yine de böyle renksiz, grimsi tonda biri değil miydi?

Ne var ki bürokrasi üzerinden yapılan bu açıklama ne yeterlidir ne de ikna edici. Bu durumun daha farkı ideolojik bir açıklaması vardı düşünüyorum. Arkadaşım Tito’nun karizmasından bahsettiğinde, onun bu hatasını, komünistler için karizmanın asla ideolojik açıdan sahip olunmak istenen bir nitelik olmadığını söyleyerek, düzeltmem gerektiğini düşünmüştüm.

Hiçbir komünist lider popülerliğini ya da iktidarda o kadar uzun süre kalmasını “karizma” ile açıklamazdı.

“Karizma” ve bireyin halk nezdindeki popülerliği sınıflı-toplumlarda işe yarayan bir burjuva icadıydı. Komünist liderler bir araçtı, tarihin kullandığı bir oyuncak, tarihsel Geist’ın vücut bulduğu bireylerdi.

Dolayısı ile sanırım bu söz konusu renksizliğin, sıkıcılığın içine oturtulması gereken idelojik çerçeve budur. Birey olarak önemli değillerdi.

Önemli olan tarihin doğru tarafında durmak ve partinin emirlerini yerine getirmekti. Her türden bireyselcilik, renkli, göze batan bireyselcilik şüphe uyandırıyordu. (Kuzenim mükemmel bir partiliydi: Dürüst ve kendini partiye adamış biri. Şahsi sorulara asla doğrudan cevap vermezdi. İşi ve hayatı ile ilgili bir şey sorulduğunda her zaman -ve dürüstçe- aynı cevabı verirdi: “Hiçbir planım yok, yoldaşlar ne karar verirse o.”)

Bireyselcilik konusundaki bu teslimiyet, elbette karizmanın hiç bir yeri olmadığı anlamına geliyordu. İlk başta bu garip gelebilir zira bu liderlerden bazılarının -özellikle Stalin ama aynı zamanda Tito, Enver Hoca ve Mao- birey kültü vardı ama asla bir karizmaları yoktu. Tarih onlar vasıtası ile dile geliyordu.

Özü itibarıyla komünizm sıradan, işçi sınıfından kadın ve erkeklerin ideolojisiydi. Kitlelerin ideolojisiydi. Her türden bireyciliği reddediyor, sıradanlığın, faydacılığın, kitleler içinde kendini göstermemenin, öne çıkmayışın estetiğini taltif ediyordu.

Liderlerin renksizliği, sıkıcılığı işte tam da ideolojik olarak liderlerin olması gereken şeydi: Senden benden hiç bir farkı olmayan, gri ve kahverengi takımlar, kalın tabanlı siyah ayakkabılar giyen, yumuşak bir sesle, sıkıcı bir şekilde uzun uzun, dinleyenleri uyutan Marksist ve ekonomi jargonlarının karışımı bir dille konuşan insanlar. Burada önemli olan şey “ortalama biri” olmaktı.

“Ortalamanın”, aynı seviyede olma ideolojisinden gelen, renksiz ve donuk olarak görülebilecek, oldukça belirgin, baskın bir grilik ve kasvetli bir komünist estetik vardı ki bu da aslında tam da istenilen şeydi. Her estetik özneldir. Grinin, cansız renklerin estetiğinin, gökkuşağının estetiğinden daha değersiz olduğuna inanmak için hiç bir sebep yoktur. Liderlerde, kılık kıyafet, binalar ve genel olarak sanatta bir zerafet ve estetiğinin olmayışı ile dalga geçme ve bunları eleştirmenin sebebi yabancı/farklı bir estetik kriterinin (komunist ideolojiye) uygunlanmasıdır. Komünist [ülkelerde inşa edilen] yapıların alışılagelmiş genel çirkinliği bir kusur değildi. Arzu edilen bir şeydi o. Hiç bir şeyin göze çarpacak şekilde öne çıkmadığı alternatif bir estetikti. O gri, renksiz liderler- kendi şartları içinde- güzeldi.

Braveneweurope.com’dan

Ali Öztürk çevirdi.

Deprem tarımı ve tarım emekçisini vurdu: 'Gıda fiyatları artacak' + Patronlar kazanç peşinde: OYAK Çimento'nun deprem mesaisi (Özkan Öztaş-SOL/Özel)

Deprem tarımı ve tarım emekçisini vurdu: 'Gıda fiyatları artacak'  

Deprem bölgelerindeki tarımın geleceğini ve depremin tarıma verdiği zararı Çukurova Üniversitesi'nden Akademisyen Burak Öztornacı ile konuştuk.

Depremi meydana geldiği 11 kent aynı zamanda Türkiye'deki tarımsal üretimin de merkezlerini oluşturuyor. Adana, Gaziantep, Osmaniye, Diyarbakır ve Şanlıurfa'nın sahip olduğu geniş tarım arazilerinin yanı sıra tütün, kayısı, zeytin üreticiliği başta olmak üzere birçok meyvenin de üretildiği bir coğrafi alanı işaretliyor depremin vurduğu kentler.

Deprem bölgesindeki kötü hava koşulları, seller, tarım aletlerinin depremde zarar görmesi ve başka şehirlere göç aynı zamanda bu bölgenin tarım açısından da geleceğini etkileyen faktörler arasında yer alıyor. Çukurova Üniversitesinde tarım ekonomisi çalışmaları yapan akademisyen Burak Öztornacı ile deprem bölgesindeki tarımda yeni koşullar ve sorunları soL okurları için konuştuk. 

Deprem bölgesindeki şehirlerde mevcut tarım ilişkilerinden kısaca söz eder misin? Buralar ülkenin tarım haritasında nasıl bir yer kaplıyor?

Öncelikle depremin vurduğu illerimiz tarımsal üretimin etkin olduğu yerler. Özellikle Malatya, Adıyaman, Kahramanmaraş ve Hatay hattı yani depremin en çok etkili olduğu hat Türkiye meyveciliği açısından önemli. Yani bitkisel ürünlerin üretimini tarla ürünleri ve bahçe ürünleri diye ikiye ayıracak olursak bahçe ürünleri bu bölgede çok daha yaygın. Zaten akla ilk gelen şeylerdir Malatya kayısısı, Adıyaman nar üretiminin merkezlerindendir aynı şekilde Hatay hem zeytin hem de turunçgil üretiminde önemli şehirlendendir. Yine Gaziantep'te fıstık üretimi ve Adana-Osmaniye hattındaki turunçgil üretimini de buraya ekleyebiliriz. Dolayısıyla bu şehirlerin öncelikle Türkiye'de meyve üretiminin merkezi olduğunu söylememiz gerekiyor. 

Peki bu neden önemli, aradaki fark nedir?

Tarla ürünleri ile bahçe ürünlerinin üretimi arasında bir fark var. Bahçe ürünlerinin üretiminde yani meyve ve sebze üretiminde çok fazla iş gücü kullanılır. Mekanizasyona, makina kullanımına çok uygun ürünler değillerdir. Ya da sınırlıdır demek daha doğru olur. Ancak daha çok insan emeğiyle bu üretimler gerçekleştirilir.

'Deprem en çok yoksulları, mevsimlik tarım emekçilerini etkiledi'

Peki depremin burada en çok etkilediği şey ne oldu?

Şimdi haberlerde en çok yaşamını kaybedenleri görüyoruz. Ancak geride kalanlar da yaşadıkları yerleri terk etti. Yaşanan bu büyük nüfus hareketinden dolayı meyve ürünlerinin yetiştirilmesinin sekteye uğrama ihtimali var. Kaldı ki böylesi doğal felaketler en çok yoksulları etkiler. Emekçi kesimleri çok daha fazla etkiler. Dolayısıyla geçimini tarımla sağlayan ve özellikle mevsimlik işlerde çalışan yoksul köylüler bu felaketten en çok etkilenen kesim. Eğer bahçelerde çalışan tarım emekçileri bölgeyi terk etmek zorunda kalırsa ya da küçük üreticiler de bu bölgeden giderse yaşanacak sorunları az çok tahmin edebiliyoruz. 

'Deprem küçük üreticilerin tasfiyesine neden olacaktır'

Böylesi bir göç nasıl sonuçlar yaratır sizce?

Özellikle en çok kırsal alandaki göç ve küçük üreticinin üretime devam edememesi gibi durumlar bu alanlarda tekelleşmeye neden olacaktır. Yani sadece ekonomik bir etkinlikten söz etmiyorum fiilen de büyük üreticilerin bu küçük üreticilerin bahçelerini ve üretim alanlarını alarak daha fazla büyümelerine ve küçük üreticilerin tasfiyesine neden olacaktır. Ki bu neoliberal politikalar Türkiye'de uzunca bir süredir devam etmekte zaten. Deprem bu süreci hızlandırabilir.

Peki depremin derinleştirdiği sorunlar nelerdi? 

Şimdi bu bölgede özellikle de son 20-30 yıla baktığımızda tarla ürünlerinden bahçe ürünlerine doğru bir geçiş vardı. Bunun temel sebebi ise ihracat. Çünkü son 20-30 yıldır devam eden tarımdaki ihracat politikalarında, ülkenin tarım ihtiyaçlarını karşılamaktansa, bu ürünlerin yurtdışına satılarak döviz cinsinden ülkeye para girişini sağlamak öncelendi. Bu bölge aynı zamanda buna çok elverişli bir bölge. 

'Küçük üreticiler bahçelerini satıp göç ediyor'

Bu aynı zamanda ülkenin gıda güvenliğini riske atmıyor mu?

Tam olarak buradaki sorun da bu. Ülkenin gıda güvenliğini ikinci plana atan tarım politikaları bunlar. Dolayısıyla da öncelik dış ticarete öncelik veren tarımsal üretim yapmak oluyor. Bu aynı zamanda küçük üreticinin de tarımdan tasfiye edilmesine ve özellikle de genç nüfusun kentlere göçüne neden oldu. Köylerin yaş ortalamasının artmasında temel neden budur. 

Ve deprem bu süreci daha da derinleştirecek. Hatta hızlandıracak. 

Çünkü başta da söylediğimiz gibi insanlar bu şehirlerden göç etmek istiyor. Küçük üreticilerin imkanı varsa bahçelerini satıp başka şehirlere göç ettiği örnekler var. Bu da tarım alanlarındaki büyük şirketlerin hâkimiyetini arttıracaktır.

İnsanlar aynı zamanda geçmiş dönem ürünlerini de kaybettiler. Bir sürü kayısının depolarda kaldığı örnek var. Bu durumun yansımaları nasıl olur sizce?

Evet bir çoğunun deposu da yıkıldı. Üstelik deposu yıkılmayan üreticinin şu an bu ürünleri satacağı mekanizmalar da hâla kurulmuş değil. Yani piyasa zinciri de kırıldı. Bununla birlikte, üreticinin ürününü satacağı tüccar da ortada yok birçok örnekte. Ya yaşamını kaybetti ya da şehri terk etti. O tüccar marketlere satıyordu, o marketler enkaz altında kaldı. Kapitalist mantık içindeki o zincir dahi kırıldı bazı şehirlerde.

Yani sorunu üç başlıkta toparlayabiliriz. İlk olarak deprem iş gücü piyasasını etkiliyor. Çünkü emek bu bölgeyi terk ediyor. Ya da bu emek yaşamını kaybetti ya da yaralandı. İkinci olarak bu göçten dolayı tekelleşmenin önü açıldı ve küçük üreticilerin etkinliği azaldı. Büyük şirketler bu bahçeleri daha ucuza satın alıyor. Üçüncüsü de piyasa mekanizmasının zinciri kırıldı. Yani az biraz ayakta kalmaya çalışan tarım emekçisinin ürünlerini satabileceği bir mekanizmayı ortadan kaldırmış oldu deprem.

'Gıda fiyatları artacak'

Peki kısa vadede nasıl sorunlarla karşılaşacağız?

Öncelikle bu deprem üretim alanlarını vurduğu için piyasadaki arzı etkileyecektir. Bu da fiyatların artması demek. İkincisi tarımsal mülkiyetin el değişimi hemen üretime geçme konusunda bazı gecikmelere neden olacaktır. Üçüncüsü de emek piyasası tamamen bozulduğu için-özellikle de bahçe tarımında- yine üretimin sekteye uğraması bekleniyor. 

Ve bölgeyi bekleyen büyük bir ekonomik sorun var. Bu da bölgenin yeniden inşasından kaynaklanıyor. Bu durum zaten mevcut olan enflasyonu, tarımsal üretimin girdisinde ve çıktısındaki maliyetleri arttıracaktır. Gıda fiyatlarında artış olacak diyebiliriz özetle. Yani tarımda kapitalist yasaların ve neoliberal politikaların bu bölgede artık daha çok etkili olacağını söyleyebiliriz. 

'Doğal afetlerde tarımsal müdahale planına ihtiyacımız var'

Tarımsal faliyeti devam ettirmek adına önlem alınabilir mi? Bunun için geç kalındı mı?

Aslında hayır. Burası dediğim gibi bahçe ürünlerinin merkezi olduğu için üretimin devam ettirilmesi hala mümkün. Kaldı ki mevcut birçok ürün şu an üreticinin ikinci kez ürettiği ürün. Yani Adana, Osmaniye, Urfa gibi yerlerde üreticinin yılda iki kez ürün aldığı örnekler var. Yani üretim için geç kalınmış değil. 

Ancak burada esas sorun şurada... Bahçe tarımı düzenli bakım isteyen bir üretim etkinliği. Ve tüm bu bakım sürecinde de iş gücüne ihtiyaç duyuluyor. Dolayısıyla depremden ötürü bu tür müdahaleler için geç kalınıyor. Çünkü iş gücü yaşamını kaybetti ve birçoğu da şehirleri terk etmek zorunda kaldı.

Bu aynı zamanda deprem gibi afet durumunda tarımsal üretimin devam etmesi için bir müdahale planına ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Gerek tarım bakanlığının, gerekse il tarım müdürlüklerinin bir afet planının ve tarımsal üretimin devamına yönelik acil durumlarda bir müdahale planının olmadığını görmüş olduk.  

                                                                  /././

Patronlar kazanç peşinde: OYAK Çimento'nun deprem mesaisi 

Depremin ilk saatlerinde borsada çimento şirketlerin gelirleri artmıştı. OYAK Çimento'nun deprem mesaisi depremden sonra ortaya çıkacak büyük rantı gözler önüne seriyor.

6 Şubat'ta henüz depremden birkaç saat geçmişti ki borsada açılışla birlikte çimento ve inşaat firmalarının gelirleri tırmanışa geçti. İnsanların günlerce kurtarılmayı beklediği ve birçok yurttaşımızı soğuktan ve teknik imkansızlıklardan dolayı hayatını kaybettiği depremin ilk günlerinde, çimento firmaları hazırlıklarını yapmaya başlamıştı. 

Bu firmalardan birisi de OYAK Çimento. OYAK Çimento'nun deprem bölgesindeki mesaisi firmaların ve patronların iştahını kabartan cinsten. Yaklaşık 10 yeni çimento üretim tesisiyle deprem bölgesinde çalışmayı hedefleyen şirketin gelirleri de 9 kat artacak.

Depremin ilk mesajı: 'Faaliyete devam'

Depremin ilk günlerinde geçmiş olsun mesajı yayınlayan OYAK Çimento Beton Kağıt firması yayınladığı sosyal medya paylaşımında depremzedelerin yanında olduğunu, deprem bölgesine birçok yardım malzemesi gönderdiğini ifade ediyor. Ancak bir detay daha yer alıyor bu paylaşımın içinde. Barınma konteynerleri ve enkaz arama için iş makinaları yolladığını ifade eden şirket, ek olarak transmikser ve pompa da yolladığını ifade ediyor. Ve akıllara sadece inşaatlara çimento dökmek ve taşımak için kullanılan bu araçların depremin ilk günlerinde deprem sahasında neden yolladığı sorusu geliyor. 

Deprem günlerinde çalışanlara yıllık izin dayatması

Depremin ilk günlerinde deprem bölgesinde hava şartları kötüleşmiş ve bazı bölgelere de kar yağmıştı. soL Haber'in ulaştığı bilgiye göre bazı çimento üretim sahalarında kar yağmasından dolayı üretimin durmak zorunda kaldığı için çalışanlara "İzin yok, yıllık izinlerinizden kullanacaksınız" dayatması yapıldı. Bir yandan sosyal medyada depremzedelere yardım götürdüğünü söyleyen firmanın aynı zamanda çalışanlarına izin vermek yerine yıllık izinlerinden kullandırmak istemesi çalışalar tarafından tepkiyle karşılanmış.

Aynı zamanda birçok çalışanın düzenli maaş alamadığı ve usulsüz kesintilere maruz kaldığını ifade ettiği firmanın deprem için yardım toplaması bir tür "imaj tazeleme" olarak yorumlanmıyor. Çalışanlar ise "Ücretlerini kesintiyle verdikleri işçilere 'Deprem bölgesine göndermek için erzak getirin' diyorlar. Bizden kestikleri paralarla tüm deprem bölgesine aş evi kurulurdu" diyor.

Hedef yüzde 900 fazla üretim ve gelir

OYAK Çimento'nun deprem bölgesinde yapacağını belirttiği yeni yatırım ve hedefler kabaca mevcut üretim ve kapasitesinin 9 katına tekabül ediyor. Kahramanmaraş, Malatya, Adıyaman ve Hatay'da kurulacak yeni tesislerde gece gündüz çimento üretimini hedefleyen firmanın gelirleri de benzer şekilde artacak. Mevcut durumda yine deprem bölgesindeki iller için faaliyet gösteren Osmaniye'deki tesis ise işler durumda. Osmaniye'yi de dahil edince toplamda 5 ayrı noktada üretim hedefleniyor.

Mevcut veriler ve hedefler kamu kurumlarının ve şirketlerin, insanların depremde yaşadıkları sıkıntıları hafifletmekten ziyade daha çok sonrasındaki yatırımlara odaklanıldığı ve kâr odaklı çalışmalar yapıldığı şeklinde yorumlanıyor. Bu veriler deprem sonrasında bölüşülecek rantın sadece çimento kısmı. Bunun yanı sıra kimya, demir-çelik, tekstil, bakır gibi daha birçok alanda da patronların bu yeni sürece odaklandıkları ifade ediliyor.

(Özkan Öztaş-SOL/Özel) 


Afyon'daki altın madenine mahkemeden iptal kararı - Yusuf Yavuz / SOL

 Türkiye’nin önemli küçükbaş hayvancılık merkezlerinden biri olan Emirdağ yaylalarında Kanadalı Eldorado Gold’a verilen altın arama ruhsatını mahkeme iptal etti.

Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesine adını veren Emir Baba türbesinin de bulunduğu bölgede Kanadalı Eldorado Gold firmasının yerli iştiraki olan TÜPRAG Madencilik tarafından açılmak istenen altın madenine verilen ruhsat iptal edildi. Ülkenin önemli hayvancılık merkezlerinden biri olan Emirdağ’da 13 bin 640 dekarlık alanda maden arama ruhsatına karşı Afyonkarahisar Damızlık Koyun ve Keçi Yetiştiricileri Birliği ile yörede yaşayan 7 yurttaş dava açmıştı. Davayı gören Afyon İdare Mahkemesi, altın madeni için verilen ruhsatı iptal etti. Mahkemenin oybirliği ile aldığı kararda, Ekim 2020’de verilen arama ruhsatının hukuka aykırı olduğuna hükmedildi. İptal kararı yöre halkı ve Emirdağ yaylalarında hayvancılık yapan üreticiler tarafından sevinçle karşılandı. Davacı yöre halkının gönüllü avukatı İsmail Hakkı Atal, “Çanakkale Savaşında Kanada ordusunun da  yer aldığı sömürgeciler Çanakkale’yi geçemediler ama şimdi her gün Enerji Bakanlığının, Çevre Bakanlığının, Maden ve Petrol İşleri Genel müdürlüğünün koridorlarında dolaşıp Türkiye’nin her yerini parselliyorlar” diye konuştu. 

Türkiye’nin önemli küçükbaş hayvancılık merkezlerinden biri olan Emirdağ, türkülere konu olan yaylalarıyla ünlü. İlçeye adını veren Emir Baba türbesinin de bulunduğu Emirdağı, yöre halkı tarafından kutsal sayılıyor. Ancak 16 Ekim 2020 tarihinde küresel altın devi Kanadalı Eldorado Gold’un yerli iştiraki olan TÜPRAG Madencilik firmasına 13 bin 640 dekarlık alanda altın arama ruhsatı verildi. 

Yörede yaşayan 7 yurttaş dava açtı

Su kaynakları ve meraların olduğu bölgede altın madeni açılmak istendiğini ancak sondaj makineleri alana gelince öğrenen yöre halkı projeye karşı dava açtı. Afyonkarahisar Damızlık Koyun ve Keçi Yetiştiricileri Birliği ile yörede yaşayan 7 yurttaşın açtığı davayı gören Afyon İdare Mahkemesi, altın madeni için verilen ruhsatı iptal etti.

Mahkemeden Anayasa anımsatması

Anayasa'nın 56. maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunun düzenlenmiş olduğuna vurgu yapılan mahkemenin iptal kararında, “çevreyi geliştirmenin, çevre sağlığını korumanın ve çevre kirliliğini önlemenin devlet ve vatandaşların ödevi olduğu belirtilmiştir. Buna göre çevrenin geliştirilmesine, çevre sağlığının korunmasına ve çevre kirlenmesinin önlenmesine yönelik tedbirleri almak devletin temel ödevlerindendir. Bu amaçla devlet, çevrenin korunmasını sağlamak için etkili bir hukuk düzeni oluşturmakla yükümlüdür” anımsatması yapıldı. 

'Arama ruhsatı hukuka uygun'

Altın arama sondajı için ÇED süreci gerektiği vurgulanan iptal kararında, “Hal böyle iken, mevzuatta maden arama faaliyetlerinin doğrudan çevreyi koruma mevzuatında öngörülen şart ve yükümlülüklerden istisna tutulmadığı, maden arama faaliyetinin içeriğine ve arama yöntemine göre çevresel etki açısından değerlendirilmesi gerektiği” belirtilerek şöyle denildi:

“Maden Yönetmeliği’nde yer alan ve yarma, kuyu açma ve sondaj gibi önemli kazı işlemlerinin yapılabileceği ‘detay arama dönemi’ için ÇED süreci işletilmesi gerektiği halde bu süreç işletilmeksizin, Afyonkarahisar İli, Emirdağ İlçesi sınırları içerisinde bulunan 1.364,38 hektarlık alana ilişkin olarak müdahil Tüprag Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketine verilen ve 4 yıllık detay arama dönemi 16/10/2020 tarihinde başlayan 201700788 sicil ve 3343690 erişim numaralı 4. grup maden arama ruhsatında hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”

Üç avukat birlikte çalıştı

Davayı açan Emirdağlı vatandaşlar ve Afyonkarahisar Koyun Keçi Yetiştiricileri Birliği’nin gönüllü avukatı İsmail Hakkı Atal, iptal kararının ardından Türkiye’deki altın madenciliğinin sömürge madenciliğine dönüştüğünü savundu. Dava dosyasında Av. Seyda Afyoncu ve Av. Arif Ali Cangı ile birlikte çalıştıklarını kaydeden Atal, yaptığı değerlendirmede şunları söyledi: 

"Çanakkale Savaşında Kanada ordusunun da yer aldığı sömürgeciler Çanakkale’yi geçemediler ama şimdi her gün Enerji Bakanlığının, Çevre Bakanlığının, Maden ve Petrol İşleri Genel müdürlüğünün koridorlarında dolaşıp Türkiye’nin her yerini parselliyorlar. Sömürgecilerin içinde özel bir yeri olan Kanada Devleti ise 21. Yüzyılda milli gelirinin yüzde 76’sını gezegenin her yerinde yaptığı sömürge madenciliğinden sağlıyor. 18 Mart 1915’te Çanakkale’yi geçemeyen Kanadalı sömürgeci altın madencilerinin bu defa Çanakkale’yi geçmek için kullandıkları basamaklar ise Çanakkale Alamos Gold, Erzincan İliç, Uşak  Kışladağ, İzmir Efemçukuru, Afyon Emirdağ v.s.  

Sömürgeci altın madencileri neden ülkemizin başına üşüştü? Çünkü beyana dayalı olarak ürettikleri altın madeninden Türkiye’ye sadece yüzde 1,5 bıraktıkları Enerji Bakanı Fatih Dönmez’in soru önergesine verdiği cevapla ortaya çıktı. Kamuoyu baskısı sonrası, Cumhurbaşkanı kararıyla bu oran yüzde 8 ‘e çıkarıldı. Ancak bunu yüzde 1 olarak, hatta binde bir olarak vermeleri tamamen kendi insiyatiflerine bırakılmış durumda. Zira ‘beyana dayalı’ olan sömürge altın madenciliğinde, ne Enerji Bakanlığı’nın ne de MAPEG’in bir kontrolü yok. MAPEG ve Enerji Bakanlığı, sömürgecilere karşı ‘gönlünüzden ne koparsa kabulümüz’ anlayışında.”

Kanser vakalarında artış

Sömürge anlayışıyla siyanürlü madenciliğin 2002 yılından itibaren başladığını kaydeden avukat Atal, 2002-2016 yılları arasındaki kanser vakalarının erkeklerde 12 kat, kadınlarda ise 6,5 kat arttığına dikkat çekerek şöyle konuştu:

“2002 ile 2016 arasındaki istatistiklerinden sonra Sağlık Bakanlığı, 2016’dan sonraki kanser istatistiklerini de gizlemekte ve yayınlamamakta. Bugün Türkiye’nin sağlık harcamalarının önemli bir kısmı kanser ilaçlarına gitmekte ve bu kanser ilaçlarını da içinde Kanada’nın da olduğu G-8 ülkeleri üretiyor. Sömürgeciler bir yandan altını gasp ederken bir yandan da halkı zehirliyor. Bugün bir çok siyasetçi hamasi 18 Mart nutukları atacak. Ama perde arkasında 1915’te Çanakkale’yi geçemeyen sömürgeci altın madencileri Pazartesi mesaisiyle birlikte Enerji Bakanlığı, Çevre Bakanlığı ve MAPEG koridorlarında iş kovalamaya devam edecekler. 

Çevre-ekoloji mücadelesi bir varoluş mücadelesi, ölüm kalım meselesi haline gelmiştir.”

 Yusuf Yavuz / SOL


Öne Çıkan Yayın

Çok şey söyleyip bir şey anlatmama sanatı! -Mehmet Y. Yılmaz /T24-

Cumhurbaşkanı “altı doldurulmamış sözlerle sürece sahip çıkıyormuş gibi görünme” konuşmalarını hep yapıyor. Ama esasen hiçbir şey söylemiyor...