İki resim ve bir gerçeklik duygusu - Aydemir Güler / SOL

 Bu ikincisi halkın salak olmadığına, kendisini hiçe sayanları süpürmeye hazırlandığına tanıklık ediyor. 

Depremi izleyen günlerde Deprem Takip Merkezi olarak bölgede bir gözlem gezisi gerçekleştirdik. 21 Şubatta Adana’dan başlamıştık. En sinir bozucu gözlemlerden biri, belediye başkanı imzalı afişler oldu. İç karartıcı olsun diye seçilmiş donuk ve koyu renk bir zemin üstüne “Geçmiş olsun” yazılıp devamında o ilin, şehrin adıyla devam ediliyor. Altta da imza; falanca bilmem kim, bilmem nere Büyükşehir Belediye Başkanı… 

Düşünün; kent merkezinde sadece sokak lambalarının yandığı, sakinlerin göç ittiği veya çadırlara sığındığı bir yerleşimden geçiyorsunuz. Issız caddelerin devasa reklam tabelalarında afişler… Bu başkanlar kime geçmiş olsun diliyor? 

Yıkımın iki hafta sonrasında devlet daha uyuz ilacı bulamamış. Kimi çadır kentlerde bir kenarda bilmem hangi nedenle kullanıma sokulamayan çamaşır makineleri terk edilmiş duruyor. Kent merkezlerinde sıradan parklara AFAD’ın atıp gittiği çadırlara başını sokabilmiş talihliler tuvalete nereye gideceklerini bilmiyor… 

Ama belediye başkanları yememiş içmemiş, afiş bastırmışlar. Başkandan selam var: Geçmiş olsun.

Geçip giden bir şey var tabii: Devlet veya burjuva siyaseti gerçeklik duygusunu yitirmiş. 

Sosyal medyaya bakarsanız, belediyeler arası bir yarışma var; görebilirsiniz. Bayram kutlaması için uzun protokol listelerine kart yollamayı alışkanlık edinmiştir ya bilumum kurum; bu da öyle. Depremin acısını bir türlü atlatamayan yurttaş, 1500 kilometre öteden bir yetkilinin, ilçesine yolladığı geçmiş olsun dileğini izleyip mutlu olur mu? Yoksa kutlamacı yetkilinin hemşerileri bu incelikten gururlanır mı? 

Suyumuz yokmuş, paramız yokmuş, çamurlu sular çadırları doldurmuş; ama ne gam. Mutluyuz, gururluyuz, bir hayal âlemindeyiz… 

Halkımızın da kendileri gibi bir hayal âleminde yaşadığını sanıyorlar. 

Kampanya devam ediyor ve gerçeklikten kopuşun yeni rekorlarını kırıyorlar. Anlatmayayım, görsel bir örnek vereyim; başlıkta bahsi geçen birinci resim olsun aşağıdaki:


Malatya ve diğer yıkılan kentlerimiz eşsiz, ama bu başkanlar hep birbirlerine benziyor. Sadece iktidar partilerinin belediyeleri değil, kervana katılanlar. Bir CHP’li başkan, haftalardır, yok olan kasabasını sokak sokak gezip yıkıntılar arasında depremzedelerle fotoğraf çektiriyor. Gezinin amacı anlaşılan bundan ibaret, çünkü icraat namına “acıları paylaşmaktan” öte bir şey söylenmiyor! 

Oysa kimse aptal değil. Durumu düzeltecek bir girdide bulunur umuduyla misafiri hoş karşılayan halkımız acısının paylaşılmasıyla yetinildiğini göremeyecek kadar aptal değil. Hazırlanan afişler, çekilen fotoğraflar çeşitli “halkla ilişki” çalışmaları, Pi-aR dedikleri yani. Ama kimse aynı partinin yıllardır o kasabada yerel iktidar olduğunu unutmuyor!

Reklamcılığın gerçeklikten kopuş haline önceki akşam TRT’de de denk geldim. Deprem bölgesinden taşınanların seçim takvimi uyarınca ayın 17’si ve 18’ine kadar yapmaları gereken işlemler bir kamu spotuyla anlatılıyordu. Gelecek zaman kipi kullanılıyordu. Ne çare ki tarih 23 Mart olmuştu çoktan! 

Yoksa birileri halk diye bir şeyi mi unutmuştu? 

Böyle olacağı aslında Erdoğan’ın depremzedelere banknot dağıtmasından belliydi! O bölgede bundan memnun olacak, devlet tarafından sahip çıkıldığını düşünecek tek bir kişi bulamazdınız… 

İşin bu kısmını bu köşede daha önce dile getirmiştim. Seçime doğru siyasi iktidarın popülist işler yapması, “seçim ekonomisi” gütmesi beklenir ya... Ama neoliberalizmin yağmacı imamlarının aklına, sonradan geri almak üzere, yani göstermelik bir cömertlik bile gelmedi. Her şeyin ticaretinin yapıldığı bir düzen kurmak için gelmişlerdi ve seçim olacak diye bazı şeyleri bedavadan dağıtmak, zekâtın ve sadakanın suyunu çıkartmak fıtratlarında yoktu. Onlar, evi yıkılana çadır satmakla ve bir imparatorluk hayali uğruna dünyanın bütün cihatçılarına yardım sağlamakla görevliydiler. 

Ancak kopuş büyüktür. Pandeminin, sonra görülmemiş yoksulluk patlamasının yetmediği yerde deprem ve ardından sel bile İslamcı liberal düzene halkı hatırlatamadı. Büyük bir propaganda makinesi çalışıyor ve bir garibanla Erdoğan’lı video çekiliyor. Belli ki ince bir senaryoya dayanan bu propaganda videosunda afetzede Reis’e, kendisine yardım için HDP’li olma şartı dayattığını söylediği CHP’yi şikâyet ediyor! Yazım hatası aramayın bu cümlede. CHP afetzedeye yardım için HDP’li olmayı dayatmış. İktidarın propaganda filmi bunu anlatıyor. Yani iktidar Türkiye’yi akıldan büsbütün yoksun sayıyor… 

Oysa Türkiye’de başka fotoğraflar da çekiliyor…


Pazarcık’ta bir çadır kentte TKP Dayanışma Merkezi’ni Aziz Seçilmiş süslemiş, Cahit Atmaca da resmini çekmiş. 

Bu ikincisi halkın salak olmadığına, kendisini hiçe sayanları süpürmeye hazırlandığına tanıklık ediyor. 

Aydemir Güler / SOL

İhale oyunları + İlaç krizi büyüyor (Murat Ağırel+Cumhuriyet)

 


İhale oyunları

Geçen hafta Şanlıurfa’da meydana gelen sel felaketinde vatandaşlara adeta mezar olan Abide Kavşağı altgeçit ve üstgeçit yollarını yapan firmalara ait bilgilere yer vermiştim.

Kavşağın üst yollarını yapan Gürbağ Grup’a bağlı Ohitan adlı firma hakkında Kamu İhale Kurumu’nun verdiği ihale yasağı kararını ve yapılan suç duyurusunu yazmıştım.

Özetle sahte iş bitirme belgesiyle milyonluk ihaleler almışlar.

Sahte iş bitirme belgesi sadece bu firmaya özel değil.

Bu olağan bir uygulama!

Elime bir mahkeme kararı ulaştı. Mahkemenin dava konusu “sahte iş bitirme belgesi”. Bahse konu firma ise Bayburt Grup...

Odatv’de 30 Mayıs 2018 tarihinde yayımlanan “Bizi yandaşlarınızla karıştırmayın” başlıklı, Soner Yalçın imzalı makalede şu ifadeler yer alıyor:

“Bayburt Grup milyar dolarlık işler aldı. Bu işleri alırken benzer büyüklükte iş yaptığını gösteren şu belgeyi sundu:

Dübendi Havalimanı yapımına ilişkin iş bitirme belgesi...’

‘Dübendi Havalimanı’ adında Azerbaycan’da havalimanı bulunmuyor!”

Benim ulaştığım mahkeme kararlarındaki olayları anlatayım. Belgelere de ulaştım.

Bayburt Grupta çalışan M.Ö., grup firması olan Özgün Yapı adlı firmanın ihalelere katılmak için sunduğu iş bitirme belgelerinin sahte olduğunu ihbar ediyor ve suç duyurusunda bulunuyor.

İddianame ve mahkeme evraklarında geçen ihaleler hangisi?

(2010/504896 ihale kayıt numaralı) Adapazarı-Karasu Limanları ve Sanayi Tesisleri Demiryolu Bağlantısı Altyapı İnşaatı ihalesi.

(2010/70892 ihale kayıt numaralı) Bandırma-Bursa-Ayazma-Osmaneli Hızlı Tren Projesi. Bursa-Yenişehir Kesimi Altyapı İnşaat İşlerinin Yapımı işi.

(2011/21054 ihale kayıt numaralı) Çandarlı Limanı İnşaatı ihalesi.

(2012/16925 ihale kayıt numaralı) Türkiye-Gürcistan (Kars-Tiflis) Demiryolu Alt ve Üst Yapı İkmal ihalesi.

(2013/19537 ihale kayıt numaralı) Viranşehir-Kızıltepe-Oyalı Yolu ihalesi.

(2013/154451 ihale kayıt numaralı) Kütahya-Simav-Demirci Yolu ihalesi.

Mahkeme bahse konu iş bitirme belgesini bilirkişiye gönderiyor. Belge Azerbaycan Ulaştırma Bakanlığı tarafından düzenlenmiş. Belgenin içeriği ise Azer İnşaat’ın iş deneyim belgesi olarak gözüküyor.

Bakû-Büyükkesik arası 317 km demiryolu yapımı inşaatının 2004-2006 arasında bitirildiğini gösteriyor. Oysaki bahse konu demiryolu ihalesi 21 Haziran 2010 yılında Dünya Bankası kredisiyle ihale edilmiş ve yapımı bitmemiş.

Belgenin Ankara 57. Noterliği’nce tasdik edilmiş olduğunu tespit ediyor. Ancak noterde bulunan suret ile ihale komisyonuna sunulan belge arasında fark var.

İhaleye sunulan belgelerden birinde “09/10/2006” tarihi yer almasına rağmen noterdeki tarihin “09/10/2007” olduğu, bir başka belgede ise ihaleye sunulan belgenin tarihinin “27/04/2006”, noterde bulunan suretinde ise “27/04/2007” olduğu görülüyor.

Başka bir belgenin ise “12. Yanvar.2003” noterde bulunan suretinde ise “12.yanvar.2004” olduğu, bilirkişi tarafından sahtecilik yapıldığı tespit ediliyor.

Yargılanan kişi Güngör Şentürk.

Yaptığı savunmada şunları söylüyor:

“İhalelere girdiğimiz doğrudur, belgelerimizi şirket çalışanımız E.V. hazırlamaktadır, ben bu belgelerin tarihlerinin niçin farklı olduğunu bilmiyorum. Müşteki M.Ö. ile E.V’nin birlikte hareket ettiği kanaatindeyim, zira belgeleri hazırlayanlar onlardı, amaçları sahte belgelerle dava açılmasını sağlayıp şantajla maddi menfaat elde etmekti, suçlamaları kabul etmiyorum.”

İstanbul Başsavcılığı’na da M.Ö. hakkında dolandırıcılık iddiası ile suç duyurusunda bulunulmuş.

M.Ö. ise ifadesinde şöyle demiş:

“Sanık Güngör Şentürk’ten alacak davalarım vardı, bu dosyalarla ilgili icra işleriyle ilgili takipleri oldu, bundan dolayı dosyalara imza incelenmesi için ihale dosyalarındaki belgelere celp edildi, ben bu şekilde bazı belgelerin sahte düzenlendiğini öğrendim, E.V’yi tanımıyorum, birlikte de çalışmıyoruz. Kendisi hakkında suç duyurusunda bulunmuştum.”

Ankara 48. Asliye Ceza Mahkemesi kararını vermiş ve 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına hükmetmiş.

Peki hangi ihaleleri yapmış bu firma?

Kars-Tiflis Demiryolu Alt ve Üst Yapı İkmal ihalesi ilk 2007 yılında ihale edildi.

İşi 283 milyon TL bedel ile Özgün Yapı adlı firma kazandı. O günkü kur ile 200 milyon dolar.

Değerli dostlar, gösterilen sahte iş bitirme belgeleri ile milyarlarca TL tutarındaki ihalelere girmiş ve bazılarını da kazanmışlar.

Cezası sadece 3 yıl.

Amacım, insanlar 50 gün sonra bile çadır ararken nasıl bir çadır devletinde yaşadığımızı anlatmak.

                                                    /././

 İlaç krizi büyüyor 

Bu köşeden sahte kanser ilacı rezaletini ve aktörlerini yazmıştım.

Yazım sonrasında kamuoyu büyük tepki verdi. Sağlık Bakanlığı, TİTCK, SGK açıklama yaptılar. Şu anda çok daha büyük bir sorunumuz var.

İlaç yok.

Bu kurlardan dolayı yaşanan bir ilaç krizi değil. Devamlı kullanılması gereken hayati öneme sahip ithal ilaçlar bitmek üzere.

İlaç ithal edilmiyor. Anlatayım.

Yazmış olduğum haber neticesinde Sağlık Bakanlığı “Yurtdışından İlaç Temini Yönetmeliği” yayımladı. Şu ifadeler kullanıldı:

“Hastalar için sağlığın yüksek seviyede korunmasını esas alarak, ülkemizde henüz ruhsatlı olmayan veya ruhsatlı olup da çeşitli sebeplerle piyasada bulunmayan beşeri tıbbi ürünlerin, yurtdışından şahsi kullanım amacıyla reçeteli olarak temin edilmesi ve hastanelerin yurtdışından toplu olarak ilaç teminine ilişkin usul ve esasları belirlemek amacıyla hazırlanan Yurt Dışından İlaç Temini Yönetmeliği, 3 Şubat 2023 tarihli ve 32093 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 23/10/2021 tarihli Yurtdışından İlaç Temini ve Kullanımı Kılavuzu ve ekleri yürürlükten kaldırılmıştır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”

Bu yönetmelik ile bakanlık, SGK ve TEB’e (Türk Eczacıları Birliği) çeşitli sorumluluklar yükledi.

Yani Sağlık Bakanlığı aslında yayımladığı yönetmelikle yurtdışından gelen ilacın üretiminden son tüketim anına kadar kayıt altına alınmasını istiyor ve “Her aşamasını takip etmek istiyorum” diyor. Mesela yönetmelikte ilaç takibini sağlamak adına sekonder ambalajlama tesisi ile imzalanmış sözleşmeyi istiyor.

Amaç, ilaçların güvenliğini tanımlamak ve “onların daha güvenli ve etkili kullanımlarını sağlamak”...

Özetle bir denetim sistemi getirmek istiyor bakanlık.

SGK yılda en az iki defa ithaline izin verilen ilaçları ihtiyaç doğrultusunda ihale yolu ile temin edip hastalara ulaştırıyor. Daha doğrusu ulaştırıyordu...

SGK 2023 yılında ihale yapmadı. Stokları kullanmaya başladı ve stoklar bitmek üzere.

Seçimler mi bekleniyor? SGK batırılarak Kılıçdaroğlu’na seçilir seçilmez iftira mı atılacak bilemiyorum.

KILAVUZ NEDEN YOK?

Ben hem SGK içinden hem de sektördeki ilaç temsilcileri ile görüştüm. Aldığım cevaplar şöyle:

“Her yönetmelik gibi bu yönetmelikte de geçici madde, süreli uygulama geçişleri, genel hükümlerde yoruma açık maddeler içerdiğinden SGK, TEB ve tedarikçi firmalar bu yönetmeliğin uygulamasını net olarak açıklayan kılavuz yayımlanması beklentisi içerisine girdiler. Yönetmeliğin yayım tarihinden bugüne kadar 2 ay geçmesine rağmen henüz bir kılavuz yayımlanmadı. Ayrıca 27 Ocak 2023’ten beri ithal izni verilen ve ticari isimleri belirlenen güncel bir ilaç listesi de yayımlamamıştır ki bu liste yıllardır her hafta cuma günü TİTCK resmi web sayfasından kamuoyuna duyuruluyordu. Gelinen noktada yurtdışından ilaç tedarik işleyişi durmuş, yılın başında yapılması planlanan SGK yurtdışı ilaç ihalesi yapılamamış, geçen yıl ağustos ayında yapılmış olan ihale ile alınan stokların hemen hepsi neredeyse bitmiş durumdadır.”

YURTTAŞIN SAĞLIĞI TEHLİKEDE

SGK tarafı mağdur olmuş binlerce hasta başvurularında şifahi olarak TİTCK’nin kılavuz yayımlamasını beklemekte olduklarını belirtiyor.

TİTCK ise bu yönetmeliğin çalışması sırasında kendilerine görüş sorulmamasını, kendilerinin yok sayılmaya çalışıldığını söylüyor.

Aklım almıyor inanın. Kurumlar arasında yaşanan bu durum neticesinde yurttaşların sağlığı ile oynanmakta.

Sağlık Bakanlığı bir daha kanser ilacı diye ağrı kesici satılmasın diye bir yönetmelik yayımlamış; SGK “Ben nasıl uyayım, uydurayım” diye hastaların sağlığını hiçe sayıyor. Tam bir kaos var yani.

SGK yetkilileri bir çözüm aramak veya bulmaya çalışmak yerine hastalara kendi imkânları ile parasını önden ödeyerek alacakları ilaçların bedelini geri ödeme fiyatı üzerinden bir ödeme yapabileceğini belirtiyor.

Söz konusu ilaçlar 3-5 liraya alınacak ilaçlar değil. Zaten canı ile boğuşan vatandaş hastalığı ile mücadele etmeyi bırakıp ilaç almak için para arayışına mı girecek?

Söz konusu ilaçların bazıları yüz binlerce lira tutuyor.

Özet olarak parası olan ilacı bulamıyor, ilacı bulan parasını bulamıyor.

(Murat Ağırel+Cumhuriyet)

AKP, MHP, BBP, HÜDAPAR, Yeniden Refah: Ülke tarihinin en gerici ittifakı kuruldu - BİRGÜN


Yeniden Refah Partisi’nin de Cumhur İttifakı’na katılmasıyla birlikte oluşan tabloyu yazar ve yorumcular değerlendirdi: “Ülke tarihinin en gerici ittifakı.”


AKP ve MHP’nin omurgasını oluşturduğu, BBP’nin kendince destek verdiği Cumhur İttifakı, 14 Mayıs seçimlerine giderken iktidarı kaybetme korkusuyla ‘genişledi’. Birçok isim, ittifakın mevcut durumu “Ülke tarihinin en gerici ittifakı”, “Şer ittifakı” gibi ifadelerle değerlendirdi.

HÜDAPAR, yaptığı açıklama ile seçime AKP listelerinden gireceğini açıklarken Yeniden Refah Partisi ise son anda Cumhur İttifakı’na katılma kararı aldı.

Son anda gelen kararla birlikte birçok yorumcu ve yazar, oluşan tabloyu sosyal medya hesaplarından paylaştığı mesajlarla değerlendirdi.

BirGün yazarı Güven Gürkan Öztan, “Yeniden Refah ve Hüda-Par'ın resmen Cumhur İttifakı'na katılmasıyla siyasi tablo netleşti. Bir yanda Türk sağının en gerici, en dinci kanadı; diğer tarafta merkez siyasetten Türkiye soluna ve Kürt hareketine uzanan geniş demokrasi ittifakı” ifadelerini kullandı.

Akademisyen ve soL Portal yazarı Fatih Yaşlı da, “Ülke tarihinin en gerici ittifakı kurulmuş oldu an itibariyle” dedi.

TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık da Yeniden Refah’ın son andaki karar değişikliğini, “Siyasal İslam omurgasızlığına ilk kez tanık olmuyoruz” ifadeleriyle değerlendirdi.

Radyo programcısı Nihat Sırdar ise, oluşan tabloya ilişkin “Orta çağ ittifakı” nitelendirmesi yaptı.

(BİRGÜN)

Çok kârlı bir fiyasko + SVB krizi neyin semptomu? + Hamleler hızlandı (Ergin Yıldızoğlu/Cumhuriyet)


Çok kârlı bir fiyasko

ABD-İngiltere ittifakının yirmi yıl önce bu hafta başlayan Irak saldırısı Saddam rejimini yıktı ama amaçları, uzun dönemli etkileri açısından tam anlamıyla bir fiyasko oldu; çok kârlı bir fiyasko...

Neye niyet neye kısmet...

ABD, Saddam rejimini yıkarken askeri-teknolojik gücünü, dönüştürücü kapasitesini kanıtlayacak, Irak’tan sonra tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin rejimlerini yeniden şekillendirerek demokratikleştirecekti. Büyük Ortadoğu Projesi olarak da bilinen bu fanteziye göre, yeni bir Amerikan Yüzyılı başlıyordu. ABD artık, 80’den fazla ülkede 700’den fazla askeri üssüyle tam anlamıyla “realiteyi yaratan bir imparatorluktu!”

“Evdeki hesap çarşıya uymadı”! ABD, Irak’ta rejimi yıktı ama yeni bir düzen kuramadı. Şii ve Sünni kanatlarıyla, silahlı bir direniş gelişmeye başladı. İşgal gücü direnişi bastıramayınca, kanlı provokasyonlarla bir Şii-Sünni iç savaşını kışkırttı. Sonunda 1 milyondan fazla Iraklı öldü, İslamcı terörizm ve IŞİD canavarı doğdu. Yalnızca ABD askeri gücünün “her şeye kadir” imajı bozulmakla kalmadı, Batı’nın “ahlaki üstünlük” iddiaları, kitle imha silahlarına ilişkin yalanlarla, Abu Gharip üssündeki müstehcen işkencelerin basına sızan fotoğraflarıyla tamamen yıkıldı. Dahası, Birleşmiş Milletler kararı olmadan, bir yalana dayanarak başlatılan savaş, “kurala dayalı dünya düzeni” iddiasının da içini boşaltı.

Bu boşlukta, Çin bir büyük güç olarak yükseldi; Rusya Ortadoğu’ya indi, göçmen dalgası Avrupa’da kültür savaşlarını ve “süreç olarak faşizmi” hızlandırdı. Suudi rejimi, Çin ve Rusya ile ilişkilerini geliştirmeye başladı. Şimdi, Rusya’nın Ukrayna’ya girişinin, Çin’in Iran ile Suudi rejimi arasında bir yaklaşımaya aracılık etmesinin, yeni bir küresel ve bölgesel jeopolitik şekillenmenin ilk işaretleri olduğu söylenebilir.

ABD askerleri Irak’tan “çekildiğinde”, Afganistan’da Taliban iktidara döndüğünde, ABD’nin gerileyen hegemonyasını, bir imparatorluk kalıbına (şiddet uygulama kapasitesine indirgeyerek) dökerek tek kutuplu yapıyı koruma projesi ters tepiyordu: Tam bir fiyasko.

Madalyonun öbür yüzü

Fiyasko ama çok kârlı bir fiyasko bu! Irak projesi sonunda 3 trilyon dolara mal oldu. Bu maliyet ABD’de finansal dengeleri bozarken askeri-sınai- enerji ve istihbarat kompleksini besledi. ABD savunma bütçesi, 1999’da 291 milyar dolardan, 2004’te 493, 2007’de de 589 milyar dolara, 2000’de 5.7 trilyon dolar olan kamu borcu, 2004’te 7.4 ve 2007’de 9 trilyon dolara yükseldi. Bu sırada ABD bütçe dengesi 2000’de 0.13 trilyon dolar fazladan, 2004’te 0.41 triyon dolar açığa dönüştü. Açık 2010’da 1.5 trilyon dolara ulaştı.

Son yıllarda yapılan kimi araştırmalar 3 trilyon dolardan aslan payının Lockheed Martin, Raytheon, Northop Grumman, General Dynamic, Boieng gruplarının aldığını gösteriyor. Bu “beslenmenin” etkilerini hisse senetlerinin performansından (dolar olarak) izlemek olanaklı. Lockheed: 2000/20.4; 2002/57.6; 2006/75; 2023/475. Raytheon: 1998/11.5; 2006/40.1; 2023/97.7. Grumman:2000/24; 2002/57; 2007/70; 2023/449. General Dynamics: 2000/25;2002/53; 2007/74; 2023/220; Boeing: 2000/ 37.8; 2007/104.9; 2023/205.

Bu savaş yalnızca çok kârlı bir fiyasko olmadı, savaş harcamaları, ABD kapitalizminin, finansal balonunu daha da şişirerek 2007/8 krizini hazırladı. ABD merkezli neoliberal küreselleşmenin topuduna bir çivi daha çaktı.

                                                             /././

SVB krizi neyin semptomu? 

SVB (Silikon Vadisi Bankası) krizine bakınca kapitalizmin yapısal krizinin ana unsurlarını görebiliyoruz. 

Bir taraftan, 300 trilyon dolar borç, 600+ triyon dolar türev piyasası üstüne hızla artmaya başlayan faizlerin basıncının finans sektörünü bir yerinden delmesi kaçınılmazdı. Diğer taraftan, hiçbir bankada, bir krizde, tüm mevduatları karşılayacak nakit/kaynak bulunmaz. Bu nedenle mevduat sahiplerinin zarar görmesini önlemek için devlet kimi garantiler sunar. ABD’de 65.000 dolara kadar olan mevduat sigortası, 2018’de 250.000 dolara çıkarıldı. O sırada, teknoloji sektöründe, “yeni başlayanlarla” (startups) önde gelen yatırımcılarla çalışan SVB, kredilendirdiği yatırımcıları, mevduatlarını bankada tutmaya zorluyor, 250.000 dolar sınırının çok üzerinde mevduat hesapları oluşuyordu. SVP topladığı mevduatların önemli bir kısmını hazine kâğıtlarına yatırıyordu. 

İki gelişme bu dengeyi bozdu: COVID krizinin teknoloji sektörüne getirdiği ek talebi karşılamak için hızla genişleyen personel, kapasite, COVID biterken yük olmaya başladı. İkincisi, merkez bankası faizleri artırmaya başlayınca, kredi maliyeti artmaya, hazine kâğıtlarının fiyatları düşmeye başladı.

Teknoloji sektörü 2022 yılında 241 bin 176 kişiyi işten çıkardı. İşten çıkarmalar 2023 yılında hızlanarak ilk 8 haftada 176 bini geçti. Şirketler, kapasite fazlasını eritmeye, yeni yapay zekâ araçlarına dayanarak otomasyonu hızlandırmaya çalışıyorlardı. Yeni mevduat girişi yavaşlar, SVB’nin mevduatlara karşılık tuttuğu kâğıtların değeri düşerken, sektörün uzmanlarından, Byrne Hobart şubat bülteninde, SVB’nin varlıklarının piyasa değerinin, mevduatların 1/185’ine gerilediğini yazınca, büyük mevduat sahipleri paniğe kapılıp kaçmaya başladılar. O zaman anlaşıldı ki, 250.000 dolar sınırının çok ötesinde, milyonlarca dolarlık mevduatlar söz konusuydu. SVB’den geçen hafta bir günde 42 milyar dolar çekildi. (Wall Street Journal

Bu SVB krizinin banal yanı. İlginç yanıysa, aslında teknoloji sektöründeki “olgunlaşmanın” bir semptomu olması. Geopolitical Futures editörü, George Freeman’ın, SVB krizi başlamadan az önce yazdığı gibi sektör uzun süredir “yeni radikal” inovasyonlar gerçekleştiremiyor; var olan inovasyonları metalaştırmak üzerinde yoğunlaşıyor. Freeman’ın işaret ettiği aşamada “aşırı birikim” sorunu kaçınılmaz oluyor. Yaygın işten çıkarmalar, milyonlarca dolara ulaşan mevduat (atıl para), “startups” yatırımlarının gerilemesi bu duruma işaret ediyor.

Rivayet şöyle: Kapitalizm rekabete, risk almaya dayanır; hata yapan, kârlılığı koruyamayan yok olur. Bu kendi fazlasını kendi temizleyen dinamik bir sistemdir. Gerçekteyse, sermaye “kâr makinesiyse” insan da “arzulayan makine”, bu ikincisi devleti ele geçiriyor, hata yapan verimsiz sermayeyi yok eden dinamiği durduruyor.

SVB krizinde de öyle oldu, Financial Times’ın aktardığı gibi, hazine bakanı yardımcısı 1000+ SVB müşterisiyle bir “Zoom” toplantısı yapmaya zorlanmış. Bu plütokrasi, hazine bakanlığını, bu sektörün ABD’nin askeri, jeopolitik geleceği için ne kadar önemli olduğuna, SVB batarsa inovasyonun öleceğine ikna etmişler. Toplantının ardından hazine bakanlığı, ayrım yapmadan tüm mevduatları koruma altına aldı.

Bir yorumcu “Hurra, herkesi kapsayan bir ulusal sağlık sistemine kavuştuk (bankalar için)” diyordu.

                                                                /././

Hamleler hızlandı

Küresel diplomasinin “satranç tahtasında” Çin beyaz, ABD siyah taşlarla oynuyor. Hamleler hızlanırken ABD tutarlı bir oyun kuramıyor. 

KAPASİTELER

Devletlerin gücü, yalnızca askeri değil aynı zamanda ekonomik, bilimsel-teknolojik kapasiteleriyle ölçülür. Askeri kapasite son tahlilde ekonomik, bilimsel-teknolojik kapasiteye dayanır. Diğer devletleri etkileme, yönlendirebilme (liderlik) kapasitelerinin, hegemonya olasılıklarının da öncelikle ekonomik, bilimsel-teknolojik kapasitelere dayandığını söyleyebiliriz. 

Çin’in toplam küresel sınai katma-değer içindeki payı, 2004-8 arasında yüzde 8-9’dan 2021’de yüzde 30 düzeyine çıkarak 4.9 trilyon dolarla ABD (2.5 triyon dolar) ve Avrupa’nın (2.5 triyon dolar) toplamına ulaştı. ABD’nin 16. bankası SVB’nin geçen hafta batması, ABD merkezli finansal sistemin 2008’den bu yana zaaflarını aşamadığını gösterdi. Moody’s ABD banka sektörünün “derecesini” negatife indirdi. Financial Times’dan Gillian Tett’e göre “Düzenleyiciler hâlâ dünün savaşlarında yaşıyor”. Ücret artışı, talep basıncı “sorunu” yokken enflasyona yüksek faizle müdahale etmek, Raghuram Rajan’ın vurgusuyla, “Resesyon yumuşak mı sert mi olacak” sorusunu getiriyor. 

The American Conservative’de Douglas McGregor’un işaret ettiği gibi “ABD ekonomisi yeni bir karanlık döneme giriyor”. Ekonomik, askeri kapasiteler arasındaki ilişki bağlamında McGregor, Ukrayna’nın savaş deneyimli askerler ve teçhizat stokunun eridiğine, “ABD ve Avrupa askeri-sınai-kompleksinin bu erimeden kaynaklanan açığı kapatmakta zorlandığına” işaret ediyor. Politico ve Washington Post, ABD’nin kapasiteleri ile Ukrayna’nın beklentileri arasındaki uyumsuzlukların arttığını aktarıyorlar. 

VE DENGELER

ABD’nin, “Demokrasiler ittifakı” projesine karşın, Ortadoğu’daki en yakın müttefiki İsrail faşizme kayarken, İran nükleer üretime yeniden başlamışken, Suudiler ABD’ile aralarına mesafe koyarken, Çin, yeni “sorun çözücü”, “düzen kurucu” aktör olmaya başladı. Ukrayna için 12 maddelik barış planının ardından Başkan Ji’nin Avrupa ve Rusya turuna çıkacağı aktarılıyor; Zelenski ile görüşmesi bekleniyor. Çin’in, bu hafta İran ve Suudi Arabistan arasında hem ABD’yi hem de İsrail’i kaygılandıracak yeni bir yakınlaşmaya aracılık etmesi “sorun çözücü ve düzen kurucu aktör” savını destekliyor.

Çin yeni ekonomik-diplomatik ilişki ağları, kapasiteler (örneğin dünyanın en büyük donanmasını) inşa ederken ABD, İngiltere, Avustralya liderleri, Çin’e karşı, Avustralya’ya nükleer denizaltı vermeyi de içeren AUKUS Anlaşması bağlamında geçen hafta Missouri zırhlısının güvertesinde bir araya geldiler. Ancak AUKUS, önemli zaafları olan bir anlaşma. ABD, Avustralya’ya Fransa ile yaptığı denizaltı alma anlaşmasını iptal ettirdi. Avustralya’da birçok analist, ülkenin, ABD’den alınacak nükleer denizaltıların mali, teknolojik gereksinimlerini karşılamakta zorlanacağını düşünüyor. İmzalanmış anlaşmanın iptali, ABD ile Fransa arasında gerginlik yaratırken Kuzey Akım, Rusya-Almanya enerji boru hattına yapılan sabotaj Almanya ile de ciddi bir güvenlik sorununa yol açtı. Sabotajı Rusya yapmadığına göre iki olasılık var: Biri, Seymour Hersh’in doğrudan, Jeffery Sachs’ın Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmada dolaylı olarak işaret ettiği ABD, öbürü de Ukrayna kaynaklı bir özel tim. Her iki olasılık da “bebeği” Beyaz Saray’ın kapısına bırakıyor. “Satranç tahtasında” ABD hem savunmada oynuyor hem de tutarlı bir oyun kuramıyor.

(Ergin Yıldızoğlu/Cumhuriyet)

 

                                           

Yeni dünya düzeni bildirisi + Şam’ın eylemli normalleşme beklentisi (Mehmet Ali Güller/Cumhuriyet)


Yeni dünya düzeni bildirisi

Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Şi Cinping ile Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 40. buluşması tarihi önemdeydi. İki lider, “Yeni Bir Çağ İçin Rusya-Çin Kapsamlı Ortaklığının ve Stratejik İşbirliğinin Derinleştirilmesi Ortak Bildirisi”ni imzaladılar.

Doğrudan belirtelim: 21 Mart 2023 tarihli bu bildiri, 4 Şubat 2022 tarihli bildirinin geliştirilmiş ve derinleştirilmiş devamıdır; ikisi birden, “yeni dünya düzeni” bildirisidir.

Çok kapsamlı bu bildirinin öne çıkan mesajlarını incelersek neden “yeni dünya düzeni” bildirisi dediğimiz belki daha iyi anlaşılır:

Yeni bir çağa girilirken

-Bildiri, “çok kutuplu, ekonomik küreselleşmenin sağlandığı ve uluslararası ilişkilerin demokratikleştiği” yeni bir çağa işaret ediyor. Ve bu çağ şu ilkelerin üzerinde inşa olacak: Hiçbir ülke diğerinden üstün değil, hiçbir yönetim modeli evrensel değil ve hiçbir ülke uluslararası düzeni dikte edemez.

-Bildiri, Çin ve Rusya ilişkilerini Soğuk Savaş dönemi modelini aşan türden bir ilişki olarak niteliyor.

-Bildiri, her ülkenin kendi kalkınma modelini seçme hakkına sahip olduğunu belirterek ABD’nin sözde ülkeleri “demokrasi-otokrasi” şeklinde cepheleştirmesine itiraz ediyor.

-Çin Avrasya Ekonomik Birliği’ni, Rusya Kuşak ve Yol’u destekliyor; taraflar ikisinin entegrasyonunu ve Büyük Avrasya Ortaklığı’nı savunuyor.

Renkli darbelere karşı işbirliği

-Bildiri, “renkli devrimlere” karşı kolluk kuvvetlerinin işbirliğini artıracağına işaret ediyor. İki ülkenin, Orta Asya’ya “renkli devrimler” ithal etme girişimlerini ve bölge işlerine dış müdahaleyi kabul etmediklerini ilan ediyor.

-İki ülke, Doğu Türkistan İslami hareketi de dahil olmak üzere “üç şer güç” ile mücadelede ilgili bakanlıkların yıllık toplantılara başlamasını kararlaştırdı.

-İki ülke, enerji başta pek çok alanda işbirliğini geliştirecek.

-Bildiri, Kuzey Akım boru hattına sabotajın tarafsız bir şekilde soruşturulmasını savunuyor.

Küredeki sorunlara çözüm kararlılığı

-Rusya, Çin’in Ukrayna krizinin çözümü için inisiyatif almasını memnuniyetle karşılıyor ve Çin’in önerdiği 12 maddelik barış planına olumlu baktığını belirtiyor.

-Bildiri, Suudi Arabistan-İran normalleşmesini memnuniyetle karşılıyor; Filistin sorununun iki devletli çözümünü, Suriye’de siyasi çözümü, Libya’nın bütünlüğünün korunmasını, Basra Körfezi bölgesi için kolektif güvenlik mimarisi oluşturulmasını savunuyor.

-Çin ve Rusya; Afrika, Latin Amerika ve Karayipler ile ilgili konularda koordinasyonu güçlendirme kararı aldı.

-İki ülke, Kuzey Kutbu’nun barış, istikrar ve yapıcı işbirliği bölgesi olarak korunmasını savunuyor. ABD ve müttefiklerine uyarı

-Tayvan, Çin topraklarının devredilemez bir parçasıdır.

-ABD, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin meşru taleplerine yanıt vermeli ve yeniden diyalog başlamalı.

-Japonya, nükleer deniz kazası ve etkileri nedeniyle Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın denetimini kabul etmeli.

-Çin ve Rusya, AUKUS (Avustralya, İngiltere ve ABD) konusunda ilgilileri uyarıyor.

-ABD’nin ülke içinde ve dışındaki biyolojik askeri programları dünyayı tehdit ediyor. ABD, Biyolojik Silahlar Sözleşmesi’ni ihlal eden faaliyetlerine derhal son vermeli.

-NATO, diğer ülkelerin egemenliğine saygılı olmalı, AsyaPasifik ülkeleriyle askeri güvenlik bağlarını güçlendirmeye son vermeli

                                                                  /././

 

Şam’ın eylemli normalleşme beklentisi

Ankara-Şam normalleşmesi, üçüncü aşamasında tıkandı. Putin’le görüşen Esad, Erdoğan’la görüşebilmesinin şartının “Türk askerinin Suriye’nin kuzeyinden çekilmesi” olduğunu yineledi. Yineledi diyoruz, zira bu şart zaten Şam tarafından daha önce sunulmuştu.

Madem şart yeni değil, o zaman normalleşme üçüncü aşamasında neden tıkandı? Açılır mı, nasıl ve ne zaman açılır? Bu sorulara yanıt bulabilmek için, önce neden tıkandığını anlamamız gerekiyor.

1. AŞAMA: İSTİHBARATÇILAR DEVREDE

Ankara-Şam normalleşmesi, öncekilerden farklı olarak bu kez Erdoğan’ın Suriye’ye sınır ötesi operasyon ilanında bulunduğu şartlarda, bizzat Rusya Devlet Başkanı Putin tarafından gündeme getirilmişti. Özetle Putin Türkiye’nin haklı güvenlik endişesinin çözümünün sınır ötesi operasyonda değil, teröre karşı Ankara-Şam işbirliğinden geçtiğini savunmuştu.

Erdoğan, Suriye’de “iki ajandası” olduğu için, Putin’in önerisini zamana yaymaya çalıştı ama en sonunda Ankara-Şam normalleşmesini kabul etmek zorunda kaldı.

Kapı, Türkiye ve Suriye istihbarat başkanlarının görüşmesiyle açıldı. Böylece birinci aşama geçilmiş oldu. Ancak Erdoğan’ın “iki ajandası” yine de ilerlemenin önünde engeldi, süreci yokuşa sürüyordu. Bu nedenle 2022 yazından 2022 sonuna kadar bir türlü ilerleme sağlanamadı.

2. AŞAMA: SAVUNMA, 3. AŞAMA: DIŞİŞLERİ

Sığınmacı sorununu seçim fırsatına çevirme olasılığı, nihayet ikinci aşamaya geçilebilmesini sağladı. Türkiye ve Suriye savunma bakanları, 28 Aralık 2022’de, Rusya savunma bakanının kolaylaştırıcılığında bir araya getirilebildi.

Üçüncü aşamada dışişleri bakanlarının bir araya getirilmesi planlandı. Ancak deprem başta olmak üzere yeni faktörler, süreci olumsuz etkiledi.

Bu arada İran, hem sürecin dışında kalmamak için ama hem de süreci kolaylaştırmaya katkı için, üçlü görüşmelere dahil olmak istedi; taraflar dörtlü formatta anlaştı. Önce 15-16 Mart’ta dört ülkenin dışişleri bakan yardımcıları bir araya gelecek ve ardından da doğrudan bakanlar görüşecekti.

Ancak olmadı, 15-16 Mart görüşmesi ertelendi. Çünkü başta da belirttiğimiz gibi Esad, “Türk askerinin çekilmesi şartını” anımsattı.

ERDOĞAN’IN NİYETİ KUŞKUSU

Şam, Türk askerinin çekilmesi gerektiğini daha önce de belirtmişti. Hatta süreç ilerlemeyince, şart “Türk askerinin çekilmesinin kabul edilerek bir takvim belirlenmesine” esnetilmişti. Ancak yine de ilerleme sağlanamadı.

Ankara “önce masaya oturmayı sonra bunları konuşmayı” istiyordu. Şam ise “önce bu konularda adım atılmasını, sonra masaya oturmayı” savunuyordu.

Süreci yakından takip edenlerden edindiğim izlenim şöyle: Şam, düşünceden eyleme geçilmemesini ve pratik adımlar atılmamasını, Ankara’nın süreci seçime dayalı ele almasına bağlıyor. Diğer yandan Ankara’nın “asker çekme” konusundaki esnemeyen tavrı, Erdoğan’ın niyeti konusundaki kuşkuların giderilmesini zorlaştırıyor.

Tablo yine de tamamen olumsuz değil, çünkü aralanmış kapı kapatılmadı, açık duruyor. İlerleyen süreçte dışişleri bakan yardımcıları düzeyinde yapılacak teknik toplantıyla, sürecin ilerletilebilmesi yine de zorlanabilir, zorlanmalıdır.

(Mehmet Ali Güller/Cumhuriyet)

İBB’den AKP'li Üsküdar Belediyesi'ne sahte belge suçlaması - Cumhuriyet

 


İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB), Üsküdar’a kazandırdığı Mimar Sinan Meydanı’nda ramazan hazırlıklarına Üsküdar Belediyesi müdahale etti. İBB, ramazan etkinliklerinde konser planlaması olmadığı, elektronik imzalı resmi yazıda 'konser' ifadesi kullanılmadığı halde, Üsküdar Belediyesi'nin, sonradan üretilen imzasız sahte bir belgeyle mahkemeye başvurarak, yürütmeyi durdurma kararı çıkarttırdığını bildirdi. İBB, söz konusu karara itiraz ettiğini duyurdu.

İBB, Üsküdar’da Mimar Sinan Meydanı’nda yapılacak olan ramazan etkinliğine ilişkin Üsküdar Belediyesi’nin yürütmeyi durdurma kararı çıkarttırmasıyla ilgili yazılı açıklama yaptı. Açıklamada, sahte belgeyle etkinliklere engel olunduğu belirtildi.

‘MAHKEMEYE SAHTE BELGEYLE BAŞVURDU’

İBB’den yapılan yazılı açıklamada, şunlar kaydedildi:

“İBB tarafından Üsküdar’a kazandırılan Mimar Sinan Meydanı’nın geleneksel ramazan etkinliklerine ev sahipliği yapmasına engel olundu. Üsküdar Belediyesi yetkisi olmadığı halde İBB ekiplerinin ramazan hazırlıklarına müdahale etti. Her yıl olduğu gibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi Başkanlığı Üsküdar Kaymakamlığına resmi yazıyla bilgi verdi. Ramazan etkinliklerinde konser planlaması olmadığı, elektronik imzalı resmi yazıda ‘konser’ ifadesi kullanılmadığı halde sonradan üretilen imzasız sahte bir belge ile Üsküdar Belediyesi mahkemeye başvurdu. Mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdi

‘KONSER OLMAYACAKTI’

Üsküdar Belediye Başkanı aynı sahte belgeyi resmi hesabından paylaştı. Oysa Üsküdar Mimar Sinan Meydanı’nda düzenlenen ramazan etkinliğinin ayrıntılı programı belliydi. Programda gündüz 16.00-18.00 saatleri arasında çocuk sokak oyunları, 18.00-18.30 saatleri arasında ney taksimi, 18.30-19.20 arasında kültür ve tasavvuf sohbetleri, iftar sonrası ise tasavvuf dinletisi, bazı günler de geleneksel formuna uygun tiyatrolar yer alıyordu. Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen’in iddia ettiği gibi ne yakındaki hastanede yatanları ne de kütüphanedekileri rahatsız edecek bir konser gürültüsü olmayacaktı. Geleneksel forma uygun olarak özellikle semai sohbetleri geleneğinden hayat bulacak, Zihni Göktay gibi ustaların direkler arası geleneği icra edilecekti.

‘PROTOKOLDE ‘TASARRUF HAKKI İBB’YE AİT’ DENİLİYOR’

Ayrıca, Üsküdar Belediyesi ile 13 Nisan 2021 tarihinde imzalanan ‘Üsküdar Hakimiyeti Milliye Çarşısı, Meydan ve Zemin Altı Otopark İşi Ortak Kullanım Protokolü’nün 74’üncü maddesinde ifade edildiği gibi, ‘Bu protokolün 2’nci maddesinin proje başlığında tanımlanan çarşı binası hariç tüm meydan, rekreasyon, peyzaj ve gezinti alanlarının her türlü hüküm ve tasarruf hakkı Büyükşehir Belediyesi’ne ait olacaktır’ deniliyordu.

‘İBB MALZEMELERİ KİMLİĞİ BELİRSİZ KİŞİLERCE ALINDI’

Ancak tüm bu gerçeklere, İBB’nin alanda yetkisi kesin olmasına rağmen, Üsküdar ilçe zabıta ekipleri tarafından meydan işgal edilip, kurulum yapılan sahne ve malzemeler alanda bulunan kimliği belirsiz kişilerce alındı. İBB Hukuk Müşavirliği, tarafından bahse konu yürütmeyi durdurma kararına gerekli itirazlar yapıldı. İtirazın sonucuna göre İstanbulluların uğrak noktası Üsküdar’da geleneksel ramazan etkinlikleri hayata geçirilecek.

‘ÜSKÜDAR’DAKİ HUKUKSUZLUKLAR 2019’DAN BU YANA SÜRÜYOR’

Üsküdar’daki hukuksuzluklar, benzeri keyfi davranışlar 2019 yılından bu yana devam ediyor. 16 milyon İstanbullunun ortak kullanım alanı olan İstanbul Boğazı ve eşsiz manzarasıyla tüm sahil hattını işgallerden kurtarmak için kararlı olan İBB, Üsküdar’da engellemelerle karşılaştı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 2019 yılında bu yana Üsküdar Salacak sahilindeki yasa dışı işletmelerin işgaline son vermek için harekete geçti. Ancak Üsküdar Belediyesi ve Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bir avuç işletmeciye sahip çıktı. İşgalciler korunup kollandı.

’10 KAÇAK İŞLETMEDEN 7’Sİ HALEN KORUNUYOR’

İBB, Kız Kulesi ve Tarihi Yarımada manzaralı Salacak sahilinde görüntüyü kapatan, halkın yürüyüş yollarını işgal eden 10 kaçak işletmeden 3’ünün yıkımını gerçekleştirdi. Ancak geri kalan 7 kaçak işletme, yürütmeyi durdurma kararı aldırdı. Mahkeme süreçleri İBB lehine devam ederken, İstanbullulara ait sahilde, kanunsuz faaliyet gösteren çay bahçesi, kafe, lokanta, büfe gibi kaçak yapıları korumak için son alarak Üsküdar Belediyesi ile Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı alelacele imar plan değişikliği yaparak, işgalcileri korumaya aldı. Üsküdar Belediyesi’nce imar planı değişikliği yapıldı. Bakanlık tarafından değişiklik hemen onaylandı. Buna göre, plan değişikliği yapılan 431 adadaki 4 kafe, 359 ve 367 Ada içinde kalan 3 işletme korumaya alındı.

‘İBB HEP YASALAR NE DİYORSA ONU YAPTI’

İBB başından bu yana yetkisi çerçevesinde hareket etti. Yasal yollara başvurdu. Kaçak yapılar için İBB Emlak Müdürlüğü, Üsküdar Kaymakamlığı’na resmi yazıyla tahliye talebinde bulundu. Yasal talebe yanıt verilmedi. Yürütmeyi durdurma kararlarına itiraz etti. İBB’ye ait tapulu arazi üzerindeki kaçak yapılar için benzer kararlar verildi. Mahkeme süreci devam ederken, bazı kaçak yapıların özel çevre koruma bölgesinde olduğu iddia edildi. Bu konuda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü’nün yetkili olduğu ve bu kaçak işletmelerin Yapı Kayıt Belgesi aldıkları gerekçe gösterildi. İstanbul’un en güzel noktalarından biri olan Salacak sahilini işgallerden kurtarmaya kararlı olan İBB, mahkeme süreçlerinin tamamlanmasını bekliyor. Kararlar çıkar çıkmaz yıkımlar kaldığı yerden devam edecek.”

CUMHURİYET

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı +Gündem" -20 Haziran 2025-

  Belediyelerin öğrenci yurdu açma yetkisi kaldırıldı! Meclis’te kabul edilen yasa ile belediyelerin öğrenci yurdu açma yetkisi kaldırıldı. ...