Koruma altındaki Karacasöğüt Koyu'na inşaat girişimi: Belediye ruhsat verdi, kolluk izledi + Karacasöğüt Limanı 1. derece arkeolojik sit alanı tescil edildi + Yazlık Saray koyu kapattı: Yatlar için yeni liman yapılacak

Koruma altındaki Karacasöğüt Koyu'na inşaat girişimi: Belediye ruhsat verdi, kolluk izledi (soL)

MUÇEV, arkeolojik sit alanı ilan edilen Karacasöğüt Koyu’da Marmaris Belediyesi'nin verdiği ruhsata dayanarak inşaat çalışmasına başladı. Bölge halkı karara tepkili.

Bürokratların şirketi MUÇEV, bir bölümü 1. derece arkeolojik sit alanı ilan edilen Muğla Marmaris'teki Karacasöğüt Koyu'nda inşaat faaliyeti yürütmek için hazırlıklara başladı.

İş makinelerini durdurmaya çalışan Marmaris Kent Konseyi üyeleri, bölgeye 3 TIR dolusu inşaat malzemesi getirildiğini duyurdu.

Koruma Bölge Kurulu kararıyla görevlendirilen Jandarma ve Sahil Güvenlik ekipleriyse yaşananlara seyirci kaldı. Taşeron firma itirazlara karşı Marmaris Belediyesi'nin verdiği ruhsatı göstererek, arkeolojik alanı dikkate alan yeni bir proje çizimi yapıldığını söyledi. 

Mahkeme sürecinin devam ettiğini hatırlatan Marmaris Kent Konseyi, Marmaris Belediyesi'ne seslendiği açıklamasında ''Geçmişte davacısı olduğu bir projeye belediyenin ruhsat vermiş olması da ayrıca canımızı acıttı'' ifadelerine yer verdi.

Değişikliğe gidilen plan için yeniden ÇED sürecinin işletilmesi gerektiğini belirten Konsey, emsal olarak marina büyütme projesi için açılan iptal davasını gösterdi:  ''MUÇEV Marina büyütme projesi için ÇED olumlu kararı verilmiş ve bu kararın iptali için dava açmıştık. Dava devam ederken koy içerisinde yer alan tarihi eserler nedeniyle Anıtlar Kurulu proje alanının bir bölümünü de kapsayacak şekilde koyu 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tescil etti. İlan edilen alanda inşai faaliyet yapılamayacağı bildirilmişti.'' (16/10/2023)

                                                                      /././

Karacasöğüt Limanı 1. derece arkeolojik sit alanı tescil edildi (soL) 

1. Derece Arkeolojik Sit Alanı olarak tescil edilen Karacasöğüt Limanı'nında bölgenin dalışa da yasaklanması bekleniyor.

15 Haziran itibariyle Muğla Gökova Körfezinde bulunan Marmaris Karacasöğüt Limanı'nın büyük bölümü Muğla Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı olarak tescil edildi. 

Daha önce yapılan su altı arkeoloji dalışları sonucunda önemli arkeolojik kalıntılara rastlanması nedeniyle bölgenin dalışlara yasaklanması ve arkeolojik sit alanı ilan edilmesi gerektiği belirtilmesine ve bu yöndeki mevcut girişimlere ve tüm itirazlara rağmen bakanlık tarafından tescil süreci beklenmeden seçimlerin hemen öncesine rastlayan bir tarihte ÇED olumlu kararı verilmişti. Seçim öncesi yangından mal kaçırır gibi alınan karar seçim sonuçlarıyla birlikte daha bir korunaklı hale gelse de kurulun aldığı bu kararın ardından bölgenin dalışa da yasaklanması bekleniyor.

Kararla birlikte seçim öncesi apar topar alınan ÇED olumlu kararının meşruiyeti de iyiden iyiye sorgulanır hale gelmekle birlikte sürece müdahil olan yerel inisiyatifler ve çevre örgütleri konunun üzerine gitmeye hazırlanıyor. 

ÇED süreçleri tabiat ve kültür varlıklarını korumaktan çok sermayenin insafına terk ediyor. ÇED raporlarında verilen taahhütler iyimser bir çerçeve sunsa da pratikte bu taahhütler işletmelerin doğasına aykırı ve tüm süreçler bu taahhütler üzerinden yürüyor. Üstelik yeterli personel istihdam edilmemesi nedeniyle kurumların denetim mekanizması neredeyse yok denecek kadar kısıtlı. 

Ne olmuştu?

Hali hazırda MUÇEV tarafından işletilen Marmaris Karaca Mahallesi, Söğüt mevkiinde gerçekleştirilmesi planlanan 187 tekne-yat yanaşma yeri kapasiteli ‘‘Yat Yanaşma Yeri Kapasite Artırımı” projesiyle ilgili olarak Muğla Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından 09 Eylül 2020 tarihinde "Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir" kararı verilmişti. Bu karara karşı Marmaris Belediyesi tarafından 22 Ekim 2020 tarihinde Muğla İdare Mahkemesi'ne kararın iptali ve yürütmenin durdurulması talepli dava açılmış, bu kapsamda 28 Mayıs 2021 tarihinde Karacasöğüt iskelesinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmıştı. Marmaris Belediyesi dava dilekçesinde 60 yat bağlama kapasitesine sahip olan iskelenin 187 yat kapasitesine çıkarılmasının ÇED sürecine tabi yat limanları kapsamında incelenmesi gerektiğini belirtmiş, bilirkişi raporu da belediyenin iddialarını teyit eder nitelikte olmuştu. 

Çevre Şehircilik Bakanlığı ile davaya müdahil olan MUÇEV ise dava süreci devam ederken Marmaris Belediyesi'ne inşaat ruhsatı için başvurmuş, Belediye de "evrakların tam olduğu" gerekçesiyle söz konusu ruhsatı verdiğini açıklamıştı. Dava süreci sonunda "ÇED gerekli değildir" kararı iptal edilince ruhsat da yine belediye tarafından iptal edilmişti.

Karacasöğüt’de yaşayan yurttaşlarla Marmaris kent konseyi çevre grubu ve Muğla Çevre Platformu'nun (MUÇEP) takipçisi oldukları konuya dair 30 Mart 2023’te İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısı yapılacağı duyurulmuştu. 

25 Nisan 2023 tarihinde gerçekleştirilen İDK toplantısında ise ÇED Raporu'na ilişkin alanın arkeolojik tescil sürecinde olduğu, marina kapasite artışının uygun olmadığı yönündeki itirazlara rağmen ÇED süreci ÇED olumlu kararı verilerek sonlandırılmış, söz konusu karara karşı da çevre örgütleri, vatandaşlar ve Muğla Büyükşehir Belediyesi tarafından iptal davası açılmıştı. 

İnceleme ve değerlendirmeyi yapan işletmeci şirket

İDK toplantısının ilginç olan yanı ise MUÇEV’in, Valilik ve Çevre Şehircilik Bakanlığı temsilcileri ile yönetilen bir şirket olması. Dolayısıyla inceleme ve değerlendirmeyi yapan da işletmeci şirketin kendisi. Türkiye Çevre Koruma Vakfı ile Muğla Valiliği’ne bağlı Muğla’ya Hizmet Vakfı ortaklığında kurulan MUÇEV’e daha önce de sahiller, plajlar, ormanlık alanlar ihalesiz olarak verilmiş, hatta Muğla Büyükşehir Belediyesi tarafından MUÇEV’e devredilen alanlarla ilgili en az 20 dava açılmış, bu konudaki hukuksuzluklar Sayıştay raporlarına yansımıştı. 

Yine aynı alanın yanında Global Marin Sportif Denizcilik Turizm Ve Ticaret Anonim Şirketi adına bir başka proje girişimi daha olmuştu. Söz konusu bölgede yaklaşık 11 dönüm büyüklüğündeki 380 parsel üzerinde global sailing Academy adıyla yelken okulu, 1,5 dönüm büyüklüğündeki 373 parsel üzerinde ise global sailing resort adıyla konaklama faaliyeti yürüten şirketinde kapasite artırımı doğrultusunda başvuru yaptığı haberleri basına yansımıştı.

09 Temmuz 2019 tarihinde geçici ruhsat ile girişilen ve göz yumulan hukuksuz yapılaşma sırasında yelken okulu olarak bildirimde bulunduğu halde yat çekek yeri ve restaurant konaklama hizmeti veren bu işletme, kapasite artışı talebiyle ÇED sürecine başvurmuş ancak önüne 1. derece doğal SİT engeli çıkmıştı. 2016 yılında bölgeye yönelik sit alanı değişikliği önerileri kapsamında bölge "nitelikli doğal koruma alanı" statüsüne düşürülmüş, bu statü bilimsel bir raporla da desteklenmişti. Ancak Global Marin bakanlığa açtığı davayla bilimsel raporla da desteklenen bu statüyü de değiştirmeyi başardı. 

28 Eylül 2022’de Bakanlık sitesinde bu değişim şu şekilde duyurulmuştu:

"1 No.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 109/2 Maddesine göre Muğla İli, Marmaris İlçesi, Karaca Mahallesi, Okluk Mevkii-1 Doğal Sit Alanının, Muğla 3. İdare Mahkemesinin E.2020/27-K.2021/897 sayılı kararı doğrultusunda revize tescil işlemi, Bakanlık Makamının 08/09/2022 tarihli ve 4518568 sayılı Olur’u ile 'Doğal Sit-Nitelikli Doğal Koruma Alanı” ve Doğal Sit- Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı' olarak onaylanmış olup 18/09/2022 tarih ve 31957 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak ilan edilmiştir."

Bu değişikliğe paralel olarak şirket tarafından 31 Mart 2021 tarihinde yeni bir ÇED süreci başlatılmış, 03 Şubat 2023 tarihinde ise "ÇED gerekli değildir" kararı verilmişti.

Adrese özel sit değişikliği çevreye duyarlı vatandaşlar tarafından hukuksal bir zemine taşınarak yürütmenin durdurulası ve kararın iptali istenmişti. Hukuki süreç ise halen devam ediyor. 

Yelken okulundan yat yanaşma iskelesine: Kaçak yapılaşmanın ÇED süreci ile aklanması

Proje alanı olan Muğla İli, Marmaris İlçesi, Karaca Mahallesi, Kaleönü Mevkii’nde, Global Marin Sportif Denizcilik Turizm Ve Ticaret Anonim Şirketi tarafından “Yat Yanaşma İskelesi ve Turizm Konaklama Tesisi projesi” olarak planlanan ÇED alanı içerisindeki güneşlenme ve sportif amaçlı iskeleler için 630 m2 beyanlı yapı kayıt belgesi başvurusu yapılmış. Yapılan başvuruya istinaden de 26 Eylül 2018 tarihli Yapı Kayıt Belgesi düzenlenmiş. Proje ile 870 m2’ye çıkartılan iskelede 48 adet tekneye (tekne boyu 24 m'ye kadar) hizmet verilmesi planlanıyor. ÇED olumlu kararı sonrası imar planı teklif çalışmaları yapılacağı, plan teklifi ile birlikte onaya sunulacağı belirtilen proje tanıtım dosyasındaki tesisin kapasitesini belirten bölümde ise yapılan hesap kitabın boyutu daha iyi anlaşılabiliyor. 

Proje alanının henüz 1.Derece Doğal sit alanı olduğu bir dönemde bile 3 bin 567 m2'lik kaçak yapı alanına göz yumulmuş.

Proje başvurusunda tekne kapasitesini 30’dan 48’e çıkarmayı hedefleyen firmaya verilen izinlerde ise iskelenin sadece yelken okulu faaliyeti kapsamında kullanılabileceği belirtilmiş.

Normal şartlarda kadastral yolu olmayan her hangi bir taşınmaza mümkün değil yapı izni vermeyen bir mevzuat bile konu sermaye ve serbest girişim olunca devlet bürokrasisi elinde adeta izin belgesi olabiliyor. 
Gelinen noktada, ticari işletmelerin doğal ve arkeolojik sit alanlarında yapılaşma ve tahribatının önünü açan izin süreçleri halk ve STK’lar tarafından sorgulansa da bürokrasideki keyfilik ve yasa tanımazlık çivisi çıkmış bu düzenin normali olmaya devam ediyor.

Acil tedbirler alınması gerekiyor

MUÇEV ve Global Sailing tarafından yapılmak istenen kapasite artırımlı marina projelerine ilişkin fiili ve keyfi idari uygulamalar karşısında kurulun aldığı bu kararın bir etkisi olacak mı sorusu gündeme geliyor.

Sezonun henüz başladığı şu günlerde koyda tespit yapılan alanlarda atılacak çapaların deniz dibi tarihi eserlere zarar verme tehlikesi nedeniyle buna dönük acil tedbirlerin yanı sıra dalış yasağı ile ilgili de ivedi bir karar alınması gerekiyor. 

Doğal ve arkeolojik sit değerlerinin zarar görmesinden endişe eden halk ve sivil toplum örgütleri, tescil kararının bir an önce kamuya açıklanmasını ve talep edilen kapasite artırımları ile ilgili süreçlerin de durdurulması ve iptal edilmesini istiyor.(05/07/2023)

                                                                         /././

Yazlık Saray koyu kapattı: Yatlar için yeni liman yapılacak(Yusuf Yavuz-soL)

Yazlık Saray'ın olduğu bölgede yatlara iskele bulmak 'sorun' oldu: Reis koylara el koydu, millet iskeleye yanaşıp denize giremiyor.

Muğla’nın Marmaris ilçesindeki Okluk Koyu'nda inşa edilen Cumhurbaşkanlığı yazlık sarayının bulunduğu bölgeyi yatlar kullanamayınca, koya yakın bölgede bulunan Karacasöğüt iskelesine talep de arttı. Ancak 60 yat bağlama kapasitesine sahip olan bu iskele de taleplere yetersiz kalınca MUÇEV kapasite artışına gitmek istedi. MUÇEV’in yanı sıra aynı koyda bulunan özel işletmeye ait bir başka yat iskelesi için de kapasite artışı isteniyor. Bölgedeki çevre örgütleri ve vatandaşlar antik bir liman olan ve sualtı arkeolojisi açısından önemli kalıntıları barındıran koydaki doğal ve kültürel mirasın daha fazla zarar görmemesi için kapasite artışı projelerinin geri çekilmesini talep ediyor. MUÇEV’in yat limanına dönüştürmek istediği kapasite artışı projesiyle ilgili ÇED sürecinde 25 Nisan’da Ankara’da gerçekleştirilecek İDK toplantısına katılma kararı alan çevre örgütleri, taleplerini ve itirazların Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na da iletecek.

Marmaris’e bağlı Karacasöğüt Mahalesi'nde MUÇEV’in işlettiği 100 yat kapasiteli iskelenin 187 yat kapasitesine çıkarılmak istenmesi için hazırlanan proje daha önce yargı tarafından iptal edilmişti. İskele projesi için Eylül 2020’de verilen "ÇED Gerekli Değildir" kararına karşı Marmaris Belediyesi iptal davası açmış, davayı göre Muğla İdare Mahkemesi, alanda yapılan bilirkişi incelemesinin ardından projenin ÇED sürecine tabi olan yat limanları kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine hükmederek kararı iptal etmişti. Ardından da proje için verilen ruhsat iptal edilmişti.

ÇED süreci yeniden başlatıldı

Ancak Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 30 Mart’ta yayınladığı duyuruda, Karacasöğüt’teki projenin daha da büyütülerek yat limanı kapsamına alındığı ortaya çıktı. Bakanlıktan yapılan duyuruda, “MUÇEV Turizm Ticaret Anonim Şirketi tarafından yapılması planlanan Yat Limanı, Yat ve Tekne Bağlama İskelesi Kapasite artırımı projesi” ile ilgili inceleme ve değerlendirme süreci başladığı belirtilerek 25 Nisan 2023 tarihinde İDK (İnceleme Değerlendirme Komisyonu) toplantısı yapılacağı kaydedildi. Karacasöğüt ve Marmaris’te yaşayan vatandaşlar ve çevre örgütlerinin temsilcileri Ankara’da gerçekleştirilecek olan projeyle ilgili İKD toplantısına katılarak konuyla ilgili çekinceleri ve itirazlarını aktaracak.

İmar affından yararlanıldı

Karacasöğüt’te bulunan ve 1. Derece arkeolojik sit alanı ile 1. Derece doğal sit alanı içerisinde kaçak olarak yapıldığı öne sürülen ikinci bir iskelenin de imar affından yararlandırıldığı kaydedildi. Global Marin adlı özel şirket tarafından kullanılan iskelenin bulunduğu alanda yapılan çalışmalarda, söz konusu iskelenin bulunduğu alanda sualtı arkeolojisi açısından önemli kalıntılar olduğu ortaya çıktı. Alandaki kültür varlıklarının tescil edilerek koruma altına alınması için ilgili kurumlara yapılan başvuruların sonucu beklenirken koydaki doğal ve kültürel varlıkları tehdit edecek daha büyük bir yapılaşmaya gidilecek olması yöre halkının tepkisini çekiyor.

SİT alanının statüsü değiştirildi

Karacasöğüt’teki koyda geçici ruhsat ile yat çekek yeri ve restoran hizmeti veren firma, 2016 yılında yapılaşmaya engel olan alanın sit statüsünün değiştirilmesi talebiyle girişimde bulundu. ‘Bilimsel’ raporlar ile de desteklenen hukuki girişimin ardından Eylül 2022’de firmanın talebi yerine getirildi. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 28 Eylül 2022 tarihinde yaptığı duyuruda, söz konusu alanın 1. Derece doğal sit statüsünün Muğla 3.  İdare Mahkemesi’nin kararı doğrultusunda revize edilerek tescil işlemi yapıldığını kaydetti. Bakanlık oluruyla 1. Derece doğal sit alanının bir kısmının, düşük yoğunluklu yapılaşmaya izin verilebilen ‘Nitelikli Doğal Koruma Alanı’, bir kısmının ise Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı’  olarak onaylandığı belirtilen duyuruda, söz konusu değişiklikle ilgili kararın 19 Eylül 2022 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak ilan edildiği kaydedildi.

İkinci iskeleye de 'ÇED Gerekli Değildir' kararı verildi

Sit değişikliği talebiyle ilgili yargı süreci devam ederken söz konusu firma 31 Mart 2021’de projeyle ilgili yeni bir ÇED süreci başlatırken, yargı kararının ardından 3 Şubat 2023 tarihinde ise projeyle ilgili "ÇED Gerekli Değildir" kararı verildi.

Vatandaşlar iptal davası açtı

Sürecin hukuksuz olduğunu savunan bölgede yaşayan vatandaşlar, “adrese teslim sit değişikliği” olarak yorumladıkları kararın iptali için dava açtı. Konuyla ilgili yargı süreci devam ederken korunan alandaki kaçak yapılaşmanın ÇED süreci ile aklanmaya çalışıldığını savunan STK’ların verdiği bilgiye göre söz konusu proje kapsamında Global Marin Sportif Denizcilik Turizm ve Ticaret Anonim Şirketi tarafından Yat Yanaşma İskelesi ve Turizm Konaklama Tesisi yapılması planlanıyor. ÇED alanı içerisinde bulunan 630 metrekarelik alanda güneşlenme ve sportif amaçlı kullanılan iskeleler için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından 26 Eylül 2018 tarihinde yapı kayıt belgesi verildi. Yeni proje ile mevcutta kullanılan iskele alanının, 48 yata hizmet verecek şekilde 870 metrekareye çıkartılması planlanıyor.

Korunan alanlarda yapılaşmanın önü açılıyor

Alanın koruma statüsünün 1. derece doğal sit alanı olduğu dönemde 5567 metrekarelik alanda kaçak yapılaşmaya göz yumulduğuna dikkati çeken bölgedeki STK temsilcileri, “ÇED kararının alınmasından sonra imar planı teklif çalışmaları gerçekleştirilecek olup, imar plan teklifi onaya sunulacağı belirtilen başvuruda 30 tekne kapasitesini 48’e çıkarmayı hedefleyen firmaya verilen izinlerde sadece yelken okulu olarak iskelenin kullanılabileceği belirtilmekte. Gelinen noktada ticari işletmenin doğal ve arkeolojik sit alanında yapılaşmasının önünü açan izin süreçlerinin halk ve STK’lar tarafından sorgulaması devam etmektedir.” diyor.

Antik liman olan koy dalışa kapatılmalı

Bölge halkı ve çevre örgütleri, yapılmak istenen iskele ve marina projelerinin Karacasöğüt’ü bitireceğini savunuyor. Bu girişimleri hukuki yollarla engelleme kararı alan çevre örgütleri, koydaki kültür varlıklarının tescil edilerek koruma altına alınması gerektiğini kaydediyor. Sezon başlamadan önce koyda tespiti yapılan sualtı arkeolojisi açısından önemi olan tarihi kalıntıların olduğu bölgenin dalışa kapatılması gerektiğini belirten çevre örgütleri, ayrıca yatlardan atılacak çapaların da kalıntılara zarar verebileceğine dikkati çekiyor. Bir yandan MUÇEV, diğer yandan ise özel bir firmanın kapasite artışına gitmesiyle korunan alan statüsündeki Karacasöğüt’teki koy olağanüstü bir ziyaretçi baskısıyla karşı karşıya kalacak. Yeni oluşturulacak ticari alanlar ile antik liman olarak bilinen koy ve çevresindeki doğal ve kültürel mirasın daha fazla zarar görmesini istemeyen çevre örgütleri, marina ve yat iskelesiyle ilgili kapasite artırımı süreçlerinin durdurulmasını talep ediyor.

Eski cumhurbaşkanı danışmanı da tepki gösterdi

Özal döneminde Okluk Koyundaki Cumhurbaşkanlığı yazlık konutunun yapılmasına öncülük eden ancak bu mütevazı konutun yıkılarak devasa bir alanda yazlık saray inşa edilmesine sert eleştirilerde bulunan Özal’ın çevre ve turizm konularındaki danışmanlarından gazeteci Can Pulak da Karacasöğüt’teki koyun korunmasını talep ediyor. Pulak, koydaki iskelelerin yat limanına dönüşmesiyle ilgili ÇED süreçleri başladığı dönemde kaleme aldığı yazısında şu ifadelere yer vermişti:

“MUÇEV skandalı yetmiyormuş gibi, şimdi bir de Türkiye’nin en modern, en disiplinli ve donanımlı Global Sailing yelken okulu da, karşı kıyı iskele talebinde bulunmuş. Global Sailing keşke sadece yelken okulu olarak kalabilse, MUÇEV gibi marinacılığa soyunmasa, alanını daha da büyütüp yeni sorunlara yol açmasa, daha iyi olur gibime geliyor. Çünkü Global Sailing gerçekten Türkiye’nin iftihar edeceği ve örneğine Avrupa’da da kolay rastlanmayacak bir yelken okulumuz. O nedenle önüne tekne bağlama, bu yolla para kazanma, yunus rehabilitasyon hikayesine sığınma işlerinden vazgeçmeli. Büyümeye çalıştıkça, o güzelim okula da zarar verebilirler.

Karacasöğüt’ün o muhteşem koyunu koruyalım. Ayrıca koyu yeni baştan disipline edelim. Mevcut 40-50 teknelik bağlama yerini büyütmeyelim. Onun dışında özel teknelerin ağaçlara bağlanmasına, koyun ortasına demirleyip trafiği engellemesine mani olalım. Bu arada balıkçılarımızı da düşünelim, onların kayıklarının bağlanabileceği 10 teknelik bir yeri planlayalım. Gerisine dokunmayalım. Bu düzenlemeyi Muğla Büyükşehir Belediyesi mi, Marmaris Belediyesi mi yapmalı ve gelirini köy muhtarlığına mı bırakmalı? Bir şeyler yapmak lazım, hem de zaman kaybetmeden.”

MUÇEV’in projesi yaklaşık 43 metrekarelik alanı alanı kapsayacak

MUÇEV’in koydaki iskeleyi yat limanına dönüştürecek projesi, 4.880,75 metrekare iskele alanı, 38.013,11 metrekare de denizalanı olmak üzere 42.893,86 metrekarelik alanı kapsayacak. Proje kapsamında 426 metrekarelik mevcut yüzer iskeleye yapılacak ilavelerle 1329 metrekareye çıkarılacak. Mevcut durumda 100 yat ve tekneye hizmet veren iskelenin 187 yat için hizmet verecek hale getirilmesi planlanıyor.

'Cumhurbaşkanı ve misafirleri burada tatil yapacaklar'

Bölgedeki gelişmeleri yakından izleyen Can Pulak, Cumhurbaşkanlığı yazlık sarayının inşa edildiği günlerde Okluk Koyunun teknelere kapatılacağı konusunda uyarılarda bulunmuş, bölgede alınan güvenlik önlemlerine dikkat çekmişti:

“Gökova’da halk arasında İngiliz Limanı diye bilinen koy, halka ve turizme kapatıldı. Okluk’ta yapılan Cumhurbaşkanlığı yerleşkesi yüzünden hem turizme büyük zarar verildi, hem de deniz tutkunlarına ve yat sahiplerine inanılmaz zorluklar çıkarıldı. Karacasöğüt köyü, Buzağıotu Mahallesi ve Mal Deresi sakinleri bir yıldan fazladır ki, Cumhurbaşkanına yapılan yazlık yüzünden mağdur oldular, çile çektiler. Yolları ve ormanları perişan edildi. Marmaris’e ulaşım, çocukların okula gidiş-gelişi ve çiftçilerin ürünlerini ilçe pazarına götürmesi hayli zahmetli hale getirildi. Yolların gereksiz büyütülmesine, kuru derelerin ıslahına, yapılan binalara ve sahil düzenlemesine çok büyük paralar döküldü. Ne o, Cumhurbaşkanı ve misafirleri burada tatil yapacaklar.” (08/04/2023)

                               Okluk Koyunda inşa edilen Cumhurbaşkanlığı yazlık sarayı uydu görünümü

İki ayrı yat limanı yapılmak istenen Söğüt iskelesi






Belediyelerin tarım arazilerini betonlaştırma planı yargıya taşındı! - Yusuf Yavuz/soL

 Antalya Gazipaşa’da verimli tarım arazilerinin yapılaşmaya açılmasını sağlayan imar planı değişikliğinin iptali için dava açıldı…

Antalya’nın Gazipaşa ilçesi sahip olduğu coğrafi ve iklim özellikleriyle Türkiye’nin önemli tarımsal üretim merkezlerinden biri. Açık alanda muz yetiştiriciliğinin yaygın olduğu ilçede son yıllarda birçok tropik meyve de yetiştiriliyor. Uzunca bir süre turizm baskısından ve betonlaşmadan uzak kalmayı başaran ilçeden son 5 yıldır hızlı bir yapılaşma gözleniyor. İlçe merkezinden kenar mahallelere doğru sıçrayan imar rantı, Gazipaşa’nın çehresini hızla değiştiriyor.
Gazipaşa'da tarımsal üretim yapılan imar plan değişikliği ile bölgeler yapılaşma tehdidi ile karşı karşıya

Sahilde dev oteller, tarım arazilerinde ikinci konut 

Selinus sahili 5 yıldızlı oteller için planlanan Gazipaşa’da, kıyıya yakın olan ve üzerinde halen tarımsal üretim yapılan imar rantı yüksek arazilerin de betonlaşmaya açılması için ilçe belediyesi imar planı değişikliğine gitti. CHP’li Gazipaşa Belediyesi’nin 3 Temmuz 2023 tarihinde Meclis’ten geçirdiği 1/1000 Ölçekli Uygulama İmar Planı, 7 Ağustos 2023 tarihinde Antalya Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından da onaylandı.

Gazipaşa'daki verimli tarı arazileri son yıllarda hızla betonlaşırken şimdi geriye kalan topraklar da yapılaşmaya açılacak.

İmar planı değişikliğinin iptali için dava açıldı 

Üzerinde halen tarımsal üretimin devam ettiği verimli arazilerin betonlaşmasına neden olacak düzenlemenin iptali için dava açıldı. Mimarlar Odası Antalya Şubesi ile Gazipaşalı 46 vatandaşın açtığı dava ile revize edilen uygulamaya yönelik imar planı ile buna dayanak olan üst ölçekli planların iptali talep ediliyor. İlçenin sahil kesimlerini de kapsayan Pazarcı ve Koru mahalleleri ile Aydıncık, Beyobası, Cumhuriyet, İstiklal, Yeni, Bakılar, Ekmel ve Macar mahalleleri yapılan imar planı değişikliğinden etkilenen yerleşimler arasında.

                        Gazipaşa'da tarım arazileri hızla betonlaşıyor. Pazarcı Mahallesinden bir görünüm

İlçede her dört kişiden üçü ekmeğini topraktan kazanıyor 

Mimarlar Odası Antalya Şubesi’nin davayla ilgili yaptığı açıklamada, ilçe halkının yüzde 78.37’sinin gelir kaynağının tarım sektörü olduğu vurgulandı. Yaklaşık 2 bin 100 hektarlık alanda tarımsal üretim yapıldığı kaydedilen açıklamada, birçok tropikal meyve üretiminin de yapıldığı verimli tarım topraklarının geçici konut adı altında ikinci konut olarak imara açılmış olmasına yönelik plan revizyonunun planlama ilke ve esasları ile kamu yararına aykırı olduğu vurgulandı.

                            Gazipaşa'da betonlaşmadan korunabilen son tarım arazileri de imara açılacak

Anayasaya ve toprak koruma kanununa aykırı 

Plan değişikliğinin yürütmesinin ivedilikle durdurulması için 13 Ekim’de dava açıldığı bilgisine yer verilen açıklamada, “Ben yaptım oldu mantığı ile tarım alanları feda edilerek, yabancılara, varsıllara ikinci konut yaratmaya ve müteahhitlerin kısa dönemli yüksek ranta beklentilerine yönelik bu planlarının Anayasa'ya, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu'na, 3194 sayılı İmar Kanunu'na, Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği'ne planlama ilke ve esaslarına aykırı olması ve kamu yararı da bulunmaması nedenleri ile ivedilikle yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle dava açıldığını ilgililerin ve halkımızsın bilgisine sunarız” ifadelerine yer verildi.

Belediye Başkanı Yılmaz: 'Planlama alanında tarım alanı yok'


Gazipaşa Belediye Başkanı Mehmet Ali Yılmaz, konuyla ilgili tepkilerin ardından imara açılan tarım alanı bulunmadığını öne sürerek  “Planlama alanında tarım alanı olmadığına dair Antalya İl Tarım ve Orman Müdürlüğü’nün kurum görüşü belediyemizde mevcuttur” açıklaması yapmıştı.

Mimarlar Odası: 'Tarım İl Müdürlüğü görüşü hukuka aykırı'

Mimarlar Odası Antalya Şubesi’nin açıklamasında ise Tarım İl Müdürlüğü'nün görüşüne atıfta bulunularak şöyle denildi: TÜİK verilerine göre ilçenin yüzde 78.7'sinin geçim kaynağının tarım sektörü olduğu, planlama alanını yaklaşık bin 200 hektarlık sulu tarım arazilerinin amacı toprağın korunması, geliştirilmesi, tarım arazilerinin sınıflandırılması, asgari tarımsal arazi ve yeter gelirli tarımsal arazi büyüklüklerinin belirlenmesi ve bölünmelerinin önlenmesi, tarımsal arazi ve yeter gelirli tarımsal arazilerin çevre öncelikli sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak planlama kullanımını sağlamak olan 5403 sayılı Toprak Koruma Kanunu ve Arazi Kullanım Kanunu kapsamında değerlendirmesi, en azından uydu görüntülerinden yararlanarak yoğun tarım yapılan alanların belirlenerek korunması gerektiği yönünde görüş bildirmesi gerekirken, aynı yasa kapsamında yapılacak bir işlem olmadığı görüşünde hukuka uyarlık olmadığı ortadadır.

Yusuf Yavuz/soL

Hamas’ı ortadan kaldırma planı (soL-Çeviri) + Almanya'nın siyaset sahnesindeki mayın tarlaları (soL-Görüş)

 

Hamas’ı ortadan kaldırma planı (soL-Çeviri)

Gazze Şeridi'ne yönelik harekatın kısa süre içinde başlaması bekleniyor. Gazeteci Seymour Hersh, olası harekatın kapsamını ve ortaklarını yazdı.

ABD'li araştırmacı gazeteci ve yazar Seymour Hersh, İsrail'in Gazze'yi ortadan kaldırma planını açıkladı. Hersh makalesinin başlığına "İsrail'in Hamas'ı ortadan kaldırma planı" dese de makaledeki saldırı planı açık olarak Gazze şehrini ortadan kaldırmak anlamına geliyor.

Makalenin çevirisini paylaşmadan önce, birkaç yere dikkat etmek gerekiyor.

Birincisi İsrail'in Filistinlileri yerinden etme planı. Hersh'in kaynağına göre, plan Mısır ve Katar'ın el birliğiyle gerçekleşecek. Altı Gün Savaşları sırasında İsrail'in işgal ettiği ve sonrasında 1982'de Mısır'a geri verdiği eski bir İsrail yerleşkesi Filistinli sığınmacılar için yeniden oluşturulacak. Katar buradaki finansör ülke olacak.

Söz konusu plana ilişkin soru şu olabilir: Neden Mısır bunu kabul etsin? İsrailli kaynaksa çok net bir cevap veriyor: "Mısır'ı testislerinden yakaladık." Buradaki mesele ABD'li Senatör Bob Menendez'in Mısırlılarla ortaya çıkan rüşvet ilişkileri.

İkinci nokta, İsrail ordusunun durumu. Makalede ordu içerisindeki "isteksizlik ve hazırlıksızlığa" dikkat çekilmiş. İsrail'de savaş planları yapanların "kendi askerilerine güvenmedikleri" vurgulanmış.

Son olarak, İsrail'in hava saldırısı ve kara harekatı planı. Makaleye göre, hava saldırıları Pazar veya Pazartesi günü başlayabilir. Sonrasındaysa kara harekatı gelecek. Lakin yazıda geçen mühimmatların Gazze'de kullanılması demek Gazze'nin yerle bir olması demek anlamına geliyor. Ve bu noktada da İsrail'in amacı bu gibi duyuyor: "Gazze diye bir şehir artık olmayacak."

Aşağıda tam çevirisi bulunan makaledeki vurgular ve köşeli parantezler çevirene aittir.

(Çeviri: Bahadır Batur)

Sığınmacılar Mısır sınırına akın ederken, ABD’nin sağladığı sığınak avcılarıyla [bunker buster – İng.] İsrail Gazze şehrini vurmaya hazırlanıyor.

Hamas’ın İsrail’e yönelik korkunç saldırıları üzerinden bir hafta geçerken İsrail silahlı kuvvetlerinin karşılık biçimi açık ve uzlaşmaz.

Geçen hafta boyunca İsrail jetleri Gazze şehrindeki askeri olmayan hedefleri 24 saat boyunca bombaladı. Önceden hiçbir uyarıda bulunmadan ve sivillerin ölümlerini en aza indirmeye yönelik herhangi bir çaba gösterilmeden apartmanlar, hastaneler ve camiler yerle bir edildi.

Hafta sonuna gelindiğindeyse İsrail uçakları, Gazze şehri ve kuzeyindeki çevre bölgelerdeki sakinlere, hayatta kalmak isteyenlerin, gerekirse 40 km veya daha fazla yürüyerek Mısır’a açılan Refah sınır kapısına gitmeleri gerektiğini belirten bildiriler atmaya başladı. Bu satırlar yazıldığı sırada, ekonomik darboğazla eli ayağı tutmayan Mısır’ın çoğunluğu Hamas mücadelesine bağlı olan bir milyon göçmenin geçişine izin verip vermeyeceği belli değildi. İsrailli bir kaynak vasıtasıyla içeriden aldığım bilgiye göre, İsrail kısa vadede, Başbakan Benjamin Netanyahu’nun ısrarıyla uzun süredir Hamas’ın mali destekçisi olan Katar’ı sınırın ötesine geçmeyi bekleyen bir milyon veya daha fazla sığınmacı için bir çadır kentin finanse edilmesi için Mısır’la beraber hareket etmeye ikna etmeye çalışıyor. Konunun iç yüzünü bilen İsrailli kaynak, “Tamama erdirilmiş bir anlaşma değil” dedi. İsrailli yetkililer Mısır ve Katar’a alan tesis edilmemesi halinde, sığınmacıların “Gazze’ye geri dönmek” zorunda kalacakları konusunda uyarıda bulundu.

İçeriden kaynağın söylediğine göre olası yerleşim alanlarından biri, Sina Yarımadası’nın kuzey kesiminde, Gazze sınırına yakın ve uzun süredir terk edilmiş bir arazi parçası; ki burası 1967’deki Altı Gün Savaşı zaferinin ardından yarımadanın İsrail tarafından ele geçirilmesi sırasında Yamit olarak bilinen İsrail yerleşiminin bulunduğu yerdi. Yerleşim yeri, 1982’de Sina’nın Mısır’a iadesi öncesinde İsrail tarafından boşaltılmış ve yerle bir edilmişti. İsrail’in beklentisi sığınmacı krizinin kendi ellerinden Mısır ve Katar’a geçmesi yönünde.

Açlık çeken bir milyondan fazla insanın refahının İsrail tarafından açıkça hor görülmesi dünyanın dikkatini çekerken, çoğu Benjamin Netanyahu’yu hedef alan uluslararası kınamaların da artmasına yol açtı.

Ve de bir sonraki safha yakında gerçekleşecek. Vietnam Savaşı’ndan bu yana Avrupa ve Orta Doğu’dan muhatap olduğum isimler de dahil olmak üzere İsrail ve başka yerlerden yetkililerle son günlerde yaptığım görüşmelerde, İsrail’in Hamas’ı ortadan kaldırma planı hakkında bana aktarılanlar şu şekilde:

İsrail savaş planlamacıları açısından en büyük önem arz eden sorun, 300 binden fazla yedek askerin seferber edilmesine rağmen Gazze’de Hamas’la evden eve sokak savaşına görme konusundaki isteksizlik. İsrail Savunma Kuvvetleri’nde [IDF] üst düzey görevlerde bulunmuş emekli bir subay, İsrail ordusunun yarısı son on yıl veya daha uzun zamandır, Filistin halkının öfkeyle karşıladığı, Batı Şeria’ya dağılmış sayıları giderek artan küçük yerleşim birimlerini korumakla meşgul olduğunu aktardı. “İsrailli planlamacılar askerilerine güvenmiyor” diyen kaynak, hem savaşa girme konusundaki isteklerine güvenilmediğini hem de savaş deneyimi konusundaki feci şekilde eksiklikleri olabileceğini ifade etti.

Açlıktan ölmek üzere olan sivil halkın ülkeyi terk etmek zorunda kalmasıyla birlikte İsrail'in operasyon planı, Hava Kuvvetlerinin Gazze şehrinde ve kuzeydeki diğer yerleşkelerde kalan yapıları yok etmesini beraberinde getirecek. Gazze diye bir şehir artık olmayacak. Daha sonrasında İsrail, Hamas savaşçılarının yeraltında yaşadığı, füzelerini ve diğer silahlarını ürettiği bilinen yerle bir edilmiş bölgelere "sığınak avcıları [bunker buster]" veya müşterek doğrudan taarruz mühimmatları [JDAM] olarak bilinen Amerikan yapımı 5000 kiloluk bombalar atmaya başlayacak. GBU-43/B olarak bilinen ve medyanın "tüm bombaların anası" olarak adlandırdığı silahın geliştirilmiş versiyonu, Nisan 2017'de ABD tarafından Afganistan'da IŞİD’in komuta merkezi olduğu şüphesi bulunan merkeze atılmıştı. Söz konusu silahın ilk versiyonu, iddiaya göre İran'ın şüpheli nükleer tesislerine karşı kullanılmak üzere 2005’te İsrail’e satılmış ve de geliştirilmiş, lazer güdümlü versiyonun İsrail'e satışına on yıl önce Obama yönetimi tarafından izin verilmişti.

O zaman dahî İsrailli kaynak bana Netanyahu ve danışmanlarının Netanyahu'nun Hamas'a verdiği desteğin "bir kaplanı evcil hayvan olarak beslemek" gibi tehlikeli olduğunu aktarırken “Kaplansa seni bir dakika içinde yer” dedi.

Kaynağımın söylediğine göre halihazırdaki İsrailli savaş planlamacıları, JDAM'ların daha büyük savaş başlıklarına sahip geliştirilmiş versiyonunun, patlamadan (otuz ila elli metre) önce yeraltının derinlerine yeterince nüfuz edeceğine, patlama ve sonucunda ortaya çıkan ses dalgasının "yaklaşık bir kilometre içerisindeki herkesi öldüreceğine" inanıyorlar.

Kaynak, bu düşüncenin kendisine ait olduğunu belirterek, Hamas yönetiminin "canlı kalkan" ihtiyacı nedeniyle bazı sivillerin yerinde kalmasını istediğini ifade etti. İsrail'in Filistinlilere dönük yeni yerinden etme planı "en azından insanların hepsinin öldürülmeyeceği" anlamına geliyor. Bu kavramın, ABD Başkanı John F. Kennedy yönetiminin, tartışmalı bölgelerdeki Vietnamlı sivillerin Güney Vietnamlıların kontrolünde olduğu düşünülen bölgelerde aceleyle inşa edilen konutlara zorla yerleştirilmesini öngören Stratejik Hamlet Planı'nı onayladığı, Amerika'nın Vietnam Savaşı'nın ilk yıllarına kadar uzandığını da anlamlı şekilde sözlerine ekledi. Vietnamlıların terk ettikleri topraklar daha sonra Serbest Ateş Bölgesi ilan edilmiş, buralarda kalan herkes Amerikan birlikleri tarafından hedef alınabilmişti.

İsrailli yetkili, Gazze'de kalan binaların sistematik olarak yıkılmasına birkaç gün içinde başlanacağını dile getirdi. Arkasından sığınak delici JDAM saldırıları gelebilir. Planlamacıların senaryosuna göre İsrail askerleri temizlik operasyonlarıyla görevlendirilecek: JDAM saldırılarından kurtulmayı başaran Hamas savaşçıları ve işçilerini arayıp bulacak ve öldürecekler.

İsrailli planlamacıların neden Mısır hükümetinin, Biden yönetiminin baskısı altında dahî olsa Gazze'den gelecek bir milyondan fazla sığınmacıyı kabul edeceğini düşündükleri sorusuna İsrailli kaynak şu karşılığı verdi: “Mısır'ı testislerinden yakaladık”. New Jersey’in Demokrat Senatörü Robert Menendez ve eşinin, üst düzey Mısırlı yetkililerle yaptığı iş anlaşmaları ve Kahire'deki ABD Büyükelçiliği’nde görev yapan kişiler hakkında istihbarat aktardığı iddiasıyla federal yolsuzluk suçlamalarından dolayı yakın zamanda haklarında dava açılmasına atıfta bulunuyordu. 2014 darbesiyle seçilmiş Müslüman Kardeşleri devirerek iktidarı ele geçiren Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah El Sisi, 2010-2012 yılları arasında Mısır'ın askeri istihbarat servisinin başında bulunmuş emekli bir general.

Eğer gerçekleşirse, JDAM saldırılarının ardından her şeyin yolunda gideceği varsayımını herkes paylaşmıyor. Yıllarca Orta Doğu'da görev yapmış Avrupalı eski bir istihbarat yetkilisi bana şunları söyledi: "Mısırlılar Hamas'ın Mısır'a girmesini istemiyor ve ellerinden gelenin en azını yapacaklardır."

İsrail'in JDAM’ları kullanma planı bahsedildiğinde, "Enkaz altında kalmış bir şehir her zaman olduğu kadar tehlikelidir. JDAM saldırıları üzerine söylentiler, ne yapacağını bilmeyen insanların laflarıdır” diyerek şunları ekledi:

“Hamas ‘hodri meydan’ diyor. Bu karşılığı bekliyorlar. (JDAM’ların kullanılması) ayakları yerden kesilmiş bir liderliğin konuşmasıdır. Bu dikkatle planlanmış bir operasyondu ve Hamas, İsrail'in tepkisinin ne olacağını çok iyi biliyordu. Şehir savaşı korkunç olacaktır."

Yetkili, İsrail'in sığınak delici bombalarının yeterince derine nüfuz edemeyeceğini öngörüyor: Hamas'ın yerin 60 metre derinliğinde inşa edilmiş tünellerde faaliyet gösterdiğini ve bu tünellerin JDAM saldırılarına dayanabileceğini söyledi.

Bu sözleri söyleyen İsrailli kaynak, yeraltındaki taş ve kayaların roketlerin derine nüfuz etme kabiliyetini sınırlayacağını, ancak Gazze’deki yeraltı yüzeyinin kumlu olduğunu ve özellikle JDAM'ların mümkün olan en yüksek noktadan fırlatılması halinde çok az direnç göstereceğini kabul etti.

İsrailli kaynak ayrıca mevcut planlamaya göre, eğer izin verilirse, JDAM saldırısının, Gazze şehri ve güneyinin zorla boşaltılmasının sonucuna bağlı olarak Pazar ya da Pazartesi gibi erken bir tarihte yapılacağını, hemen ardından bir kara harekatının geleceğini sözlerine ekledi.

                                                                /././

Almanya'nın siyaset sahnesindeki mayın tarlaları (CEMİL FUAT HENDEK / soL-Görüş)

Avrupa hemen harekete geçerken Almanya da telaşla ayağa kalktı. Ve böylece “demokrasi”, “özgürlük” şampiyonu ülkelerin başında geldiği propaganda edilen Almanya’nın cilasından bir pul daha döküldü.

Filistin’de beklenmedik anda başlatılan kalkışma tüm dünyada olduğu gibi Almanya’da da ortalığı karıştırdı. Böylesi bir çıkışı beklemeyen çokları dehşet içinde kaldılar. Yıllardır İsrail devletinin adım adım Filistin topraklarında ilerleyişini, kıra kıra bir avuç bıraktığı ve dar bir coğrafyaya hapsettiği bir halkın varlığını çoktan unutmuşlardı. Filistinlilerin ayrımsız her gün teker teker çeşitli bahanelerle tutuklanması ya da öldürmesini normalite kabul etmişlerdi. Kendilerini bir çeşit “huzura kavuşmuş” hissediyorlardı.

Avrupa camiası hemen harekete geçerken Almanya da telaşla ayağa kalktı. Ve böylece “demokrasi”, “özgürlük” şampiyonu ülkelerin başında geldiği propaganda edilen Almanya’nın cilasından bir pul daha döküldü.1

Önce hemen tüm merkez ve onun etrafına dizilmiş medya, saat geçirmeksizin, düğmeye basılmışçasına kolları sıvadı: “Bu Hamas denen güruh gerici, yobaz, terörist, İslami bir oluşum değil miydi?” “Hem, kutsal bir bayram sırasında saldırı düzenlemek, sivilleri öldürmek de ne demek oluyordu?” “Hep birlikte, bölgedeki tek demokratik düzene sahip devletin, İsrail’in güvenliği için harekete geçmek boyun borcuydu.” Ortalık bu doğrultuda dekore ediliverdi. Örneğin, Hessen Eyalet Meclisi’nin önünde sallanmakta olan Alman ve Ukrayna bayraklarının yanına bu üfürükle sallanacak bir de İsrail bayrağı dikiliverdi.

Ne var ki, olayın bir başka yüzünü fark eden insanlar da yok değil bu ülkede. Bir zaman önce ihanete uğramış, sonra uzunca süredir yalnız bırakılmış, unutulmuş Filistin halkının davasını anımsayanlar oldu. Bunlar da Filistinlilerle dayanışma amacıyla harekete geçtiler.

Sen misin buna kalkışan! Özgür ve demokrasi şampiyonu Almanya’da bunların miting ve gösterileri, “kamu güvenliğini sarsma tehlikesi” nedeniyle yasaklanıverdi. Önce başkent Berlin’de, sonra Köln’de... (Anlaşılan başka kentler de vakit geçirmeksizin bunların arkasına dizilecekler.) Derken Frankfurt’taki dünyanın en büyük kitap fuarında hazırlanan bir ödül töreni iptal ediliverdi. Ödüle layık görülen kadın yazar Filistinliydi. Dün de, Bavyera’da bir okulda Poşu (Filistin atkısı) yasağı konduğunu okuduk. (Bu tür yasakların da bir köşede başlayıp, salgın hastalık gibi nasıl hızla yayıldığını en son Ukrayna Savaşı’nın başında gözlemlemiştik.)

Sadece yasaklar değil, propaganda makinesi de tabii ki durmayacaktı. Filistin davasından bahsetmeye kalkanları da “teröristleri, İslamcıları desteklemek”le karalamaya giriştiler. Solcu oldukları iddiasıyla ortalıkta dolaşan bazı şaşkınlar da bu sele kapıldılar. “Yahudi düşmanlığı”ndan, “antisemitizm”den dem vurmaya başladılar.

Bir ara not

Biliyoruz, komünistler için politika zor iştir. Hele siyaset sahnesinin hemen bütün alanlarının burjuvazinin ablukası altında ezildiği bir ortamda hepten karmaşık bir iş haline gelmektedir. Burada mesele komünistlerin siyaset yapmasının yasalarla ve devletin polisi, ordusu, gizli servisleri ve mahkemeleriyle engellenmesi, bunlar da yetmeyince ortaya salınan ırkçı, milliyetçi oluşumların ve her zaman onlara destek olmaya hazır suç çetelerinin saldırı hedefi haline getirilmesi değildir. Asıl sorun başka bir yerde karşımıza çıkmaktadır: “Siyaset” dendiğinde, aslen hâkim sınıf tarafından tamamen kirletilmiş, görüş mesafesi olabildiğince daraltılmış bir tablo karşısında durduğumuzu bilmek gerekir. Hâkim sınıfın çocuk yuvalarından, ilkokullardan başlayarak, üniversitelere, bilim yuvalarına dek durmaksızın dikte ettiği kendi ideolojisiyle yükselttiği duvarlar arasına sıkıştırdığı bir coğrafyada yaşamaktayız. Bu duvarlar arasında her olgu ve tek tek her olay patronların çıkarı doğrultusunda belirlenmiş yorumların ve onları destekleyecek manipülasyonların halka propagandası sürüp gitmekte. Böylece yaratılan ve “halkın çoğunluğunun görüşü” olduğu iddia edilen “kamuoyu” da işte bu yanılgılar bütününden ibarettir.

Kılıcın keskin tarafında yürümek

İşte böylesi bir ortamda, her türden yanılsamaya karşın doğru bir çizgi tutturabilmek müthiş bir dikkat gerektiriyor. Her olayı tek başına değil, bağlı olduğu sayısız olguyla birlikte ele alarak irdelemek, tümünün diyalektik bütünlüğünü kavramak başlı başına karmaşık bir iş. Karmaşık olduğu kadar tehlikeli de. Kılıcın keskin tarafında yürür gibi... Aradan bir süre geçtikten sonra utanılacak laflar etme tehlikesi büyüktür. Her yanlış yorum, her hatalı davranış sahibinin de, savunduğunu varsaydığı sol hareketin de bir tarafını kesip, kanatabilir. (Aynı tehlike patronların hizmetindeki siyasetçiler için de geçerli. Ama onlar kendilerini bu tehlikeden muaf tutuyorlar. Çünkü, her foyaları çıktığında bunu hemen unutturacak mekanizmalar yaratacaklarını biliyorlar. Bu ortamda halkın belleğinin de önemli ölçüde kötürümleştirilmiş olduğuna güveniyorlar.)

Almanya’da siyasetin mayın tarlaları

Alman burjuvazisi bu doğrultuda ayırım gözetmeksizin her konuda mayın tarlaları yaratıyor. Her konuyu bir takım tabularla örüyor. Örnek mi istersiniz?

Almanya’da, Ukrayna Savaşı üzerine tartışmalar aldı yürüdü. Kimileri Ukrayna’daki faşistleri görmezden gelirken, kimileri de Rusya tarafını tuttular. Bunlar arasında Sovyetler Birliği döneminden kalma ezberleriyle hareket eden eski komünistler vardı. Fakat dikkat! Faşist parti Almanya için Alternatif (AfD) de bu kampta yer aldı. Bir yanda NATO’nun ve başta Almanya olmak üzere emperyalizmin uzun yıllardır adım adım hazırladığı ve kışkırttığı bir senaryo, diğer yanda Rus emperyalizmini görmezden gelen, Rus milliyetçiliğine uzanan bir çizgi. Bir yanda yükselen Alman militarizmi, federal bakanların savaş naraları, milliyetçi hezeyanlarla tırmandırılan Rus düşmanlığı, öte yanda Ukrayna’da kırılmakta olan Rus kökenli yurttaşlar. “Tut kelin perçeminden!” Peki bu durumda susacak mıydık?

Bir örnek daha verelim: Almanya’da giderek yükselen yabancı düşmanlığının bir önemli bir cephesi de “İslam düşmanlığı” ya da “İslam korkusu” oldu. Dinsel inançları nedeniyle, başta Türkiye kökenliler olmak üzere, Almanya’da yaşamakta olan milyonlarca insanı hedefe koyan bu düşmanlığa karşı mücadele etmek gerekmez mi? İyi de, bu ülkedeki Müslümanların önemli bir kısmını kapsar görünen gericilik odaklarını, sadece Türkiye’dekilerin uzantısı değil, başka İslam ülkelerinden de gelen tarikatları, uykuya yatmış teröristleri ne yapacağız? Tehlike büyüktür. Bunlardan birincisine karşı mücadele ederken ikincileri destekler konuma düşmek de var. (Buyrun size bir kel perçemi daha.) Peki bu durumda susacak mıyız?

Ve şimdi de Filistin meselesi! Bir yanda emperyalizmin Ortadoğu’ya sapladığı bir hançer, siyonist bir din devleti, emperyalizmin bu coğrafyadaki ileri karakolu, öte yanda yüzyıllara yaslanmış bir Yahudi düşmanlığı... Bir yanda faşist yöntemlerle bir halkı kırmakta olan iktidarlar,2 öte yanda 1948’den bu yana sürekli olarak kırılmakta, ülkesinden sürülmekte olan bir halkın haklı davası... Bir yanda emperyalist odakların İsrail gizli servisi MOSSAD’la birlikte yarattığı artık herkesçe bilinen Hamas, öte yanda dünya solunun unuttuğu Filistin Kurtuluş Hareketi’nin geçmişi ve bugünü...

Susmak yok!

Demokrasi şampiyonu Almanya’da ne yazık ki, gücünü önemli ölçüde yitirmiş, sayıca pek aza inmiş “gerçek” solu, komünistleri böylece manipülasyonlar, karalamalarla susturmak istiyorlar. Susmayı kabullenmeyenler tehlikelerle dolu mayınlı bir alanda ilerlemek zorunda. Bu alana “özgürlükçü liberaller”, “solun şaşkınları”, yanılgıyla sol sanılan falan filanlar da bolca patlayıcı yerleştirince, en ufak bir hatayla kolunu bacağını yitirme tehlikesi daha da büyüyor. Bundan sonrası malum: O da yetmeyince yasaklar ve bunlardan doğan yasal tehlikeler, izlemeler, kovuşturmalar geliyor.3 Böylece komünistlerin karalamalar karşısında pısarak, yanlış yapmaktan çekinerek, gerçeği dile getirmekten, emekçi yığınların çıkarlarının nerede yattığına işaret etmekten vazgeçmesini bekliyorlar.

Tutar mı? Tabii ki hayır! Almanya’da bunu geçmişte yapmayan bir kesim her zaman var oldu. Bugün de varlığını sürdürüyor. Haklının, doğrunun, önünde sonunda galebe çalacağına güvenerek, mayınlara basmasa da keskin nişancılar tarafından vurulmayı göze alarak mücadelesine devam ediyor.




İsrail’in bölgedeki ilişkileri (I+II+III) - OGÜN ERATALAY / soL- Analiz

 

(I) Azerbaycan’la ‘iki millet tek ordu’

Azerbaycan, İsrail’in bölgemizdeki en yakın müttefiki olarak tanımlanabilir. Kafkas ülkesi, silah ithalatının yüzde 69’unu İsrail’den yapıyor.

Kuruluşundan bu yana savaşan, Ortadoğu'daki çatışmaların ve hesapların sürekli içinde olan İsrail bölgedeki komşularıyla ilginç ilişkilere sahip. Bu yazı dizisinde İsrail'in pek göz önüne çıkmayan dış ilişkilerine dair bir giriş yapacağız.

HAMAS öncülüğünde başlatılan Filistin saldırılarıyla yeniden gündeme gelen İsrail, bölgedeki komşularıyla ilginç ilişkilere sahip. Sürmekte olan kanlı savaşın sıcaklığı devam ederken İsrail'in bu çokça işlenmeyen yönünü aydınlatmaya çalışacağız.

Öncelikle herhalde İsrail'in hukuki durumuyla başlamak gerekiyor işe. İsrail 1948 yılında kurulduktan sonra başta Arap ülkeleri olmak üzere çok sayıda ülke tarafından tanınmadı. Bugün de İsrail ile farklı seviyelerde ilişki kuran veya hiç ilişki kurmayan ülkeler mevcut:

İsrail devletini tanımayanlar: Cezayir, Libya, Somali, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, İran, Irak, Kuveyt, Lübnan, Suudi Arabistan, Suriye, Yemen, Afganistan, Bangladeş, Pakistan, Brunei, Malezya, Endonezya.

İsrail devletiyle güncel diplomatik ilişkilerini kesmiş olan ülkeler: Mali, Moritanya, Nijer, Tunus, Küba, Venezuela, Umman, Katar, Maldivler.

Yazının ana odağına almak istediğimiz İsrail'in pek öne çıkartılmayan veya çıkartılmak istenmeyen bazı bölgesel aktörlerle ilişkilerine geçmek için diğer aktörlerle ilişkilere dair kaba da olsa bir genelleme yapılabilir. Özellikle İsrail'in kurulduğu süreci 2. Dünya Savaşı'nın bitişiyle beraber alıp 26 Mart 1979 tarihinde Menahem Begin ve Enver Sedat arasında imzalanan Mısır-İsrail Barış Antlaşması’na kadar bir dönem tarif edilebilir. 

Bu dönemde İsrail, 1956 Süveyş Krizi, 6 Gün Savaşı (1967), Yom Kippur Savaşı (1973), 1982 Lübnan İç Savaşı'na dahil olmuş, Mısır-Suriye-Filistin Kurtuluş Örgütü ile savaşmıştır. Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle beraber bölgedeki gerilimler farklı kanallardan sürmüş, devletler arası savaştan farklı bir çatışmaya doğru evrilmiştir. Bu dönemde Hizbullah ve HAMAS gibi örgütler daha öne çıkar olmuştur.

Sürpriz aktörlerin ilki: Azerbaycan

Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan'ı ilk tanıyan ülkelerden birisi İsrail'di. Soğuk Savaş'ın ardından piyasa ekonomisine açılan ülkeye ilk giren Batılı sermayedarlar arasında İsrailli patronlar bulunuyordu. Öyle ki ülkedeki ilk telekom altyapısı İsrailli şirketler tarafından başlatılmış, bu alanda Bezeq firması öncü olmuştu. Ayrıca bugün hizmet sağlayıcı konumundaki 1994 yılında kurulmuş olan Bakcell de İsrail ortaklığıdır. 

İsrail, Azerbaycan’da enerji, teknoloji, petrol ve gaz alanlarında etkili. Günümüzde artık gümrük anlaşması imzalamış olan iki ülke arasındaki ekonomik ilişki gittikçe gelişiyor. İsrail bugün ihtiyaç duyduğu ham petrolün yarıya yakınını Azerbaycan'dan alırken, İsrail de Azerbaycan ekonomisinin en önemli ortaklarından.

İki ülke arasındaki askeri ilişkiler Birinci Dağlık Karabağ Savaşı'nın (1988-1994) en gerilimli dönemi olan 1992 yılında başladı. Bu dönemde askeri silah, teçhizat ve eğitim sağlayan İsrail ülkede faaliyetini bugün daha da artırarak devam ettirmekte. 

Azerbaycan NATO ile 1994 yılında başlatılan Barış İçin Ortaklık programıyla temasa geçmesinin ardından 1997 yılından bu yana NATO nezdinde diplomatik temsilciliği bulundurmakta. Emperyalizme bu kanalla doğrudan bağlanan ülkede ayrıca Hazar Denizi kıyısında Bakü'ye 70 km uzaklıktaki Sitalçay Askeri Üssü'nün İsrail Hava Kuvvetleri tarafından kullanılmakta olduğu da iddia edilmekte.

2000'li yılların başından itibaren iki ülke ordusu ve silah sanayii şirketleri arasında yapılan işbirliği, milyar dolarlık siparişlerle taçlandı. En son 2020 yılındaki İkinci Dağlık Karabağ Savaşı sırasında yoğun olarak kullanılan SİHA'ların Türkiye ile beraber en büyük tedarikçisinin İsrail olduğu hatırlanırsa bu durumun önemi daha da iyi anlaşılır.

Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü SIPRI verilerine göre İsrail, Azerbaycan'ın silah ithalatının yüzde 69'unu sağlıyor. Bu alandaki işbirliği sadece ithalatla sınırlı da kalmıyor. İsrailli Meteor Aerospace firması, Azeri firma Caspian Shipbuilding Company ile yaptıkları işbirliğini açıklarken Azerbaycan donanması için insansız hücumbot yapılacağını da duyurmuştu. Ülkemizde de bir dönem savaş uçakları modernizasyonu yapmış olan Israel Aerospace Industries (IAI) firmasının da bu ortaklığa füze güdüm sistemleri ve radar alanında destek verdiğini hatırlatalım.

Günümüzde İsrail ile kurumsal olarak üst düzeyde işbirliği yapmakta olan Azerbaycan ister istemez topraklarını İsrail istihbaratına da açmış durumda. İran söz konusu olduğunda İsrail'in baş düşmanı sayılan bir ülkeye Azeri toprakları üzerinden yaklaşabiliyor olması bulunmaz bir fırsat olarak değerlendiriliyor. Benzer bir şekilde Rusya ile Suriye İç Savaşı sırasında "zorunlu bir uzlaşı" içinde olan İsrail, Rusya'nın Kafkasya bölgesindeki etkisini de Azerbaycan'daki varlığıyla tartmaya gayret ediyor. Bu planın emperyalizmin bölgesel girişimleriyle de uyumlu olduğunu sanırım hatırlatmaya gerek yok.(13/10/2023)

                                                                           /././

(II) Kürdistan’la bağımsızlık ve petrol kardeşliği

İsrail’in Irak Kürdistanı’yla ilişkileri çok eskilere dayanıyor. IKBY, çıkan petrolün yarısını İsrail’e satıyor. İsrail de Irak Kürdistanı’na bağımsızlık desteği veriyor.

Kuruluşundan bu yana savaşan, Ortadoğu'daki çatışmaların ve hesapların sürekli içinde olan İsrail bölgedeki komşularıyla ilginç ilişkilere sahip. Bu yazı dizisinde İsrail'in pek göz önüne çıkmayan dış ilişkilerine odaklanacağız.

HAMAS öncülüğünde başlatılan Filistin saldırılarıyla yeniden gündeme gelen İsrail bölgedeki komşularıyla ilginç ilişkilere sahip. Sürmekte olan kanlı savaşın sıcaklığı devam ederken İsrail'in bu çokca işlenmeyen yönünü aydınlatmaya çalışacağız.

İsrail’in bölgedeki ilişkileri 1: Azerbaycan’la ‘iki millet tek ordu’

Sürpriz aktörlerin ikincisi: Kürdistan Bölgesel yönetimi

Karmaşık ilişkiler ve dengelerin cisimleştiği bölgelerden biri.

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY), yakın coğrafyamızdaki karmaşık ilişkiler ve dengelerin cisimleştiği bölgelerden biri. Yasal olarak Irak Cumhuriyeti içinde özerk bir bölge olsa da, fiiliyatta bu özerkliğin sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği hem belirsiz hem de sürekli değişiyor. Bölge belli bakımlardan bağımsız bir devlet gibi ayrı bir idari yönetim mekanizmasına, parlamentoya sahip, uluslararası alanda diplomatik temsilcilikler açmakta ve topraklarında farklı ülkelere dair temsilcilikler bulunuyor. Erbil, Süleymaniye, Dohuk ve Halepçe eyaletlerinden oluşan bölgenin ilan edilen başkenti Kerkük olsa da bu kent Irak merkezi devletine bağlı topraklar içinde. 

Irak Kürdistanı, ham petrol ve doğal kaynaklar yönünden oldukça zengin. Verimli petrol kuyularını işleten firmalar burada emperyalizmin nasıl yatırım yaptığını gözler önüne seriyor. Bu firmalar arasında Exxon (ABD), Total (Fransa), Chevron (ABD), Talisman (Kanada), DNO (Norveç), Genel Enerji (Türkiye), Hunt Oil (ABD), Gulf Keystone (İngiltere) ve Marathon (ABD) dikkat çekmekte. Bunun dışında bölgede zengin kömür, bakır, altın, mermer ve çinko yatakları da bulunuyor.  Kürdistan Bölgesel yönetiminden çıkarılan ham petrolün bir numaralı müşterisi İsrail. İsrail’i İtalya, Fransa ve Yunanistan izliyor.

İsrail’in Kürdistan Bölgesel yönetiminin bugün hakim bulunduğu coğrafyaya ilgisi İsrail devletinin kuruluşundan da eskiye gidiyor. İsrail devletinin kuruluşundan önceki dönemde bölgedeki Arap olmayan unsurlarla yakın ilişki kurulmaya ve olası ittifaklar oluşturulmaya çalışılıyor. İsrail devletinin kurulduğu 1947 Arap-İsrail Savaşı sırasında Kürt coğrafyasındaki Yahudi Kürtler çeşitli baskılarla karşılaşınca çareyi İsrail’e göçmekte buluyor. Bugün İsrail’deki 200 bin ila 500 bin arasında olduğu tahmin edilen Kürt nüfusun kökleri bu topluluğa dayanıyor. 

1961-1970 arasındaki Irak-Kürt Savaşı veya Eylül Ayaklanması adı verilen ilk büyük savaş sırasında İsrail, 1958 yılında Haşimi Hanedanlığı devrilerek cumhuriyet ilan edilen Irak Cumhuriyeti’ne karşı savaşan Mustafa Barzani güçlerine destek vermişti. Bu ayaklanmaya Şah rejimi altındaki İran ve ABD’nin de destek verdiğini hatırlatalım. İsrail bu dönemde Peşmergelere hem silah hem de askeri eğitim vermiş, Barzani en az iki kez İsrail’i ziyaret etmişti.

Irak’ın ABD tarafından 2003 yılında işgal edilerek Saddam rejiminin devrilmesinin ardından İsrail, Kürt bölgesiyle temaslarını daha da derinleştirme kararı aldı. Irak devleti parçalandıktan sonra bölgenin “parlak günleri” başlamış oldu. 

Emperyalizmin şemsiyesi altında yetki sınırları oldukça geniş bir devletçik şeklinde inşa edilen bölgesel yönetim, askeri alanın dışında altyapı ve ekonomi alanında da oldukça büyük bir İsrail yardımı aldı. 

Bugün Kürt bölgelerinden çıkarılan ham petrolün yarısı İsrail’e satılmakta. 2005-2017 arasında bölgenin başkanı olan Mesut Barzani, İsrail ile iyi ilişkiler içinde olmalarını hep savundu. Öte yandan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da Irak Kürdistanı’nın bağımsız olması gerektiğini söyleyerek IKBY yönetimine övgüler düzdü. 

Bugün Kürdistan Bölgesel Yönetim Başkanı olan Neçirvan Barzani iktidarında İsrail’le ilişkiler giderek derinleşmektedir. Irak’ta etkili olan İran İslam Devrimi Muhafızları Ordusu ve ona bağlı güçler ülkenin çeşitli bölgelerinde açıklanmayan İsrail Gizli Servisi Mossad üsleri bulunduğunu iddia etmekte. Ayrıca 2017 yılında bölgesel parlamento tarafından alınan ve Irak merkezi hükümeti tarafından tanınmayan bağımsızlık yolundaki kararı ilk destekleyen de İsrail’di.(14/10/2023)

                                                                       /././

(III) Ezeli düşmandan stratejik ortağa Mısır

Kuruluşundan bu yana savaşan, Ortadoğu'daki çatışmaların ve hesapların sürekli içinde olan İsrail komşularıyla ilginç ilişkilere sahip. Bu yazı dizisinde İsrail'in dış ilişkilerine odaklanacağız.

Kuruluşundan bu yana savaşan, Ortadoğu'daki çatışmaların ve hesapların sürekli içinde olan İsrail bölgedeki komşularıyla ilginç ilişkilere sahip. Bu yazı dizisinde İsrail'in pek göz önüne çıkmayan dış ilişkilerine odaklanacağız.

HAMAS öncülüğünde başlatılan Filistin saldırılarıyla yeniden gündeme gelen İsrail bölgedeki komşularıyla ilginç ilişkilere sahip. Sürmekte olan kanlı savaşın sıcaklığı devam ederken İsrail'in bu çokca işlenmeyen yönünü aydınlatmaya çalışacağız.

Mısır, 1800’lü yılların başından itibaren kağıt üzerinde Osmanlı toprağı olmasına rağmen Süveyş Kanalı’nın planlanması ve 1869 yılında açılmasıyla beraber emperyalist güçlerin yerleştiği, 1882 yılındaki savaşın ardındansa İngilizlerin açıkça işgal ettiği bir ülke oldu.

Resmiyette krallıkla yönetilen ülke özellikle 2. Dünya Savaşı’nın ardından monarşiye karşı duyulan rahatsızlık ve İngiliz egemenliğine karşı tepkilerin yükselmesine sahne oldu. 1952 yılında sömürgeciliğe karşı başarılı olan Mısır Devrimi’yle beraber General Muhammed Necib Cumhurbaşkanı olmuş, ülkede iktidarı Cemal Abdülnasır önderliğindeki Hür Subaylar Hareketi almıştı. 

Sovyetler Birliği’nin ve Doğu Bloku’nun dünya çapında etkili bir eksen olduğu dönemde Nasır iktidarı sosyalizan icraatlarda bulunmuş, toprak reformuna ve kamulaştırmalara girişmiştir. Bunlardan en bilineni ve çarpıcı olanı elbette 1956 Süveyş Kanalı krizidir. Yüzbinlerce Mısırlı emekçinin kanları pahasına yapılmış olan ve emperyalist ülkelerin doğrudan kâr kapısı olarak gördükleri işletme Nasır tarafından devletleştirilince İsrail-İngiliz-Fransız birlikleri Mısır’a saldırdı. Ancak Sovyetler Birliği’nin Mısır lehine müdahale tehdidi ve ABD yönetiminin kendilerini desteklememesi üzerine İngilizler geri çekilmek zorunda kaldı. İsrail, Sina Yarımadası’nda bazı Mısır topraklarını ilhak etse de kanaldaki Mısır mülkiyeti kabul edildi. 

Bu dönemin ardından Altı Gün (1967) ve Yom Kippur (1973) savaşlarında Mısır, Suriye ile beraber İsrail’e karşı savaşmış ancak başarılı olamamıştır. 1970 yılında ölen Nasır’ın ardından iktidara gelen yardımcısı Enver Sedat yaşadığı askeri yenilginin ardından emperyalizmle uzlaşma yolunu seçer. ABD’nin arabuluculuğuyla İsrail ile Mısır arasında 1979 yılında imzalanan anlaşmayla birlikte İsrail ilk kez bir Arap devleti tarafından tanınmış olur. Sedat bu anlaşmadaki rolünün bedelini 1981 yılında suikast sonucu öldürülerek ödese de ülke emperyalizmin dümen suyuna girmiş olur.

Sedat’ın ardından gelen Hüsnü Mübarek döneminde ülke ABD’nin İsrail ile birlikte bölgedeki en önemli müttefiki haline gelir. Her yıl ortalama 1 milyar dolar askeri yardım alan Mısır ordusu doğrudan emperyalizme bağlı bir kurum haline gelir. İsrail bu bağlılıktan o kadar emindir ki Arap Baharı döneminde Mübarek’in devrildiği sırada İsrailli yetkililerin yaptıkları açıklamalar iktidara kim gelirse gelsin uluslararası anlaşma yükümlülüklerinin yerine getirileceğinden emin olduklarını gözler önüne sermiştir.

Bugün Mısır, 1979 Anlaşması’nın ardından hala Sina Yarımadası’na asker çıkarmak ve bölgede askerî harekât düzenlemek için İsrail’i bilgilendirmek durumundadır. Bu “görevini” bugün iktidardaki Sisi rejimi bile harfiyen yerine getirmektedir. 

İki ülke anlaşmanın imzalanmasının hemen ardından olağanüstü hacimde bir ekonomik işbirliğine gitmiştir. Mısır, çıkardığı doğalgazı Ürdün ve İsrail’e satmakta, boru hatlarından yapılan ihracat en krizli günlerde bile aksamadan devam etmektedir. Ayrıca İsrail tarafından ABD’li firma Chevron ortaklığıyla açık denizde işletilen Doğu Akdeniz'deki Leviathan doğalgaz sahasından çıkan gaz kıyıya boru hatlarıyla sevk edildikten sonra şebekeye verilmektedir. Bu gaz daha sonra Avrupa’ya ihraç edilmek üzere Mısır limanlarına getirilmektedir. 

Bunun dışında iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin gelişmesi doğrudan emperyalizm tarafından desteklenmektedir. “Qualified Industral Zone” (QIZ) adıyla oluşturulan gümrüksüz serbest bölgelerde ABD’ye gümrüksüz ihraç için üretilen Mısır ürünlerine alım garantisi veren ABD, bu ürünlerde en az yüzde 10,5 İsrail katılımı olma şartını getirmiştir.

Bugün Mısır toplumunun ezici çoğunluğu İsrail’i düşman olarak tanımlasa da Mısır hükümetleri İsrail ile derin bir ekonomik-askeri işbirliği içindedir. Anlaşmalar ve görüşmelerin perde arkasında yapıldığı bu ilişki şeklinin normal seviyenin ötesine geçip müttefiklik aşamasına geçtiği rahatlıkla söylenebilir. Bunun da ötesinde Mısır hükümetleri, bugün emperyalizmin Filistin ve Ürdün başta olmak üzere bölgedeki anlaşmazlıklar konusunda dayattığı siyasetin uygulayıcısı ve zorlayıcısı konumunda yer alabilmektedir. 2020 yılında Donald Trump döneminde imzalanan ve Mısırlı danışmanların ikna görevi yaptığı Abraham Anlaşmasının Arap ülkelerini (Fas, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Sudan) İsrail ile ilişkilerini karşılık beklemeden normalleştirmeye zorlamakta olduğunu hatırlatmış olalım.(15/10/2023)

OGÜN ERATALAY / soL- Analiz

Hollywood'dan Gazze'ye 'medeniyet' dersleri 101 - ENGİN SOLAKOĞLU/soL

 'ABD’nin Batı’nın ötesinde o zaman da bir dünya vardı, yine bir dünya var. Parası, teknolojisi en güçlü olanın, en çok öykündüğümüzün hikayesini tek gerçek kabul etmek zorunda değiliz.'

Bundan 40 belki de 45 yıl önce TRT’de Pazar sabahları bir sinema kuşağı vardı. En çok da ABD yapımı filmler gösterilirdi. Bunların büyük bölümü de “kovboy fimleri” denilen türden yapımlardı. Sanırım hayatında “kovbov filmi” seyretmemiş kimse yoktur. John Wayne filan gibi “yakışıklı” aktörlerin canlandırdığı esas oğlanlar ya Vahşi Batı’ya yönelmiş kervanlara rehberlik ederler, ya da oralara yerleşmiş bir ailenin reisini, o da olmadı, vaat edilmiş ve fethedilmiş o topraklarda kurulmuş derme çatma yerleşimlerin “Şerif”ini canlandırırlardı.

Vahşi Batı’ya yerleşen beyaz insanların işleri zordu. Bir yandan bin bir güçlükle kuyu kazar, su bulur, toprağı işler, bir yandan hayvan yetiştirirlerdi. Pazar günleri inşa ettikleri ahşap kilisede en güzel giysilerini giyip toplanır, papazın vaazını dinler, dua filan ederlerdi. Kimi zaman tam da o sırada yüzü gözü boyalı, kızıl toprak renklerinde, kir-pas içerisinde bir takım vahşilerin saldırısına uğrarlardı. Adı üzerinde vahşi oldukları için o yaratıklar beyaz adamların o topraklara “Tanrı’nın emriyle geldiklerini”, iyi birer Hristiyan olduklarını falan bilmezlerdi. Fırsat buldukça saldırır, çiftlikleri yakar, çocukları kaçırır, kadınlara tasallut eder, kimi zaman da kadın erkek demeden o güzelim beyazları katledip kafa derilerini yüzer, kemerlerine savaş ganimeti diye takarlardı. Neyse ki, sonunda John Wayne veya bir benzeri beyaz cemaati örgütler, silahlandırır, vahşilere dünyayı dar eder ve beyazların o topraklarda mutlu, mesut yaşamalarını sağlardı.

Bu filmlerin tarihte yaşanmış bir takım olayları  yansıttığı açıktı ama hepsi bu kadar değildi. Hollywood salt Amerikalılara değil bütün dünyaya sadece gelişmiş silahlara sahip olan, beyaz ve “medeni”lerin yaşam hakkı bulunduğunu böyle anlatıyordu. O filmleri izlediğim, vahşilerin saldığı dehşete yani bugünkü anlamıyla teröre isyan ettiğim, filmin sonunda yakışıklı ve güzel beyazların kazandığına sevindiğim sırada ne Amerikan tarihinden haberim vardı ne de emperyalizmden. Sonuçta, iyi görünen medeni insanlar, uzun örgülü saçlı pasaklı vahşileri yeniyorlardı. Bu da iyi bir şeydi.


 Bugün Gazze kıyılarına 2. uçak gemisini de göndereceğini öğrendiğimiz ABD kurulurken, bizim çocukken Kızılderili diye bildiğimiz, şimdi Amerikan yerlileri diye adlandırılan halklar önce mülksüzleştirildiler, kitlesel olarak katledilmek suretiyle seyreltildiler, dar alanlara hapsedildiler, zorla Hristiyanlaştırılarak “medenileştirildiler”, kültürleri, dilleri ellerinden alındı ve sonunda kendi topraklarında folklorik bir unsura dönüştürüldüler. 

Biz o süreci uzun yıllar “kovboy filmleri” perspektifinden izledik. Kovboy filmlerinin dönemi kapandı, artık başka kurguları, salt sinemalarda, tv platformlarında değil, sosyal medyada ve haber kanallarında da izliyoruz.

Kafa karışıklığı olmasın. Tarihsel olaylarda, diplomaside analojiye ilişkin görüşlerim belli. Ne Filistinlileri Amerikan yerlilerine ne de İsrailliler’i Amerikalı yerleşimcilerle bir tutmuyorum. Derinlemesine bakıldığında binlerce fark bulunabilir. Kendimce tespit ettiğim benzerlik olgulardan ziyade bu olguların bize anlatılma, aktarılma biçiminde.

Haber alma kanalları çok çeşitlendi. Bütün bunların işlediği mecra ise tek: Internet. Internet’te bir çok farklı bilgiye ulaşmak mümkün. Yalnız bir sorun var. Kimin parası çoksa onun görüşü daha yaygın biçimde aktarılabiliyor. Buna algoritma diyorlar. Tıpkı Hollywood’un bize hikayeler anlattığı zamanda da başka sinema ekollerinin olması ama üretim ve yaygınlık kazanma güçlerinin aynı olmaması gibi.

Hollywood olanca gücü, kudreti, ışıltısı, parasıyla dünyanın bir bölümüne hükmediyordu. Sovyet coğrafyasının dışındaki Avrupa, Türkiye ve Orta-Doğu. Evet Orta-Doğu. Dönemin Avrupa sinemasına, Mısır sinemasına, Türk sinemasına baktığınızda   etkisi hissediliyordu. Bununla birlikte o dönemde dahi Hollywood’un tam anlamıyla ulaşamadığı, öykülerin Hollywood gözüyle anlatılmadığı sinemalar vardı. 

Demem o ki, ABD’nin Batı’nın ötesinde o zaman da bir dünya vardı, yine bir dünya var. Parası, teknolojisi en güçlü olanın, en çok öykündüğümüzün hikayesini tek gerçek kabul etmek zorunda değiliz. Her şeyden önce 10 yaşında değiliz.

Biz geçen haftadan beri Hamas’ın saldırısıyla başlayıp İsrail’in etnik temizlik ve soykırım faaliyetiyle devam eden olayları izliyoruz. Televizyonumuza, bilgisayarımıza, telefonumuza bilgi ve görüntüler yağıyor. Dünyanın en tanınmış haber kanallarından birinin muhabirinin aktardığı bir “bilgi” yüzünden bir haftadır “kafası kesilmiş bebekler”in olduğuna inanıyoruz.  O muhabir sonradan teyit edilmemiş bir bilgiyi aktardığı için özür diliyor ama kafamızdaki “vahşi” tanımına uygun gelen kötü Arapların böyle bir şey yapmış olabileceklerinden emin olarak sürdürüyoruz yaşantımızı. 

Bu arada Hamas’ın bebek kafası kesmiş olabileceğiyle beynimiz oyalanırken, Gazze’de hastaneler bombalanıyor. Milyonlarca insan İsrail Ordusu’nun “nazik” ve “medeni” uyarıları doğrultusunda Gazze’de güneyden kuzeye, kuzeyden güneye koşturarak canını kurtarma peşinde. Üstelik bu ilk kez olmuyor. Yıllardır devam eden ırkçı bir siyasetin son perdesi. Biz hâlâ bugün gece gündüz bombalanan ve fosfor bombalarıyla öldürülen çocukların büyük büyük dedeleri toprak sattı mı satmadı mı derdindeyiz. Düpedüz bunamış Avrupalı sosyalist (!) Joseph Borrell’in çarpık mantığına göre “medeniyetin son kalesi Avrupa Bahçesi”nin başındaki Ursula Von Der Leyen soykırımcıların ellerine sarılarak dayanışma pozları veriyor. Macron, Sunak ve Scholz gibi Avrupalı liderler bir yandan katil İsrail rejiminin cinayetlerini alkışlarken, yine medeniyet adına Filistin halkına destek için sokağa çıkanları polislerine coplatıyorlar. 

Neyse ki, dünya Batı’dan ibaret değil. ABD Dışişleri Bakanlığı diplomatlarına “gerilimin azaltılması yönünde çağrıda bulunma” yasağı getirirken Fransız Dışişleri Bakanlığı tarafından fonlanan Jeune Afrique dergisinde okuduğum kadarıyla Afrika Birliği Komisyon Başkanı Faki Mahamat, bir yandan tarafların bir an önce görüşme masasına oturmaları gerektiği çağrısı yaparken, sürekli hale gelen gerginliğin ana sebebinin Filistin Halkının başta bağımsız ve egemen bir devlet kurmak olmak üzere  temel haklarının  çiğnenmesi olduğunu da söylüyor.

Küba’yı filan geçiyorum, Brezilya’nın, Kolombiya’nın soruna yaklaşımları da farklı değil. Dünyanın Hollywood palavralarının günümüzdeki versiyonlarından görece daha az etkilenen yerlerinde her insanının canının değeri aynı neyse ki. Bize düşen gözümüzü, kulaklarımızı bir az daha açıp, bu seslere de kulak vermek, Filistinli çocukların her gün öldürüldüğü bir coğrafyanın  neden sadece İsrail’de sivil kayıplar yaşandığı zaman gündeme girebildiği üzerine kafa yormak ve mümkünse önyargı düğmelerimizi kapatıp insan olduğumuzu anımsamak. 

Hüsrev Gerede’nin hatıratında okumuştum. Gerede Berlin’de Büyükelçi’yken Nazi Almanyası Türkiye’yi Mihver eksenine çekmek için propaganda faaliyetini yoğunlaştırmıştır. Bu arada kendi içlerinde de yoğun bir tartışma yaşanmaktadır. Nazilerin hizmetindeki bilim (!) insanları, siyasetçiler ciddi ciddi Türklerin “mongoloid mi”yoksa “beyaz ırka mı mensup olduğu” üzerinde kafa yorarlar. Türkiye’yi iyi tanıyan Von Papen gibi diplomat, eski asker ve siyasetçilerin “Türklerin bu konuda çok duyarlı oldukları, bunu yıllardır kendi içlerinde tartıştıkları ve bu meselenin  daha uzamaması gerektiği” yönündeki müdahaleleri üzerine, sözde bilimsel araştırmalar bir yana bırakılır ve tartışma Türklerin ittifak yapılabilecek kadar “beyaz” sayılabilecekleri şeklinde sonuçlanır. Çünkü Alman emperyalizminin buna ihtiyacı vardır.

Batı medeniyetinin dünyaya kazandırdığı evrensel bir çok değer vardır ama bu çıkarları gerektirdiğinde ne kadar riyakâr olabileceği gerçeğini değiştirmez. Yüzyıllar boyunca “İsa’yı öldürdüler, Hristiyan bebekleri kaçırıp  kanlarını içiyorlar” diye aşağıladıkları, kovaladıkları, öldürdükleri,  bundan 80 yıl önce toptan ortadan kaldırmayı neredeyse başaracakları Yahudileri, şimdi “kendileri gibi insan” sayıp, aralarında Hristiyanlar da bulunan Filistinliler’i düpedüz “haşarat” kategorisine sokmaları meselenin kültürel, dinsel filan değil emperyalizm ve onun çıkarlarıyla ilgili olduğunu açıkça göstermektedir. 

Belki son bir husus daha var anımsamak gereken. Bir konuya bakarken sonuçlara değil, sebeplere odaklanmak. Sonuçları değerlendirirken, kök nedenleri unutmamak. İsrail’in saldırgan, ırkçı, sömürgeci ve emperyalizmin bölgedeki baş temsilciliğini üstlenen politikaları kök sebeptir, Hamas ise bunun sonuçlarından biridir. Sonucu tartışmadan önce sebebi anlamaya çalışmak akıl ve insanlık gereğidir.

ENGİN SOLAKOĞLU / soL

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı +Gündem" -20 Haziran 2025-

  Belediyelerin öğrenci yurdu açma yetkisi kaldırıldı! Meclis’te kabul edilen yasa ile belediyelerin öğrenci yurdu açma yetkisi kaldırıldı. ...