ATEŞTEN GÖMLEK

EKONOMİ, POLİTİKA, ÇEVRE, SANAT, TARİH ve İSTANBUL

T-24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -15 Ekim 2024 -

 

Gizli kamu borçları (III): Buzdağının görünmeyen kısmında Çin mi var?-Binhan Elif Yılmaz-

Çin, şeffaflık konusunda uluslararası arenada çok tartışmalı bir pozisyona sahip

Çin, dünyanın en büyük alacaklısı ülke. Sahra Altı Afrika ve diğer bazı düşük gelirli ülkelerin toplam borç stokunun yüzde 15'ini elinde bulunduruyor (1). Küresel krizden bu yana Afrika'da 3.500'den fazla proje ve yatırım Çin tarafından finanse ediliyor. Son yirmi yıldır bu zayıf hükümetlere büyük miktarda kredi vermesi, Çin'i dünyanın en büyük resmi alacaklısı haline getirdi. Ayrıca Çin, Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) ile birçok ülkede altyapı projelerini finanse etmeye devam ediyor.

Çin, aynı zamanda gizli kamu borçlarıyla ilgili en uç örnek. Böyle bir uç geçişin nedenlerinden biri, kamu borcu istatistiklerinin çok önemli bir kısmı Dünya Bankası borç istatistiklerinde yer almaması. Başka bir nedenle, Çinli kreditörlerin ve Çin'in borçlarının, sözleşme borçlarının çok önemli bir kısmının yayımlanması ya da incelenmesine izin verilmemesi. Bir başka nedenle de borçlanma zamanında gizli borçlanmanın varlığı.

Aslında Dünya Bankası'ndan borç alan tüm okullar, kamu ve özel sektör borçlularının devlet garantisi verilmemiş borçlarına ilişkin veriyi bu kuruma sağlanması gerekiyor. Buna karşılık Dünya Bankası'ndan borç almayan ülkelerin borç istatistiklerini, uluslararası borç kayıt defterine açıklama bulunmuyor.

Gizlilik konusunda oldukça ünlü olmasına rağmen Çin hükümetinin aslında bu borçları gizlenmiş söylenmiyor. Çünkü Çin, Paris Kulübüne üye değil. O nedenle herhangi bir yere bildirmek zorunda değil.

Merkezi Paris'te bulunan ve 38 üyeden oluşan Paris Kulübü dış alacaklılar tarafından yapılan borç verme işlemleri, kamuya açık değil. Paris Kulübü'ne üye ülkelerin kulüp alacaklı raporlama sistemi borçlarını bildirme yükümlülüğündeyken, üye olmayanlar için ve dolayısıyla Çin için böyle bir bildirim bulunmuyor.

Bu nedenle Çin'in yurtdışındaki kaynakları hakkında özet veri yok. Oysa Çin'in son yıllarda uluslararası finans piyasalarındaki varlığı ve hacmi özellikle Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) kapsamındaki yatırımları nedeniyle artıyor. Bildirim kaynağı yok ama geri ödeme sistemi yeniden değerlendiren uluslararası alacaklılardan gelen fonlama masraflarının azalmasına neden oluyor. Tüm borçların gerçek boyutu hakkında bilgi eksikliği, çok sayıda kuruluş ve uluslararası düzeyde dikkat dikkat çekiyor (2).

Çin'in küresel borçlarına ait bazı değişikliklere göre (3) 2000-2017 yılları arasında gelişme gösteren ve 676 milyar $ olarak tahmin edilen Çin kredilerinin 385 milyar $'ı olduğu Dünya Bankası'na bildirilmedi. Bu tutarın yüzde 61'i olan 235 milyar dolar, üç güvencede kalmış durumda. Bu ülkeler de Venezuela, Rusya ve Kazakistan. Dünya Bankası kurallarına aykırı olarak ortak girişim ya da ortak girişim için verilen Çin kredileri mevcut. Söz konusu olan, belirli büyük projeler için yerleşik, sınırlı, korunaklı şirketler ve özel amaçlı bilgi araçlarının bazılarının çoğunluğunun hissi bu şekilde borçlu olup, bazı hükümetlerin kendi hisselerine sahip olan özel şirketler tarafından kontrol ediliyor. Görüldüğü gibi Dünya Bankası devlet sigortası olmadığı sürece bu borçların kamu borçları olarak sınıflandırılmıyor ve borçlu olan bu hükümetlerin bu borçlarının raporlanması gerekmiyor (4).

Ancak buzdağının görünmeyen kısmı nedeniyle Çin, şeffaflık konusunda uluslararası arenada çok kişilikli bir konuma sahip. Ayrıca borç sözleşmelerinin maddeleri konusunda da Gizlilik var. Çin kredi sözleşmelerinin, borçlulara yardımcı mı yoksa engel mi desteklediğini araştıranlar dışında, borçluları uluslararası borç batağına sokmak ve egemenliklerini sağlamak amacıyla şeffaf olmayan sözleşmeler kullanarak korunmayı desteklediği ileri kalıcılar (5) de var .

Bazı yazarlar da Çin'in kasıtlı olarak "borç tuzağı diplomasisi" izlediğini, hükümetin muhataplarına sert koşullar dayattığını ve ülkelerdeki ekonomik sorunlarla karşılaştığında, biriken varlıklara el koymasına izin veren sözleşmeler imzalattığını ileri sürüyorlar (6).

Çin'in verdiği dış borçlara ilişkin yasal şartların ilk sistematik analizini yapan Gelpern vd. (2021) (7) borçluları ile yaptığı sözleşmeler arasında 100 sözleşmelik olanları değerlendirmiştir. Bulgulardan biri; Çin sözleşmelerinin borçlanma koşullarının, hatta kusurların varlığının açıklanmasının gizlilik haklarının ortaya çıkması yönünde. Bir başka bulgu; Çin kreditörleri "Paris Yok Kulübü" üyelerine katıldı. Üçüncüsü; Çin sözleşmelerindeki “iptal, hızlandırma ve istikrar” oranlarının alacaklı ülkesi, borçluların iç ve dış politikalarını etkileme potansiyelinin olduğu ortaya çıktı.

Sözleşmelerde, Paris Kulübü Yok ve İşlemin Karşılaştırılabilirliği Yok maddeler yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Borç sözleşmelerindeki bu maddeler, borç alan ülkenin Çin'e olan borçlarını Paris Kulübü alacaklılarıyla koordineli ve/veya yönlendirilebilir karşılaştırılabilir koşulları yeniden başlatmasını yasaklıyor. Ayrıca Çin kredisini iptal etme veya yeni düzenlemeler yapma etkili bir şekilde sınırlanıyor.

Ayrıca Çin Eximbank ve Çin kamu bankaları ile yapılan tüm sözleşmeler, çapraz temerrüt maddesinin farklı versiyonlarını içermektedir. Borçlunun temerrüde düşmesi durumunda borç verene fesih hakkı ve tam geri ödeme (hızlandırma) talep etme hakkı veriyor. Ayrıca borçlu ülke, Çin'in yatırım çıkarlarına aykırı herhangi bir eyleme karşı çapraz temerrüde düşüyor. Hem çapraz temerrüt hem de çapraz darbe alma maddeleri borçluya performans göstermek için baskı yapıyor. Bazı sözleşmeler de, Çin ile borçlular arasındaki seçenekleri sona erdirmeye neden olacak şeyleri içeriyor.

Görüldüğü gibi Çin sözleşmeleri, resmi kredi uzmanlarıki emsallerinden daha ayrıntılı geri ödeme güvenceleri ve Çin'e diğer alacaklılara göre avantaj sağlayan unsurlar içermektedir. Hatta Çin bu konuda yaratıcı tasarım bile kullanıyoruz.

Sonuçta Çin'den borç alan yelpazesinde gizli kamu borcu sorunu ortaya çıkıyor. Araştırmalar Çin'den borç alan bir ülkenin Çin'e olan gerçek ve potansiyel geri ödeme yükümlülüklerini, GSYİH'sinin yüzde 5,8'ine eşdeğer bir miktarda eksik olduğunu bildirdiğini ileri sürüyor (8).

Gizli kamu borçları; Çin hükümeti, Çin yerel yönetimleri ( şu özette ayrıntılı açıklamalar ) ve Çin'den borç alan düşük gelirli ülkelerle sınırlı değil. Bu borçlar ne kadar gizli olsa da, krizin gerçek boyutu ortaya çıkıyor. Ayrıca uluslararası finansal sistemlerin gözleri üstünde. Bu nedenle gizli kamu borçlarının büyüklüğünün bir kısmı ölçülebiliyor. Bir sonraki yazımda bu konunun ele alınacağı yer.
Görüşmek üzere.


(1) Bkz. Melecky, M. (2021). Güney Asya'da Bir Sonraki Mali Krizi Önlemek İçin Gizli Borç Çözümleri. Dünya Bankası, Washington DC, ABD.
(2) Bkz. Alfaro, L. ve Kanczuk, F. (2019). Açıklanmayan Borç Sürdürülebilirliği. NBER Çalışma Raporu No. 26347 http://www.nber.org/papers/w26347
(3) William&Mary Üniversitesinde bir araştırma laboratuvarı olan AidData'da bu veriler mevcuttur. Yayın bilgisi için bkz. Brautigam, D. ve Huang, Y. (2021). Çin'in "Gizli Borcu"nun Gerçek Hikayesi Nedir?. Econstar, Bilgilendirme Belgesi, No. 06/2021.
(4) Bkz. Brautigam, D. & Huang, Y. (2021). Çin'in "Gizli Borcu"nun Gerçek Hikayesi Nedir? Gizli Borç”?. Econstar, Bilgilendirme Belgesi, No. 06/2021.
(5) Bkz. Tillerson, R. (2018). ABD-Afrika İlişkileri: Yeni Bir Çerçeve. George Mason Üniversitesi.
(6) Bkz. Chellaney, B . (2017). Çin'in Borç Tuzağı Diplomasisi. Project Syndicate, 23 Ocak, Brautigam, D. (2019). Çin'in 'Borç Tuzağı Diplomasisi'ne Eleştirel Bir Bakış: Bir Memin Yükselişi. Alan Geliştirme ve Politika, 5(3) , 1-14, Moody's (2018). Sovereings-Africa, Çin'in Borç Vermesi Büyümeyi Destekliyor, Sahra Altı Afrika'daki Mali ve Dış Baskıları Artırıyor. Moody's Yatırımcı Hizmetleri, 14 Kasım, Parker, S. & Chefitz, G. (2018). Borç Defteri Diplomasisi: Çin Kötü Kredileri Nasıl Stratejik Yatırımlar. Diplomat.
(7) Bkz. Bkz. Gelpern, A., Horn, S., Morris, S., Parks, B. & Trebesch, C. (2021). How China Lends 100 Borca Nadir Bir Bakış Yabancı Hükümetlerle Sözleşmeler. Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü, Çalışma Belgesi, Washington DC.
(8) Bkz. Brautigam, D. & Huang, Y. (2021). Çin'in "Gizli Borcu"nun Gerçek Hikayesi Nedir?. Econstar, Bilgilendirme Belgesi, No. 06/2021.

                                                                               /././

Sisli Vadi dosyasında önemli gelişme: Tesis yöneticisinin ölümüyle ilgili cinayet soruşturması başlatıldı!-Tolga Şardan-

Yeni soruşturmanın konusu, Sisli Vadi adlı tesisin yöneticisi Ümit Solmaz’ın cinayete kurban gittiği iddiası. Tesiste çalışan 7 Afgan personelin konumu, Solmaz’la ilgili cinayet soruşturmasında önemli hale geldi. İkinci kattaki odasında herhangi bir sel felaketi izi bulunmayan ve odasından çıkmadığı tanık ifadeleriyle ortaya çıkan Ümit Solmaz’ın, sonrasında odasından yaklaşık 500 metre ileride cansız bedeninin bulunması soru işaretlerine neden oldu.

Kırklareli’nin İğneada bölgesinde geçen yıl eylülde Sisli Vadi (Foggy Valley) adlı tesiste yaşanan sel felaketiyle ilgili gelişmeleri Büyüteç’e konu ediyorum, bir süredir.

Kaçak faaliyet gösteren tesiste sel sularının kurbanı olan 6 yurttaşın yaşamını yitirmesindeki ihmaller zincirini ortaya çıkacak yargılamanın duruşması cuma günü Kırklareli’nde görüldü.

Savcılığın mütalaası duruşma sırasında dosyaya girdi. Geçen haftaki Büyüteç’te savcının mütalaasını “bilinçli taksirle ölümden olası kastla ölüme sebebiyet vermeye” çevirdiğini aktardım.

Savcının suçun niteliğini değiştiren bu görüşü davanın seyrini bir anda değiştirdi kuşkusuz.

Bugüne kadar daha düşük ceza alma olasılığı bulunan sanıkların, değişen mütalaayla daha ağır ceza alması gündeme geldi.

Ortaya çıkan yeni tablo, sanıkların pek de hoşuna gitmedi elbette.

Yeni soruşturma başlatıldı

Selde yaşamını yitirenlerin hakkının arandığı yargılama devam ederken; Kırklareli Cumhuriyet Başsavcılığı, yeni bir soruşturma için düğmeye bastı.

Yeni soruşturmanın konusu, Sisli Vadi adlı tesisin yöneticisi Ümit Solmaz’ın cinayete kurban gittiği iddiası.

Aslına bakarsanız, Kırklareli Valiliği’nin bilgisiyle kaçak faaliyette bulunduğu anlaşılan tesisin yöneticisi Solmaz’ın ölümündeki soru işaretleri en başından beri mevcuttu.

Yakınlarını kaybeden aileler, olay sonrası ortaya çıkan veriler ışığında Solmaz’ın cinayet sonucu öldüğünü hep anlatageldiler bugüne kadar.

Ancak, bu iddia kısa süre öncesine kadar adliye yönetimince hep sümenaltı edildi. Aileler, sürecin ilk başından itibaren iddiayı yargı safhasında da gündeme getirdi. Fakat dönemin Kırklareli Cumhuriyet Başsavcısı Hazım Arslancı ile sel felaketi soruşturmasını yürüten savcı Muzaffer Lekesiz dikkate almadı.

HSK’nın yaz kararnamesiyle Kırklareli Adliyesi’nde yaşanan değişiklik sonrasında, ailelerin “Ümit Solmaz’ın ölümüyle ilgili iddiaları” yeni başsavcı tarafından ciddiye alındı.

Başsavcılık, iddianın soruşturulması amacıyla yeni bir dosya açtı, savcı görevlendirmesi yaptı.

Ümit Solmaz’ın öldürüldüğü iddiasının araştırılması amacıyla savcılık talimatıyla kolluk güçlerinden özel bir araştırma ekibi oluşturuldu.

Soruşturma savcısı, olayla ilgili bilgileri olan tanıkların ifadesini alıp dosyaya koydu.

Kayıp Afgan çalışanların sırrı

Sisli Vadi soruşturması sırasında adı gündeme gelen ve tesiste çalışan 7 Afgan personelin konumu, Solmaz’la ilgili cinayet soruşturmasında önemli hale geldi.

Şöyle ki; Afgan çalışanlar sürecin başından bu yana tesiste yaşananların en yakın tanıkları.

Ancak, devam eden yargılamaya esas olan soruşturma dosyasında söz konusu Afganların izi hiç yer almadı.

Üstelik, yakınlarını kaybeden aileler bu konuyu ısrarla anlatmalarına rağmen ilerleme sağlanamadı.

Bugün gelinen noktada, ikinci kattaki odasında herhangi bir sel felaketi izi bulunmayan ve odasından çıkmadığı tanık ifadeleriyle ortaya çıkan Ümit Solmaz’ın, sonrasında odasından yaklaşık 500 metre ileride cansız bedeninin bulunması soru işaretlerine neden oldu.

Kaldı ki, Solmaz’ın başında darbe izleri bulunduğunu da belirtmek gerekiyor bu aşamada.

Savcılık soruşturmasının tamamlanmasıyla Solmaz’ın ölümüyle ilgili sis perdesi aralanmış olacak.

Yakınları yitiren acılı anne anlatıyor

Sel felaketinden kızını ve damadını yitiren Safiye Yaşa’ya ulaştım.

Yaşa, felaketin ilk anından itibaren olayın peşini bırakmadı. Yanına diğer mağdur ailelerini alarak, ihmali bulunanların peşinde.

İstanbul’da yaşayan Yaşa, ailesiyle birlikte İstanbul – Kırklareli ve İstanbul – Ankara hattında hak arama mücadelesinde.

Çalmadık kapı bırakmadı en başından bu yana.

Kırklareli Adliyesi ikinci evi oldu adeta. Keza, hemen her hafta Ankara’ya gelerek savcı mütalaasına kadar ağır aksak giden adli soruşturmanın hızlanması için Devlet’in kapısında destek arıyor.

Mağdur ailelerinin süreçteki en büyük duvar, yine devlet maalesef.

Tesisin kaçak faaliyet göstermesine göz yuman kamu görevlilerinin olması ve tesis sahibinin söz konusu kamu görevlileriyle bağlantısının bulunduğunun gün ışığına çıkması, Yaşa Ailesi başta tüm mağdur ailelerin zor günler yaşamasına neden oluyor.

Okuduğunuz Büyüteç’i yazmadan önce Safiye Yaşa’ya telefonla ulaştım.

Kendisiyle daha önce de görüşüp yaşadıklarını Büyüteç’e geçen şubatta konu ettim.

Uzun bir aradan sonra yeniden görüştüğüm Safiye Yaşa, savcılık mütalaasıyla birlikte sürecin değişmesinden mutlu olduklarını aktardı öncelikle.

Yaşa; “Başsavcı ve soruşturma savcısının değişmesi, yargılamaya olumlu yansıdı. Ancak hem Adalet Komisyonu Başkanı hem de yargılamayı yürüten mahkemenin başkanının değişmemesi, adaletin yerini bulması konusunda bizi endişelendiriyor” diyerek süreci özetledi.

Yaşa, sözlerine şöyle devam etti:

“Aileler olarak başından beri Ümit Solmaz’ın durumunu yargıya anlattık. Ama bir sonuç alamadık. Ayrıca, tesisin sahibi Bülent Bayrak’ın kullandığı telefonların kayıtlarını ve HTS’lerinin istenmesini ısrarla mahkemeden ve savcılıktan talep ettik. Bir sonuç alamadık.

Aileler olarak, tesisin içinde “mıntıka temizliği yapıldığına” inanıyoruz. Kamera çözümleri bir türlü yapılmadı. Şimdi Ankara’daki Jandarma Kriminal’den raporu bekliyoruz. Ama bize ‘görüntülere ulaşamadık’ açıklamasını yapacaklar büyük olasılıkla.

Ümit Solmaz’ın iki telefonu vardı. Kaldığı konteynerde telefonu ve bilgisayarı yoktu. Sonrasında ailesine teslim edilen telefon ise sıfırlanmıştı.

Dosyada Burhan Kip ve Mehmet Gamsız’a takipsizlik verilmesi de dikkat çekici.”

“Cumhurbaşkanımızla görüştük”

Sık sık Ankara’ya gelen Yaşa, şunları anlattı:

“Geçen hafta Ankara’daydık. Sayın Cumhurbaşkanımız ile Meclis’te ayak üstü görüştük. Daha önce de görüşmüştük. Kendisi bizimle ilgilendi. Görüşmede, daha önceki yaşananları ve şimdiki gelişmeleri anlattım. Kendisine ‘sizin sözünüz senet. Vicdanlı bir savcı geldi, olası kasttan mütalaa verdi’ dedim.

Beni dinledikten sonra, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’u çağırdı. Davanın ne aşamada olduğunu bizzat sordu. Bakan Tunç; Cumhurbaşkanımıza, ‘İçişleri Bakanlığı’nda dosya var. Memur suçlarını kapsayan ve memurlar suçları konusunda izin verilmesini bekleyen dosya var’ dedi.

Ben de İçişleri Bakanlığı’ndaki raporun 1.5 aydır onay için bekletildiğini söyledim.

Cumhurbaşkanımız, ‘Yılmaz Bey, İçişleri Bakanımızla birlikte bu işi neticelendirin’ diyerek talimat verdi. Şimdi İçişleri Bakanlığı’nca hazırlanan raporu bekliyoruz.”

*    *   *

Sel felaketinin ardından devam eden süreçte Kırklareli Valiliği ile Kırklareli Adliyesi’nde görevli yöneticiler değişti.

Yeni tayinlerle beraber dosyanın seyri değişti. Aileler, devlette zor da olsa muhatap bulabiliyor. Adaletin yerini bulması, biraz olsun ailelerin yüreğini soğutacak.

                                                         /././

Faili meçhul cinayetler tarih oldu: Yargıtay, Ağar ve arkadaşları hakkında Susurluk-JİTEM davasındaki beraat kararlarını onadı -Gökçer Tahincioğlu-

Yargıtay, Susurluk çetesi üyelerinin, 1993-96 yılları arasında 19 faili meçhul kalan cinayeti işlediği iddiasıyla açılan, aralarında eski bakan Mehmet Ağar’ın da bulunduğu 18 sanıklı davada verilen beraat ve zamanaşımı kararlarını yerinde bularak onadı. Böylece Ağar, Korkut Eken, İbrahim Şahin ve eski özel harekât polisleri hakkındaki yıllardır süren dava kesin hükme bağlanmış oldu.

Tarihe “faili meçhul cinayetler davası” olarak geçen, özellikle organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in ifşaları sırasında büyük tartışma yaratan davada, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, sanıkların beraatini kararlaştırmış, bu kararı istinaf mahkemesi bozmuştu. İkinci yargılama sonrasında da yerel mahkeme beraat kararı vermişti. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi (istinaf) ikinci beraat kararına ilişkin itirazını tamamladı ve bu kez beraat kararını yerinde buldu. Mahkeme, Behçet Cantürk ve Abdülmecit Baskın cinayetleri yönünden, dosyaların zamanaşımına girdiğine hükmederken, diğer cinayetler için beraat kararının yerinde olduğunu belirtti.

Tarihe karıştı

Yargıtay 1. Ceza Dairesi, bu kararlarla ilgili temyiz incelemesini tamamladı. Bazı cinayetler yönünden zamanaşımı kararı verilmesi gerektiğini belirten daire, dosyanın bu kısmını düzelterek onadı ve bu durumu bozma nedeni saymadı.

Daire, oybirliğiyle aldığı kararda, beraat hükümlerini de şu gerekçeyle yerinde buldu: “Yargılama sürecindeki işlemlerin usûl ve kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan ve dosya kapsamına göre yeterli olduğu anlaşılan delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin açıkça gösterildiği, soruşturma ve kovuşturma aşamasında delillerin toplandığı bu haliyle eksik incelemenin bulunmadığı, hükme esas alınan raporların yeterli olduğu, deliller ile desteklenemeyen duyuma dayalı, soyut ve çelişkili beyanlar ile delil niteliğine haiz olmayacak belgeler dışında başkaca delil bulunmaması nazara alınarak, Mahkemenin yargılama sonuçlarına uygun şekilde oluşan inanç ve takdirine, incelenen dava dosyası içeriğine göre, sanıkların üzerine atılı suçu işlediklerine dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından şüphe sanıklar lehine değerlendirilerek atılı suçlardan beraat kararları verilmesinde bir isabetsizlik görülmediği anlaşılmakla, temyiz sebeplerinin incelenmesinde hükümlerde hukuka aykırılık bulunmamıştır.”                   /././

  Öcalan’dan mektup getiren akademisyen Özcan: Devlet Öcalan’la görüşse de bu akılla sonuç çıkmaz; biri Japonca diğeri İspanyolca konuşuyor -Candan Yıldız-

Ufukta yeni anayasa meselesi var… Acaba AKP, Erdoğan’ı yeniden aday yapacak ya da 50+1’i aşağıya çekecek yeni anayasada DEM’i yanına mı  çekmek istiyor?

Aynı nehirde iki kez yıkanamayacağı gibi,  ‘ne oluyor’ sorusunu sordurtan gelişmelerin 2013-2015 Çözüm Süreci’nin aynısı olmayacağı kesin.

Cari siyasetin hafızasına kazınmış malum sözle ifade edersem ‘Hiçbir şey olmadıysa da kesinlikle bir şeyler oluyor” diyelim…

O zaman olan ne?

Olanların/ olacakların aktörlerinden birinin MHP lideri Devlet Bahçeli olması rastlantısal mı?

Bahçeli’nin “Biz durduk yere, anlık dürtü ve keyfe keder el vermeyiz” sözleri bir aklın, devlet aklının olduğuna işaret ediyor.

Ama kimin ya da neyin aklı?

Çözüm Süreci’nden farklı bir süreç yaşanıyor.  Dönem o dönem gibi değil. Tek benzerlik Abdullah Öcalan’ın ana aktör olduğuna dair vurgunun öne çıkarılması…

Hatırlayacaksınız, Çözüm Süreci öncesinde cezaevlerinde yaygın ve uzun süren bir açlık grevleri vardı ve taleplerden biri Abdullah Öcalan’a yönelik tecritin kaldırılmasıydı. Öcalan’la görüşüldü ve açlık grevleri sona erdi, görüşmeler başladı.

Yine hatırlayacaksınız, Öcalan’ın yargılandığı süreçte idam cezasının kaldıran iktidarın ortaklarından biri MHP’ydi…

El sıkma hamlesinin milliyetçiliğin ideolojik partisi/taşıyıcısı MHP’nin liderinden gelmesi de tesadüf olmasa gerek.

Toplumu son sekiz yıldır kutuplaştıran siyaseti, milliyetçiliğin pompalandığı iklimin yaratıcılarını düşündüğümüzde olası olacaklar konusunda toplumu ikna edebilecek aktörler üç aşağı belli…

Gazeteci Amberin Zaman’ın ”Öcalan-Kandil görüştü” haberinin yarattığı etki bir yana, görüşmeden çok  bir hareketliliğin olduğu açık. Yıllardır ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmeyen Öcalan’ın ailesi ya da vasisi ile görüştürülmesi yeni bir şey söyleyecek gelişmelere dair.  

Tarafların “yoğurdu üfleyerek yeme” temkinliliği olsa da gelişmelerin Kürt meselesinde daralan siyaset alanına genişleme imkanı sunduğu açık.

En azından DEM için, CHP için…

Bu gelişmeleri, iddiaları ihtimalleri, 2019 yerel seçimlerinde İstanbul’da tekrarlanan seçim öncesi iktidar ya da devlet tarafından Öcalan’dan mektup alması için İmralı’ya gönderilen, akademik tezi PKK üzerine olan Prof. Ali Kemal Özcan’a sordum.

Özcan’ın yorumu şu…

“Devlet ve Öcalan arasında bir görüşme olduğuna inanıyorum. Fakat Öcalan İspanyolca, devlet Japonca konuşuyor. Birbirlerini anlamıyorlar. Dolayısıyla görüşmelerin bir sonuca ulaşması mümkün görünmüyor. Öteden beri söylüyorum. Bu sorun Türk-Kürt ilişkisi sorunudur. 1924 Anayasası’nda vatandaşlık tanımı (Vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür) ile başladı bu sorun… Kürtleri inkâr o zaman başladı. Ben şimdi İngiltere vatandaşı olsam İngiliz mi olacağım! “

Öcalan’ın mektubunun etkisinin olmamasında dönemin devlet yetkililerinin de sorumluluğu olduğunu savunan Özcan’ın anlattıkları devlet içindeki farklı yaklaşımlara, taraflara işaret eder nitelikte…

“İmralı’da iki günlük görüşmeden sonra artık vedalaşıyoruz. Ben ayaktayken devlet görevlisi üç kişi tokalaştı. Öcalan’ın kamuoyuna dönük açıklamasının (mektup) bir kopyasını bana verdiler. Öcalan’a dedim ki avukatlar cevap vermezse ben ne yapayım?  Diğer devlet görevlileri de şahit. Öcalan ‘nasıl cevap vermezler, yoksa azlederim. Avukatlarımdan birini sağına, diğerini soluna alıp konuşursun’ dedi. Ben yine ikna olmadım. Yine sordum. ‘Başkanım avukatlar cevap vermezse telefonuma ben yine de açıklamayı yapayım mı?’ diye… Benim dediğimi anladı.

Parmağını hem bana hem devlet yetkililerine kaldırarak, ‘Sakın ha sakın, avukatsız okursan ters teper, seni komplocu ilan ederler. Nitekim de öyle oldu. Avukatsız okumama sebep oldular.  Hatta yetkililerden biri bana ‘Hocam endişelisiniz galiba’ dedi. Benim endişem kendimle ilgili değil, sonuçlardan siz sorumlusunuz dedim. Öcalan’ı benimle birlikte dinlemelerine rağmen neden bu açıklamayı yaptılar, sonuçları ortada… Neden avukatsız okuttular. O avukatı getirme imkanları yok muydu, bal gibi vardı. Niyetlerini okuyamam ama anlıyoruz ki bu meseleyi, Öcalan’ı bilmiyorlar. Ben devlette Erdoğan kanadının çözüm istediğine inanıyorum. Ama Erdoğan’ın etrafındaki kadrolardan bu meseleyi okuyan, çalışan, Öcalan’ın örgütle ilişkisini bilen kadro yok maalesef. Çözüm konuşulmadan Öcalan’la görüşülse ne olacak. Bu sorun Türk-Kürt ortak beka sorunudur.”

Şimdi rivayetler, okumalar, yorumlar, analizler farklı…

Ufukta yeni anayasa meselesi var… Acaba AKP, Erdoğan’ı yeniden aday yapacak ya da 50+1’i aşağıya çekecek yeni anayasada DEM’i yanına mı çekmek istiyor?

Acaba bu gelişmeler CHP’ye son seçimlerde dolaylı destek veren DEM Partisi ile CHP arasını açmak için mi? Ya da CHP’nin olası tepkilerinin DEM seçmeni üzerinde alerji yaratmasına zeminini hazırlamak için mi?

Acaba İran’ın bölgede Kürtlerle gelişen ilişkisinin yarattığı rahatsızlık mı?

İsrail-İran geriliminin olası sonuçlarına karşı ön almak için mi? Ya da Kürtlerin uzatılan ele temkinliliğinin karşıt siyasetini üretmek için mi?

Acaba gerçekten bir barış imkânı yaratılmak mı isteniyor?

Öyle bir zemin ki her şey mümkün…

                                                           /././

                                                   T24 - GÜNDEM

Resmi Gazete'de yayımlandı: Sığınmacıların Türkiye'de izinsiz çalışma süreleri uzatıldı

Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlanan, "Uluslararası İşgücü Kanunu Uygulama Yönetmeliği"ndeki düzenlemeye göre, sığınmacıların çalışma izni muafiyetinin süresi uzatıldı. Düzenlemeye ile kapsam dahilindeki sığınmacılar, içişleri Bakanlığı'nın bildiriminde belirlenen kapsam ve sürelerde çalışma izninden muaf tutulacak. Yönetmeliğe göre, Türkiye'ye “önemli hizmet ve katkı sağlayabilecekleriyle ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca bildirilen” yabancıların muafiyetleri de 3 yıla çıkartılabilecek. Bu düzenleme, insani ikamet izni ve geçici koruma altında bulunan yabancıları da kapsıyor. Ayrıca, Türkiye’den başka bir ülkeye geçmek amacıyla gelen yabancılar da bu muafiyetten faydalanabilecek.

                                                              ***

Savcıyı tehdit eden şahsın Instagram albümü ortaya çıktı
https://t24.com.tr/foto-haber/savciyi-tehdit-eden-sahsin-instagram-albumu-erdogan-dan-merkel-e-trump-tan-bakanlara-siyasetten-is-dunyasina-sanattan-medyaya-herkesle-fotografi-var,36764
                                                       ***

AKP Gençlik Kolları Başkanı, konserde genç kadını darp etti.

AKP Gençlik Kolları Başkanı, konserde genç kadını darp etti
AKP Keskin Gençlik Kolları Başkanı Melih Ünlüer, iddiaya göre; Kırşehir'de gittiği konserde 25 yaşındaki Fatma Banu Çoban'ı darp etti. AKP'li Ünlüer'in, olayın ardından attığı yumrukla övündüğü öğrenildi.(https://t24.com.tr/haber/akp-genclik-kollari-baskani-konserde-genc-kadini-darp-etti,1189900)
                                                           ***

Tarikat müridinden Esra Erol'a ölüm tehdidi: Parpa parça edilip surlardan aşağı atılırsın

Çanakkale'de kendisini mehdi ilan ederek insanları kandıran Mustafa Çabuk'un tutuklanmasının ardından müridi Hasan, Esra Erol'u ölümle tehdit ettiği bir video yayınladı. Hasan videoda, "Benim canımla uğraşma. Parça parça edilip surlardan aşağı atılırsın" dedi. Çanakkale'nin Bayramiç ilçesinde 'Hilafeti Muhammediye Tarikatı' diye adlandıran 200 kişilik grup, 'mehdi' olarak kabul ettikleri Mustafa Çabuk'la yaşıyordu. Emniyet güçlerinin şafak operasyonu ile Mustafa Çabuk, çıkar amaçlı suç örgütü kurma ve nitelikli dolandırıcılık suçlarından gözaltına alındı. Olay sonrası tehdit mesajları alan Esra Erol, ses kayıtlarını sosyal medya hesabından paylaştı. Mustafa Çabuk'un müridi Hasan, "Ey Esra Erol, sen benim canımı aldın ben de senin canını alacağım. Seni destekleyenlerin de canını alacağım. Herkesin canını alacağım. Benim canımla uğraşma. Parça parça edilip surlardan aşağı atılırsın" sözleriyle ölüm tehdidinde bulundu.

(T24)


zaman: Ekim 15, 2024 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

Birgün "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -15 Ekim 2024-

 

Ankara Garına gelen bomba yüklü araç neden aranmadı?-Ayça Söylemez-

Bu soru, 10 Ekim Ankara Garı katliamının cevap bekleyen kritik sorularından sadece biri. Bu ve bunun gibi “düğümü çözecek” olan birçok soru, 9 yıldır cevapsız. Saldırıyla ilgili cezasızlıkla sonuçlanan dosya, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşındı. Başvuruda, miting öncesi izin verilen saatlerin, yetkililerce alışılmadık biçimde değiştirildiği ve mahkeme kararına rağmen Ankara’ya bir gece önce giren araçların aranmasına “ara verildiği” bilgisi yer aldı.

İntihar saldırganlarının 10 Ekim öncesinde izlenip dinlendiği, bombalı saldırı hakkında ihbar olmasına rağmen hiçbir önlem alınmadığını yazmıştık. AİHM başvurusunda da bu konuya değinildi: “Katliamı gerçekleştiren sanıklar teknik takip altında olmalarına rağmen yakalanmamışlardır.”

Başvuruda, müfettişlerin tespit ettiği diğer “ihmaller” de yer aldı.

ANKARA GARI KORUMASIZ KALDI

Bunlardan biri, tertip komitesinin miting için talep ettiği başlama saatinin değiştirilip sabah saatlerinde toplanacak olan on binlerce kişinin güvenliğinin tehlikeye atılmasıydı: “Müfettiş raporuna göre İl Valisi’nin başkanlığında il Emniyet Müdürü, MİT Bölge Müdürü, Jandarma Komutanı gibi yetkililerin katıldığı toplantıda İl Emniyet Müdürü ve İstihbarat Şube Müdürü, miting için 08.30-16.00 saatleri arasında izin istenmesine rağmen ‘8 saat trafiğin kapalı olmasının vatandaşların tepkisine neden olabileceği’ gerekçesiyle iznin 12-16 olarak belirlenmesini istemiş ve Valilik de bu öneriyi kabul etmiştir. Böylece toplanma alanı olarak ilan edilen ve sabah saatlerinden itibaren şehir dışından gelenlerin çoğunlukta olduğu 10 bin kişinin toplandığı Ankara Gar alanı korumasız hale gelmiştir. Emniyet Müdürü, 8-16 saatleri arasında mitinge izin verilirse trafikte sorun yaşanacağını söyleyip izin saatlerini 12-16 arasına aldırmıştır ama zaten sabahtan itibaren şehir dışından gelenler Gar önünü doldurmuş ve trafik kapanmıştır. Nitekim canlı bombaların saldırısı da 10.04’de gerçekleşmiştir. Mitinge izin verilen saatlerin alışılmadık biçimde ileri alınması oldukça dikkat çekicidir. Bu durum tertip komitesi üyeleri tarafından ifade edilmiş, böylesi bir durumla ilk kez karşılaştıklarını ifade etmişlerdir.”

CANLI BOMBAYA “DUYARLI OLMA” EMRİ

10 Ekim Ankara Katliamı Davası Avukat Komisyonu’nun AİHM başvurusunda yanıtı aranan sorulardan biri de, içi bomba yüklü aracın nasıl sorunsuzca Ankara’ya kadar geldiğiydi.

Başvuru dilekçesinde, mitingden bir gece önce, mahkeme kararı olmasına rağmen, araçların aranmasına ara verildiği belirtildi: “Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün mitinge ilişkin tedbir yazısında polise ‘bütün personelin öncelikle kendilerine yönelik olası ‘canlı bomba’ konusunda duyarlı olmaları’ talimatı verilmiş, bu açık uyarıya rağmen mitinge katılanların can güvenlikleri konusunda önlem alınmamıştır. Miting öncesinde en kritik saatler olan 24.00 – 09.00 saatleri arasında yol uygulamasına ara verilmiştir. Müfettiş raporunda da belirtilen Emniyet Tedbir yazısına göre, bu miting öncesinde de, Ankara dışından gelen araçların durdurulması ve arama konusunda mahkemelerden karar alınmıştır. Ancak, Ankara Emniyet Müdürlüğü, mitingden bir gün önce 9 Ekim 2015 günü, 09:30 ile 11:30 arasında ve 22:00-24.00 saatleri arasında yaptığı yol uygulamasına saat 24.00’te ara verip miting günü olan 10 Ekim 2015 saat 9.00’da tekrar başlamıştır. Tespit edildiği üzere Gaziantep’ten Ankara’ya doğru arabayla yola çıkan canlı bombaların da yol uygulamasına ara verilen saatlerde, 08:30 civarında Ankara’ya girdikleri tespit edilmiştir.”

Araçlar Ankara girişinde aransaydı, 104 insan bugün hayatta olabilirdi.

“İSTİHBARAT GİZLENDİ”

Başvuru dilekçesinde, önlemlerdeki ihmallerin yanı sıra mevcut bilgilerin de işleme konmadığına değinildi: “Katliamdan önce istihbarat birimlerine gelen istihbaratlar gizlenmiş, gerekli birimlere iletilmesine engel olunmuştur.”

Mülkiye Müfettişleri’nin soruşturması sonucu hazırlanan raporda da sadece ihmallerden değil kasıtlardan da bahsediliyordu: “…araştırmanın sonucunda Ankara Emniyet Müdürlüğünün son derece az önlem aldığı, bu anlamda görevlerin yerine getirilmediği, ayrıca miting gününe kadar gelmiş çok sayıda istihbaratın dikkate alınmadığı, hatta ve hatta 14.09.2015 tarihli çok önemli istihbaratın, H.Ö.G. isimli polis amiri tarafından gizlendiği ortaya çıkarılmıştır.” Tümü devlet kayıtlarında sabit olan bu belgeler hala raflarda duruyor, sorular da ortada.

                                                          /././

Kim 750 TL vermek ister?-Hayri Kozanoğlu-

Gelir dağılımı bozuldukça yurttaş kuşaklara aktarılan bir yoksulluğa itiliyor. İktidar ise dipsiz bir kuyuya fon yaratmak için yeni külfetler dayatmaya hazırlanıyor. Artan durgunluk göstergelerine bakmak yerine ek vergilerle uğraşan ekonomi yönetimi ise halktan iyice koptu.

Yoğun ekonomik veri bombardımanının gerçekleştiği bir haftayı geride bıraktık. Diğer konulara girmeden isterseniz toplumda en fazla yankı uyandıran 100 bin TL’yi geçen limite sahip kredi kartlarına (KK) Savunma Sanayi Fonu’na (SSF) destek için 750 TL ücret alınması planı üzerinde duralım.

Bir kere limitler bankalar tarafından keyfi olarak belirleniyor. 100 bin TL sınırını aşmak için KK ile harcama yapmanız bile gerekmiyor. İkincisi, KK faizlerinin yanı sıra yurttaşlar zaten Banka Sigorta Muamele Vergisi (BSMV) ve Kredi Kullanımı Destekleme Fonu’na (KKDF) da ödeme yapıyor. Üstüne bir de bunun eklenmesi maliyeti iyice yukarı çekecek. Üçüncüsü, zaten gelirler düştüğü, KK faiz maliyeti de yükseldiği için tahsil edilemeyen alacaklarda sıçrama gözlendi. Bu nedenle Ekim başında BDDK “rahatlatıcı” bir düzenleme yaptı. Dördüncüsü, Mehmet Şimşek sürekli KK ile ödeme çağrısı yapıyor, kayda girmeyen nakit ödeme talep eden işletmelere ceza kesileceğini söylüyor. Böyle ek masraflar tam tersine bireylerde de nakit ödeme eğilimini teşvik edecektir. Beşincisi, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz tek kuruşun bile bütçeye gitmeyeceğini iftiharla ilan ediyor. Halbuki sade yurttaş için bütçeye giden vergiler en azından sağlık, sosyal hizmetler şeklinde kendine hizmet olarak dönme potansiyeli taşır. Halbuki SSF dipsiz kuyu gibidir. Örneğin S-400 hava savunma sistemi için Rusya’ya milyarlarca dolar ödendi. Şimdi atıl bir şekilde hangarlarda duruyor.

Bu konuda insan ister istemez, mesnetsiz biçimde İsrail tehlikesini gündeme getirmenin söz konusu bu vergiye hazırlık olduğunu düşünüyor. Zaten geçim sıkıntısından bunalmış, burnundan soluyan sade yurttaşlara bir de böyle yersiz bir külfet dayatan iktidarın, halktan iyice koptuğu anlaşılıyor.

GELİR DAĞILIMI BOZUK, YOKSULLUK DA DÜŞMÜYOR

Şimdi gelelim 2023 yılına ilişkin gelir dağılımı istatistiklerine: En yüksek %20 toplam gelirin tam %48.7’sine, yaklaşık yarısına konuyor. En düşük %20 ise %6.1 ile yetiniyor. Son 10 yılda en fazla irtifa kaybeden kesim ise 2014’te gelirin %15.3’ünü alırken, 2023’te payı %14.3’e kadar gerileyen ortadaki %20. Toplumun en yüksek gelir elde eden %20’sinin payının, en düşük gelir elde eden %20’ye oranı şeklinde hesaplanan P80/P20 oranı 7.9 ile aynı düzeyde kalırken, aynı yöntemle bulunan P90/P10 oranı ise 14.2’den 13.8’e düştü. Bunun nedeni kök ücretten bağımsız olarak en düşük emekli maaşlarına belli artışlar getirilmesi ve asgari ücretin  seçim yılında göreceli tatminkar belirlenmesi olabilir.

Bu ifadeler neden önemli? Çünkü aynı günlerde, Yoksulluk ve Yaşam Koşulları istatistikleri de yayımlandı. Göreceli yoksulluğun %13.5’e gerilediği ilan edildi. İnsanların bu kadar yaygın biçimde geçim sıkıntısından şikayet ettiği bir yılda böyle bir iyileşme nasıl sağlandı? Cevabı oldukça basit ve net. Çünkü yoksulluk medyan, yani yelpazenin en ortasındaki kesimin geliri kıstas alınarak hesaplanıyor. Toplam nüfus içinde medyan gelirin %50’sinin altında gelire sahip insanların oranının %13.5’e düştüğü görülüyor.

Gelir dağılımı istatistikleri konumu en belirgin gerileyen kesimin gelir skalasının ortasındaki %20 olduğunu ortaya koymuştu. Dolayısıyla yoksulluk sınırı ortanca gelirle oranlanınca, payda daha hızla düştüğü için, pay az miktarda düşse bile yoksulluk gerilemiş görünüyor. Diğer bir ifadeyle, orta gelir grubu durumu herkesten hızlı irtifa kaybeden kesim olunca, onunla kıyaslanan kesimlerin durumu sanki iyileşmiş görünüyor. Yani  orta gelirli kesimler herkesten hızlı yoksullaştığı için, en alt kesimlerin geliri yerinde saysa  bile yoksulluk sorunu hafifliyormuş gibi “sahte” bir görüntü ortaya çıkıyor.

KUŞAKLARARASI STATÜKO KORUNUYOR

10 Ekim tarihinde yayımlanan diğer bir araştırma da Dezavantajların Kuşaklararası Aktarımı idi. Bu çalışmanın verileri de gençlerin okul başarısında en önemli etmenin annenin eğitimi olduğunu gösterdi. Annesi yükseköğretim mezunu kişilerin %83.5’i üniversite diploması alırken, annesi lise altı eğitimlilerde bu oran %21.9’da kaldı. Babalar için aynı oranlar %79.5 ve %18.4 oldu.

Kendisi 14 yaş civarında iken ailesinin maddi durumunu “çok kötü” olarak belirtenlerin %14.9’u şu an en yüksek gelir grubunda iken, %24.4’ü çok kötü durumda olmaya devam ediyor.  Ailesi çok iyi konumda bulunanların ise %40.8’i bu durumu sürdürürken, %8.4’ünün çok kötü duruma düştüğü görülüyor. Kötü, biraz kötü, iyi, biraz iyi gibi ara kategorilerde geçişlilik daha kolay iken, en alt ve en üst gruplarda statükonun en belirleyici olduğu, insanların  önceki kuşakların standardına demirlediği görülüyor. 20 yıl öncesi verilere sahip olmadığımız için AKP döneminde sınıf atlamanın kolaylaştığı mı, yoksa zorlaştığı mı üzerine ise net bir değerlendirme yapamıyoruz.

DURGUNLUK ALAMETLERİ ARTIYOR

Geçtiğimiz hafta yayımlanan aylık istatistiklerden en dikkat çekeni, sanayi üretiminin Ağustos’ta %5.3 düşmesiydi. Bu zayıflama imalat sanayi üretiminde %5.4’e kadar ulaştı. Böylelikle Haziran’da %5.0, Temmuz’da %4.0 gerilemenin ardından sanayide üretim kaybı üç ay arka arkaya gerçekleşmiş oldu. Ekonomik durgunluğun en belirgin biçimde sanayi sektöründe kendini hissettirdiği açıkça görülüyor.

Buna karşın Ağustos’ta işsizlik oranının %8.5 düzeyine gerilediği açıklandı. Aylık verilerin sektörel dökümü verilmediği için işsizliğin sanayi, hizmetler, tarım arasındaki dağılımını  bilemiyoruz. Sanayide keskin bir düşüş gözlenirken işsizliğin gerilemesi ister istemez kuşku uyandırıyor. Bu durumun bir açıklaması, mevsim etkisinden arındırılmış atıl işgücü oranının %27.2’ye yükselişi olabilir. Zamana bağlı eksik istihdam denilen, tam zamanlı çalışmak isterken kısmi zamanlı çalışmak zorunda kalanların artışı, işsizliği düşük gösteriyor sonucu çıkarılabilir. Hizmetlerde bu tip “esnek” işlerin daha fazla ağırlık taşıması da bu tezi doğrulayabilir. Diğer bir açıklama ise, işten çıkarma furyasının sanayide üretim düşüşünü gecikmeli izlemesi, firmaların durgunluğun geçici olduğu düşüncesiyle yetişmiş elemanları elinde tutma çabası olabilir. Buradan, ekonomik durgunluğun derinleşmesi halinde işsizliğin ani sıçrama gösterme olasılığının yüksek olduğu sonucu çıkarılabilir.

2024 Ağustos verilerine göre 4.3 milyar dolar cari fazla sağlanması da yine ekonominin durgunlaşmasının bir sonucu. Söz konusu ayda 7.6 milyar dolarlık bir seyahat geliri sağlandı. Evet ama aynı zamanda ekonomik zayıflamaya paralel hammadde - ara malları grubu ithalatı %13.1 azalışla 18.8 milyar dolara geriledi. Cari fazla verilmesi ekonomik durgunluk dönemlerinin tipik bir belirtisi. Buna rağmen Eylül ayından başlayarak yine cari açığın ortaya çıkacağını söyleyebiliriz. Çünkü ihracatın Eylül’de %1.8 düşüşe geçtiğini biliyoruz. Turizm gelirlerinin de mevsim gereği zayıflaması sonucu önümüzdeki ay sınırlı da olsa bir cari açıkla karşılaşacağız.                                      /././

                                                  Birgün -GÜNDEM

70 milyarlık fon yandaşa -Havva Gümüşkaya-

Yurttaşlardan yeni vergiler alınmasını öngören torba tasa teklifle Savunma Sanayi Fonu’na 69,3 milyar TL gelir sağlanacağı hesaplandı. Bu gelirin 13,1 milyar TL’si limiti 100 bin liranın üzerindeki kredi kartlarından toplanacak. Teklifin gerekçesinde sıralanan savunma projeleri “Yandaşın, damadın paraya ihtiyacı var” dedirtti.(https://www.birgun.net/haber/70-milyarlik-fon-yandasa-567414)

                                                                   ***

AOÇ’ye vakıflar girecek -İsmail Arı-

AKP’li Pursaklar Belediyesi, CHP’li Yenimahalle ilçesi sınırlarında bulunan Atatürk Orman Çiftliği’nden alan kiralama kararı aldı. Çiftlikte vakıf ve dernekler ile işbirliği yapılacak, hatta alan ticari işletmelere kiraya verilecek.(https://www.birgun.net/haber/aocye-vakiflar-girecek-567432

                                                           ***

Damat destekleyince Erbaş haramı unuttu -Mustafa Bildircin-
Türkiye’de de hemen her yurttaş, İsrail katliamına tepki gösterirken İsrail menşeli ürünlere yönelik boykot kararları alındı. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş hemen her konuşmasında İsrail’e boykot çağrılarına destek vererek tüm yurttaşları boykota davet etti. Erbaş’ın boykot çağrısına karşın damadı Berat Şirinat’ın, “İsrail’e destek vermek” ile suçlanan bazı markaların Sakarya’daki temsilcisi olduğu ortaya çıktı.(https://www.birgun.net/haber/damat-destekleyince-erbas-harami-unuttu-567422)

                                                                          ***

Dönüşüm altında araziye el koyma -Sibel Bahçetepe-

Ümraniye’nin Topağacı Mahallesi’nde yapılmak istenen kentsel dönüşüme halk tepkili. Yurttaşlar ‘‘Kentsel dönüşüm adı altında arazilerimize el koyuyorlar, ciddi hak kaybı var. Mahallemizi vermeyeceğiz” dedi.(https://www.birgun.net/haber/donusum-altinda-araziye-el-koyma-567397)

                                                                          ***

Meslek ortaokulu kararı resmileşti -Berkay Sağol-

MESEM’ler, MEB’e yetmedi. Bakanlık meslek liseleri bünyesinde ya da bağımsız olarak meslek ortaokulu açılması yönünde çalışma yapma kararı aldı. Karar Resmi Gazete’de yayımlandı.(https://www.birgun.net/haber/meslek-ortaokulu-karari-resmilesti-567420)

(BİRGÜN)
zaman: Ekim 15, 2024 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

Savunmanın piyangosu Demirören’in cebine gitti +Yeni vergi paketi vatandaşlara 71.7 milyar liraya mal olacak +AKP’ye imza atınca 12 akrabasını işe aldı-SÖZCÜ-

 Savunmanın piyangosu Demirören’in cebine gitti -Erdoğan Süzer-

İsrail bahanesiyle halkın üzerine vergi salan iktidar yılın başında Savunma Fonu’nun şans oyunlarından gelen kaynağını yarı yarıya düşürerek Demirören’e kazandırmıştı.
İKTİDARIN Savunma Sanayii Fonu’na kaynak aktarma adı altında vatandaşın üzerine yeni yükler getirmesi Demirören Grubu’na şans oyunları üzerinden sağlanan milyarlarca liralık vergi kıyağını yeniden gündeme getirdi. Bu yılın başında iddaa, spor toto, spor loto, milli piyango ve at yarışları başta olmak üzere şans oyunlarından kesilen vergilerden Savunma Sanayii Fonu’na aktarılan kaynaklar Cumhurbaşkanı kararıyla yarı yarıya düşürüldü. Şimdi o şirketlerden alınmayan vergiler başta kredi kartı borçluları olmak üzere 85 milyon vatandaştan alınacak. SÖZCÜ’nün hesaplamalarına göre, verginin düşürülmesiyle şans oyunlarından devlete gelen kaynağı, yani şirketlerin ödeyeceği vergi tutarını yaklaşık 22 milyar lira azalttı. Bu para kredi kartı yoluyla halktan yolunacak paranın yaklaşık iki katını ifade ediyor.(135 MİLYAR AKTARILDI)İktidar geçen yıl sanki savunma harcamalarına, öğrenci yurtlarına ihtiyaç kalmamış gibi sürpriz bir kararla şans oyunlarından alınan vergileri yarı yarıya düşürüldü. 28 Aralık 2023 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararıyla şans oyunları vergisi, spor müsabakalarına dayalı müşterek bahislerde yüzde 10’dan yüzde 5’e, at yarışlarında yüzde 14’ten yüzde 7’ye, diğer şans oyunlarında da yüzde 20’den yüzde 10’a düşürüldü. Bu vergilerin mükellefi Demirören Grubu olduğu için iktidar bir anlamda bu gruba vergi kıyağı sağlamış oldu. Şans oyunlarından kesilen verginin büyük bölümü savunma için kullanılmakla birlikte üniversite öğrenci yurtları, çocuk esirgeme ve ülke tanıtımı gibi amaçlar için de kullanılıyor. Savunma Sanayi Fonu’na geçen yıl 135 milyar lira kaynak aktarıldı. (33 milyar liralık vergi kıyağı) ŞANS oyunlarından devletin kasasına geçen yıl 28.5 milyar lira para girmişti. Bu yılın bütçesi yapılırken enflasyon da dikkate alınarak 2024’te şans oyunlarından devlete 55 milyar lira vergi geleceği tahmin edildi. Ancak verginin yarısı budanınca gelir de yarı yarıya düştü. Bu yılın 8 ayında gelen para 23.2 milyar lirada kaldı. Yıl sonuna kadar şans oyunlarından en fazla 33 milyar TL vergi gelmesi bekleniyor. Eğer vergi düşürülmeseydi toplanacak yıllık vergi 66 milyar lira olacaktı. Resmi veriler, şirkete sağlanan vergi kıyağının 33 milyar lira civarında olduğunu gösteriyor.
                                                         ***
Yeni vergi paketi vatandaşlara 71.7 milyar liraya mal olacak -Erdoğan Süzer-
SAVUNMA sanayisini güçlendirecekleri iddiasıyla Meclis’e yeni bir vergi yasa teklifi getiren AKP iktidarının yeni paketle halktan yılda 71 milyar 739 milyon TL daha toplayacağı ortaya çıktı. Pakete göre bu paranın 13.1 milyar lirasını kredi kartı limiti 100 bin lirayı aşan vatandaşlar ödeyecek. Scooter veya küçük motosikletlerle işe gidip gelmeye çalışan dar gelirlilerden de 275 milyon TL toplanacak. 71.7 milyar liranın 69.3 milyar lirası Savunma Sanayisini Destekleme Fonu’na gidecek. Geri kalan 2 milyar 439 milyon lira ise bütçeye gelir kaydedilecek. Fona taze kaynak bulunduğu için bütçeden savunmaya aktarılacak kaynak düşeceği için iktidarın elinde dilediği yere harcayabileceği ilave kaynak oluşmuş olacak. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, hafta sonu yaptığı açıklamada teklifle ilgili “Burada tek bir kuruş bile bütçeye gitmeyecek” demişti.(13 MİLYARI KARTLARDAN) Hazırlanan etki analizi raporuna göre, 2025 yılında verilecek beyannamelerden 28.8 milyar lira, gayrimenkul alım satımı ile kadastro işlemi yaptıranlardan 9 milyar lira, limiti 100 bin lirayı aşan kredi kartı sahiplerinden 13.1 milyar lira, noterlerde araç alım satımı ile diğer işlemleri yaptıranlardan 18.4 milyar lira toplanacak. Ayrıca ithalat üzerinden yapılan hesapla 5 bin liranın üzerinde saat alan 2.9 milyon kişiden 1.7 milyar lira, drone alanlardan 464 milyon TL yıllık vergi alınacak.(Aile başına 4.275 TL ödeyeceğiz) İKTİDARIN vergi paketinin her aileye ortama maliyeti 4 bin 275 TL olacak. Etki analizine göre Meclis’te bu hafta görüşülecek paketin büyüklüğü 71 milyar 739 milyon TL oldu. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre Türkiye’de çekirdek aileden meydana gelen hanehalkı sayısı 16 milyon 779 bin 240 oldu. Böylece yeni vergilerin aile başına maliyeti 4 bin 275 TL oldu.
                                                          ***
AKP’ye imza atınca 12 akrabasını işe aldı
İYİ Parti’den seçilen Hayrettin Özdemir AKP’li olunca belediyeyi aile şirketine çevirdi. Eski personel müdürü savcılığa şikayet etti. ‘NEPOTİZM’ denilen aile üyelerine gösterilen kayırmacılık Erzurum’un Horasan ilçesinde adeta zirve yaptı. Oda.tv’nin haberine göre İYİ Parti’den istifa ederek AKP’ye katılan Horasan Belediye Başkanı Hayrettin Özdemir’in, aralarında kızının da bulunduğu 12 akrabasını işe aldığı ortaya çıktı. AKP’ye geçince Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın rozet taktığı Özdemir hakkında, eski Personel Şirket Müdürü İlhan Aydın suç duyurusunda bulundu.(YOLSUZLUK İDDİALARI) Aydın, belediyeye yönelik ağır iddialar da öne sürdü. İlhan Aydın dilekçesinde Recep Tayyip Erdoğan Mahallesi’nde belediyeye ait parsellerin ilk olarak 3 milyon TL’ye ihaleye çıkarıldığını alıcı çıkmayınca 1,5 milyon TL’ye Başkanı Özdemir’in kayınbiraderi Ö.T.’ye satıldığını yazdı. Aydın’ın iddiaları arasında belediyenin üst katının yurt olarak kullanılması da yer aldı. Burada 60 öğrencinin kaldığını belirten Aydın, toplanan paraların bir gıda şirketine aktarıldığını ileri sürdü. İlhan Aydın, Özdemir’in 12 akrabasını işe aldığını, tepkiler üzerine kızını işten çıkardığını da vurguladı.(İşe alınan akrabaların listesi:) Mustafa Özdemir- (kardeşi),Tuna Çalık-(Kızı), Ömer Özdemir- (yeğeni), Levent Özdemir-(yeğeni), Kenan Özdemir-(yeğeni), Ali Sarıkaya- (yeğeni), Yavuz Yılmaz- (yeğeni), Celalettin Yılmaz-(yeğeni), Recep Özdemir -(yeğeni), Murat Topal-(Kaynı), Erkan Özdemir-(amcasının oğlu), Fikret Bayrak-(amcasının oğlunun eniştesi)

(SÖZCÜ)


                                                  




zaman: Ekim 15, 2024 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş

Evrensel "KÖŞEBAŞI" -14 Ekim 2024-

İktidarın "Savaş vergisi" barış ve güvenliği sağlar mı?-Yusuf Karadaş-

İktidar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İsrail’in gözünü vatan topraklarımıza diktiği” açıklaması üzerinden yarattığı tehdit algısını halkın sırtına yeni vergiler yıkmak için bir fırsata dönüştürmek istiyor. AKP, yeni vergilerle Savunma Sanayi Destekleme Fonuna (SSDF) 70-80 milyar TL ek gelir sağlamak amacıyla hazırladığı yasa teklifini Meclise sundu. Bu yasa teklifi, alkollü içki ve tütün mamulleri, şans oyunları ve akaryakıt başta olmak üzere daha önce SSDF’ye kaynak aktarmak amacıyla konulan vergilerin yanı sıra araç ve gayrimenkul alım-satımı, noter işlemleri, kredi kartları, dron ve saatlerden alınacak ÖTV’ye kadar birçok yeni verginin getirilmesini amaçlıyor.

NATO, İsrail saldırganlığının en büyük destekçisi ve Türkiye, NATO’nun Ortadoğu’ya açılan kapısı iken Erdoğan’ın “İsrail’in gözünü ülkemize diktiği” açıklamasının arkasında yatan politik hesaplara dair çokça şey söylendi. Yapılan birçok değerlendirmede Erdoğan’ın yarattığı bu yeni tehdit algısı üzerinden muhalefeti etkisizleştirmek; açlık, yoksulluk ve işsizlikle karşı karşıya olan geniş emekçi halk kesimlerinin de tepkisini yatıştırmak istediği vurgulandı. Ama şimdi iktidar, bu tespitlerin de ötesine geçerek tehdit algısını zaten ciddi bir ekonomik darboğazla karşı karşıya olan halkın sırtına yeni vergiler yüklemek için kullanmaya çalışıyor. Bu kadarı da olmaz dedirten bu yeni vergi soygunu akıllara AKP’nin o ünlü sloganını getiriyor: Onlar konuşur, AKP yapar!

AKP Grup Başkanı Abdullah Güler, SSDF’ye aktarılmak gerekçesiyle yeni vergiler getiren yasa teklifini “Coğrafyamızdaki sıcak gelişmeler karşısında savunma sanayimizi daha güçlü hale getirmek”le açıklayarak Erdoğan’ın İsrail tehdidi açıklamasını tekrarlıyor. Devamında ise “Sınırımızda terör koridoru kurma çabaları bitmiş değil” diyerek bu tehdit algısına Kürt sorununu da eklemeyi unutmuyor.

Halkın tepkisi sonrasında alınan “yasak” kararına rağmen İsrail ile ticaret başka biçimler altında sürdürülüp Doğu Akdeniz’de İsrail’e yönelmesi muhtemel tehditlere karşı ABD ile ortak deniz tatbikatı yapan Erdoğan iktidarının İsrail tehdidinden söz etmesi büyük bir aldatmacadan başka bir şey değil. Zaten Mecliste yapılan “kapalı oturum” sonrasında CHP Lideri Özgür Özel de iktidarın bu tehdide dair somut hiçbir şey söylemediğini belirtmişti. İsrail Cumhurbaşkanı Herzog da Erdoğan’a cevaben yaptığı açıklamada “Türkiye’ye yönelik herhangi bir planlarının olmadığını” açıklamıştı.

Ama AKP Grup Başkanı Güler’in açıklaması üzerinden burada Kürt sorunu için ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Yarısından fazlası AKP-Erdoğan iktidarı döneminde olmak üzere bu ülke son 40 yılda Kürt sorunu konusunda uygulanan politikaların bedelini çok ağır biçimde ödüyor. Genelkurmay tarafından “Düşük yoğunluklu savaş” olarak tanımlanan Kürt sorunu kaynaklı çatışmalarda yaklaşık 50 bin kişi yaşamını yitirdi ve yüz milyarlarca dolarlık kaynak harcandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan daha 2013’te bu savaş politikaları için harcanan paranın 300 milyar dolar olduğunu söylemişti. Bazı araştırmalar bu rakamın çok daha fazla olduğunu ortaya koyuyor.

Peki, sonuç?

Bugün Irak ve Suriye’de askeri operasyonlar peşinde koşup buralarda yeni askeri üsler kuran iktidar, “çözüm” adına harcanan milyar dolarlara yenilerini ekliyor. Üstelik bu politika çözümsüzlüğü derinleştirip Türkiye’yi daha geniş bir coğrafyada sorunun muhatabı haline getiriyor ve emperyalistlerin de bu sorunu kullanmasına alan açıyor.

İktidar, Türk halkını milliyetçi politikalar üzerinden yedeklemek için bu politikayı bir “beka” meselesi gibi gösteriyor. Oysa bu politikanın arka planında Türk burjuvazisinin Kürt coğrafyasındaki kaynakları, başka bir deyişle Kürdistan pazarı üzerindeki egemenliğini paylaşmak istememesi ve bu sorunu bölgedeki yayılmacı emellerinin bir aracı olarak kullanması gerçeği yatıyor.

Kürt sorununun eşit haklar temelinde demokratik barışçıl çözümü mümkünken egemenlerin ısrarla uyguladığı bu politikanın faturasını daha fazla ölüm ve daha fazla yoksulluk olarak Türk ve Kürt halkları ödüyor.

Burada bazı muhalefet partilerinin bu yeni yasa teklifine itirazlarının “Oluşacak kaynağın nerede kullanılacağı” ile sınırlı olmasına da değinmek gerekiyor. Çünkü bu yönlü itirazlarda bulunanlar sanki oluşacak kaynak SSDF’ye kullanılsa ortada bir sorun yokmuş ya da olmayacakmış gibi yaklaşım ortaya koyuyor.

Savunma Sanayi Müsteşarlığı ve ona bağlı Savunma Sanayi Destekleme Fonu, Türkiye’nin neoliberal kapitalist sisteme entegre edilmesi amacıyla gerçekleştirilen 12 Eylül 1980 darbesinin ardından 1985’te kurulmuştu. Amaç, “Savunma sanayisinin geliştirilmesi ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyonunun sağlanması”, yani Türkiye’nin NATO içindeki yükümlülüklerini daha iyi yapabilir hale gelmesiydi.

Bu fonda biriken kaynaklar üzerinden 1988-1999 yılları arasında Türkiye’nin askeri harcamaları (Savunma-silah sanayii alanında yapılan yatırımların ve silah ithalatı) 4.3 kat artmıştı ki, bu hızlı artışın temel motivasyonu Kürt sorununu savaş ve şiddet yöntemleriyle çözme politikasıydı.

Ancak Türkiye’nin askeri yatırım ve harcamalarında asıl dönüşüm 2016’daki darbe girişimi sonrasında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne (başkanlık/tek adam rejimine) geçişi sonrasında yaşandı. Bu dönemde Savunma Sanayi Müsteşarlığı, Savunma Sanayi Başkanlığına dönüştürüldü ve Erdoğan’a bağlandı. O günden bugüne Erdoğan askeri sanayi alanındaki hızlı büyüme ve “yerli ve milli silahlar” ile övünüyor.

Öte yandan Rusya’dan S-400 hava savunma sisteminin alınması sonrasında yaşananlar, NATO üyesi Türkiye’nin askeri-savunma sanayi alanında hangi güçlere ve nasıl bağımlı olduğunu ortaya koyuyordu. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehditler gerekçe gösterilerek ve iki buçuk milyar dolar harcanarak Rusya’dan alınan S-400’ler, ABD ve NATO yaptırımları nedeniyle 2019’dan beri hangarlarda bekletiliyor. Üstelik ABD, bu nedenle Türkiye’yi F-35 yeni nesil savaş uçakları projesinden çıkarıp CAATSA yaptırımlarına da dahil etmişti. Bu nedenle Erdoğan iktidarı şimdi bu S-400’lerden kurtulmanın yollarını arıyor.

Demek ki, “Savunma sanayisini güçlendirme” adına uygulanan politikalar, bir yandan Kürt sorunu ve öte yandan Suriye ve Irak’tan Libya’ya kadarki yayılmacı emeller nedeniyle Türkiye’yi yeni tehditlerle karşı karşıya bırakmakla kalmıyor, ABD emperyalizmine ve NATO’ya bağımlığını da arttırıyor.

Üstelik Erdoğan iktidarı da bugün NATO’nun koyduğu üye ülkelerin gayrisafi yurt içi hasılasının (GSYH) en az yüzde 2’sini savunma-silah harcamaları için kullanması kuralını uygulayan ülkelerden biri olmakla övünüyor.

Ama aynı iktidar, açlık sınırının bile yarısına yakın bir maaşla geçinmeye çalışan emeklilere zam konusu açılınca “mali disiplin”den söz ediyor, emeklilere yapılan son zammın 30 milyar liraya mal olduğu üzerinden gürültü koparıyor. Şimdi de SSDF’ye aktarılmak üzere emeklilere yapılan bu zammın iki buçuk-üç katı kadar ek vergi istiyor.

Sonuç ortadadır: Yeni tehdit algısı üzerinden zaten ciddi bir geçim sıkıntısı içindeki emekçilere “Savunma sanayiyi güçlendirme” adı altında yeni vergiler yüklemek isteyen iktidar, uyguladığı savaşçı-yayılmacı politikalarla ülke halklarının karşı karşıya kaldığı tehdidin asıl kaynağı konumunda bulunuyor.

Bu nedenle gündeme getirilen yeni vergiler ülkenin güvenliğinin sağlanmasına değil ama iktidarın kader birliği yaptığı silah tekellerinin kârlarının katlanmasına hizmet edecektir. Buna karşı ülkede yaşayan halkların kendi gelecekleri için yapabilecekleri en büyük yatırım; Kürt sorununun demokratik çözümü ve bölgede cihatçı çetelerle birlikte sürdürülen yayılmacı emellere karşı barış için mücadeleyi büyütmek olacaktır.                                         /././

Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi?-Fatih Polat-

“Önce 'demokratik açılım' dedik olmadı. 'Milli birlik ve kardeşlik' dedik olmadı. En sonunda 'çözüm süreci' dedik yine istismar edildi, yine olmadı. Artık bunların hepsi bir kenara. Çözüm sürecini de ne dedik 'buzdolabına koyduk'. Şimdi operasyonlar dönemi. Ne olacak bu operasyonlar döneminde? Bu iş bitecek."

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sekiz yıl önceki bu açıklamasının ardından, MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin, Meclisin açılışında DEM Parti eş genel başkanları ile tokalaşıp, “Yeni bir döneme giriyoruz, Dünyada barışı isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” ifadelerini kullandığı, Erdoğan’ın da bu çıkışın bir Cumhur İttifakı politikası olduğunu teyit ettiği bir süreçteyiz. Erdoğan’ın, önceki gün uçakta gazetecilere yaptığı açıklamalar da aynı minvaldeydi: “Biz sayın Bahçeli'nin ortaya koyduğu tavrı ülkemizin demokrasi mücadelesi için olumlu ve anlamlı buluyoruz. Türkiye’de terör yöntemleri ile bir yere varılamayacağı çok nettir. Bölgemizdeki gelişmelere bakıldığında, ülkemizdeki huzur ve barış iklimini tahkim etmek herkes için en hayırlısıdır.”

Bahçeli ve Erdoğan’ın üslupları, HDP’nin tutuklu eski eş genel başkanları, belediye başkanları ve çok sayıda siyasetçiye uygulanan muameleden, süren operasyonlara kadar tüm baskı pratiklerinin arkasında duran bir tonda. DEM Parti’ye de “Terörle arana mesafe koy” deniliyor.

‘Çözüm süreci’ denilen süreç, Erdoğan’ın, “Geçmişte yapılan hataları yok saymak büyük devletlere asla yakışmaz. Büyük devlet, güçlü devlet kendisi ile yüzleşerek, hatalarını ve günahlarını masaya yatırarak geleceğe yürüme güvenine sahip millet ve devlettir” sözleriyle başlamıştı.

Bu yönüyle, “Yeni bir çözüm süreci başladı” diyebilmenin henüz uzağındayız. Ancak, nereye varacağı bir dizi değişkene bağlı olsa da, Cumhur İttifakının yeni bir pozisyon aldığı yadsınamaz. DEM Parti yöneticileri de, söylenenlere kıymet verdiklerini belirtmekle birlikte somut adım ihtiyacına vurgu yaptılar.

Bu çıkışın zamanlaması bakımından, içeriye ve dışarıya dair iki temel eksenin altını çizebiliriz. İçeriye ilişkin kısmına dair, Bahçeli aksini iddia etse de, yeni anayasa sürecinde destek ihtiyacı duymaları bu adımın bir yerinde duruyor olmalıdır. Yine, Cumhur İttifakını oyun kurucu rolüyle güçlendirip, muhalefet saflarını zayıflatma stratejisi devam ediyor.

Dışarıyla ilgili kısmı bakımından ise, Mümtaz’er Türköne’nin vurguları dikkat çekiciydi: “İran başta olmak üzere bölgenin bütün önemli aktörleri oyundan düştü. Hesaplar doğru yapılıyor. Türkiye, ayakta kalan diğer aktör Mısır’la ilişkilerini tam zamanında düzeltti. Şimdi krizden doğan fırsatları, sonbahar meyveleri gibi toplayacak. Bu yorum, Gazze’de dökülen on binlerce masumun kanı kurumamışken size çok zalimce gelebilir. Garipsemeyin. Yüksek strateji insan hayatını dikkate almaz. Devlet dediğimiz, damarlarında buz gibi soğuk kanın dolaştığı ejderhadan bahsediyoruz. Kısaca altüst olan dengelerden sonra Türkiye mevzi kazanmak için boşluk dolduracak. Vites büyütürken onu yere çivileyen Kürt sorununu da yönetmek zorunda. Çözüm sürecini başlatmak, çok yönlü bölgesel stratejinin önemli ayaklarından ve doğru zamanda doğru hamlelerden biri olacak.”

Bu vurguların İran’la ilgili kısmı abartılı olsa da, devlet aklını ve Cumhur İttifakını harekete geçiren bölgesel gerekçelerin aşağı yukarı Türköne’nin zikrettiği minvalde olduğu görülüyor. Değişen bölgesel dengeler içinde Kürt dinamiğini, daha güçlü başta ittifakların çekim alanında durarak sorun olma halinden çıkararak kontrol altına alma isteği temel motivasyon olarak gözüküyor.

Bu konuda, Cuma Çiçek’in, sürecin sunduğu imkanları anlamaya çalışmak ve ona uygun taktikler üretebilmek üzerine kurulu soğukkanlı yazısı gerçekçiydi.

CHP’ye yakın bazı isimlerin, ‘AKP-MHP-DEM ittifakı kuruluyor’ iddiasına varacak kadar yüzeysel değerlendirmeleri ise süreci kavramaktan uzaktır.

Konunun çok fazla boyutu var. Bu, giriş yazısı olsun.

                                                             /././

Biden Almanya ziyaretini sınırladı, Ukrayna’da savaş devam edecek -Yücel Özdemir-

Biden ertelediği Almanya ziyaretini sınırlı bir şekilde gerçekleştirecek. Ukrayna’nın ziyaretten beklentileri karşılanmadı. Zelenskiy yönetimi savaşın halkın sırtındaki ekonomik yükünü ağırlaştırdı.

ABD Başkanı Joe Biden’ın 10 Ekim’de başlayacağı Almanya ziyaretine ve Rammstein’daki ABD askeri üssünde 50 ülkenin lideriyle yapmayı planladığı “Ukrayna Destek Grubu” toplantısına önemli bir rol biçilmişti. Ancak Biden ülkesindeki doğal afetleri gerekçe göstererek ziyaretini son anda iptal etti ve beklentiler yerine gelmedi. 

Biden’ın iptal ettiği Almanya ziyaretini 18 Ekim’de gerçekleştireceği açıklandı. Alman basınının, hükümete yakın kaynaklara dayandırarak verdiği haberlere göre, ziyaretin kapsamı oldukça sınırlandırılmış durumda. Buna göre Rammstein’deki Ukrayna toplantısı da yapılmayacak.

Cuma günü Berlin’e gelmesi beklenen Biden, Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve Başbakan Olaf Scholz ile görüşme yapacak.

Ziyaret kapsamında Steinmeier’in Biden’a Alman-Amerikan dostluğuna yaptığı hizmetlerden ötürü Federal Almanya Cumhuriyeti Liyakat Nişanı’nın özel seviyesi olan Büyük Haç’ı vermesi planlanıyor. Biden’ın aynı gün Almanya’dan ayrılması bekleniyor. Bu kısa ziyaretin özellikle Ukrayna savaşında bir değişikliğe yol açması beklenmiyor. Biden’ın diğer ülkelerin liderleriyle bir araya gelip Ukrayna konusunu gündem yapmaması da bunun işareti olarak değerlendiriliyor.

ZELENSKİY’NİN DERDİ DAHA FAZLA SİLAH

Biden geçtiğimiz hafta ziyaretini iptal ettikten sonra Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, Diyalog Grubu’nda sunmayı planladığı “Zafer Planı”nı Londra, Paris, Berlin ve Vatikan’ı ziyaret ederek liderlere sundu.

Zelenskiy görüştüğü Batılı destekçilerine modern savunma teknolojilerini ülkesinin kullanımına sunmaları çağrısında bulundu. Rusya’nın içeriden vurularak müzakere masasına oturtulması propagandasını yapmaya devam ediyor. Zelenskiy, cumartesi günü yayımladığı günlük video mesajında, Ukrayna’nın Batı’da olmayan üretim kapasitelerine sahip olduğunu söyledi. Hedefi ülkenin batısında askeri üretimi artırmak. Zelenskiy, mesajında Fransa ile insansız hava aracı üretmek konusunda olumlu görüşme yaptığını açıkladı. 

UKRAYNA’DA SAVAŞMAK İSTEMEYENLERİN SAYISI ARTIYOR

Zelenskiy daha fazla silah temin etmenin çabasını verirken cepheden ise olumsuz haberler geliyor. Rusya Donbass bölgesinde ilerlemeye ve yeni mevziler kazanmaya devam ederken, Ukrayna’nın ele geçirdiği Kursk bölgesinde Rusya’nın harekete geçmeye başladığı ifade ediliyor.

Ağırlaşan koşullar ve kışın da yaklaşmasıyla Ukrayna ordusunda firar edenlerin sayısı da hızla artıyor. 2022’de Ukrayna’da cepheye hiç gitmeyen veya cepheden kaçan yaklaşık 9 bin kişiye karşı dava açılmıştı. Bu rakam 2023 ‘de 24 bine, bu yıl ise yıl sonuna gelinmeden 51 bine çıktı. Bu savaşmak istemeyenlerin sayısının sürekli arttığını gösteriyor. Cepheye gönderecek asker sayısında zorluk çeken hükümet askere alma yaşını daha da düşürmeyi planlıyor.

SAVAŞ VERGİSİ YÜZDE 1,5’TEN YÜZDE 5’E ÇIKARILDI

Bu arada savaşın faturası her türlü Ukrayna halkının sırtına yıkılmış durumda. Ukrayna Parlamentosu geçtiğimiz perşembe günü savaşın başlamasından hemen sonra gelir vergisinden alınmaya başlanan yüzde 1,5’lik “askeri harcama” vergisini yüzde 5’e çıkardı. Buna ek olarak, banka kartları üzerinden alınan vergiler geriye dönük olarak yüzde 25’ten yüzde 50’ye yükseltilecek. Diğer finans kuruluşları için ise vergiler yüzde 18’den yüzde 25’e çıkarılacak. Bu vergilerle toplam 12 milyar dolarlık bir savaş gelirinin elde edilmesi planlanıyor.

Özellikle vergilerdeki artışın halk arasında önemli rahatsızlıklara yol açtığı ifade ediliyor. “German Foreing Policy”e göre, Zelenskiy’nin partisinden Milletvekili Oleksiy Movchan halkın tepkisi için, "Nefret edileceğiz ama başka seçeneğimiz yok" ifadesini kullandı. 

Gelişmeler, Biden’ın Berlin’e yapacağı ziyaret öncesinde Batı cephesinde Ukrayna savaşının bitirilmesine dair yeni bir adımın olmadığını gösteriyor. Ukrayna içinde ise yaklaşan soğuk kış aylarının da etkisiyle halk arasında ve ordu içinde Zelenskiy’nin ısrarla sürdürmek istediği savaşa karşı tepki önceki dönemlere göre yükseliyor.

                                                         /././

Kapadokya'da balon turizminin görünmeyen yüzü ve balon emekçileri -Özer Akdemir-

UNESCO’nun Türkiye’deki Dünya Kültür Miras Listesinde yer alan yörelerinden Kapadokya’da, özellikle Göreme Vadisi’nde güneş henüz doğmadan onlarca balon gökyüzüne havalanır. Her biri sepetine 25-35 kişiyi bindirerek havalanan balonlardakiler Erciyes Dağı tarafından doğacak güneşi görmek için sabahın alacakaranlığında yola düşerler. Balona binenlerin çoğunluğu Kapadokya ve çevresindeki otellerde konaklayan dünyanın değişik ülkelerinden gelen turistlerdir. İçlerinde Türkiye vatandaşı çok azdır çünkü Türkiye’de bu balonlara binmek demek bir emekli aylığını balon şirketlerine ödemek anlamına gelir. Her gün değişmekle birlikte 350-400 avroya ulaşabiliyor balona biniş ücretleri. 

Yine de Türkiye vatandaşları balonların gökyüzünde bir renk cümbüşü olarak süzülmesini seyretmek için araçlarıyla akın akın balonları izleyebilecekleri vadilere gelirler. Sabahın köründe, çoğunlukla özel araçlarıyla ya da kaldıkları otellerin ayarladığı otobüs, minibüs seferleriyle yollara düşerler. Gökyüzünde onlarca balon, aşağıda onları izlemek için gelenlerin içine doluştuğu yüzlerce otomobil, otobüs, minibüs, ATV; Göreme, Ortahisar, Avanos arasındaki toprak yollara henüz gün doğmadan doluşurlar. Büyük kentlerin sabah-akşam trafiğine benzeyen bir trafik oluşur bu vadilerin içindeki toprak yollarda. Bu kadar araç-insan trafiğinin yol açtığı toz, gürültü, keşmekeşlik kaplar her yanı. Güneş doğup, balonlar birer ikişer vadilere inene kadar, özellikle şimdi “aşk vadisi” adı verilen Bağlıtepe, balonları izlemek için gelenlerle dolar taşar. Son balonlar inip sadece uzakta, Avanos’a doğru Boz Tepe’nin üzerinde eğitim uçuşu yapan birkaç balon kaldığında siğim siğim gökyüzüne yükselen tozlar da yere iner. Etrafta tek tük kalan üzüm asmalarının, ceviz, kayısı, elma ağaçlarının yapraklarına çöker. Hâlâ vadinin derinliklerinde ya da binlerce insanın dolup taştığı Bağlıdere’nin bir köşesinde kalmış bostanlardaki domateslerin, kavunların üstüne siner. Kapadokya’nın kadim canlılarının sesleri bu saatten sonra duyulmaya başlar. Bülbüllerin, tarla kuşlarının, serçelerin ötüşleri, peribacalarına gölgesi vuran kızıl şahinler, vadilerin içlerinden gelen kişneme sesleri ile Kapadokya yeniden “Güzel atlar ülkesi” olur... Gerçek Kapadokya budur...  

Tüm bu balon hengamesi içinde en az göze çarpanlar balonları uçuş öncesi hazırlayan, onları uçuran ve indikten sonraki işlerini yapan balon emekçileridir. Onlardan birisi ile bir günlerini, çalışma koşullarını, şartlarını ve sıkıntılarını konuştuk. Adını ve onun tanınmasına yol açacak diğer bilgileri gizleyerek sizlere aktaracağım bu görüşmemizi. Çünkü “Eğer sizinle konuştuğumu öğrenirlerse beni hemen işten atarlar” dedi. Ne sendika, ne onları koruyacak bir iş hukuku ne de başka bir güvenceleri var. Tam da bu nedenlerle zor koşullarda, asgari ücreti bile bulmayan ücretlerle çalışıyor balon emekçileri...

HİÇ BALONA BİNEMEYEN BALON İŞÇİLERİ 

Görüştüğüm balon işçisi yıllardır bu sektörde çalışan birisi ancak hiç balona binmemiş. Çikolatanın ham maddesi olan kakaoyu üreten ama çikolata tadını bilmeyen Afrikalı işçiler geldi aklıma böyle söyleyince. Yine de sepette boş yer kaldığında bazen işçileri de aldıkları oluyormuş balona. Günde sadece 2.5 saat çalıştıklarını, bu anlamda bakıldığında işin çok kolaymış gibi göründüğünü söylüyor ama geçinebilmek için günün kalan kısmında da çalışmak durumunda kaldıklarını aktarıyor. Açlık sınırının bile epey altında kalan asgari ücretle geçinmek, özellikle Kapadokya gibi turistik, pahalı bir yerde pek mümkün değil. Buna karşın balon şirketlerinin, bütün giderlerini (işçi, araç, vergi vs.) bir, bilemedin iki günde çıkardığını söylüyor balon işçisi. 

UÇUŞ HAZIRLIKLARI

Şu sözlerle anlatıyor yaptığı işi ve çalışma koşullarını; “Sabaha karşı başlarız güne. Yazın en erken saat 02.30’da orada oluyoruz. Hazırlığımızı yapıyoruz, tüplere azot basıyoruz, bir bardak çay-kahve ile kahvaltı arasında işleri halledip araziye çıkıyoruz. Sabah ezanı gibi balonlar açılır, sepet yere indirilir. Sonra yan yatırılır, çelik telleri sepete bağlanır. Fan yardımıyla şişirilir. Pilot ateşliyerek uçar hale getirir. Balon inince toplar, araçla ofise geçer, tüpleri gazla doldururuz. Varsa mıntıka temizliği yapılır, sonra herkes evine gider. Dört ya da beş saat sürüyor toplam iş. Bazı firmalar çalışanlarına kıyafet, ayakkabı vs. gibi ihtiyaçlarını alıyorlar, ama bazıları ise bunlara hiç yanaşmıyorlar. Kışın birçok firma elamanına sahip çıkmıyor, bahara kadar yarı maaşa indirenler var ancak çoğunlukla işten çıkarılıp baharda tekrar alınıyoruz.”

Hava koşullarının balonların uçuşu için belirleyici olduğunu anlatıyor; “Önceleri, balonların kalkışları için rüzgar ölçümü falan yapılmazdı. Çok nadir şartlarda balon iptal ediliyordu. Birkaç talihsiz kazadan sonra 10 km rüzgar hızı sınır olarak belirlendi. Üstü oldu mu uçuşlar iptal oluyor ancak arada bu kural da hiçe sayılıyor. Para insan sağlığından daha önemli ne de olsa!”

BALON ARABAYA ÇARPTI DİYE TÜM EKİBİ İŞTEN ÇIKARDILAR 

Yaptıkları işi “Basit ama tehlikeli ve son derece dikkat gerektiren bir iş” olarak tanımlıyor. Tam o günlerde haberlere de yansıyan bir kazayı anlatıyor; “Balon iniş sırasında bir arabaya çarptı. O balonun ekibini işten çıkarmışlar, tutamadınız balonu diye. Halbuki pilotları ‘İniyorum’ demiş. Başka ekip de yardıma geliyor ancak o hızda, rüzgar olunca sepeti arabaya çarpmaktan kurtaramıyorlar. Fatura ekibe kesilmiş. Sendika şart, hakkımızı savunacak birilerinin olması şart kesinlikle!"

"TÜRKİYE VATANDAŞI ANCAK BAKMAYA GELİYOR"

Bilet fiyatlarının bazen karaborsaya düştüğünü söylüyor balon işçisi. Talebin yoğun olduğu zamanlarda biletler 400 avroya ulaşabiliyormuş. Bizim kendisiyle konuştuğumuz dönemde de bilet fiyatları 350 avro kadardı. “Türk vatandaşının binmesi mümkün değil, zaten çok nadir görüyoruz. Ancak bakmaya geliyorlar. Çoğunlukla Hintli ve Uzakdoğulu, Çinliler var balona binenler arasında. Ona keza İspanyol, Latin Amerikalılar da var. Her gün üç yüzün üzerinde balon havalanıyor. Tabii alınan paralara da bakınca çok ciddi miktarda döviz akıyor ülkeye. Binlerce kişi ekmek yiyor. Ayrıca balon işçiliği binlerce kişinin ikinci işi!” diye anlatıyor. 

"BÜLBÜL SESİNİ TİLKİ SESİNİ DUYMAZ OLDUK"

İşin bir başka boyutu ise balonların kalkışı ve uçuşu sırasında yaşanan yoğunluk, keşmekeşlik, kaos ortamı... Şöyle anlatıyor gördüklerini; “Bülbülün ötüşünü, tilkiyi, tavşanı görmez, duymaz olduk. Kaçamayıp, ortaya çıkan da eziliyor zaten. Ben görmedim ama sepetin peribacasına çarptığı, şapkasını düşürdüğü kazalar da oldu. Tabii bir şekilde kapatılıyor bunlar.”

Kapodokya’da balon turizmi son yıllarda en kazançlı turizm kapısı olma yolunda. Birkaç saatlik hazırlık ve yarım saat-kırk dakikalık uçuş için çok ciddi ücretler alınıyor. Öte yandan genellikle turistlerin binebildiği balon uçuşları ve onları izlemeye gelen çoğunluğu Türkiye vatandaşlarının yol açtığı trafik, gürültü, toz, kaos ve kazalar Kapadokya’nın o eşsiz doğasına, 23 milyon yılı bulan peribacalarına, canlı yaşamına büyük zararlar da veriyor. Keza balon uçuşunda çalışan işçilerin de çok ciddi sorunları var. 

Bölgede görüştüğümüz kişiler tüm bu sorunların çözümünün, Kapadokya'nın korunmasının öncelikli olarak burasını bir ticarethane gibi görme anlayışından vazgeçmekle mümkün olacağını söylüyorlar.

(Evrensel)



zaman: Ekim 14, 2024 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!X'te paylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te Paylaş
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa
Kaydol: Kayıtlar (Atom)

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -22 Haziran 2025-

  Fatih Altaylı’nın tartışılan videosundaki 1,5 dakika ayrıntısı -Eray Özer- Aldığımız bir bilgiye göre Altaylı’nın pazartesi günü hakim kar...

  • T-24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -8 Kasım 2024-
    “Bankacılığın En Uzun Yılı”: Erdem ve liyakat dolu “eski Türkiye”-Yalçın Doğan- “Altınok, Hazine Genel Sekreteri olarak bir genelge hazırlıy...
  • T-24 "Köşebaşı + Gündem" -5 Mayıs 2025-
    Suriye ‘asıl depreme’ doğru adım adım -Akdoğan Özer- Geçen aralık ayında “öncü deprem” ile sarsılan Suriye’de geçen hafta yaşananlar sonucu ...
  • GÜNDEM -11 Kasım 2024-
      Fatih Altaylı’dan Murat Bardakçı’ya: Sen git onu kendilerini Araplaştırdıkları yetmiyormuş gibi memleketi de Araplaştırmaya çalışan dostla...

Bu Blogda Ara

  • Ana Sayfa

Hakkımda

Fotoğrafım
ATEŞTEN GÖMLEK
Profilimin tamamını görüntüle

ARŞİV

  • Haziran (61)
  • Mayıs (60)
  • Nisan (79)
  • Mart (62)
  • Şubat (72)
  • Ocak (77)
  • Aralık (96)
  • Kasım (129)
  • Ekim (106)
  • Eylül (69)
  • Ağustos (118)
  • Temmuz (118)
  • Haziran (113)
  • Mayıs (134)
  • Nisan (134)
  • Mart (151)
  • Şubat (129)
  • Ocak (129)
  • Aralık (110)
  • Kasım (108)
  • Ekim (84)
  • Eylül (110)
  • Ağustos (72)
  • Temmuz (87)
  • Haziran (96)
  • Mayıs (89)
  • Nisan (92)
  • Mart (63)
  • Şubat (63)
  • Ocak (94)
  • Aralık (82)
  • Kasım (96)
  • Ekim (90)
  • Eylül (7)
  • Ağustos (83)
  • Temmuz (92)
  • Haziran (101)
  • Mayıs (104)
  • Nisan (104)
  • Mart (113)
  • Şubat (117)
  • Ocak (114)
  • Aralık (105)
  • Kasım (74)
  • Ekim (41)
  • Eylül (17)
  • Ağustos (70)
  • Temmuz (89)
  • Haziran (65)
  • Mayıs (47)
  • Nisan (99)
  • Mart (71)
  • Şubat (70)
  • Ocak (118)
  • Aralık (92)
  • Kasım (87)
  • Ekim (63)
  • Ağustos (34)
  • Temmuz (82)
  • Haziran (58)
  • Mayıs (65)
  • Nisan (56)
  • Mart (65)
  • Şubat (44)
  • Ocak (52)
  • Aralık (36)
  • Kasım (41)
  • Ekim (36)
  • Ağustos (36)
  • Temmuz (76)
  • Haziran (25)
  • Mayıs (65)
  • Nisan (92)
  • Mart (123)
  • Şubat (135)
  • Ocak (163)
  • Aralık (171)
  • Kasım (161)
  • Ekim (106)
  • Eylül (151)
  • Ağustos (198)
  • Temmuz (126)
  • Haziran (134)
  • Mayıs (177)
  • Nisan (119)
  • Mart (159)
  • Şubat (132)
  • Ocak (149)
  • Aralık (137)
  • Kasım (119)
  • Ekim (137)
  • Eylül (130)
  • Ağustos (103)
  • Temmuz (79)
  • Haziran (116)
  • Mayıs (98)
  • Nisan (113)
  • Mart (161)
  • Şubat (110)
  • Ocak (101)
  • Aralık (87)
  • Kasım (36)
  • Ekim (75)
  • Eylül (44)
  • Ağustos (18)
  • Temmuz (2)
  • Ocak (1)
  • Eylül (2)
  • Ağustos (5)
  • Temmuz (2)
  • Haziran (5)
  • Mayıs (16)
  • Kasım (4)
  • Ekim (14)
  • Eylül (24)
  • Ağustos (19)
  • Temmuz (27)
  • Haziran (32)
  • Mayıs (60)
  • Nisan (23)
  • Mart (28)
  • Şubat (24)
  • Ocak (39)
  • Aralık (31)
  • Kasım (28)
  • Ekim (27)
  • Eylül (14)
  • Ağustos (29)
  • Temmuz (27)
  • Mayıs (11)

Kötüye Kullanım Bildir

Çizgilerin dili

Çizgilerin dili

GÜNCEL NOTLAR

ZAMAN TÜNELİNDE İSTANBUL

ZAMAN TÜNELİNDE İSTANBUL
Sarayburnu

Translate

FAVORİLERİM

  • Karanlık Yol-Orhan Gökdemir
  • Mülkiye Dergisi
  • VİZYONDAKİLER

BLOG LİSTEM

  • Anasayfa - Bir + Bir
    Express 183 (2024-09) - Meram • Şehir Hatları: Türkiye’den Hollanda’ya bir sürgün hikâyesi –Adem Özgür • Mumbai veya Bombay –Nagehan Uskan • Silezya: Geçmişin kâbusları, geleceğin...
    2 ay önce
  • BirGun.net
    -
  • Cumhuriyet Portal - Ana Sayfa
    -
  • Diken
    Gazeteci Fatih Altaylı tutuklandı - Gazeteci Fatih Altaylı tutuklandı 22/06/2025 Diken Dün gözaltına alınan gazeteci Fatih Altaylı tutuklandı. The post Gazeteci Fatih Altaylı tutuklandı appear...
    1 saat önce
  • Gazete Duvar
    -
  • SOL-Haber
    Fatih Altaylı tutuklandı - YouTube kanalındaki konuşması gerekçe gösterilerek, “Cumhurbaşkanına fiili saldırı” ve “Tehdit ve hakaret” iddialarıyla dün akşam saatlerinde evinden göz...
    16 dakika önce

ABONE OL:

Kayıtlar
Atom
Kayıtlar
Tüm Yorumlar
Atom
Tüm Yorumlar

Wikipedia

Arama sonuçları

Basit teması. Tema resimleri luoman tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.