soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -6 Aralık 2024-

'Köy Kanunu' adıyla Meclis'ten bir torba yasa geçti: 'Dar gelirliyi şehirlerden temizleyecekler'

Başında "Köy Kanunu" yazan ancak "imar aktarımı" adıyla tartışmalı değişikliklere yol açacak olan teklif yasalaştı. Düzenlemenin "imar hakkını gasp edeceği, müteahhitleri zengin edeceği" düşünülüyor.(https://haber.sol.org.tr/haber/koy-kanunu-adiyla-meclisten-bir-torba-yasa-gecti-dar-gelirliyi-sehirlerden-temizleyecekler)

                                                               ***

Demokrasiyi Güney Kore’den öğrenecek değiliz-Ogün Eratalay-

Ödül olarak önüne atılan sermayeyle “kalkınan” Güney Kore’den ve onun siyasetçilerinden öğrenecek hiçbir şeyimiz yok.

Emperyalizmin eliyle kurulmuş yapay bir ülke. Yıllarca yurtseverleri Kuzeyci olmakla suçlayarak kendi halkını öldürmüş askeri diktatörler. ABD’ye yaranmak için on binlerce vatandaşını Vietnam’a ölüme gönderen işbirlikçi iktidarlar. Ödül olarak önüne atılan sermayeyle “kalkınan” Güney Kore’den ve onun siyasetçilerinden öğrenecek hiçbir şeyimiz yok.

İlginç günlerden geçiyoruz. Orta Doğu’da günlük değişen dış siyaset gelişmelerini kanıksadık. Ancak bize pek de yakın olmayan coğrafyalarda da ilginç haberler gelmeye başladı. 3 Aralık akşamı muhafazakar Güney Kore Cumhurbaşkanı Yoon Suk Yeol canlı yayına çıkarak sıkıyönetim ilan ettiğini duyurdu. Mecliste çoğunluğu bulunan liberal Demokrat Partiyi devletin işleyişini aksatmakla suçlayan Yeol, daha da ileri giderek bu partiyi suçlu bir örgüt olarak yaftalayıp ülkeyi yok etmek için Kuzey Koreli komünistlerle işbirliği halinde olmakla itham etti. 

Cumhurbaşkanının partisi olan Halkın Gücü Partisi yakın zamanda yerel seçimlerde ikinci parti konumuna düşmüştü. Bunun dışında Cumhurbaşkanı aleyhinde çok çeşitli yolsuzluk, adam kayırma gibi suçlamalar bulunuyor. Cumhurbaşkanının kendi partisine bile danışmadan ilan ettiği sıkıyönetim çok uzun ömürlü olmadı. Sıkıyönetime karşı düzenlenen gösteriler, sendikaların genel grev ilanı ve Yeol’a karşı kendi partisinden bile gösterilen tepkiler başarılı oldu ve Cumhurbaşkanı saatler içinde kararı geri almak durumunda kaldı. Bu yazının kaleme alındığı saatlerde Cumhurbaşkanı istifa etmezse aleyhinde soruşturma başlatılacağı ve azil sürecinin işletileceği kesinleşmiş gibi.

Gelişmeler bu şekilde ancak bizim odaklanacağımız kısım bu yaşananlardan bir demokrasi destanı çıkartanlara. Güney Kore’deki kapitalizmin seyrine bakıldığında herhalde hissedilmesi gereken en son şey öykünmedir…

Kore Savaşı

Ülkemizde de yoğun olarak maruz kaldığımız Kore Savaşı güzellemelerinin saçmalıklarına girmeyeceğim. Bugün aziz ilan edilen Menderes’in TBMM kararı olmadan ülkemizin evlatlarını ABD gemilerine bindirip, aç susuz ölmeye gönderdiği çok açık bir bilgi. Zorunlu askerlik görevini yapan erat sözüm ona gönüllü olarak Kore’ye savaşmaya gönderiliyor. Amerikan emperyalizmine yaranmak için askerimiz cephe hattının en önüne atılıyor, hem de lojistik destek, araç-gereç ve cephane tedariği sağlanmadan. Bugün bu dönem anlatılarında geçen süngü hücumu övgülerinin aslında askeri açıdan çaresizlik anlamına geldiği kimsenin aklına gelmiyor. Sonrasında unutulan, Menderes hükümetinin arayıp sormadığı savaş esirleri, kayıp denilerek geçiştirilen yüzlerce isim. 

Türk askerinin de kanıyla kurtarılan Güney Kore iktidarı ise karanlık bir geçmişe sahip. Bu durum esir kamplarında rengini belli ediyor. “Demokrat” Güney Kore yarımadanın güneyindeki Geoje Adasında kurduğu esir kampında 170 bin civarında Çin ve Kuzey Koreli askeri tutuyor. Kampta komünizmin kötülükleri şeklinde endoktrinasyon faaliyetlerine girişen rejim komünistlerden büyük tepki alıyor. Kamp yönetimi komünist savaş esirlerinin örgütlülüğünü kırmak için keyfe keder kontroller uyduruyor ancak direnişle karşılaşıyor. 1952 yılı 18 Şubat  günü kampa bu şekilde girmek isteyen Güney Kore askerleri, komünistlerin direnişini kıramayınca silahsız esirlere makinalı tüfekler ve el bombalarıyla saldırılıyor. 77 komünistin ölmesine rağmen komünistler geri adım atmıyor ve girişim başarısız oluyor.

Savaşın ateşkesle sona ermesiyle beraber esir takası sırasında da bize bugün anlatılmayan ilginçlikler yaşanıyor. Pek çok Güney Koreli askerin güneye gitmeyi reddetmesinin yanı sıra ABD Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan 21 asker ABD’ye dönmek istemediklerini belirtiyor. Bunlar arasında anılarını kitap haline getiren Clarence Adams, sosyalizmi benimsiyor. Sonraki dönemde Vietnam Savaşına savaşmaya giden siyahi ABD askerlerine Hanoi Radyosu üzerinden hitap eden Adams, ABD’de otobüsün en arkasında oturmak zorunda kalan, lokantalara sokulmayan, oy hakkı bulunmayan siyahilerin önce kendi özgürlükleri için memleketlerinde kavga etmeleri gerektiğini söylemiştir.

                                                        1960 eylemlerinde öğrenciler

Savaşın ardından kurulan rejim ve anti-komünizmde yarışanlar

Savaşın ardından Syngman Rhee tarafından yönetilen rejim ABD yanlısı ve komünizm karşıtı eğilime sahipti. Savaştan önce gerçekleştirdiği Jeju, Mungyeong ve Bodo katliamlarında en az 100 bin kişinin katili olan Rhee, kapitalist idareyi sorgulayan her türlü girişimi kanla bastırır. Ancak 1960 yılı Nisan ayında başlayan ve hızla yayılan öğrenci eylemleri sonrasında istifa etmek zorunda kalır. Güney Kore’de rejimlerini sorunsuz sürdürmek isteyen patronlar belirsizliği 16 Mayıs 1961 tarihindeki askeri darbeyle ortadan kaldırırlar. Başa geçen komutan Park Chung Lee, cumhurbaşkanı olur ve 1979 yılına kadar iktidarda kalır. 

Vietnam’da düzenlenen tören sırasında ABD-Güney Vietnam ve Güney Kore bayrakları (1968)

Emperyalist yalakalık, kalkınma ve halka ihanet: Vietnam Savaşı

Park Chung Lee iktidarı ekonomik veriler açısından bakıldığında “kalkınma” dönemi olarak nitelendirilse de gerçekler farklıdır. ABD’nin kuyruğundan ayrılmayan Güney Kore patronları, Amerikan sermayesinin ülkeye girmesi için her türlü onursuzluğu kabul ederler. Bu dönemde ABD’nin başına açılan en büyük bela olan Vietnam’da savaşmak için onbinlerce askerini bu ülkeye gönderir. 1964-1973 döneminde 350 bin Güney Koreli asker Vietnam’a gitmiş, bunların 5 bini öldürülmüş, 11 bini ise ağır yaralı olarak dönmüştür. Chae Myung-shin komutasındaki Güney Kore Deniz Piyadeleri, ABD’de gördükleri eğitimleri sahada uygulamış, Vietnamlı sivillere karşı akıl almaz işkenceler ve toplu katliamlar gerçekleştirip, bunları Vietcong birliklerinin üzerine atmaya çalışmıştır.  

                                      Gwangju eylemlerinde öldürülenler anısına yapılan anıt

Demokrasiye geçiş?

Park Chung Hee sonrasında askeri dikta rejimleri ülkeyi yönetmiştir. Özellikle işçiler ve öğrenciler arasında dikta rejimine karşı mücadele devam etmiş, 18 Mayıs 1980 günü kitlesel eylemler ülkeyi felç etmiştir. ABD Başkanı Jimmy Carter tarafından verilen onay ve askeri yardımla gösterilere silahla müdahale eden Güney Kore Ordusu  Gwangju Olaylarında binlerce kişiyi öldürür. Ülke 1987 yılında çok partili sisteme geçmiştir.

*

Sanırız bu kadar tarih hatırlatması yeterli. Yolsuzluğa bulanmış bir siyasetçinin, paçasını kurtarma çabasından demokrasi destanı çıkarma meraklılarına bir çift sözümüz var. Yurttaşlarına, kendi çıkarları için kurulduğu günden bu yana ölümden, zulümden, baskıdan başka bir şey reva görmemiş siyasetçilerden öğrenecek hiçbir şeyimiz yok. Memleketimizde Kore’nin gerçekleştirdiği “sanayi atılımının” güzellemecilerine, K-Pop düşkünlerine de bizzat Güney Kore sinemacılarının verdiği yanıtları hatırlatıp, A Taxi Driver1 ve 19872 filmlerini izlemelerini salık vermiş olalım.

                                                                  /././

'Kıbrıs Cumhuriyeti'ne Demir Kubbe teslimatı' iddiası: 'Dengeleri değiştirme tehlikesi taşıyor'

Kıbrıs Cumhuriyeti'nin İsrail'den "Demir Kubbe" hava savunma sistemi satın aldığına dair iddiaların ardından Kuzey Kıbrıs'tan "hassas dengeleri değiştirme tehlikesine" dair açıklama geldi.(https://haber.sol.org.tr/haber/kibris-cumhuriyetine-demir-kubbe-teslimati-iddiasi-dengeleri-degistirme-tehlikesi-tasiyor)

                                                                ***

'AVM olmayacak' deyip reklam panosuna çevirdiler: Haydarpaşa Renault'ya kiralandı

Yurttaşların yaklaşmasına, fotoğraf çekmesine dahi izin verilmeyen Haydarpaşa Garı, Renault'ya reklam panosu olarak kiralandı.(https://haber.sol.org.tr/haber/avm-olmayacak-deyip-reklam-panosuna-cevirdiler-haydarpasa-renaultya-kiralandi-396585)

                                                               ***

GÜNDEM BAŞLIKLARI -6 Aralık 2024-

Erdoğan'a yeni yetki: Engelli araçlarını belirleyecek-T24-
AKP, TBMM’de görüşülen torba yasa teklifine, toplantının kapanmasına bir saat kala yeni madde ekleyerek kabul etti. Gece yarısı ekletilen madde ile Cumhurbaşkanı’na engellilerin vergisiz araçlarının vergi ve parasal limitlerini belirleme yetkisi verildi.(https://t24.com.tr/haber/erdogan-a-yeni-yetki-engelli-aracini-belirleyecek,1201235)

                                                                    ***

MEB'in öğrenci kılık kıyafet yönetmeliği değişti: Okullardaki serbest kıyafet uygulaması kaldırıldı, 4 yıl boyunca değiştirilemeyecek -T24-
Milli Eğitim Bakanlığına (MEB) bağlı okul öğrencilerinin kılık ve kıyafetlerine dair yönetmelikte değişiklik yapıldı. Yürürlüğe giren yeni yönetmeliğe göre, okullardaki serbest kıyafet uygulaması kaldırıldı. Değişiklik ile belirlenen okul kıyafeti 4 eğitim ve öğretim yılı geçmeden değiştirilemeyecek.  Yeni yönetmeliğe göre, özel gün, hafta ve kutlamalarda  veliye mali yük getirecek özel kıyafet aldırılmayacak. Okul kıyafeti temin edilmesine yönelik olarak okul-aile birliklerince kıyafet satışı ve serbest rekabet şartlarını ihlal eden yaklaşım ve yönlendirmeler yapılamayacak.(https://t24.com.tr/haber/meb-in-ogrencilerin-kilik-kifayet-yonetmeligini-degisti-iste-yeni-duzenlemenin-ayrintilari,1201184)

                                      ***

Asgari ücrete yüzde 25 zam istemişti! MÜSAİD Başkanı'nın kendi villalarına istediği zam ortaya çıktı -Sözcü-

Gazeteci Cüneyt Özdemir, asgari ücret için "Yüzde 25'ten fazla olmamalı" diyen MÜSİAD Başkanı Mahmut Asmalı'yla çarpıcı bir iddiada bulundu. İnşaat sektöründe faaliyet gösteren Asmalı'nın kendi yaptırdığı villalara 1 yılda yüzde 55 zam yaptığını ileri sürdü.(https://www.sozcu.com.tr/asgari-ucrete-yuzde-25-zam-istemisti-musaid-baskani-nin-kendi-villalarina-istedigi-zam-ortaya-cikti-p113110)

                                                                      ***
Nahit Eren duyurdu... Narin Güran cinayeti davasında mütalaa açıklandı: 4 sanık için ağırlaştırılmış müebbet talebi!-Cumhuriyet-

Eski Diyarbakır Barosu Başkanı, avukat Nahit Eren, Cumhuriyet Savcısının Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Narin Güran dosyasına, esas hakkındaki mütalaasını bugün itibarıyla sunduğunu açıkladı. Savcılık, esas hakkındaki mütalaasında sanıklar, Narin’in amcası Salim Güran, annesi Yüksel ve ağabeyi Enes Güran ile cesedi taşıyan Nevzat Bahtiyar ile ilgili kasten öldürme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis talep etti.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/nahit-eren-duyurdu-narin-guran-cinayeti-davasinda-savci-mutalaasini-2276461)

                                                                     ***
Adnan Oktar'ın güncel yapılanması davasında mütalaa verildi: 12 yıl hapsi istendi-Fahrettin Öztürk/Cumhuriyet-

Adnan Oktar silahlı suç örgütünün 'Güncel yapılanma' davasında mütalaasını açıklayan savcı, Adnan Oktar'ın, "Suç örgütü kurmak ve yönetmek" suçundan 12 yıla kadar hapsini istedi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/adnan-oktarin-guncel-yapilanmasi-davasinda-mutalaa-verildi-12-yil-2276483)

                                                                   ***

T24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -5 Aralık 2024-

Fransa'da bütçe görüşmeleri hükûmeti devirdi: Başbakan Barnier, sol ittifak ve aşırı sağcı Le Pen'in partisinin oylarıyla görevden alındı.

Barnier hükümeti ülkenin yakın tarihinin en kısa süreli hükümeti oldu.

Fransa’da 3 ay önce göreve gelen Michel Barnier hükûmeti, ülkenin bütçe açığını kapatmayı amaçlayan harcama ve vergi kesintilerini içeren 2025 bütçesini Meclis’te oy kullanmadan geçirmek istemesi nedeniyle muhalefet partileri tarafından verilen gensoru önergeleriyle düşürüldü. Barnier hükûmeti, Fransa'nın Beşinci Cumhuriyet yönetimleri arasında en kısa süreli koalisyon oldu. 

Fransa'da Michel Barnier hükûmeti güven oylamasıyla görevden alındı. Muhalefet partileri tarafından verilen gensoru önergesi 331 oyla kabul edildi. Fransa tarihinde 1962 yılından bu yana ilk kez bir hükümet, Gensoru önergesiyle düşürülmüş oldu.

Le Pen'in partisi de destek verdi

Meclis'in en büyük ittifakı solcu Yeni Halk Cephesi (NFP) tarafından verilen güvensizlik önergesi; Marine Le Pen'in göçmen karşıtı aşırı sağcı Ulusal Birlik'ten milletvekilleri tarafından da desteklendi. 

Oylamadan önce Barnier, hükûmetin düşmesi halinde bunun ülkeyi "bilinmeze sürükleyeceği" uyarsında bulunmuştu ancak şimdi istifa etmek zorunda kalacak.

Macron en kötü siyasî krizle karşı karşıya

Öte yandan hükûmetin düşmesi, Emmanuel Macron'u iki dönemdir yürüttüğü cumhurbaşkanlığı görevinin en kötü siyasi kriziyle karşı karşıya bıraktı. Fransa giderek büyüyen bir kamu açığıyla karşı karşıya kalırken 2025 bütçesinin nasıl belirleneceği ve Macron'un başbakan olarak kimi atayacağı konusunda belirsizlik var.

Ancak cumhurbaşkanı olarak ikinci dönemi 2027 baharına kadar sürecek olan Macron'un görevi bırakma zorunluluğu bulunmuyor.

Öte yandan Temmuz 2025'ten önce yeni bir parlamento seçiminin yapılamayacak olması, derin bir bölünme yaşayan ulusal meclis karşısında Macron'un seçeneklerini daraltıyor.

Macron'un haziran ayında ani erken seçim çağrısı yapmasından ve sol ittifakın seçimi önde göğüslemesinden bu yana Fransız parlamentosu mutlak çoğunluğu olmayan üç grup arasında bölünmüş durumda. 7 Temmuz'da yapılan ikinci tur parlamento seçimlerinde Yeni Halk Cephesi ittifakı en fazla oyu almış ancak mutlak çoğunluğu elde edememişti. Macron'un merkez sağ grubu kayıplar yaşamıştı. Le Pen'in aşırı sağcı Ulusal Birlik Partisi sandalye kazandı ancak sol ve merkezden gelen taktik oylarla iktidardan uzak tutulmuştu. 

BUSE SÖĞÜTLÜ YAZDI | Fransa'da kaybeden aşırı sağ, sol ittifak birinci; kazananı zaman gösterecek

1962'den beri ilk kabul edilen gensoru önergesi 

Barnier hükûmetini düşüren oylama, Charles de Gaulle'ün cumhurbaşkanı olduğu 1962 yılında Georges Pompidou hükûmetinin aldığı yenilgiden bu yana ülkenin ilk başarılı olan güvensizlik oylaması oldu. 

Barnier hükûmeti, Fransa'da 1958'de başlayan Beşinci Cumhuriyet dönemindeki en kısa hükümet olarak kayıtlara geçti. 

Barnier'in çöküşüne neden olan neydi?

AB'nin eski Brexit müzakerecisi olan Barnier, seçimlerin ardından süren yaklaşık 2 aylık siyasî belirsizliğin ardından Macron tarafından geçen eylül ayında başbakanlığa atanmıştı. 

Barnier'in Beşinci Cumhuriyet'in en kısa koalisyonu olarak tarihe geçen hükûmetinin sonunu hazırlayan olay, Fransa'nın bütçe açığını 60 milyar euroluk vergi artışları ve harcama kesintileriyle kapatmaya çalışacağını söylediği 2025 bütçesi oylamaları oldu. Ancak bütçe konusunda haftalarca süren anlaşmazlığın ardından Barnier, pazartesi gün, bir hükûmetin parlamentoda oylama yapılmaksızın yasa çıkarmasına izin veren anayasanın 49.3 maddesini kullanarak bir sosyal güvenlik finansman tasarısını kabul ettirdi. Bu durum, gensoru önergesi verilmesine yol açtı. 

Barnier hükûmetinin harcama kesintileri ve vergi artışları yoluyla yapmayı planladığı tasarruflar rafa kaldırılacak.

Bu arada artık soldan bir başbakan olması gerektiğini söyleyen Sosyalist Parti lideri Olivier Faure da Macron'un Fransız halkına konuşması gerektiğini söyledi. Faure, Le Monde'a "Noel'den hemen önce Fransız halkını bu belirsizlik içinde nasıl bırakabilir?" dedi.

                                                               ***

Depremler için “sus” emri yargıdan: “İnsanlara yardım gitmedi” diyene hapis cezası -Gökçer Tahincioğlu-

Devletin dava açmaya doyamadığı, cezaevi operasyonunda kepçeyle kolunu kopartması yetmiyormuş gibi yıllarca mahkeme mahkeme süründürdüğü, bütün engellere rağmen okuyup memur olan ve nedensiz biçimde OHAL döneminde memuriyetten de ihraç edilen Veli Saçılık’ın artık felaketlere tepki göstermesi de yasaklandı!

Kahramanmaraş merkezleri depremlerin yaşandığı o karanlık gecenin sabahını anımsayın. Yardım feryatlarını, insanların yalvarmalarını, bölgeye yardıma koşanların yaşadıkları travmaları…

Ve sonra depremden üç, dört gün sonra bile yakınlarını kurtarmak için vinç arayanların, kazma kürek arayanların çaresizliğini anımsayın.

Zira bütün bunları, yaşadığımız bunca felaket arasında unutmamız, dahası bunlar yaşanırken susmamız isteniyor.

* * *

İnsanlar unutma eğiliminde yaşar. Unutmadan yaşamak da çok mümkün değildir.

Ancak nasıl bir unutmak, geride hangi koşullarda bırakmak, bunun üzerine kafa yormazsanız, günün birinde kendinizi duyguları alınmış, aynı hataları sürekli tekrar eden bir yaşam çukurunun içinde, tanınmaz halde bulursunuz.

Unutmak, hak edilmesi gereken bir eylemdir.

Geride bırakabilmek için yaptıklarınızdan, ettiklerinizden, yaşadıklarınızdan ders çıkartmaz, bu konuda özeleştiri yapmaz, olanlarla yüzleşmezseniz gerçekten başarılamayacak olan bir eylemdir.

Usulüne uygun gömülmeyenlerin hortlama riski her zaman vardır zira. Ya da sizin yaşayan bir ölüye dönüşme riskiniz…

* * *

Kahramanmaraş depremi sonrasında özellikle Antakya’da yaşananlar tam da böyle… Unutulması halinde yenisinin yaşanacağı neredeyse kesin.

Aynı manzara, çığlıklar, yıkılan binalar, kurtarılamayanlar, ders çıkartılmaması halinde, bir kesinlik olarak duruyor önümüzde.

Ancak binlerce dosya ile meşgul yargımızın derdi başka… Olanların unutulmaması bir yana, o kıyamet anında tepki gösteren, yardım çığlığı atanların peşinde yargı…

Susulması için, unutulması için, tek bir demokratik tepki gösterilmemesi için…

* * *

Veli Saçılık’ı artık hemen herkes tanıyor. Devletin dava açmaya doyamadığı, cezaevi operasyonunda kepçeyle kolunu kopartması yetmiyormuş gibi yıllarca mahkeme mahkeme süründürdüğü, bütün engellere rağmen okuyup memur olan ve nedensiz biçimde OHAL döneminde memuriyetten de ihraç edilen Saçılık’ın artık felaketlere tepki göstermesi de yasaklandı!

Ancak yasak sadece Saçılık için konulmuş değil elbette, hepimizi ilgilendiriyor.

Veli Saçılık

Saçılık, binlerce insan gibi, Maraş depremlerinin ardından yaşananları görünce kayıtsız kalamadı, sosyal medya üzerinden mesajlar paylaştı:

“Depremde kurtarma çalışmaları için ilk üç gün çok önemliydi. Bütün enkazlardan sesler geliyordu. AFAD dışında hiçbir kişiye kuruluşa müsaade etmeyeceğiz diyerek insanları ölüme terk ettiler. İşkencecilik, hırsızlık üzerinden tekrar vitrine çıkıyor. Saray rejimine işkence yakışır…”

* * *

Bu mesajlar birilerinin çok gücüne gitmiş olacak ki hakkında soruşturma başlatıldı ve kısa sürede “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” suçundan hakkında dava açıldı.

Saçılık, sözlerinin arkasında durdu. Kimseyi yanıltıcı bir bilgi vermediği gibi, bunları dile getirmenin demokratik hakkı olduğunu söyledi mahkemede…

Söylediklerinin doğruluğunu kanıtlamak için binlerce kişiyi tanık gösterebileceğini de söyledi. Birkaç depremzedeyi tanık olarak da gösterdi.

O depremzedelerden biri şunları anlattı:

“Depremin 15 veya 16. saatinde enkazdan kuzenim tarafından çıkarıldım. Enkazdan çıktığım zaman olayın vehametini fark ettim. Daha sonra yaklaşık 5-6 gün diğer yakınlarımın enkazdan çıkarılmasını bekledim. Bu süre zarfında bize hiçbir yardım ulaşmadı. Yiyecek veya diğer türlü yardımların hiçbirisi yoktu. Günleri karıştırıyor olabilirim ancak hatırladığım kadarıyla depremin 2. günü yeğenim geldi ve babasının ve annesinin enkaz altında yandığını bana söyledi. Orada siviller vardı. Hatta Bursa'dan gelen bir şahıs sismik bir cihazla kendince sesleri algılayıp yardımcı olmaya çalışıyordu. Yine yanlış hatırlamıyorsam depremin 2. veya 3. günü çorba dağıtan bir şahsa İHH çalışanları müdahale ederek engel oldular. Biz bu duruma tepki vermiştik. Bunun üzerine engel olmayı bıraktılar ve çocuklar çorbaları içebildiler. Depremin 3. gününde damadım kurtarma çalışmaları için vinç ayarlamış, ancak bu vincin valilik kararıyla Antakya'ya girişinin yasaklandığını öğrendim. Evet deprem bir afet olabilir ancak biz orada katledildik. Yardımın engellenmesi katliamdır. Hiçbir anne 6. gün çocuğunu yıkarken çocuğunun derisinin elinde kalmasını hak etmiyor. İnsanlık orada ölmüştür. Bu beyanlarımı evlatlarını ve akrabalarını toprağa vermiş bir anne olarak ifade ediyorum. Vinçler ilk gün gelebilseydi bu tür ölümler meydana gelmeyecekti. Çünkü 19 yaşındaki kuzenim ve evladım 6. günün sonunda enkaz altından 20 dakikada çıkarıldı. Bu şekilde mağdur olmayacaktık.”

* * *

Diğer tanıklıklar da bu tanıklığa paralel elbette. Zaten bölgeye bir kez giden ya da birkaç depremzedeyle konuşan kim varsa, benzer bir isyanı mutlaka duymuştur.

Buna rağmen savcılık, esas hakkındaki görüşünde, şu vahim iddialarda bulundu:

“Sanık Veli Saçılık'ın olay tarihinde sosyal medya hesabı üzerinden iddianame metninde belirtilen sözleri sarf etmek suretiyle belirsiz sayıda kişinin görebileceği şekilde yanıltıcı bilgiyi yazmak ve yaymak suretiyle üzerine atılı suçu işlediği, her ne kadar sanığın alınan ifadesinde devletin yetkili makamlarının depremle mücadele hususunda yetersiz kaldığını belirttiği görülmüş ise de devletin ilgili deprem nedeniyle yetersiz kaldığı iddia ile devletin kasıtlı şeklide yardım çalışmalarını engellediği yönündeki iddiaların farklılık arz ettiği, sanığın sosyal statüsü ve eğitim durumu nedeniyle iki durum arasındaki farkı bilebilecek durumda olduğu…”

Savcılık, yardım gitmediği sözlerinin değil, başka yardımların gitmesinin kasıtlı olarak engellendiğine yönelik sözlerinin yanıltıcı olduğunu söylüyor.

İskenderun girişinde çekilen, onlarca vinç, kamyon ve diğer iş makinelerinin bekletildiği görüntüleri hesaba katmamış belli ki…

Hesaba neden katmadığını da ilginç biçimde açıklıyor:

“…Tanık Elif'in alınan beyanlarının sanığın beyanlarını bir yönüyle desteklediği düşünülebilir ise de tüm Türkiye'nin seferber olduğu ve televizyonlarda canlı şekilde yayınlanan yardım faaliyetlerine rağmen kulaktan dolma bilgileri sosyal medya üzerinden çok kişiyle paylaşılmasının yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçunu oluşturacağı, açıklanan nedenlerle sanığın savunmasına itibar edilmediği ve savunmasının suçtan kurtulmaya yönelik olduğunun değerlendirildiği, sanığın olaya dair herhangi bir görgüsünün olmadığı, yine bahse konu dönemde depremle mücadele çalışmalarının onlarca televizyon kanalında 30'a yakın yardım kuruluşunun katılımıyla tamamlandığı, her ne kadar sanık vekilince onlarca şehirden yüzlerce kişinin tanık olarak getirilebileceği ve depremle etkin mücadele edilmediğinin ya da yardımlara müdahale edildiğinin ortaya konabileceği belirtilmiş ise de çok daha fazla kişinin aksi yönde beyanda bulunmak üzere çok fazla sayıda kişinin tanık sıfatıyla dinlenmesinin mümkün olduğu, yaşanan depremin büyüklüğü dikkate alındığında bir kısım eksikliklerin yaşandığı tarafımızca da kabul edilmiş ise de sanık vekilinin ısrarla üzerinde durduğu şekilde konumuzun depremle etkin mücadele olmayıp herhangi bir somut bilgi ve veriye dayanmaksızın öğrenilen bilgilerin toplumda infial yaratılacak şekilde paylaşılması olduğu, bu bakımdan sanık müdafiinin yeniden tanık dinletilmesi taleplerinin reddine karar verilmesi karar verilmesi kamu adına talep ve mütalaa olunur.”

* * *

Savcılığa göre yüzlerce, binlerce kişi, “Bize yardım gelmedi, gelen yardım engellendi” dese bile bundan çok sayıda kişinin farklı tanıklık yapabilecek olması, suçun oluştuğunu gösteriyormuş… İnfial halindeki bir toplum, bu şekilde infiale getiriliyormuş…

Ankara 10. Asliye Ceza Mahkemesi, gerekçe bile açıklamadan bu görüşleri esas alarak Saçılık’ı suçlu buldu.

Önce bir yıl hapse mahkûm etti, ardından bu cezayı beş yıllığına erteledi. Saçılık, benzer biçimde bir eylemde daha bulunur, ola ki bir felaketle ilgili tepki gösterir, insanların iddialarını anımsatırsa verilen cezayı yatmak zorunda kalacak.

Ve elbette bu ceza sadece Saçılık’a verilmiş değil.

Karar gösteriyor ki İskenderun’da, Hatay’da, Maraş’ta, Adıyaman’da, “Gönderilen yardımlar engelleniyor, tek merkezden yardımların yapılması gerekçe gösteriliyor” diye haykıranların sesini duyurmak isteyen kim varsa suçlu sayılacak.

Gerçeğe aykırı bilgiyi alenen yaymak dedikleri, bizim onayımızdan geçmeyen hiçbir bilgiyi paylaşamazsın anlamına geliyor.

Bir “sus” emri bu aynı zamanda.

Gördüklerini, duyduklarını dillendirme emri…

Halkı infiale getirmenin bu olmadığı ortada.

Ve asıl infiale yol açanlara kimsenin dokunmadığı da…

* * *

Haftanın kitabı: “Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin”

Barış Bıçakçı, Türkiye’nin önemli yazarlarından biri. İlk kitaplarından bu yana “sıkı takipçi” olan okur sayısı çok fazla. Okurlarının uzun süredir merakla bekledikleri romanı, “Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin”, İletişim Yayınları’ndan bir süre önce çıktı.

Romanda şahsi bir ansiklopedinin, o ansiklopedinin oluşturulmasının hikayesini anlatıyor Bıçakçı… Elbette her zamanki gibi kapalı bıraktığı, ayrıntıya odaklanan, dar alanda paslaşan cümleleriyle…

“Barış Bıçakçı’dan ömür kadar kısa bir roman” diye tanıtılması boşuna değil romanın. Bıçakçı’nın diğer romanları için de aynı ifade zaten kullanılabilir. Son romanında ise yavaş yavaş yaşam bulan, başkalarından öğrenilmiş bilgilerle yazılan ansiklopedinin içerdiği kısa öykülere bir de aşk öyküsü arkadaşlık ediyor. Sosyal medyada zaten üzerine konuşuluyor kitabın ancak özellikle Bıçakçı’yı tanıyanlar için ansiklopediyi okumamak eksiklik olur. Arka kapak yazısındaki cümleyle söylemek gerekirse, “İnsanın kendi hayatının, avuntularının, esasen de bilmezliklerinin ansiklopedisi…” 

                                                           /././

Nobel Barış Ödülü sahibi Nadia Murad: BM IŞİD'i adalet önüne çıkarmakta başarısız oldu

Iraklı Ezidi Nadia Murad, IŞİD'in fiziksel ve cinsel şiddetini yaşadı.
                                    Iraklı Ezidi Nadia Murad, IŞİD'in fiziksel ve cinsel şiddetini yaşadı.

Stephanie Hegarty - BBC 100 Kadın

Münih’te bir mahkeme salonunda Nora, kendisini köle olarak satın alan, taciz eden ve beş yaşındaki kızını öldüren kişinin karşısında oturuyordu.

2015'te Nora ve Reda Irak’ta cihatçı IŞİD tarafından rehine olarak alıkonuluyordu.

IŞİD bir yıl önce, Ezidi azınlığına yönelik BM’nin “soykırım kampanyası” olarak nitelediği saldırılara başlamıştı.

Felluce’ye Almanya’dan giden IŞİD militanı Taha al-Cumaili ve karısı Jennifer Wenisch tarafından köle olarak “satın alınmışlardı.”

Temmuz’un sonuna doğru, beş yaşındaki Reda hastalandı ve yatağı ıslattı.

Ceza olarak Al-Cumaili küçük kızı dışarı çıkardı ve 50 derece sıcakta pencereye zincirledi.

Al-Cuamili ile karısı küçük kızı susuzluktan ölmek üzere terk ederken, içeride kilitli tuttukları annesinin elinden yalnızca izlemek geldi.

2021 yılında Wenisch savaş suçlarından yargılanan ve hüküm giyen ilk IŞİD üyelerinden biri oldu. Bir ay sonra Al-Cumaili de soykırımdan hükmü giydi.

İkisinin cezalandırılmasında da Nora’nın ifadesi etkili oldu.

“Bu mümkün, daha önce yapıldı” diyen Nobel Barış Ödülü sahibi Ezidi aktivist Nadia Murad, Nora’nın köyünden ve geçen 10 yıldır bu alanda adalet için mücadele ediyor.

Murad, “İnsanların [IŞİD] ve benzer ideolojiye sahip gruplar hakkında bilmedikleri, öldürülmenin onların umurunda olmadığı. Ama mahkemede kadınlar ve kız çocuklarıyla ile yüzleşmekten çok korkuyorlar” diyor.

“Ve onları bütün dünyanın önünde sorumlu tutmazsak, her zaman başka bir isimle geri gelecekler.”

2014 yılında IŞİD, Irak’ın kuzeyinin büyük bir kısmına el koydu ve dini ve etnik azınlıklara saldırdı.

Ancak inançlarından nefret ettikleri Ezidiler’e özel bir zulüm uyguladılar. Binlerce Ezidi erkeği, 12 yaşından büyük erkek çocukları ve ileri yaştaki kadınları öldürdüler. Binlerce genç kadın ile kız çocuğu seks kölesi olarak esir aldılar ve çocuk asker olmaları için erkek çocukların beyinlerini yıkadılar.

Onbinlerce IŞİD üyesinden 20’den azı, Almanya, Portekiz ve Hollanda'daki mahkemelerde savaş suçundan hüküm giydi. Irak’ta IŞİD üyeleri savaş suçlarından değil, terör suçlarından ceza aldılar.

Avrupa’da IŞİD üyelerinin mahkum edilmesinde, Unitad tarafından yürütülen yedi yıllık bir soruşturmanın yardımı oldu. Birleşmiş Milletler’in soruşturma birimi Unitad da, Nadia Murad’ın yardımıyla kuruldu ve milyonlarca delil topladı.

Ancak Eylül ayında Irak’ın BM ile ortaklığını sürdürmeyi reddetmesinin ardından soruşturma da sonlandı. Delillerin tamamı şimdi, New York’taki bir binadaki bir sunucuda bekliyor. Murad daha fazla kişinin mahkum edilmesi için neden siyasi bir irade olmadığını anlayamıyor.

Irak’ta kaç IŞİD mensubunun hüküm giydiği net değil, birçoğu terör suçlamalarıyla alıkonuluyor, ancak süreç şeffaf şekilde ilerlemiyor.

Ülkenin adaleti bakanı geçen sene, ortalama 20,000 kişinin terör suçlamalarıyla hapis cezasına çarptırıldığını, 8,000 kişinin de idam edildiğini söyledi ancak bunların kaçının IŞİD üyesi olduğunu açıklamadı.

Murad “Bu mağdurları kahrediyor” diyor.

Yezidiler 2024'te IŞİD'ın soykırımını andı.Yezidiler 2024'te IŞİD'ın soykırımını andı.

Murad’ın ailesinin çoğu da öldürüldü. Nora gibi o da esir tutuldu ve bir üyeden diğerine satıldı, tekrar tekrar tecavüze ve toplu tecavüze uğradı.

Kimse onu kurtarmaya kimse gelmedi, onu esir alan kişi kapıyı kilitlemeyi unutunca kaçabildi. Saatlerce yürüdükten sonra kapısını çaldığı onun IŞİD bölgesinden kaçmasına yardım etti.

“Yeğenlerim, arkadaşlarım ve komşularım hala oradayken ben hayatta kaldığım için suçlu hissediyordum” diyor Murad.

“Hayatta kalışımı hikayemi anlatma sorumluluğu olarak gördüm, insanlar [IŞİD] kontrolü altında gerçekten neler olup bittiğini bilsin diye.”

Açıkça konuşan Murad, Irak’ta cinsel şiddetle bağdaştırılan utancı reddetti. Tanıdığı birçok kadın lekelenmekten korumak için sessiz kalmaya çalışmış. Ancak Murad akrabalarını ve arkadaşlarını Unitad’a delil sunmaları için ikna etmiş.

Çalışmalarının çoğunluğu cinsel şiddet mağdurlarının haklarını korumayı hedefliyor. Geliştirdiği “Murad Kodu” isimli kılavuz mağdurların, soruşturmacılarla ya da gazetecilerle konuşurken neleri paylaşacaklarını kontrol etmelerine yardımcı oluyor.

“Cinsel şiddet ve tecavüz savaş bittikten çok uzun süre sonra sizinle kalan birşey. Sonsuza kadar kalıyor ve vücüdunuzda, zihninizde ve kemiklerinizde varoluyor,” diyor Murad.

Murad Irak devletinin soykırım mağdurlarını BM’nin yardımı olmadan nasıl ele alacağı konusunda kaygılı. Yakınlarının toplu mezarlardan çıkarılma yöntemi de endişesini artırdı.

IŞİD tarafından öldürülenlerin gömüldüğü yaklaşık 200 toplu mezar var. BM misyonunun yardımıyla açılan 68 mezardan 15’i Murad'ın köyündeydi.

Bu süreç artık Irak yetkililerinin elinde ve binlerce cansız bedenin yalnızca 150'sinin kimliği tespit edildi. Murad’ın sekiz erkek kardeşinden altısı IŞİD tarafından öldürüldü ama yalnızca ikisi için düzgün bir cenaze töreni yapıldı.

“Annem, yeğenlerim, diğer dört erkek kardeşim, kuzenlerim hepsi Bağdat’ta bir binada duruyorlar,” diyor Murad. “[Süreç] bir tür kapanış arayan birçoğumuz için acı verici derecede yavaş ilerliyor.”

Yakın geçmişte kimliği belirlenen bazı kurbanların akrabalarına Irak yetkilileri ulaşmayınca ailelerin Facebook üzerinden haberi olmuş.

Unitad’ın eski yöneticisi Christian Ritscher, BBC'ye bedenlerin kimliğinin tespit edilmesinin uzun ve zor bir süreç olduğunusöyledi. Ritscher, Unitad çok şey başarmış olsa da, soruşturmanın fazla erken sonlandığını düşünüyor.

Nadia Murad, BM ve diğer uluslararası kuruluşların en savunmasız olanları koruyamadığını söylüyor

Ezidi soykırımının onuncu yıldönümünde Murad’ın bu tür suçları önlemeyi hedefleyen, BM gibi kuruluşlara da sert birkaç sözü var.

“Bu uluslararası kuruluşlar insanları sürekli hayalkırıklığına uğratıyor. Savaşı önlemeyi başardıkları bir tek örnek verin, Irak olsun, Suriye olsun, Gazze ve İsrail, Kongo, Ukrayna olsun.”

“En savunmasız olanları korumaları gerekiyordu,” diyor Murad. “Kendi partileri ve siyasetleri için neyin daha iyi olacağı onları daha çok ilgilendiriyor.”

Murad, Gazze ve Lübnan’daki savaşların yayılmasından ve IŞİD kalıntısı grupların Ortadoğu’daki kaostan bir kez daha faydalanmasından korkuyor.

“[IŞİD] gibi bir ideolojiyi yalnızca silahlarla yenemezsiniz,” diyor Murad. “Birçoğunun hala serbest olduğunu ve cezasızlıkla kurtulduklarını biliyoruz.”

“Sessiz kalmayarak, suçu ve lekeyi üstlenmeyerek bir şekilde ifademi verdiğimi, adaleti bulduğumu hissediyorum."

"Ama hikayesini anlatmayan kız kardeşlerim, yeğenlerim, arkadaşlarım ve mağdur kardeşlerim için acı çok gerçek. Ve bu travmayı da yalnızca adalet iyileştirebilir.”

                                                       /././

Kadına hakkını verip canını alan erkek dünya -Mine Söğüt-

Kadına bu dünyada yer arıyoruz ve sadece testosteron enerjisiyle biçimlenen kadim tarihin zehrini yeni nesillerin zihnine eski verilerle aktarmaya devam ediyoruz. Çünkü; bizim için kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanmalarının haber değeri var ama yüzyıllar boyunca bu hakka sahip olmamalarının haber değeri yok.

Fransa ve İtalya’dan on bir, Romanya’dan on iki, Bulgaristan’dan on üç, Belçika’dan on dört, İsviçre’den otuz altı ve Suudi Arabistan’dan da tam seksen bir yıl önce 1934 yılında bu topraklarda kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi.

Peki bu hakkı onlara kim verdi?

Erkekler.

Hem de sayıları her dönem nüfusun ortalama yarısını oluşturduğu halde, uygarlık tarihini tek başına yazan ve tüm hakları binlerce yıl tekelinde tutan erkekler…

Halkın mecliste oy verme ve fikrini söyleme hakkı ilk kez bundan 26 yüzyıl önce Atina’da kazanıldı. O hakkı da zengin ve erkek muktedirler yeni yeni şekillenen demokrasi kavramı çerçevesinde sadece kendileri gibi zengin ve soylu diğer erkeklere bahşederek iktidar üzerinde onların da kısmen söz hakkı olmasına izin verdiler.

30 Ekim 1930'da Türkiye'de kadınlar ilk kez belediye seçimlerinde oy kullandı

Bu yüzyıllarca böyle devam etti. Zamanla oy kullanan soylu ve zengin erkeklere sıradan ve fakir erkekler de katıldılar ama zengin ya da fakir hiçbir kadın seçme ve seçilme hakkının yanına tam 25 yüzyıl boyunca yaklaşamadı.

Bu süreçte her alanda başarılı ya da başarısız erkeğin arkasında, yanında ya da ayağının altında durdular.

Erkeklerin tasarladığı dünyaya onların öngördüğü anlayışlara göre yetiştirilen kızlar ve erkekler doğurdular.

Aralarından çeşitli vesilelerle tek tük sıyrılan ve erkek işine soyunan kadınlar çıktıysa da emsal teşkil etmediler, dünyayı değiştirmediler.

Kadınların seçme ve seçilme hakkından ve daha birçok hakları olduğundan ancak 19’uncu yüzyılın sonlarına doğru konuşulmaya başlandı. Ve nihayetinde erkekler kadınlara da seçme ve seçilme hakkı vermeye ikna oldular.

25 yüzyıl boyunca iktidar sistemlerine hukuken yaklaştırılmayan, annelik ve eşlik dışında başka hiçbir alanda güç sahibi olmalarına izin verilmeyen kadınlar, erkek aklıyla inşa edilmiş binlerce yıllık bir dünyada sadece son yüz, yüz elli yıldır seslerini çıkarabiliyorlar.

Ve çıkardıkları sesin bile aslında tamamen kendilerine değil daha çok bu erkek dünyaya ait olduğunu çoğu zaman fark etmiyorlar.

Sadece seçme ve seçilme hakkı değil neredeyse tüm haklar uygarlığın en başından beri erkeklerin elindeydi.

İçinde yaşadığımız bu dünyayı en başından beri her şeyiyle tek başına erkek aklı ve erkek erki dizayn etti.

Gelmiş geçmiş dinlerin hemen hemen her türlüsünde, hele hele tek tanrılılarında sadece erkek zihninin imzası var.  

Mevcut politika külliyen erkek enerjisinin marifeti.

Felsefe, sosyoloji ve psikoloji baştan sona erkek zihninde şekillendi.

Edebiyat, şiir, sinema, tiyatro, mimari hep erkek işi.

Sanat tarihi külliyen erkek marifetleriyle yazıldı.

Ekonominin, endüstrinin, bilimin, teknolojinin tüm mimarları erkekler.  

Ne yiyeceğimizden ne giyeceğimize, nasıl yaşayacağımızdan nasıl sevişeceğimize, nasıl savaşacağımızdan nasıl barışacağımıza, nasıl konuşacağımızdan nasıl düşüneceğimize, nasıl doğacağımızdan nasıl öleceğimize kadar her şey en başından beri dünya nüfusunun yarısının aklıyla sistemleştiriliyor.

Üremede erkeğin de payı olduğu fark edildikten sonra sadece erkek soyunu sürdürmekle mühürlenen kadının, ne zaman hangi koşullarda nasıl bir özgürlüğe sahip olacağına da haliyle binlerce yıldır kadınlar dahil herkes külliyen erkek aklıyla inşa edilmiş bir düşünce sistemi içinde akıl yürütüyor.

Çeşitli alanlarda başarılı olan kadınların artık parmakla gösterilmeyeceği ve cinsiyetlerin altının çizilmeyeceği bir dünya yaratmanın peşinde değiliz.

Hâlâ kadına bu dünyada yer arıyoruz ve sadece testosteron enerjisiyle biçimlenen kadim tarihin zehrini yeni nesillerin zihnine eski verilerle aktarmaya devam ediyoruz.

Çünkü;

Bizim için kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanmalarının haber değeri var ama yüzyıllar boyunca bu hakka sahip olmamalarının haber değeri yok.

Kadınlara çeşitli yasal hakların ne zaman ve nasıl tanındığını önemsiyoruz ama onca zaman neden ve nasıl tanınmadığını tartışmıyoruz.

Tanrıların erkek olduğuna külliyen iknayız.

Nüfusun sadece yarısının aklıyla şekillenen bir dünyada mevcut düzeni kökünden söküp, yerine gerçekten eril ve dişil aklın ortaklığıyla yenisi kurmak için bir heves taşımıyoruz.

Kadın haklarını erkek aklıyla korumaya çalışıyoruz.

Bu yüzden de kadının hikayesini yüz yıldır hala “verilen haklar ve alınan canlar” kısır döngüsünden çıkartamıyoruz.

* * *

Seçme ve seçilme hakkı olan ama “olduğu gibi” özgürce yaşama hakkı olmayan kadınlarla anca bu kadar döner bu dünya.

                                                                /././

Evrensel "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -4 Aralık 2024-

TİS’e yanaşmayan Betek Boya patronu işten atmalara başladı

Gebze’deki Betek Boya’da çalışan işçiler, patronun toplu sözleşme masasına oturması için eylemlerine devam ederken, Betek Boya patronu, küçülme bahanesiyle işten atmalara başladı.(https://www.evrensel.net/haber/535926)

                                                                     ***
Sadaka değil toplu sözleşme: Hitachi işçileri MESS’in sefalet zammına karşı bugün greve çıktı

Birleşik Metal-İş üyesi işçiler TİS görüşmelerinde MESS’in hedeflenen enflasyon üzerinden yaptığı yüzde 36.5’liz zam teklifini kabul etmedi. Bugün Hitachi Energy’de grev başladı.(https://www.evrensel.net/haber/535899)

                                                                  ***
Cengiz ormanı katlederken insan yaşamını da hiçe sayıyor!-Özer Akdemir-

Cengiz Holding Kaz Dağlarındaki maden faaliyeti için bir milyon ağacın kesilmesini protesto eden köylülerin ve yaşam alanı savunucularının hayatını hiçe sayarak çalışmalara devam ediyor.(https://www.evrensel.net/haber/535921/cengiz-ormani-katlederken-insan-yasamini-da-hice-sayiyor)

                                                                       ***
28 Şubat yaşıyor, yaşatılıyor!-Nuray Sancar-

28 Şubat 1997’de yapılan MGK toplantısında öncelikli güvenlik sorunu olarak irtica tespit edilmişti. Bu toplantıdan sonra ordu, medya ve bürokrasi teyakkuz haline geçmiş ve Çiller-Erbakan Hükümeti devrilmişti. Çevik Bir demokrasiye balans ayarı yaptıklarını, Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu da 28 Şubat’ın 1000 yıl süreceğini söylüyordu. Generallerin yoğun medya bombardımanıyla gerçekleştirdikleri ‘postmodern darbe’si, yapanların düşündükleri gibi sürmedi ama beş yıl sonra RP’den kopanların kurduğu ve başına Tayyip Erdoğan’ın bulunduğu hükümetler dizisi için 28 Şubat, pergelin bir ayağının yerleştirildiği rövanş odağı haline geldi. 28 Şubat’ın generalleri yıllar sonra darbecilikten tutuklanarak 1000 gün hapsedildiler.

28 Şubat bugün hâlâ iktidarın yönelim ve söylemlerini düzenleyen bir referans noktası olarak yaşıyor, yaşatılıyor. 27 yıl önce gerçekleşen bu askeri-siyasi olaya göndermeler yapılarak milli güvenlik öncelikleri belirleniyor ve buna göre toplumsal ve siyasal ilişkiler dizayn ediliyor.

Erdoğan geçen hafta Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından düzenlenen 7. Din Şûrasında yaptığı konuşmada televizyon dizilerini eleştirerek “Tek tük istisnai örneklerden bütün dindarlara hakaret edilmekte, vakıflar, dernekler, tarikatlar linç edilmekte, din ve dindarlar yıpratılmaktadır. Sarıklı, sakallı, başörtülü, çarşaflı, cübbeli vatandaşlarımıza ahlaksızca saldırılmakta, itibar suikastları düzenlenmektedir. 28 Şubat dönemindeki gibi belli toplumlarımız adeta öcü gibi gösterilmekte, tahrik edilmektedir. Buna sessiz kalmamız mümkün değildir” diye konuştu. Bu konuşmanın ardından RTÜK kanallara ceza yağdırdı.

***

Erdoğan her zaman milli değerlere saldıran kesimler tarif etmiştir. Devralınmış 28 Şubat üslubu bir dizi konum ve durumun milli güvenlik kalemi olarak sınıflandırılmasında da bolca kullanıldı. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı atan teğmenlerin eyleminde ordu içindeki darbeci eğilimleri, Kürt siyasi hareketinde bölücülüğü, LGBT’de aile yıkıcılığını, laiklikte din düşmanlığını, İsrail’e ticaret yapılıyor diyenlerde vatan millet düşmanlığı gören iktidar aklı şimdi yine bir seferberlik halinde ve halkı da kendi açtığı cephelere dahil olmaya davet ediyor.

Ne var ki sürekli düşman üretim ve icadı sırf politik hedeflerle, oy kaynaklarının teminiyle sınırlı bir amaç taşımaz. Maddi kaynakların, hazinedeki birikimin, toplumun ortak zenginliklerinin kimlere doğru akacağının, kimlerin dünya nimetlerinden yararlanacağının da kapalı zarf ihaleyle tayininde elverişli bir yöntemdir bu. Yandaş sermayeye akan teşvikleri, özelleştirilen kurumların kime devredildiğini, devlet sermayesinin hangi ihalelerle dağıtıldığını; böylece hep kazanan kesimleri hep kaybeden emekçilerin gözünden saklar. Milli güvenlik sorunu diye adlandırılan şey de, bu bölüşüm sisteminin bekasını tehdit eden karşı çıkışların bertaraf edilmesi sorunudur esas olarak.

Belediyelerin açtığı kreşleri diline dolayan iktidar Menzil tarikatının açtığı, reklam görsellerinde küçük kız çocuklarının başörtülü gösterildiği sıbyan okullarına izin vermiştir örneğin. Çünkü tarikatlar iç cephenin ‘muhtaç olduğu kan’ı biteviye pompalamak üzere ağacı yaşken eğmekle görevlendirilen ‘STK’ muamelesi görürler. Öğrenci yurtları, dershaneler, yatakhaneler ve giderek MEB okullarında eğitmenlikler sakallı, cübbeli şahıslara açılmıştır. Yeni nesil bu tercihli özelleştirmeler ortamında yetiştiriliyor; iktidara biat eden kullar ordusundan oluşan ucuz emek kaynağı yapılandırılıyor.

Orduyu, siyaseti, medyayı ve halkı dizayn etmek için bitimsiz bir kaynaktır 28 Şubat. Sayesinde ‘mukaddes değerlerimizin’ taşıyıcı kolonu olarak kendini tanımlayan iktidar, ‘gerektiğinde 15 Temmuz’da can verenler’in tayin edici kuvvetinin güçlendiğinden emin olmak ister. Kısacası bütün millet, ama zorla ama gönüllü, AKP’nin askeri haline gelsin 28 Şubat’ın gölgesinde kılıçlarını çatsın!

Bir yandan kayyımlar atayarak yerel yönetimlere darbe yaparak karşıtına benzerken 28 Şubatlardan hâlâ korkmak işin doğasındadır. Bu yüzden de “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı atan teğmenlerin tetiklediği travma ölçüsüzdür.

***

Son durum şudur; düşman cephesinin iflah olmazları yani bölücüler, cinsel sapkınlar, aile düşmanları, vatan hainleri, cehapeliler, solcular, komünistler, sekülerler, elitler, kızılcık Şerbeti, Kızıl Goncalar, başı açıklar, şiddete karşı çıkan kadınlar, Mustafa Kemal’in askerleri, doğa ve çevre savunucuları, grevdeki işçiler, gazeteciler, kayyıma karşı çıkanlar, kent lokantaları, ötekiler berikiler ve ön önemlisi şeytani ‘birileri’… yine hedefte. Milli güvenlik sorunu olarak görülen kesimler ve pratikler parça pinçik haliyle yine aynı çuvalda cepheleştirildi.

Şimdi Erdoğan, ‘birileri’ diye andığı çeşitli kesimlerin toplamını İslamsız Türklük ve Kürtlük peşinde olmakla suçluyor. Bu tespitten güç alan tarikat ve cemaat mensuplarının “şeriat isteriz” sloganları ise her yandan yankılanıyor. “Kendi icat ettiğin laikliği bana dayatamazsın” diyen Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in cüreti eski devlet laikliğinin pratik bir devlet dinine doğru epey yol aldığına, alacağına işaret ediyor. Irak ve Suriye’de kafa kesen, kadınları kafesler içinde pazarlayan IŞİD’in yöneticisi Halit Bayancuk’un Akit TV’ye çıkarılmasıyla iç cephenin şekillenmesindeki bir eşik de aşılmış oldu. Ortadoğu’ya ve iç dizayna biçilen kumaş IŞİD zihniyetini de içererek desenlendirilmiştir.

Bu ülkede milli güvenlik sorunu değil halkın güvenliği sorunu oluşmuştur. “Ya bana biat edeceksin ya da sonun kötü olur” mesajının her gün verildiği kritik bir dönüm noktasında eski tutarsız laiklik de düşman kategorisinde. Bu dünyayla ilgili talepleri törpülenmeye çalışılan kuşağın; bölüşümden aslan payını alan kapitalistlerin, vurguncuların ve rantçıların dünyalığı için içeride ve Ortadoğu’da  seferber olabilmesi için iktidar uydurma bir mukaddesatı toplumun damarlarına enjekte etmeye çalışmaktadır. Tehlikeli olan budur.

                                                           /././ 

Öne Çıkan Yayın

"Gündem" -21 Haziran 2025-

Ankara'da lityum fabrikasında gaz sızıntısı: 2 işçi öldü, 3 işçi yaralandı!-Birgün- Ankara'nın Polatlı ilçesinde bir fabrikada boru ...