ADALET, HUKUK -2 Ocak 2025-

 

Adaletsizlikler yılıydın 2024 -Aziz Çelik/Birgün-

2024, boş tencerenin siyaseti etkilediği, kemer sıkmanın emekçiyi zorladığı bir sene olarak hafızalara kazındı. Yasaklar ve düşük ücret politikası da emek dünyasını daha da karanlık bir tabloya sürükledi.

21. yüzyılın ilk çeyreği bitiriyoruz. 2024 bir yandan da cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk yılıydı. 2024 emek dünyası açısından nasıl bir yıldı? 2024 bir adaletsizlikler yılı oldu, adaletsizliklerin arttığı bir yıl oldu. Kuşkusuz bileşik kaplar misali sosyal adaletsizliklerin, sosyal-sınıfsal sorunların da arttığı bir yıl oldu.

BOŞ TENCERENİN AHI YILI

2024 boş tencerenin ahının siyasal iktidarı tuttuğu bir yıl oldu. Sık sık tekrarlanan halktan umudu kesme tekerlemelerinin sonunun geldiği bir yıl oldu 2024. 22 yıllık AKP iktidarının en zor yıllarından biriydi. Genel seçimleri kaybettikleri 2015 yılını saymazsak AKP uzun iktidar döneminin en zor yılını yaşadı. 31 Mart 2024 seçimlerinde büyük şehirlerde ciddi bir yenilgi alarak ikinci parti durumunda düştüler.  AKP iktidarı toplumsal meşruiyetini ciddi biçimde kaybetti. Dahası 2024 hükümetin uyguladığı ekonomi politikalarının dibe vurduğu yıl oldu. Bir yandan ülkeyi dünyanın en yüksek enflasyona sahip birkaç ülkesinden biri haline getirirken öte yandan enflasyonun faturasını halka yıkacak kemer sıkma politikalarını pervasız biçimde uyguladılar. Ancak 2024 uzunca bir aradan sonra, tıpkı 1991-1992 ve 2002 yıllarında olduğu gibi boş tencerenin seçimlerin kaderini belirlediği bir yıl oldu.  Boş tencerenin siyasal bir bedel ödettiği yıl olarak anılacak 2024. Ancak AKP 31 Mart 2024 yenilgisine rağmen “nasılsa uzunca bir süre seçim yok” rehavetiyle “kemer sıkma” politikalarını sertleştirerek uygulamaya devam etti.

KEMER SIKMA YILI

Türkiye 2024 yılını dünyada enflasyon verisi toplanan 195 ülkenin 190’ından daha yüksek enflasyona sahip bir ülke olarak yaşadı. Türkiye halen OECD ülkeleri ortalamasının 10 katından fazla enflasyona sahip. Türkiye en yakın rakibinden 40-45 puan daha yüksek enflasyona sahip.

2024 dünyanın kuzey yarıküresinde Türkiye’nin enflasyon şampiyonluğunu devam ettirdiği bir yıl oldu. Türkiye enflasyonda OECD ve Avrupa ve Asya şampiyonu. Kuzey Afrika’dan daha yüksek enflasyona sahip. Dünya ortalamasının 9-10 katı enflasyona sahip. 195 ülke içinde Türkiye’de daha yüksek enflasyona sahip sadece 4 ülke var.

Türkiye yüksek enflasyon yanında enflasyon ölçümleri konusunda da ciddi kuşkuların olduğu bir ülke. 2024’te bu tuhaflık devam etti. Veri derleme kurumu TÜİK en az güvenilen kurumlar arasında. TÜİK 2024’te kesinleşmiş yargı kararlarına rağmen enflasyon verilerinin ayrıntılarını, madde fiyat listesini açıklamamakta direndi.

2024 yılı yüksek enflasyon karşısında kemerlerin iyice sıkıldığı bir yıl oldu. Hükümet enflasyonla mücadele programının temelini sıkı para politikasına, kemer sıkmaya dayandırdı. Talebi düşürmek için ücret ve diğer emek gelirlerini baskılamaya başladılar. Emek gelirleri artışında resmi enflasyon değil ne idüğü belirsiz hedef enflasyona göre ücret zamları dayatılmaya başlandı. “Yerli ve milli” olmakla övünenler en pespaye neoliberal programı uygulamakta ısrar etti.

17 BİN TL’YE MAHKÛM ETME YILI

2024 yılına damgasına vuran konulardan biri asgari ücret oldu. Yılın başında 17 bin 2 lira olarak saptanan asgari ücret bütün talep ve ısrarlara rağmen ve yüksek enflasyona rağmen temmuz ayında tekrar artırılmadı. 2022 ve 2023 yıllarında yılda iki kez artırılan asgari ücret 2024 yılında artırılmadı. Milyonlarca çalışan bütün bir yılı 17 bin lira ücretle geçirmek zorunda kaldı, 17 bin lira ile yaşamaya mahkum edildi. Türkiye’de asgari ücretin yaygınlığı nedeniyle ortalama ücret düzeyindeki artış da sınırlı kaldı.  Ücretlerin artan fiyatların arkasından yetişememesi yüzünden pahalılık arttı ve yaşam standartları yıl içinde ciddi biçimde düştü. Asgari ücretli çalışanın yıl boyunca kaybı 55 bin lirayı buldu.  Siz bunu 8-9 milyonla çarpın emeğin kaybının bir kısmını bulmuş olursunuz.

Hükümet asgari ücretle çalışanların yaşadığı bu büyük kayıp karşısında kemer sıkma ısrarını sürdürdü. 2025 yılı asgari ücreti uluslararası ve yerli büyük sermaye çevrelerinin isteğine uygun olarak yüzde 30’dan fazla artırılmadı. Yıl sonu resmi enflasyonu yüzde 45’in üzerinde beklenirken. 12 aylık ortalamalara göre enflasyon yüzde 60’ın üzerinde iken, yeniden değerleme oranı yüzde 44 iken asgari ücret sadece yüzde 30 artırıldı. Böylece enflasyonun yükü ücretlilere yıkılmış oldu.

EMEKLİLERLE DALGA GEÇME YILI

Emekliler 2024’e damgasını vuran toplumsal kesim oldu. İşçilerden sonra en büyük toplumsal grup olan emekliler 31 Mart 2024 seçimlerinde tayin edici bir rol oynadılar. AKP döneminde izlenen politikalar ve yasal değişiklikler nedeniyle emekliler büyük kayba uğradı. Bu kayıplar özellikle başkanlık rejimi sonrasında daha hızlı arttı. Bilindiği gibi AKP emeklilerle dalga geçercesine 2024 yılını “emekliler yılı” ilan etti. AKP emeklilerin mali durumunu düzeltmek ve emekli aylıklarını iyileştirmek yerine emekliler için hiçbir anlamı olmayan sözde bazı indirim kampanyalarını gündeme getirdi. Emekliler 2024 yılını 12 bin 500 TL en düşük emekli aylığı ile kapatıyor. Ancak emekli aylıklarında da tıpkı asgari ücret gibi dibe doğru yarış devam ediyor. En düşük emekli aylığı 12 bin 500 TL’ye tamamlanırken ortalama emekli aylığı da 14 bin 500 ile 15 bin lira arasında. Emekliler yılında bir başka tuhaflık ise 2024 emeklileri ile 2025 ve sonrasında emekli olacakların aylıkları arasındaki tuhaf fark oldu. AKP tarafından çıkarılan 5510 sayılı yasadaki bir hüküm nedeniyle 2024 yılının ikinci yarısında emekli olanlar sonraki 5-6 yıl boyunca emekli olacaklardan yaklaşık yüzde 30 daha fazla aylık alacaklar. 2025 sonrası emeklileri bir ciddi kayıpla yüz yüze. Hükümet bütün taleplere rağmen bu yönde adım atmadı. 2024 emekliler için adaletsizliğin arttığı bir yıl oldu. 2024’e damgasını vuran bir diğer gelişme ise emeklilikte adalet ve emeklilik yaşı için kademeli geçiş talebi oldu. Tıpkı EYT hareketi gibi “emeklilikte adalet” hareketi ortaya çıktı.

SAZAN SARMALI YILI

2024 yılı emekle ilgili konularda siyasal iktidarın sık sık sazan sarmalına başvurduğu bir yıl oldu. Sazan sarmalı konudan bihaber vatandaşa karşı organize aldatma süreci demek. Hükümet çalışanların hakları, ücretler, maaşlar ve emekli aylıkları söz konusu olduğunda sık sık sazan sarmalına başvurdu ve halkı aldatmaya çalıştı. Bunlar arasında en popüler olanı 2023 yılında yapılan EYT düzenlemesinin bütçeye büyük yük getirdiği iddiası oldu. Bir diğer sazan sarmalı ise enflasyon ve ücretler konusunda yaşandı. Hükümet enflasyonun sebebinin ücretler ve talep olduğunu vaaz etti. Dahası yurttaşların bir bölümü “yeter ki fiyatlar artmasın ücretlere zam olmasa da olur veya enflasyon düşsün de bize zam yapılmasın” deme noktasına getirildi. Sazan sarmalının en büyüğü ise “kaynak yok, para yok” safsatası oldu. Kamu harcamalarını kısmanın, asgari ücreti artırmamanın, emekliye düşük zam vermenin gerekçesi “kaynak yok” oldu.  Oysa sorun kaynak değil, tercih sorunuydu. Kaynak vardı ama kaynağın adil bölüşümü istenmiyordu. Halka daha az kaynak ayrılsın isteniyordu. Bunun için devleti adeta bir şirket gibi yönettiler. Devletin adeta bir şirket gibi yönetilmesi gerektiği safsatasını yaydılar.

HAK ARATMAMA YILI

2024 yılı önceki pek çok yıla benzer şekilde çalışanların hak arama girişimlerinin zorla bastırıldığı bir yıl oldu. Sendikalaşıp işten çıkarılan işçiler, insanca şartlarda yaşamak isteyenler, ücret artışı ve daha iyi çalışma koşulları isteyenler karşılarında kolluk kuvvetlerini buldular. Sayısız örnekten bir kaçını hatırlatmak yeterli olur sanırım.

1 Mayıs işçi bayramını kutlamak isteyenler tarihi Saraçhane meydanında engellendi. Yürümek isteyenler tarihi surların önünde zorla engellendi. Ancak işçilerin bayramlarını Taksim’de kutlamasını engelleyen İstanbul Valiliği tarihi Galata köprüsünü hükümet yanlısı gruplara miting yapmaları için açtı. Hak arayan Polonez işçilerine karşı sistematik bir polis şiddeti uygulandı. Kolluk kuvvetleri adeta işverene kol kanat gerdi. 2024 yılında Polonez işçilerine yapılana benzer çok sayıda engelleme ve sor kullanımı yaşandı. 2024 yılının en simgesel hak ihlali ise DİSK Birleşik Metal-İş üyesi metal işçilerinin grevinin sözde milli güvenlik bahanesiyle yasaklanması oldu. Yoksullaşmaya ve pahalılığa karşı Anayasal haklarını kullanan işçiler bu kez de karşılarında hükümeti buldu. Hükümet bir yandan izlediği ekonomi politikaları ile emekçileri yoksullaştırırken öte yandan hak aramalarını engelledi.

Bütün okurlara ve BirGün emekçilerine sağlıklı ve umutlu bir sene diliyorum.

                                                                   /././

Depremin üzerinden 23 ay geçti: Sorumluluğu olan 16 sanık hâlâ yakalanamadı!-Birgün-

Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depremlerinin üzerinden 23 ay geçti ancak yıkılan ve yüzlerce yurttaşın hayatını kaybetmesine neden olan binalarda sorumluluğu olan 16 sanık yakalanamadı, hâlâ aranıyorlar. İşte aranan o isimler...

Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depremlerinin üzerinden 23 ay geçerken, depremde yakınlarını kaybeden ailelerin adalet arayışı sürüyor. Depremde yıkılan ve yüzlerce vatandaşın hayatını kaybetmesine neden olan binalarda sorumluluğu olduğu tespit edilen 16 sanık yakalanamadı.

6 Şubat depremlerinde en az 53 bin 537 kişi hayatını kaybetti, 107 bin 204 kişi yaralanmıştı. Depremler sırasında 11 ilde toplam 518 bin konutun yıkıldığı açıklanmıştı.

Yıkılan binaların yapımında ve yıkımında sorumluluğu bulunanlar hakkında  soruşturma ve dava süreçleri hala devam ediyor. Depremde yakınlarını kaybeden aileler de, adalet arayışlarını sürdürüyor.

Depremde yıkılan ve yüzlerce kişinin ölümüne neden olan binaların yapımında sorumluluğu olan ama aradan geçen 23 ayda henüz yakalanamamış 16 sanık aranıyor.

Depremde yıkılan binalar ve aranan sanıklar şöyle:

Rönesans Rezidans: Hatay'ın Antakya ilçesinde 269 kişinin hayatını kaybettiği Rönesans Rezidans'ın statik proje sorumlusu, şantiye şefi ve şirket ortağı Hüseyin Yalçın Coşkun aranıyor. Coşkun için kırmızı bülten çıkarıldı ancak yakalanamadı.

Emlakbank Konutları: Hatay'ın Antakya ilçesinde 169 kişinin hayatını kaybettiği Emlakbank 1. Etap Konutları'nın sanıklarından Aytaç Kınay halen aranıyor. Kınay hakkında yakalama kararı çıkartıldı ancak bulunamadı.

Farklı Yaşam Rende Sitesi: Hatay'ın Antakya ilçesinde 121 kişinin hayatını kaybettiği Farklı Yaşam Rende Sitesi'nin müteahhidi Fevzi Yılmaz ve yapı sahibi Hülya Rende, hakkında yakalama kararı çıkarılmasına rağmen yakalanamadı.

Buket Apartmanı: Hatay'ın Antakya ilçesinde 94 kişinin yaşamını yitirdiği Buket Apartmanı'nın şantiye şefi Egemen Yiğit de hakkında yakalama kararı çıkarılmasına rağmen yakalanamadı.

Üzümkent Sitesi: Adıyaman'ın Besni ilçesinde 83 kişinin hayatını kaybettiği Üzümkent Sitesi'nin sanıklarından Ahmet İşitmen de aranıyor. İngiltere'de olduğu tespit edilen Ahmet İşitmen hakkında yakalama kararı çıkartıldı.

Yukarı Şehir Kooperatif Evleri: Adıyaman'ın Besni ilçesinde 80 kişinin yaşamını yitirdiği Yukarı Şehir Kooperatif Evleri'nin müteahhidi olan eski AK Parti Besni Yönetim Kurulu üyesi Şükrü İşitmen önce "samimi beyanları" nedeniyle adli kontrol kararıyla tahliye edildi. İtirazlar üzerine 22 Ekim'de Şükrü İşitmen'in yeniden tutuklanmasına karar verildi. Ancak İşitmen'in kayıplara karıştığı anlaşıldı. İşitmen hakkında yakalama kararı çıkartıldı.

Sueda Kent Sitesi: Adıyaman'ın Merkez ilçesinde 65 kişinin yaşamını yitirdiği Sueda Kent Sitesi'nin şantiye şefi ve statik proje mesul Ömer Yılmaz hakkında yakalama kararı çıkartıldı ancak bulunamadı.

Furkan Apartmanı: Gaziantep'in Nizip ilçesinde 51 kişinin hayatını kaybettiği Furkan Apartmanı'nın müteahhitleri Hasan Hüseyin Sever ve Abdullah Devrim Sever halen aranıyor. Sever kardeşler için kırmızı bülten çıkarıldı ancak yakalanamadı. Abdullah Devrim Sever, AK Parti'den 2018 yılında Gaziantep milletvekilliği, 2019 yılında ise Nizip Belediye Başkanlığı için aday adayı olmuştu.

Sami Bey Apartmanı: Adana'nın Çukurova ilçesinde 40 kişinin yaşamını yitirdiği Sami Bey Apartmanı'nın müteahhitleri Abdullah Aybaba ile kızı Eda Aybaba Çelik bulunamadı. Sanık baba-kızın yurt dışına kaçtığı tespit edildi ancak baba-kız yakalanamadı. Adana 4. Ağır Ceza Mahkemesi, sanık Eda Aybaba Çelik'in yakalanarak Türkiye'ye iade edilmesi için İngiltere yetkili adli makamına yazı gönderdi, henüz bir gelişme yaşanmadı.

Ezgi Apartmanı: Kahramanmaraş'ın Onikişubat ilçesindeki Ezgi Apartmanı'nın yıkılması sonucu 35 kişi yaşamını yitirdi. Haklarında "Olası kastla kasten öldürme ve yaralama" suçlarından 876 yıl 6'şar aya kadar hapis istemiyle iddianame düzenlenen ve 479 gündür de bulunamayan, Kervan Pastanesi'nin sahipleri Sami Kervancıoğlu ve Mustafa Pekel hâlâ yakalanamadı.

Kavak Apartmanı: Gaziantep'in Nurdağı ilçesinde 26 kişinin yaşamını yitirdiği Kavak Apartmanı'nın şantiye şefi Serdar Çelebi Köse, hakkında yakalama kararı çıkartılmasına rağmen bulanamadı.

Gözde Apartmanı: Gaziantep'in İslahiye ilçesinde 25 kişinin yaşamını yitirdiği Gözde Apartmanı'nın sanıklardan Kamil Çöçeli, hakkında yakalama kararı çıkartılmasına rağmen bulanamadı.

                                                                   ***

Ali Yerlikaya’nın "Gereği yapıldı" dediği isim Ülkü Ocakları yöneticisiyle poz verdi!-Birgün-

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın tutuklanıp cezaevine gönderildiğini açıkladığı Ak Gençlik Ocakları Genel Başkanı Ferhat Aydoğan, Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı ile görüştü.

İçişleri Bakanı Yerlikaya’nın, "Gereği yapıldı" notuyla polislerin kafalarına bastırdığı videoyu paylaştığı ancak 2 ay sonra serbest kalan Ak Gençlik Ocakları Genel Başkanı Ferhat AydoğanÜlkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı ile görüştü.

Ak Gençlik Ocakları Genel Başkanı Ferhat Aydoğan ile kendisini Aydoğan’ın Özel Kalem Müdürü olarak tanıtan Ergin Vançin’in İçişleri Bakanlığı adına sahte kartlar bastırdığı ortaya çıkmıştı. Bakanlık logolu sahte kartlarla Aydoğan ile Vançin’in kendilerine koruma zırhı yaratmaya çalışması gündem olmuştu.

Tepkilerin ardından “Gereği yapıldı” başlığıyla 12 Temmuz 2024 tarihinde açıklama yapan İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Aydoğan ile Vançin’in tutuklandığını açıkladı. Yerlikaya, "11.07.2024 tarihinde Sosyal Medya Platformu üzerinden İçişleri Bakanlığımızı etiketleyerek paylaşılan ihbar sonucu, İçişleri Bakanlığımızın ismi kullanılarak kimlik kartları düzenlenmiş olduğu tespit edilmiştir" ifadelerini kullandı.

Yerlikaya, şöyle devam etmişti:

"Adana İl Emniyet Müdürlüğü ekiplerimizce ihbarın değerlendirilmesi üzerine yapılan çalışmalar sonucu; E. V. ve aynı araç içerisinde bulunan F. A. adlı şüpheliler suça konu kartlarla birlikte yakalanmıştır. Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca şahıslar hakkında Nitelikli Dolandırıcılığa Teşebbüs, Belgede Sahtecilik ve Nüfuz Ticareti suçlarından soruşturma açılmış, çıkarıldıkları mahkemece tutuklanmıştır. Devlet kurumlarının adını kullanarak dolandırıcılık yapan ve imtiyaz sağlamaya çalışanlara, suç odakları ve suçlulara göz açtırmayacağız."


İKİ AYDA SERBEST KALDILAR

Ancak Aydoğan ile Vançin’in yaklaşık iki ay sonra Adana Suluca Cezaevi’nden tahliye edildiği öğrenildi.

Aydoğan şimdi de sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı ile görüştüğünü açıkladı. Aydoğan, “Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı, değerli hemşehrim Lütfü Nebioğlu ile Balgat’ta bulunan Selçuklu Nargile’de bir araya geldik. Ziyaretin anısına kendisine bir onur plaketi takdim ettim. Ülkü Ocakları’nın çalışmalarına destek olmaktan gurur duyuyorum” ifadelerini kullandı.

https://www.birgun.net/haber/geregi-yapildi-sovu-iki-ay-surdu-566484

                                                                 ***

Barış Terkoğlu: MHP'ye yakın savcı, Sinan Ateş ve Ayhan Bora Kaplan davalarını araştıran gazeteciler hakkında "çalışma" başlatmış -T24-
Cumhuriyet yazarı Barış Terkoğlu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nda görevli MHP'ye yakınlığıyla bilinen bir savcının, Sinan Ateş ve Ayhan Bora Kaplan  davalarıyla ilgili haber yapan gazeteciler hakkında "çalışma" başlattığını yazdı. "Bir soruşturmaya benzeyen 'çalışma', savcıların kaydetmek zorunda olduğu UYAP sistemine girilmemiş" diyen Terkoğlu, "Haliyle resmi olarak bir soruşturmaya dönmemiş. Ama bir 'soruşturma çalışması' olarak savcının arşivinde bekliyormuş" ifadelerini kullandı. (https://t24.com.tr/haber/baris-terkoglu-mhp-ye-yakin-savci-sinan-ates-ve-ayhan-bora-kaplan-davalarini-arastiran-gazeteciler-hakkinda-calisma-baslatmis,1207015)

                                                                 ***

ÇEVRE, DOĞA -2 Ocak 2025-

 

Prof. Dr. Mustafa Sarı: Müsilaj 7 hafta içinde bütün Marmara Denizi'ne yayıldı -duvaR-

Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı, müsilajın Marmara Denizi'nin tamamına yayıldığını ve denizdeki canlıları tehdit ettiğini söyledi.

Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı, "Erdek Körfezi’nde yeniden ortaya çıkan müsilaj, 6 Kasım’da Marmara Adaları çevresi ile Tekirdağ kıyılarına, 13 Kasım’da İstanbul Prens Adaları’na, 5 Aralık’ta ise İzmit Körfezi’ne ulaşarak yaklaşık 7 hafta içinde bütün Marmara Denizi’ne yayıldı" dedi.

Balıkesir'in Erdek Körfezi'nde dalış yapıp, incelemelerde bulunan Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı, müsilajın suların ısınmasıyla birlikte ilkbahardan itibaren yüzeye çıkma ihtimali bulunduğuna dikkati çekti.

DHA'ya açıklamalarda bulunan Sarı, deniz dibine çökmeye başlayan müsilajın, birçok canlı türünü tehdit ettiği gibi balıkçıların attıkları ağı çekemez hale gelmesine neden olmaya başladığını da belirtti.

Sarı, "Müsilaj; kirlilik, deniz şartlarındaki durağanlık ve iklim değişikliğine bağlı su sıcaklığındaki aşırı artışın tetiklemesiyle denizin ışıklı bölgesinde fitoplankton denilen minik bitkiciklerin stres şartlarında aşırı çoğalmasıyla oluşuyor. Müsilajın oluşma şartlarına katkı sağlayan onlarca faktör ve etkiden bahsetmek mümkün. Ancak bunların içinde sadece deniz kirliliği yani denize bilinçsizce boca edilen azot ve fosfor kontrol edilebilir durumda. Yani denizin kirlilik yükü azaltılmadığı sürece müsilaja neden olan kontrol dışı faktörlerin varlığı devam ettikçe müsilaj oluşumu da devam edecektir" uyarısında bulundu.

'DENİZ ÇAYIRLARI, SÜNGERLER VE MERCANLAR GİBİ CANLI GRUPLARINI TEHDİT ETMEYE BAŞLADI'

Müsilaj oluşumunun nedenleri hakkında bilgi veren Sarı, şunları söyledi:

"23 Ekim 2024 tarihinde Erdek Körfezi’nde yeniden ortaya çıkan müsilaj, 6 Kasım’da Marmara Adaları çevresi ile Tekirdağ kıyılarına, 13 Kasım’da İstanbul Prens Adaları’na, 5 Aralık’ta ise İzmit Körfezi’ne ulaşarak yaklaşık 7 hafta içinde bütün Marmara Denizi’ne yayıldı. Hatta 19 Aralık’ta Çanakkale Boğazı çıkışında Kumkale açıklarında, yani Kuzey Ege kıyılarında yoğun müsilaj görüntülendi. Yer yer yüzeye çıksa da mevcut şartlarda 3-25 metre derinliklerde örümcek ağı gibi denizi saran müsilajın suların ısınmasıyla birlikte ilkbahardan itibaren yüzeye çıkma ihtimali oldukça yüksek. Deniz dibine çökmeye başlayan müsilaj, pinalar, deniz çayırları, süngerler ve mercanlar gibi canlı gruplarını tehdit etmeye başladığı gibi balıkçıların attıkları ağı çekemez hale gelmesine neden olmaya başlamıştır."

'MARMARA DENİZİ, YAKLAŞIK 25 MİLYON NÜFUS VE YOĞUN SANAYİNİN KISKACINDA'

"Marmara Denizi, etrafında yerleşik yaklaşık 25 milyon nüfusun, ülkenin yarısına hizmet sunmak üzere kümelenmiş yoğun sanayinin, iki yüzden fazla akarsu tarafından taşınan yayılı kaynaklardan ulaşan kirleticilerin kıskacında" diyen Sarı, "Marmara Denizi’nde üstte Karadeniz’den Akdeniz’e doğru boğazlar aracılığıyla kuzey-güney yönlü üst akıntı, altta ise Akdeniz’den Karadeniz’e doğru güney-kuzey yönlü alt akıntı mevcuttur. Bu orijinal akıntı sistemi, ekosistem bilgisinden yoksun bazı bilimsel değerlendirmelere dayandırılarak yıllardır evsel, endüstriyel, tarımsal ve diğer atıkların derin deşarjla denize boca edilmesine neden olmuştur. Beklenti derin deşarjla derinlere boca edilen atıkların, Akdeniz kökenli akıntı ile uzaklaştırılması ve sonunda Karadeniz’in derin sularına iletilmesidir" şeklinde konuştu.

'ÇALIŞTAYLAR VE PLANLARA RAĞMEN KİRLİLİK YÜKÜ AZALMADI'

Bu düşüncenin yanlış olduğunu belirten Mustafa Sarı, "Bu yanlış düşünce günümüzde de halen etkili olacak ki Ergene Nehri’nin arıtılamayan suları da tünellerle havza atlatılarak Marmara Denizi’ne boca edilmeye başlanmıştır. 2021 yılında yüksek katılımlı çalıştaylar ve bilimsel katkılarla 22 eylemden oluşan Marmara Denizi Eylem Planı (MDEP) oluşturulmuş, Müsilaj Bilim ve Teknik Kurulu kurulmuş, Marmara Denizi özel çevre koruma bölgesi ilan edilmiş, müsilajsız Marmara’ya ulaşmak için stratejik plan hazırlanmış olsa da Marmara’nın kirlilik yükü ne yazık ki azaltılamamıştır. Örneğin 2021 yılında yüzde 51 oranında ileri biyolojik arıtmaya tabi tutulan evsel atıklar, 2024 yılında ancak yüzde 0,7 ilerleme ile yüzde 51,7 oranında arıtılabilmektedir" ifadelerini kullandı.

'MÜSİLAJA KARŞI ÖNLEMLER ALMAK HEPİMİZİN GÖREVİ'

Bilim kurulunun 25 Aralık'ta tekrar toplandığını hatırlatan Mustafa Sarı, müsilajdan etkilenecek sektörler için acilen bir sigorta sisteminin geliştirilmesinin önemine değindi.

Sarı, "Mevcut durum değerlendirilmiş ve alınması gereken tedbirler bilim insanları tarafından tekrar vurgulanmıştır. Yani bilim rehberliğini yapmış, söyleyeceğini söylemiştir. Artık iş, uygulayıcılardadır. Merkezi yönetimden yerel yönetimlere, özel sektörden sivil toplum kuruluşlarına, bireysel olarak her bir vatandaşa kadar müsilaja karşı birlikte önlem almak hepimizin sorumluluğu ve görevidir. İş birliği yapılmadığı sürece bu felaketten kurtulma şansımız yoktur. Marmara Denizi’nin kirlilik yükünü azaltmak için acilen sanayi kuruluşlarının atık deşarjı akarsuların debisine göre yeniden düzenlenmeli, akarsuların zehir kanalına dönüşmesine neden olan sanayi atıkları denetimle engellenmeli, çalışmayan atık arıtma tesisleri çalışır hale getirilmeli, denize çamur dökülmesi önlenmeli, ulusal düzeyde vatandaşların denize yardım etmesini sağlayacak kampanyalar başlatılmalı, Marmara Denizi balıkçılığı müsilaj dikkate alınarak yeniden düzenlenmeli ve müsilajdan zarar görecek sektörler için acilen bir sigorta sistemleri geliştirilmelidir" dedi.

                                                             ***

İklim krizi: 2024'te, 219 olağanüstü hava olayında yaklaşık 4 bin kişi öldü!-Fulya Canşen/T24-

İnsanların neden olduğu sera gazı emisyonlarının yüzde 50’den fazlası, elektrik ve ısı üretimi, ulaşım ve endüstriyel süreçler gibi faaliyetler için kömür, petrol ve doğal gazın yakılmasından kaynaklanır.

Hava durumu ölçümlerinin başladığı 1881 yılından bu yana dünya hiç bu kadar sıcak olmamıştı. Ürkütücü olan ise 2024’de hava sıcaklığının bir önceki yıla göre 0,3 derece atmış olması. Rekor derecede sıcaklık yaşarken 2024’ün en fazla yağmur ve kar yağışına tanık olması da bir başka endişe verici tespit. Dünya Meteoroloji Örgütü’nün araştırmasına göre, 2024 yılında 219 şiddetli fırtına, kuraklık sel gibi olağanüstü hava koşulları ile karşılaştık. Daha ayrıntılı araştırılan 29 olaydan 26’sından iklim değişimi sorumlu. Bu olaylardan kaynaklanan ölü sayısı 3 bin 700. Milyonlarca insan da yerinden oldu. Uluslararası İklim Değişim Dairesi Copernicus’un hesaplamaları bu yıl ortalama küresel sıcaklığın, sanayi öncesi ortalamanın en az 1,55 derece üzerinde olabileceğini gösteriyor. 2023 yılında bu rakam 1,48 dereceydi. O zaman bile BM Genel Sekreteri António Guterres bir “iklim çöküşünden” söz ediyordu. Göz göre göre dünyamız ısınıyor ve biz neredeyse hiç bir şey yapmıyoruz. İklim değişiminin müsebbibi, doğal gaz, petrol ve kömür 2024 yılındaki kadar kullanılmamıştı. 2024’te, fosil yakıtlar yüzünden karbondioksit ve sera gazı salınımının önceki yıla göre yüzde 0,8 arttığı hesap ediliyor.

İklim değişimi nedir?

İklim değişimi genellikle “küresel ısınma” kavramıyla eş anlamlı olarak kullanılır ve uzun bir zaman diliminde dünyanın ikliminin hem soğumasını hem de ısınmasını ifade eder. Yeni bir olgu değildir. Terim, sıcaklık, yağış miktarı ve okyanus akıntıları gibi faktörlerdeki uzun vadeli değişiklikleri de içerir. İklim değişimi, son yıllarda dünya çapında yapılan sayısız araştırma ve gözlemle kanıtlanmıştır. Burada önemli olan uzun vadeli eğilimlerdir. Yani, uzun süreli bir ısınma trendi olsa bile, zaman zaman yukarı veya aşağı yönlü sapmalar olabilir.

Sera etkisi nedir?

Atmosferimiz, dünyayı bir kalkan gibi saran sera gazları içerir. Bu sera gazları, dünyadan gelen ısının uzaya sızmasını engeller. Buna sera etkisi denir. Doğal bir sera etkisi, insan müdahalesi olmadan da mevcuttur. Sera etkisi atmosferin kısa dalga boylu güneş ışınlarını büyük ölçüde geçirebilmesine rağmen, dünya yüzeyinden ve havadan yansıyan uzun dalga boylu ısı ışınlarının daha az geçirgen olmasıyla meydana gelir. Bu durum, karbondioksit veya metan gibi sera gazlarından kaynaklanır. Doğal sera etkisi sayesinde dünya, yaşamı mümkün kılan bir sıcaklık seviyesine ulaşır.

İklim değişiminin nedenleri neler?

Sera etkisi, aynı zamanda küresel ısınmanın temel nedenidir. İnsan faaliyetleri, atmosfere daha fazla sera gazı, özellikle karbondioksit (CO₂), salınmasına yol açarak doğal sera etkisini artırır. Bu da dünya yüzeyinin ek olarak ısınmasına neden olur. Buna antropojenik, yani insan kaynaklı sera etkisi denir. İnsanların neden olduğu sera gazı emisyonlarının yüzde 50’den fazlası, elektrik ve ısı üretimi, ulaşım ve endüstriyel süreçler gibi faaliyetler için kömür, petrol ve doğal gazın yakılmasından kaynaklanır.

Sera gazlarının diğer önemli kaynakları ise tarım ve arazi kullanımı değişiklikleridir. Örneğin, ormanların kesilmesi, bataklık ve sulak alanların kurutulması gibi faaliyetler de önemli rol oynar.

İklim değişimi ile ilgili verdiğim bu basit tanımlamalar dünyanın atmosfere salınan sera gazı yüzünden ne büyük bir tehlike içinde olduğunu önümüzdeki dönemde anlatmak için bir girizgahtı. Savaşlar ve ekonomik krizler gözlerimizi biraz kör ediyor. Çevremize bakıp, dünyamızı korumak bölgesel değil evrensel bir eylem. Bir dahaki yazıda görüşmek üzere…

                                                                   /././

İki yıllık maden için doğa ve tarih talanı -Özer Akdemir/ Evrensel-

Kaz Dağı’nda iki yıl ömür biçilen CVK Madencilik’e ait bakır-kurşun-çinko maden işletmesi için tarih ve doğal yaşam yok olacak.

Kaz Dağı’nın kuzey yamaçlarında bulunan Çanakkale Yenice’nin Kalkım beldesi yakınında faaliyet gösteren CVK kurşun, bakır, çinko madeni kapasite artışı için ÇED sürecini başlattı.  2019 yılında reddedilen kapasite artışı için firma ÇED alanını küçültüp fay hattını 300 metre uzakta bırakarak yeniden başvuru yaptı. İki yıl işletme ömrü biçilen maden sahasının ruhsat alanının tamamı orman ve Aygria Antik Kenti’ni de içine alıyor. Üstelik işletme Gönen-Yenice Barajı koruma havzasında kalıyor.

12 OCAK’TA TOPLANTI YAPILACAK

Kalkım Beldesi Karaaydın köyü yakınındaki maden işletmesinin flotasyon tesisi kapasite artışı ve ilave atık depolama tesisi için hazırlanan ÇED raporu Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına (ÇŞİB) sunuldu. Proje için 12 Ocak’ta, ÇŞİB’de İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısı yapılacak.

İKİ YIL ÖMRÜ OLAN İŞLETME İÇİN TARİH VE DOĞA YOK EDİLİYOR

Şirkete 68 bin 210.4 metrekarelik alanda 300 ton/gün kapasiteli kurşun, çinko, bakır tesisi için 16.03.2010 tarihinde ÇED olumlu kararı verildi. 2019 yılında kapasite artışı ÇED başvurusu İDK sürecinden geçemeyen proje için yeni yapılan kapasite artışı projesine göre; flotasyon tesisinin kapasitesi günlük 300 ton’dan günlük 1000 tona çıkarılacak. Ayrıca atık depolama tesisinin (ADT) atık depolama hacmi de 250 bin metreküp olarak planlanıyor. Projede tam kapasiteli her gün çalışması durumunda işletme ömrünün 2 yıl olacağı öngörülürken, başka bir kurşun, bakır işletmesinden getirilecek olan cevher Kalkım’da işletilecek.

TAMAMI ORMAN ALANI ÜZERİNDE

Kurulması planlanan atık depolama tesis alanı kuş uçuşu, en yakın haneye 590 m doğu uzaklıkta bulunurken tesisin inşaatı sürecinde ANFO türü patlayıcı madde kullanılacağı da ÇED raporunda belirtilmiş.

Yıllık yaklaşık 37 bin 602 ton konsantre bakır, kurşun, çinko üretiminin hedeflendiği projede şirket yıllık 427 milyon 657 bin 517 TL net gelir hedefliyor. Tamamı orman arazisi üzerinde yer alan tesis için ÇED olumlu kararının ardından Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğünden gerekli izinlerin alınacağı dile getiriliyor.

DOĞRU DÜZGÜN ARKEOLOJİK BİR ÇALIŞMA YAPILMAMIŞ

Kaz Dağlarının Agonya Ovası’na bakan yamaçlarında kurulan Agyria Antik Kenti’nin eteklerinde bulunan maden işletmesinin antik kentin nekropolü ve diğer yapıları üzerinde olma olasılığı bulunurken, ÇED alanında yüzey taraması dışında bilimsel-arkeolojik bir çalışma yapılmamış. Şirketin ruhsat alanını gösteren haritaya bakıldığında Karaaydın köyünün bir bölümü ve Aygria Antik Kenti/Dedetepe antik yerleşiminin ruhsat sahası içinde kaldığı görülüyor. Antik kentin eteklerinde yan yana faaliyet gösteren CVK ve Oreks kurşun, bakır tesislerinin antik kentin nekropolü üzerinde olma olasılığı yüksek görünüyor ancak buna dair ciddi bilimsel bir araştırma yapılmış değil. Çanakkale Ondokuz Mayız Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Reyhan Körpe Çanakkale kültür envanterinde 2005-2007 yıllarında bölgede yapılan yüzey araştırmalarında İda Dağı’nın Agonya Ovası’na bakan kuzey yamaçlarında yer alan Argyria Antik Kenti’nin, Karaydın köyünün 1.8 km. güneydoğusunda Dedetepe üzerinde tespit edildiğini yazıyor.

KÜLTÜR VARLIKLARI KURULU ARKEOLOJİK SİT YOK DEMİŞTİ

Çanakkale Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü proje ile ilgili gönderdiği yazıda ÇED alanı ile ilgili “dosya/arşiv incelemesi sonucunda; kültür varlığı açısından Kurullarca onaylı herhangi bir sit alanı kaydına veya tescil kaydına rastlanılmadığı, yapılan  yüzey  araştırmasında  da  herhangi  bir  taşınır-taşınmaz  kültür varlığına  rastlanılmadığı”nı ifade ediliyor. Oysa CVK’nin ÇED dosyasında tablo II.3 olarak verilen “Alan civarı korunan alanlar ve mesafeler” çizelgesine göre; projenin güneyinde 1.1 km uzaklıkta 1. derece arkeolojik sit, kuzeybatısına 2.4 km uzaklıkta 1. derece doğal sit ve yine batı yönünde 4.,9 km uzaklıkta 1. derece arkeolojik sit olduğu bilgisi yer alıyor. Duyarlı alanlar listesinde projenin 2.8 km kuzeybatısında Olukpınardere Göleti ve güneydoğusunda da Çukuroba (4.7 km) ve Kırıklar (7.1 km) Göleti’nin olması dikkat çekiyor. Ayrıca projeye sadece 130 metre uzaklıkta Hıdırlar Turizm Merkezi de bulunmakta. ÇED dosyasının 161. sayfasında bulunan haritada Dedetepe-Aygria antik yerleşiminin ruhsat alanı içerisinde kaldığı açık biçimde görülüyor.

PROJE BARAJA UZAK MESAFE KORUMA HAVZASINDA

Öte yandan proje alanı Yenice-Gönen barajına 13 km uzaklıkta yer alırken barajın uzun mesafeli koruma alanı içinde kalıyor. ÇED dosyasında Gönen Baraj Gölü ve Kumköy Regülatörü özel hükümlerine uyulacağı taahhüt edilmiş.

PROJE SAHASINDA CANLI TÜRÜ TESPİT EDİLEMEMİŞ!

ÇED raporunun 522. sayfasındaki Ulusal biyoçeşitlilik envanter ve izleme projesi raporuna göre proje sahasında herhangi bir canlı grubu ya da tür tespit edilememiş! Sanki ayda inceleme yapılmış gibi bir rapor verilmiş!

FAY HATTINI 300 METRE UZAKTA BIRAKMIŞLAR

Proje alanındaki fayları gösteren haritaya göre ÇED sahası çevresinde çok sayıda fay hattı olduğu görülürken Pazarköy fayı alana sadece 300 metre kadar uzakta yer alıyor. Firmanın 2019 yılında yaptığı ve İDK’de reddedilen ÇED’inde yapılan revizyonda proje alanının bu fay hattının 300 metre kadar dışarıda kalacak şekilde çekilmesi söz konusu.

                                                     ***

Göstermelik ÇED raporları kopyala yapıştır hazırlanıyor -Mehmet Torun(Maden Mühendisi)/Evrensel-

Ülkemizde yapılan faaliyetlerin yüzde 95’ ine “ÇED gerekli değildir” kararı verilmekte. ÇED raporu istenildiğinde ise birbirine benzeyen raporlar devreye giriyor.

“Meşrutiyeti ilan ettik olmadı. Cumhuriyeti getirdik, gene olmadı. Bir de ciddiyeti denesek”. Bu önerinin sahibi Celâl Yalnız; namıdiğer Sakallı Celâl. 1886-1962 yılları arasında yaşamış, bahriye nazırı (denizcilik bakanı) bir Osmanlı paşasının oğlu, Galatasaray Lisesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu. Üsküp’ten, Kastamonu’ya pek çok vilayette çalışmış, yeri geldiğinde Aydın incir fabrikasında işçilik, ustabaşılık ve tren makinistliği yapmaktan geri durmamış bir öğretmen.

Bahsedilen konuda bugüne kadar pek yol alınamadı ülkemizde. Bunlardan birisi de ÇED. çevresel etki değerlendirmesi (ÇED), “Gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmalar bütünü” olarak tanımlanmakta. Anlaşıldığı üzere ÇED raporuçevreye verilecek zararların önlenebilmesi açısından oldukça önemli. Ciddiyetle yapılması ve takibi

Ülkemizde yapılan faaliyetlerin yüzde 95’ ine “ÇED gerekli değildir” kararı verilmekte. Yani, yapılacak faaliyetlerde çevreye zarar verilmeyeceğini düşünüyor idare. ÇED raporu istenildiğinde ise birbirine benzeyen raporlar devreye giriyor. Kopyala-yapıştır yöntemiyle hazırlanan binlerce sayfalık dosyalar. İçindeki klasik ‘bilimsel’ bilgiler hemen hemen aynı. Bölgesel bilgiler bazen birbirine karışabiliyor. Başka bir bölgede bulunan devlet kara yolu bile, hazırlanan raporda görülebiliyor. Başka bir rapordaki bilgiler özensizce eklenebiliyor.

İçinden örnek bir sayfa kullanılan bu rapor; 2024 ekim ayında hazırlanmış, iki ay önce yani. Büyük ölçekli bir altın üretim projesinin ÇED dosyası. İşletmede çalıştırılması düşünülen maden ve jeoloji mühendislerinin aylık maaşları 10 bin TL olarak gösterilmiş. Diğer çalışan ücretleri de benzer rakamlar. Muhtemelen 6-7 yıl önce hazırlanan başka bir rapordan kopyalanmış. Bilinçli yapıldıysa bildikleri bu kadar ucuz iş gücü kaynakları var demek ki. İşin daha da ilginci böyle raporlar, konuyla ilgili bakanlıktan onay alıp yürürlüğe sokulabiliyor. Sonra İliç gibi facialar yaşanıyor ne yazık ki.

İliç faciasından sonra atanan ilk bilirkişiler, ÇED raporuna onay veren ve denetlemeyen bakanı ve bakanlık yetkililerini asli kusurlu bulmuştu. Daha sonra atanan heyet ise aynı bakanlığı kusursuz buldu ve bu rapor üzerine mahkeme takipsizlik kararı verdi. Bakan ve şürekası aklandı sonuçta. Oysa, sadece ÇED raporunun tanımından bile yola çıkılsa ilgili bakanlığın sorumluluğu aşikar.

Söz konusu işletme bir madencilik faaliyetiyse uygulanacak işletme projesinin ÇED projesiyle uyumlu ve birbirini tamamlayıcı olması gerekli. Uygulamalarda bu konu da göz ardı edilmekte ve iki ayrı bakanlık, iki ayrı konu gibi değerlendirilmekte.

Kısaca, yapılan uygulamalarda işin özüne dokunmak yerine bürokratik formaliteler halledilerek süreç tamamlanmakta ve bu kadar hayati işler oluruna bırakılmakta. Sonucunda kaybeden insanımız, doğal çevremiz ve ülkemiz olmakta. Sakallı Celâl’i bir kez olsun dinlesek mi acaba?

                                                           ***

EKONOMİ -1 Ocak 2025-

 

Para politikası çapası ve enflasyonu düşürme programı -Ercan Uygur/T24-

Enflasyon şampiyonu Arjantin şampiyonluğu Türkiye’ye bırakabilir.

2024 yılı geride kaldı ama Türkiye’nin önde gelen sorunu olan yüksek enflasyonu geride bırakamıyoruz. 19 aydır sürdürülen “programa” karşılık, enflasyon yüksek seyrediyor. Kısacası, enflasyonu düşürme “programı” hem tasarım hem uygulama olarak başarılı değil.

Bu yazıda, maliye politikası yanında para politikasının da yetersizliğini açıklamaya çalışıyorum. Bu yetersizlikler nedeniyle yükün büyük bölümünün döviz kuru ve asgari ücretler ve diğer ücretler üzerine yıkıldığını ifade ediyorum.

“Programın” tasarımı, uygulaması ve çapa/çıpa sorunları

Programın başarısızlığının elbette birçok nedeni var. Programı tırnak içinde ifade etmemin nedeni de program için tam bir çerçeve çizilmemiş olmasıdır. Bu konuda kaynak olarak hep Orta Vadeli Programlar (OVP) gösterilmiştir, ama orada da bazı tahminler, tasarılar ve öneriler vardır.

Önce bir konuya açıklık getireyim. Bir görüşe göre, “Türkiye’de para politikası iyi ama maliye politikası bu iyi politikayı desteklemiyor.” Evet, maliye politikası kötü. Örneğin, “itibar harcamaları” ve “lüks harcamalar” ile bütçe açıkları yükseliyor, tasarruf önlemlerinin lafı bile edilmiyor.

Ancak para politikası da bazı yönleriyle gerçekten iyi değil, yetersiz. Bu bağlamda önemli bir sorun para politikasında çapa/çıpa eksikliği. (TCMB çıpa dediği için çıpayı da ekledim.) TCMB’ye göre kendisinin enflasyon hedefi çapadır.

Nasıl? TCMB, orta vadede enflasyon hedefi yüzde 5’tir ve bu enflasyonun çapası/çıpasıdır diyor. TCMB’nin 25 Aralık 2024’te yayımlanan “2025 Para Politikası” raporu (s. 1) şöyle diyor:

“Enflasyon hedeflemesi rejimi çerçevesinde, Hükûmet ile birlikte belirlenen enflasyon hedefi yüzde 5 olarak korunmuştur. Para politikası, enflasyonu orta vadede bu hedefe ulaştıracak parasal ve finansal koşulları sağlayacak şekilde oluşturulacaktır.”

Bu ifadeler geçen yılın para politikası metninde de vardı. İyi ama kaç yıllardır yüzde 5 hedefe kim inanıyor? Kim planlarını yüzde 5 hedefine göre yapıyor? Kim fiyatlama davranışını yüzde 5’e göre biçimlendiriyor? Bu yüzde 5 hedefi nasıl çapa olarak alabiliriz?

Kısa vadede iş biraz daha karışık. TCMB, "kısa vadede benim enflasyon hedefim yıl sonları için yaptığım enflasyon tahminleridir ve bunlar da benim çapalarımdır" diyor:

“Enflasyonun gelecek dönemdeki seyri konusunda iktisadi birimlere rehberlik etmesi öngörülen göstergeler, kısa vadede enflasyon tahminleri, orta vadede ise enflasyon hedefidir. Enflasyon Raporu’nda açıklanan tahminler, enflasyon beklentilerine yönelik referans oluşturma işleviyle ara hedef olarak kullanılacaktır.” 2025 Para Politikası (s. 1).

İşin tatsız yanı şu; TCMB’nin bu tahminleri hep düşük kalıyor. Örneğin, Enflasyon Raporu 2023-III’te 2024 yıl sonu için tahmin edilen enflasyon yüzde 33 idi. Sonra yüzde 36 olarak değiştirildi. Son 2024-IV raporunda yüzde 44’e yükseltildi. Bu oranın bile düşük kalacağı anlaşılıyor.

Bu tahminlere kim inanıp fiyatlama davranışını buna göre biçimlendirecek? Tüketicilerin enflasyon  beklentilerine bakıyoruz hep daha yüksek. (Piyasa katılımcıları denilen ankete bakmıyorum.) Üretici enflasyon beklentileri de hep daha yüksek. 

Örneğin, 2024 Aralık ayında TÜİK’in yaptığı ankete göre, 2025 Aralık ayı için beklenen tüketici enflasyonu ortalaması yüzde 63,14. Haziran ayında bu oran 71,49 idi. Ekonomi yönetimi enflasyon beklentisi düşüyor diye sevincini ifade ediyor.

İşin daha vahim tarafı şu; TCMB’de enflasyon için kullanılan veriler TÜİK’in verileri. Bunlara da inanan var mı bilmiyorum? Anketler gösteriyor ki algılanan tüketici enflasyonu da TÜİK enflasyonuna göre çok çok yüksek.

Bu konuları 2024 Şubat ayında birkaç kez yazdım. “Algılanan enflasyon yüksek ise, beklenen enflasyon da yüksek kalıyor” ifadelerini kullandım. Bu konular 2024 Kasım ayında yayınlanan TCMB’nin Enflasyon Raporu 2024-IV’te de ele alınmıştır. Burada yazdığım yazılar raporun kaynakçasında yer almıyor. Halbuki konular aynıdır. 

Neyse, çapa konusuna geri dönelim; bu durumda kimselerin inanmadığı enflasyonun orta vadeli hedefleri ve kısa vadeli tahminleri/hedefleri çapa olur mu? Olmaz ve olmuyor.

Aslında Türkiye’de ekonomi yönetimi aylık enflasyonu bir süre için tahmin ve hedef olarak kullanmak istedi. Aylık enflasyonun ortalama yüzde 1,5 olarak tahmin edildiğini ilan etti. Ancak bu tahmin ve hedef tutmadı.

Döviz çapası konusunda Türkiye ve Arjantin

Ekonomi yönetiminin ve TCMB’nin çapa olarak tutunabileceği bir değişken kalıyor: Döviz kuru.

Döviz kurları konusunda söyleyegeldiğim şudur; ekonomi yönetimi ve TCMB enflasyon hedeflemesi yapıyorum, benim çapam hedeflediğim yüzde 5 enflasyondur diyor ama bunun geçerli ve doğru olmadığı biliniyor.

Haliyle TCMB’nin örtülü çapası döviz kurudur. Gerçekleşen verilere bakıldığında bu çapa ortaya çıkıyor. Buna karşılık tersine açıklamalar yapılıyor. Kurda bir düzey veya artış hedefi olmadığı vurgulanıyor ama gerçekleşen kurlar bir artış hedefi olduğunu gösteriyor.

Bu açıklamalar kur konusunda zaten var olan belirsizliği arttırıyor. Halbuki döviz kuru için belli sürelerle hedef belirlenip ilan edilebilir(di). Çünkü kullanılabilecek başka çapa yoktur. Krediler konusunda getirilen bazı sınırlamaların çapa olarak düşünülmesi zordur.

Bu konuda Arjantin bir örnek olarak gösterilebilir. Son bir yıldır Arjantin’de de enflasyonu düşürme programı uygulanıyor. Arjantin’de Aralık 2023’te yeni başkan göreve başlayınca resmi dolar kuru ile piyasa kuru arasındaki farkı gidermek üzere yüzde 50 devalüasyon yapıldı, enflasyon sıçradı.

Arjantin’de Nisan 2024’te tüketici enflasyonu yıllık yüzde 292,2’ye çıktı. Yine de Nisan 2024’ten itibaren tüketici enflasyonunun aylık ortalama yüzde 4 olacağı açıklandı. Dolar kurunun ise her ay yüzde 2 artacağı ve bir çapa olduğu ilan edildi. Bu durum sürdürülebilir mi sorusuna, Arjantin "evet" diyor. Çünkü cari dengesi fazla veriyor ve IMF anlaşması da sürüyor.

Türkiye’de de dolar kurunun Haziran ve Temmuz 2023’te yüzde 15’ler oranında yükselmesine izin verildi. Böylece aylık tüketici enflasyonu temmuz ve ağustosta yüzde 9,5 düzeyine vardı. Yıllık enflasyon ise yüzde 39’dan yüzde 60’lara yükseldi.

Kısacası, Türkiye’nin de Arjantin’in de enflasyonu düşürme programına başlaması aynı biçimde döviz kurunda bir uyum (intibak) ile başlamıştır. Ancak çapa olarak ilan ettikleri değişkenler farklıdır. Daha doğrusu, Türkiye’nin ilan ettiği çapa yaşadığımız koşullarda uygun değildir.

Arjantin’in cari dengeden gelen döviz açığı yok ve borçlanmıyor. Türkiye ise önemli bölümü kısa vadeli olan döviz borçlanması yapıyor. 

Şekil 1’de iki ülkenin enflasyonu düşürme programına başladıktan sonraki aylık tüketici enflasyonları görülüyor. Anlaşıldığı gibi, Arjantin’in programı hızla sonuç alıyor. Kasım 2024’te aylık enflasyon yüzde 2,47’ye inmiş durumda.

Arjantin'in enflasyonu düşürme programı önemli ölçüde bütçe açıklarının düşürülmesi ile de  destek buluyor. 2024 yıl sonunda bütçenin dengeleneceği ilan edilmiş durumda.

İlan edilen bir başka bilgi de aylık enflasyonun 2025’in ilk yarısında ortalama yüzde 2 olacağıdır.  2025 sonunda aylık enflasyonun yüzde 1’lere düşmesi bekleniyor.

Arjantin şu anda üç haneli yüzde 160 enflasyon ile dünyadaki en yüksek enflasyona sahip ülkedir. 2025’te enflasyonun yüzde 30’un altına ineceği iddiası var. Olabilir mi? Olursa, Türkiye dünyada enflasyonu en yüksek ülkelerden birisi olarak kalacak.

Arjantin’de enflasyonun düşmesi çalışanların ve emeklilerin büyük maliyetler ödemesi ile sağlanıyor. Nüfusun yüzde 57’si yoksulluk sınırının altındadır. Ancak ultra-liberteryan Cumhurbaşkanı Milei kendi harcamalarını da düşürmüş durumda. Aldığı maaşı da bağışlıyor.

Türkiye’de de çalışanlar ve emekliler büyük bedeller ödüyor. Ancak dini vurgulamalar da yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Milei gibi tasarrufa yönelik davranmıyor. Kamu kesiminde tasarruf konusu zaten çoktan unutulmuş durumda. 

Enflasyonun geleceği konusunda iki ülke arasında şöyle bir fark var; Arjantin’de enflasyonu düşürme programının sahibi de uygulayanı da sürekli bu konu ile uğraşan Milei’dir. Türkiye’de ise Cumhurbaşkanı programı geriden izliyor, arada "ben de varım" diyor.

Şimdi başımıza bir de “fetih” konusu çıktı. Erdoğan’ın Suriye için çok harcama yapacağı konuşuluyor. Bu “fetih” konusuyla Türkiye dünyada çok tepki de çekecek. Bu koşullarda enflasyon nereye gidecek kim bilir? Enflasyon şampiyonu Arjantin şampiyonluğu Türkiye’ye bırakabilir. 

Not: Yeni yılınızı en iyi dileklerle kutlar, sağlıklı ve huzurlu nice yıllar dilerim.

                                                                /././

Yeni yıl ekonomik öngörüleri -Öztin Akgüç/Cumhuriyet-

Bilimde neden-sonuç ilişkisi, illiyet bağlantısı olduğundan nedenler saptanır, doğru tanılar konursa sonuç öngörülür, kestirilir.

Sosyal bilim iktisatta da neden-sonuç ilişkisi geçerli olduğundan öngörülerde yanılgı olasılığı azdır. Ülkede ekonomide başarı övgü ve övünmelerinin yapıldığı dönemde, kriz nedenlerinin oluştuğu, ekonominin uzun süreli ve derin bir durgunluğa gireceği öngörülmüş ancak dikkate alınmadığından öngörüde çöküntü olarak gerçekleşmiş, yaşanmaktadır.

Enflasyon, fiyat artış süreci olarak arz-talep dengesizliğinden kaynaklanır. Yaşanan enflasyona talep enflasyonu; emekli ve emekçinin dar ve sabit gelirlilerinin talep artışından kaynaklandığı tanısı konmuş, yoksullaştırarak enflasyonun kontrole alınacağı yanılgısıyla dezenflasyon politikası izlenmeye başlanmıştır. Yanlış tanı ve politikanın olumsuz etkileri 2025 yılında daha net görülecek, yaşanacaktır.

İktisatta Keynesyen yaklaşımda talebi reel gelir, klasik yaklaşımda faiz belirler. Emekli, emekçi, dar ve sabit gelirli kesimin talebi, zam, vergi, azalan kamu hizmetleri harcamaları, yüksek faiz ve eyletimli enflasyon rakamlarıyla kısılmakta, talebin kısılması da başarı olarak gösterilmektedir.

Emekli, emekçinin talebinin kısılmasının yoksullaştırma yanı sıra ekonomide başka olumsuz etkileri de olmaktadır. Geliri azalan kesimin talebi, görece daha ucuz, iktisatta “inferior goods” olarak nitelendirilen alt grup, kalitesi daha düşük mallara yönelmektedir. Girdi kalitesini de düşünerek maliyet etkinliği olmadan üretim, sonuçta merdiven altı olarak ifade edilen imalata, tağyir ve tağşişe, kayıtdışı işlemlerin artmasına yol açmaktadır. Kalitesizlik, kayıtdışılık daha da yaygınlaşacaktır.

Fiyatı yükselen malları satın alamayan ya da yeterince alamayan tüketicilerin alt grup, daha ucuz, kalitesi daha düşük olduğu algılanan mallara yönelmesi, İngiliz İktisatçı Griffen tarafından ilk kez savunulduğundan “Griffen paradoksu” olarak tanımlanmaktadır. 

İktisatta fiyat esnekliği gibi gelir esnekliği de analiz aracıdır. Geliri azalan kesimin, lüks olarak nitelendirilen mallara, dayanıklı tüketim mallarına (beyaz eşyaya) talebi azalacaktır.

Talebin azalması, bazı mallarda merdiven altı imalata geçilmesine, firmalarda ciro kaybına, satış miktarının azalmasına yol açacaktır. Ölçek ekonomilerinden büyük ölçekte üretimin maliyet etkinliğinden (economies of scale) yararlanamama da maliyet artışına yol açacaktır. Ciro kaybı, maliyet yükselişi, mal yapısı güçlü olmayan firmaları konkordato, yeniden yapılandırma anlaşmalarına zorlayacaktır. Firmaların yükümlülüklerini zamanında yerine getirmemeleri ekonomide “bulaşma” (contagion) etkisiyle yaygınlaşacak, iflas, konkordato, yeniden yapılandırma talepleri artacak, işi terk, tasfiye artacaktır.

Enflasyon, eyletimli rakamlarla dahi sürecektir. Enflasyon sürerken iflas, tasfiye, işi terk, temerrüt olaylarının artması, stagflasyon terimiyle tanımlanamaz. İktisatta olayı tanımlamak için kullanılan terim “slump” çöküş, çökmedir. Üretimin azalmasının, firmaların tasfiyesinin hızlanmasının, temerrüdün, borç ödememenin yaygınlaşmasının enflasyonla birlikte yaşanmasını tanımlayan ekonomik terim “slumpflation”dır.

Türkiye’nin ekonomik sorunu emekli ve emekçinin talebini kısmak, gelir dağılımını bozmak, geliri ithal eğilimi yüksek gruba kaynak aktarmak, üretimi, verimliliği artırmamak, eğitimin kalitesini yükseltmemektir. Yanlış tanı, yanlış politika, kötü yönetimin sonuçları, 2025’te daha belirgin yaşanacaktır.

                                                     /././

2025’in eşiğinde dünya -Hayri Kozanoğlu/Birgün-

Dünya 2025 yılına kapitalizmin yarattığı eşitsizlik ve adaletsizlikler eşliğinde, emperyalizmin neden olduğu savaşlar ve çatışmalar ortasında giriyor. Yeniden ABD Başkanı seçilen Trump’ın İsrail’e tam desteği Ortadoğu’daki vahşetin kalıcılaşmasına katkıda bulunacak.

Dünya 2025 yılına kapitalizmin yarattığı eşitsizlik ve adaletsizlikler eşliğinde, emperyalizmin neden olduğu savaşlar ve çatışmalar ortasında giriyor. Hala düşük büyüme ve verimlilik artışıyla ekonomik; her yıl daha yakından hissedilen aşırı sıcaklık ve kuraklık yanında, beklenmedik doğal felaketlerle ekolojik; ağır insani tablosu Ukrayna, Filistin ve Suriye’de sergilenen savaşlarla jeopolitik; aşırı sağ ve ırkçı hareketlerin yükselişi, sosyalizm ve sosyal demokrasi gibi “büyük anlatıların” kapitalist küreselleşme döneminde etkisizleşmesiyle ideolojik boyutları olan “çoklu kriz” döneminden geçtiğimiz söylenebilir. Her ne kadar bu kavrama yaygınlık kazandıran Adam Tooze’un beşlemesindeki Covid pandemisi ve küresel enflasyon sorunu şimdilik geride kalmış görünse de… Çoklu kriz kavramının özelliği, farklı boyutlarının iç içe geçmiş olması; birbirlerini etkileyen çoğaltan dinamikleri bulunması; toplamlarından fazla bir etkinin ortaya çıkmasıdır.

KÜRESEL HEGEMONYA MÜCADELESI

ABD askeri üstünlüğünü sürdürmekle birlikte, ekonomik ve teknolojik anlamda Çin’in yükselişi karşısında zorlanıyor, hegemonyasını sürdürmek için zor ve baskı araçlarını giderek daha fazla kullanmak mecburiyetinde kalıyor. Kapitalist küreselleşmenin, on yıllarca kendi dayattığı serbest ticaret, serbest sermaye akımları, kuralsızlaştırma gibi yapı taşlarının gereklerini bile artık yerine getiremiyor. Dünya Ticaret Örgütü benzeri uluslararası liberal düzenin temel kurumsal yapılarını dahi işlevsizleştirmekten çekinmiyor.  Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra uzun yıllar hüküm süren kapitalist küreselleşmenin insanlığa hayır getireceği, piyasa toplumunun herkesin refahını artıracağı tezleri artık zaten inandırıcılığını yitirmiş durumda. Kapitalizmin ideolojik hegemonyasının zayıflamasıyla, ikna ve rıza mekanizmaları çalışmıyor, ikinci kez başkan seçilen Trump, “BRICS dolara alternatif para geliştirirse sizi yakarım” türü  tehditler savurmak zorunda kalıyor.  Avrupa ise ABD ile Çin arasındaki hegemonya mücadelesine ayak uydurmakta güçlük çekiyor. Avrupa Merkez Bankası eski başkanı Mario Draghi’nin adıyla anılan strateji raporunda belirtildiği gibi; düşük üretkenlik, zayıf yenilikçilik, AB üyelerinin rekabet sürecine tek tek ülkelerin çabalarıyla katılma girişiminin yetersiz kalması gibi nedenlerle bir varoluş krizi yaşıyor.  Dünya ekonomisinin güç dengelerine ABD’nin göreceli gerilemesi, AB ve Japonya’nın belirgin irtifa yitirmesi damgasını vuruyor. 1985’de ABD dünya üretiminin piyasa ölçütleriyle yüzde 34.6’sını gerçekleştirirken, bugün yüzde 26.3’le birinci sıradaki yerini koruyor. Ne var ki aynı dönemde Çin’in ağırlığı yüzde 2.5’tan yüzde 16.9’a yükselmiş bulunuyor. Japonya ise küresel ekonomide 1995’ten bu yana yüzde 17.8’den yüzde 3.8’e kadar düşen bir paya sahip. AB’ye gelince, 1992’de yüzde 28.8’e varan payı bugün yüzde 17.3’te geziniyor.

TRUMP 2.0 ?

Büyük bir oy desteğiyle tekrar göreve gelen Trump, bildik ekonomik gündemi; kurumlar vergisini düşürmek, finansal düzenlemeleri iyice gevşetmek, gümrük vergileriyle başlıca rakiplerini zayıflatmak istiyor. Trump’ın ilk döneminde en zengin yüzde 1, gelirin yüzde 21’ine, servetin yüzde 35’ine sahip olarak daha zenginleşmiş, Amerika’yı Yeniden En Büyük yapmasını bekleyen yoksullar daha yoksullaşmıştı. “Vergiler düşürülürse refah artar” anlayışına dayanan “arz yönlü ekonomi” tezleri bir kez daha yalanlanmıştı. Gümrük vergilerinin ise tüketiciyi cezalandıracağı, enflasyonu uyaracağı, buna karşın üretim ve istihdamı artırmakta belirgin bir etki yaratmayacağı tahmin ediliyor. Özellikle yapay zeka ağırlıklı teknoloji hisseleri öncülüğünde yükselen borsa, tarihi ölçütlerle bakıldığında aşırı şişkin bir görüntü sergiliyor. Olası bir düzeltme hareketinin sadece ABD’de değil tüm dünya piyasalarında fırtınalar koparmasından çekiniliyor.

ÇİN’İN SIKINTILARI

Dünyanın ikinci büyük ekonomisi Çin ise, uzun dönemli ortalamalarının oldukça altında kalan yüzde 5 büyüme hedefini gerçekleştirmekte zorlanıyor. Verimsiz altyapı ve konut projelerinde yığılma, artan yerel yönetim borçları, kendini güvende hissetmeyen tüketicilerin harcama isteklerinin bir türlü artırılmaması büyümeye ket vuruyor. Xi Jinping’in ekonomi programının ana ekseni “yeni üretici güçlerin” geliştirilmesi, yani elektrikli arabalar, yenilenebilir enerji ve batarya teknolojisindeki öncülüğün pekiştirilmesi çabası, ekonomiyi yeniden diriltmek için yeterli olmuyor. O nedenle son dönemde tüketimi canlandırma seferberliği başlatılmış bulunuyor.

AVRUPA  ZORDA

Avrupa; Trump’ın “size de gümrük vergileri getiririm” tehdidi karşısında diz çökmekle, meydan okumak arasında tereddütler içerisinde gelgitler yaşıyor. ABD ve İngiltere dahil, yüksek enflasyon ortamında hükümette olanların seçim kaybetmesi olgusu, bir bir AB ülkelerinde de gözleniyor. Bu arada 2024’te seçim kaybeden görevdeki liderler kervanına Hintli Modi’nin yanında Erdoğan da katılmış oldu. Yılın son ayında hem Alman hem Fransız hükümetleri düştü. Fransa’da yamalı bohça yeni bir koalisyon kurulurken, Almanya Şubat 2025’te seçime gidiyor.  Almanya imalat sanayisi büyük bir kriz yaşıyor. Kilit otomotiv ve çelik sektörlerinde kitlesel işten çıkarmalar sürerken, Almanya’nın 19. yüzyıldan beri liderliği sürdürdüğü kimya endüstrisinde de yüzde 18’e varan ciddi bir üretim kaybı gözleniyor. Ukrayna savaşı sonrası, Rusya’dan sağlanan ucuz enerji ve hammadde kaynaklarından yoksun kalmak AB ekonomilerine büyük darbe vurdu. Buna karşın Rus ekonomisi uygulanan yaptırımları, iş birliği yaptığı bir kısmı Hindistan, Suudi Arabistan gibi ABD müttefiki üyeler sayesinde göreceli ucuz atlattı. Avrupa bir yandan da ABD’nin yoğun gümrük vergileriyle karşılaşan Çin’in üretimini Avrupa pazarlarına yıkmasının endişesini yaşıyor. Böyle bir duruma Brüksel’in vereceği tepki “ticaret savaşının” küresel ticareti tehdit eden bir boyut kazanması riskini barındırıyor. Rusya’nın uluslararası hukuka aykırı, şu ana kadar büyük bir insani ve maddi kayba yol açan Ukrayna işgalinde, geçmişte doğuya doğru açılmama sözü veren, başta ABD gelmek üzere NATO ülkelerinin de büyük vebali var. Rusya’nın güvenlik kaygılarını göz ardı eden, Ukrayna’da darbeye ön ayak olan, işgal öncesi hiçbir görüşme ve uzlaşmaya yanaşmayan Atlantik İttifakı, üstelik giderek silah sevkiyatını artırarak, savaşın tahribatının derinleşmesine de neden oldu. Trump’ın tüccar mantığıyla yapılacak olası bir barış, en azından daha fazla kan kaybını önlemiş, Rusya’nın fiili nüfuz alanındaki varlığını kabullenmiş olur.

İSRAİL SALDIRGANLIĞI

Öte yandan Trump’ın İsrail’e tam desteği Ortadoğu’daki vahşetin kalıcılaşmasına katkıda bulunur. Aslında Netanyahu’nun soykırım politikası, Filistin konusunda daha duyarlı bir kısmı Arap kökenli Demokrat Parti seçmeninin, Biden’ın bu saldırganlığa yeşil ışık yakmasına tepkisini sandık başına gitmeyerek veya Yeşiller Partisi adayına yönelerek gösterdi. Bu da seçimde Trump’ın ekmeğine yağ sürdü. İsrail ABD destekli devasa askeri gücüyle Gazze’yi kan gölüne çevirdiği gibi, Lübnan’da Hizbullah mevzilerini yerle bir etti, en son da Suriye’nin askeri altyapısını çökerterek, Esad rejiminin yıkılmasının, HTŞ öncülüğünde Cihatçı çetelerin iktidarı ele geçirmesinin önünü açtı. İsrail’in ve Amerikan çıkarlarının önündeki direniş hattı böylelikle etkisizleştirilmiş  oldu. Golan Tepeleri’nde genişlemesini sürdüren İsrail, Suriye’yi aslında zavallı, korunaksız bir hale düşürdü.  Irak örneği de gösterdi ki, ne kadar kötü bir uygulaması olursa olsun ulus devlet modeli etrafında örgütlenmiş bir toplum, etnik ve mezhepsel temelde bölünmüş bir yapıdan daha iyidir. Suriye’de Cihatçı gruplardan oluşan koalisyon hoşgörü temalı şirinlik gösterileriyle kravatlı-mokasenli poz veren lider bozuntularıyla şimdilik ılımlı bir görüntü vermeye çalışıyor. El altından, özellikle de Alevi ağırlıklı kıyı kesiminde infaz, şiddet, aşağılama pratikleri yaygınlaşıyor. Batılı çevreler de Cihatçıların cürümlerini, ülkeyi Rus-İran hattından kopardıkları için “şükran duygusuyla” görmezden geliyorlar. Gizlenemez hale gelen öç eylemlerini de, yıllardır biriken öfke, geçici zafer sarhoşluğu gibi gerekçelerle hafife alıyorlar.  Suriye’nin yeniden imar pastasından sebepleneceğini düşünen kesimler de başta Türk sermaye kesimi gelmek üzere ellerini ovuşturuyor. Şimdiden söyleyelim, buradan modern, çağdaş bir devlet asla çıkmaz. Zaman içinde, iktidar paylaşım kavgası içerisinde, İslami gruplar birbirine düşer. Ülkenin bölgesel ve topografik yapısı da Kürt bölgesi dışında özerk yapıların çıkmasına elverişli değil. Ne yazık ki, buradan Alevilerin, Hıristiyanların, Dürzilerin seküler yaşam tarzına sahip Suriyelilerin kendini güvende hissedeceği bir ülke örneği yaratılması olanaklı görünmüyor. Zaten Golani’nin, en az dört yıl seçim yok şeklindeki son açıklaması da bu karamsar öngörüyü doğruluyor.

AŞIRI SAĞ YÜKSELMEYİ SÜRDÜRÜYOR

Başka Avrupa, neredeyse tüm bölgelerde aşırı sağ, reaksiyoner, göçmen karşıtı parti ve hareketler yükseliyor. Neoliberal, piyasacı politikaların basıncı altında sosyal-demokrat, reformist partilerin teslim olması, Washington Uzlaşması reçetelerinin geniş kitlelerin yaşam standardını aşağı çekmesi, özellikle imalat sanayisinde istihdam olanaklarını daraltması, refah devleti uygulamalarının iyice erozyona uğraması bu dalgayı yükseltti. Sorunlarının kaynağını göçmenlerde, mültecilerde, azınlıklarda gören, küresel iklim değişikliğini aldatmaca kabul eden, feministleri, LGBTİ’leri tehlike unsuru olarak algılayan bir zihniyet yaygınlaştı. Buna karşın düzenin temellerine yönelmese de, güç ve mülkiyet ilişkilerini kökünden değiştirmeyi vaat etmese de sistemin içinde gelir ve servet bozukluklarını törpülemeye, kamunun ekonomideki rolünü canlandırmaya yönelik programlar öneren, İngiltere’de Jeremy Corbyn ve ABD’de Bernie Sanders gibi figürlerin önü kesildi. Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos benzeri partilerin programlarını izlemeleri engellendi. Bu şekilde sol-sosyalizm adına umut ve ilham veren örneklerin artması engellenmiş oldu.

LATİN AMERİKA DA DURGUN

Yaratıcı örgütlenme ve mücadele yöntemleriyle dünya soluna her zaman esin kaynağı olan Latin Amerika’da da çok heyecan verici gelişmelerden söz edemeyiz. Brezilya’da Filistin konusunda duyarlı tavrı sergileyen Lula sağlık sorunlarıyla uğraşıyor, Arjantin’de aşırı piyasacı, anti-komünist, cunta nostaljisi yayan, Trump şakşakçısı Milei’nin yoksulluğu artıran neoliberal programı IMF desteğiyle hayata geçiyor. Bölgenin en umut veren gelişmeleri Meksika’da yaşanıyor. Eski Cumhurbaşkanı Lopez Obrador’ın desteğiyle seçilen, onun kamucu politikalarını sürdürmeyi taahhüt eden, sol bir geçmişten gelen; feminist talepler, iklim politikaları ve kimlik talepleri konusunda önceki başkandan daha duyarlı bir tavrı bulunan Claudia Sheinbaum ülkenin ilk kadın cumhurbaşkanı olarak göz dolduruyor.

Buradan tüm BirGün okuyucularına olabildiğince mutlu, sağlıklı güzel bir yıl diliyorum.

                                                       /././

Doğalgaz ücreti kararı Resmi Gazete'de: Bugünden itibaren geçerli olacak -Cumhuriyet-

EPDK, doğalgaz dağıtımında bağlantı ve hizmet bedellerinin üst sınırlarını yeniden belirledi. Bugünden geçerli olmak üzere zamlı tarifeler ortaya çıktı. İşte 2025'te geçerli olacak ücretler...

Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK), doğalgaz dağıtımında bağlantı ve hizmet bedellerinin üst sınırlarını tespit etti.

EPDK'nin konuyla ilgili kurul kararı, Resmi Gazete'nin mükerrer sayısında yayımlandı.

SINIRLAR BELİRLENDİ

Buna göre, doğalgaz dağıtım şirketlerinin 2025 yılı için uygulayacağı abone bağlantı bedelinde üst sınır 6 bin 154 lira olacak.

İlave abone bağlantı bedeli 100 metrekare için 5 bin 353 lira, bağlantı kontrol ve onay bedeli ilk 100 metre için 3 bin 471 lira olarak belirlendi.

Ön ödemeli sayaç değişim bedeli 1630 lira, sayaç açma kapama bedeli 157 lira olarak tespit edildi. İç tesisat işlem bedeli ise 92 lira ile 2 bin 118 lira arasında değişecek.

Karar bugün yürürlüğe girdi.

                                                        ***

Öne Çıkan Yayın

Birgün "Köşebaşı + Gündem" -15 Nisan 2025 -

Durduğunda düşecek -Yaşar Aydın- Tek adam rejimi, durduğunda düşeceğinin ve bir daha kalkamayacağının farkında olarak ilerliyor. Kısa süre i...