EKONOMİ -1 Ocak 2025-

 

Para politikası çapası ve enflasyonu düşürme programı -Ercan Uygur/T24-

Enflasyon şampiyonu Arjantin şampiyonluğu Türkiye’ye bırakabilir.

2024 yılı geride kaldı ama Türkiye’nin önde gelen sorunu olan yüksek enflasyonu geride bırakamıyoruz. 19 aydır sürdürülen “programa” karşılık, enflasyon yüksek seyrediyor. Kısacası, enflasyonu düşürme “programı” hem tasarım hem uygulama olarak başarılı değil.

Bu yazıda, maliye politikası yanında para politikasının da yetersizliğini açıklamaya çalışıyorum. Bu yetersizlikler nedeniyle yükün büyük bölümünün döviz kuru ve asgari ücretler ve diğer ücretler üzerine yıkıldığını ifade ediyorum.

“Programın” tasarımı, uygulaması ve çapa/çıpa sorunları

Programın başarısızlığının elbette birçok nedeni var. Programı tırnak içinde ifade etmemin nedeni de program için tam bir çerçeve çizilmemiş olmasıdır. Bu konuda kaynak olarak hep Orta Vadeli Programlar (OVP) gösterilmiştir, ama orada da bazı tahminler, tasarılar ve öneriler vardır.

Önce bir konuya açıklık getireyim. Bir görüşe göre, “Türkiye’de para politikası iyi ama maliye politikası bu iyi politikayı desteklemiyor.” Evet, maliye politikası kötü. Örneğin, “itibar harcamaları” ve “lüks harcamalar” ile bütçe açıkları yükseliyor, tasarruf önlemlerinin lafı bile edilmiyor.

Ancak para politikası da bazı yönleriyle gerçekten iyi değil, yetersiz. Bu bağlamda önemli bir sorun para politikasında çapa/çıpa eksikliği. (TCMB çıpa dediği için çıpayı da ekledim.) TCMB’ye göre kendisinin enflasyon hedefi çapadır.

Nasıl? TCMB, orta vadede enflasyon hedefi yüzde 5’tir ve bu enflasyonun çapası/çıpasıdır diyor. TCMB’nin 25 Aralık 2024’te yayımlanan “2025 Para Politikası” raporu (s. 1) şöyle diyor:

“Enflasyon hedeflemesi rejimi çerçevesinde, Hükûmet ile birlikte belirlenen enflasyon hedefi yüzde 5 olarak korunmuştur. Para politikası, enflasyonu orta vadede bu hedefe ulaştıracak parasal ve finansal koşulları sağlayacak şekilde oluşturulacaktır.”

Bu ifadeler geçen yılın para politikası metninde de vardı. İyi ama kaç yıllardır yüzde 5 hedefe kim inanıyor? Kim planlarını yüzde 5 hedefine göre yapıyor? Kim fiyatlama davranışını yüzde 5’e göre biçimlendiriyor? Bu yüzde 5 hedefi nasıl çapa olarak alabiliriz?

Kısa vadede iş biraz daha karışık. TCMB, "kısa vadede benim enflasyon hedefim yıl sonları için yaptığım enflasyon tahminleridir ve bunlar da benim çapalarımdır" diyor:

“Enflasyonun gelecek dönemdeki seyri konusunda iktisadi birimlere rehberlik etmesi öngörülen göstergeler, kısa vadede enflasyon tahminleri, orta vadede ise enflasyon hedefidir. Enflasyon Raporu’nda açıklanan tahminler, enflasyon beklentilerine yönelik referans oluşturma işleviyle ara hedef olarak kullanılacaktır.” 2025 Para Politikası (s. 1).

İşin tatsız yanı şu; TCMB’nin bu tahminleri hep düşük kalıyor. Örneğin, Enflasyon Raporu 2023-III’te 2024 yıl sonu için tahmin edilen enflasyon yüzde 33 idi. Sonra yüzde 36 olarak değiştirildi. Son 2024-IV raporunda yüzde 44’e yükseltildi. Bu oranın bile düşük kalacağı anlaşılıyor.

Bu tahminlere kim inanıp fiyatlama davranışını buna göre biçimlendirecek? Tüketicilerin enflasyon  beklentilerine bakıyoruz hep daha yüksek. (Piyasa katılımcıları denilen ankete bakmıyorum.) Üretici enflasyon beklentileri de hep daha yüksek. 

Örneğin, 2024 Aralık ayında TÜİK’in yaptığı ankete göre, 2025 Aralık ayı için beklenen tüketici enflasyonu ortalaması yüzde 63,14. Haziran ayında bu oran 71,49 idi. Ekonomi yönetimi enflasyon beklentisi düşüyor diye sevincini ifade ediyor.

İşin daha vahim tarafı şu; TCMB’de enflasyon için kullanılan veriler TÜİK’in verileri. Bunlara da inanan var mı bilmiyorum? Anketler gösteriyor ki algılanan tüketici enflasyonu da TÜİK enflasyonuna göre çok çok yüksek.

Bu konuları 2024 Şubat ayında birkaç kez yazdım. “Algılanan enflasyon yüksek ise, beklenen enflasyon da yüksek kalıyor” ifadelerini kullandım. Bu konular 2024 Kasım ayında yayınlanan TCMB’nin Enflasyon Raporu 2024-IV’te de ele alınmıştır. Burada yazdığım yazılar raporun kaynakçasında yer almıyor. Halbuki konular aynıdır. 

Neyse, çapa konusuna geri dönelim; bu durumda kimselerin inanmadığı enflasyonun orta vadeli hedefleri ve kısa vadeli tahminleri/hedefleri çapa olur mu? Olmaz ve olmuyor.

Aslında Türkiye’de ekonomi yönetimi aylık enflasyonu bir süre için tahmin ve hedef olarak kullanmak istedi. Aylık enflasyonun ortalama yüzde 1,5 olarak tahmin edildiğini ilan etti. Ancak bu tahmin ve hedef tutmadı.

Döviz çapası konusunda Türkiye ve Arjantin

Ekonomi yönetiminin ve TCMB’nin çapa olarak tutunabileceği bir değişken kalıyor: Döviz kuru.

Döviz kurları konusunda söyleyegeldiğim şudur; ekonomi yönetimi ve TCMB enflasyon hedeflemesi yapıyorum, benim çapam hedeflediğim yüzde 5 enflasyondur diyor ama bunun geçerli ve doğru olmadığı biliniyor.

Haliyle TCMB’nin örtülü çapası döviz kurudur. Gerçekleşen verilere bakıldığında bu çapa ortaya çıkıyor. Buna karşılık tersine açıklamalar yapılıyor. Kurda bir düzey veya artış hedefi olmadığı vurgulanıyor ama gerçekleşen kurlar bir artış hedefi olduğunu gösteriyor.

Bu açıklamalar kur konusunda zaten var olan belirsizliği arttırıyor. Halbuki döviz kuru için belli sürelerle hedef belirlenip ilan edilebilir(di). Çünkü kullanılabilecek başka çapa yoktur. Krediler konusunda getirilen bazı sınırlamaların çapa olarak düşünülmesi zordur.

Bu konuda Arjantin bir örnek olarak gösterilebilir. Son bir yıldır Arjantin’de de enflasyonu düşürme programı uygulanıyor. Arjantin’de Aralık 2023’te yeni başkan göreve başlayınca resmi dolar kuru ile piyasa kuru arasındaki farkı gidermek üzere yüzde 50 devalüasyon yapıldı, enflasyon sıçradı.

Arjantin’de Nisan 2024’te tüketici enflasyonu yıllık yüzde 292,2’ye çıktı. Yine de Nisan 2024’ten itibaren tüketici enflasyonunun aylık ortalama yüzde 4 olacağı açıklandı. Dolar kurunun ise her ay yüzde 2 artacağı ve bir çapa olduğu ilan edildi. Bu durum sürdürülebilir mi sorusuna, Arjantin "evet" diyor. Çünkü cari dengesi fazla veriyor ve IMF anlaşması da sürüyor.

Türkiye’de de dolar kurunun Haziran ve Temmuz 2023’te yüzde 15’ler oranında yükselmesine izin verildi. Böylece aylık tüketici enflasyonu temmuz ve ağustosta yüzde 9,5 düzeyine vardı. Yıllık enflasyon ise yüzde 39’dan yüzde 60’lara yükseldi.

Kısacası, Türkiye’nin de Arjantin’in de enflasyonu düşürme programına başlaması aynı biçimde döviz kurunda bir uyum (intibak) ile başlamıştır. Ancak çapa olarak ilan ettikleri değişkenler farklıdır. Daha doğrusu, Türkiye’nin ilan ettiği çapa yaşadığımız koşullarda uygun değildir.

Arjantin’in cari dengeden gelen döviz açığı yok ve borçlanmıyor. Türkiye ise önemli bölümü kısa vadeli olan döviz borçlanması yapıyor. 

Şekil 1’de iki ülkenin enflasyonu düşürme programına başladıktan sonraki aylık tüketici enflasyonları görülüyor. Anlaşıldığı gibi, Arjantin’in programı hızla sonuç alıyor. Kasım 2024’te aylık enflasyon yüzde 2,47’ye inmiş durumda.

Arjantin'in enflasyonu düşürme programı önemli ölçüde bütçe açıklarının düşürülmesi ile de  destek buluyor. 2024 yıl sonunda bütçenin dengeleneceği ilan edilmiş durumda.

İlan edilen bir başka bilgi de aylık enflasyonun 2025’in ilk yarısında ortalama yüzde 2 olacağıdır.  2025 sonunda aylık enflasyonun yüzde 1’lere düşmesi bekleniyor.

Arjantin şu anda üç haneli yüzde 160 enflasyon ile dünyadaki en yüksek enflasyona sahip ülkedir. 2025’te enflasyonun yüzde 30’un altına ineceği iddiası var. Olabilir mi? Olursa, Türkiye dünyada enflasyonu en yüksek ülkelerden birisi olarak kalacak.

Arjantin’de enflasyonun düşmesi çalışanların ve emeklilerin büyük maliyetler ödemesi ile sağlanıyor. Nüfusun yüzde 57’si yoksulluk sınırının altındadır. Ancak ultra-liberteryan Cumhurbaşkanı Milei kendi harcamalarını da düşürmüş durumda. Aldığı maaşı da bağışlıyor.

Türkiye’de de çalışanlar ve emekliler büyük bedeller ödüyor. Ancak dini vurgulamalar da yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Milei gibi tasarrufa yönelik davranmıyor. Kamu kesiminde tasarruf konusu zaten çoktan unutulmuş durumda. 

Enflasyonun geleceği konusunda iki ülke arasında şöyle bir fark var; Arjantin’de enflasyonu düşürme programının sahibi de uygulayanı da sürekli bu konu ile uğraşan Milei’dir. Türkiye’de ise Cumhurbaşkanı programı geriden izliyor, arada "ben de varım" diyor.

Şimdi başımıza bir de “fetih” konusu çıktı. Erdoğan’ın Suriye için çok harcama yapacağı konuşuluyor. Bu “fetih” konusuyla Türkiye dünyada çok tepki de çekecek. Bu koşullarda enflasyon nereye gidecek kim bilir? Enflasyon şampiyonu Arjantin şampiyonluğu Türkiye’ye bırakabilir. 

Not: Yeni yılınızı en iyi dileklerle kutlar, sağlıklı ve huzurlu nice yıllar dilerim.

                                                                /././

Yeni yıl ekonomik öngörüleri -Öztin Akgüç/Cumhuriyet-

Bilimde neden-sonuç ilişkisi, illiyet bağlantısı olduğundan nedenler saptanır, doğru tanılar konursa sonuç öngörülür, kestirilir.

Sosyal bilim iktisatta da neden-sonuç ilişkisi geçerli olduğundan öngörülerde yanılgı olasılığı azdır. Ülkede ekonomide başarı övgü ve övünmelerinin yapıldığı dönemde, kriz nedenlerinin oluştuğu, ekonominin uzun süreli ve derin bir durgunluğa gireceği öngörülmüş ancak dikkate alınmadığından öngörüde çöküntü olarak gerçekleşmiş, yaşanmaktadır.

Enflasyon, fiyat artış süreci olarak arz-talep dengesizliğinden kaynaklanır. Yaşanan enflasyona talep enflasyonu; emekli ve emekçinin dar ve sabit gelirlilerinin talep artışından kaynaklandığı tanısı konmuş, yoksullaştırarak enflasyonun kontrole alınacağı yanılgısıyla dezenflasyon politikası izlenmeye başlanmıştır. Yanlış tanı ve politikanın olumsuz etkileri 2025 yılında daha net görülecek, yaşanacaktır.

İktisatta Keynesyen yaklaşımda talebi reel gelir, klasik yaklaşımda faiz belirler. Emekli, emekçi, dar ve sabit gelirli kesimin talebi, zam, vergi, azalan kamu hizmetleri harcamaları, yüksek faiz ve eyletimli enflasyon rakamlarıyla kısılmakta, talebin kısılması da başarı olarak gösterilmektedir.

Emekli, emekçinin talebinin kısılmasının yoksullaştırma yanı sıra ekonomide başka olumsuz etkileri de olmaktadır. Geliri azalan kesimin talebi, görece daha ucuz, iktisatta “inferior goods” olarak nitelendirilen alt grup, kalitesi daha düşük mallara yönelmektedir. Girdi kalitesini de düşünerek maliyet etkinliği olmadan üretim, sonuçta merdiven altı olarak ifade edilen imalata, tağyir ve tağşişe, kayıtdışı işlemlerin artmasına yol açmaktadır. Kalitesizlik, kayıtdışılık daha da yaygınlaşacaktır.

Fiyatı yükselen malları satın alamayan ya da yeterince alamayan tüketicilerin alt grup, daha ucuz, kalitesi daha düşük olduğu algılanan mallara yönelmesi, İngiliz İktisatçı Griffen tarafından ilk kez savunulduğundan “Griffen paradoksu” olarak tanımlanmaktadır. 

İktisatta fiyat esnekliği gibi gelir esnekliği de analiz aracıdır. Geliri azalan kesimin, lüks olarak nitelendirilen mallara, dayanıklı tüketim mallarına (beyaz eşyaya) talebi azalacaktır.

Talebin azalması, bazı mallarda merdiven altı imalata geçilmesine, firmalarda ciro kaybına, satış miktarının azalmasına yol açacaktır. Ölçek ekonomilerinden büyük ölçekte üretimin maliyet etkinliğinden (economies of scale) yararlanamama da maliyet artışına yol açacaktır. Ciro kaybı, maliyet yükselişi, mal yapısı güçlü olmayan firmaları konkordato, yeniden yapılandırma anlaşmalarına zorlayacaktır. Firmaların yükümlülüklerini zamanında yerine getirmemeleri ekonomide “bulaşma” (contagion) etkisiyle yaygınlaşacak, iflas, konkordato, yeniden yapılandırma talepleri artacak, işi terk, tasfiye artacaktır.

Enflasyon, eyletimli rakamlarla dahi sürecektir. Enflasyon sürerken iflas, tasfiye, işi terk, temerrüt olaylarının artması, stagflasyon terimiyle tanımlanamaz. İktisatta olayı tanımlamak için kullanılan terim “slump” çöküş, çökmedir. Üretimin azalmasının, firmaların tasfiyesinin hızlanmasının, temerrüdün, borç ödememenin yaygınlaşmasının enflasyonla birlikte yaşanmasını tanımlayan ekonomik terim “slumpflation”dır.

Türkiye’nin ekonomik sorunu emekli ve emekçinin talebini kısmak, gelir dağılımını bozmak, geliri ithal eğilimi yüksek gruba kaynak aktarmak, üretimi, verimliliği artırmamak, eğitimin kalitesini yükseltmemektir. Yanlış tanı, yanlış politika, kötü yönetimin sonuçları, 2025’te daha belirgin yaşanacaktır.

                                                     /././

2025’in eşiğinde dünya -Hayri Kozanoğlu/Birgün-

Dünya 2025 yılına kapitalizmin yarattığı eşitsizlik ve adaletsizlikler eşliğinde, emperyalizmin neden olduğu savaşlar ve çatışmalar ortasında giriyor. Yeniden ABD Başkanı seçilen Trump’ın İsrail’e tam desteği Ortadoğu’daki vahşetin kalıcılaşmasına katkıda bulunacak.

Dünya 2025 yılına kapitalizmin yarattığı eşitsizlik ve adaletsizlikler eşliğinde, emperyalizmin neden olduğu savaşlar ve çatışmalar ortasında giriyor. Hala düşük büyüme ve verimlilik artışıyla ekonomik; her yıl daha yakından hissedilen aşırı sıcaklık ve kuraklık yanında, beklenmedik doğal felaketlerle ekolojik; ağır insani tablosu Ukrayna, Filistin ve Suriye’de sergilenen savaşlarla jeopolitik; aşırı sağ ve ırkçı hareketlerin yükselişi, sosyalizm ve sosyal demokrasi gibi “büyük anlatıların” kapitalist küreselleşme döneminde etkisizleşmesiyle ideolojik boyutları olan “çoklu kriz” döneminden geçtiğimiz söylenebilir. Her ne kadar bu kavrama yaygınlık kazandıran Adam Tooze’un beşlemesindeki Covid pandemisi ve küresel enflasyon sorunu şimdilik geride kalmış görünse de… Çoklu kriz kavramının özelliği, farklı boyutlarının iç içe geçmiş olması; birbirlerini etkileyen çoğaltan dinamikleri bulunması; toplamlarından fazla bir etkinin ortaya çıkmasıdır.

KÜRESEL HEGEMONYA MÜCADELESI

ABD askeri üstünlüğünü sürdürmekle birlikte, ekonomik ve teknolojik anlamda Çin’in yükselişi karşısında zorlanıyor, hegemonyasını sürdürmek için zor ve baskı araçlarını giderek daha fazla kullanmak mecburiyetinde kalıyor. Kapitalist küreselleşmenin, on yıllarca kendi dayattığı serbest ticaret, serbest sermaye akımları, kuralsızlaştırma gibi yapı taşlarının gereklerini bile artık yerine getiremiyor. Dünya Ticaret Örgütü benzeri uluslararası liberal düzenin temel kurumsal yapılarını dahi işlevsizleştirmekten çekinmiyor.  Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra uzun yıllar hüküm süren kapitalist küreselleşmenin insanlığa hayır getireceği, piyasa toplumunun herkesin refahını artıracağı tezleri artık zaten inandırıcılığını yitirmiş durumda. Kapitalizmin ideolojik hegemonyasının zayıflamasıyla, ikna ve rıza mekanizmaları çalışmıyor, ikinci kez başkan seçilen Trump, “BRICS dolara alternatif para geliştirirse sizi yakarım” türü  tehditler savurmak zorunda kalıyor.  Avrupa ise ABD ile Çin arasındaki hegemonya mücadelesine ayak uydurmakta güçlük çekiyor. Avrupa Merkez Bankası eski başkanı Mario Draghi’nin adıyla anılan strateji raporunda belirtildiği gibi; düşük üretkenlik, zayıf yenilikçilik, AB üyelerinin rekabet sürecine tek tek ülkelerin çabalarıyla katılma girişiminin yetersiz kalması gibi nedenlerle bir varoluş krizi yaşıyor.  Dünya ekonomisinin güç dengelerine ABD’nin göreceli gerilemesi, AB ve Japonya’nın belirgin irtifa yitirmesi damgasını vuruyor. 1985’de ABD dünya üretiminin piyasa ölçütleriyle yüzde 34.6’sını gerçekleştirirken, bugün yüzde 26.3’le birinci sıradaki yerini koruyor. Ne var ki aynı dönemde Çin’in ağırlığı yüzde 2.5’tan yüzde 16.9’a yükselmiş bulunuyor. Japonya ise küresel ekonomide 1995’ten bu yana yüzde 17.8’den yüzde 3.8’e kadar düşen bir paya sahip. AB’ye gelince, 1992’de yüzde 28.8’e varan payı bugün yüzde 17.3’te geziniyor.

TRUMP 2.0 ?

Büyük bir oy desteğiyle tekrar göreve gelen Trump, bildik ekonomik gündemi; kurumlar vergisini düşürmek, finansal düzenlemeleri iyice gevşetmek, gümrük vergileriyle başlıca rakiplerini zayıflatmak istiyor. Trump’ın ilk döneminde en zengin yüzde 1, gelirin yüzde 21’ine, servetin yüzde 35’ine sahip olarak daha zenginleşmiş, Amerika’yı Yeniden En Büyük yapmasını bekleyen yoksullar daha yoksullaşmıştı. “Vergiler düşürülürse refah artar” anlayışına dayanan “arz yönlü ekonomi” tezleri bir kez daha yalanlanmıştı. Gümrük vergilerinin ise tüketiciyi cezalandıracağı, enflasyonu uyaracağı, buna karşın üretim ve istihdamı artırmakta belirgin bir etki yaratmayacağı tahmin ediliyor. Özellikle yapay zeka ağırlıklı teknoloji hisseleri öncülüğünde yükselen borsa, tarihi ölçütlerle bakıldığında aşırı şişkin bir görüntü sergiliyor. Olası bir düzeltme hareketinin sadece ABD’de değil tüm dünya piyasalarında fırtınalar koparmasından çekiniliyor.

ÇİN’İN SIKINTILARI

Dünyanın ikinci büyük ekonomisi Çin ise, uzun dönemli ortalamalarının oldukça altında kalan yüzde 5 büyüme hedefini gerçekleştirmekte zorlanıyor. Verimsiz altyapı ve konut projelerinde yığılma, artan yerel yönetim borçları, kendini güvende hissetmeyen tüketicilerin harcama isteklerinin bir türlü artırılmaması büyümeye ket vuruyor. Xi Jinping’in ekonomi programının ana ekseni “yeni üretici güçlerin” geliştirilmesi, yani elektrikli arabalar, yenilenebilir enerji ve batarya teknolojisindeki öncülüğün pekiştirilmesi çabası, ekonomiyi yeniden diriltmek için yeterli olmuyor. O nedenle son dönemde tüketimi canlandırma seferberliği başlatılmış bulunuyor.

AVRUPA  ZORDA

Avrupa; Trump’ın “size de gümrük vergileri getiririm” tehdidi karşısında diz çökmekle, meydan okumak arasında tereddütler içerisinde gelgitler yaşıyor. ABD ve İngiltere dahil, yüksek enflasyon ortamında hükümette olanların seçim kaybetmesi olgusu, bir bir AB ülkelerinde de gözleniyor. Bu arada 2024’te seçim kaybeden görevdeki liderler kervanına Hintli Modi’nin yanında Erdoğan da katılmış oldu. Yılın son ayında hem Alman hem Fransız hükümetleri düştü. Fransa’da yamalı bohça yeni bir koalisyon kurulurken, Almanya Şubat 2025’te seçime gidiyor.  Almanya imalat sanayisi büyük bir kriz yaşıyor. Kilit otomotiv ve çelik sektörlerinde kitlesel işten çıkarmalar sürerken, Almanya’nın 19. yüzyıldan beri liderliği sürdürdüğü kimya endüstrisinde de yüzde 18’e varan ciddi bir üretim kaybı gözleniyor. Ukrayna savaşı sonrası, Rusya’dan sağlanan ucuz enerji ve hammadde kaynaklarından yoksun kalmak AB ekonomilerine büyük darbe vurdu. Buna karşın Rus ekonomisi uygulanan yaptırımları, iş birliği yaptığı bir kısmı Hindistan, Suudi Arabistan gibi ABD müttefiki üyeler sayesinde göreceli ucuz atlattı. Avrupa bir yandan da ABD’nin yoğun gümrük vergileriyle karşılaşan Çin’in üretimini Avrupa pazarlarına yıkmasının endişesini yaşıyor. Böyle bir duruma Brüksel’in vereceği tepki “ticaret savaşının” küresel ticareti tehdit eden bir boyut kazanması riskini barındırıyor. Rusya’nın uluslararası hukuka aykırı, şu ana kadar büyük bir insani ve maddi kayba yol açan Ukrayna işgalinde, geçmişte doğuya doğru açılmama sözü veren, başta ABD gelmek üzere NATO ülkelerinin de büyük vebali var. Rusya’nın güvenlik kaygılarını göz ardı eden, Ukrayna’da darbeye ön ayak olan, işgal öncesi hiçbir görüşme ve uzlaşmaya yanaşmayan Atlantik İttifakı, üstelik giderek silah sevkiyatını artırarak, savaşın tahribatının derinleşmesine de neden oldu. Trump’ın tüccar mantığıyla yapılacak olası bir barış, en azından daha fazla kan kaybını önlemiş, Rusya’nın fiili nüfuz alanındaki varlığını kabullenmiş olur.

İSRAİL SALDIRGANLIĞI

Öte yandan Trump’ın İsrail’e tam desteği Ortadoğu’daki vahşetin kalıcılaşmasına katkıda bulunur. Aslında Netanyahu’nun soykırım politikası, Filistin konusunda daha duyarlı bir kısmı Arap kökenli Demokrat Parti seçmeninin, Biden’ın bu saldırganlığa yeşil ışık yakmasına tepkisini sandık başına gitmeyerek veya Yeşiller Partisi adayına yönelerek gösterdi. Bu da seçimde Trump’ın ekmeğine yağ sürdü. İsrail ABD destekli devasa askeri gücüyle Gazze’yi kan gölüne çevirdiği gibi, Lübnan’da Hizbullah mevzilerini yerle bir etti, en son da Suriye’nin askeri altyapısını çökerterek, Esad rejiminin yıkılmasının, HTŞ öncülüğünde Cihatçı çetelerin iktidarı ele geçirmesinin önünü açtı. İsrail’in ve Amerikan çıkarlarının önündeki direniş hattı böylelikle etkisizleştirilmiş  oldu. Golan Tepeleri’nde genişlemesini sürdüren İsrail, Suriye’yi aslında zavallı, korunaksız bir hale düşürdü.  Irak örneği de gösterdi ki, ne kadar kötü bir uygulaması olursa olsun ulus devlet modeli etrafında örgütlenmiş bir toplum, etnik ve mezhepsel temelde bölünmüş bir yapıdan daha iyidir. Suriye’de Cihatçı gruplardan oluşan koalisyon hoşgörü temalı şirinlik gösterileriyle kravatlı-mokasenli poz veren lider bozuntularıyla şimdilik ılımlı bir görüntü vermeye çalışıyor. El altından, özellikle de Alevi ağırlıklı kıyı kesiminde infaz, şiddet, aşağılama pratikleri yaygınlaşıyor. Batılı çevreler de Cihatçıların cürümlerini, ülkeyi Rus-İran hattından kopardıkları için “şükran duygusuyla” görmezden geliyorlar. Gizlenemez hale gelen öç eylemlerini de, yıllardır biriken öfke, geçici zafer sarhoşluğu gibi gerekçelerle hafife alıyorlar.  Suriye’nin yeniden imar pastasından sebepleneceğini düşünen kesimler de başta Türk sermaye kesimi gelmek üzere ellerini ovuşturuyor. Şimdiden söyleyelim, buradan modern, çağdaş bir devlet asla çıkmaz. Zaman içinde, iktidar paylaşım kavgası içerisinde, İslami gruplar birbirine düşer. Ülkenin bölgesel ve topografik yapısı da Kürt bölgesi dışında özerk yapıların çıkmasına elverişli değil. Ne yazık ki, buradan Alevilerin, Hıristiyanların, Dürzilerin seküler yaşam tarzına sahip Suriyelilerin kendini güvende hissedeceği bir ülke örneği yaratılması olanaklı görünmüyor. Zaten Golani’nin, en az dört yıl seçim yok şeklindeki son açıklaması da bu karamsar öngörüyü doğruluyor.

AŞIRI SAĞ YÜKSELMEYİ SÜRDÜRÜYOR

Başka Avrupa, neredeyse tüm bölgelerde aşırı sağ, reaksiyoner, göçmen karşıtı parti ve hareketler yükseliyor. Neoliberal, piyasacı politikaların basıncı altında sosyal-demokrat, reformist partilerin teslim olması, Washington Uzlaşması reçetelerinin geniş kitlelerin yaşam standardını aşağı çekmesi, özellikle imalat sanayisinde istihdam olanaklarını daraltması, refah devleti uygulamalarının iyice erozyona uğraması bu dalgayı yükseltti. Sorunlarının kaynağını göçmenlerde, mültecilerde, azınlıklarda gören, küresel iklim değişikliğini aldatmaca kabul eden, feministleri, LGBTİ’leri tehlike unsuru olarak algılayan bir zihniyet yaygınlaştı. Buna karşın düzenin temellerine yönelmese de, güç ve mülkiyet ilişkilerini kökünden değiştirmeyi vaat etmese de sistemin içinde gelir ve servet bozukluklarını törpülemeye, kamunun ekonomideki rolünü canlandırmaya yönelik programlar öneren, İngiltere’de Jeremy Corbyn ve ABD’de Bernie Sanders gibi figürlerin önü kesildi. Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos benzeri partilerin programlarını izlemeleri engellendi. Bu şekilde sol-sosyalizm adına umut ve ilham veren örneklerin artması engellenmiş oldu.

LATİN AMERİKA DA DURGUN

Yaratıcı örgütlenme ve mücadele yöntemleriyle dünya soluna her zaman esin kaynağı olan Latin Amerika’da da çok heyecan verici gelişmelerden söz edemeyiz. Brezilya’da Filistin konusunda duyarlı tavrı sergileyen Lula sağlık sorunlarıyla uğraşıyor, Arjantin’de aşırı piyasacı, anti-komünist, cunta nostaljisi yayan, Trump şakşakçısı Milei’nin yoksulluğu artıran neoliberal programı IMF desteğiyle hayata geçiyor. Bölgenin en umut veren gelişmeleri Meksika’da yaşanıyor. Eski Cumhurbaşkanı Lopez Obrador’ın desteğiyle seçilen, onun kamucu politikalarını sürdürmeyi taahhüt eden, sol bir geçmişten gelen; feminist talepler, iklim politikaları ve kimlik talepleri konusunda önceki başkandan daha duyarlı bir tavrı bulunan Claudia Sheinbaum ülkenin ilk kadın cumhurbaşkanı olarak göz dolduruyor.

Buradan tüm BirGün okuyucularına olabildiğince mutlu, sağlıklı güzel bir yıl diliyorum.

                                                       /././

Doğalgaz ücreti kararı Resmi Gazete'de: Bugünden itibaren geçerli olacak -Cumhuriyet-

EPDK, doğalgaz dağıtımında bağlantı ve hizmet bedellerinin üst sınırlarını yeniden belirledi. Bugünden geçerli olmak üzere zamlı tarifeler ortaya çıktı. İşte 2025'te geçerli olacak ücretler...

Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK), doğalgaz dağıtımında bağlantı ve hizmet bedellerinin üst sınırlarını tespit etti.

EPDK'nin konuyla ilgili kurul kararı, Resmi Gazete'nin mükerrer sayısında yayımlandı.

SINIRLAR BELİRLENDİ

Buna göre, doğalgaz dağıtım şirketlerinin 2025 yılı için uygulayacağı abone bağlantı bedelinde üst sınır 6 bin 154 lira olacak.

İlave abone bağlantı bedeli 100 metrekare için 5 bin 353 lira, bağlantı kontrol ve onay bedeli ilk 100 metre için 3 bin 471 lira olarak belirlendi.

Ön ödemeli sayaç değişim bedeli 1630 lira, sayaç açma kapama bedeli 157 lira olarak tespit edildi. İç tesisat işlem bedeli ise 92 lira ile 2 bin 118 lira arasında değişecek.

Karar bugün yürürlüğe girdi.

                                                        ***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -3 Ocak 2025-

Özelleştirme sebep, karanlık sonuç: Yurttaş canının, enerji şirketleri kârının derdinde Çınartepe ve Darıca'da yüz binlerce kişi günlerd...