İstatistiklerle Kadın, 2024 -TÜİK

İstatistiklerle Kadın, 2024

TÜİK

CUMHURİYET "Köşebaşı + Gündem" -6 Mart 2025-


Trump ve otogolpe -Ergin Yıldızoğlu-

Otogolpe “süreç olarak faşizmin” belirleyici anlarından biridir. Hemen her zaman faşist hareket devleti bu yolla ele geçirir. Bugün ABD’de Trump rejimi tam anlamıyla bir otogolpe örneğidir. Bir farkla...

Otogolpe” (İspanyolca kökenli) terimi, bir devlet başkanının veya yürütme erkini elinde tutan kişinin, mevcut anayasal düzeni devre dışı bırakarak kendi yetkilerini genişletmesi anlamına gelir. Otogolpe, yürütme gücünün hukuku çiğnemesi, yasama organını işlevsiz bırakması ve muhalefeti baskı altına alması yoluyla gerçekleşir.

OTOGOLPE
Trump daha göreve başlamadan Yüksek Hâkimler Kurlu, başkanın uygulamalarından dolayı yargılanamayacağına karar verdi. Böylece dokunulmaz, yargılanamaz konuma yükselen Trump, artık her istediğini yapabilirdi. Trump’ın yapacaklarını Proje 2025 bağlamında daha önce tartışmıştık.

Özetle: Bürokrasiyi, seçilenleri anayasa kapsamında denetleyen, bağımsız, profesyonel bir kurum olmaktan çıkarıp partizan bir yürütme aracına dönüştürmek. Başkanın gücünü daha da pekiştirecek biçimde, kurumsal kontrolleri azaltmak, yürütmeyi neredeyse otoriter bir ofise dönüştürmek, rejimi (süreç olarak faşizmi) sağlamlaştırmak için mahkemeleri kullanacak konuma gelmek. Yasama, yargı ve yürütme arasındaki dengeleri, yürütme lehine değiştirerek devleti yeniden yapılandırmak. Böylece denetimsiz, keyfi, bir başkanlık düzeni kurmak. Trump ilk altı haftada bunların hemen hepsini gerçekleştirdi ya da gerçekleştirmeye başladı.

BİR FARKLA Kİ
Bu otogolpe, ABD’yi geleneksel müttefiklerinden kopararak ulusal güvenlik sistemini ve dış politikasını belli bir yönde değiştiriyor. İşte bu değişimin kimi ana başlıkları.
Yabancı Etkinin Denetlenmesini Zayıflatma: Trump’ın Adalet Bakanı Pam Bondi, ABD’deki yabancı ajanları izleyen Yabancı Etki Görev Gücü’nü kapattı.Yabancı Ajanlar Kayıt Yasası (FARA) yaptırımları kaldırıldı. Bu, 2016 seçimlerinde Rusya bağlantılı olduğu belirlenen tiplerin işine yaradı. Rusya’ya yönelik kripto yaptırımlarını uygulayan bir görev gücü de feshedildi. 
 
Ulusal Güvenliği ve İstihbaratı: FBI’ın, yabancı ülkelerin ABD seçimlerine   müdahalesini engellemeye çalışan Yabancı Etki Görev Gücü bölümü kapatıldı.  CIA’de büyük çaplı işten çıkarmalar başladı. CIA ajanlarının isimleri,  şifrelendirlmemiş bir e-postayla Beyaz Saray’a gönderildi, bu durum ciddi istihbarat güvenliği riski yarattı. Başkanın seçtiği kişilere güvenlik soruşturması yapılmadan gizli belgelere erişim izni verilmesi kararlaştırıldı. Böylece Musk, Rusya’daki internet sitelerini bizzat işlettiği ve çok sayıda siber korsanlık çetesiyle ilişkisi olduğu bildirilen 19 yaşındaki bir adamını İç Güvenlik Bakanlığı’na yerleştirebildi. Bu değişiklikler, casusluk ve yabancı nüfuz riskini artırdı.

ABD Dış Yardımları ve NATO İlişkileri: ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) fonları kesildi. Rusya bu kesintiyi, ABD’nin “dış müdahalelerinin sona ermesi” olarak memnuniyetle karşıladı. Rusya, Ukrayna’nın enerji altyapısını bombalayarak savaşı kazanmayı hedeflerken Trump yönetimi, Ukrayna’nın elektrik şebekesine sağlanan desteği kesti. Trump’ın savunma bakanı, Ukrayna’nın bazı topraklarını Rusya’ya vermesi gerektiğini söyledi ve bunun “gerçekçi” olduğunu iddia etti. Trump yanlısı senatörler, ABD’nin NATO’dan çıkmasını tartışmaya başladı. Bu, ittifakın çökmesine ve Rusya’nın elini güçlendirmesine yol açabilir.
Rusya ile Bağlantıların Güçlendirilmesi: Trump, Rusya’nın G7’ye geri alınmasını  savundu. ABD ve Rusya arasında üst düzey görüşmeler düzenlendi. Trump’ın emlakçı arkadaşı Steve Witkoff, Putin ile 3.5 saat süren bir toplantı yaptı, dönüşte Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmekte haklı olduğunu savundu. Trump’ın elçileri, Rusya’dan hiçbir taviz koparamadan sözde barış müzakereleri yürüttü.
Bu gelişmeler, ABD’nin dış politikasının köklü şekilde değiştiğini ve Rusya’nın lehine şekillenmeye başladığını gösteriyor. Nitekim, Putin’in uzun süredir sözcülüğünü yapan Dmitry Peskov, “ABD’nin dış politikası, şimdi, büyük ölçüde bizim vizyonumuzla örtüşüyor” diyor. ABD hegemonyası altında şekillenmiş “düzen” dağılmaya ve yerini büyük güçler dengesi üzerinde kurulu bir “düzene” aslında “bir düzensizliğe” bırakıyor.
                                                   /././
Amerikan mandası -Mehmet Ali Güller-

ABD Başkanı Donald Trump Kongre konuşmasında açıkladı:  Zelenski kendisine bir mektup göndermişti.

Trump’ın kürsüden bir kısmını okuduğu mektuba göre Zelenski iki geri adım attı: 
1) Rusya’yla barış için müzakere masasına oturmayı ve 
2) ABD ile nadir elementler için anlaşma imzalamayı kabul ediyordu.

Üç günde değişen bu durum nedeniyle mektubu “Zelenski’nin Trump’a teslimiyeti mektubu” olarak niteleyebiliriz. Sorun şu ki Zelenski şimdi öncekinden de ağır bir anlaşma imzalamak zorunda kalacak ve bir piyon olarak ülkesini “Amerikan mandası” haline getirecek.

ZELENSKİ’YE DARBE TEHDİDİ
Zelenski’nin bu kadar hızlı teslim olmasını sağlayan iki temel faktör var: Darbe sopası ve İngiltere’nin rolü.
Önce darbe sopasına bakalım: 
1) Ukrayna Parlamentosu, resmi bir açıklama yaparak ABD’nin barış girişimini ve nadir element anlaşmasını kabul ettiklerini ilan etti. Böylece Zelenski’nin tutumunun aksine bir pozisyon belirlemiş oldu. 
2) Bazı Ukrayna milletvekilleri, ABD’nin desteğini kaybettiği için Zelenski’nin azlini (görevden alınmasını) istedi. 
3) Emperyalist ABD’nin görevlisi Elon Musk, barışı kabul etmesi şartıyla Zelenski’ye üçüncü bir ülkede af/sürgün/sığınma teklif etti. 
4) ABD liderliği Zelenski’yi seçim yapmadığı için meşru olmamakla, mali yardımları harcama şekli nedeniyle yolsuzlukla ve yüzde 4’e düşen oyuna rağmen  diktatörlükle suçladı.

İngiltere’nin ise daha “inceltilmiş” yöntemlerle konuyu ele aldığı anlaşılıyor. The Times’a konuşan üst düzey bir İngiliz yetkilisine göre Londra Zelenski’den 
1) Kurallara göre oynamasını, 
2) Trump’a saygı göstermesini ve 
3) müzakere masasına oturmasını istedi. 
Sonuç olarak Zelenski üç gün önce reddettiği iki talebi de yerine getireceğine söz verdiği bir teslimiyet mektubu yazdı. Kuşkusuz sonucu ne acı ki artık Ukrayna halkı için daha ağır olacak.

TRUMP’IN SALDIRGANLIĞI
Trump, Kongre’deki uzun konuşmasında Zelenski’nin teslimiyet mektubu nedeniyle keyifliydi. Emperyalist ABD’yi haraç toplayarak ve zorla sınırlarını genişleterek büyüteceğini açık açık ortaya koydu konuşmasında.Trump, Grönland’a hem ABD’nin ulusal güvenliği nedeniyle hem de uluslararası güvenlik nedeniyle ihtiyaçları olduğunu iddia ederek “Öyle ya da böyle Grönland’ı bir şekilde alacağız” dedi. Kızılderilileri katlederek topraklarına el koyanların torunları, emperyalist iştahlarıyla aynı kötülükleri sergileme peşindeler yani.
Grönland Başbakanı Mute Bourup Egede ise Trump’ın sözlerine yine tepki gösterdi ve “Biz satılık değiliz” dedi.

Trump ayrıca “Geçmişte biz yapmıştık, o nedenle Panama Kanalı’nı geri alacağız”  diyerek Güney Amerika’ya saldırganlığını sürdürdü. Kuzeyindeki Kanada’yı ise zaten 51. eyaleti sayıyor ve Kanada Başbakanı Trudeau’ya ABD’nin valisi muamelesi yapıyor.

İNGİLTERE’NİN ÇABASI

Trump konuşmasından önce Çin, Kanada ve Meksika’ya tarife arttırarak, ticaret savaşını da yükseltmişti. Üç ülke de aynı şekilde ABD’ye yanıt verecek.Trump’ın, ABD’nin en önemli müttefiklerini Çin’le yan yana getiren bu uygulamalarının Avrupa’ya da sıçramış olması, İngiltere’yi harekete geçmeye zorlamış görünüyor.  Yukarıda özetlediğimiz İngiltere’nin girişiminin Zelenski’yi “ikna” etmekle sınırlı olmadığı, Londra’nın Atlantik sistemini kurtarmak için çaba sarfettiği, bu amaçla Washington ile Brüksel arasında arabuluculuk yaptığı anlaşılıyor.
Trump ile Avrupa sağının bir tarafta, ABD’nin diğer yarısı ile Avrupa’nın büyük kısmının diğer tarafta cepheleştiği bu tablo hem her iki kıtayı kendi içinde bölüyor hem de iki kıtayı karşı karşıya getiriyor. Küresel Güney için memnuniyet verici bir durum elbette.

                                                     /././

(Cumhuriyet)


                                   


soL "Köşebaşı + Gündem" -6 Mart 2025-

Hak almanın yolu eylemden geçer!-Atilla Özsever-

600 bin kamu işçisi adına Türk-İş ve Hak-İş’in ortak hazırladıkları teklif Çalışma Bakanlığı’na sunuldu. Hükümet teklifi inceliyor, konfederasyonlar beklemede. İşçi tabanı ise hazır ancak sendika yönetimlerden eylemlere sahip çıkmasını istiyor.

600 bin kamu işçisi adına Türk-İş ve Hak-İş tarafından ortak hazırlanan teklif, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na iletildi. Teklifte işçinin taban ücretinin brüt 54 bin liraya çıkarılması ardından da yüzde 50’lik zamla en düşük ücretin brüt 81 bin liraya yükseltilmesi talep edildi.

Şubat ayı sonunda iletilen bu teklife Çalışma Bakanlığı ve kamu işverenlerini temsil eden TÜHİS’in (Türk Ağır Sanayi ve Hizmet Sektörü Kamu İşveren Sendikası) yanıt vermesi bekleniyor.

Merkez Bankası, 2025 yılı enflasyon hedefini yüzde 24 olarak açıkladı. Öte yandan AKP Hükümeti, asgari ücrete yılbaşı itibariyle yüzde 30 zam yaptı. İşçi ve Bağ-Kur emeklilerine yüzde 15, memurlara ve emeklilerine de yüzde 11 oranında zam verildi.

Konfederasyonların teklifi ile hükümetin hedeflenen enflasyon ve diğer emek kesimlerine verdiği zam dikkate alındığında işçi kesimini zor bir süreç bekliyor. Zaten AKP’nin 2025 Orta Vadeli Programı’nda (OVP) ücretlerin baskılanması öngörülüyor.  

Sendikaların talebi ile hükümetin yaklaşımı arasında ciddi farklar var. Bu süreçte konfederasyon yönetimleri nasıl bir tavır alacak, uzlaşmacı bir tavır mı gösterecek ya da işçi tabanın tepkisi ne olacak, ciddi anlamda merak ediliyor.

'Yoksulluk sınırını aşmak'

AKP hükümeti ve kamu işveren sendikaları ile yapılacak görüşmelerde Türk-İş’i temsil eden Kamu Koordinasyon Kurulu’nda görevli Koop-İş Sendikası Genel Başkanı Eyüp Alemdar, “Müzakerelerde hedefimiz yoksulluk sınırının üstünde bir ücret artışı sağlamaktır” dedi.

Ayni zamanda Türk-İş Genel Başkan Yardımcısı olan Eyüp Alemdar, kamu sözleşmeleriyle ilgili görüşünü şöyle açıkladı:

“Teklifimizi verdik, hükümetin bir ay içinde cevap vermesi gerekiyor. Mevcut hükümetin asgari ücretliye, emekliye verdiği zam ortada. Böyle bir zam oranını kabul etmemiz mümkün değil. Masada çözmek istiyoruz, elimizden geleni yapacağız ancak anayasal haklarımızı kullanmaktan da çekinmeyiz”.

Türk-İş’in Şubat 2025 sonu itibariyle dört kişilik bir ailenin geçim maliyeti olan yoksulluk sınırı açıklaması, 75 bin 973 liradır. Kamu kesiminde farklı sektörlerde, farklı ücret düzeyleri olduğu için ortalama çıplak net ücretin 38-40 bin lira dolayında bulunduğu belirtiliyor. İlk altı ay için yüzde 50’lik zam teklifiyle bu ücret net 60 bin liraya dolayına gelmiş olacak.

Konfederasyonların 2025’in ilk altı ayı için önerdikleri brüt 81 bin liralık en düşük ücretin neti ise 56 bin lira dolayına geliyor. Sosyal haklar ve yan ödemeler, bu rakamın dışında bulunuyor.

Hak-İş: Masada bitirmek isteriz

Hak-İş’in Kamu Koordinasyon Kurulu üyesi ve Öz Sağlık-İş Sendikası Genel Başkanı Devlet Sert de, toplu sözleşme görüşmelerini masada çözümlemek istediklerini söyledi. Aynı zamanda Hak-İş Genel Başkan Yardımcısı da olan Devlet Sert, görüşünü şöyle açıkladı:

“Üyelerimizin taleplerinin karşılanması açısından toplu sözleşme sürecini masada bitirmek isteriz. Sokağa çıkıp kavga etmek gibi bir niyetimiz yok. Bu enflasyon ve hayat pahalılığı koşullarında taleplerimizin karşılanması en büyük temennimizdir. Kamu Çerçeve Protokolü’nün (KÇP) emek hareketini rahatlatacak düzenlemelerle 1 Mayıs’tan önce imzalanmasını bekliyoruz”.

Öz Sağlık-İş Genel Başkanı Sert, işçinin büyük kayba uğradığı vergi oranlarının da sabitlenmesini istediklerini ancak taleplerine kulak tıkanması halinde üretimden, hizmetten gelen gücü kullanmaktan da kaçınmayacaklarını ifade etti. Devlet Sert, Türk-İş’le birlikte mutabakat içersinde bu sözleşmeyi tamamlamak istediklerini tekrarladı.

Taşeron işçilerinin de kadroya geçirilmesiyle birlikte kamu kesiminde Hak-İş’in üyesi sayısı daha da arttı. Kesin rakam olmamakla birlikte 600 bin işçinin 380 bin dolayının Hak-İş’e, 220 binin de Türk-İş’e bağlı olduğu kaydediliyor.

Sendikaların talepleri

Karayolları, demiryolları, elektrik üretim santralleri, bakanlıklar, üniversiteler ve hastanelerin de aralarında olduğu kamu kurum ve kuruluşlarındaki 600 bine yakın işçiyi ilgilendiren 21 maddelik konfederasyon talep taslağında, öncelikle kamuda günlük en düşük ücretin 1.800 liraya yükseltilmesi teklif edildi. Bu ücret, aylık olarak brüt 54 bin liraya geliyor.

Günlük en düşük ücret artışının ardından işçilere kıdem zammı yapılması ve ortaya çıkacak bu rakamın da 2025'in ilk 6 ayı için yüzde 50 artırılması istendi. İki konfederasyon, 2025'in ikinci altı ayı ile 2026'nın ilk ve ikinci altı aylarında ücretlere yüzde 25 zam yapılması ve bu oranların üzerine de her dönem için yüzde 10 refah payı verilmesi talebinde bulundu.

Kamu Çerçeve Protokolü bağlamında, vergi dilimlerinin de düzenlenmesi, ilk yüzde 15’lik dilimin sabitlenmesi de teklifler arasında bulunuyor.

Taban hazır ancak güvence istiyor

Harb-İş Sendikası Eskişehir Şube Başkanı Hasan Atak, hayat pahalılığı, ekonomik zorluklar ve işyerlerindeki baskılar nedeniyle işçi tabanının mücadeleye hazır olduğunu ancak üst yönetimlerin de bu mücadeleye öncülük edecek konumda olması gerektiğini söyledi.

Eskişehir’de birçok eylem ve etkinliklere katılan mücadeleci şube başkanlarından Hasan Atak, görüşünü şöyle özetledi:

“İşçiler hem ekonomik hem de güvence açısından zor koşullarda çalışıyor ve yaşıyorlar. Aslında taban mücadeleye hazır ancak bu mücadelede işçinin önüne düşecek, önderlik edecek Türk-İş yönetimine tam anlamıyla güven duymuyor.

Daha önceki eylemlerde öncü işçilerin işten atılması söz konusu oldu. İşe iade için davaları kazandılar ama Türk-İş gereken desteği vermedi. İnsanlar isyan halinde fakat işyerlerinde baskı var, işten atılma korkusu var, soruşturma açılması söz konusu. Tüm bunları göğüsleyecek, işçiye güven verecek bir yönetimin olması lazım. İşçi ancak o güveni duyduğu zaman harekete geçebiliyor.”

Harb-İş Şube Başkanı Atak, CHP gibi muhalif partilerin de işçinin mücadelesine yeteri kadar sahip çıkmadığını, sadece Türk-İş ve üst yöneticilerin yanında saf tuttuğunu ifade etti.   

Eylem: Hak almanın yolu

Tüm bu görüşlerden sonra 600 bin kamu işçisini ilgilendiren kamu sözleşmelerinin zorlu bir süreç içinde geçebileceği ancak üst yönetimlerin yine AKP Hükümeti ile hak kayıplarına yol açacak tarzda bir anlaşmaya varması söz konusu olabilir.

İşçi tabanı, ne yazık ki Türk-İş ve diğer üst yönetimlere güven duymuyor. İşçinin sendikalardan umudu ve beklentisi çok düşük düzeyde. İşçi tepkili fakat hem işyerlerindeki baskılardan hem de üst sendika yönetimlerinden yeterli güveni görmediği için gücünü ortaya koyamıyor.

İşin doğrusu bu yılki kamu sözleşmelerinde 1989 Bahar Eylemleri’nin “ruhu ve dinamizmi”  yok gibi gözüküyor. Yine de hak almanın yolunun bilinçli bir eylemlilikten geçtiğini vurgulamakta yarar var…

                                                      /././

Bakanlık raporu: 3,6 milyon hane aşırı yoksulluk sınırının altında
     
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Göktaş dün Kırşehir'de "Büyük Aile İftarı"na katıldı (Foto: AA)

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın faaliyet raporuna göre Türkiye’de aşırı yoksulluk sınırının altında yaşayan hane sayısı 3 milyon 600 bin oldu.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın faaliyet raporu, Türkiye'de geçen yıl "aşırı yoksulluk sınırının altında yaşayan hane sayısı"nın en az 3,6 milyon olduğunu ortaya koydu.

Bakanlığın raporunda 3,6 milyon tekil hanenin aşırı yoksulluk sınırının altında yaşayan vatandaşlar için yürütülen Aile Destek Programı'ndan yararlandığı kaydedildi.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 2024 yılına yönelik faaliyet raporu, 3 Mart’ta yayımlandı. Raporda “aşırı yoksulluk sınırı altında kalan vatandaşlara” nakdi destek sağlanması amacıyla başlatılan Türkiye Aile Destek Programı kapsamında 2024 yılında 3,6 milyon tekil haneye toplam 46,48 milyar TL tutarında yardım sağlandığı kaydedildi.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş bu raporun yayımlanmasından bir gün sonra Kırşehir’de katıldığı “Büyük Aile İftarı” programında konuştu, "İnşallah hep birlikte 2025 Aile Yılı da sevgi, saygı ve dayanışmayla taçlandırdığımız bir yıl olacak" dedi.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın raporunda 2024 yılında sosyal yardımlara ayrılan bütçenin 491,7 milyar TL’ye ulaştığı görülüyor. Ekonomim’in aktardığına göre bu miktar, 2023 yılına kıyasla yüzde 61’lik bir artış anlamına geliyor.

Sosyal desteklerin yüzde 96’sının nakdi olarak sağlandığı, yüzde 89’unun ise düzenli yapılan ödemelerden oluştuğu belirtildi.

Rapora göre, 2024 yılında toplam 4 milyon 574 bin 684 hane sosyal yardımlardan faydalandı. Öne çıkan bazı destek kalemleri ise şöyle:

  • Elektrik tüketim desteği: 4 milyon 87 bin 785 hane
  • Şartlı Eğitim Yardımı: 1 milyon 744 bin 442 kişi – toplam 1,3 milyar TL
  • Gıda yardımları: 4 milyon 262 bin 105 kişi
  • Barınma yardımları: 21 bin 380 hane
  • Doğalgaz tüketim desteği: 702 bin 253 hane
  • Genel Sağlık Sigortası (GSS) prim borçlusu kişi sayısı: 9 milyon 444 bin 458

300 bine yakın çocuğun temel ihtiyaçları karşılanmıyor

2024 yılında, ailesinin yanında en temel ihtiyaçları dahi karşılanamayan ve ailesinden alınma riski bulunan toplam 272 bin 348 çocuğa ulaşıldığı ifade edildi. 

Bu kapsamda, geçici yardımlarla birlikte 2024 yılında toplam 252 bin 348 çocuk, ailesinin yanında desteklenmesi amacıyla Sosyal ve Ekonomik Destek Programı kapsamına alındı.

                                                        ***

Laiklik ve sınıfsal savaşım: Her yerde her zaman Ali Rıza Aydın-

İnsanın insanı sömürmediği düzenin cumhuriyeti için savaşım bilimsel dünya görüşünün ve emekçilerin olmazsa olmazı…

Günlük, anlık olaylar, soruşturma ve kovuşturmalar, görevden almalar, baskılar, gözaltılar, tutuklamalar, siyasal faaliyeti yalnızca iktidarın sınırları ve çerçevesi içine sıkıştıran davranışlar, çözüm sürecinde yaşananlar “yapı” gerçeğini ve dinselliği perdeleyip sömürücüleri, siyasal iktidarı egemen kılmaya devam ettiriyor.

3 Mart “Ne tarikat ne şeriat: Laik cumhuriyet, laik eğitim” eylemleri bu kargaşa içinde yapıldı. Eylemler laik cumhuriyet savunucularının sindirilemediğini bir kez daha gösterdi. Ancak ne cumhuriyet ne de laiklik öyle özel günlerde anımsanıp konuşulmakla yaşatılabilir.  Cumhuriyetten günümüze ilericilik ve aydınlanmanın cumhuriyetten günümüze gericilik tarafından teslim alınması için ne gerekiyorsa yapıldığı bir ilişki ağında özel günlerde kenetlenmek yetmiyor.

Patronlar ve gericiler elbirliğiyle sömürüye kilitlenmişken “yıkıyorlar ama ele geçiremiyorlar”dan, teslim olmamaktan öte ilkeli, planlı, programlı bütünsel savaşıma gereksinim var.

Başlatılan adımlar toplumsallaştırılarak devam ettirilmedikçe egemen olan hep önde gidiyor.

“İmam Hatipleri istemiyoruz” denildi, İmam Hatipler çoğaldı. “Müfredat değişikliklerine karşıyız” denildi, değişiklikler uygulamada. “Diyanet İşleri Başkanlığı laiklik ilkesi doğrultusunda çalışmıyor, bir dinin bir mezhebinin başkanlığı oldu, kapatılmalıdır” denildi, değil frene basılması kurum devletin içinde her geçen gün daha fazla kök salmaya başladı.

“İdari işlem ve düzenlemeler yapılsa da, ÇEDES gibi protokoller imzalansa da, yasalar değiştirilse de Anayasa’ya göre hareket etmesi gereken yargı var, Anayasa Mahkemesi var” denildi, yargı ve AYM kendi ilke kararlarını yok sayarak “laiklik ihlali onay kurumları”na dönüştü. “Laik hukuk devletinde düşünce özgürlüğü esastır” denildi, din özgürlüğü hem laikliğin hem de diğer özgürlüklerin üstüne oturtuldu.

“‘Bir dinin eğitimi ve öğretimi’ ‘din kültürü ve ahlak öğretimi’ değildir, zorunlu dersler arasında yer alamaz. Kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de yasal temsilcisinin talebine bağlıdır” denildi, talep olmadığı halde İslam dininin bir mezhebinin eğitim ve öğretimi tüm eğitime yerleştirildi. “Özel okulların içinde laik eğitim var” denildi, laik eğitim piyasaya çıkarıldı ama o okullardaki din kültürü de diğerleri gibi gericileşti. “Eğitim birliği” denildi, eğitim paramparça edildi.

“Tarikat ve cemaatler” zaten yasak denildi, sivil toplum kuruluşu ilan edildi. Yasak olan tarikat ve cemaatlerin kurduğu dernek, vakıf ve şirketler meşru sayıldı.  

 “Devletin sosyal, ekonomik, siyasal veya hukuksal temel düzeni din kurallarına dayandırılamaz; siyasal veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, din veya din duyguları yahut dince kutsal sayılan şeyler istismar edilemez ve kötüye kullanılamaz” denildi, dinsellik her yerde kök saldı.

“Durmak yok yola devam” diyenlerin hedeflerinde neler yok ki… Tevhid-i Tedrisat Kanunu, eğitimde çeşitliliğin azalması, öğrenme özgürlüğünün kısıtlanması ve tek tip insan modeli yetiştirilmesi gibi sonuçları doğurmuş. Sanki müfredatla oynayan kendileri değilmiş gibi. Ülkemizde müfredat tekeli ve dayatması ağır/katı bir şekilde sürdürülmekteymiş ki ilkokullarda bile ders amacı ve konuların muhtevası anne-babaya, öğrenciye hatta öğretmene ve okula rağmen, tek merkezden belirleniyormuş. Birey, ebeveyn ve bölge ihtiyaçları dikkate alınmıyormuş, hatta köyde oturanla şehirde oturanlara aynı müfredat dayatılıyormuş. Zorunlu eğitim süresi kısaltılmalıymış. 12 yıllık zorunlu eğitim dayatması çocukların kabiliyeti, meslek edinmeleri ve yuva kurmaları önünde büyük bir engelmiş. Esnek öğrenme ve ev okulu modeline geçilmeliymiş.

Kapitalist/emperyalist dünyanın ellerini ovuşturarak beklediği serbestleştirme/sömürü araçları sürekli güçlendiriliyor yaygınlaştırılıyor.  24 Ocak 1980 eklemlenme kararları ve devamında 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve Anayasası yetmedi. Siyasal iktidar değişiklikleri ve Anayasa değişiklikleri, AKP’nin yirmi iki yılı yeterli gelmedi.  Kapitalizmin çaresizliği ve doyumsuzluğu yeni uyumlaştırma istiyor, yeni anayasa istiyor, emekçileri susturacak uzlaşma istiyor.

1980’de darbe yönetimine biat eden sermaye sınıfı ile bugün bir sermaye örgütünün siyasal iktidara sözde uyarısı arasında sınıfsal olarak fark yok. Onlar, emekçilerin aktif olmadığı, emek gücünü kendi piyasa kurallarına göre satın aldıkları bir siyaset, devlet ve hukuk istiyor. “Yapı”yı, üretim güç, araç ve ilişkilerini yalnızca kendi egemenliklerinde tuttukları, emekçilerin “kul” olduğu bir düzen istiyor.

2008’de AKP’nin laik cumhuriyet ilkesine aykırı fiillerin odağı haline geldiğinin AYM tarafından onaylanması, aynı siyasal partinin o günden bugüne laik cumhuriyet ilkesini yok sayması sermaye sınıfını ilgilendirmiyor. Dinselliğin sınıfsal olarak sömürü düzeninin güvencesi olduğunu biliyorlar, memnunlar.

“Daha kötüsü olamaz” diyerek beklemeye koyulmak, ölmeye yatmaktır. Daha kötüsü olmaz dendikçe daha kötüsü geliyor.

Devletin şekline cumhuriyet denilmesi, cumhuriyetin niteliklerinin yaşatıldığı, özünün korunduğu ve uygulandığı anlamına gelmiyor. Laiklik, yaşam biçimi olarak benimsenmedikçe, sınıfsal savaşımla birlikte yürütülmedikçe hep eksikli kalacak ve zayıflayacak. Boşalan alanın gericilik tarafından nasıl doldurulduğu yıllardır herkesin gözü önünde yaşanıyor. Dinsel önyargılar var oldukça, zaten uyuşmaz olan “dinsel” ile “bilimsel dünya görüşü” ikilisinde dinsel olan baskın oluyor. Bu baskınlık bilimselin sermaye sınıfına bağımlılığını da perdeliyor. 

İnsanın insanı sömürmediği düzenin cumhuriyeti için savaşım bilimsel dünya görüşünün ve emekçilerin olmazsa olmazı…

                                                            /././

250 yaşındaki okaliptüs cinayeti: TOKİ’den Malta’ya uzanan şebeke -Bahadır Özgür / duvaR-

 

Bu hafta başında Danıştay, Marmaris’teki bir rant projesini iptal etti. Eski belediye binası yıkılıp yerine iş yerleri yapılacaktı. Ama yargı kararı gelene kadar ağaçlar boğazlandı. Aralarında 250 yaşında bir okaliptüs vardı. Katili kimdi peki? İşte TOKİ’den Malta’ya uzanan bir offshore şirketler ağının hikayesi.

Marmaris’te, denizin kıyısında, eski bir belediye hizmet binası bulunuyordu. Önünde ağaçlar dikiliydi. Aralarında 250 yaşında bir de okaliptüs vardı. Görevi mühimdi. Orası eski bir bataklık olduğundan, suyu emsin diye ekilmişti. O yaşlı okaliptüsü 2023 yılında öldürdüler işte. Bir avuç Marmarisli gönüllü, katili durdurmak için çok uğraştı. Ve hafta başında yargı, projeyi tamamen iptal etti. Ama iş burada bitmiyor.

Marmaris’teki cinayet hemen her gün karşılaştığımız, belki de artık umursamadığımız bir imar rantı vakasıydı. Lakin bir avuç gönüllü aslında inşaattan denizciliğe yayılan bir düzene çomak sokmuştu. Nasıl mı?

Buyurun; Hatay’dan Marmaris’e, İstanbul’dan Malta’ya, küresel bir skandalın göbeğinde beliren bir denizcilik ağının işlediği ‘okaliptüs cinayetinin’ hikayesi...

Marmaris’in CHP’li belediyesi 4 Temmuz 2023 günü, Kemeraltı Mahallesi’nde bulunan 1673 m2’lik binanın, intifa hakkı verilerek yapılmasına karar verdi. Yerine 5 dükkan ve 78 ofisten oluşan bir kompleks inşa edilecekti. 24 Kasım 2023 günü düzenlenen ihaleyi M-Art Mimarlık Dekorasyon Mobilya ve Turizm AŞ. kazandı. Kompleksi 25 yıl boyunca işletecek ve belediyeye yıllık 1 milyon lira kira ödeyecekti. Belediye hem kârlı hem de iyi bir projeyi yasalara uygun şekilde kente kazandırdıklarını ileri sürüyordu. Görünüşte öyleydi ama.

250 yaşındaki okaliptüs cinayeti: TOKİ’den Malta’ya uzanan şebeke - Resim : 1

Şirket hızlı başladı. Hemen ağaçları kökledi. Toprağı kazmaya, binayı yıkmaya girişti. Bazı belediye meclisi üyeleri, avukatlar ve bir grup vatandaş yargıya koştular. İnşaatın önünde sürekli nöbet tuttular. İhale yasasına, imar planlarına vb. aykırılıkları ortaya koydular ve sonunda yürütmeyi durdurma kararı aldırdılar. İş durmadı elbette. 2024 seçimlerinde belediye yönetimi CHP’nin yeni ekibine geçince, onlar da destek oldu. Ve bu hafta başında Danıştay 13. Dairesi projeyi iptal etti.

Peki okaliptüsün katili kimdi? Biraz araştırınca ‘mütevazı’ görünen şirketin arkasından kocaman bir denizcilik ağı fışkırdı.

İhaleyi alan M-Art Mimarlık, Hatay’ın Arsuz ilçesi ikametine kayıtlı Gürcan Mazman’a aitti. Ortağı ise Marmarisli olan CHP’li belediye meclis üyesi Hüsnü Baysal’dı. İhaleden bir ay sonra bütün hisselerini Mazman’a devretti. Nereden gelmişti bu ‘gizemli’ Mazman?

TOKİ’DE BAŞLAYAN BİR KARİYER

Çoğu kimsenin adını dahi bilmediği bir Emlak Bankası iştiraki vardır. 1980’de kurulmuş olan Emlak Planlama İnşaat Proje Yönetimi ve Ticaret AŞ. Görevi, Emlak Bankası tarafından yapılan projelerin yönetim, kontrollük, işletme, pazarlama, konut teslim ve satış sonrası bakım hizmetlerini yürütür. Mesela, İstanbul’un ilk uydu kenti Bahçeşehir onun işlerindendi. 2001 yılında hisseleri TOKİ’ye devredildi. Yani AKP’nin inşaat hamlesinin perde arkasındaki güçlerinden birisine dönüştü. 2012’de ise hisseleri yüzde 49’u TOKİ’de olmak koşuluyla üç özel şirkete paylaştırıldı. Yüzde 22.3 oranındaki hissenin sahibi Dentaş Gayrimenkul Yatırım AŞ’ydi. Şirket aynı yıl İstanbul’da kurulmuştu ve sahibi Hatay’ın Arsuz ilçesi ikametine kayıtlı Nahide Mazman’dı.

                      Gürcan Mazman(sağda), Emlak Planlama İnşaat Proje Yönetimi ve Ticaret AŞ’de yöneticiyken.

O esnada Gürcan Mazman nerede çalışıyordu biliyor musunuz? Emlak Planlama İnşaat Proje Yönetimi ve Ticaret AŞ’de genel müdür yardımcısıydı. 2018’de ayrılıp aile şirketinin başına, yani Dentaş’a geçti. Emlak Planlama ise yine aynı yıl bütün hisselerini özel şirketlerden satın aldığını Borsa İstanbul’a duyuruyordu.

Bunlar yaşanırken Türkiye’nin siyasi ikliminden bir kesiti de hatırlayalım mı? 2015 yılında Binali Yıldırım, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı oluyor, 2016’nın yarısından 2017’ye kadar da Başbakanlık görevini üstleniyordu. İnşaat ve deniz nakliyeciliği sektörleri adeta patlama yapmıştı.

Gürcan Mazman, tam da Marmaris’teki ihaleyi almadan iki ay önce İstanbul’da, Synergy Marine adlı bir denizcilik şirketi daha kuruyordu. Ancak Mazman esasında sektörde yeni değildi. Ailesi 2008’den beri denizcilik sektöründeydi.

250 yaşındaki okaliptüs cinayeti: TOKİ’den Malta’ya uzanan şebeke - Resim : 3
Malta belgelerinden çıkan Gürcan Mazman’ın şirket ağı.

MALTA’DA KURULU 8 ŞİRKET

2016 yılında dünyanın dört bir yanındaki zenginlerin, şaibeli isimlerin, silah kaçakçılarının, uyuşturucu tüccarlarının, ülkesini soymuş politikacıların ve ailelerinin parasını offshore hesaplarda gizleyen Mossack Fonseca adlı hukuk firmasının 11.5 milyon gizli belgesi ortalığa saçılıyordu. Doğan, Zorlu, Altınbaş, Polat vb. onlarca zengin ailenin hesapları çıktı. Bir yıl sonra 2017’de bu sefer Man Adası, Malta gibi vergi cennetlerindeki gizli hesaplar Paradise Papers (Cennet Belgeleri) skandalıyla ifşa oluyordu. Buradaki kuyudan çıkanlar ise Binali Yıldırım’ın oğullarının denizcilik şirketleri, Erdoğan ailesine uzanan Man Adası belgeleri, yandaş inşaatçıların hesaplarıydı. Böylesine ünlü isimlerin arasında o günlerde elbette Mazman dikkati çekmedi. 2010-2015 arası tam 8 denizcilik şirketi kurmuştu. Belgelere göre Gürcan Mazman, kamuda çalışırken Malta’da denizcilik şirketlerinin de sahibiymiş. Şu anda şirketi 21 adet gemi işletiyor.

***

Marmaris’te yaşlı okaliptüs öldürülmesin diye bir avuç gönüllü canla başla didindi. Belki de aç gözlü, yeniyetme bir girişimciyle kavga ettiklerini düşünüyorlardı. Ama gördüler ki, kafa tuttukları şebeke, 2010 sonrası jet hızıyla büyümüş bir denizcilik sermayesiydi. Rantın büyüğü, küçüğü, iktidarı muhalifi olmuyor yani. Memleketin bir taşını bile savunmak, bunların devasa çarklarına çomak sokmak demek.

Bahadır Özgür / duvaR


Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -5 Haziran 2025-

  KRT’de neler oluyor; görünen ve görünmeyenler…-Candan Yıldız- CHP’ye yakınlığı ile bilinen kanalın yayın çizgisi zaman içerisinde değişti,...