Hizbullahçı babanın El-Kaide ve IŞİD’le bağlantılı oğlu: ‘Şeriat ve savaş’ çağrısıyla yeniden sahnede -Aytunç Ürkmez-
Radikal İslamcı Tevhid ve Köklü Değişim dergileri, Gazze bahanesiyle düzenledikleri yürüyüşte “ümmet”, “şeriat” ve “İsrail’le savaş” çağrıları yaptı. Tevhid Dergisi, IŞİD ve El-Kaide bağlantıları nedeniyle yargılanıp tahliye edilen selefi lider Halis Bayancuk’un yayın organı olarak biliniyor. Örgütlenmelerini mescitler, dergiler ve çocuk okulları üzerinden sürdüren yapı, Ankara’da yüzlerce kişiyle eylem gerçekleştirdi.
Filistin Gazze’deki ablukaya karşı radikal İslamcı örgütler Köklü Değişim ve Tevhid dergilerinin ortak düzenlediği yürüyüşte “ümmet”, “şeriat” ve “İsrail’le savaş çığırtkanlığı” yapıldı. Gözler bu iki örgüte çevrildi. Laik Türkiye Cumhuriyeti’ne tehdit oluşturan bu yapılardan Tevhid Dergisi; selefi Halis Bayancuk’un elebaşılığını yaptığı “Tevhid ve Sünnet Cemaati”nin yayın ve eğitim organı olarak biliniyor. Bayancuk; geçmişte selefi terör örgütleri El-Kaide ve IŞİD bağlantıları nedeniyle cezalar almasına karşın Yargıtay’ın kararıyla önce serbest bırakıldı ve daha sonra tahliye edildi. Ancak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı; bu kararların ardından Tevhid Dergisi’ne “IŞİD’in Ankara yapılanması” kapsamında operasyon düzenlemişti.İsrail tarafından Filistin Gazze’ye yönelik uygulanan ablukaya karşı radikal İslamcı gruplar Köklü Değişim ve Tevhid dergileri önceki pazar Ankara’da ortak yürüyüş düzenledi. Ancak yürüyüşte atılan sloganlar ve yapılan basın açıklamasında Gazze yerine “ümmet”, “şeriat” ve “İsrail’le savaş çığırtkanlığı” yapılması dikkat çekerken; polis müdahale yerine izlemekle yetindi. Bu eylemlerin ardından gözler Ankara’nın göbeğinde yüzlerce kişiyle eylem gerçekleştiren bu iki yapıya çevrildi.(HİZBUT TAHRİR KADAR TEHLİKELİ) Gazetemiz Cumhuriyet; söz konusu yapılardan Köklü Değişim Dergisi’ni mercek altına almış; derginin Yargıtay tarafından terör örgütü kabul edilen ve “hilafet devleti” kurmak için mücadele veren Hizbut Tahrir’in yayın organı olduğunu okuyucularına aktardı. Tevhid Dergisi ise en az Hizbut Tahrir gibi laik ve üniter Türkiye Cumhuriyeti açısından tehdit oluşturan selefi bir yapı olarak karşımıza çıkıyor.(HİZBULLAH YÖNETİCİSİNİN OĞLU) Tevhid Dergisi, Ebu Hanzala kod adıyla da bilinen selefi Halis Bayancuk’un elebaşılığını yaptığı “Tevhid ve Sünnet Cemaati”nin yayın ve eğitim organı olarak biliniyor. Selefi Bayancuk; Hizbullah terör örgütünün ileri gelen isimlerinden Hacı Bayancuk’un oğlu olarak 1984’te Diyarbakır’da doğdu. Hacı Bayancuk; 1981’de terör örgütünün kurucu elebaşısı Hüseyin Velioğlu ile örgütün kurucu şurasında yer aldı. Hacı Bayancuk’un Diyarbakır’da PKK terör örgütüne mensup kişilerin öldürülmesi ve eski Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın katledilmesinin planlayıcılarından olduğu biliniyor.(2008’DE EL-KAİDE BAĞLANTISI NEDENİYLE TUTUKLANDI) Selefiliğin merkezi Mısır’da dini eğitimler almasının ardından Halis Bayancuk; selefi ideolojisini yaymak için 2007’de Türkiye’de internet siteleri üzerinden ilk örgütlenmesine başladı. Faaliyetlerini dükkan tarzı binalarda ufak mescitler açarak sürdüren Bayancuk’un selefi örgütlenmesine yönelik ilk olarak 2008’de operasyon düzenlendi ve selefi silahlı terör örgütü El-Kaide bağlantısı iddiasıyla tutuklandı. Bayancuk, 2010’da İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından El-Kaide üyesi olması suçuyla 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.(İKİ MAHKEME KARARINA KARŞIN TAHLİYE EDİLMİŞTİ) Mahkemenin kararının ardından Bayancuk, kararı temyize gönderdi. Yargıtay 16. Ağır Ceza Dairesi, 2017 tarihli kararıyla yerel mahkeme hükmünü Bayancuk aleyhinde bozdu. Bozma kararı ardından dosya Bakırköy 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nce görülmeye devam etti. Bu mahkemede yargılama sürerken, Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi de Bayancuk’a IŞİD kapsamında “silahlı terör örgütü kurma veya yönetme” suçundan 12 yıl 6 ay hapis cezası verdi. Bu gelişmelerin ardından Yargıtay 5. Ceza Dairesi iki dosyayı birleştirdi ve söz konusu ceza onandı. Ancak Bayancuk 2021’de Yargıtay’ca “kaçma şüphesi bulunmadığı” kararıyla tahliye edildi. Bayancuk, Haziran 2023’te ise tahliye edildi.(YARGIYA MEYDAN OKUMUŞTU) Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca 27 Şubat 2024’te Tevhid Dergisi’ne “IŞİD’in Ankara yapılanması” suçlamasıyla sabah operayonu düzenlendi ve kadınların da aralarında bulunduğu 20 kişi gözaltına alındı. Tevhid Dergisi’nden söz konusu operasyonlara ilişkin; “Dergimize yöneltilen IŞİD isnadının bir iftiradan ibaret olduğu bilinen bir gerçektir” açıklaması geldi. Bayancuk ise gözaltılara ilişkin sosyal medya hesabından şu açıklamada bulundu: “Sisteme göre suçluyuz; zira insanları Allah’a kul olmaya, şirkten ve tağuttan uzak durmaya davet ediyoruz. Amasız, fakatsız, lakinsiz İslam ahkamıyla yönetilmek istiyoruz. Allah’a isyan eden düzene teslim olmuyor, ne yaparlarsa yapsınlar yolumuzdan dönmüyoruz. Şayet bunlar birer suçsa, biz bu suçu işlemeye devam edeceğiz. Siz de zulmetmeye devam edin. Biz tevhidimiz ve adil şahitliğimizle abad olmayı umuyoruz. Umulur ki sizler de zulmünüzle abad olursunuz.” Ancak söz konusu 20 kişi 1 Mart 2024'te adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Bu kişilerin arasında Bayancuk da vardı.(ÖRGÜTLENMEYE ÇOCUKLARDAN BAŞLIYORLAR) Tevhid ve Sünnet Cemaati; Tevhid Derigisi ve kitapevi ile bu ismi taşıyan sosyal medya araçları üzerinden oluşturduğu yazılı ve görsel içeriklerle selefi - cihatçı politikalarını yayarken, başta “ribat” adıyla açtığı çocuk okulları (sıbyan mektepleri), mescitler ve dergi binaları üzerinden de örgütlenmesini sürdürüyor. Bayancuk’un başta Hizbut Tahrir ve Hizbullah olmak üzere birçok yurtiçi ve yurtdışı cemaatle de eylem ortaklığı bulunuyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hedefinde bu kez kadınlar ve giyim kuşam özgürlüğü var: Laikliğe ve özgürlüklere açık saldırı
Diyanet, cuma hutbesinde kadınların bedenini ve yaşam tarzını hedef aldı; giyim özgürlüğünü “haram” ilan etti. Cuma hutbesini eleştiren Nazlıaka, Diyanet’in anayasal sınırlarını aştığını söyledi. Sarıhan ise bu tür açıklamaların toplumda ayrışmaya neden olacağına dikkat çekti.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu haftaki cuma hutbesinde hedef, kadınların giyim özgürlüğü oldu. Kısa giyinmenin “Allah’ın emrini ihlal ettiği” öne sürülen hutbede, “Ahlak ve edep ölçülerinin çiğnenmesine sessiz kalan herkes büyük bir vebal altındadır” dendi.
Dün 81 kentteki camilerde okutulmak üzere hazırlanan hutbede giyim sektörünün, modacıların ve bazı medya çevrelerinin çıplaklığı özendirdiği, örtünmeyi değersizleştirdiği öne sürülüp “Kısa giysiler ve şeffaf kıyafetler giyilmesi, nerede ve hangi amaçla olursa olsun Allah’ın örtünme emrini ihlaldir, haramdır” vurgusu yapıldı.
Kamuoyunda tepki toplayan açıklamalardan sonra Cumhuriyet, CHP Genel Başkan Yardımcısı Aylin Nazlıaka ve 29 Ekim Kadınları Derneği genel başkanı avukat Şenal Sarıhan ile konuştu.
Nazlıaka, Diyanet’in hutbesinin kadınların yaşam hakkına müdahale olduğuna dikkat çekerek “Diyanet’in hutbesi laikliğe aykırı” dedi. Nazlıaka şunları söyledi:
“AKP iktidarı döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı, anayasal sınırlarını aşarak siyasi iktidarın ideolojik aygıtı haline gelmiştir. Son olarak ‘Haya: Allah’ın emri, fıtratın gereği’ başlıklı hutbede kadınların giyim tercihleri ve kişisel kararları hedef alınmış, televizyon dizilerinden sosyal medya paylaşımlarına kadar toplumsal yaşamın her alanı baskı altına alınmaya çalışılmıştır” dedi.
‘DÜPE DÜZ BASKI’
AKP iktidarının laiklik ilkesini sistematik biçimde aşındırdığını ifade eden Nazlıaka, “Kadınların üzerinde denetim kurmaya çalışmaktadır. Giyim tarzını ‘haram’, estetik müdahaleleri ‘şeytanın oyunu’ ilan etmek, düpedüz baskıdır, cinsiyetçiliğin kurumsal dilidir. Kadının kıyafeti üzerinden aile kurumunu tehlikede görmek, kadını ailenin hizmetkârı olarak görmek anlamına gelir. Kadının eşit birey olma hakkını yok sayan bu anlayış, çağdışı ve baskıcı zihniyetin ürünüdür” diye konuştu.
Nazlıaka, “Biz yaşam tercihlerimizden dolayı utanmıyoruz. Asıl utanılması gereken, kamusal kaynaklarla lüks içinde yaşayan ama kadınların bedenine dil uzatan bu çifte standarttır. Laiklik kırmızı çizgimiz. Kadınların hayatı, kimliği ve bedeni yalnızca kendilerine aittir. Ülkenin geleceği, baskı ve korkuyla değil, eşitlikle, özgürlükle ve laiklikle kurulacaktır” ifadelerini kullandı.
‘ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜN ÜZERİNE GİTMELİ’
Diyanet’in, bazı dernekler aracılığıyla eğlence mekânlarında ve “eskort hizmetlerinde” harcamalar yaptığı, bu harcamaları da imamların “oturum izni gideri” gibi sahte kalemlerle sisteme işlediği iddialarını anımsatan Aylin Nazlıaka, “Ancak Diyanet, kendi içindeki bu çürümüşlüğün üzerine gitmek yerine, kadınların kıyafetine karışmayı görev edinmiştir” dedi.
‘DİNE KARŞI TEPKİ YARATIR’
29 Ekim Kadınları Derneği genel başkanı avukat Şenal Sarıhan, Diyanet’in hutbesinin görev alanına girmeyen ve özel yaşama müdahale içeren ifadelerden oluştuğuna değinerek “Yaşam herkes içindir ve kadın ya da erkek olalım her birimiz kendi özel yaşamımız içinde istediğimiz gibi davranma, giyinme, süslenme, boyanma gibi haklara sahibiz. Buna kimse müdahale edemez” dedi.
Bu tür açıklamalarını toplumda ayrışmaya neden olacağına dikkat çeken Sarıhan, “Kendi özel giyimleri olan insanların da belli inançları olabilir. Aynı inançtan da olabilirler. Bu durum dine karşı tepkiyi de yaratır. Çünkü din iç dünyasıyla ilgili bir olgudur. Bu konuda Diyanet’in kendi sınırını bilerek o sınır içinde davranması gerektiği inancındayım” ifadelerini kullandı.
Trump’ın BOP’u -Mehmet Ali Güller-
Açılım’la beraber, o denklemler yeniden raftan indi. “Musul ve Kerkük’ü almazsak, Diyarbakır’ı veririz” denmeye, “Türkiye büyümezse küçülür” denmeye başlandı yine.
Oysa...
1960’lar: Irak-İran Kürtleri ABD’nin federasyon planıydı bu aslında. Senato Üyesi Sadi Koçaş 1977’de yazdığı anılarında anlatmıştı: “ABD AP’yi ve Demirel’i 1965’te iktidara getirdiğinde, ‘Irak-İran ve Türkiye Kürtlerini Federe bir Cumhuriyet haline getirelim, bunu Türkiye’ye bağlayalım’ isteğinde bulundu. ” Amiral Vedii Bilget 24 Şubat 1987’de Cumhuriyet’te doğruladı bunu: ABD, 1965 yılında, Türkiye’ye bağlanacak bir “Federe Kürt Cumhuriyeti” için Başbakan Süleyman Demirel’in ağzını aramıştı.
Evet, 60’larda Irak-İran Kürtleri Türkiye’ye bağlanmak istenmişti ABD tarafından.
Sonra...
1990-2010: IRAK KÜRTLERİ
1986 yılında Türkiye’ye gelen ABD Savunma Bakan Yardımcısı William Taft, konuyu “Türkiye himayesinde Kürdistan” planı olarak yeniden Ankara’ya dayattı. Kenan Evren ve Turgut Özal kabul etti, Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ karşı çıktı. ABD’nin Irak’a 1991’de saldırısı sırasında, Turgut Özal bu projeyi “Bir koyup üç alacağız” diyerek Türk ordusuna yutturmaya çalıştı. Danışmanı Cengiz Çandar “Türkiye büyümezse küçülür” diyerek ABD adına sopa salladı.Sonra ABD’nin 2003 Irak işgali geldi ve plan, bu kez ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) merkezi konularından biri oldu. BOP Eşbaşkanı Erdoğan, “Diyarbakır’ı ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde bir merkez yapacağız” dedi. Henri Barkey, ABD’nin “Güneydoğu ve Kuzey Irak’ı kapsayan bir Nitelikli Sanayi Bölgesi’nin kurulmasını önereceğini” açıkladı. Birkaç ay sonra, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson ilan etti: “Anadolu’nun güneyini, doğusunu ve Kuzey Irak’ı alırsanız, tek bir ekonomik bölge olduğunu görürsünüz.”
ABD bunları açıklarken, “our boys”u Kenan Evren, 2007’de sahneye çıkıyor ve “Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir” diyordu. Erdoğan daha 1990’larda eyalet sistemini savunuyordu zaten ve 12 Eylül 2010 referandumunun akşamında yaptığı konuşmada, “Federal meclis, federal konsey”e işaret etti!
2025: IRAK VE SURİYE KÜRTLERİ
Görüldüğü üzere ABD, İran’ı hedef alırken Türkiye’yi Irak ve İran Kürtlerine hamilik ettirmek istedi. Irak’a saldırdığı 90’larda ve 2000’lerde ise Irak Kürdistan’ını Türkiye’ye bağlamayı hedefledi.
Suriye’de Beşşar Esad yönetimi devrildi ve proje bu kez Irak ve Suriye Kürtlerini kapsayarak yeniden Türkiye’nin önüne konuldu. İşte yeni açılım budur.
Devlet Bahçeli’nin Halep, Musul ve Kerkük’e plaka dağıtması, Ahmet Türk’ün “Irak ve Suriye Kürtleri tıpkı Osmanlı’daki gibi Türklerle birlikte yaşamak istiyor” demesi, ABD Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın “Osmanlı millet sistemi” önerisi, Erdoğan’ın “Türk-Kürt-Arap” ittifakı ile ümmete işaret etmesi...Sorun şu ki “Türkiye büyümezse küçülür” sopasına taktıkları “Türkiye’yi Irak ve Suriye Kürtleriyle genişletme” oltası, aslında ve son tahlilde “Türkiye’yi büyüterek küçültme” projesidir.
GÜNCELLENEN BOP
ABD Büyükelçisi Barrack, bir diplomat değil, işadamı ve her şeyi açık açık anlatıyor. HaberTürk televizyonunda Trump’ın “çok sayıda ülke ve farklı planlar arasında yaşanan karmaşayı” nasıl ayırmak ve ilerletmek istediğini açıkladı: “Düşünün, İbrahim Anlaşmaları’nı, bölgenin güçlü oyuncularından Türkiye’yi birleştirdiğinizi. Ama sadece Türkiye değil; Arap olmayan nüfusu Müslüman ağırlıklı bir ülke olarak Türkiye, İsrail, Körfez, Suriye, Lübnan, Irak, Ürdün, kuzeye çıkın Azerbaycan, Ermenistan... Bunları birleştirdiğinizde dünyanın en güçlü bölgesi ortaya çıkar.”
Güncellenen BOP’tur bu, Trump’ın BOP’u...
Kürt meselesi, demokratikleşme, büyük Türkiye vb. diyerek, ABD’nin “yeni Ortadoğu düzeni”ne uyum sağlama peşindeler. ABD’nin yeni düzenine uyarak iktidarlarını sürdürebilmenin derdindeler.
CHP’nin ‘komisyon’ değeri -Mehmet Ali Güller-
CHP’nin Türk-Kürt-Arap komisyonuna katılmayı kabul etmesi kritik hatalarından biri dahadır. Neden mi?
1) Adı henüz netleşmeyen, iktidarın “terörsüz Türkiye” komisyonu dediği TBMM komisyonu, CHP’nin dışarıda tutulduğu bir sürece “yasallık” ve meşruiyet” kazandırma girişimidir.
ABD, Cumhur İttifakı ve PKK üçgeninde ele alınan; Barrack, Erdoğan, Bahçeli, Öcalan, Kandil ve DEM arasında pişirilen bir süreç bu...
Taraflar, her adımını kendi aralarında gizli bir şekilde yürüttüler, şimdi sıcak kestaneleri alma aşamasında, “CHP de olsun” diyorlar.
YENİDEN ‘NORMALLEŞME’ YANLIŞI
2) CHP’yi belediye seçimlerinde DEM’le işbirliği yaptığı için suçlayan, belediyelerine terör operasyonu yapan iktidarın, DEM ve seçmenini CHP’den koparıp kendi yedeğine almaya dönük bir operasyondur süreç bir yönüyle...
CHP’nin bu yönü bulunan bir sürece, şimdiki aşamada komisyona katılarak dahil olması, kendi ayağına sıkmasından başka bir anlama gelmez.
3) CHP belediyelerine terör operasyonları sürerken, belediye başkanları terörle iltisaklı olmakla suçlanıp yerlerine kayyum atanmışken, CHP’nin bu komisyona dahil olması, teslimiyet görüntüsü vermektedir.
4) CHP’ye operasyonların sürdüğü, belediyelerinin silkelendiği, cumhurbaşkanı adaylarının telef edildiği şartlarda, CHP’nin operasyonun sahipleriyle komisyonda buluşması, siyaseten vahimdir ve Özgür Özel’in düzelttiği “normalleşme” yanlışına yeniden düşmesi demektir.
TÜRK-KÜRT-ARAP KOMİSYONU
5) Bu açılım ne Kürt meselesine çözüm arayışıdır ne de Türkiye’yi demokratikleştirmeyle ilgilidir. Bu mesele, iktidarın “yeni Ortadoğu düzeninden” pay kaparak içeride iktidarını sürdürmesinin açılımıdır.
CHP’nin komisyona katılması, bu oyuna düşmesi demektir.
6) Terörsüz Türkiye, Milli Birlik ve Kardeşlik, Barış ve Demokratik Toplum vb. isimlerin havada uçuştuğu bu komisyonun niteliksel adı “Türk-Kürt-Arap komisyonu”dur.
Barrack’ın “Osmanlı millet sistemi” önerisi, Erdoğan’ın “Türk-Kürt-Arap ittifakı” çıkışı, Bahçeli’nin “Cumhurbaşkanının Kürt ve Alevi yardımcıları olmalı” isteği, Ahmet Türk’ün “Irak ve Suriye Kürtleri tıpkı Osmanlı’daki gibi Türklerle birlikte yaşamak istiyor” demesi, Öcalan’ın AKP’ye “Yavuz gibi çözün, Safevi’ye karşı Türk-Kürt ittifakı kurun” çağrısı, AKP’nin Yavuz-Kürt İdris ittifakına işaret etmesi, bir bütünün parçalarıdır.
CHP, bu tehlikeli bütüne meşruiyet kazandırmak için komisyona davet ediliyor.
DEMOKRATİK DEĞİL, AK KOMİSYON
7) Erdoğan’ın ifadesiyle “AKP-MHP-DEM ittifakı” kurulmuş durumda. Kaldı ki kurdukları komisyonun sandalye dağılımıyla, DEM’e bile ihtiyaç duymamayı garantiye almış durumdalar. Yani hedef güya demokratikleşme ama komisyonun yapısı antidemokratik!
Dolayısıyla CHP’nin bu komisyona dahil olması, içeriğe katkısı ve etkisi bakımından hiçbir anlam ifade etmemektedir.
8) AKP ve MHP, 2016’da Türk-İslam sentezli rejim değişikliğine soyundu ama CHP birinci parti durumunda. Rejim değişikliğini tamamlamak için DEM’e ihtiyaç duyuyorlar. O nedenle Türk-Kürt-İslam sentezli rejim değişikliğini hedefliyorlar.
Yani aslında değiştirdikleri, değişimini tamamlamak istedikleri rejim, kurucusu CHP olan rejimden kalanlardır. CHP bu komisyona katılarak, kuruculuğunun mirasının katline dahil edilmiş oluyor.
CHP’NİN SÜRECE MEŞRUİYET KAZANDIRMA MİSYONU
9) AKP, MHP ve DEM’in bu süreç için de ardından tamamlayıcısı olacak yeni anayasa süreci için de CHP’ye sayısal bakımdan ihtiyacı yok. Ancak CHP’nin dahil edilmediği süreçler, toplum nezdinde meşruiyet kazanmamış olacak. İşte o meşruiyeti kazanmak için CHP’yi kullanıyorlar, fikirlerinden ya da sürece katkısından dolayı değil!“CHP onaylamasın ve itiraz etsin ama mutlaka komisyonda olsun” istiyorlar, çünkü birinci partinin dahil edilmediği bir sürecin yürümesi mümkün olmayacak.
10) CHP’nin iktidar açısından değerini belirleyen, sürece olası katkısı değil, sürece “meşruiyet” kazandırma yanıdır. CHP yönetimi, Cumhuriyetle hesaplaşma yönü olan bu komisyona dahil olarak, AKP nezdinde değerlenebilir ama kendisini birinci parti yapan geniş kitle açısından değer kaybedecektir.
Bu hatadan hâlâ dönme şansı varken uyaralım...














