‘Gizli (stealth) sömürgecilik’ ve Türkiye + Hangi yeni sayfa? -Cumhuriyet-

‘Gizli (stealth) sömürgecilik’ ve Türkiye -
Ergin Yıldızoğlu-

Cumhurbaşkanının ABD ziyareti, MAPEG’in, 33 ilin topraklarını doğrudan madencilik yatırımlarına açması emperyalizm tartışmalarını yeniden canlandırdı. Ancak emperyalizmi konuşacaksak kapitalizmi de konuşmaktan kaçınamayız.

EMPERYALİZM VE KAPİTALİZM

Emperyalizm kapitalizmin genişleme eğiliminin kaçınılmaz bir sonucudur. Genişleme eğilimi, kapitalizmin, krizlerini tetikleyen, sermayenin hareketini yönlendiren kâr oranları düşme eğilimi ve karşıt eğilimleri yasasının pratik sonucudur. Makineleşme, ücretleri baskılama, mal-sermaye ihracı, hammadde-enerji, emek ithalatı gibi karşıt eğilimler, öncelikle “egemen/öncü” sermayenin gereksinimlerine göre (çoğu zaman) devlet tarafından harekete geçirilirler. Emperyalizm sistemiktir, kapitalizmin aşılmadan emperyalizmin dışına çıkılamaz, en fazla emperyalizmle ilişkiler yönetilmeye (?) çalışılabilir.

Son mali krizden bu yana, özellikle de son yıllarda kapitalizmin yapay zekâ, veri altyapıları ve kritik mineraller etrafında yeni bir evresi şekilleniyor. Neoliberal dönemin finansallaşma ve serbest piyasa gibi gereksinimlerinden farklı olarak bu yeni evre doğrudan kaynak kontrolü, altyapısal bağımlılık ve jeopolitik rekabet üzerine kuruluyor. Bu dönüşümü, “gizli (hatta hortlak) sömürgecilik” olarak da tanımlayabiliriz. Bu yeni aşamada, klasik sömürgeciliği anımsatan işgal ve askeri yıkım (son yıllarda başlamış olsa da) henüz egemen değildir; neoliberal dönemdeki gibi piyasa özgürlükleriyle meşrulaştırılmış bir küreselleşmenin aksine, “gizli sömürgecilik”, karşılıklı fayda kılıfı altında ortaklıklar, yatırım anlaşmaları, yeşil enerji projeleri ve dijital dönüşüm vaatleri üzerinden işliyor; çevre ülkelerde egemenlik kaybı, ekolojik yıkım ve altyapısal bağımlılık yaratıyor.

Geçmişte klasik sömürgeciliğin, merkezde faşizme zemin hazırlaması gibi, bu yeni dönemde de “gizli sömürgeci” yapılar içinde gelişen “süreç olarak faşizm”, hızlanan göç hareketleri gibi sonuçları üzerinden merkez ülkelere geri dönüyor.

TÜRKİYE VE GİZLİ SÖMÜRGECİLİK

Türkiye’de finansal kriz dönemine kadar yaklaşık 1200 maden ruhsatı verilmişken 2008-2025 döneminde verilen ruhsat sayısı 400 bini geçmiş. Neoliberal dönemin “piyasa açılımı” politikaları geride kalırken AKP döneminde ülke, yerel rejim tarafından yönetilen bir “gizli sömürgecilik” dönemine girmiş.

Bu yeni dönemde çarpıcı bir ekolojik yıkım da söz konusudur. Türkiye genelinde madenciliğe açılan orman sayısı önceki dönemlere göre üç kat artarak 99 bin hektara ulaşmış. Uzmanlara göre devletin madencilikten aldığı pay binde 9 düzeyinde. Bu oran, kamu yararı ilkesinin terk edilip ülkenin doğal kaynaklarının yerli ve yabancı sermayeye devredildiğini açıkça gösteriyor.

AKP iktidarının madencilik politikaları, neoliberal dönemin dış kaynak girişine (finansal sömürüden pay alarak) dayalı büyüme (neo-emperyalizm) modelinin yerini doğrudan hammadde merkezli (ranttan pay alarak) büyüme modeline bıraktığını gösteriyor. Bu bağlamda Wood Mackenzie gibi danışmanlık kuruluşlarının raporlarında, Türkiye’nin, kritik minerallerin (lityum, kobalt, nikel) küresel arzında stratejik bir alan olarak görülen “süper bölgenin” (klasik paylaşım alanlarındansömürgelerden oluşuyor) parçası olarak tanımlanması şaşırtıcı değildir.

Yurttaşların, “ekstraktif sermayeye” karşı yaşam alanlarını savunma girişimlerinin sık sık jandarma eşliğinde bastırılmasının gösterdiği gibi, devlet yurttaşını değil sermayeyi koruyor, “gizli sömürgecilik” ülke topraklarını uluslararası şirketlerin kullanımına açan süreç baskı, şiddet, adaletsizlik ile el ele gidiyor.

AKP döneminde doğal kaynaklar, işbirliği, ekonomik büyüme fantezileriyle uluslararası sermayeye devrediliyor, devletin payı asgari düzeyde kalıyor, yerel işbirlikçiler ranttan pay alırken halkın iradesi açık-örtülü-simgesel şiddetle bastırılıyor. Rejim, küresel sermayenin artan hammadde ihtiyacına uyum sağlayarak ayakta kalmaya çabalarken birbiri ardına çıkarttığı yasalar, dağıttığı imtiyazlar, “gizli sömürgecilik” altında ulusal egemenlik erozyonu anlamına da geliyor. Yurttaşların bu erozyona direnme refleksini bastırma çabaları da “süreç olarak faşizm”in önemli bir bileşenini oluşturuyor.

                                                         /././

Hangi yeni sayfa?-Mehmet Ali Güller-

Erdoğan’ın 6 yıl sonra Beyaz Saray’da kabul edilmesi, Washington’ın  “geniş Ortadoğu’da” Ankara’dan beklentileri nedeniyleydi. Böyle olduğu için de iktidar partisi ziyareti “küresel ve bölgesel olarak yeni diplomatik sayfalar açacak” diyerek değerlendirildi.

Peki hangi yeni sayfalar?

Washington’ın üç beklentisi

Washington’ın Ankara’dan “geniş Ortadoğu’da” üç beklentisi var:

1) Rusya’yla derinleşen işbirliğini azaltması: Enerji ve nükleer ilişkilerini rafa kaldırarak bunları ABD ve Batı’yla değiştirmesi.

2) Suriye’de Washington’ın (ve dolayısıyla Tel Aviv’in) hedeflediği çözüme uyum göstermesi.

3) Gazze’de Trump’ın planının hayat bulmasını kolaylaştırması.

RUSYA’YLA İŞBİRLİĞİNİ ZAYIFLATMA TALEBİ

1) Erdoğan’ın Beyaz Saray ziyareti sırasında imzalananlarla birlikte, son bir yılda ABD’li ve Batılı şirketlerle yapılan sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) anlaşmaları, yıllık 22 milyar metreküp kapasiteli. Türkiye’nin yıllık tüketiminin 53 milyar metreküp olduğu göz önünde bulundurulursa, bu hayli yüksek bir hacim. Dolayısıyla Trump’ın Erdoğan’a kameraların önünde söylediği “Türkiye’nin yapacağı en iyi şey Rusya’dan petrol ve gaz alımını kesmektir” talebi, hayata geçmeye başlamış oluyor.

Öte yandan bu ziyaret sırasında Türkiye’nin ABD’yle imzaladığı nükleer işbirliği anlaşması da aynı talebin içindedir.

SURİYE’DE WASHİNGTON ÇÖZÜMÜNE UYUM TALEBİ

2) Suriye’de nasıl bir “çözüm” olacak? ABD, İsrail’in lehine, İsrail’in işgal ettiği toprakların da korunduğu, Şam’ın Tel Aviv’le normalleştiği, İbrahim Anlaşmalarının imzalandığı bir çözüm istiyor. Şam yönetimiyle İsrail arasında bu yönde güvenlik müzakereleri sürüyor.

Türkiye’yi ilgilendiren asıl boyut ise Şam ile SDG’nin entegrasyonunun nasıl olacağı. Ankara “Suriye’nin birliğini”, Washington ise “SDG’nin özerkliğini” savunuyor. Ama Washington Ankara’nın İsrail boyutlu çözüme itirazsızlığı karşılığında SDG’nin özerkliğini, “federasyon olmayan ama ademi-merkeziyetçiliğe yakın” bir çözüme geriletmiş durumda.

Bu entegrasyonun nasıl olacağı sorunu, Türkiye’deki açılımı ve “demokratik entegrasyonu” da etkiliyor.

GAZZE PLANINA DESTEK TALEBİ

3) Trump’ın Gazze planı tuzaklarla dolu.

Birincisi Avrupalı devletlerin bile Filistin’i tanıdığı şartlarda bu plan Filistin devletinin tanınmasını belirsiz bir tarihe, üstelik olasılık olarak havale ederek bir nevi tanınmaya fren koymuş oldu.

İkinci olarak bu plan, Trump’ın Gazze’ye “çökmesi” anlamına geliyor. Beyaz Saray’a oturduğu günden bu yana “Gazze’ye sahip olmak istediğini” açıkça söyleyen Trump, plana göre Gazze’yi yönetecek konseyin başkanı olacak.

Üçüncüsü de plan, İsrail’in işgalini fiilen sona erdirmiyor, uzatıyor. Geri çekilmeleri üç aşamada uyguluyor ve nihai geri çekilmeyi bile İsrail’in Gazze topraklarında tampon hat kuracağı yere kadar planlıyor. Böyle olduğu için de Netanyahu Trump’ın planının hem İsrail’in lehine olduğunu hem de işgali sürdürmeye açık olduğunu savunuyor.

Washington Ankara’dan bu plana destek istedi. 23 Eylül’de New York’ta Trump’ın ev sahipliğinde yapılan ve Türkiye ile 7 ülkenin katıldığı toplantı bunun içindi. Nitekim Trump Netanyahu’yla birlikte Gazze planını açıkladıktan hemen sonra Erdoğan desteğini açıkladı, Fidan da diğer 7 ülkenin dışişleri bakanlarıyla plana ortak destek açıklaması yaptı.

Peki Erdoğan-Fidan tuzaklarla dolu bu plana AKP tabanını nasıl ikna edecek? Yeni Şafak’ın plana itiraz eden dünkü manşeti, bunun çok kolay olmayacağına işaret ediyor.

İRAN’A KARŞI CEPHE PLANI

Peki sayfalar bu üçünden mi ibaret? Asıl mesele de bu. Zira bu üç sayfa, asıl sayfaya giden yol aslında. 1991-2004 yılları arasında Irak’ı, 2011-2024 arasında Suriye’yi hedef alan ABD’nin şimdiki “geniş Ortadoğu” hedefi İran.

ABD bu amaçla İsrail hegemonyasında bir yeni Ortadoğu düzeni kurmaya çalışıyor. İşte Ankara’dan asıl beklentisi de bu. Washington, bu düzende, Ankara’nın İran’a karşı cephede yer almasını istiyor.

İşte “meşruiyet” de asıl bu hedefin gereği olarak veriliyor!

                                                  /././

Cumhuriyet

T-24 "Köşebaşı + Gündem" - 2 Ekim 2025-

Savaşta ölen çocuklar ve savaş sayesinde yaşanan hayatlar -Mine Söğüt-

Biz savaşı hep seyrediyoruz. Her şeyi seyrettiğimiz gibi. Hem de kendi gözlerimizle değil güdümlü bir medyanın tarafsız olmayan objektifiyle… Önünüzdeki ekran bizden tüm sorumluluğu alıyor ve onun boşluğuna tekinsiz bir haz dolduruyor.

Silah yapıp satan ve silah alıp duran devletler ve bu alışverişi büyük bir kayıp değil de onurlu bir kazanım olarak gören milletlerin ortaklığına biz uygarlık diyoruz. Ve uygarlığın geldiği noktalarla her geçen gün biraz daha övünüyoruz. Misal gelişmiş silahlarla… gücü arttırılmış bombalarla… olağanüstü savaş uçaklarıyla… Muhteşem füzelerle… insanın vatan için öldürme azmi ve yine vatan için ölme isteğiyle… yüzlerce yıldır bu böyle.

O yüzden Gazze’deki savaş için dökülen gözyaşlarının hepsi aslında sahte. Orada bir dinin mensupları başka bir dinin mensuplarını öldürmüyor. Tüm dünya elbirliğiyle şimdi orada yarın başka bir yerde birilerinin ölmesine göz yumuyor. Ve insanlık silahsızlanma seferberliği için harcaması gereken enerjiyi savaşta ölen çocuklar ya da soykırıma uğrayan halklar için harcayarak kendisini oyalamaya devam ediyor.

Bu esnada Savunma Bakanlığı’nın adını Savaş Bakanlığı olarak değiştiren o koca ülke Gazze üzerine kendince planlar yapıyor.

Ne denizlere açılan gemiler ne Gazze halkının yanında olduğunu haykıran ünlüler, ne sokaklara dökülen kalabalıklar bu savaşı bitirebilecekler.

Savaş nasıl ki savaştan zengin olmayı planlayanlar istediği zaman başladıysa yine onlar istediği zaman bitecek. Ve her savaştan sonra olduğu gibi yaraların sarılmasıyla inşaatların başlaması aynı zamana denk gelecek.

1991 yılında CNN dünyada ilk kez bir savaştan canlı yayın yaparken ve cephe görüntüleri eğlence programlarının, haber bültenlerinin, filmlerin ve reklamların arasında kendine yer açıp ekranlardan anında evlere girerken…

Biz; yemek yiyemez, çocuğumuzun başını okşayamaz, evi temizleyemez, dikiş dikemez, arkadaşlarımızla sohbet edemez, faturaları hesaplayamaz, tutuğumuz takımın şampiyonluğunu kutlayamaz, valiz toplayamaz, bulaşık makinesini boşaltamaz, bekleyen toplantıları aklımızdan geçiremez, alışveriş listesi yapamaz, sevdiğimiz ya da nefret ettiğimiz bir insanı düşünemez, çocuklarımıza ders çalıştıramaz, pencereden dışarıya bakamaz, ertesi gün yapacaklarımızı planlayamaz, yutkunamaz, nefes alamaz olsaydık…

Savaşı televizyondan canlı izlediğiniz için insanlığınızdan utansaydık…

Olduğunuz yerde donup kalsaydık…

Gerçekten ama gerçekten artık bu düzeni değiştirmek gerektiği fikrine varsaydık…

İşte anca o durumda bugün kendimizi Gazze’de olup bitenlere müdahale edebilecek güçte hissedebilirdik.

Ama donup kalmadık. Dünyalar başımıza yıkılmadı. Savaşlar hakkında bambaşka şeyler düşünmeye başlamadık. Çayınızı demledik. Çekirdeğimizi çitledik. Ve o gün bugündür dünyanın neresinde bir savaş çıksa onu evdeki büyük ya da eldeki küçük ekranlardan bazen iştahla bazen kaygısızca izledik.

Ve canınız sıkılınca bir parmak hareketiyle o görüntüleri geçmeyi çabucak öğrendik.

Ekonomik beklentilerin gerektirdiği zalim politikalar izlemeyi marifet bilen vahşi bir iktidarın tüm dünyanın gözünün içine baka baka biçimlendirmeye çalıştığı bu savaşta, hangi tarafın haklı hangisinin haksız olduğunu tartışmaktan öteye geçmeyen savaş karşıtlığı, savaşların tamamen ortadan kalkacağı bir dünyayı hedeflemek yerine savaşlarda zarar gören sivilleri korumaya çalışmakla sınırlı kalıyor.

Çünkü biz savaşı hep seyrediyoruz. Her şeyi seyrettiğimiz gibi. Hem de kendi gözlerimizle değil güdümlü bir medyanın tarafsız olmayan objektifiyle…

Önünüzdeki ekran bizden tüm sorumluluğu alıyor ve onun boşluğuna tekinsiz bir haz dolduruyor.

Cesaretimiz varsa ve savaşlarda ölen çocuklar bizim için gerçekten dünyadaki en korkunç olaysa arada sırada gözümüzü ekranlardan ayırıp aynaya bakmak zorundayız. Desteklediğimiz ya da karşı çıktığımız o tüm savaşlar aslında içtiğimiz sudan tükettiğimiz enerjiye kadar bizim taleplerimizi karşılamak için yapılmaktalar.

Taleplerimizle sonuçları arasındaki bağları kurmadığımız sürece her savaşın tek kazananı bizim şuursuzluğumuzdan güç alıp insan hayatını hiçe sayıp paraya tapan rezil iktidarlar olacaklar.

                                                                  /././

Spor futbol, futbol da Arda Güler değildir!-Asena Özkan-Uluslararası alanda herhangi bir başarı olmadığı için, Arda gibi bir delikanlıyı, olmadığı yere yükseltip, onun üzerinden Türklük, Müslümanlık, milliyetçilik taslamaya kalkarsanız hem bu projeniz başarıya ulaşmaz hem de Arda gaza gelir ve herkesi daha çok hayal kırıklığına uğratır…

ARDA GÜLER

Yeni dünya düzeninde ‘futbol’ kapitalist sistem için bin derde deva! Dilediğin kadar ‘kara para’ aklayabilirsin, legal ya da illegal ‘bahis’ oyunlarıyla akıllara durgunluk verecek düzeyde para kazanabilirsin, televizyon yayın haklarıyla milyarlarına milyarlar katabilirsin. Şayet menajer ya da yöneticiysen de çok kısa sürede yabana atılmayacak bir servet edinebilirsin. Emek harcamadan kolay para kazanma tutkusu giderek coşan Türk insanının bu sistemin dışında kalması söz konusu olabilir mi? Tabii ki hayır…

Geride kalan günlerde Japonya’da Dünya Atletizm Şampiyonası’nın 20’ncisi yapıldı. Asırlar önce Antik Yunan’da başlayan ve ‘sporun atası’ dedikleri atletizm hani. Oldukça ilginç gelişmeler yaşandı Tokyo’da. Türk medyası bunlardan hangi birine yer verdi, Armand Duplantis’in sırıkla atlamada kırdığı 14’üncü dünya rekoru dışında? Ruanda’daki Dünya Yol Bisikleti Şampiyonası'nda Belçikalı Remco Evenepoel art arda üçüncü kez zamana karşı yarışta dünya şampiyonu oldu, bunun haberini yapan oldu mu? Örnekler çoğalır hem de çok fazla ancak gereksiz. Spor medyası, artık sporu sadece futbol olarak kabul ediyor ve okurla izleyiciye de bunu aşılıyor. Neden?

Futbol basit bir oyun ve futbol hakkında 7’den 70’e herkes sınırlı da olsa bilgi sahibi. Spor yazarı olmak için çabalamak öğrenmek gerekli ama futbol yazarıysanız böyle bir zorunluluk söz konusu değil. Çık ekrana at – tut, arada da ‘argo’ deyimler kullan! Olmadı aç bir YouTube kanalı, çıkar ekrana konuşma meraklısı birilerini sallasınlar sallayabildikleri kadar. Hatta çok ileri gidip, Ballon d'Or’ü kazanan Ousmane Dembele için “Dembele bana göre iyi futbolcu değil” ifadesini dahi kullansınlar. Bre ‘angut’ kardeşim sen kimsin? Futbol bilgin, birikimin nereden geliyor? Spor yorumcusunun görevi; uzmanı olduğu dalda olup-biteni-son gelişmeleri aktarıp okuyucuyu, izleyiciyi bilgilendirmektir. Bizdeyse durum farklı. “En iyisini ben bilirim” diyerek kendisini ön plana çıkaranlar mevcut sadece. Hepsi de teknik direktör hatta kulüp başkanı!

Türkiye’de sporla ilgisi olmayan ne kadar ‘şöhret budalası’ varsa futbol hakkında hiç durmadan atıp tutmakta uzun süredir ekranlarda. Tek amaçları var; o da ‘şöhret’ olup gündemde kalabilmek.

Spor salt futbol değildir, spor sayfalarını yöneten arkadaşlar. ‘Endüstriyel futbol’ dediğimiz şey de gelişmiş ‘pazarlama’ tekniğinden ibarettir. Lütfen yurttaşa ve özellikle de gençlere sporun diğer branşlarını izlettirin ve de öğretin. Eminim çoğu okuyucu-izleyici ‘şu futbolcunun kılı döndü’ haberi yerine farklı şeyler beklemekte sizlerden.

Arda Güler’e gelince

Çocuğun hiçbir suçu yok. Arda Güler’i yolun başında ‘kahraman’ ilan eden Türk spor basını genç adama ettiğinin bilincinde değil ne yazık ki. Çocuk kendini gerçekten ‘kahraman’ sanmaya başladı. Ballon d'Or’ün genç oyuncular listesinde adı yok ama Türk spor medyasına göre o bir ‘ilah.’ Tamam, Arda başarılı ve geleceği olan oyuncu ama bu kadarı yeter. Türk futbolunu Arda Güler’e endekslediniz ve büyük kötülük yaptınız. BBC, L’Equipe, Eurosport, Marca; Sizin yere göğü sığdıramadığınız Arda’nın başarısından neden söz etmiyor? 

Atletico Madrid, dünyanın en değerli kulübü (ama bizde esas olarak Arda’nın takımı diye anılır) Real Madrid’i kelimenin tam anlamıyla ‘topa tutup’ 5 - 2 yeniyor ülkemin medyası ise ilk kez gol pası verip bir de gol atan Arda’dan ‘Arda Güler'den inanılmaz performans’ başlığını kullanıyor. (Bu arada Atletico Madrid, 1950’nin ardından Real Madrid’e ilk kez 5 gol atıyor) Arda’nın aynı maçta beceriksizce bir penaltıya neden olduğunu ve bir süre sonra da hocası tarafından oyundan alındığına pek fazla değinmiyor milli ve yerli spor medyamız. Buna benzer daha niceleri; yaz yaz bitmez. Vinicius Junior sahada görevini yaptığında Brezilya basını; ‘Real Madrid yenildi ama Vinicius harikalar yarattı’, Fransız basını; ‘Real Madrid boş sen durma Mbappe haydi koş’, İngiliz basını; ‘Domatesin çekirdeği kırmızı Jude Bellingham sahanın yıldızı’, Uruguay medyası; ‘Madrid duy sesimizi bu gelen Federico Valvarde’nin ayak sesleri’ ya da Angola basını;‘İçimdeki Real aşkı bambaşka Eduardo Camavinga sen çok yaşa’ başlıklarını kullansa nerenizle gülerdiniz?

Vücut ve ruh sağlığı için yurttaşların alanlara, parklara, deniz kenarındaki kordonlara çıkıp spor yapmalarını teşvik etmek yerine, televizyonun karşısına geçip abur cubur atıştırırken futbol maçı izlemesini özendirirseniz, hele amigo - yöneticiler ve medya aracılığı ile kutuplaşmayı kışkırtırsanız, “Yahu bizim milli takım neden yenildi?” diye kara kara düşünürsünüz.

Uluslararası alanda herhangi bir başarı olmadığı için, Arda gibi bir delikanlıyı, olmadığı yere yükseltip, onun üzerinden Türklük, Müslümanlık, milliyetçilik taslamaya kalkarsanız hem bu projeniz başarıya ulaşmaz hem de Arda gaza gelir ve herkesi daha çok hayal kırıklığına uğratır…  

                                                                  /././

Çin ve Apple: Simbiyotik bir ilişki -Eray Özer-

Hazır iPhone 17 çılgınlığı dünyayı sarmışken size Apple ve Çin ilişkisini anlatmak istedim. Hikaye çok ilginç. Apple’ı bugünkü gücüne ulaştıran neredeyse tüm parçalarını Çin’de üretmesi olduğu gibi, Çin de bugünkü teknolojik seviyesine Amerikan teknolojisini Apple sayesinde alarak gelebildi. Tam 28 milyon Çinliyi bizzat Apple mühendisleri eğitti. Yani bu iki dev aslında birbirine bağımlı!

çin apple

Size bugün Apple ve Çin arasındaki “tuhaf” bağımlılık ilişkisini anlatmak istiyorum.

Kaynağım yakın zamanda çıkan bir kitap. İsmi “Apple in China” yani “Çin’deki Apple.” Yazarı Financial Times’ın eski muhabirlerinden Patrick McGee.

McGee kitapta özetle Apple’ın Çin’deki üretim operasyonu sayesinde bugünkü gücüne eriştiğini fakat hikâyenin tamamının bu olmadığını söylüyor. McGee’ye göre Çin de teknolojide bu kadar ilerlediyse bunu Apple’a borçlu.

Yani bu iki dev bugün birbirine bağımlı.

1999 yılında ürünlerinin tek bir parçasını bile Çin’de üretmeyen Apple on yıl içinde, yani 2009’a gelindiğinde neredeyse her şeyini Çin’de üretmeye başlıyor.

Altı yıl sonra 2015’e geldiğimizde ise Apple Çin’e yılda 55 milyar dolar yatırım yapar hale geliyor. Üstelik bu rakamın içinde “software” yani yazılım yatırımları yok.

Bugün Apple toplamda 1500 tedarikçiyle çalışıyor ve bunların yüzde 90’ı Çin’de faaliyet gösteren şirketler.

Peki hikâyeyi ilginç kılan şey ne?

Apple’ın çalışma biçimi… Öyle bir sistem kurulmuş ki, Çinli şirketler gerekirse zarar etme pahasına Apple’a kapıları açmayı sürdürüyor.

Çünkü Apple tedarikçilere “sipariş” vermiyor sadece.

Gerekli parçanın tasarımı, en ucuz ama kaliteli şekilde nasıl üretileceği, üretim bandı için hangi teknolojilerin gerektiği gibi detaylar ABD’deki mühendis ordusu tarafından belirleniyor. Sonra bu ordunun bir kısmı uçağa atlayıp Çin’e giderek oradaki tedarikçiyi her anlamda eğitiyor.

Ama her anlamda… İşçiler, patron, mühendisler… Herkes Apple tarafından sıkı bir eğitimden geçiriliyor. Üretim bandı yine Apple mühendisleri gözetiminde kuruluyor. Tüm teknik detaylar bizzat işin başında bulunan bu kadro tarafından belirleniyor.

Hatta bazı durumlarda hukuki destek için Apple avukatları Çinli şirketlere danışmanlık veriyor.

Apple bugüne kadar Çin’de -sıkı durun- 28 milyon kişiyi bizzat eğitime almış!

Sadece şu anda Çin’de kullandığı insan kaynağı -yine sıkı durun- 5 milyon kişi. Bunların 3 milyonu üretimde, 1,8 milyonu ise uygulama geliştirmede çalışıyor.

Yani işin özeti nasıl Çin, Apple’ın parça tedarikçisiyse Apple da Çin’in bir nevi teknoloji, “know how” tedarikçisi.

İşte tam da bu yüzden yukarıda belirttiğim üzere yeri geldiğinde zarar etme pahasına Apple’la çalışmayı sürdürüyor şirketler. Zira Apple’ın mühendis ordusundan aldıkları bilgi ve eğitim sayesinde başka markalara başka kalitede ürün yapabilir hale geliyorlar.

Aynı şekilde Çin yönetimi de Apple’a dünyanın başka bir yerinde bulamayacağı imkanları, sübvansiyonları ve ucuz iş gücünü tam da bu nedenle vermeyi kabul ediyor: Apple’ın teknolojik bilgisini alabilmek için.

Sözün özü Çin ve Apple arasında simbiyotik bir ilişki var. Biri olmadan diğeri bugün bu kadar başarılı olabilir miydi, meçhul. Zaten McGee de tam olarak bu sorudan yola çıkarak yazmış “Apple in China” kitabını.

Çin’in lideri Xi Jinping aslında iktidara geldiği 2013 yılında Apple’ı tabiri caizse biraz “hırpalıyor.”

Devlet televizyonlarında ve gazetelerinde markanın Çin pazarında “küstahça” davrandığına dair yayınlar yapılıyor. Çinliler Apple’ı protesto ediyorlar.

Yani aslında “burada benim imkanlarımdan faydalanacaksan bana hürmet edeceksin” deniyor Apple’a.

Bu esnada iki isim, daha sonra Apple’ın en üst koltuğuna oturacak -ki kitapta onu CEO’luğa getiren şeyin Çin operasyonundaki başarısı olduğu anlatılıyor- Tim Cook ve Apple’ın en büyük tedarikçisi Foxconn’un patronu Terry Gou devreye giriyor.

Bu ikili Çin’le sarsılan ilişkiyi onarıp yola daha güçlü devam edilmesini sağlıyor.

Foxconn’un büyüklüğünü yine kitaptan öğrendiğim bir bilgiyle tarif edeyim: Bugün Foxconn’un gelirleri Zuckerberg’in Meta’sı ve en büyük çip üreticisi NVIDIA’nın gelirlerinin toplamından daha fazla.

Çin’de yerel yöneticilerin Foxconn ve dolayısıyla Apple’ın işlerinde kolaylık gösterme motivasyonları da anlatılıyor kitapta. Zira yerel yöneticiler böylelikle Pekin’in gözüne girme ve kariyerlerinde daha hızlı yükselme fırsatı da elde ediyorlar.

Tabii Çin’deki bu büyük operasyona yönelik çok ciddi iddialar da var. Özellikle Uygur bölgesinde çalıştırılan işçilerin şartları, çocuk işçi istihdamı gibi konular çeşitli defalar gündeme gelmiş ve uluslararası STK’ların tepkisini çekmeyi sürdürüyor.

Ayrıca literatüre “Foxconn İntiharları” olarak geçen işçi ölümleri de soruşturmalara konu olmuş. Özellikle 2010’dan sonra intihara teşebbüs eden Foxconn çalışanlarının sayısında büyük bir artış olduğu gözlemlenmiş.

Son olarak bir de Çin’in zaman içinde Apple’a uygulamaya başladığı baskılar var. Apple tüm üretimini Çin’e bağımlı hale getirince Pekin yönetimi de zaman içinde Apple’dan çeşitli isteklerde bulunmaya başlamış.

Mesela bir süredir Apple müşterilerinin datasının Çin’de tutulması isteniyor, Apple buna direniyor.

Lakin direnemediği şeyler de var: Örneğin Çinlilerin internete yasaksız ulaşımını sağlayan VPN servislerinin AppStore’dan yani uygulama mağazasından kaldırılması istenmiş ve Apple bu isteği yerine getirmiş.

Ayrıca New York Times ve WhatsApp uygulamalarının mağazadan kaldırılma talebi de yine Apple tarafından uygun bulunmuş ve yerine getirilmiş.

Kitapta eski bir Apple çalışanı bu durumu şöyle özetliyor: “Bütün ülkeyi eğittik ve şimdi o ülke bunu bize karşı kullanıyor.”

Tabii asıl büyük soru şu: Trump’ın gelişiyle birlikte ABD ve Çin arasında artan gerilim yakın bir gelecekte daha ciddi bir hal alırsa Apple ne yapacak?

Üretimi topyekûn başka bir yere kaydırmaları en azından şu an için ihtimal dahilinde değil.

Apple yılda 414 milyar dolar gelire sahip dev bir makine. Bugün dünyada 2,34 milyar insan Apple teknolojisi, bunların 1,4 milyarı ise iPhone kullanıyor.

Apple’ın sadece Çin pazarından elde ettiği gelir yılda 70 milyar dolar seviyesinde.

Genelde bu kadar büyük rakamlar söz konusu olduğunda savaşlar başlasa bile ekonomik ilişkiler sürer. Bakınız Trump’ın Birleşmiş Milletler toplantısında Avrupa ülkelerini Rusya’dan enerji alımına devam etmekle suçlaması…

Nitekim aynı Trump Çin’e uygulamaya karar verdiği devasa gümrük vergileri konusunda hızla çark etmek zorunda kaldı.

Yine de Apple-Çin ilişkisi nereden baksanız tuhaf bir ilişki. Birbirlerine bu kadar bağımlı iki yapıdan biri Amerikan menşeili bir şirket, diğeri ise ABD’nin can düşmanı bir devlet.

Üstelik Amerikan ekonomisine can veren bu şirket aynı Amerika’nın teknolojisini ülkenin can düşmanı Çin’e taşıyor.

Tıpkı kendi kuyruğunu yiyen yılan gibi…

Hani hep dünya büyük bir savaşı işaret eden garabetlerle dolu, diyoruz ya… Çin’in Amerika’nın en etkili şirketini kendine bu kadar bağımlı hala getirmesi de işte o garabetlerden biri.

Allah sonumuzu hayretsin.

                                                              /././

Ankara’daki IŞİD’liler takip ediliyor muydu? -Gökçer Tahincioğlu /T24-


Ankara’da Hacıbayram ve çevresi başta olmak üzere, bazı semtlerde, IŞİD saflarında savaşmak için gidip dönenlerin olduğu ortaya çıktı. Çatışmalarda yaralanarak sınıra bırakılan ve Ankara’da tedavi olan “savaşçılar” olduğu bile anlaşıldı. Ankara’da köleleştirilen kızlar, bu aileleri gizleyenler sır değil. Ancak “uyuyan” bu kalabalık için bir işlem yapılıyor mu, yapılacak mı, asıl merak edilen bu…

binali aslanBinali Aslan'ın cenazesi

Bütün bu kalabalık seslerin içerisinde, bir başka ülkede aylarca konuşulacak olaylar kaybolup gidiyor.

Düşünün, çok normalmiş gibi, Ankara’nın göbeğinde, otobüs terminali AŞTİ’de servisçilik yapan Binali Aslan, IŞİD’liler tarafından kaçırılarak öldürüldü ve bir anda unutulup gitti.

Binali Aslan, neden öldürüldü, özellikle mi hedef alındı, cinayetle ilgili çelişkili bilgiler neden servis edildi sorularının bir bölümü yanıt buldu.

T24’te Candan Yıldız, dünkü yazısında, Aslan’ın bir yakınıyla yaptığı görüşmeyi aktardı.

***

Özetle şunu anlatıyordu yakını:

“AŞTİ’de bir senedir servis işi yapıyordu. Minibüsüyle düğün, cenaze gibi organizasyonlar için insan taşıyordu. Düzgün sevilen dürüst bir insandı. O gün sabah 4’te telefon geliyor. Arayan kişi AŞTİ’de değnekçilik yapan bir kişi. Binali Aslan’a 'iki yolcu var, gelmek ister misin' diye soruyor. O iki kişi sakallı şalvarlı iki kişiymiş. Eşyaları varmış. Eşyalarla birlikte Gölbaşı’na gidiyorlar. Gölbaşı’nda 'yolcu almamız lazım' diyor, o iki kişi haricinde başkaları da biniyor. Sonrasında telefon sinyali kesiliyor. Tahminimiz şu ki Binali Aslan, 14 kişiyi taşımak istemedi. Çünkü akıllı biriydi. İki kişiyi eşyalarıyla taşıyacağını düşünürken diğer kişilerin araca binmesinden şüphelenmiştir. Kaçakçılık yaptırmak istediklerini düşünüp itiraz etmiştir. MOBESE görüntülerine göre minibüs benzin alıyor, ama şoför koltuğunda Binali Aslan görünmüyor. Sonra bu araç çevirmeye takılıyor ama durmuyor. Konuşur diye Binali Aslan’ı öldürdüklerini düşünüyoruz. Kıyafetleri üstündeydi, emekli parası duruyordu. Tarsus’ta dağ başı gibi bir yerde kafası gömülmüş bir halde bulunuyor. Cep telefonu yok, minibüs yok.”

***

Binali Aslan, AŞTİ’de servisçilik yaparak hayatını sürdüren bir emekçiydi.

AŞTİ’de uzun süredir otobüs firmalarının servisleri yok. Minibüsü olan ve gerekli izinleri bulunanlar, gelen yolcuları, gidecekleri adreslere taşıyor.

Burada da bir sıra sistemi var.

Binali Aslan’a telefon edilerek, sabah 4’te iki kişiyi taşıyıp taşımayacağının sorulması, sıranın kendisinde olmasından kaynaklı.

65 yaşındaki Aslan’ın ölümü aslında olayın ortaya çıkmasından iki gün önce.

Candan Yıldız’ın yazısındaki bilgilere ek olarak, şu bilgiler de aktarılabilir.

Olay günü, Aslan, AŞTİ’ye gelerek iki kişiyi alıyor. İki kişi, Gölbaşı’na gideceklerini söylüyorlar. Ancak Gölbaşı’na girmeden, Aslan’dan, Haymana yoluna girmesini talep ediyorlar. Burası da bir anayol. Aslan, ilk etapta buraya girmekte sakınca görmüyor. Ancak ilerledikçe daha sapa bir bölgeye gitmesi isteniyor. Aslan da tedirgin oluyor. İtiraz ettiğinde ise şiddetle karşılaşıyor. Aslan, iki kişinin aileleri de araca bindiğinde ve Mersin’de doğru gidecekleri bilgisi verildiğinde artık başına gelecekleri tahmin etmeye başlıyor. Ancak MOBESE görüntüleri Aslan’ın, gömüldüğü Tarsus’tan uzak bir bölgede öldürüldüğünü, araçta taşındığını, aracı ise aileden birinin kullandığını gösteriyor.

***

Aslan, özel olarak seçilmiş biri değil. O gece bir başka minibüsçü de IŞİD’li aile tarafından öldürülebilirdi.

Cinayetin iki gün boyunca kamuoyundan gizlenmesi anlaşılabilir. Zira ailenin takibe alındığı ve Suriye’de aileye yönelik operasyon yapıldığı MİT tarafından açıklandı.

Bu süreçte Aslan’ın ailesi de olayla ilgili bir açıklama yapmadı.

Ancak IŞİD’lilerin Aslan’ı kaçırdığı ve öldürdüğü AŞTİ’de duyulmuştu. Buradan da yavaş yavaş yayılıyordu.

Buna rağmen Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, Aslan’ın PKK’lılar tarafından kaçırılıp öldürüldüğüne yönelik bir paylaşım yaptı. Belli ki farklı kanallardan bilgiler farklı biçimde aktarılıyordu.

***

Aslan’ın ölümünden sonra IŞİD’li iki ismin, takipte oldukları endişesiyle minibüsü kaçırdıkları bilgisi paylaşıldı. Ancak gelen bilgiler bunun doğru olmadığını gösteriyor.

IŞİD’lilerin, AŞTİ gibi bolca güvenlik görevlisi ve polisin olduğu, kameralarla izlenen bir alanda rahat hareket edebildikleri, takipte olmadıkları anlaşılıyor.

Nereden geldikleri ve neden bu yolu izledikleri meçhul…

Ne planladıkları da… Bütün dertleri Suriye’ye gitmekse, otobüsle seyahat edip AŞTİ’ye geldikten sonra neden aynı yolla sınıra yakın bir bölgeye gitmedikleri de bir soru işareti…

Ancak kesin olan bir bilgi var… Ankara’daki IŞİD yapılanması.

Daha önce Ankara’da Hacıbayram ve çevresi başta olmak üzere, bazı semtlerde, IŞİD saflarında savaşmak için gidip dönenlerin olduğu ortaya çıktı. Çatışmalarda yaralanarak sınıra bırakılan ve Ankara’da tedavi olan “savaşçılar” olduğu bile anlaşıldı.

IŞİD’in Ankara’da okul kurup, karne dağıttığı bile biliniyor.

Bu aileler ortadan kaybolmuş değil. Ankara’da köleleştirilen, kaçırılan kızlar, bu aileleri gizleyenler sır değil.

IŞİD’in kendini göstermesi için bu tür eylemlere ihtiyaç var mı, “uyuyan” bu kalabalık için bir işlem yapılıyor mu, yapılacak mı, asıl merak edilen bu…

***

Ekim ayı dava takvimi

Görselde, CHP İstanbul Hukuk Komisyonu’nun ekim ayı boyunca takip edeceği davalar yer alıyor.

Ayşe Barım davası ile başlayan Fatih Altaylı, İstanbul İl Kongresi, Saraçhane davaları ile devam eden sanatçıdan öğrencisine, siyasetçiden gazeteciye uzanan bir liste…

Türkiye’nin özeti gibi…

Üstelik bu listede diğer partilerin ve hukukçuların takip ettiği davalar yok… Onlar da eklenirse kitapçık çıkartılması gerekir.

Dün bu listedeki ilk dava olan menajer Ayşe Barım’la ilgili davanın duruşması vardı. Barım, nihayet tahliye edildi.

Garip olan, Giresun’da yaşayan, Gezi eylemleri sürerken genel bir ihbarda bulunan, Barım’ı tanımadığını söyleyen bir kişinin ihbarının soruşturmaya dayanak yapılması.

Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüse yardım gibi ağır bir suçlamanın, hasta haliyle aylarca cezaevinde bir insanın yatırılmasının gerekçesi bu suçlama.

Elbette bunlar tesadüf değil. Barım’la ilgili bu ağır suçlamayı gerekçelendirmek de çok kolay değil zaten!

Gezi iddianamesinde eleştirilen ne varsa, Barım’la ilgili dosyaya eklenerek bir iddianame oluşturuldu. Barım üzerinden, sanat dünyası üzerinde bir korku ve endişe ortamı yaratıldı.

Sene başından bu yana yaşadıklarımıza bakılırsa, belediye operasyonları, protestolar, protestolarda alınan tutum anımsanırsa neden böyle davalara gerek duyulduğu da anlaşılabilir.

Gökçer Tahincioğlu /T24

                                                      

Bir yılda elinden geleni ardına koymadı: Yine de başaramayacak - BİRGÜN -

1 Ekim’deki Meclis’in açılışıyla başlayan süreçten bugüne pek çok kritik gelişme yaşandı. Çözüm komisyonundan 19 Mart operasyonlarına, CHP kurultaylarından Beyaz Saray’daki zirveye dek her gelişme birbiriyle ilintili. Saray, meşruiyetini ABD’ye yaslanarak sağlama çabasında. Ancak ne muhalefeti bölebildi ne ayağa kalkan milyonlara geri adım attırabildi. Trump’a verilen sözler ve anlaşmalar da iktidarın ömrünü uzatmaya yetmez.

31 Mart seçimlerinden hezimetle ayrılan, kale olarak gördüğü pek çok kenti muhalefete kaptıran Saray yönetimi, kaybettiği hegemonya mücadelesini dış güçlere yaslanarak sağlamaya çalışıyor. Büyük Ortadoğu Projesi doğrultusunda bütün bir bölge ABD ve İsrail eliyle yeniden dizayn edilirken geçtiğimiz yaz ayından bu yana içeride ve dışarıda yaşanan pek çok kritik gelişme de ülkeyi tamamen bağımlı hale getirdi.

İç cephe tartışmasından 1 Ekim’deki Meclis açılışında MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin Öcalan çağrısına, PKK’nin silah bırakmasından Meclis’te kurulan komisyona, 19 Mart operasyonlarıyla CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu ile CHP’li belediyelere yönelik ardı arkası kesilmeyen operasyonlardan CHP Kurultay davalarına, YSK kararlarının çiğnenmesinden Beyaz Saray’daki Erdoğan ve Trump zirvesine dek birbirinden farklı görünen pek çok kritik gelişme aynı amacın bir yansıması oldu. Kitlelerin desteğini kaybeden iktidar seçimsiz, sandıksız, muhalefetsiz bir rejim arzu ederken bunu da ABD ve Trump desteğiyle sağlamaya çalışıyor.

Ancak bugüne dek tüm devlet imkanlarını elinde tutmasına rağmen bu amacını gerçekleştirebilmiş değil. İç cephe vurgusunun halkta bir karşılığı olmadığı görülürken ortaya atılan çözüm tartışmaları da Kürt sorununun demokratik çözümüne dair ikna edici bir süreç ortaya koymadı. 19 Mart operasyonlarıyla muhalefeti sindirmek isteyen iktidar bu hamlesinde de başarılı olamadı. CHP’yi kayyumlara teslim etme çabaları da karşılık bulmadı. İstanbul’a kayyum atama düşüncesi de halkın bariyerine çarptı. Üniversitelilerin yıktığı barikatlar, ülkenin dört bir yanına yayılan eylemler, ürün boykotundan yaratıcı pankart ve sloganlara dek Saray’ın da beklemediği birleşik bir direniş mücadelesi ortaya çıkardı. Bugün ayakta kalmak için tek çaresinin ABD’ye koşulsuz bağlılık olduğunu düşünen Saray’a karşı sokağa çıkan yurttaşlar “Trump’a yalvarma koltuğu boşalt” demeye devam ediyor.

Bugünün BirGün'ü

İç cephe tartışmalarıyla birlikte 1 Ekim’deki Meclis açılışından bu yana yaşanan kritik gelişmeleri bir kez daha hatırlatalım.

• İÇ CEPHE

Suriye’de Esad rejimi devrilirken Cumhurbaşkanı Erdoğan, MHP Lideri Devlet Bahçeli ve Saray’ın Başdanışmanı Mehmet Uçum başta olmak üzere pek çok aktör “iç cephe” çağrısı yapmıştı. Uçum, iç cepheyi, "ülke içi demokratik siyasi yarışma" yerine "ülkeye yönelik çeşitli risklere karşı Milli Devlet ile Ulusal güç unsurlarının bütünlüğüne işaret eden ve bu amaçla kullanılan" bir kavram olduğunu savunmuştu. "İç siyasette ‘iç cephe’ şeklinde kullanılması halinde demokratik siyaseti militarize edebileceği eleştirileri yapılabilir. İç cephe iç siyasetteki rekabet açısından kullanılırsa bu eleştiri haklı da olabilir" diyen Uçum, CHP’nin de iç cephe tanımının içinde yer aldığını söylemişti. Bu kavram üzerinden yürüyen tartışma iktidar açısından CHP’yi de “kontrollü muhalefet” sınırlarına çekmeyi, muhalefeti etkisiz kılmayı amaçladı. İç cephe vurgusuna CHP’den yapılan itirazlar "Önce demokrasi önce adalet" vurgusu yapıldı.

• 1 EKİM

Bir yanda iç cephe tartışmaları sürerken diğer yandan 1 Ekim’deki Meclis açılışında MHP Lideri Devlet Bahçeli beklenmedik bir hareketle DEM Parti Grubu ile selamlaştı. Kamuoyunun dikkatini çeken görüntülerin hemen ardından bu kez PKK Lideri Abdullah Öcalan’a Meclis’te konuşması çağrısı yaptı. Yeni bir “çözüm süreci mi başlıyor” tartışmaları kamuoyunun gündemini meşgul etti. Bahçeli’nin çağrısından haftalar sonra DEM Parti heyeti İmralı’yı ziyaret etti. Öcalan mesajında “Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim” ifadelerini kullandı. MHP Lideri Bahçeli’nin “Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesi doğal ve doğru tercihtir” sözleri ise iktidarın oyun planını gözler önüne sermişti. Sürecin devamında PKK silah bırakarak silahları yaktığı bir tören düzenledi. Meclis’te kurulan Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu 13. Toplantısını bugün gerçekleştirecek.

• TÜRK-KÜRT-ARAP İTTİFAKI

Erdoğan ve Bahçeli, dışarıdan Öcalan’ın da desteğiyle “Türk-Kürt-Arap/ İslam” birliği şeklinde formüle ettikleri yeni Osmanlıcı bir modelle ülkenin yüzünü tümüyle Ortadoğu’ya çevirmeyi, bunu da ABD ve Trump’ın bölgeyi yeniden dizayn amacına göre şekillendirmeyi arzu etti. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi ve Ankara Büyükelçisi Barrack da “Osmanlı’nın millet sistemi Türkiye için en uygun model” sözleriyle ifade etti. 19 MART: Seçimsiz ve muhalefetsiz bir Türkiye inşa etmeye çalışan rejim İBB’ye yönelik peş peşe operasyonlar gerçekleştirdi. CHP’nin ön seçimde 15 milyondan fazla oy alarak seçildiği Cumhurbaşkanı Adayı ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile yakın çalışma ekibi 23 Mart’ta tutuklandı. İBB operasyonları aynı zamanda iktidarın yargıyı “yol temizliği” yapmak üzere nasıl sopa olarak kullandığını gözler önüne serdi. Esenyurt ile başlayan operasyonlar İstanbul’dan Anadolu’ya sıçradı. 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde tarihi bir başarı elde eden CHP’de, 15 belediye başkanı tutuklandı, bir başkan ev hapsine alındı. Ekrem İmamoğlu dahil, İstanbul’da seçilen 27 CHP’li belediye başkanından 12’si cezaevinde. Bazı belediyelere kayyum atandı, bazıları ise AKP’ye geçti. Cumhurbaşkanı Erdoğan her fırsatta “turp” ve “ahtapot” benzetmesi yaptığı soruşturmalarda bugüne dek halkı ikna edecek delillere rastlanmadı. Ortaya atılan iddialar İBB tarafından yalanlanırken kamuoyu yoklamaları da halkın büyük çoğunluğunun bu operasyonların hukuki değil, siyasi bir zeminde gerçekleştiğine inandığını ortaya koydu. Araştırmalara göre yalnızca yüzde 25 ile 30 arası bir seçmen kitlesinin operasyonlara ikna olduğu görüldü. CHP Lideri Özgür Özel her fırsatta 19 Mart’ın bir ABD eliyle gerçekleşmiş darbe olduğunu vurguladı.

• DİRENİŞ BÜYÜDÜ

19 Mart günü Saraçhane’ye akın eden yurttaşlar, Maltepe’de miting alanını dolduran milyonlar, Saray’ın darbesine karşı iradelerine sahip çıktı. Siyaset sahnesine doğrudan çıkan gençler, direnişin hem fitilini ateşledi hem de mücadelenin en büyük taşıyıcısı oldu. Rejimin saldırıları karşısında da geri adım atmayan gençlik kesimleri, ülkenin tamamına büyük bir cesaret dalgasını yaydılar. Alanlardan mahallelere, kampüslerden lise bahçelerine taşan direnişler, ülkede tek adama karşı birleşik mücadele zeminlerini yaratırken rejime karşı mücadele etme iradesini gösteren toplumun geniş kesimlerinin birlikteliği sürecin başarısındaki temel etken oldu.

• KURULTAY KUŞATMASI

Rejimin CHP’ye yönelik hamleleri belediyelerle sınırlı kalmadı. Özgür Özel’e pek çok kez “Ankara’da siyaset yap” çağrısında bulunan iktidar, onu rejimle uzlaşmaya davet etti. Mutlak butlan kararıyla eski CHP yönetimini partinin başına kayyum olarak atanması gündeme getirilirken CHP, bu hamlelere düzenlediği olağanüstü kurultaylarla yanıt verdi. CHP’nin 4-5 Kasım 2023’te gerçekleştirdiği 38. Olağan Kurultay’ın iptali istemiyle açılan davanın üçüncü duruşması da Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde yapıldı. 15 Eylül’deki duruşmada erteleme kararı çıktı. Duruşma 24 Ekim’e ertelendi. Bu sırada kayyumların önüne geçmek isteyen parti iki kez olağanüstü kurultay düzenledi. 6 Nisan 2025’te, 21. Olağanüstü Kurultay’da seçilen Özel ve yönetimi yine davalık oldu. 21 Eylül’de partiye kayyum atanmasının önünü kesmek, CHP’ye siyasi ve hukuki güvence sağlamak için bir kez daha seçim yapıldı ve Özgür özel 22. Olağanüstü kurultayı da kazandı.  CHP’nin İstanbul İl Yönetimi’ne de bu süreçte Gürsel Tekin kayyum olarak atandı. İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin CHP İstanbul İl Yönetimini düşürüp yerine Gürsel Tekin ve beraberindeki kayyum heyetini atamasının sonra gerçekleştirilen olağanüstü kurultayda CHP İstanbul İl Başkanı seçilen Özgür Çelik bir kez daha mazbata aldı.

• TRUMP-ERDOĞAN ZİRVESİ

Beyaz Saray’daki Erdoğan-Trump zirvesi rejimin meşruiyetini sağlamak adına ticaretten siyasete her alanda ABD’ye teslimiyetini gözler önüne serdi. ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack’ın görüşme öncesi yaptığı “meşruiyet” vurgusu sandıktan umudu kesen rejimin sırtını Trump’a dayayarak ömrünü uzatma çabasını ortaya koydu. İktidar, koltukta kalmak adına ülkenin tüm imkanlarını ABD’ye seferber etti. Bu görüşmede Türkiye, ABD’den alacağı sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) için 2045 yılına kadar 20 yıllık anlaşma imzaladı. THY, ABD’li uçak üreticisi Boeing’e 75 adet B787 yolcu uçağı sipariş etti. 150 adet 787 Max için ise motor üreticisi firmalar ile görüşmelerin sürdüğü bildirildi. Ticaret Bakanlığı otomobil ihracatı ve ABD menşeli ürünlerle ilgili yeni ticaret düzenlemelerini duyurdu. Türkiye, 2018’den bu yana bazı ABD menşeli ürünlere uyguladığı ek gümrük vergilerini kaldırdı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Trump ile yaptığı görüşmeyi eleştirdi. Özel, "Ağzından tek kelime Filistin çıkmadı. Sekiz taviz vermiş meşruiyet almış. Meşruiyet milletten alınır. Müttefikten yağlı müşteri yaratmış" dedi. Son olarak NTV muhabiri Hüseyin Günay’ın Beyaz Saray’daki toplantı sonunda kameralara yansıyan dışarıdaki konuşması gündem oldu. Günay, “Hiçbir şey almadık”, “Hakan Fidan’ın üzerine oynuyorlar, Bilal Erdoğan, Selçuk Bayraktar ve Hakan Fidan kavgası var” sözleri sosyal medyada gündem oldu.

∗∗∗

CHP VE TİP AÇILIŞTA YOK

HP ve TİP, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşma yapacağı TBMM’nin yeni yasama yılı açılış törenine katılmayacaklarını duyurdu. TİP, Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Can Atalay’ı ziyaret edeceklerini açıkladı. CHP’den yapılan açıklamada ise “Böyle bir siyasi ortamda biz Cumhurbaşkanını Meclis açılışında, ne oturarak ne de ayakta karşılamayız. Zira bizim nezdimizde meşruiyetini yitirmiştir” ifadeleri kullanılmıştı. TİP’in açıklamasında ise "Bu tabloda Anayasa’ya ve AYM kararlarına uymayarak anayasal düzeni fiilen ortadan kaldıran, halk iradesinin seçtiklerini yargı müdahaleleriyle görevinden alıkoyan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılımıyla gerçekleştirilecek TBMM açılış töreninde partimiz yer almayacaktır" ifadelerine yer verildi.

∗∗∗

MECLİS’TE HALKA YİNE YER YOK!

TBMM’de bugün yeni yasama yılı açılacak. AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan açılış konuşması yapacak. TBMM’nin, 20 Temmuz 2025 tarihinde sona eren 28’inci Dönem 3’üncü Yasama Yılı karnesi ise  rejimin Meclis’i nasıl kullandığını gözler önüne serdi. Meclis büyük oranda, “İktidarın tartışmalı düzenlemelerini ve uluslararası anlaşmaları onaylamak” amacıyla çalıştırılırken yurttaşın taleplerini içeren çok sayıda kritik görüşme ve kanun teklifi ise AKP ve ortağı MHP tarafından reddedildi.

Son olarak TBMM’nin 28’inci Dönemi’nin üç yasama yılında verilen 34 bin 830 soru önergesinden süresi içinde yanıtlananların sayısı, 4 bin 834’te kaldı.

Bu süre zarfında ise Meclis aracılığı ile iktidarın rant ve talan politikalarının önü açıldı.  O düzenlemelerden öne çıkanlar şöyle:

•İklim Kanunu Teklifi: Yasalaşan teklif, iklim krizine sosyal, ekonomik ve ekolojik boyutlarıyla yanıt verecek hükümlerden ziyade yalnızca karbon ticareti mekanizmalarına dayandırıldı. Teklifle piyasa odaklı anlayış bu teklifle de hayata geçirildi.

•Öğretmenlik Meslek Kanunu: Muhalefetin, “Saray’da hazırlandı” dediği Öğretmenlik Meslek Kanunu ile öğretmen istihdamında yandaş kadroların önü açıldı. Kanun, eğitim fakültelerinden ya da “MEB’in uygun bulduğu” bölümlerden mezun olanların direkt göreve başlamasının önünü kapattı.

İnfaz düzenlemesi (Yargı Paketi): Toplumun beklentilerini karşılamayan düzenleme, Anayasa’ya aykırı çok sayıda madde içerdi. AKP’nin, “Muhalefetsiz Türkiye” hayaline hizmet ettiği gerekçesiyle eleştirilen düzenleme, “Yatarı olmayan suçlara” cezaevi yolu göstermesi nedeniyle “İktidara muhalif olan herkesin uydurma suçlarla cezaevine gönderilmesinin” önünü açtı.

•4857 Sayılı İş Kanunu’nda değişiklik: Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca belgelenmiş konaklama tesislerinde çalışan işçilerin, haftada bir gün izin yapma hakları ellerinden alındı. Turizm çalışanlarının düzenlemenin ardından, “10 gün aralıksız çalışmanın ardından bir gün izin” yapmasına izin veriliyor.

ERDOĞAN’A SÜPER YETKİLER

•Devlet Memurları Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi: AKP ve MHP oylarıyla yasalaşan teklif ile engellilerin vergisiz araçlarının vergi ve parasal limitlerini belirleme yetkisi Cumhurbaşkanı’na devredildi. Erdoğan’a verilen bir başka yetkide ise “TSK personelinin rütbe belirleme süresinin belirlenmesini” oldu.

•Talan yasası: Zeytin ağaçlarının talanının önünü açan ve “Sermayeye süper talan izni” olarak nitelendirilen torba yasa ise en çok tepki çeken düzenleme olarak öne çıktı. Teklif, zeytinlik alanlarının madenciliğe açılmasına ve ÇED süreçleri tamamlanmadan madenciliğe başlanmasına olanak sağlıyor.

RANT TALAN YOKSA ONAY DA YOK!

İnsana, doğaya ve hayvana düşman düzenlemelerin geçirildiği TBMM’de, yurttaşın taleplerine ise kulak tıkandı. Öğrencilere bir öğün ücretsiz yemek başta olmak üzere, muhalefetin halkın yararına talep ettiği düzenlemelerin tamamı AKP ve MHP oyları ile reddedildi. AKP ve MHP milletvekillerinin, “Hayır” oyu verdiği bazı teklifler ise şöyle:

•En az 35 bin TL asgari ücret.

•Okullarda öğrencilere bir öğün ücretsiz yemek.

•Çiftçilerin kredi borçlarının faizinin silinmesi.

•Kamu bankalarının çiftçilere faizsiz kredi vermesi.

•En düşük emekli aylığının en az asgari ücret seviyesinde olması

CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın’ın açıkladığı verilerde Meclis’in işlevsizliğinin boyutlarını gözler önüne serdi. Günaydın, 12 Haziran 2023’ten bu yana CHP’nin 774 DEM Parti’nin, 331, İYİ Parti’nin 114, Yeni Yol Grubu’nun da 83 kanun teklifi verdiğini söyledi. Günaydın, muhalefetin kanun tekliflerinden hiçbirinin kanunlaşmadığının altını çizdi.

BİRGÜN

SÖZCÜ "GÜNDEM" -1 Ekim 2025 -

3.5 ton doları bankaya bavulla taşımışlar

İktidara yakın gazetelerde yazılanlara göre Turgay Ciner’e ait medya grubunun satışında kaynağı belirsiz para kullanıldı. Can Holding bünyesindeki şirketten paranın 350 milyon doları Ciner’e bavullarla aktarılıp banka hesaplarına yatırıldı.(https://www.sozcu.com.tr/3-5-ton-dolari-bankaya-bavulla-tasimislar-p232820)

                                                          ***

Avrupa’nın insanlığı bu kadar: Yarı yolda bıraktılar

İtalya, Gazze’ye doğru ilerleyen Küresel Sumud Filosu’nun yakınlarına gönderdiği donanmaya ait fırkateyni geri çekme kararı aldı. Filonun yoluna devam etmesi durumunda geminin geri döneceği bildirildi. Başbakan Giorgia Meloni ise, “Gazze yardım filosu artık durmalı” açıklamasında bulundu.(https://www.sozcu.com.tr/avrupa-nin-insaniyeti-bu-kadar-yari-yolda-sattilar-p232833)

                                                              ***

AKP'de kriz derinleşiyor: İl başkanından sonra yönetimi de istifa etti -Evren Demirdaş-

AKP Elazığ İl Teşkilatı, son yılların en sert iç kriziyle karşı karşıya. İl Başkanı Şerafettin Yıldırım’ın oğlunun uyuşturucu kullanırken görüntülenmesinin ardından başlayan tartışmalar, sadece bireysel bir istifayla sınırlı kalmadı. Parti yönetimi, istifa eden Yıldırım’ın yerine vekâleten atanan isim de dahil olmak üzere tüm il yönetimini görevlerinden istifa etti.(https://www.sozcu.com.tr/akp-kriz-derinlesiyor-il-baskanindan-sonra-yonetimi-de-istifa-etti-p232748)

                                                       ***

Doğan görünümlü şahin + Yerli ve milli uçak (Yılmaz Özdil) + Müthiş iddia: Erdoğan motorların olmadığını bilmiyordu -SÖZCÜ-

Doğan görünümlü şahin -Serdar Cebe-

F-35’ten üstün olduğu savunulan KAAN, motor özellikleriyle de yetersiz kalıyor. F-35’in motorunun itiş gücü, KAAN’ınkinden çok daha yüksek.


Motorunun olmadığının ortaya çıkmasıyla bir anda Türkiye’nin gündemin oturan yerli ve milli uçağımız KAAN, hedeflenen özellikleri bakımından beşinci nesil bir uçak. Ancak prototipte kullanılan F110-GE-129 motoru dördüncü nesil. Yani uçak tasarım olarak beşinci nesle yöneliyor, ama motoru daha eski bir nesle ait. TUSAŞ Genel Müdürü Mehmet Demiroğlu, KAAN’ın F-35’ten daha üstün bir uçak olduğunu iddia etmiş, “İnşallah karşılaşmazlar” demişti. İşte KAAN’ın prototip motoruyla F-35’in motorunun karşılaştırması. Bu arada KAAN, “doğanın görünümlü Şahin” benzetmesine konu olabilir. Bir zamanlar Türkiye’de çok ünlü olan iki araba, Doğan ve Şahin üzerinden yapılan bu benzetme “aslında basit ama gösterişli görünmeye çalışan şeyler” için mecaz olarak kullanılıyor ve tam da KAAN’a uyuyor.(KAAN MOTORU) - Dördüncü nesil bir motor, F-16 ve F-15 türevleri için geliştirildi. - İtiş gücü 14.5-15 ton. - 4. nesil aviyonik (elektronik sistemler) profiline uygun. 5. nesil sensör yükünde ek soğutma ve enerji çözümleri gerekebilir. - Egsoz ve ısı yönetimi alanında F135 seviyesinde değil. - Çekirdek yükseltmesi ile modernizasyon imkânı sınırlı.(F-35 MOTORU) - Beşinci nesil bir motor. Tek motorlu, düşük görünürlüklü uçak için tasarlandı. - İtiş gücü 19.5 ton. - Yüksek ısı yönetimi ve elektrik üretimi sağlıyor. F-35’in yoğun sensör ve görev bilgisayarı ihtiyacına uygun. - Egzoz ve ısı izi yönetimi beşinci nesil gereksinimlerine göre optimize edildi. - Çekirdek yükseltmesi ile performans ve termal kapasite artırılabiliyor.

                                                      ***

Yerli ve milli uçak -Yılmaz Özdil-

https://www.sozcu.com.tr/yerli-ve-milli-ucak-p232783

                                                                  ***

Müthiş iddia: Erdoğan motorların olmadığını bilmiyordu

İktidara yakın gazeteci Cem Küçük; Cumhurbaşkanı Erdoğan’a KAAN uçaklarına dair yanlış bilgi verildiğini ve Erdoğan'ın motorların tamamen yerli şekilde üretileceğini zannettiğini öne sürdü.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ABD'de yaptığı açıklama ile Türkiye'nin yerli imkanlar ile ürettiği 5. nesil savaş uçağı KAAN'a tedarik edilecek motorların lisanslarının ABD tarafından durdurulduğunu duyurdu.   Kamuoyunda büyük tartışmalara neden olan açıklamanın ardından iktidara yakınlığı ile bilinen gazeteci Cem Küçük'ten motorların tedarik sürecine ilişkin müthiş bir iddia geldi. (ERDOĞAN MOTORLARIN YERLİ ÜRETİLECEĞİNİ SANIYORMUŞ!) Küçük, “Erdoğan bu konuyu bilmiyormuş. Erdoğan’a yanlış bilgi veriliyor. Hepsini yerli ve milli motorla yapılacak diye biliyormuş” dedi. Küçük şöyle konuştu: “İlk üretilecek 45 adet KAAN için ABD’den 90 motor alım anlaşması yapılmış. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a başında böyle bir bilgi verilmemiş, Erdoğan’a KAAN’ların yerli ve milli motorla üretileceği söylenmiş” ifadelerini kullandı. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, F-35’lerin ve KAAN motorlarının ABD Kongresi’nde bekletildiğini söylemişti.

                                                               ***
Sözcü



Öne Çıkan Yayın

Soygunun boyutu çok daha büyük + Torlak hakkında çarpıcı iddialar + Mağdur ama ihalede kârlı -BİRGÜN-

Soygunun boyutu çok daha büyük -İsmail Arı-  Yunus Emre Vakfı soygununun faturası büyüyor. Müfettişler incelemelerine devam etti ve soygunun...