GÜNDEM -5 Haziran 2025-

İBB soruşturması: İş insanı Aziz İhsan Aktaş ve Beşiktaş Belediyesi ihale danışmanı Mustafa Mutlu dahil 17 kişiye "etkin pişmanlık" tahliyesi -T24-

Aziz İhsan Aktaş
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne yönelik operasyonda tutuklanan iş insanı Aziz İhsan Aktaş, Murat İlbak ile Beşiktaş Belediyesi İhale Danışmanı Mustafa Mutlu, etkin pişmanlıktan yararlanarak tahliye edildi. Böylece soruşturmalarda etkin pişmanlıktan yararlandırılarak tahliye edilen şüphelilerin sayısı 17'e yükseldi. Öte yandan, Çanakkale Köprüsü ve Avrasya Tüneli işletmecileri Yapı Merkez İnşaat sahipleri  Sami Özge Arıoğlu, Erdem Arıoğlu ve Mustafa Başar Arıoğlu'nun da Kirazlı-Halkalı metro hattı yapımına ilişkin düzenlenen ihale ile beyanlarda bulunduktan sonra tahliye edildiği öğrenildi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca, İBB'ye yönelik “yolsuzluk” ve “Aziz İhsan Aktaş suç örgütü” soruşturmaları ile Beşiktaş Belediyesi’nin 29 Ekim harcamalarına ilişkin "yolsuzluk" ve Büyükçekmece Belediyesi’ne yönelik "yolsuzluk" soruşturmaları olmak üzere, toplam 4 ayrı soruşturma kapsamında dün 5'i CHP'li belediye başkanı olmak üzere 22 kişi tutuklanmıştı. Soruşturma kapsamında, iş insanı Aziz İhsan Aktaş ve Beşiktaş Belediyesi İhale Danışmanı Mustafa Mutlu, etkin pişmanlık ifadesi verdiler ve bu ifadeleri sonucunda ikisi de tahliye edildi. (Etkin pişmanlıkla tahliye edilen sayısı 17'ye çıktı) İBB soruşturması kapsamında, daha önce iş insanları Eyüp Subaşı, Murak İlbak, Kabil Taşçı, Güngör Gürman, İBB'ye bağlı Kültür AŞ Müdürü Murat Abbas, İBB Meclisi İştirakler ve Bağlı Kuruluşlar Komisyonu Başkanı Ertan Yıldız, Neva Organizasyon Şirketi sahibi Ahmet Çiçek, Noyan Kırmızıgül ve Beyaz İnşaat hissedarı müteahhit Seyfi Beyaz daha önce etkin pişmanlıktan yararlanmıştı. Soruşturma kapsamında "ihaleye fesat karıştırma" ve "rüşvet vermek" suçlarından tutuklanan şüpheliler Hüseyin Kum, Taner Gümüş, Murat Bıyık, Kadir Gümüş, Altan Gözcü ve Servet Yıldırım'ın da etkin pişmanlık kapsamında ifadeler verdiği öğrenildi. Sulh Ceza hakimliği, şüpheliler Kum, Gümüş, Bıyık, Gümüş ve Gözcü'nün "yurt dışı çıkış yasağı", Yıldırım'ın ise "ev hapsi" şartıyla tahliyesine karar verdi. Ali İhsan Aktaş ve Mustafa Mutlu'nun da tahliye edilmesiyle etkin pişmanlık ifadesi vererek tahliye edilenlerin sayısı 17'ye yükselmiş oldu. Öte yandan, aynı soruşturma kapsamında Çanakkale Köprüsü ve Avrasya Tüneli işletmecileri Yapı Merkez İnşaat sahipleri  Sami Özge Arıoğlu, Erdem Arıoğlu ve Mustafa Başar Arıoğlu'nun, Kirazlı-Halkalı metro hattı yapımına ilişkin düzenlenen ihale ile beyanlarda bulunduğu öğrenildi. Şüpheliler yurt dışına çıkış yasağı ve ev hapsi kararıyla tahliye edildi.

                                                            ***

Holding patronu itirafçı oldu, tahliye edildi -Sözcü-

23 Mart’ta tutuklanan CNBC’e kanalının sahibi iş insanı Murat İlbak, savcılığa verdiği ifade sonrasında etkin pişmanlıktan yararlanarak ev hapsi şartıyla tahliye edildi.(https://www.sozcu.com.tr/holding-patronu-itirafci-oldu-tahliye-edildi-p180845)

                                                                      ***

Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrencilerin boyadığı gökkuşağı merdivene özel güvenlik engeli: Biz onlara renklerle gelirken onlar bize griliği layık görüyor -Can Öztürk/T24-

Bir grup Boğaziçi Üniversitesi öğrecisi, Gezi Parkı protestoları döneminde başlatılan Kuzey Kampüs’teki merdivenleri gökkuşağı renklerine boyama geleneklerini bu yıl da devam ettirdi. Gece yarısı öğrencilerin boyadığı merdivenler gündüz saatlerinde Özel Güvenlik Birimi (ÖGB) görevlileri tarafından griye boyandı. Merdivenlerin griye boyanmasını kayıt altına almak isteyen öğrencilere “Kişisel Verileri Koruma Kanunu (KVKK) nedeniyle bizi çekemezsiniz” yanıtını verdi. Merdivenin griye boyanmasına bir öğrenci, “Onur Ayı nedeniyle basamaklarımızı boymamızın üzerini griyle kapatmak bizi engelleyemez. Onların izniyle var olmadık, yasaklarıyla da ortadan kaybolmayız” ifadeleriyle tepki gösterdi. (https://t24.com.tr/haber/bogazici-universitesi-nde-ogrencilerin-boyadigi-gokkusagi-merdivene-ozel-guvenlik-engeli-biz-onlara-renklerle-gelirken-onlar-bize-griligi-layik-goruyorlar,1243205)

                                                             ***

Özgür Özel hakkında soruşturma başlatıldı -Birgün-

CHP Genel Başkanı Özgür Özel hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek için sarf ettiği sözlerden dolayı re’sen soruşturma başlatıldı. Özel, bugünkü mitingde "Akın sert kayaya çarptın. Bir daha görmeyeceğim. Efendi gibi geliyoruz, eylemimizi yapıyoruz, dağılıyoruz. Ama tepemin tasını attırma, dağılmamak üzere toplanırız" demişti.(https://www.birgun.net/haber/ozgur-ozel-hakkinda-sorusturma-baslatildi-628435)

                                                                  ***

Hizbullahçı katil istedi, mahkeme yasağı kaldırdı -Özgür Cebe/Sözcü-

11 kişinin kaçırılıp öldürülmesinden yargılanan Hizbullah lideri Hacı Bayancuk’un yurt dışına çıkış yasağı kaldırıldı.(https://www.sozcu.com.tr/hizbullahci-katil-istedi-mahkeme-yasagi-kaldirdi-p180929)

                                                                 ***

GÜNDEM -4 Haziran 2025-

İnfaz paketi Meclis'te kabul edildi: Tekliften 8 madde çıkarıldı -T24-

Suça teşebbüs ve kasten yaralamada cezalar artıyor; hasta mahpuslara tahliye yolu açılıyor.

Kamuoyunda "10. Yargı Paketi" olarak bilinen Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Genel Kurulunda kabul edildi. AKP ve Yeni Yol Partisi'nin kabul edilen aynı mahiyetteki önergeleri doğrultusunda 12, 14, 15, 16, 17, 23, 24 ve 25. maddeler kanun teklifinden çıkarıldı.

Suça teşebbüs ve kasten yaralamaya yönelik hapis cezaları artırılıyor. Tehdit suçuyla etkin mücadele amaçlanıyor. Cezaların alt sınırı 2 ay olacak, üst sınır 7 yıla çıkarılıyor. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum olanlar hariç, hayatını yalnız idame ettiremeyeceği tespit edilen hasta mahpuslar cezasını konutunda çekebilecek. Özel infaz hükümlerinin kapsamı genişletiliyor ve 80 yaşını bitirmiş hükümlüler için konutta infaz düzenlemesine gidiliyor. Denetimli serbestliğin uygulanmasına ilişkin olarak belirli yükümlülükleri yerine getirmeyen hükümlüler, özel infaz usullerinden faydalanamayacak.

İcra ve İflas Kanunu'nda değişiklik

Kanunla, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı uyarınca İcra ve İflas Kanunu'nda değişikliğe gidiliyor. Buna göre, istinaf ve temyiz yoluna başvuru ve incelemede, davanın açıldığı veya şikâyet başvurusunun yapıldığı parasal sınırlar esas alınacak. İstinaf ve temyize başvuruda esas alınan parasal sınırda yeniden değerleme nedeniyle meydana gelen artışın, bölge adliye mahkemesinin kaldırma veya Yargıtayın bozma kararları üzerine yeniden verilen kararlar hakkında uygulanmaması ve ilk karar tarihinde geçerli olan parasal sınırların esas alınmasına yönelik hüküm yürürlükten kaldırılacak.

Noterlik Kanunu'nda yapılan değişiklik

Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı doğrultusunda Noterlik Kanunu'nda yapılan değişikliğe göre, noterlere, sıfat ve görevlerinin gereklerine uymayan hal ve hareketlerinin tespit edilmesi üzerine durumun niteliğine ve eylemin ağırlık derecesine göre disiplin cezalarından biri verilecek.

Noterlere yönelik uyarma, kınama, para cezası, geçici olarak işten çıkarma ve meslekten çıkarma cezalarını gerektiren fiiller ayrı ayrı gösterilerek, hangi hallerde uygulanacakları hüküm altına alınıyor. Meslekten çıkarma hariç olmak üzere disiplin cezalarında, nitelik ve ağırlık itibarıyla hükümde belirtilen eylemlere benzer eylemlerde bulunma hali de ilgili disiplin cezasını gerektirecek eylem olarak tanımlanıyor.

Kanun'daki "Eski cezaların etkisi" hükmünün başlığı, "Bir üst veya alt derece disiplin cezasının uygulanması ve zamanaşımı" olarak değiştiriliyor. Buna göre, hakkında herhangi bir disiplin cezası verilen noterin bu cezanın kesinleşme tarihinden itibaren 5 yıl içinde disiplin cezası verilmesini gerektiren yeni bir fiil işlemesi halinde, bu fiil için Kanun'da öngörülen disiplin cezasının bir derece ağır olanı uygulanacak.

İlk defa disiplin cezası verilmesini gerektiren bir fiil işleyen ve geçmiş hizmetleri sırasında çalışmaları olumlu olan notere, meslekten çıkarma cezasını gerektiren durumlar hariç olmak üzere, verilecek disiplin cezasından bir derece hafif olanı uygulanabilecek. Meslekten çıkarma cezasını gerektiren eylemler hariç olmak üzere, disiplin soruşturmasını gerektiren eylemlerin öğrenilmesinden itibaren 3 yıl geçmiş olması halinde disiplin soruşturması açılamayacak, disiplin cezasını gerektiren eylemin işlendiği tarihten itibaren 5 yıl geçmiş olması halinde ise disiplin cezası verilemeyecek. Disiplin cezasını gerektiren eylemle ilgili olarak aynı zamanda ceza soruşturması veya kovuşturması açılmışsa ceza kanunlarında belirlenen zamanaşımı süreleri uygulanacak. Disiplin Kurulu tarafından kovuşturma sonucunun beklenmesine karar verilmesi halinde mahkeme kararının kesinleşmesinden itibaren bir yıl geçmekle ceza verme yetkisi zamanaşımına uğrayacak.

Söz konusu düzenlemelere uyum sağlamak amacıyla Kanun'un "Yasaklara aykırı harekette bulunmak" hükmü yürürlükten kaldırılıyor ve noterlikler ortak cari hesabına ilişkin ortak işlemlere ait gelir tutarının ortak hesaba yatırılacak kısmını süresi içinde yatırmayan noterlere yönelik cezada değişikliğe gidiliyor.

İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda değişiklik

Anayasa Mahkemesi’nin kararı doğrultusunda İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda değişiklik yapılıyor. Buna göre, Danıştay, idare ve vergi mahkemelerinde açılan ve Kanun'da belirtilen şartları taşıyıp duruşma yapılmasının zorunlu olduğu davalar ile istinaf veya temyiz yoluna başvurulabilecek kararların belirlenmesinde, davanın açıldığı tarihteki parasal sınır esas alınacak.

Suça teşebbüs ve kasten yaralamaya yönelik hapis cezaları artırılıyor

Türk Ceza Kanunu'nda yapılan değişiklikle, suça teşebbüs halinde faile ağırlaştırılmış müebbet ve müebbet hapis cezaları yerine verilecek süreli hapis cezasının alt ve üst sınırı artırılıyor. Buna göre, suça teşebbüs halinde faile, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre ağırlaştırılmış müebbet yerine 13 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası verilirken, bu süre 14 yıldan 21 yıla kadar; müebbet yerine 9 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası öngören hükümdeki süre ise 10 yıldan 18 yıla kadar şeklinde düzenleniyor.

Kasten yaralama suçuna ilişkin hapis cezası sürelerinde de artışa gidiliyor. Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişiye yönelik hapis cezasının alt sınırı 1 yıldan, 1 yıl 6 aya çıkarılıyor. Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine hükmolunacak 4 aydan 1 yıla kadar olan hapis cezası ise 6 aydan 1 yıl 6 aya kadar şeklinde değiştiriliyor. Suçun kadına karşı işlenmesi halinde verilecek cezanın alt sınırı 6 aydan 9 aya yükseltiliyor.

Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralamaya neden olan kasten yaralamaya yönelik hapis cezaları da artırılıyor. Buna göre, kasten yaralama fiili, mağdurun duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına, konuşmasında sürekli zorluğa, yüzünde sabit ize, yaşamını tehlikeye sokan bir duruma ve gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına neden olmuşsa verilecek hapis cezasının alt sınırı 3 yıldan 4 yıla; kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olması sonucu kırık veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre uygulanacak hapis cezasının alt sınırı ise 5 yıldan 6 yıla çıkarılıyor.

Kasten yaralama fiili, mağdurun iyileşme olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine, duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine, konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına, yüzünün sürekli değişikliğine ve gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine neden olması halinde verilecek hapis cezasının alt sınırı 5 yıldan 6 yıla; fiilin vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olması sonucu kırık veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre verilecek hapis cezasının alt sınırı ise 8 yıldan 9 yıla yükseltiliyor.

Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse verilecek hapis cezasının alt ve üst sınırı 8 yıldan 12 yıla kadar yerine, 10 yıldan 14 yıla kadar şeklinde değiştiriliyor. Vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olan kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmesi halinde verilecek hapis cezasının alt sınırı 12 yıldan 14 yıla çıkarılıyor.

Tehdit suçuyla etkin mücadele amaçlanıyor

Kanunla tehdit suçuyla daha etkin mücadele edilmesi ve caydırıcılığın sağlanması amaçlanıyor. Buna göre, malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte, mağdurun şikayeti üzerine verilecek hapis cezasının alt sınırı 2 ay olacak.

Tehdidin silahla, kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle, imzasız mektupla veya özel işaretlerle; birden fazla kişi tarafından birlikte, var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak işlenmesi halinde hükmolunacak hapis cezasının üst sınırı 5 yıldan 7 yıla çıkarılıyor.

Trafik güvenliğini tehlikeye sokanlara yönelik hapis cezaları artırılıyor

Trafik güvenliğini tehlikeye sokanlara yönelik cezalar da artırılıyor. Buna göre, kara, deniz, hava veya demir yolu ulaşım araçlarını kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare edenlere verilecek hapis cezasının alt sınırı 3 aydan 4 aya; alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli şekilde araç sevk ve idare edemeyecek halde olmasına rağmen araç kullananlara uygulanacak hapis cezasının alt sınırı 3 aydan 6 aya yükseltiliyor.

Hasta mahpuslara tahliye yolu

Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum olanlar hariç, ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyeceği tespit edilen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilenler, cezasını konutunda çekebilecek.

Denetimli serbestlik

TBMM Genel Kurulunda kabul edilen, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'a göre, açık ceza infaz kurumunda veya çocuk eğitimevinde bulunan ve koşullu salıverilmesine 1 yıl veya daha az süre kalan iyi halli bir hükümlünün, denetimli serbestlik tedbirinden yararlanabilmesi için 5 günden az olmamak üzere koşullu salıverilme tarihine kadar ceza infaz kurumunda geçirmesi gereken sürenin en az onda birini cezaevinde geçirmiş olması gerekecek.

İkinci defa tekerrür hükümleri uygulanan hükümlülere koşullu salıverilme imkanı getirilecek. Bu kapsamda, süreli hapis cezaları bakımından koşullu salıverilme oranı dörtte üç olarak uygulanacak.

İkinci defa tekerrür hükümlerinin uygulanması durumunda tekerrür halinde işlenen suçtan dolayı mahkum olunan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının 39 yılının, müebbet hapis cezasının 33 yılının, birden fazla süreli hapis cezasına mahkumiyet halinde en fazla 32 yılının, süreli hapis cezasının üçte ikisinin infaz kurumunda iyi halli olarak çekilmesi durumunda koşullu salıverilmeden yararlanacak.

Özel infaz düzenlemeleri

Kanunla, özel infaz hükümlerinin kapsamı genişletiliyor ve 80 yaşını bitirmiş hükümlüler için konutta infaz düzenlemesine gidiliyor.

İnfaz hakimi, hükümlünün talebi üzerine, kasten işlenen suçlarda toplam 3, taksirle öldürme suçu hariç olmak üzere taksirle işlenen suçlarda ise toplam 5 yıl veya daha az süreli hapis cezasının; her hafta cuma günleri saat 19.00'da girmek ve pazar günleri aynı saatte çıkmak suretiyle hafta sonları; hafta sonları hariç her gün saat 19.00'da girmek ve ertesi gün saat 07.00'de çıkmak suretiyle geceleri ceza infaz kurumlarında çektirilmesine karar verebilecek. İnfaz usulü, hükümlünün iş yaşamı ve ailevi durumu ile ceza infaz kurumlarının düzen ve işleyişine göre ceza infaz kurumu tarafından süresi aynı olmak koşuluyla hafta içi günlerde de uygulanabilecek.

Mahkumiyete konu suç nedeniyle doğmuş zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesine dair hukuki sorumlulukları saklı kalmak üzere; kadın, çocuk veya 65 yaşını bitirmiş kişilerin mahkum oldukları toplam 3 yıl, 70 yaşını bitirmiş kişilerin mahkum oldukları toplam 4 yıl, 75 yaşını bitirmiş kişilerin mahkum oldukları toplam 5 yıl, 80 yaşını bitirmiş kişilerin mahkum oldukları toplam 6 yıl veya daha az süreli hapis cezasının konutunda çektirilmesine infaz hakimi tarafından karar verilebilecek.

Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum olanlar hariç olmak üzere, hapis cezasına mahkum olan veya adli para cezası infaz sürecinde hapis cezasına çevrilen hükümlülerden, ilgili hükümde belirlenen usule göre, maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyeceği tespit edilen ve toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilenlerin cezasının konutunda çektirilmesine infaz hakimi tarafından karar verilebilecek.

Mahkumun durumu Cumhuriyet Başsavcılığınca birer yıllık dönemlerde belirlenen usule göre incelettirilecek. İnceleme sonuçlarına göre hükümlünün iyileştiğinin tespit edilmesi halinde infaz hakimi, cezanın konutta çektirilmesine dair kararı kaldıracak. Mahkum, denetimli serbestlik müdürlüğü ve bulunduğu yer kolluk makamlarınca izlenecek. Toplam cezası 10 yıldan fazla olan hükümlülerin elektronik cihazların kullanılması suretiyle takibi zorunlu olacak. Bu yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi halinde cezanın konutunda çektirilmesine dair karar infaz hakimliğince kaldırılacak.

Doğurduğu tarihten itibaren 6 ay geçen ve toplam 5 yıl veya daha az süreli hapis cezasına mahkum olan ya da adli para cezası infaz sürecinde hapis cezasına çevrilen hükümlü kadınların cezasının konutunda çektirilmesine infaz hakimi tarafından karar verilebilecek. Cezanın özel infaz usulüne göre çektirilmesine karar verilenler hakkında, tabi oldukları infaz rejimine göre koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı hükümleri uygulanacak.

Denetimli serbestliğin uygulanmasına ilişkin olarak belirli yükümlülükleri yerine getirmeyen hükümlüler, özel infaz usullerinden faydalanamayacak.

İkinci defa tekerrür hükümleri uygulanan hükümlülere koşullu salıverilebilme imkanı tanınmasına yönelik olarak yapılması öngörülen değişikliğe uyum düzenlemesine gidiliyor.

Açık ceza infaz kurumunda veya çocuk eğitimevinde bulunan ve koşullu salıverilmesine 1 yıl veya daha az süre kalan iyi halli hükümlülerin, denetimli serbestlik tedbirinden yararlanabilmek için koşullu salıverilme tarihine kadar ceza infaz kurumunda geçirmeleri gereken sürenin en az onda birini geçirmesini zorunlu kılan hüküm, bunun yürürlüğe girdiği tarihten önce işlenen suçlar için uygulanmayacak.

Hakimler ve Savcılar Kurulu’na yönelik düzenlemeler

Kanunla, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı doğrultusunda Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun'da değişikliğe gidiliyor.

Buna göre, iş sözleşmesinde hukuk seçimi yapılması halinde dahi, halin bütün şartlarına göre anılan sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması halinde işin yapıldığı yer hukukunun işin yapıldığı sırada uygulamak zorunda olduğu hükümleri hariç olmak üzere, hakimin takdir yetkisi kapsamında iş sözleşmesiyle belirlenen hukuk yerine iş sözleşmesiyle daha sıkı ilişkili olan hukukun uygulanabilmesine imkan tanınıyor.

Hakimler ve Savcılar Kurulu Kanunu'nda yapılan değişikliğe göre, yüksek mahkeme üyeliğinden seçilenlerden Kurul üyeliği sona erenler, herhangi bir işleme gerek olmaksızın ve boş kadro şartı aranmaksızın kalan görev süresini tamamlamak üzere geldikleri yüksek mahkeme üyeliği görevine geri dönecek, boşalan ilk üye kadrosu kendilerine tahsis olunacak.

AKP’nin kabul edilen önergesiyle, yüksek mahkeme üyeliğine seçilmeyenler bakımından uygulamada ortaya çıkabilecek tereddütlerin önüne geçilmesi amacıyla kanun teklifinin 27. maddesinde değişikliğe gidildi.

Buna göre, adli ve idari yargı hakim ve savcılığından seçilenlerden Kurul üyeliği herhangi bir sebeple sona erenler, Genel Kurul tarafından müktesepleri dikkate alınarak tercih ettikleri üç ayrı yerden birinde uygun görülecek bir göreve atanacak. Ancak görev süresini tamamlayanlardan, adli yargı hakim ve savcıları arasından seçilmiş olan üyeler Yargıtay üyeliğine, idari yargı hakim ve savcıları arasından seçilmiş olan üye Danıştay üyeliğine, boş kadro olup olmadığına bakılmaksızın Genel Kurul tarafından seçilebilecek. Boş kadro olmaması halinde ilk boşalan üye kadroları kendilerine tahsis olunacak.

Seçim veya atama işlemleri, Kurul üyeliğinin sona erdiği tarihten itibaren 30 gün içinde yapılacak. Seçim veya atama işlemi yapılıncaya kadar ilgililer izinli sayılacak ve Kurul üyeliği özlük haklarından yararlanmaya devam edecek.

Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı doğrultusunda Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda yapılan değişikliğe göre, senetle ispat zorunluluğu ve senede karşı tanıkla ispat yasağına ilişkin hükümlerdeki parasal sınırların uygulanmasında hukuki işlemin yapıldığı; istinaf yoluna başvurulabilen kararlar, temyiz edilemeyen kararlar ile temyiz incelemesi ve duruşmasına yönelik hükümlerdeki parasal sınırların uygulanmasında davanın açıldığı tarihteki miktar esas alınacak.

AKP ve Yeni Yol Partisinin kabul edilen aynı mahiyetteki önergeleri doğrultusunda 12, 14, 15, 16, 17, 23, 24 ve 25. maddeler kanun teklifinden çıkarıldı.

Görüşmelerin tamamlanmasının ardından yapılan oylamada, kamuoyunda "10. Yargı Paketi" olarak bilinen Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Genel Kurulunda kabul edildi.

Teklifin kabul edilmesinin ardından Meclis Başkanvekili Bekir Bozdağ, milletvekillerinin yaklaşan Kurban Bayramı'nı tebrik ederek, alınan karar gereğince 11 Haziran Çarşamba günü saat 14.00'te toplanmak üzere birleşimi kapattı.

                                                           ***

Filenin Sultanları, Milletler Ligi'ne galibiyetle başladı -T24-


Fransa'yı 3-1 mağlup eden Filenin Sultanları, 2025 Milletler Ligi'ne galibiyetle başladı. 
(
https://t24.com.tr/haber/filenin-sultanlari-milletler-ligi-ne-galibiyetle-basladi,1243068)                                    ***

İmamoğlu'ndan İBB operasyonundaki sevk görüntülerine sert tepki: Yarına kalır ama yanınıza kalmaz, bu yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz!-T24-

İmamoğlu'nun açıklamasında şu ifadeler yer aldı: "Yarına kalır ama yanınıza kalmaz. Halkın oylarıyla seçilmiş belediye başkanlarımızı, bürokratlarımızı bir iftiracının sözleriyle sabahın köründe ev baskınıyla gözaltına alan, savaş suçlusu gibi dizip çekim yapıp basına servis edenler, bu yaptığınız rezilliği bu millet unutmayacak. Vicdandan, ahlaktan, hukuktan yoksun bu yaptıklarınızın hesabını er ya da geç hukuk önünde vereceksiniz." (https://t24.com.tr/haber/imamoglu-ndan-ibb-operasyonundaki-sevk-goruntulerine-sert-tepki-yarina-kalir-ama-yaniniza-kalmaz-bu-yaptiklarinizin-hesabini-vereceksiniz-,1243040)
                                                                     ***
bianet editörü Tuğçe Yılmaz adliyeye sevk edildi -Birgün-

İstanbul Kadıköy'de Genel Bilgi Taraması (GBT) sırasında polis tarafından gözaltına alınan bianet editörü Tuğçe Yılmaz, adliye sevk edildi.

İstanbul'daki Kadıköy İskelesi’nde GBT sırasında gözaltına alınan bianet Editörü Tuğçe Yılmaz, Çağlyan'da bulunan İstanbul Adliye'ne sevk edildi. Tuğçe Yılmaz, dün akşam saatlerinde Kadıköy İskelesi’nde Genel Bilgi Taraması (GBT) sırasında polis tarafından gözaltına alınarak ifadesi alınmak üzere Kadıköy İskele Polis Karakolu’na götürüldü.Gece boyunca karakolda tutulan ve bu sabah Çağlayan'da bulunan İstanbul Adliyesi'ne sevk edilen Yılmaz'ın savcılık ifadesinin alınması bekleniyor. bianet Genel Yayın Yönetmeni Murat İnceoğlu ve Proje Danışmanı Nadire Mater, Yılmaz için adliyeye geldi. bianet'in aktardığına göre; Yılmaz hakkında, Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi kapsamında işlem yapılacağı öğrenildi. Ancak dosya içeriğini Yılmaz'ın avukatının görmesine izin verilmedi.

                                                               ***

Cemil Tugay'a Ankara kapıları açıldı: İşçilerle değil, Bakanla masaya oturdu -soL-

Grevdeki işçiler İzBB Başkanı Cemil Tugay'ı bugün bir kez daha toplu sözleşme masasına davet etti. Tugay, "CHP'nin altını oyuyorlar" dediği işçilerle masaya oturmadı, Ankara yolunu tuttu, AKP hükümetinin Ulaştırma Bakanını ziyaret etti. (https://haber.sol.org.tr/haber/cemil-tugaya-ankara-kapilari-acildi-iscilerle-degil-bakanla-masaya-oturdu-398789)

                                                                         ***

Rejimin itibar suikasti - BİRGÜN-

İktidarın 19 Mart hamlesi seçimsiz, sandıksız, muhalefetsiz bir rejim arzusunun yansıması oldu. İktidar bugüne dek soruşturmalardan ne turp bulabildi ne de ahtapot. Buna karşın Ergenekon ve Balyoz operasyonlarına benzer bir süreç işletiliyor. İBB’ye yönelik son dalga operasyonlarında gözaltına alınan 38 kişi dün kollarında polis ve tek sıra halinde adliyeye sevk edildi. Ortada bir iddianame dahi yokken servis edilen görüntüler operasyonların nasıl kriminalize edildiğini gözler önüne serdi.

19 Mart operasyonlarının üzerinden iki buçuk ay geçti. Bu süreçte halkı ikna edecek ne bir “turp” ne de “ahtapot” bulabilen iktidar İBB Davası’nı da muhalefeti susturmanın aparatı haline getirdi. Seçimsiz, sandıksız, muhalefetsiz bir rejim hayali kuran Saray yönetimi, CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu ile İBB operasyonlarını “baş düşman” kategorisine oturtarak kriminalize etmeye çalışıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz haftalarda İBB operasyonları için sarf ettiği, “Ülke sınırlarını tehdit eder boyuta gelmiştir” şeklindeki sözleri de bu amacı gözler önüne seriyor.

Otoriterleşmenin dozunu her geçen gün artıran iktidarın, dalga dalga yürüttüğü operasyonların 5.’si geçtiğimiz hafta düzenledi. Aralarında Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe, Avcılar Belediye Başkanı Utku Caner Çaykara, Adana Ceyhan Belediye Başkanı Kadir Aydar, Adana Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin, İBB Genel Sekreter Yardımcısı Erdal Celal Aksoy, CHP PM üyesi Baki Aydöner ve eski CHP Milletvekili Aykut Erdoğdu’nun da yer aldığı 49 kişi hakkında gözaltı kararı verilmiş, 38 kişi gözaltına alınmıştı. Dün ifadeleri alınan 38 kişi, sağlık kontrollerinin ardından İstanbul Adalet Sarayına sevk edildi. Halkın oyuyla seçilmiş belediye başkanları ile İBB bürokratlarının adliyeye sevkleri sırasında medyaya servis edilen görüntüler, rejimin geldiği boyutu gösterdi.

HÂLÂ ORTADA BİR İDDİANAME YOK

Adliyeye sevk edilenler, tıpkı darbe dönemlerinde olduğu gibi iki taraflarındaki polisler eşliğinde, tek sıra halinde götürüldü. Bir operasyon prodüksiyonu olarak servis edilen görüntüler aynı zamanda bugüne dek yaşananların da adeta özeti niteliğinde. İBB operasyonlarında bugüne dek 262 kişi gözaltına alındı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve sandık kurularak yapılan önseçimde yaklaşık 15 milyon oy alarak CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı seçilen Ekrem İmamoğlu, 19 Mart’ta gözaltına alındı, 4 gün sonra 23 Mart’ta da tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne kapatıldı. Aradan geçen iki buçuk aylık süreye rağmen, İmamoğlu aleyhine bir iddianame hazırlanmadı. İBB’ye dönük peş peşe 5 dalga operasyon yapıldı, tutuklamaların ardından yöneltilen onlarca suçlamaya rağmen, aradan geçen iki ay sonunda hâlâ bir iddianame hazırlanmadı.

Erdoğan “Turpun büyüğü heybede, ahtapotun kollarının nereye uzandığını göreceğiz” dese de bugüne dek halkı ikna edecek bir samut delile rastlanmadı. Kamuoyu yoklamalarına göre İmamoğlu’nun içeride tutulmasını haklı bulanların oranı yüzde 25 ile yüzde 30 bandına sıkıştı. Haksız bulanların ezici bir çoğunluğa oturduğu görüldü. Toplumu ikna edemeyeceğini gören Saray rejimi bu kez “itirafçı” avına çıktı. İktidarın baskı ve tehditle tutuklu bulunan bazı isimleri itirafçı olmaya zorladığı iddia edildi.

ETKİN PİŞMANLIK ZORLAMASI YAPILDI

Gizli tanık ifadeleriyle başlayan soruşturma "etkin pişmanlık" ifadeleriyle devam etti. İBB’ye yönelik soruşturmada "Çınar", "Ladin", "Meşe", "Doğan", "Şahin", "Kartal" kod adlı gizli tanıkların iddialarının ağırlıklı olarak yer alması, operasyonların siyasi olduğu eleştirisini yönelten muhalefetin, aynı şekilde yürütülen ve sonradan "kumpas" olduğu ortaya çıkan Ergenekon soruşturmalarıyla benzerlik kurmasına neden oldu. Gizli tanıkların dosyadaki beyanlarında doğrudan tanık oldukları olayları anlatmadıkları, "duydum", "düşünüyorum" şeklinde ifadeler kullanması eleştirileri güçlendirdi. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, soruşturmaya yönelik tepkilerinde sık sık "Meşe, Ladin, Çınar diye üç odundan yalancı şahit ve gizli tanık bulup iftira atıldığı" yönündeki eleştirileri dile getirdi.

∗∗∗

EKONOMİYİ DE FELÇ ETTİ

İBB Başkanı ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, yazar Semih Sakallı’nın hazırladığı, yönetmenliğini Eylem Tay’ın yaptığı “Ağır Bedel! 19 Mart Krizinin Bilançosu | Ekrem İmamoğlu Operasyonu Sonrası Ekonomi” belgeselini paylaştı.

Hazırlanan belgeselde, ekonomistler Erdal Sağlam, Kerim Rota, Serkan Özcan, Kamil Yılmaz, Ömer Rıfat Gencal, finansal piyasalar uzmanı İris Cibre, kentsel ve bölgesel ekonomist Özge Öner ve ekonomi profesörü Öner Günçavdı yer aldı. İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi hesabından yapılan paylaşımda, “Turpun büyüğü diyeli dört ay oldu! Dananın kuyruğu diyeli iki ay oldu! Ahtapotun kolları diyeli bir ay oldu! Peki sonuç ne oldu? Bakın ekonomistler ne diyor yaşananlara” denildi.

19 Mart’ta şafak operasyonu ile başlayan sürecin ardından Borsa İstanbul iki kere devre kesiciye girdi, dolar, altın ve euro tarihi zirvesini gördü. Borsa hafta kapanışında da iki kere devre kesiciye girince ekonomi yönetimi, borsadaki işlemlere yasaklar ve teşvikleri bir arada uygulamaya alırken dövizdeki artışı ve borsadaki zararı Hazine’nin yaklaşık 55 milyar dolarını piyasaya sürerek kapatmaya çalıştı. Erdal Sağlam, bu tutuklama sürecinin adım adım geldiğini söyledi. Serkan Özcan belgeselde, “19 Mart darbesine gelinen süreçte iktidara yakın birçok siyasetçiden, yazardan bu operasyonların geleceğini biliyorduk” dedi.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Mart 2024 seçimlerinden sonra ekonomi programını çok daha sert uyguladığını söyleyen Semih Sakallı, “Mart 2024’ten sonra siyasette ciddi bir şok yaşanmadı. Bu da ekonomi için rahatlatıcı bir ortamdı. Ta ki 19 Mart’a kadar” diye konuştu.

Kerim Rota 19 Mart yaşanmasaydı iktidarın 2026’da enflasyonu 15-20 bandına indirebileceğini ancak bunun şu aşamada mümkün görünmediğini söyledi. Kamil Yılmaz ve İris Cibre de Mehmet Şimşek’in uygulamaya çalıştığı ekonomi programının işe yaramaya başladığını fakat 19 Mart kriziyle beraber resmin tamamen değiştiğini, ekonomik açıdan da kaosa yol açtığını vurguladı.

                                                                  ∗∗∗

SORUŞTURMADA SKANDAL SORULAR

İBB’ye yönelik soruşturma sürecinde gözaltına alınanlara ifadeleri sırasında, görevleri gereği yaptıkları işler ve bulundukları yerlere ilişkin sorular da yöneltilmesi dikkati çekti.

Özel Kalem Müdürü Kadriye Kasapoğlu’na, emniyet ifadesinde bazı isimler gösterilerek, GSM hatlarının bu kişilerle neden "ortak baz" verdiği soruldu. Kasapoğlu, gösterilen isimlerinin tamamının belediye çalışanı olduğuna işaret etti.

Üzerine kayıtlı araçla Ö.Y. adlı kişinin neden yurt dışına çıktığının da izahı istenen Kasapoğlu, Ö.Y’yi tanımadığını bildirdi ve sorulan tarihin, aracı satın almasından yaklaşık 15 ay öncesi olduğuna dikkati çekti. Kasapoğlu, "Sorunun neden sorulduğunu anlamadım" beyanını verdi.

Kamuran Ataç’a ise makam şoförlüğünü yaptığı İBB Danışmanlarından Yakup Öner ile 6 yılda 799 kez yaptığı telefon görüşmesi soruldu. Ataç, "Yakup Öner’in makam şoförü olmam vesilesiyle aramızda bu kadar çok görüşme olması normaldir" dedi.

"Yolsuzluk" iddialı soruşturmada tutuklandıktan sonra "etkin pişmanlık" kapsamında salıverilen reklamcı Eyüp Subaşı’nın ise ifadesinde, "Ekrem İmamoğlu’nun danışmanları ve bu usulsüz işler içerisinde yer alan belediye bürokratları ve çalışanları ‘sistem’ diye tabir edilen bir oluşumun içerisindedirler. Bu oluşumun amacı, Ekrem İmamoğlu’na seçim kazandırmak ve siyasi iktidar olmaktır" dediği kamuoyuna yansıdı.

Öte yandan İBB’ye yönelik 5’inci dalga operasyonu kapsamında gözaltına alınan Avcılar Belediye Başkanı Utku Caner Çaykara’ya, iş insanı Aziz İhsan Aktaş’ın ‘Etkin pişmanlıktan’ yararlanarak verdiği ifadedeki beyanı soruldu. Çaykara’nın bütün suçlamaları reddederek etkin pişmanlıktan yararlanmak istemediği ve “Bahsi geçen bu suçlarla ve isimlerle hiçbir alakam yoktur. İfadeye çağrılsaydım seve seve gelirdim” dediği öğrenildi.

∗∗∗

5 DALGADA 262 GÖZALTI

Şu ana kadar gerçekleşen 5 ayrı operasyonda gözaltı ve tutuklama sayıları şöyle oldu:

• 19 Mart 2025 tarihinde başlatılan birinci dalga operasyonunda toplam 106 kişi gözaltına alındı. Bu kişilerden 54’ü tutuklandı.

• 26 Nisandaki ikinci dalga operasyonunda toplam 52 kişi gözaltına alındı. Bunlardan 30’u hakkında tutuklama talep edildi. Nöbetçi sulh ceza hâkimliği 18 kişinin tutuklanmasına, 12 kişinin ise adli kontrolle serbest bırakılmasına karar verdi.

• 20 Mayıs tarihinde gerçekleştirilen üçüncü dalga operasyonunda gözaltına alınan 20 kişiden 13’ü tutuklandı. Altı kişi adli kontrol şartıyla serbest bırakılırken, bir kişi ev hapsine alındı.

• 23 Mayıs’ta yapılan dördüncü dalga operasyonunda ise gözaltına alınan 46 kişiden 25’i tutuklandı.

• 31 Mayıs’taki 5. dalga operasyonda aralarında Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe, Avcılar Belediye Başkanı Utku Caner Çaykara, Adana Ceyhan Belediye Başkanı Kadir Aydar, Adana Seyhan Belediye Başkanı Oya Tekin gözaltına alınmıştı.

• Son yerel seçimlerden bu yana gözaltına alınan CHP’li belediye başkanı sayısı 11’e yükseldi.

∗∗∗

İDDİALAR ÇÜRÜTÜLDÜ

Operasyonlara ilişkin İBB hesabından iddialara ilişkin “yalanlar ve gerçekler” paylaşımlarından bazıları şöyle:

• İDDİA: İmamoğlu’nun Florya konutu rüşvet merkezi oldu, 2 metrelik kasa bulundu, başka bir kasada 5 milyon çıktı.

YANIT: Orası, İPA’nın idari binasıdır. İddialar kasıtlıdır, görüntüler montajlanmıştır.

• İDDİA: İBB, iş insanı Mehmet İlhan Gülay’ı yaklaşık 10 milyon dolarlık taşınmazı, Ekrem İmamoğlu’nun talimatıyla bağış yapmaya zorladı. Süreci Yakup Öner, Buğra Gökçe ve Yavuz Erkut yönetti yalanı.

YANIT: Protokol, İBB Meclisi’nin 12 Ocak 2023 tarihli 2022/1511 ve 2022/1190 sayılı kararları doğrultusunda hazırlanmıştır.

• İDDİA: Dilek Kaya İmamoğlu, gözaltı akşamı 3,8 milyonluk lüks alışveriş yaptı, faturası İBB’den ödendi.

YANIT: İddia tamamen asılsızdır, yazanlara suç duyurusunda bulunuldu.

• İDDİA: İmamoğlu’nun geldiği otelden bavullarla para taşındı.

YANIT: Bavullarda para değil jammer (sinyal kesici) vardı.

∗∗∗

10 PUAN ÖNÜNDE

KONDA, mayıs ayı araştırmasının sonuçlarını paylaştı. Çalışmada, çarpıcı ayrıntılar yer aldı. Anket sonuçlarını köşesine taşıyan köşe yazarı Ertuğrul Özkök, Cumhur İttifakı’nın ortağı MHP’nin kitlesindeki davranış değişikliklerini kaleme aldı. "KONDA verilerinde dikkat çeken kısım İmamoğlu ile Erdoğan arasındaki oy farkının 10 puana kadar çıkması oldu. İmamoğlu ile Erdoğan arasındaki 10 puan farkı geçen aydan bu yana değişmedi. İmamoğlu diyenler yüzde 40, Erdoğan diyenler yüzde 30.”

∗∗∗

DİPLOMA DA İPTAL EDİLDİ

İstanbul Üniversitesi, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasını da iptal etmişti. İmamoğlu diplomayı iptal etme kararı ile ilgili yetkinin sadece İşletme Fakültesi Yönetim Kurulu’nda olduğunu savundu. İmamoğlu "Bu kararı alanların tarih ve adalet önünde hesap verecekleri günler yakındır. Adalete, hukuka ve demokrasiye susamış milletimizin yürüyüşü durdurulamayacak" dedi. İmamoğlu "Bugün diplomanın iptali falan umurumda değil, artık bu ülkede herkesin kazanılmış tüm hakları tehlike altındadır" dedi.

BİRGÜN


soL "Köşebaşı+Gündem" -3 Haziran 2025-

 

Cumhuriyet ve sosyalizm: Yarım kalan bir vaat için yürümek -İskender Özturanlı-

Okuyan’ın analizleri, solun son otuz yıllık tarihini bir altüst etme denemesi olarak da okunabilir, bir yerli yerine oturtma çabası olarak da.

Cumhuriyet ülkemizde öyle kuvvetli bir birikim üretti ki, ancak yitirmeye başladığımızda kadri kıymeti yeniden bilinmeye başlandı.

Bugün bir netice olarak AKP iktidarında cisimleşen çok haşin darbelerle neredeyse zirveye varan bu süreç, bizde olduğu gibi birçok ülkede de, siyasal iktidarların parti ve görüş fark etmeksizin büyük sermaye ve teknisyenler ilişkisi içinde, cici örüntülerle kurulmuş liberal demokrasilerin müesses siyasal nizamının içinde yok oldu, gitti.

Günümüzün dünyasında, halkına olan hesabı vermekten çok, sermayeye ve küresel emperyalizme esir olan bir “şirketler devleti” ve “borç devleti” modeli hüküm sürmekte. Kamusal hayatın bir eşitlik idealiyle birlikte topyekûn kaybolduğu, cumhuriyetçiliğin yani cumhuriyet kavramının yittiği, solun da artık bir alternatif haline gelmediğine inanılan dönemler bunlar. Liberal demokrasi, sahte çok kültürlülüğü, sivil aksiyonları ve kurumsal hukuksal çeşitliliğiyle bugün eşitlik idealini çoktan ıskat etti. Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik gibi cumhuriyetçiliğin temel kavramları teşebbüs hürriyeti, finansal genleşme, tüketim özgürlüğünün soğuk sularında eridi gitti.

Cumhuriyet bugün, bizde sanıldığı gibi monarşiye karşı sadece kağıt üstüne bir eşit yurttaş olma hali, yurttaşların hukuksal güvenceleriyle yaşadığı bir hoşgörü ve ilerleme ortamından ibaret değildir. Saltanata karşı bir hukuksal ilerici düzen vaadidir ama bu düzende, kamusal ve etkin denetim, oligarşi karşıtı ve farklı katmanlardan oluşan bir halk tasavvuru, ücretsiz, laik bir kamusal eğitim öngörüsüdür de.

Cumhuriyet elbette özünde ütopik de olsa bir eşitlik ve özgürlük vaadidir. Birçok ülkede Cumhuriyetçiliğin burjuva karakter taşıması ve hatta kimilerinde burjuva devrimleriyle iç içe geçmesi, onun tarihte solla iç içe gelişmediği anlamına gelmez. Sosyalistlerin, Komünistlerin Cumhuriyetçiliğin doğuşunda ve doğasında olmaları ve hikâyenin en başından beri etkin siyasal aktörler olarak yer almaları, Marx’ın cumhuriyetçiliğinden tutun da ülkemizin milli mücadelesinde ve sonrasında (kurtuluş ve kuruluşta yani) komünistlerin ileride tasfiye edilecek olsalar da bütün mücadelenin içinde, önünde ve omurgasında olmaları inkar edilemez gerçekliklerdir.

Jean Jaurès’nin yıllar öncesinin büyük Cumhuriyet ve Sosyalizm tartışmalarında dediği gibi: “Sosyalizm cumhuriyetçilikte saklıdır ve onun doğal bir sonucudur, Cumhuriyet … sosyalizmin siyasi formudur, bir şekilde onu çoktan kapsamıştır” (Selman Sac, Jean Jaurès, Cumhuriyetçi Sosyalizmin İmkanı). Hatta Jaurès’nin daha da ileri giderek, cumhuriyetin sosyalizm olmadan boş bir vaat olacağını ve gericilerin kolay bir avı haline geleceğini de söylediğini ekleyelim.
Bugün ülkemizde yaşanan tamamen budur, Cumhuriyet kamusal, devletçi, eşitlikçi-halkçı, bağımsızlıkçı özünü kaybettiği için sermaye ve gericiliğin ikili kıskacıyla boğulmaktadır. AKP iktidarı bunun doruk noktası olmuştur o kadar. Üstelik, post-modern demokrasi çığırtkanları ve neoliberal çoğulculuk teorisyenleri tarafından ideolojik olarak mahkum edilmiş, dayanıksız ve korunaksız kalmıştır.

Üstelik gelişip büyüyen sermayenin kurduğu çatı düzeninde her şeyin piyasalaşması, sivil, liberal ve kimlikçi bir solun kültürel hegemonyası, darbelerle hırpalanan yorgun bir sol düşünce ve eylem pratiği, düzen partilerinin ve müesses siyasal nizam ya da düzen siyaseti tarafından kamusal alanın boşaltılmasına neden olmuştur.

Bu tam da “Res publica”nın “aralarında aile bağı ya da yakın bağlar olmayan insanlar arasındaki birliktelik ve karşılıklı taahhüt bağlarını temsil eden”, yani “arkadaşlık ya da aile bağlarından çok bir kitleye, bir halka, bir politik uygulamaya ilişkin bağ” (R. Sennett) olduğu gerçeğinin tersyüz edilmesine neden olmuştur. Neoliberal sermayenin yarattığı büyük eşitsizliklerin bir sonucu olarak, erdemli ve eşit yurttaşlık ilişkilerinin kurulduğu kamusal alanda doğan büyük anaforda, bir yer değiştirme ile tarikat ve cemaat gericiliğinin payanda haline geldiği bir anti laik piyasa düzenin anahtarı ögesi oluştu. Bu asla gözden kaçmamalı.

Bu durumda, elbette ki elimizde bir Cumhuriyet kalmamıştır ya da kalmışsa bile bu artık “kimsesizlerin kimsesi olan” bir cumhuriyet değildir. Ya da, zamanında Atatürk’ün tanımladığı gibi artık adı Cumhuriyet olan bu idarenin “fazileti ahlakiyeye müstenit bir idare” olmadığı, “faziletli ve namuskâr insanlar yetiştiremediği”, içeriği yok olmuş bir cumhuriyettir.

Oysa ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş öyküsü, bu toprakların binlerce yıldır üzerindeki ağır perdenin kaldırıldığı bir hakikat mücadelesidir. Hem Osmanlı dönemindeki saltanat ve hilafetin halksız yönetimlerine, hem emperyalizmin örtülü ve açık örtülü işgallerine, iç savaşlara ve isyanlara, büyük kayıplara, yokluğa, yoksulluğa, gericiliğe karşı bir halk hareketinin temsili demokrasisi ve devlet yönetimi anlamına gelmektedir.

Cumhuriyet bir yandan tamamlanmamış bir proje olmasına karşın, muazzam bir miras ve sınırsız bir devinim, devrim ve ilerleme gücüdür, kamusal bir kalkınmanın, bağımsızlıkçı bir politikanın, modern ve aydınlanmış bir eğitim hamlesinin de adıdır.

Bugün bu devinim iktidardan ve devlet yönetiminden hayli uzağa düşmüş durumda. Dahası bugün ülkeyi yönetenlerin için de, “terörsüz Türkiye” adı altındaki yeni düzenlemelerdeki muhatapları için de, Cumhuriyetin aşılması gereken bir 100 yıllık hikaye olarak görüldüğü ve yakında yapılması düşünülen yeni Anayasa tartışmalarında, Cumhuriyetle bugüne dek kısmen ertelenen bir nihai hesaplaşma olacağı mukadder görünüyor.

Tam da bu noktada Cumhuriyet’i kuran parti dahil olmak üzere, sol kesimlere de yerleşmiş bulunan mahcup Cumhuriyet savunusunu derinden değiştirecek önemde bir kitap yayınlandı. Cumhuriyet ve Komünistler adıyla yayımlanan, Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan ile Kırmızı Kedi Yayınevi’nin kurucusu Haluk Hepkon’un yaptğı bu söyleşi kitaba dikkat çekmek istiyorum. Okuyan burada Türkiye’deki sol geçmişinin bütün geleneksel referanslarına atıfta bulunan hayli cesur, sindirilmiş bir Cumhuriyet savunusu yapıyor: Bu savunun ilkesel dayanakları kritik önemde. “…Partimiz daha kurulur kurulmaz bağımsızlık mücadelesine katıldı ve cumhuriyetten yana taraf oldu” diyor Okuyan, “Riyakârlık, takiyye yaparak değil, ideolojimiz, ilkelerimiz gereği. Sonradan göre Cumhuriyetçi değiliz”.

Okuyan’ın analizleri, 12 Eylül darbesindeki ağır travmanın etkisiyle, solun giderek devlet karşıtlığına, sermayeye ve sermayeci sivil topluma, kimlik politikalarına yaslanan son otuz yıllık tarihini bir altüst etme denemesi olarak da okunabilir, bir yerli yerine oturtma çabası olarak da: “Türkiye’de solun geleceği, 1923’ün referanslarıyla örülür demiyorum ama bu topraklardaki ilerici çizgiye, geçmiş birikime sırt dönerek devrimcilik yapamazsın. Nasıl seveceksin bu ülkeyi şimdi?”

Yazımın girişinde belirttiğim gibi ülkemizdeki ağır gerici baskının, aydınlanma krizinin nasıl aşılacağı meselesine bir kez daha dönmek istiyorum. Aydınlanma değerlerinden kamuculuğa, bağımsızlıktan halkçılığa her türlü Cumhuriyet değerinin yerle yeksan edildiği, yarım kalmış, kadük bırakılmış bir program olan Cumhuriyetin bu krizi aşması, halkın bu birikimi sürece dahil edebilecek arzuda bir siyaset üretmesiyle mümkündür.

Ülkedeki cumhuriyetçi birikime soldan, TKP’den gelen bu destek, katkı ve ittifak çağrısı çok kritik önemdedir, dikkate alınmalı ve tartışılmalıdır.

Solu olmayan bir Cumhuriyetçilik nasıl kadük kalmaya mahkûm ise, Cumhuriyetçiliğe dayanmayan bir solun da genişleyici ve kapsayıcı bir gelecek kurma iddiası zora girer.

Bu çetin meselenin aşılması adına Okuyan’ın önerilerini son derece değerli buluyorum ve yazımı kitabın belki de en önemli bölümündeki temel çağrıyı bütünüyle aktarmak istiyorum:

“Bütün bunlar niye geldi başımıza? Neden artık Türkiye’de bağımsızlık bir pozisyon değil, varılması gereken bir hedef haline geldi? Neden NATO üyesi oldu? Laiklik niçin ayaklar altına alındı? Bunlara bakalım ve bunların sınıfsal kaynakları konusunda yeni bir pencere açalım. Komünist olmanızı istemiyoruz. Böyle bir zorunluluk yok ama Türkiye’deki sınıfsal meseleyi görmeden bu sorunlara çözüm bulamayacaksınız. Yani Türkiye niye bağımsızlığını kaybetti buna yanıt bulamasınız. Laiklik neden bu hale geldi buna yanıt bulmazsınız. 

Nasıl adlandırmaya devam edersiniz, önemli değil. Biz sosyalist ekonomi deriz sen devletçi ekonomi dersin. Biz aydınlanma mücadelesi deriz sen laiklik dersin. Biz bağımsızlık deriz sen Atatürk milliyetçiliği dersin. 

Önemli olan buradaki bu temel meselelerde birbirimizi anlamak, yakınlaşmak ve ortak bir yürüyüş. Bu ortak yürüyüşün sosyalizmi içermemesi, ona düşman olması artık mümkün değil. Türkiye’de bundan sonra enerjiden tarıma her konuda bir sorunu gerçekten çözeceksen, özel sektörün ilgasını hedefleyeceksin. Devletçi bir ekonomiye ihtiyacımız var. Bu gözüküyor ve bunu görmek için komünist olmaya gerek yok.”

                                                                  /././

Akdeniz'de 5,8 büyüklüğünde deprem: 14 yaşındaki çocuk yaşamını yitirdi

Muğla'nın Marmaris ilçesine 10,43 kilometre uzaklıktaki 5,8 büyüklüğündeki depremde, Fethiye ilçesinde yaşayan ve panik atak geçirerek hastaneye kaldırılan 14 yaşındaki çocuk yapılan müdahaleye rağmen kurtarılamadı.(https://haber.sol.org.tr/haber/akdenizde-58-buyuklugunde-deprem-14-yasindaki-cocuk-yasamini-yitirdi-398763)

                                                                           ***
Deprem, travma ve sınıf: 'Uzamış yas bozukluğu bir toplumsal krizdir'-Mert Yamaç-

6 Şubat depreminin ardından uzamış yas bozukluğu yaşayanların oranı çarpıcı biçimde arttı. Bu artışı ortaya koyan araştırmanın yazarlarından Dr. Çiğdem Fulya Dönmez ile yasın toplumsal boyutunu, ruh sağlığının sınıfsal eşitsizliklerle ilişkisini ve gerçek bir iyileşmenin nasıl mümkün olabileceğini konuştuk.

Yakın zamanda BMJ Open dergisinde yayınlanan 6 Şubat 2023 depremi sonrasında yaşanan yas süreci ve uzamış yas bozukluğu prevalansı üzerine yapılan çalışmanın* yazarlarından Dr. Çiğdem Fulya Dönmez ile yas, afet sonrası ruh sağlığı ve uzamış yas bozukluğunun sınıfsal boyutları üzerine konuştuk.

İstanbul Üniversitesi Ruh Sağlığı ve Psikiyatri Hemşireliği alanında doktora eğitimini tamamlayan Dönmez, yaklaşık 12 yıldır yas ve yaşam sonu sürecinin psikososyal boyutlarına odaklanan çalışmalar yürütüyor. Üç yıl boyunca İskoçya'da Glasgow Üniversitesi Yas, Yaşam Sonu ve Palyatif Bakım Araştırmaları Grubu’nda araştırmacı olarak görev yaptı ve hâlen Glasgow Üniversitesi’nde onursal araştırmacı olarak çalışmalarını sürdürüyor. Aynı zamanda Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesinde doktor öğretim üyesi olarak çalışıyor.

Makaleniz depremin ardından yaşanan yasın, özellikle de kronik hastalığı olan bireylerde "uzamış yas bozukluğuna" dönüşme riskinin yüksek olduğunu gösteriyor. Öncelikle uzamış yas bozukluğu ve beraberinde getirdiği riskler nelerdir?

Uzamış yas bozukluğu, bireylerin yakınlarının ölümü sonrasında yaşadıkları uzun süreli ve işlevselliği bozan yas tepkileriyle karakterize bir hastalıktır. Elbette ki ölümün ardından verilen yas tepkisi olağan olmakla birlikte yas ile ilişkili yaşanan yoğun duygusal acı, ölümü kabul etmekte zorluk, yaşamın anlamsız gelmesi ve duygusal küntlük (duygusal deneyimin yokluğu veya belirgin azalması) gibi belirtiler eğer 6 -12 aydan (Dünya Sağlık Örgütü tanı kriterine göre 6 ay; Amerikan Psikiyatri Birliği tanı kriterine göre 12 ay) daha fazla sürüyor ise bu bizi uzamış yas bozukluğu tanısına götürebiliyor. Yastaki bireylerde kronik hastalık varlığı, uzamış yas bozukluğu riskini arttırmada önemli bir faktör. Ama özellikle de ölümün ani ve travmatik olması ve yastaki kişinin düşük gelire sahip olması bu hastalık için önemli risk faktörlerini oluşturmaktadır. Ayrıca depresyon, anksiyete, intihar riskinde artış, madde kullanımı ve kendine zarar verme davranışı uzamış yas bozukluğu ile ilişkili olarak ortaya çıkabilmektedir. 

'Uzamış yas bozukluğu olan bireylerin hepsinin gelir düzeyi düşük' 

Genel popülasyonda uzamış yas bozukluğu yaygınlığı yüzde 1 ile yüzde 2 arasında değişiyor. Depremde olduğu gibi travmatik ölüm sonrasında bu oran artıyor. Bir diğer önemli nokta da uzamış yas bozukluğunun tedavi edilmediğinde uzun yıllar devam edebiliyor olmasıdır.  Örneğin Türkiye'de yakın zamanda yapılan bir çalışmada, Van depreminden sekiz yıl sonra bile yaslı yetişkinler arasında uzamış yas bozukluğu yaygınlığı yüzde 8,9 olarak bulunmuştur. Bu nedenle 6 Şubat depremine maruz kalan bireylere daha fazla zaman kaybetmeden parasız yas destek hizmeti verilmesi gerekiyor.

Çalışmanızı hangi grupta yaptığınızı ve araştırma sonuçlarını okurlarımız için kısaca özetleyebilir misiniz?

Araştırmamızı Hatay’da bulunan 18 yaş ve üzeri depremde yakının ölümünü yaşamış kronik hastalığı olan yetişkinler oluşturuyordu. Çalışmamıza katılanların yüzde 23,8’inde uzamış yas bozukluğu tespit ettik. Genel popülasyonda uzamış yas bozukluğu yaygınlığı yüzde 1 ile yüzde 2 arasında olduğu göz önünde bulundurulacak olursa yüzde 23,8’in çok yüksek bir oran olduğunu söyleyebiliriz. 

Çalışmamızda uzamış yas bozukluğu olan bireylerin hepsinin gelir düzeyi düşük ve birçoğu da deprem sonrası işsiz kalmış kişilerdi ve yaşadıkları en tipik tepkiler; duygusal acı, suçluluk, duygusal hissizlik, yalnızlık ve umutsuzluk gibi duygusal tepkilerdi. Örneğin, yaşadığı acıyı anlatan yaslı bir baba şunları söyledi:

"Ne yazık ki hepimiz (eşi ve iki çocuğu) aynı anda enkaz altında kaldık...  Enkaz altındaki eşimin kolu sıkışmıştı… Ben de bir, iki, üç diye sayarak (ağlayarak) kolunu kesmeye çalıştım. Yaklaşık 20 saat sonra komşularımızın yardımıyla enkaz altından çıkarıldık ancak kızıma ulaşamadık. Gönüllüler ve belediye çalışanları kızımı enkazdan çıkarmak için çok uğraştılar ancak saatler sonra kızımın cansız bedenine ulaştılar ve onu çıkarmanın tek yolunun onu üç parçaya ayırmak olduğunu söylediler. O anki acımı (ağlayarak) ifade edecek hiçbir kelime yok. Kızımı tek parça halinde çıkarmaları için yalvardım, sonra işçiler bana sarılıp ağladılar, onu tek parça halinde çıkaracaklarına söz verdiler ve sonunda kızımı bana tek parça halinde verdiler. Ölmeyi dileyerek güzel kızımın ölü bedenine sarıldım ve saatlerce onunla kaldım..."

Çalışmamızda yer alan sadece bu sözler bile orada yaşanan acı ve çaresizliği gözler önüne sermeye yetiyor. Ayrıca, bu ifadeler sadece bireysel bir duygulanımı değil, orada devletin yetersizliğini ve kamusal hizmetlerin çökmüş olduğunu da gösteriyor. Burada çalışmamızı inceleyen hakemlerden birinden gelen bir geri bildirimi sizinle de paylaşmak istiyorum. Makaleyi İngilizce olarak BMJ dergisine göndermiştik. Derginin inceleme sürecinde, bir hakem babanın sözlerinde geçen "… kolunu kesmeye çalıştım…" cümlesindeki kesmek (cut) kelimesini yanlışlıkla yazdığımı düşünerek, "Tutmak (hold) demek istediniz sanırım " diyerek düzeltme talep etti. Bu düzeltme talebi bile, olaya dışarıdan bakan birinin, bir insanın sevdiği birini kurtarmak için kolunu kesmeye çalışacak kadar çaresiz olabileceğini hayal bile edemediğini gösteriyor. Bu da orada yaşanan acı ve çaresizliğin, insan aklının alamayacağı boyutlara ulaştığının çok çarpıcı bir örneği.

'Yoksulun yas tutma ritüeli bile elinden alınır'

Bu bölgede uzamış yas bozukluğu oranının yüksek çıkmasının nedenlerinden biri de bu felaketi yaşayanların yas tutma ritüellerinin tamamen ortadan kalkmasıdır. Kültüre özgü ritüellerinin gerçekleştirilememesinin de uzamış yas bozukluğu riskini arttırdığı biliniyor. Çalışmamıza katılan bir kadının söyledikleri orada yaşananların neden o bölgede ruhsal hastalık riskini arttığını gösteren başka bir örnek:

"Hani yaralar gün geçtikçe iyileşir derler ya, tam tersine derinleşiyor. Hâlâ sevdiklerimizin geri geleceğini düşünüyoruz... Yaşadıklarımızın gerçek olduğuna hâlâ inanamıyorum. Korku filmi gibiydi. İnsanlar ölülerini siyah çöp torbaları içinde sırtlarında taşıyorlardı. Kimse ölülerini yıkayamadı; sularımız kesildi ve yetkililer bize bir toplu mezar verene kadar ölülerimizle birlikte uyuduk. Toplu mezarda büyük mezarlar açtılar ve tüm ölüler üst üste gömüldü (ağlıyor). Mezar yeri ana baba günüydü…Herkes acı içindeydi ve nereye gittiklerini bile bilmiyorlardı. Bilmiyorum, çok yazık..."

Yasın sınıfsal karakterini bu cümlelerde de görebiliyoruz. Ortak mezarlıklar, kimliksiz gömüler ve ritüelsiz vedalar bireyin yas sürecini tamamlamasını imkânsız hale getirir: Yoksulun yas tutma ritüeli bile elinden alınır! Bu bağlamda, afet sonrası ruhsal sorunlara dair çözüm, yalnızca klinik değildir: Toplumsal sınıf eşitsizliği ortadan kalkmadan ve herkese eşit insanca yaşama olanağı yaratılmadan -ki bu da bir sistem değişikliği gerektirir- ruhsal sorunların çözümünde bile herkes için adalet yoktur.

Bu sonuçlar büyük travmaların (deprem gibi) toplumsal eşitsizlikleri derinleştirdiğini ve yas gibi en temel insani deneyimleri dahi sınıfsal bir mesele haline getirdiğini nasıl açıklıyor biraz daha açabilir misiniz?

Uzamış yas bozukluğu, bireysel bir zayıflık değil, kapitalist üretim ilişkilerinin doğrudan sonucudur. Kapitalist sistem toplumsallık yerine bireyselliği ön plana çıkardığı ve bundan beslendiği için ancak olumlu bir toplumsallıkla iyileşebilecek olan yas, bireyin toplumsaldan uzaklaşması sonucu bireysel çöküşün alanı haline gelir. Tekrar hatırlatayım, çalışmamızda uzamış yas bozukluğu olan bireylerin hepsinin gelir düzeyi düşük ve birçoğu da deprem sonrası işsiz kalmış kişilerdi. Tek başına bu sonuç bile bu bölgede yaşanan ruhsal sorunların nedeninin sınıfsal olduğunu ortaya koymaya yetiyor. Deprem ve uzamış yasın ortaya çıkardığı krizlerin, bireysel trajediler olarak değil, politik ve toplumsal bir kriz olarak tanımlanması gerekir. Yas süreçlerinin insanileştirilmesi, yalnızca insani yardım meselesi değil, politik bir meseledir. 

'Bağ kurma ve birliktelik duygusu ruhsal yaralar için en etkili iyileştiricidir'

Meseleye bu açıdan bakınca deprem sonrası örneğin TKP’nin bölgede gösterdiği dayanışmanın oradaki ruhsal sorunları hafifletici etkisi üzerine neler söyleyebilirsiniz?

Çalışmalarım sırasında bölgede durum tespiti yaparken farklı girişimlere tanık oldum. Bunlar arasında, TKP’nin toplumsal dayanışmayı oldukça işlevsel biçimde örmesinin, deprem sonrası oradaki halkın yaşadığı yasın şiddetini azaltmada etkili olduğu gözlememim yer alıyor. Açıkçası orada bulunduğum süre içerisinde TKP’nin oradaki çalışmaları beni çok etkiledi ve TKP’nin öncülüğü ile gönüllü ruh sağlığı çalışanlarının bir araya geldiği Psikososyal Destek Grubu çalışmalarında da yer aldım. Çünkü bilimsel olarak da biliyordum ki bağ kurma ve birliktelik duygusu ruhsal yaralar için en etkili iyileştiricidir ve bu da dayanışma ve örgütlülük ile gerçekleştirilebilir. TKP deprem bölgesindeki halka yalnız olmadığı, bireyselliğin değil toplumsallığın insanı yaşatacağını, ayağa kalkabileceklerini, birbirine destek olarak, örgütlenerek hem geleceğe kalabileceklerini ham de bu kadar yıkıma neden olan insan hayatını hiçe sayan sadece daha fazla kâr elde etmeye odaklı kapitalist sistemin yerine daha adil toplumcu bir sistem kurabileceklerini göstererek iyileşebileceklerini gösterdi. Şu anda da deprem sonrasında Hatay’da kurulan Defne Halk Temsilcileri Meclisi tam da bunu yapmaya çalışıyor. Bölgedeki bu yıkımı ranta çevirmek için kültürü ve tarihi tarikatlar ve holdingler aracılığı ile silinmeye çalışan sermaye sistemine karşı mücadele ederken, kurdukları Kültür Merkezi ile de akıl sağlığımızı korumada önemli bir yer tutuyor.

Makalenizin sonuç bölümünde, uzamış yas risk faktörlerinin erken teşhisi ve azaltılması, kişi merkezli yas desteği, ulusal standartlar ve politikaların oluşturulması gibi önemli önerilerde bulunuyorsunuz. Bu önerilerin hayata geçirilmesi için nasıl bir toplumsal ve politik mücadele gerekiyor? Mevcut sistemin, afet sonrası insani ihtiyaçları ve psikososyal destek gereksinimlerini karşılamadaki yetersizliği göz önüne alındığında, bu alanda gerçek bir dönüşüm için nasıl bir yol haritası çizilebilir?

Bilim insanı olarak biliyorum ki bilimsel araştırmalar, toplumsal sorunların nedenlerini anlamamıza ve çözüm yolları geliştirmemize büyük katkı sağlar. Ancak yalnızca bilimsel bilgiyle, bu sorunları kökten çözmek mümkün değildir. Çünkü ruhsal sorunların, toplumsal eşitsizliklerin ve krizlerin ardında yatan temel etkenler ekonomik ve politik yapılardır. Eğer bu yapılar değişmeden kalırsa, bilimsel çözümler sadece semptomları geçici olarak hafifletir ama kök nedeni ortadan kaldıramaz. Bilimin rehberliğinde ilerlemek önemlidir, fakat asıl dönüşüm için sömürü düzenini değiştirecek politik irade ve toplumsal mücadele şarttır.

Dolayısıyla açık ve net bir şekilde ifade etmek gerek: Eşit ve parasız yas destek sistemi derhal kurulmalıdır! Pandemi dönemi de sağlığın neden ücretsiz ve devlet eliyle karşılanması gereken bir hak olduğunu çok net göstermişti. Deprem de aynı biçimde gösteriyor. Bu nedenle daha fazla vakit kaybetmeden sağlık sistemi bir an önce devletleştirilmeli, toplum temelli ruh sağlığı hizmetleri yaygınlaştırılmalı ve barınma hakkı koşulsuz olarak devlet güvencesine alınmalıdır. Her felakette yeniden ortaya çıkan ruhsal sorunların ardında sömürü düzeni yatmaktadır. Patron ve tarikat düzeni yıkılmadıkça da bu döngü her felakette yeniden üretilecektir.

*İlgili Çalışma: Dönmez ÇF et al. Exploring the bereavement experiences and prevalence of prolonged grief disorder among 2023 Turkish earthquake survivors with advanced chronic disease: a mixed methods study. BMJ Open 2025;15:e088551.

https://bmjopen.bmj.com/content/15/3/e088551 

                                                                  /././

İzmir’de doğru bilinen yanlışlar: Belediye işçisi ne istiyor, Cemil Tugay neden halkı kışkırtıyor?

İzBB Başkanı Cemil Tugay, grevin ilk gününden beri belediyenin koşullarının ne kadar sıkıntılı, işçilerin taleplerinin ne kadar abartılı olduğunu anlatıp duruyor. soL, gerçekliği şüpheli bu bilgileri ve tartışmalı ithamları masaya yatırdı.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı şirketlerde çalışan 23 bin işçi Perşembe gününden beri grevde. Hakları için, insanca koşullarda çalışabilmek ve yaşayabilmek için, en önemlisi de eşit işe eşit ücret talebiyle mücadele ediyorlar.

Belediye işçilerinin sürdürdüğü grev sadece ücret pazarlığı değil, aynı zamanda sınıfsal bir mücadele alanı. Çünkü CHP’li Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay’ın işçilere reva gördüğü ücretler, AKP iktidarının yıllardır emekçilere dayattığı politikaların yerel ölçekteki örneğinden ibaret. Üstelik bunu “kamuculuk” maskesiyle sunmaya çalışan bir anlayış, grevi suçlamaktan, halkı işçilerin karşısına dikmeye çalışmaktan çekinmiyor.

Gerçeklerse yalın. soL, Cemil Tugay'ın işçileri İzmirlilere şikayet ederken başvurduğu yalan ve çarpıtlamaları tek tek inceledi.

Sarı sendikaya bol kepçe, muhalif sendikaya kaşıkla

Grev, bazı çevrelerin iddia ettiği gibi sendikanın fahiş ücret taleplerinden değil, belediyenin “eşit işe eşit ücret” ilkesini uygulamayı reddetmesinden kaynaklanıyor. Bu temel neden göz ardı edilirse grevin ne anlama geldiği anlaşılamaz.

Türk-İş’e bağlı Belediye-İş Sendikası’nın yetkili olduğu şirketlerde imzalanan toplu iş sözleşmelerine tabi çalışan işçiler ile DİSK'e bağlı Genel-İş Sendikası'na üye işçiler arasında on binlerce liraya varan ücret farkları bulunuyor.

Cemil Tugay “eşit işe eşit ücret” talebinin haklı olduğunu kabul ediyor, ancak önceki sözleşmeleri “sorumsuzluk” olarak niteliyor. Yani hem ücret farkını hem de bu farkın belediyede ciddi bir sorun yarattığını reddedemiyor, ama çözüm yerine suçu işçilere yüklüyor.

Özetle Tugay, iktidara yakın sendikanın işçisine daha yüksek ücret vermeyi kabul ederken muhalif sendikanın üyelerine yoksulluk sınırını çok görüyor.

Dümdüz AKP'cilik

AKP hükümeti Türkiye halkını yıllardır yoksulluğa mahkum ederken, "ana muhalefet" partisinin belediye başkanı, açıkça, AKP'nin sefalet ücretlerini savunuyor ve şöyle diyor:

"Son 5 yılda asgari ücretin dolar karşılığı yüzde 57 artarken, İZENERJİ işçisinin maaşı dolar bazında yüzde 85 arttı."

Aynı Cemil Tugay çok değil, 7 ay önce, asgari ücret görüşmeleri sürerken "Açlık sınırının 20 bin lira olduğu bir dönemde asgari ücretin 17 bin lira olduğunu kimse konuşmuyor’’ diye yakınıyordu.

Asgari ücret açıklandıktan sonra da "Ekonomik kriz ortamında İzmirlileri açlık ve yoksulluk sınırı altında tutmayacağız" dedi.

Diyelim ki asgari ücrete iktidarın yaptığı gibi dolar bazında yüzde 57 yerine Cemil Tugay’ın belediye işçisine çok gördüğü gibi yüzde 85 zam uygulansaydı… Bu durumda asgari ücret bugün 25 bin 800 lira olacaktı. Açlık sınırının bu ay itibariyle 25 bin lirayı aştığını hatırlatalım.

Bütçeden işçiye 1, patronlara müteahhitlere 6 dilim

Cemil Tugay söze ‘’Belediye bütçesi yok edildi, talebi karşılayamayız’’ diye başlıyor.

Oysa Belediyenin 2025 bütçesinden personele ayırdığı pay sadece yüzde 7. Bu tutara sigorta primleri ve yıl içinde yapılacağı öngörülen zamlar da dahil. 

Buna karşılık ‘’hizmet alımı’’ olarak adlandırılan ihale giderleri bütçenin yüzde 21’ini oluşturuyor. Benzer şekilde ‘’gayrimenkul sermaye üretim giderleri’’ başlığı altında toplanan müteahhitlere ödenen tutarın oranı da yüzde 22. Yani patronlara ve müteahhitlere aktarılan kaynak işçiye ayrılanın 6 katından fazla.

Bütçe ödenekleriyle yıl sonu gerçekleşmelerinin denk olmayacağı düşünülebilir. Ancak bu yılın ilk üç ayındaki bütçe performansı, öngörülenin dışında harcama yapılmadığını gösteriyor. Nitekim çoğunluğunda Cemil Tugay’ın yönetimde olduğu 2024 yılında da personel giderlerindeki sapma oranı yüzde 1,3 olmuştu.

Öte yandan konu işçinin ücreti olunca bütçe giderlerinden taviz vermeyen Cemil Tugay, bir önceki görev yeri olan Karşıyaka'da ''gelir'' adı altında kıymetli arazileri iktidarın gözde müteahhitlerine altın tepside sunmuştu. 2019’da Mavişehir'de yer alan 32 milyon lira değerindeki konut imarlı denize sıfır arsa 20 milyon liraya Cengiz İnşaat'a satılmıştı.

Tugay: 'Sendika yöneticileri işçilere ve basına yanlış bilgiler aktarıyor'

Aksine, belediyenin aktardığı bilgiler gerçeği yansıtmıyor. 

Cemil Tugay’ın ‘’işçilerin talebi’’ olarak aktardığı tutarların içerisinde sigorta primi, işsizlik sigortası, yol-yemek yardımı, kıyafet desteği gibi çok sayıda kalem bulunuyor. 

Tugay’ın hesabına göre bir temizlik işçisinin devlet hastanesinde muayene olabilmesi, emekli olabilmesi, mesai arasında yemek yiyebilmesi, işe servis veya toplu taşımayla gidebilmesi, iş kıyafeti giyebilmesi gibi hakları lüks.

Belediye işçisinin aldığı ücret 'adil' mi?

Tartışmasız grevde en çok tartışılan soru şu oldu: ''Belediyede temizlik işçisi 50-60 bin lira maaş alıyor. Aynı işi özel sektörde yapanlar 22 bin lira alıyor. Bu adil mi?''

Öncelikle sorunun kendisi adil değil. Çünkü bu soru temizlik işçisinin 22 bin lirayı hak ettiği varsayımına dayanıyor.

Öte yandan İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde çalışan bir temizlik işçisinin net ücreti 50-60 bin lira değil, 37 bin lira.

Ayrıca muadil firmalarla yapılan kıyaslamalar da gerçeği yansıtmıyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi temizlik işçisine 45 bin lira ücret teklif ediyor. Aynı işi yapan ve toplu sözleşme imzalamış emsal şirketlerde çalışan bir işçi 64 bin lira kazanıyor.

Grev nedir, hangi grev haklı olacak?

"Grev var ama halk cezalandırılıyor. Grev yasal olabilir ama bu halkı çöplüğe, hastalığa mahkûm etmek değildir!" Oysa grev, tam da, işçi sınıfının emeği olmadığında dünyanın dönmeyeceğini ortaya koymak için, hayatı kesintiye uğratmak için yapılır. Mağduriyet yaratılmadan hangi grev yapılabilir ki? 

Yakın zamanda yürüyen boykot kampanyalarına karşı hükümetin argümanı da bu değil miydi?

Grev kırıcı kime denir?

Grev kırıcı, işçilerin yaptığı bir greve katılmayarak ya da grevdeki işçilerin yerine çalışarak grevin etkisini azaltan veya bozanlara denir.

Örneğin Lezita'da düşük ücret dayatmasına karşı greve giderken, patronun Hindistan'dan işçi getirmesi ve Çalışma Bakanlığı denetimine takılmamak için arka kapıdan üretime sokması grev kırıcılıktır.

Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun 70. maddesine göre grevdeki işçilerin yerine işçi çalıştırmak yasaktır. Bu yasağa uymayan patronlara para cezası verilir.

İlçe belediyelerinin temiz işçilerine çöp toplatan Cemil Tugay bu nedenle suç işlemektedir.

Hemen her açıklamasında neyin grevin kapsamında girip girmediğine dair yeni standartlar anlatan Tugay, ''Greve çıkan işçi gitsin evinde otursun'' diyor.

Greve çıkan işçiler nöbetleşe bir şekilde görev alanını terk etmez. Çünkü iş sahası boş bırakılırsa Cemil Tugay gibi işverenler üretim ve hizmeti sürdürmek için grev kırıcılık yapabilir.

'Grev sorumsuzluktur'

Tugay'ın şu ifadeleri, "madem ortada bir haksızlık var, buna karşı mücadele etmeyin, kabullenin" çağrısı içermenin yanı sıra, grev hakkını ve mücadeleyi "sorumsuzluk" olarak niteliyor: "'Eşit işe eşit ücret' anlayışı haklıdır ancak yapılmış bir sorumsuzluğu, başka bir sorumsuzlukla daha büyük bir sorun haline getirmeye kalkmaya kimsenin hakkı yok."

'Güç gösterisi'

Cemil Tugay, işçilerin güçlerini göstermesini kötü bir şey olarak kodlayarak "Sokaklarda güç gösterisi yapılıyor, üzülerek izliyoruz" diyor. Oysa Türkiye'nin en fazla ihtiyaç duyduğu şey, tam olarak bu güç gösterisi, işçilerin, emekçilerin sokağa çıkıp güçlerini hissetmesi.

'Talep kamucu değil, dayanışma ruhuna uygun değil'

Cemil Tugay, burada, tam bir ikiyüzlülük sergiliyor. Tugay'ın bizzat kendisi kamucu değil, İzmir Büyükşehir Belediyesi patronlarla çok ilişki halinde, soL, bunun bir özetini yazmıştı. Bu ifadeler, halkı işçilere karşı kışkırtmak için bilinçli olarak sarf ediliyor.

(https://haber.sol.org.tr/haber/chp-izmir-adayi-cemil-tugayi-taniyalim-mavisehiri-cengize-peskes-cekti-sahili-imara-acti)

                                                        ***

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı +Gündem" -20 Haziran 2025-

  Belediyelerin öğrenci yurdu açma yetkisi kaldırıldı! Meclis’te kabul edilen yasa ile belediyelerin öğrenci yurdu açma yetkisi kaldırıldı. ...