Ülkemizin gündemi saatle değişen inanılmaz bir karmaşaya dönüştürülüyor, “tek” kişinin aldığı kararlarla...
Belirlediği seçim tarihi, doğal olarak gündemi kapladığı şu sırada; geçen hafta cuma günü yapılan, “28 Şubat Davası”nın son duruşmasının sonuçlarından söz etmeyi yine de sürdürelim diyorum, değerli dostlar.
“28 Şubat 1997” tarihli, “Milli Güvenlik Kurulu”nda (MGK) alınan bir dizi kararla, dönemin “Refah-Yol Hükümeti”ni devirmeye çalıştıkları savıyla, içlerinde eski “Genelkurmay Başkanı”, eski “2.Başkanı”, birçok “general” ve “albayın” bulunduğu
“102” komutan ve eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz ile birlikte “103” kişi hakkında karar verildi. “68” sanık beraat etti, “10”u için zaman aşımı uygulandı, “4”ü yaşamını yitirdiğinden dava düştü, “21”i de “müebbet hapis” cezası aldı.
Öte yanda, “21 komutan”a böyle bir cezanın verilmesine neden olan “28 Şubat Kararları”nın alınmasına, uygulanmasına da neden olan durumun, ülkemizin “laik yapı”sını yok etmek isteyen “yıkıcı tehditler” olduğu bilindiği gibi, bu “laik yapı”yı korumanın, “TSK’nın görevi” olduğu da bilinir.
İşte bu görevi dolayısiyle dış dünyada, “TSK”ya karşı yapılan eleştiriler, “2002”de, “AKP”nin iktidarıyla birlikte yavaş yavaş belirecektir. Özellikle “22 Temmuz 2007” seçimlerinden önce, mayıs, haziran aylarında yoğunlaşır, “TSK”ya yapılan suçlamalar. Öyle ki, Batı’nın bilinen o ünlü gazeteleri yanında, “Al Beyan”, “Kuds ul Arabi”, “Hayat”, “Ehram” gibi Arapça yayın yapan gazeteler de veryansın ederler. “TSK”ya. Ve bunların çevirileri de, hiç gecikmeden basınımızda yayımlanır.
Bu dış basın, “TSK”ya karşı “AKP”yi -gülmece boyutuna varan-“övme” kuyruğuna girdiğinde, bunlara karşı “TSK”yı savunan bir makale yayımlanır, “News Perspectiver Quarterly” dergisinde. Somali kökenli, eski Hollanda milletvekili “A. Kirsi Ali”nin, “Laikliği Silahsızlandırmayın!” başlıklı bu yazısı, nedense basınımızda hiç mi hiç ilgi uyandırmamıştı Cumhuriyet dışında. (6 Eylül 2007)
Yazar, “Türkiye’ye laiklik getirmenin herhangi bir laiklik anlamına gelmediğini”
belirtip, “Bir İslam ülkesi olan Türkiye’ye laik düzenin getirilmesi, Batı’nın, Hıristiyan ülkeleri Almanya’ya veya Fransa’ya laik düzenin getirilmesine benzemez!” diye sürdürür; ardından da, “Ordu eşsiz biçimde, Türkiye’nin laik karakterinin bekçiliğini yapma görevine sahiptir!” vurgulamasını da yapar.
Öte yanda Kirsi Ali, Türkiye’de laik düzenin oluşturulmasının Batı ülkelerinden “başka” oluşunun nedeninin, ilkin, Batı’da, “Reformasyon”, “Aydınlanma”, “1789 Devrimi” süreçlerinin yaşanmasına bağlı olduğunu belirtir. Ardından da, “Hıristiyan” ve “İslam” şeriatları arasındaki “ayrıma” değinir ki, Türkiye’de laikliğin korunmasının, “TSK’ya bağlılığının zorunluğunu, “tarafsız” olarak ortaya koymaya çalışır.
Öte yanda, değerli bir hukukçu olan “Ali Sirmen”in de, salı günkü yazısında: “Ömür boyu hapis cezasına çarptırılanların hepsi kaynağını anayasadan alan bir yetkiyi kullanmışlar, bir devlet kurumunun, yine kaynağını anayasadan alan yetkisine dayanan kararlarını uygulamışlardı” vurgusu da bu durumun “hukuksal bağlamı”nı açık ve net bir biçimde ortaya koymuştur.
“2013”te başlayan davanın, “beş yıl” sonra “2018”de, “hukuk”un “AKP” iktidarınca hiçe sayılmasının, doruk yaptığı bir dönemde sonuçlandırılmasının anlamı da, böylece ortaya dökülmüştür!..
Meriç Velidedeoğlu / CUMHURİYET
Belirlediği seçim tarihi, doğal olarak gündemi kapladığı şu sırada; geçen hafta cuma günü yapılan, “28 Şubat Davası”nın son duruşmasının sonuçlarından söz etmeyi yine de sürdürelim diyorum, değerli dostlar.
“28 Şubat 1997” tarihli, “Milli Güvenlik Kurulu”nda (MGK) alınan bir dizi kararla, dönemin “Refah-Yol Hükümeti”ni devirmeye çalıştıkları savıyla, içlerinde eski “Genelkurmay Başkanı”, eski “2.Başkanı”, birçok “general” ve “albayın” bulunduğu
“102” komutan ve eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz ile birlikte “103” kişi hakkında karar verildi. “68” sanık beraat etti, “10”u için zaman aşımı uygulandı, “4”ü yaşamını yitirdiğinden dava düştü, “21”i de “müebbet hapis” cezası aldı.
Öte yanda, “21 komutan”a böyle bir cezanın verilmesine neden olan “28 Şubat Kararları”nın alınmasına, uygulanmasına da neden olan durumun, ülkemizin “laik yapı”sını yok etmek isteyen “yıkıcı tehditler” olduğu bilindiği gibi, bu “laik yapı”yı korumanın, “TSK’nın görevi” olduğu da bilinir.
İşte bu görevi dolayısiyle dış dünyada, “TSK”ya karşı yapılan eleştiriler, “2002”de, “AKP”nin iktidarıyla birlikte yavaş yavaş belirecektir. Özellikle “22 Temmuz 2007” seçimlerinden önce, mayıs, haziran aylarında yoğunlaşır, “TSK”ya yapılan suçlamalar. Öyle ki, Batı’nın bilinen o ünlü gazeteleri yanında, “Al Beyan”, “Kuds ul Arabi”, “Hayat”, “Ehram” gibi Arapça yayın yapan gazeteler de veryansın ederler. “TSK”ya. Ve bunların çevirileri de, hiç gecikmeden basınımızda yayımlanır.
Bu dış basın, “TSK”ya karşı “AKP”yi -gülmece boyutuna varan-“övme” kuyruğuna girdiğinde, bunlara karşı “TSK”yı savunan bir makale yayımlanır, “News Perspectiver Quarterly” dergisinde. Somali kökenli, eski Hollanda milletvekili “A. Kirsi Ali”nin, “Laikliği Silahsızlandırmayın!” başlıklı bu yazısı, nedense basınımızda hiç mi hiç ilgi uyandırmamıştı Cumhuriyet dışında. (6 Eylül 2007)
Yazar, “Türkiye’ye laiklik getirmenin herhangi bir laiklik anlamına gelmediğini”
belirtip, “Bir İslam ülkesi olan Türkiye’ye laik düzenin getirilmesi, Batı’nın, Hıristiyan ülkeleri Almanya’ya veya Fransa’ya laik düzenin getirilmesine benzemez!” diye sürdürür; ardından da, “Ordu eşsiz biçimde, Türkiye’nin laik karakterinin bekçiliğini yapma görevine sahiptir!” vurgulamasını da yapar.
Öte yanda Kirsi Ali, Türkiye’de laik düzenin oluşturulmasının Batı ülkelerinden “başka” oluşunun nedeninin, ilkin, Batı’da, “Reformasyon”, “Aydınlanma”, “1789 Devrimi” süreçlerinin yaşanmasına bağlı olduğunu belirtir. Ardından da, “Hıristiyan” ve “İslam” şeriatları arasındaki “ayrıma” değinir ki, Türkiye’de laikliğin korunmasının, “TSK’ya bağlılığının zorunluğunu, “tarafsız” olarak ortaya koymaya çalışır.
Öte yanda, değerli bir hukukçu olan “Ali Sirmen”in de, salı günkü yazısında: “Ömür boyu hapis cezasına çarptırılanların hepsi kaynağını anayasadan alan bir yetkiyi kullanmışlar, bir devlet kurumunun, yine kaynağını anayasadan alan yetkisine dayanan kararlarını uygulamışlardı” vurgusu da bu durumun “hukuksal bağlamı”nı açık ve net bir biçimde ortaya koymuştur.
“2013”te başlayan davanın, “beş yıl” sonra “2018”de, “hukuk”un “AKP” iktidarınca hiçe sayılmasının, doruk yaptığı bir dönemde sonuçlandırılmasının anlamı da, böylece ortaya dökülmüştür!..
Meriç Velidedeoğlu / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder