Dünyamız, bir şeyler olmaya çalışırken hiçbir şey olamayan insanlarla dolu. Oysa, ‘Yaşama büyük bir şey yaparak başlayınız. Ardından yapacağınız tüm küçük şeyler büyük olacaktır’ demiş bir düşünür. Belki de bir şey olmaya değil, bir şey yapmaya çalışmak gerekiyor. Ve yakından bakıldığında, bir şey yapmaya çalışan insanların bir şey oldukları görülüyor.
Bu sentez, elbette Türkiye için geçerli değil.
Türkiye, çok uzun zamandan beri hiçbir şey öğrenmeden her şeyi öğretmeye kalkan insanların prim yaptığı bir ülke…
Yazar, kendisi doğru dürüst okumadan yazmaya soyunuyor. Asla iyi yazar olamadığı yetmiyormuş gibi, kendisini çok iyi yazar sanıyor.
Doktor, iyi doktor olamadan ünlü doktor olmaya, sunucu doğru dürüst konuşmayı beceremeden haber okumaya, hatta daha da kötüsü röportaj falan yapmaya; memur ve işçi çalışmadan kazanmaya, patron bir koyup on almaya, devlet adamı devlet nedir bilmeden adamlığa, milletvekili milleti es geçip vekillik yapmaya kararlı.
Çoğu kimse büyük bir şey yaparak başlamıyor yaşama. Hemen herkes yatırım yapmadan, bedel ödemeden, çaba harcamadan büyümek arzusunda. Oysa istisnasız hepsi, büyük görünseler de güdük kalıyor ve bu dünyadan geçip gittiklerinde hiçbir iz bırakmıyorlar arkalarında.
***
Yapılan tüm küçük işleri bile büyük gösterecek o ilk ‘büyük şey’i önce düşünmenizi, sonra da başarmanızı sağlayan, yaşam treninin lokomotifini çekip götüren ‘şey’ nedir peki? İnanç ve tutku elbette.
Eğer inandığınız bir işi seçerek yapıyorsanız, en önemsiz, en değersiz eylemde bile ‘büyük’ oluyorsunuz.
İnanç, neyi niçin ve hangi amaçla yaptığını bilmek... Yolundan şaşmamak, değişen rüzgârlara karşı bir o yana, bir bu yana savrulmadan dayanmak, asılmak ve en büyük yargıç, baş hakem ‘zaman’ karşısında kalıcılık kazanmak yeteneğini sağlıyor bize. Tutku ise uğrunda herşeyi göze aldığımız işi en iyi biçimde başarmak olanağını.
Böyle insanları önce görmezden geliyorlar. Ama onların pırıltısı mutlaka deliyor karanlıkları, yolumuzu aydınlatıyor ve hiç unutulmuyorlar.
Çöken bir devletten yeni bir vatan, yeni bir ulus, yeni bir rejim; ama daha da önemlisi ilerici bir düşünceye dayalı inanç, güven, kimlik ve birlik yaratmayı başaran Atatürk, işte bu anlamda büyük ve bu yüzden unutulmuyor!
***
On altı yıldır Türkiye’ye bazen yasadışına taşan keyfi uygulamalarla hâkim olan AKP ve uydularının vahim yanlışı, “büyük iş” olarak var etmeyi değil, yok etmeyi şavullamasıydı. Rejimi değiştireceğiz diye devleti çökerttiler.
Kıtlıktan çıkıp bolluk ambarına düşmüşlüğün açgözlü kurnazlığıyla büyük düşünebiliriz sandılar. Madem en alttan gelip en üste çıkabilmişlerdi, onlar için her şey mübahtı. Madem diplomasız iken diplomalıymış gibi yapılabiliyordu, her şey “gibi” yapılabilirdi.
Oysa çarıklı erkânı harp kurnazlığı, elbette büyükten ancak görgüsüz ve yalnız içi boş bir gösterişi anlayabilirdi. Öyle de oldu.
On altı yıldan beri her seçimde karşımıza çıkıp, “büyük iş” diye büyük inşaatlarla övünüyorlar. En büyük saray, en büyük havalimanı, en büyük hapisane, hastane derken; betona gömülen şehirler, moloza boğulan denizler, göller, evet, gerçekten her yer inşaat…
Artık dünyanın en büyük sarayında oturan dünyanın en büyük cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, şimdi en son büyük projesi “millet kıraathaneleri” ile karşımızda. O iş de zaten rant, o iş de inşaat.
Lakin büyüyor gibi gösterilen Türkiye’nin büyümesi, aslında La Fontaine’in “öküz olmak isteyen kurbağa” öyküsünü izliyor gibi…
Patlayınca içinden ne çıkacak, nereye kadar saçılıp yayılacak, hep birlikte göreceğiz!
Mine G. Kırıkkanat / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder